Yeni Üyelik
1.
Bölüm

PAPATYA

@rosa_lie

Ben Mavi. Gökyüzü kadar parlak olamayan,su kadar berraklığını zamanla yitirmiş bir kadın. Altı yıl önce bir oğlum olmuş,kocamdan boşandığım an tüm hayatımı ona adamıştım. Küçük oğlum…Aras… Bu mektup sana…

 

 

Saat sabahın altısıydı. Erkenden dükkana giderek dükkanın kapılarının açılmasını bekliyorduk. Aras kollarının arasında tuttuğu ayıcığa sıkıca sarılmış bir vaziyette etrafını izliyordu.

Esnedi ve elini elimden ayırarak bacağıma sarıldı.

“Biliyorum,uykun var ama seni evde tek bırakamam.”

Aras gözlerini ovuşturarak bana baktı. Dükkanın kapısını açıp içeriye girdim. Aras koşarak dükkanın arkasında olan ofisine koştu.

 

 

Ofise ufak bir koltuk atmıştım. Aras’ın uykusuz kaldığı zamanlarda oraya yatması içindi bu koltuk. Dükkanda olan çiçeklere göz ucuyla baktım. Esnedim, gözümden bir damla yaş aktı. Elimin tersiyle silerek ofise girdim. Üzerimde olan gömleği askılığa geçirerek bıraktım. Aras çoktan koltuğa yerleşmiş, tıpkı daha kozasında olan bir kelebek gibi kıvrılmıştı.

 

Elimi saçlarının arasından geçirdim ve öperek,

“Soğuk mu? Yaz ayındayız ama.”

Aras gözlerini açmadı,pozisyonundan anladığım kadarıyla üşüyordu. İnce bir örtü alarak Aras’ın üzerine doğru havalandırdım. Örtü üzerine iyice yerleşince ışığı söndürerek ofisten ayrıldım.

 

Dükkanı düzene sokmak için 10:00’a kadar vaktim vardı. Gelen çiçek buketi siparişlerine başlamam gerekiyordu. Etrafı toplamaya başlamakla devam ettim. Yerde olan toprakların üzerine basıldığı için yerden kolayca çıkmıyorlardı. Pas pas ile bastırarak temizlemeye devam ettim. Yaptığım işe o kadar odaklanmıştım ki,aniden çalan telefonun sesi ile yerimden sıçramıştım. Kasanın olduğu tarafa bıraktığım telefonumu elime aldım.

Alp arıyor...

 

Alp,sabahın erken saatinde beni neden arıyordu ki?

Telefonu kulağıma yerleştirdim. Bir süre karşıdan ses gelmesini bekledim.

“Alo? Mavi?” kulağımı sese verdim.

“Günaydın,bu saatte hayırdır?” Konuşurken sesim titremişti.

 

“Valla bu saatte aramazdım, siparişlerin çok yoğun mu abla?”

Gülümsedim, siparişleri sorduğunda göre buket isteyeceği kesindi.

“Dört siparişim var. Buket mi istiyorsun yeniden?”

Alp telefonun karşısından gülüyordu.

“Abla valla sana zahmet olmazsa,çok bir şey değil ya sadece küçük bir gül buketi istiyorum o kadar.”

Yüzümde olan tebessüm ile,

“Ne zaman alacaksın?” dedim.

 

“Dükkanı açtığın saatte gelirim abla. Çok teşekkür ederim abla valla sende olmasan ne yaparım?” minnettar oluşunun her bir zerresini hissediyordum.

 

Telefonu kapatarak çiçeklere su vermek için arka bahçedeki çeşmeye yöneldim.

Elimde olan su bidonlarını çeşmenin musluğunu alacak şekilde yerleştirdim. Suyu açarak bidonlar boşalmasına izin verdim. Çeşmenin yanına oturdum ve bidonun içine akan şiddetli suyu izlemeye başladım. O kadar şiddetli ve hızlı bir şekilde akıyordu ki sanki bir an önce bu işkencenin bitmesini istiyordu.

 

Bir anda aklıma Alp’in kız arkadaşı olan Serap geldi. Nereden aklıma esmişti bilmiyordum. Sadece çiçekleri görünce siparişleri hatırlamış ardından aklıma Serap girmişti. Dalgınlığım sebebi ile suyun dolduğunu fark etmemiştim ve bidonun ağzından taştığını fark ettim. Çeşmenin musluğunu kapatırken bile her yerim su içinde kalmıştı.

“Off…”

İç çektim ve bidonu çeşmenin içinden çekip çıkardım. Saate baktığımda çoktan yedi olmuştu. İkinci bidonu yerleştirdiğim gibi musluğun suyunu açtım.

 

Bu sefer musluğa ve bidonun içine dolan suya odaklanmalıydım. Aksi takdirde üzerime ikinci bir su bombası yiyebilirdim. Bidonun içine dolan suyu izlerken arkamdan gelen adım sesleri duymuştum. Yavaşça arkama baktım. Aras uyanmıştı.

“Oğluşum, günaydın annecim!”

Neşeli ses tonum üzerine kucağıma atlayan Aras’a sıkıca sarıldım. Aras boynuma sıkıca sarılmış bir biçimde uyukluyordu.

“Aras saat yedi oldu oğlum,”

Aras başını kaldırıp yüzüme baktı.

 

 

Minik ellerini yüzümde gezdirdi. Ellerini tutup öpücük kondurdum.

“Acıktın mı?”

Aras gülümseyerek başını salladı. Bir anda yüzüme sıçrayan su ile ne yapacağımı bilemeyerek çeşmeye doğru yöneldim. Aras arkamda gülüyordu, anlaşılan bundan hoşlanmıştı.

Bidonu çeşmenin içinden çekip çıkardığım gibi iki bidonu da elime alarak içeriye doğru yürüdüm. Aras koşarak peşimden geliyordu.

 

Sabah güneşi çoktan dükkanın içine vurmaya başlamış,kendini belli ediyordu. Aras çiçeklerin yanlarında onları seviyordu. Aras’ı arka bahçeye çıkararak oyalanmasını istedim. O sırada rahatça gelen çiçek siparişlerini yapabilecektim.

 

Buketleri yapmaya odaklanmışken kapının zili çalmıştı. İçeriye giren kişiye bakmadan,

“Saat daha sekiz,dükkan saat 10:00’da açılıyor.” diyerek başımı kaldırdım.

Poyraz karşımda duruyordu.

“Poyraz? Bu saatte ne işin var?” Gülerek kasanın olduğu yerden çıkarak yanına gittim. Sarıldım ve tekrardan göz göze gelmiştik.

 

“Sana yardım etmeye geldim. Dün gece çalıştım yanına uğramak istedim eve geçmeden.”

Gülümseyerek etrafa bakındı. Ofisin kapısını gösterdim.

“Teşekkür ederim Poyraz,buyur lütfen.”

Poyraz önden benim gitmemi işaret ederek gülümsedi. Üzerinde olan deri ceketini çıkardı ve askıda yalnız başına duran gömleğimin yanı başına astı.

“Sen…biraz ıslanmışsın sanki?”

Gülerek,

“Evet bidonlar şu dolduruyordum,Aras ile ilgilenirken dolduğunu fark etmedim ve sonuç gördüğün gibi.”

Poyraz gözlerindeki samimiyet ile bakışlarını benden hiç ayırmıyordu.

“Nerden bizim aslan?” dedi merakla.

“Bahçede oyun oynuyor. Telefon veremiyorum eline biliyorsun ee…”

Poyraz bakışlarını keskinleştirerek,

“Çünkü bağımlılık yapmasından korkuyorsun. Böylesi daha iyi,en azından doğa ile iç içe bir annesi var.”

Yüzümdeki gülümsemeyi bozmadım.

 

“Ah sormayı unuttum birşey içer misin? Çay, limonata veya başka birşey?”

Poyraz düşünceli bir tavır takındı.

“Hmm,limonatayı kendiniz mi yapıyorsunuz?”

Kıkırdadım.

“Evet,kendimiz yapıyoruz.” dedim alaycı bir tavırla.

“O zaman bana bolca buzlu bir limonata lütfen!”

Koşarak ofisten çıktığı gibi Aras’ın yanına gitti. Ofisin penceresinden onları izliyordum.

 

Onlar oyun oynarken üzerimde olan siyah tişörtü çıkarıp beyaz pantolonumun üzerine mavi gömleğimi geçirdim. Limonata yapmaya başlamadan önce üzerime önlük giydim. Aras için çok büyük olmayacak şekilde bir sandviç hazırladım. Hazırladıklarımı tepsinin üzerine koyduğum gibi bahçeye çıktım. Aras ve Poyraz futbol oynuyorlardı.

 

“Aras! Poyraz! Gelin hadi!” Aras ile Poyraz oyuna dalmış olacaklardı ki sesim onlara gitmemiş bana geri dönmüştü.

Yüzümdeki tebessüm ile iç çektim.

Tepsinin üzerine küçük bir bez ile örterek ofise geri döndüm. Dağılmış olan tezgahı topladım.

“Mavi,elinde başka tişört var mı ya? Biz..”

Arkamı döndüğüm gibi şoka uğradım.

Kahkaha atarak,

“Var,var da siz ne yaptınız ya böyle?” diyerek dolabın kapağını açtım.

“Yani elimde bu tişört var ama,bana büyük geliyordu zaten al giy.”

Poyraz tişörtü aldı. Etrafına baktı. Aras’ın üzerinde olan sarı çizgi desenli tişörtü çıkarıp yenisini giydirdim.

 

“Poyraz,”

Poyraz etrafına bakındı,daha sonra gözlerini gözlerimle buluşturdu.

“Üzerini çıkart,bu şekilde gitmeyeceksin değil mi?”

Poyraz üzerinde olan siyah tişörtün yakasından tutup yukarıya doğru çekip çıkardı. Vücudunu ilk defa bu kadar yakından görmüş olmalıydım ki yüzüme gelen sıcaklık ile kızardığımı anlamıştım. Poyraz elindeki tişörte sonrasında bana baktı.

 

“Bunun bana olacağından emin misin?”

Hızla bakışlarımı yere çevirip,

“Olur! Ee yani öyle düşünüyorum!”

Poyraz gülerek elindeki beyaz tişörtü kafasından geçirip giydi.

Tişört biraz dar geldiği için vücut hatları belli oluyordu.

Tişörtün Poyraz’ın üzerinde duruşuna bakarken söylediklerinin hiçbirini duymamıştım.

“Mavi?”

“Ah, özür dilerim. Bir daha tekrarlar mısın lütfen.”

Aptal bir yüz ifadesi ile ona bakıyordum.

Elindeki tişörtü gösterdi.

“Bunu poşete koysam evine gidince makineye atar mısın? Yarın alırım senden.”

 

 

Başımı onaylar bir biçimde salladım. Poyraz Aras’ı kucağına aldı.

“İşin çoksa ben bu çocuk adamı alıp benim eve gideyim.”

Aslında bugün haftasonu olduğu için yoğunluk oluyordu. Kısa bir düşünmeden sonra,

“Tamam götür, çok dikkatli olun.”

Poyraz gülümseyerek,

“Oluruz ya,iki erkek baş başa vakit geçirmeyecek miyiz biz?” diyerek dükkanın kapısına yöneldi.

“E biz gidiyoruz o zaman?”

Gülümseyerek başını salladım. Poyraz'ın kolundan tuttum. Bana döndü. Yüzünde ciddiyet vardı.

“Poyraz…”

Poyraz sorgular bakışlarını üzerime dikti. Dikkatle beni dinliyor, ağzımdan çıkacak olan kelimeleri heyecanla bekliyordu adeta.

“Bir sorun mu var?” diyerek merakını gidermemi istemiş gibiydi.

“Lütfen ona çok dikkat et.”

Elimi Aras’ın saçlarının arasından geçirdim. Poyraz iç çekti.

 

 

Aras'ı yere indirdi. Elinden tuttu ve bana yaklaşarak,

“Mavi,Aras doğduğundan beri yanındayım bu çocuğun. Korkma bu kadar artık. O herif sizin saçınızın teline bile dokunamaz.”

Aras'ı tekrardan kucağına alarak dükkanın önünde park ettiği motorunun yanına gitti. Kaskını taktığı gibi motora bindi. Aras önünde heyecanla motor ile yapacakları yolculuğu bekliyordu.

 

Ofisine geçerken Poyraz'ın ceketinin askıda kaldığını gördüm. Ceketi alarak dükkanın önüne koştum ancak çoktan gitmişti. Ceket elimde iken delicesine şeyler düşünüyordum. Poyraz'ın ceketi deli gibi sıktığı parfümünü yayıyor,ceketin üzerinden geçerek burnuma geliyordu. Yüzümü ceketin içine gömdüm. Onun kokusu bir çiçekten daha güzeldi.

 

 

Saat çoktan 09:30 olmuştu. Hızlı bir şekilde siparişleri yapmaya başladım. Neyse ki küçük buketlerdi.

Dükkanın kapılarını sonuna kadar açarak, saksıda duran çiçekleri dışarıya çıkardım. Hepsine su vererek güneş ışığı ile yalnız bıraktım. Kapının zili çalması üzerine müşteri geldiğini anlamıştım.

“Merhaba.”

Ayça hanım gelmişti. Saksıda orkide istemişti.

“Merhaba Ayça hanım.”

Ayça hanım gözleriyle etrafı dikkatle tekrardan ilk günkü gibi inceledi.

 

“Benim orkideler vardı Mavicim.” dedi gülümseyerek.

Raftan bir torba toprak çekip aldı.

“Bunu da yaz.”

Bahçede duran orkideyi dikkatle alarak kasaya geçtim. Saksıya mor bir kurdele takarak tezgahın üstüne yerleştirdim. Ayça hanım orkideden gözlerini alamıyor gibiydi.

“Bu çiçekçilik işi,”

Diyeceklerinin devamını dinledim.

“Nerden başladın bu işe? Yada şöyle sorayım nasıl başladın?”

Gülümsedim ve toprak torbasını poşete geçirdim.

“Bahçe işlerini seven biriyimdir. Bir kaç durumdan sonra dükkan açma kararı aldım. Hepsi bu.”

Ayça hanım dediklerimi kulağını kabarta kabarta dinliyordu. Sanki çok heyecan verici bir şey dinliyormuş gibiydi.

 

 

 

İç çektim ve orkideyi ayrı bir poşetin içine geçirdim.

“Bakımını bildiğinizi düşünerekten ekstra birşey eklemiyorum Ayça hanım.”

Ayça hanım başını gururla salladı ve poşetlere yeltendi.

“Ee Ayça hanım…”

Ayça hanım gözlerini elinde tuttuğu telefonundan çekti.

“Bunları da mı veresiyeye yazayım.”

Ayça hanım güldü.

“Hayır bunları yazma,şimdi vereceğim parasını.”

Ayça hanım telefonunu çantasına arttığı gibi cüzdanını çantadan çıkardı. Kahverengi deri cüzdanını karıştırırken gelen telefon araması ile sinirlenmişti.

 

 

“Al canım. Teşekkür ederim herşey için.”

Çıkarken keyfi az çok yerindeydi.

“Rica ederim yine beklerim.” dedim duymuş olması ümidi ile.

 

Saat 11:00’a yaklaşıyordu. Fakat hala siparişleri almaya gelen olmamıştı. Bahçe kapısına yönelirken dükkana koşarak gelen birini gördüm. Dikkatimi çektiği için başımı o yöne çevirdim.

Kapıdan hızla girdiği gibi bunun Alp olduğunu gördüm.

“Abla…” nefesi kesik kesik geliyordu. Dediklerinden bir şey anlamaya çalışmak zor görünüyordu.

“Çiçeğin hazır canım. Buyur, Serap da seni bekliyordur şimdi.”

Alp nefessiz bir şekilde sandalyeye oturdu. Eliyle bir dakika işareti yaptı. Güldüm ve ofisten gülleri getirdim.

Alp gülleri görünce çok sevindi.

“Valla…eline sağlık ablam…yine…”

Çiçekleri Alp'in eline tutuşturarak,

“Al anladık al. Yalakalık yapma bana.”

Alp gülerek teşekkür etti. Fakat kalkacak hâli bile yoktu.

 

 

Kendini zorlayarak kalmayı başarmıştı.

“Bu kadar çok koşmanın bir anlamı yok Alp.”

Alp başı ile onayladı ancak sadece beni geçiştirmeye çalıştığı belliydi. Elimle ensesine tokat yapıştırdım.

“Abla naptın ya?!”

“Sus! Ablaya cevap verilmez! Bu kadar yıpratma kendini ya.”

Alp kendini suçlu gibi hissederek dükkanın kapısına yürüdü. Kapıyı açıp çıktı. İç çekerek işime devam ettim. Bitki suluğunu alıp dükkanın dışında olan birkaç çiçeğe daha şu verdim.

 

Dükkana girerken arkamdan gelen sese yöneldim,

“Pardon! Bakar mısınız?!”

Bir adam bana doğru geliyordu. Gözlerimi nereye kaçıracağımı bilmiyordum.

“Çiçek fiyatlarını soracaktım. Çok güzel görünüyorlar.”

Adam sadece çiçeklere bakarken bir yandan da gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. En azından deniyordu.

“Çiçeklerin fiyatları değişiyor malesef. Buyrun içeride konuşalım.”

Elimle içeriyi işaret ettim. Adam içeri girerek etrafa bakınmaya başlamıştı bile.

 

 

“Özellikle istediğiniz bir çiçek var mıydı?”

Adam düşünceli bir şekilde sadece etrafı izledi.

“En çok satanlar hangileri? Ona göre seçerim çünkü neyi sevip sevmediğini bilmiyorum.”

Bahsettiği kişi eşi yada kız arkadaşı olmalıydı.

“Menekşe,gül,kasımpatı özellikle lale bu sıralar çok fazla gidiyor.”

Adam sıkılmış gibi iç çekti. Koyu mavi gözleri çiçeklere nefretle bakıyordu. Sanki almak istemiyor,sırf kadınını elinde tutmak istiyormuş gibiydi.

 

 

“Neden bunu yapıyorsunuz?” dedim aniden. Bir anda bunu dememe ben dahil ikimiz de şaşırmıştık. Düşüncelerimi biraz sesli yansıtmıştım.

Adam kendini sıktı. Önce çiçeklere sonra bana döndü keskin gözleri.

Konuşmak için ağzını araladı.

“Ne yapmışım?” Yere eğdiğim başımı kaldırdım. Gözlerinin içine,odaklanarak içimde olan tedirginliği kenara attım. Adam cevap beklercesine yüzümü görmek için başını yana yatırdı.

 

 

“Daha kadınınızın sevdiği çiçeği bile bilmiyorsunuz. Ancak ne cesaret ise,buraya gelip umursamazca çiçek seçebiliyorsunuz.” dedim kendimden emin bir tavırla.

Adam gözlerini büyütüp güldü. İki elini de beline koydu. Bir adım yaklaştı.

“Eşimle aramda olanlar seni ne kadar ilgilendirir? Utanmalısın.” Alaycı tavrının dükkanın içinde dolanıp üzerime konduğunu hissettim.

 

 

“Utanması gereken kişi ben değilim efendim. O kişi gayet belli. Lütfen dükkandan çıkın.” şu an dediklerim yüzünden gaza geliyordum.

Adam yüzünde sinirli bir ifade ile elini havaya kaldırdı. Daha sonra dükkanın köşelerine bakarak kameraların farkına vardı. Sinirle iç çekip,

“Bunun hesabını sormaz mıyım sanıyorsun sen?!” hızlı adımlarla dükkandan çıktı. Dükkanın kapısında cebinde olan sigara paketini çıkardı.

 

 

Bir dal sigara alıp dudaklarının arasına koydu. Çakmak çoktan elinde yerini almış, sigarayı yakmak üzerine ateşini püskürtüyordu. Dükkanın önünde sigarasını içerken külün birazı dışarıda olan çiçeğin üzerine konmuştu. Yerde duran su bidonunun kapağını açarak dükkanın dışına çıktım. Bidonda olan suyun dışarı çıkmasına izin vererek,

“Burada sigara içmek yasak! Daha kaç defa söyleyeceğim bunları?! Tabelayı görmüyor musunuz?!” diyerek üzerine fırlattım.

Çevredeki insanlar şok olmuş şekilde bir adama bir bana bakıyorlardı. Adam elinde olan sigarasını yere atarak bana döndü.

“Seni-!” Elini havaya kaldırması ile etraftaki insanları görüp yerine geri indirmesi bir olmuştu. Gülümsedim.

Yüzüne yakınlaştım,

“Sen mi benden hesap soracaktın?” diyerek geri çekildim. Gözlerinden alev çıkıyordu. Yüzüne yerleşen kırmızı renkle hızlanarak karşıda duran arabasına koştu.

 

Gülerek dükkana geri döndüm. Aptal herif. Elinde olan kadının değerini bile bilmez,ancak çiçekle gönlünü almaya çalışır,’seni seviyorum’ derken yüzü kızarmazdı. Ama şimdi yüzünde hayatında görüp görebileceği en koyu kırmızı renkle bakışacaktı. Elbette yaptığım doğru değildi,ancak bunu hak etmişti.

 

Gerginlikten oluşan nefes düzensizliğimi fark ederek, yavaşça nefes alıp vermeye başladım.

“İyisin Mavi,baya iyisin.” Kendimi bir nebze yatıştırmaya çalıştım. Gülümsedim. Dükkanda yapılacak iş yoktu. Sadece siparişlerin sahiplerini bekliyordum. Dükkana koşarak giren Selin’i gördüm.

Nefes nefese kalmıştı ve bu sıcakta üzerinde kalın bir ceket bulunuyordu. Alnından akan ter damlalarını görebiliyordum.

 

 

“Geç kaldım…özür dilerim abla…” işe ilk günden geç kalmıştı. Fakat benim için bir sorun değildi, sonuçta daha yeni başlamıştı.

Eleman arıyordum. Siparişler bazen o kadar fazla oluyordu ki işim olduğu günlerde yetiştirmekte zorlanıyordum.

Bu yüzden bir elemana ihtiyaç duymuştum. Selin daha üniversite öğrencisiydi. Bende öyleydim. Tabii okuyabilseydim. Meslek lisesi mezunu olduğum için kolayca dükkan açabiliyordum.

 

 

“Sorun yok,ilk günden olur öyle şeyler de…” dedim ve üzerinde olan ceketi gösterdim.

“Neden bu havada?”

Selin alnından akan ter damlalarını elinin tersiyle ezip silerek,

“Abla valla aceleden üzerime giydiğim şeyin farkında değildim,otobüste çıkarıp rezil olmayayım diye çıkarmadım.”

Gülerek ellerimi dizlerime vurdum. Selin de gülüşlerime eşlik ederek arkada olan ofisime giriş yaptı.

 

“Yarın istemem ama bu kadar geç gelmeni.” Selin bunları dediğimi duyunca ofisin kapısından kafasını tıpkı bir kunduz gibi çıkardı.

“Nasıl yani?!” İkinci bir kahkaha ile kapıya baktım.

“Ya tamam arada bir geç kalabilirsin de,saat on iki kızım.” Selin hüzünlü bakışları ile kunduz özelliğini bozmadan kafasını geri çekti.

 

Selin üzerine geçirdiği önlük ile kasaya geçti.

Sol elinde olan tokayı saçına geçirdi.

“Bugün kimse gelmedi mi?”

İç çektim.

“Geldi,gelmez olurlar mı?” dedim umursamaz bir tavırla.

“Ayça hanım siparişlerini aldı sonra onun üzerine delinin teki geldi. Hiçbir şey almadan gitti.”

Selin kaşlarını yukarı kaldırarak anladığını belli etti.

 

“Yorulmuşsundur abla sende.” dedi Selin.

Gülümsedim,

“Yok canım ne yorulacağım? Aras vardı yanımda en azından.”

Selin sevinçle arka bahçeye geçti.

“Gitme boşuna burda değil.” Hüzünle içeri geri döndü. Aras Selin ile iyi anlaşıyordu. Seviyorlardı birbirlerini.

“Aa nerde çocuk adam?”

“Poyraz abin aldı evine gitti. İyi oldu şu an kafam çok rahat.”

Selin hiçbir şey demeden kasanın arkasında olan bilgisayarın mouseu ile oynamaya başladı.

 

 

“Üzülme bu kadar canım.” dedim yüzündeki hayal kırıklığını görerek.

“Özlemiştim be abla küçüğü.”

Gülerek kasaya yöneldim.

“İş çıkışı işin yoksa bana gel. Bol bol vakit geçirirsiniz.” dediğim gibi selin koca gözlerini daha da büyüttü.

“Ay valla mı?!” Sevindiği her hâlinden belliydi.

“Valla canım valla.”

 

 

 

Saat çoktan iki olmuştu. Öğlen vakti hava daha da sıcak olmaya başlamıştı. Sıcak yüzünden bahçede çalışırken alnımdan yer boşalıyordu. Yere serdiğim poşetin üzerine oturdum. Selin dükkanda müşteriler ile ilgilenirken bende bahçede olan bitkilere savaş açmış olan böcekleri temizliyordum.

“Mavi abla,bir müşteri geldi de papatya soruyor.”

Elimdeki eldivenleri çıkardım. Yere koyarak dükkana girdim.

“Buyrun? Nasıl yardımcı olabilirim?”

Adam etrafta olan çiçeklere odaklandığı için beni duymamıştı.

“Beyefendi?”

Şaşkınlıkla Selin’le bana baktı.

 

 

“Papatya sormuşsunuz sanırsam? Doğru muyum?”

Adam elindeki bahçe malzemelerini kasaya koyarak,

“Evet,sizde var mı acaba? Göremedim dükkanda.”

Kasada duran bir ıslak mendil paketini aldım. İçinden bir mendil çıkarıp ellerimde gezdirdim.

“Stokta yok şu an ama geldiği zaman haber verebilirim. Tabii acelesi yoksa?”

Adam kırgın bakışlarla çiçeklere baktı.

“Acelesi yok evimin köşesine koymak için…neyse başka ne önerirsiniz?”

İster istemez üzüldüm.

 

 

Bu şekilde demek istemezdim ama olmayan bir çiçeği varmış gibi gösteremezdim.

“Bahçeniz varsa kamelya verebilirim. Menekşe verebilirim yada,”

Adam kamelya çiçeklerinin olduğu kısma gitti.

“Bilemiyorum,papatya gelince haber verir misiniz?”

Düşündüm. Papatyalar ilkbahardan Haziran ayının sonuna kadar açıyorlardı. Seneye ilkbahardan hazirana kadar bekleyemeyeceği için umutsuz bir ifade takıldım.

“Papatyalar ilkbahardan haziran sonuna kadar açıyorlar. Temmuz ayının sonundayız,fakat gelirse size kesinlikle haber veririm.”

Adam başını sallayarak kamelya çiçeğinin yanından ayrıldı.

Selin adama bakıp soru sormak istercesine nefes aldı.

 

 

“İsterseniz isim ve numara yazın? Biz size geri dönüş yapalım. Kartımızı da verelim şöyle.”

Adam Selin’e gülümsedi. Ceketinin iç cebinden dükkanın kartını çıkardı.

“Dükkanın dışına da koymuşsunuz,oradan almıştım. Tekrardan teşekkür ederim Mavi hanım.”

Adam yavaşça,umutsuz nefeslerini vererek dükkan kapısından çıktı. Dükkandan çıkarak peşinden gittim.

“Pardon! Durun bir dakika!”

Arkasından seslendim,bana baktı.

 

Bir çiçek için bu kadar hüzünlü olması garip gelebilirdi ama,onun için bir şey ifade ettiği kesindi.

“Numaranızı ve isminizi yazın lütfen. Çiçek geldiğinde size haber edilsin.” diyerek cebimden çıkardığım kağıt kalemi uzattım.

Adam gülümseyerek ismini ve numarasını yazdı.

“Tekrardan teşekkür ederim.” diyerek uzaklaştı.

İsminin İlker olduğunu yazmıştı.

 

 

Gülümseyerek dükkana geri döndüm.

“Yakaladın mı?”

Başımla onayladım Selin'i.

“İsmi İlkermiş.”

Selin başını eğerek gülümsedi. Bakışlarından bir şeyler olduğunu anlamıştım.

“Hayırdır niye bu kadar mutlusun sen?”

Selin omuzlarını hızla yukarı kaldırıp indirdi.

“Bilmem,hoş adamdı.”

İç çektim ve omuzlarına ellerimi koydum.

“Alp ne olacak? Ne çabuk unuttun?”

Güldüm.

Selin Alp'in adını duyunca yüzünde olan güzel gülümsemesini silmişti.

“Olmuyor abla ya. Serap var onun hayatında. Aralarına girmek istemiyorum.”

Bıkkın bir şekilde bilgisayara döndü.

 

 

Selin uzun zamandır Alp’den hoşlanıyordu. Serap ile iyi arkadaşlardı ancak Serap,Selim'in ondan hoşlandığını bilmesine rağmen Alp ile çıkmaya başlamıştı.

Selin çok kırılmıştı,hala kırgındı. Çünkü Alp’e zamanında onu sevdiğini bile söyleyemeden elinden kayıp gitmişti. Aşkı çok uzun sürmemişti.

Tıpkı benim içimde olan aşk ışığının sönmesi gibiydi.

Selin uzun bir süre düşünceli bir şekilde durmuştu. O sırada arka bahçeye döndüm.

 

Yanıma gelerek yere bir poşet serdi. Oturdu.

“Abla?” dedi. Sesi titriyordu.

“Sen niye boşandın eşinden?”

Sorusu hiç beklemediğim bir yerden gelmişti. Eskiler gözümün önünden film şeridi gibi geçerken,göğsümün sıkıştığını hissettim.

“Anlaşamıyorduk,hepsi bu.”

Anlatmak için kendimi hazır hissetmiyordum. Yaşadıklarımı bir tek Poyraz ve Baran biliyordu. Onlar olmasaydı belki hala bu havaları soluyor olamazdım. Toprağın iki metre derinliğinde zifiri karanlıkta olur,oğlumun bana gelmesi için dua ederdim. Bedenimi çiğner yine o derin çukurdan çıkmak için dua ederdim.

 

 

“Abla,susma.”

Selin’in konuşması üzerine kendime geldim.

“Bana su verir misin?” dedim ellerim titrerken.

Selin bahçe masasının üzerine duran berrak suyu getirdi. Şişenin kapağını açtığım gibi kana kana içmeye başladım.

 

Sanki kalbimi acıtmıyormuşcasına söylediği vicdansız kelimelerin her biri zihnimde dolaşıyordu. Yerdeki kırık cam parçaları ellerime batarken,o nefretini üzerime kusuyordu. Elini kalbimin üzerine koymuş,kafes içinde tutuyordu. O gün kalbimi olduğu yerde çekip çıkarmıştı. Yerdeydim her zamanki gibi…

Kaşımdan ve dudaklarımdan akan her bir kan damlasının hesabı vardı. İçimdeki acının en hüzünlüsü sanki beni seviyormuş gibi davranıp haftada bir elinde kırmızı güller ile kapıda belirmesiydi.

‘Seni çok seviyorum’ derdi çiçekleri kucağıma koyarken.

 

Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken sesimi çıkaramazdım. Alt dudağımı dişlerimin arasına alır acıyı ve ağlamayı durdurmak için ısırırdım. Zordu. Ama en zoru Aras’ın her şeyi görmesiydi…

Annesi yerde kanlar içinde cam parçalarının arasında dururken, babasının bağırışları kulağında yankılanırdı.

Küçüktü, koltuğun yanında olan boşluğa her şekilde sığar kendine sığınak yapardı. Babasının tokatından korkardı. Babasından korkardı. Aras babasından korkardı, çok korkardı…

 

 

“Abla? N’oldu?!” Selin'in panikli sesini duyunca kendime geldim.

İçimde yaşadığım acı hafif gözyaşlarım ile dışarıya atmıştı kendini. Farkında değildim evet.

“Sorun yok. Hadi dükkana dön müşteri gelirse sahipsiz sanmasın ortalığı.”

Elimin tersiyle gözyaşlarını sildim. Fakat yanağımda bıraktığı ıslaklık canımı sıkmış bu yüzden önlük ile yüzümü silmiştim.

Çevredeki insanlar şok olmuş şekilde bir adama bir bana bakıyorlardı. Adam elinde olan sigarasını yere atarak bana döndü.

“Seni-!” Elini havaya kaldırması ile etraftaki insanları görüp yerine geri indirmesi bir olmuştu. Gülümsedim.

Yüzüne yakınlaştım,

“Sen mi benden hesap soracaktın?” diyerek geri çekildim. Gözlerinden alev çıkıyordu. Yüzüne yerleşen kırmızı renkle hızlanarak karşıda duran arabasına koştu.

 

Gülerek dükkana geri döndüm. Aptal herif. Elinde olan kadının değerini bile bilmez,ancak çiçekle gönlünü almaya çalışır,’seni seviyorum’ derken yüzü kızarmazdı. Ama şimdi yüzünde hayatında görüp görebileceği en koyu kırmızı renkle bakışacaktı. Elbette yaptığım doğru değildi,ancak bunu hak etmişti.

 

Gerginlikten oluşan nefes düzensizliğimi fark ederek, yavaşça nefes alıp vermeye başladım.

“İyisin Mavi,baya iyisin.” Kendimi bir nebze yatıştırmaya çalıştım. Gülümsedim. Dükkanda yapılacak iş yoktu. Sadece siparişlerin sahiplerini bekliyordum. Dükkana koşarak giren Selin’i gördüm.

Nefes nefese kalmıştı ve bu sıcakta üzerinde kalın bir ceket bulunuyordu. Alnından akan ter damlalarını görebiliyordum.

 

 

“Geç kaldım…özür dilerim abla…” işe ilk günden geç kalmıştı. Fakat benim için bir sorun değildi, sonuçta daha yeni başlamıştı.

Eleman arıyordum. Siparişler bazen o kadar fazla oluyordu ki işim olduğu günlerde yetiştirmekte zorlanıyordum.

Bu yüzden bir elemana ihtiyaç duymuştum. Selin daha üniversite öğrencisiydi. Bende öyleydim. Tabii okuyabilseydim. Meslek lisesi mezunu olduğum için kolayca dükkan açabiliyordum.

 

 

“Sorun yok,ilk günden olur öyle şeyler de…” dedim ve üzerinde olan ceketi gösterdim.

“Neden bu havada?”

Selin alnından akan ter damlalarını elinin tersiyle ezip silerek,

“Abla valla aceleden üzerime giydiğim şeyin farkında değildim,otobüste çıkarıp rezil olmayayım diye çıkarmadım.”

Gülerek ellerimi dizlerime vurdum. Selin de gülüşlerime eşlik ederek arkada olan ofisime giriş yaptı.

 

“Yarın istemem ama bu kadar geç gelmeni.” Selin bunları dediğimi duyunca ofisin kapısından kafasını tıpkı bir kunduz gibi çıkardı.

“Nasıl yani?!” İkinci bir kahkaha ile kapıya baktım.

“Ya tamam arada bir geç kalabilirsin de,saat on iki kızım.” Selin hüzünlü bakışları ile kunduz özelliğini bozmadan kafasını geri çekti.

 

Selin üzerine geçirdiği önlük ile kasaya geçti.

Sol elinde olan tokayı saçına geçirdi.

“Bugün kimse gelmedi mi?”

İç çektim.

“Geldi,gelmez olurlar mı?” dedim umursamaz bir tavırla.

“Ayça hanım siparişlerini aldı sonra onun üzerine delinin teki geldi. Hiçbir şey almadan gitti.”

Selin kaşlarını yukarı kaldırarak anladığını belli etti.

 

“Yorulmuşsundur abla sende.” dedi Selin.

Gülümsedim,

“Yok canım ne yorulacağım? Aras vardı yanımda en azından.”

Selin sevinçle arka bahçeye geçti.

“Gitme boşuna burda değil.” Hüzünle içeri geri döndü. Aras Selin ile iyi anlaşıyordu. Seviyorlardı birbirlerini.

“Aa nerde çocuk adam?”

“Poyraz abin aldı evine gitti. İyi oldu şu an kafam çok rahat.”

Selin hiçbir şey demeden kasanın arkasında olan bilgisayarın mouseu ile oynamaya başladı.

 

 

“Üzülme bu kadar canım.” dedim yüzündeki hayal kırıklığını görerek.

“Özlemiştim be abla küçüğü.”

Gülerek kasaya yöneldim.

“İş çıkışı işin yoksa bana gel. Bol bol vakit geçirirsiniz.” dediğim gibi selin koca gözlerini daha da büyüttü.

“Ay valla mı?!” Sevindiği her hâlinden belliydi.

“Valla canım valla.”

 

 

 

Saat çoktan iki olmuştu. Öğlen vakti hava daha da sıcak olmaya başlamıştı. Sıcak yüzünden bahçede çalışırken alnımdan yer boşalıyordu. Yere serdiğim poşetin üzerine oturdum. Selin dükkanda müşteriler ile ilgilenirken bende bahçede olan bitkilere savaş açmış olan böcekleri temizliyordum.

“Mavi abla,bir müşteri geldi de papatya soruyor.”

Elimdeki eldivenleri çıkardım. Yere koyarak dükkana girdim.

“Buyrun? Nasıl yardımcı olabilirim?”

Adam etrafta olan çiçeklere odaklandığı için beni duymamıştı.

“Beyefendi?”

Şaşkınlıkla Selin’le bana baktı.

 

 

“Papatya sormuşsunuz sanırsam? Doğru muyum?”

Adam elindeki bahçe malzemelerini kasaya koyarak,

“Evet,sizde var mı acaba? Göremedim dükkanda.”

Kasada duran bir ıslak mendil paketini aldım. İçinden bir mendil çıkarıp ellerimde gezdirdim.

“Stokta yok şu an ama geldiği zaman haber verebilirim. Tabii acelesi yoksa?”

Adam kırgın bakışlarla çiçeklere baktı.

“Acelesi yok evimin köşesine koymak için…neyse başka ne önerirsiniz?”

İster istemez üzüldüm.

 

 

Bu şekilde demek istemezdim ama olmayan bir çiçeği varmış gibi gösteremezdim.

“Bahçeniz varsa kamelya verebilirim. Menekşe verebilirim yada,”

Adam kamelya çiçeklerinin olduğu kısma gitti.

“Bilemiyorum,papatya gelince haber verir misiniz?”

Düşündüm. Papatyalar ilkbahardan Haziran ayının sonuna kadar açıyorlardı. Seneye ilkbahardan hazirana kadar bekleyemeyeceği için umutsuz bir ifade takıldım.

“Papatyalar ilkbahardan haziran sonuna kadar açıyorlar. Temmuz ayının sonundayız,fakat gelirse size kesinlikle haber veririm.”

Adam başını sallayarak kamelya çiçeğinin yanından ayrıldı.

Selin adama bakıp soru sormak istercesine nefes aldı.

 

 

“İsterseniz isim ve numara yazın? Biz size geri dönüş yapalım. Kartımızı da verelim şöyle.”

Adam Selin’e gülümsedi. Ceketinin iç cebinden dükkanın kartını çıkardı.

“Dükkanın dışına da koymuşsunuz,oradan almıştım. Tekrardan teşekkür ederim Mavi hanım.”

Adam yavaşça,umutsuz nefeslerini vererek dükkan kapısından çıktı. Dükkandan çıkarak peşinden gittim.

“Pardon! Durun bir dakika!”

Arkasından seslendim,bana baktı.

 

Bir çiçek için bu kadar hüzünlü olması garip gelebilirdi ama,onun için bir şey ifade ettiği kesindi.

“Numaranızı ve isminizi yazın lütfen. Çiçek geldiğinde size haber edilsin.” diyerek cebimden çıkardığım kağıt kalemi uzattım.

Adam gülümseyerek ismini ve numarasını yazdı.

“Tekrardan teşekkür ederim.” diyerek uzaklaştı.

İsminin İlker olduğunu yazmıştı.

 

 

Gülümseyerek dükkana geri döndüm.

“Yakaladın mı?”

Başımla onayladım Selin'i.

“İsmi İlkermiş.”

Selin başını eğerek gülümsedi. Bakışlarından bir şeyler olduğunu anlamıştım.

“Hayırdır niye bu kadar mutlusun sen?”

Selin omuzlarını hızla yukarı kaldırıp indirdi.

“Bilmem,hoş adamdı.”

İç çektim ve omuzlarına ellerimi koydum.

“Alp ne olacak? Ne çabuk unuttun?”

Güldüm.

Selin Alp'in adını duyunca yüzünde olan güzel gülümsemesini silmişti.

“Olmuyor abla ya. Serap var onun hayatında. Aralarına girmek istemiyorum.”

Bıkkın bir şekilde bilgisayara döndü.

 

 

Selin uzun zamandır Alp’den hoşlanıyordu. Serap ile iyi arkadaşlardı ancak Serap,Selim'in ondan hoşlandığını bilmesine rağmen Alp ile çıkmaya başlamıştı.

Selin çok kırılmıştı,hala kırgındı. Çünkü Alp’e zamanında onu sevdiğini bile söyleyemeden elinden kayıp gitmişti. Aşkı çok uzun sürmemişti.

Tıpkı benim içimde olan aşk ışığının sönmesi gibiydi.

Selin uzun bir süre düşünceli bir şekilde durmuştu. O sırada arka bahçeye döndüm.

 

Yanıma gelerek yere bir poşet serdi. Oturdu.

“Abla?” dedi. Sesi titriyordu.

“Sen niye boşandın eşinden?”

Sorusu hiç beklemediğim bir yerden gelmişti. Eskiler gözümün önünden film şeridi gibi geçerken,göğsümün sıkıştığını hissettim.

“Anlaşamıyorduk,hepsi bu.”

Anlatmak için kendimi hazır hissetmiyordum. Yaşadıklarımı bir tek Poyraz ve Baran biliyordu. Onlar olmasaydı belki hala bu havaları soluyor olamazdım. Toprağın iki metre derinliğinde zifiri karanlıkta olur,oğlumun bana gelmesi için dua ederdim. Bedenimi çiğner yine o derin çukurdan çıkmak için dua ederdim.

 

 

“Abla,susma.”

Selin’in konuşması üzerine kendime geldim.

“Bana su verir misin?” dedim ellerim titrerken.

Selin bahçe masasının üzerine duran berrak suyu getirdi. Şişenin kapağını açtığım gibi kana kana içmeye başladım.

 

Sanki kalbimi acıtmıyormuşcasına söylediği vicdansız kelimelerin her biri zihnimde dolaşıyordu. Yerdeki kırık cam parçaları ellerime batarken,o nefretini üzerime kusuyordu. Elini kalbimin üzerine koymuş,kafes içinde tutuyordu. O gün kalbimi olduğu yerde çekip çıkarmıştı. Yerdeydim her zamanki gibi…

Kaşımdan ve dudaklarımdan akan her bir kan damlasının hesabı vardı. İçimdeki acının en hüzünlüsü sanki beni seviyormuş gibi davranıp haftada bir elinde kırmızı güller ile kapıda belirmesiydi.

‘Seni çok seviyorum’ derdi çiçekleri kucağıma koyarken.

 

Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken sesimi çıkaramazdım. Alt dudağımı dişlerimin arasına alır acıyı ve ağlamayı durdurmak için ısırırdım. Zordu. Ama en zoru Aras’ın her şeyi görmesiydi…

Annesi yerde kanlar içinde cam parçalarının arasında dururken, babasının bağırışları kulağında yankılanırdı.

Küçüktü, koltuğun yanında olan boşluğa her şekilde sığar kendine sığınak yapardı. Babasının tokatından korkardı. Babasından korkardı. Aras babasından korkardı, çok korkardı…

 

 

“Abla? N’oldu?!” Selin'in panikli sesini duyunca kendime geldim.

İçimde yaşadığım acı hafif gözyaşlarım ile dışarıya atmıştı kendini. Farkında değildim evet.

“Sorun yok. Hadi dükkana dön müşteri gelirse sahipsiz sanmasın ortalığı.”

Elimin tersiyle gözyaşlarını sildim. Fakat yanağımda bıraktığı ıslaklık canımı sıkmış bu yüzden önlük ile yüzümü silmiştim.

Çevredeki insanlar şok olmuş şekilde bir adama bir bana bakıyorlardı. Adam elinde olan sigarasını yere atarak bana döndü.

“Seni-!” Elini havaya kaldırması ile etraftaki insanları görüp yerine geri indirmesi bir olmuştu. Gülümsedim.

Yüzüne yakınlaştım,

“Sen mi benden hesap soracaktın?” diyerek geri çekildim. Gözlerinden alev çıkıyordu. Yüzüne yerleşen kırmızı renkle hızlanarak karşıda duran arabasına koştu.

 

Gülerek dükkana geri döndüm. Aptal herif. Elinde olan kadının değerini bile bilmez,ancak çiçekle gönlünü almaya çalışır,’seni seviyorum’ derken yüzü kızarmazdı. Ama şimdi yüzünde hayatında görüp görebileceği en koyu kırmızı renkle bakışacaktı. Elbette yaptığım doğru değildi,ancak bunu hak etmişti.

 

Gerginlikten oluşan nefes düzensizliğimi fark ederek, yavaşça nefes alıp vermeye başladım.

“İyisin Mavi,baya iyisin.” Kendimi bir nebze yatıştırmaya çalıştım. Gülümsedim. Dükkanda yapılacak iş yoktu. Sadece siparişlerin sahiplerini bekliyordum. Dükkana koşarak giren Selin’i gördüm.

Nefes nefese kalmıştı ve bu sıcakta üzerinde kalın bir ceket bulunuyordu. Alnından akan ter damlalarını görebiliyordum.

 

“Geç kaldım…özür dilerim abla…” işe ilk günden geç kalmıştı. Fakat benim için bir sorun değildi, sonuçta daha yeni başlamıştı.

Eleman arıyordum. Siparişler bazen o kadar fazla oluyordu ki işim olduğu günlerde yetiştirmekte zorlanıyordum.

Bu yüzden bir elemana ihtiyaç duymuştum. Selin daha üniversite öğrencisiydi. Bende öyleydim. Tabii okuyabilseydim. Meslek lisesi mezunu olduğum için kolayca dükkan açabiliyordum.

 

 

“Sorun yok,ilk günden olur öyle şeyler de…” dedim ve üzerinde olan ceketi gösterdim.

“Neden bu havada?”

Selin alnından akan ter damlalarını elinin tersiyle ezip silerek,

“Abla valla aceleden üzerime giydiğim şeyin farkında değildim,otobüste çıkarıp rezil olmayayım diye çıkarmadım.”

Gülerek ellerimi dizlerime vurdum. Selin de gülüşlerime eşlik ederek arkada olan ofisime giriş yaptı.

 

“Yarın istemem ama bu kadar geç gelmeni.” Selin bunları dediğimi duyunca ofisin kapısından kafasını tıpkı bir kunduz gibi çıkardı.

“Nasıl yani?!” İkinci bir kahkaha ile kapıya baktım.

“Ya tamam arada bir geç kalabilirsin de,saat on iki kızım.” Selin hüzünlü bakışları ile kunduz özelliğini bozmadan kafasını geri çekti.

 

Selin üzerine geçirdiği önlük ile kasaya geçti.

Sol elinde olan tokayı saçına geçirdi.

“Bugün kimse gelmedi mi?”

İç çektim.

“Geldi,gelmez olurlar mı?” dedim umursamaz bir tavırla.

“Ayça hanım siparişlerini aldı sonra onun üzerine delinin teki geldi. Hiçbir şey almadan gitti.”

Selin kaşlarını yukarı kaldırarak anladığını belli etti.

“Yorulmuşsundur abla sende.” dedi Selin.

Gülümsedim,

“Yok canım ne yorulacağım? Aras vardı yanımda en azından.”

Selin sevinçle arka bahçeye geçti.

“Gitme boşuna burda değil.” Hüzünle içeri geri döndü. Aras Selin ile iyi anlaşıyordu. Seviyorlardı birbirlerini.

“Aa nerde çocuk adam?”

“Poyraz abin aldı evine gitti. İyi oldu şu an kafam çok rahat.”

Selin hiçbir şey demeden kasanın arkasında olan bilgisayarın mouseu ile oynamaya başladı.

 

 

“Üzülme bu kadar canım.” dedim yüzündeki hayal kırıklığını görerek.

“Özlemiştim be abla küçüğü.”

Gülerek kasaya yöneldim.

“İş çıkışı işin yoksa bana gel. Bol bol vakit geçirirsiniz.” dediğim gibi selin koca gözlerini daha da büyüttü.

“Ay valla mı?!” Sevindiği her hâlinden belliydi.

“Valla canım valla.”

 

 

 

Saat çoktan iki olmuştu. Öğlen vakti hava daha da sıcak olmaya başlamıştı. Sıcak yüzünden bahçede çalışırken alnımdan yer boşalıyordu. Yere serdiğim poşetin üzerine oturdum. Selin dükkanda müşteriler ile ilgilenirken bende bahçede olan bitkilere savaş açmış olan böcekleri temizliyordum.

“Mavi abla,bir müşteri geldi de papatya soruyor.”

Elimdeki eldivenleri çıkardım. Yere koyarak dükkana girdim.

“Buyrun? Nasıl yardımcı olabilirim?”

Adam etrafta olan çiçeklere odaklandığı için beni duymamıştı.

“Beyefendi?”

Şaşkınlıkla Selin’le bana baktı.

 

 

“Papatya sormuşsunuz sanırsam? Doğru muyum?”

Adam elindeki bahçe malzemelerini kasaya koyarak,

“Evet,sizde var mı acaba? Göremedim dükkanda.”

Kasada duran bir ıslak mendil paketini aldım. İçinden bir mendil çıkarıp ellerimde gezdirdim.

“Stokta yok şu an ama geldiği zaman haber verebilirim. Tabii acelesi yoksa?”

Adam kırgın bakışlarla çiçeklere baktı.

“Acelesi yok evimin köşesine koymak için…neyse başka ne önerirsiniz?” İster istemez üzüldüm.

Bu şekilde demek istemezdim ama olmayan bir çiçeği varmış gibi gösteremezdim.

“Bahçeniz varsa kamelya verebilirim. Menekşe verebilirim yada,”

Adam kamelya çiçeklerinin olduğu kısma gitti.

“Bilemiyorum,papatya gelince haber verir misiniz?”

Düşündüm. Papatyalar ilkbahardan Haziran ayının sonuna kadar açıyorlardı. Seneye ilkbahardan hazirana kadar bekleyemeyeceği için umutsuz bir ifade takıldım.

“Papatyalar ilkbahardan haziran sonuna kadar açıyorlar. Temmuz ayının sonundayız,fakat gelirse size kesinlikle haber veririm.”

Adam başını sallayarak kamelya çiçeğinin yanından ayrıldı.

Selin adama bakıp soru sormak istercesine nefes aldı.

 

 

“İsterseniz isim ve numara yazın? Biz size geri dönüş yapalım. Kartımızı da verelim şöyle.”

Adam Selin’e gülümsedi. Ceketinin iç cebinden dükkanın kartını çıkardı.

“Dükkanın dışına da koymuşsunuz,oradan almıştım. Tekrardan teşekkür ederim Mavi hanım.”

Adam yavaşça,umutsuz nefeslerini vererek dükkan kapısından çıktı. Dükkandan çıkarak peşinden gittim.

“Pardon! Durun bir dakika!”

Arkasından seslendim,bana baktı.

 

Bir çiçek için bu kadar hüzünlü olması garip gelebilirdi ama,onun için bir şey ifade ettiği kesindi.

“Numaranızı ve isminizi yazın lütfen. Çiçek geldiğinde size haber edilsin.” diyerek cebimden çıkardığım kağıt kalemi uzattım.

Adam gülümseyerek ismini ve numarasını yazdı.

“Tekrardan teşekkür ederim.” diyerek uzaklaştı. İsminin İlker olduğunu yazmıştı.

Gülümseyerek dükkana geri döndüm.

“Yakaladın mı?”

Başımla onayladım Selin'i.

“İsmi İlkermiş.”

Selin başını eğerek gülümsedi. Bakışlarından bir şeyler olduğunu anlamıştım.

“Hayırdır niye bu kadar mutlusun sen?”

Selin omuzlarını hızla yukarı kaldırıp indirdi.

“Bilmem,hoş adamdı.”

İç çektim ve omuzlarına ellerimi koydum.

“Alp ne olacak? Ne çabuk unuttun?”

Güldüm.

Selin Alp'in adını duyunca yüzünde olan güzel gülümsemesini silmişti.

“Olmuyor abla ya. Serap var onun hayatında. Aralarına girmek istemiyorum.”

Bıkkın bir şekilde bilgisayara döndü.

 

 

Selin uzun zamandır Alp’den hoşlanıyordu. Serap ile iyi arkadaşlardı ancak Serap,Selim'in ondan hoşlandığını bilmesine rağmen Alp ile çıkmaya başlamıştı.

Selin çok kırılmıştı,hala kırgındı. Çünkü Alp’e zamanında onu sevdiğini bile söyleyemeden elinden kayıp gitmişti. Aşkı çok uzun sürmemişti.

Tıpkı benim içimde olan aşk ışığının sönmesi gibiydi.

Selin uzun bir süre düşünceli bir şekilde durmuştu. O sırada arka bahçeye döndüm.

 

Yanıma gelerek yere bir poşet serdi. Oturdu.

“Abla?” dedi. Sesi titriyordu.

“Sen niye boşandın eşinden?”

Sorusu hiç beklemediğim bir yerden gelmişti. Eskiler gözümün önünden film şeridi gibi geçerken,göğsümün sıkıştığını hissettim.

“Anlaşamıyorduk,hepsi bu.”

Anlatmak için kendimi hazır hissetmiyordum. Yaşadıklarımı bir tek Poyraz ve Baran biliyordu. Onlar olmasaydı belki hala bu havaları soluyor olamazdım. Toprağın iki metre derinliğinde zifiri karanlıkta olur,oğlumun bana gelmesi için dua ederdim. Bedenimi çiğner yine o derin çukurdan çıkmak için dua ederdim.

“Abla,susma.”

Selin’in konuşması üzerine kendime geldim.

“Bana su verir misin?” dedim ellerim titrerken.

Selin bahçe masasının üzerine duran berrak suyu getirdi. Şişenin kapağını açtığım gibi kana kana içmeye başladım.

 

Sanki kalbimi acıtmıyormuşcasına söylediği vicdansız kelimelerin her biri zihnimde dolaşıyordu. Yerdeki kırık cam parçaları ellerime batarken,o nefretini üzerime kusuyordu. Elini kalbimin üzerine koymuş,kafes içinde tutuyordu. O gün kalbimi olduğu yerde çekip çıkarmıştı. Yerdeydim her zamanki gibi…

Kaşımdan ve dudaklarımdan akan her bir kan damlasının hesabı vardı. İçimdeki acının en hüzünlüsü sanki beni seviyormuş gibi davranıp haftada bir elinde kırmızı güller ile kapıda belirmesiydi.

‘Seni çok seviyorum’ derdi çiçekleri kucağıma koyarken.

 

Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken sesimi çıkaramazdım. Alt dudağımı dişlerimin arasına alır acıyı ve ağlamayı durdurmak için ısırırdım. Zordu. Ama en zoru Aras’ın her şeyi görmesiydi…

Annesi yerde kanlar içinde cam parçalarının arasında dururken, babasının bağırışları kulağında yankılanırdı.

Küçüktü, koltuğun yanında olan boşluğa her şekilde sığar kendine sığınak yapardı. Babasının tokatından korkardı. Babasından korkardı. ​​​Aras babasından korkardı,çok korkardı...

“Abla? N’oldu?!” Selin'in panikli sesini duyunca kendime geldim.

İçimde yaşadığım acı hafif gözyaşlarım ile dışarıya atmıştı kendini. Farkında değildim evet.

“Sorun yok. Hadi dükkana dön müşteri gelirse sahipsiz sanmasın ortalığı.”

Elimin tersiyle gözyaşlarını sildim. Fakat yanağımda bıraktığı ıslaklık canımı sıkmış bu yüzden önlük ile yüzümü silmiştim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%