Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Gece Kadar Karanlık

@rosaarosaaaa

İyi okumalar❤

 

Panik, korku ve bolca utanç... Sesler yaklaştıkça bu üç duygu arasında hızla gelip giden ruhum, göğüs kafesimi ezen bir cenderenin arasında sıkışıp kalmış gibiydi.

 

Ne bir adım ileri gidebiliyordum ne de bir adım geriye. İlerisi utanç, gerisi ise... Akif'ti... Akif'e doğru bir adım atmak gururumu hiçe saymak, tükürdüğümü yalamak, her şeyden öte düşmana sığınmak gibiydi. Yapamazdım, ona yüzümü dönmektense sırtımı dönmeyi tercih ederdim. Zira her ne olursa olsun dava arkadaşlarımla yüzleşmek bana yakışan olurdu.

 

Bulunduğum noktadan -ki tam olarak sokağın caddeye çıkan köşesindeydim- kaosu rahatlıkla görüyordum. Bizimkiler ellerinde sopalarla ülkü ocağının girişine dayanmışlardı. Her an birinin görüş alanına girmek için fazla müsait bir pozisyondaydım. Ellerim ve ayaklarımın titreyişi de bana hiç yardımcı olmuyordu, korku muydu bu hissettiğim emin değildim. Yaşadığım daha çok burada, bu sokakta, iki adım geride Akif'le görülme mahcubiyetiydi.

 

Sakin bir zamanda söylemek ayrı, basılmış hissi veren görüntü ap ayrıydı, bundan emindim. Dışarıdan görünen durumun izahı yoktu ve anlık telaşım, sırtımdan ter akıtacak kadar fazlaydı.

 

Ne olursa olsun geriye dönmeyi zûl sayan vicdanım, ayaklarıma ileriye gitmek için güç verdiğinde öne doğru meylettim, işte tam o esnada, onca kalabalığın içinde bir çift ela gözle bakışlarım kesişti ve aynı anda kolumdan tutularak geriye doğru çekildim.

 

Öyle bir hızla geriye çekilmiştim ki, düşmemek için istemsizce beni saran bedene tutundum. Büyük ve sert eller, kolumla belim arasında bir yerlere sıkıca sarılmış, ağzımı açmama fırsat bulamadan beni karanlık bir apartman girişine sokmuştu.

 

Nefes nefese ve panikle tutunduğum bedene öfkeyle baktım. Akif büyüttüğü mavileriyle kapısı aralık binadan dışarıyı gözlüyordu. Beni içeride tutmaya çalışan elini iterek, omuzuna sert olduğunu düşündüğüm bir yumruk patlattım. "Sen! Sen ne yaptığını sanıyorsun dağ ayısı! Eşkıya mısın? " Yumruk yaptığım ellerim iki yanımda hazırda bekliyordu, gözünün üzerine sağlam bir kroşe ne de iyi olurdu?

 

"Az önce sır mır diyordun, kalkmış şimdi de kavganın içine doğru yürüyorsun? Dengesiz misin kızım sen? Gördüler seni belki de! "

 

İttiğim elini dalga geçer gibi yine çıkmamı engellemek için uzatırken, sinirden delirmeme ramak kaldığını hissediyordum. "Sana ne? Sana ne Akif? Belki ben dengesiz bir manyağım. Çekil önümden, seninle burada böyle saklanmam! "

 

Gözlerimin içine alayla baktı."Çok meraklıyım ya ben de seninle saklanmaya?! Çenenle adam öldürürsün kızım sen, kavgada en azından şerefimle yara alırım."

 

"Seni var ya... Bak sana acayip sinir oluyorum. Bir kaşık suda boğarım seni. Çekil! " Yüzümün sinirden kıpkırmızı olduğuna emindim, zira konuşma yetimi bile karşıma geçmiş pişkin pişkin bana laf yetiştiren herif yüzünden kaybetmiştim.

 

"İki dakika dur, laf dinle! Ocağın arka kapısından gireceğim, sen de benimle birlikte gireceksin! " Emri vaki cümlesi, kararlı sesiyle üzerimde bir baskı kuracağını mı sanıyordu bu herif? Öyle ise daha çok beklerdi!

 

"Ölsem kurtların inine girmem! Sen hangi cehenneme gidiyorsan git, ben çıkıyorum. "

Gözlerini tavana dikip, içine sesli ve sıkıntılı bir nefes çektiğinde,aynını yapmamak için zor duruyordum. Buraya tıktığı yetmezmiş gibi bir de kurtlar sofrasına sokacaktı beni!

 

"Hasbinallah, Allah'ım bana sabır ver! Kızım, burada buluştuğumuzu sanacaklar. Kendini nasıl bir belaya bulaştırdın haberin yok, beni de zor duruma sokacaksın. İzin vermiyorum! Benimle geleceksin! " Üstten üstten konuşmaya devam ediyor olması, kanımı tersten akıtıyordu âdeta, belli ki emir vermeye alışıktı ama ben aksine emir almaktan nefret ederdim.

 

"Gelmiyorum, zorla mı? " Açık kapıdan hızla kendimi dışarı attığım anda, Akif'in çevik bir hamleyle önüme geçmesi bir oldu. Gözlerinden etrafa adeta ateş saçıyordu. Korkutucu muydu? Oldukça! Bu defa bakışlarında zerre kadar merhamet yoktu, kararlı haliyle bir dağ gibi karşıma dikilmiş duruyordu.

 

"Zorla evet! Geleceksin, ben seni sağ salim çıkarana kadar da koyduğum yerde bekleyeceksin! Yeter sana sabrettiğim! "

 

Yumruk yaptığım elimin bileğinden sıkıca tutup beni adeta sürüklerken direnmeye çalışıyordum. Ayaklarımı yere mıhlamış gibi, olduğum yerden kıpırdamamak için tüm gücümü kullanıyordum ama bu dağ ayısı magandaya direnmek mümkün değildi.

 

Açık kapıdan önce kafasını çıkardı, etrafı bir kaç saniye izledikten sonra, ben hala direnmeye devam ederken, boş bir çuval taşır gibi beni yanına çekip belimden tuttuğu gibi havaya kaldırdı. Şokla ayaklarımın yerden aniden kesilişine tanık olurken, bir kaç saniye içinde kendime geldim. Attığım tekme ve yumrukların haddi hesabı yoktu, ona rağmen hiç oralı bile olmayan herif, beni demir bir kapıdan içeri soktu.

 

Yine bir çuval gibi beni karanlık girişe bırakır bırakmaz üzerine atladım. Sokak lambalarının ışığından seçebildiğim kadarıyla yüzüne, okkalı bir tokat attım, öyle ki avuç içlerimin acıdan yandığını hissediyordum.

 

"Sana bu yaptığını çok fena ödeteceğim Akif! Bak sana yemin olsun ödeteceğim. " Tokatla soğumayan içimi tehditlerimle soğutmaya çalışma gayretim acınasıydı. Sinirimden avazım çıktığı kadar bağırıp, bana sırıtarak bakan herifi boğazlamak istiyordum.

 

Elleri az önce tokat attığım yanağını ovuştururken bakışları bendeydi. "Teşekkür etmen gereken yerdeyiz devrimci kız. Seni hem görünmekten kurtardım, hem de kavganın içinde zâyi olmaktan. Biraz minnet duygun olsun! " Gözleri keyifle parlıyordu. Benim elimi acıtan tokat belli ki ona hiç işlememişti, kavga sesleri artarken burada durmuş bana laf yetiştiriyordu.

 

"Şimdi sesini çıkarmadan bekliyorsun, zaten çıkışı kilitledim. Ben seni gelip götürene kadar buradasın. " Hemen koridorun bitiminde parlayan demir kapıya doğru yürürken arkasından çıkmak için hamle yapsam da benden hızlı davranan Akif, kapıyı üzerime çoktan kilitlemişti.

 

Nasıl buna cesaret ederdi? Tamam ben de görünmek istemiyordum ki-Kaan çoktan görmüştü - yine de Akif'in yardımını asla istemiyordum. Hele burada, ülkü ocaklarında bir korkak gibi saklanmak kanıma dokunuyordu. Akif'in benimle görünmemesi konusu ise beni zerre kadar ilgilendirmiyordu. Bu, eşkıyadan bozma herifin kendi problemiydi.

 

"Çıldıracağım yaa, çıldıracağım! Herife bak, beni kilitledi buraya ve kavga etmeye gitti. Gebertmek istiyorum onu, o sırıtan suratını dağıtmak istiyorum. " Kendi kendime karanlık koridorda söylenip duruyordum.

 

Yediremiyordum, bu gece buraya ne için gelmiştim ve şimdi ne durumdaydım. Hepsi bu iflah olmaz vicdanım ve adalet duygum yüzündendi. Bana ne deyip geçebilsem, şu an nefret ettiğim ülkücülerin ininde, bilmediğim bir karanlık koridorun içinde debelenip durmazdım.

 

Demir kapının camından sızan ufak bir ışık hüzmesi dışında bulunduğum yeri aydınlatan hiçbir şey yoktu. Saat çok geçti ve benim annemlere derhal bir bahane söylemem gerekiyordu.

 

Bunu arayarak yapamayacağımı anlayınca telefonumun mesaj kısmına girdim. Anneme biraz işim çıktığını ve geç kalabileceğimi yazdım, babamı idare etmesini de ekleyerek gönderdim. En azından habersiz kalmamaları fırça yiyeceğim gerçeğini değiştirmese de şiddetini azaltabilirdi.

 

Gelecek cevabı beklemeden telefonu çantama koydum. Akif'in az evvel çıktığı kapıya doğru yanaştım, seslerin şiddeti beni korkutuyordu. Şu an yaşadığım sinir harbinin yanında,baskını durduramasam da en azından Olcay'ın planını ifşa etmiş olmanın huzuru vardı içimde. Hem Akif'in yaralanmasını önlemiş, hem de derneği bir suça alet olmaktan kurtarmıştım ama bunu beni gören Kaan'a ve diğerlerine nasıl anlatmalıydım, işte bu konuda tereddütlerim vardı.

 

Ayakta durmaktan yorulduğum bir vakit, kendimi soğuk zemine bıraktım. İçimdeki öfke azalmak yerine çoğalıyordu, bir taraftan da kafamın içinde Akif'e sıralayacağım en ağır ve en yaralayıcı hakaretleri sıraya koyuyordum. Kapıyı açtığı an hazırladığım eşsiz hakaretlerin hepsini yüzüne bir anda boca etmeyi planlıyordum.

 

Zihnim bunlarla meşgulken duyduğum siren sesiyle oturduğum zeminden dizlerimin uyuşukluğuna aldırmadan hızla kalktım. İçeride neler olup bittiğini merak ediyordum, polislerin gelmesi iyiye mi yoksa kötüye mi işaret ediyordu? Akif, Olcay olayını nasıl halletmişti?

 

Hepsi beynimin içinde dönüp duruyordu, ellerimle önümdeki demir kapıyı tekmelemek ve artık açmak istiyordum. Dağ ayısı herif resmen beni buraya mahkum edip, gitmişti.

 

Siren seslerine, bağırışlar ve ayak sesleri de karışırken kapının önünde tanıdık bir gölge durdu, cebinden çıkardığı anahtar sesi kulağıma dolduğunda nihayet buradan çıkacağımı anlayarak öne doğru bir kaç adım attım.

 

"Akif bekle! "

Olcay'ın sesiydi bu. Akif'e ait olan gölge kilide uzanmak yerine arkasını döndüğünde, demir kapının buğulu cam bölmesinden gölgeleri seçmeye çalışıyordum. Polis bağırış sesleri gelmeye devam ediyordu, arka kapının, yani bulunduğum yerin tam olarak ülkü ocağının hangi kısmına denk geldiğini bilemiyordum lâkin, polislerin henüz fark etmediği bir karanlık nokta olduğu belliydi. Öyle olmasa, Akif ve Olcay'ın çoktan karakola giden arabanın içinde olması gerekiyordu.

 

"Olcay, beni zorlama! Sabrımı sınamak istemezsin! " Akif'in iri gövdesinin tam karşısında duruyordu Olcay. Gölgeler arasındaki savaşı korkuyla seyrediyordum.

 

"Ne yaparsın? Yine yalakalarını alıp bir köşede sıkıştırıp, tehdit mi edersin? " Olcay'a âit olan gölgenin Akif'e yaklaşmaya başladığını görüyordum, içimde tuhaf bir panik hali vardı. Akif bıçağı bir şekilde ondan almış mıydı? Yoksa hala Olcay'da mıydı? Kafamdaki sorular korkumu besliyordu.

 

"Elini cebine atma Olcay, orada umduğunu bulamazsın! " Dedi Akif, sesine yine o sinir bozucu gülüşü hakimdi. Olcay'a nasıl sırıtarak baktığını buradan bile tahmin edebiliyordum. "Senin ortalığı karıştırmakta ne kadar usta olduğunu bildiğimden tedbirimi aldım ben. "

 

Ciğerlerime rahatlamış bir nefes çekerken Akif'in imâ ettiği şeyi düşündüm. Aralarındaki husumetin sebebini öğrenmek için can atıyordum.

 

"Kim öttü sana? Bana boş yere poz kesme reis! Buraya senin için geldiğimi sana kim öttü? " Bu sözlerle nasıl bir belaya bulaştığımı yeni fark ediyordum. İşin bu tarafını düşünmeyen aklıma ne kadar sövsem azdı.

 

"Kuşlar, öncekini de kuşlar öttü Olcay! Ama daha zamanı var bekle sen! Hepsinin zamanı var! " Akif'in önceki dediği şey neydi? Neyden bahsediyorlardı?

 

"O zamanı hiç bulamayacaksın, bugün olmayan en yakın zamanda olacak. Nefesini keseceğim senin. "

 

Konuşmayı şokla dinledim. Olcay'ı henüz bir kaç aydır tanıyordum, Akif 'i ise hiç. Ama bu konuşmadan çıkardığım tek şey; Olcay'ın tehlikeli biri olduğuydu. Akif'e güvenmesem de Olcay'ın söyledileri kanımı donduran cinstendi.

 

Birbirlerine doğru bir kaç adım attıkları sırada polislerin bağırış sesleri kapının hemen dışında duyuldu. Panikle sanki görünecekmişim gibi kendimi geri çektim.

 

"Seninle işim bitmedi Olcay, dua et gitmek zorundayım. Ama merak etme, ben başladığım işi yarım bırakmam. " Akif'in gür sesi karanlık koridorda yankılandığında Olcay'ın çoktan toz olduğunu anlamıştım. Akif ise hızla kilidi açıp kendini soluk soluğa yanıma attı.

 

Demir kapı kapanır kapanmaz, polislerin gölgeleri sadece ikimizin nefes seslerinin duyulduğu karanlık koridora düştü.

 

Buğulu camdan yansıyan cılız ışık, mavilerini aydınlatıyordu, keskin ve sert bakışları saniyesinde beni buldu. Gözlerimiz anlık kesiştiğinde titrek bir soluk çekti içine. Sanki beni burada bulamayacağını düşünüyor gibi bir bakış vardı gözlerinde. Tedirgin ve korkulu. Halbuki iki taraflı kilit altındaydım. Bu hali garip bir his peyda etti vücudumda, endişesinin sebebini bilememek rahatsız etti beni.

 

Aniden yaşadığım aydınlanma ile sinir yeniden damarlarıma hücum etti.Sahi karşımdaki herif beni buraya kilitlemişti değil mi?

 

Planladığım tüm hakaret ve kötü sözler sırayla zihnime düştü, polislerin postal sesleri uzaklaşır uzaklaşmaz hazırda beklettiğim hakaretleri es geçip, doğrudan üzerine yürümeyi seçtim. Ellerim yer yer kan olmuş gömleğinin üzerinden göğsünü buldu, sertçe ittirip vurdum.

 

"Hadsiz seni, ne hakla sen beni kilit altında tutarsın? Ne hakla!? Çabuk beni çıkar buradan, derhal Akif! "

 

Göğsündeki ellerimi hızla kavrayıp sıktı ama bu kavrayış canımı acıtacak türden bir kavrayış değildi. Parmaklarımı avucunun içinden çekmeye çalıştıkça tutuşunu sertleştirdi, hala acıtmıyordu.

 

"Hande! İki dakika rahat dur! Dinle! " İlk defa bana ismimle hitap ettiğinde afalladığımı inkar edemezdim. Onun ağzından kendi ismimi duymak garipti, bu garipliği tarif etmem ise zordu. Sinir bozucuydu, belki de biraz rahatsız hissetmiş olabilirdim.

 

"Bak, Olcay belasına bulaştın. O yüzden bu sırrı kimseye söyleme. Dernekten kimseye buraya geldiğini ötme anladın mı? " Gözlerimin içine onay bekler gibi bakıyordu, bu isteğinin sebebini anlayamayarak baktım gergin yüzüne. Ona neydi? Hayat benim hayatımdı, yaptığım iyiliğin minnetini çekmek zorunda değildi.

 

"Bana karışma Akif, elbette dava arkadaşlarıma bunu söyleyeceğim. Ben arkadan iş çeviren biri asla olmadım, olmam. Korkum da yok kimseden ayrıca. "

 

Elleri hala ellerimi avucunda sıkıyordu, gözlerini her zaman yaptığı gibi sabır dilenir gibi tavana dikmişti. Yüzünde yeni yeni fark ettiğim kızarıklıklar vardı, sağlam kavga etmişlerdi.

 

"Sen cidden kafasının dikine dikine giden, gördüğüm en inatçı insansın! Anlamıyor musun, Olcay'ı duymadın mı? Senin konuştuğunu anladığı an başına bela olur. Kafan basmıyor mu senin? "

 

"Benimle doğru konuş! Sen kimsin ya, bana ne yapıp ne yapmayacağımı söylüyorsun? Yaptığım iyiliği senin için yapmadım ben, merak etme beni koruyacak insanlar var etrafımda. "

 

"Bok var! Ulan illa küfür ettireceksin! Biraz zaman ver bana, onun foyasını çıkartacağım ortaya. O zamana kadar kimseye bir şey söyleme. Laf dinle bir kere de! "

 

Üzerime üzerime yürüdüğünde sırtım duvarla sertçe buluştu, avuçlarının içindeki parmaklarımı zorlukla ellerinden çekip kurtardım ama bakışları inatla yüzümde öfkeyle ve endişeyle geziniyordu. Neden bana endişeli bakıyordu? Bu halinden nefret ettim, gözlerindeki bu bakışı sevmedim. Sinirle omuzlarından itip kendimden biraz uzaklaştırdım.

 

"Karışma benim işime, şimdi kapıyı aç çıkacağım. Yeter seninle muhatap olduğum. Nefes alamıyorum. " dedim kazağımın yakasını çekiştirerek. Saatlerdir buradaydım ve artık temiz hava solumak istiyordum, Akif'in yanından ayrılıp evime dönmek, kendimi yatağa atıp düşünmek istiyordum. Bu gece yaşananlar çok fazlaydı.

 

"Söz vermeden bırakmam seni. Ben fişini çekene dek susacaksın devrimci kız. "

 

"Vermiyorum söz falan, ben arkadaşlarımdan hiçbir şey gizlemem. " Kaan'ın beni gördüğünü söylemekle söylememek arasında gidip geliyordum. Söylememeyi seçerek, kilitli arka kapıya doğru yürüdüm. "Aç şunu! " dedim öfkeyle yanan gözlerimi gözlerine dikerek. Onun da mavileri benimkilere eş ateş saçıyordu.

 

"Söz ver dedim! " Kesinlikle sınanıyordum, bana inatçı diyen herifin kendinden zerre kadar haberi yoktu. Sesimi yükselterek yeniden, "AÇ ARTIK ŞU BOKTAN KAPIYI! " Diye bağırdım. Sokağa taşan sesim umurumda değildi, çıldırmış gibiydim.

 

Bağırışımla eş zamanlı bir gölge hızla, kilitli kapının önüne geldi. "Hande! Sen misin? " Dedi tanıdık ses, bu Kaan'dı. Akif'le birbirimize bakarken, Kaan kapının arkasından sessizce konuşmaya devam etti. "Hande oradasın biliyorum. Dakikalardır seni arıyorum her yerde. "

 

"Bu it nasıl kaçmış polislerden? " Akif çattığı kaşlarıyla kapının ardına bakarak söyleniyordu.

 

"Sen nasıl kaçtığıysan öyle." dedim sinirle. "Ayrıca sen kime it diyorsun? "

 

"Hande aç şunu lütfen! " Kaan ısrarla kapı kulbunu aşağı yukarı gürültüyle oynatırken Akif anlamadığım fısıltıyla, dişlerinin arasından bir şeyler mırıldanarak cebinden çıkardığı anahtarı kilide taktı. Nihayet saatler sonra kapı açıldığında, Kaan hızla beni yanına çekti ve kollarını omuzlarıma sardı.

 

"Aklım çıktı Hande, senin burada ne işin var? " dedi, kalbinin hızla atışı kulaklarımda yankılanıyordu. Endişesini gayet iyi anlıyordum, onun yerinde olsaydım sanırım ben de bir görünüp kaybolan arkadaşımı bu kavganın ortasında korkuyla arardım.

 

"Uzun hikâye Kaan, sana görünmek planımda yoktu. Yani söyleyecektim ama bu şekilde değil." Dedim mahçup çıkan sesimle.

Bu sıralar sürekli açıklama yapmak zorunda kalmaktan bunalmıştım ve eminim Kaan da her açıklamak zorunda olduğum durumun içinde Akif'in de bir şekilde oluyor olmasından rahatsızdı. Kim olsa aynı şeyi düşünürdü.

 

Kollarını benden ayırıp saniyelik bir hızla Akif'in yakasına yapıştı. Arkamda duran adamı yeni fark etmişti. "Laaan, seni ben neden her defasında sokak ortasında Hande'yle buluyorum ulan? Sen ne şerefsiz bir herifsin! " Polisler yeni gitmişti ve mahalleli hala ayaktaydı. Tüm dikkatleri yeniden buraya çekmek hiç mantıklı değildi.

 

"Kaan lütfen, mahalleli hala camda. Ne olur sakinleş. Durum sandığından daha karışık." Ortalarına girerek Kaan'ı uzaklaştırmaya çalışsam da Akif ellerini Kaan'ın boğazına sarmış çoktan kendinden bir kaç santim kısa çocuğu duvara yapıştırmıştı. "Sen kime şerefsiz diyorsun it! İçeride attığım yumruklar yetmemiş anlaşılan. "

 

Birbirlerine öldürecek gibi bakıyorlardı ve ben gerçekten artık tükenmiş durumdaydım. Onları ayıracak, sakinleştirecek gücüm de kalmamıştı. İsyan ederek kendimi gördüğüm ilk kaldırım taşının üzerine bıraktım. Başımı ellerimin arasına alıp, " yeter! "dedim titrek nefesimle.

 

Belki sesimin pes etmiş ve aciz çıkmasından, belki de kavgadan yorulduklarından tepemde birbirine bağırıp duran ikilinin sesleri bir anda kesildi.

 

"Ne haliniz varsa görün! Biriniz bana taksi çağırsın, eve gitmek istiyorum artık! " Havasız yerde uzun süre kalmaktan ve bu sıralar kaos çeker bir bela mıknatısı olmaktan başım çatlayacak kadar şiddetli ağırıyordu.

 

"Ben bırakırım seni eve, giderken de her şeyi anlatırsın. "

 

"Benim söyleyeceklerim daha bitmedi." Akif Kaan'ın sesini bastırmak için daha güçlü konuştuğunda ellerimi dizlerime vurarak oturduğum kaldırımdan hızla kalktım. İkisine karşı da bu gecelik tahammül sınırımı çoktan aşmıştım.

 

Çantamın çarpraz iplerini avucumun arasında sinirle sıkıp sokağın bitimine, aydınlık caddeye doğru ilerlemeye başladım. Bir kaç adım atmıştım ki Kaan bir yanımda, Akif ise hemen arkamdan adımlamaya başladı.

 

"Lan sen hayırdır oğlum? Defolup gitsene! Niye takip ediyorsun bizi. "

 

"Seni? Dikkat edersen it herif, burası benim mekanım. Basmaya gelen haysiyetsizler sizsiniz? Üstelik devrimci kızın bana sözü var."

 

Arkamı döndüğüm gibi bir kaç adımla tam dibinde durdum. Uzun boyu yüzünden kafamı kaldırıp gözlerine baktım. "Sana söz verdiğimi hatırlamıyorum ben. " dedim dişlerimin arasından.

 

Yüzüne yerleştirdiği o sinir bozucu gülüşle baktı bana. " Kolyeni geri veririm. "

 

Beni zaaf noktamdan vurmuştu. Bu gece duyduklarımı söylememem elbette benim için en iyisiydi, zira Olcay'ı duymuştum. Ne kadar ileri gidebilecek biri olduğuna kulaklarımla şahit olmuştum. Akif'in bu ısrarını ise anlamıyordum. Beni korumak için olmadığına emindim, başka bir planı vardı ve ben buna alet olmak istemiyordum. Yine de tereddütle gözlerine bakmaya devam ettim.

 

"Devrimci kız, seni korumaya çalışıyorum." dedi sanki zihnimden geçeni okumuş gibi.

 

"Neden? "diye sordum, mavileri gece kadar karanlık bakarken.

 

"Ya sen kimi kimden koruyorsun? Hande burada ne olup bittiğini bana şimdi anlatman gerek! " Kaan kolumdan tutup beni kendine döndürdüğünde gözlerinde gördüğüm öfkenin büyüklüğüyle içime bir sıkıntı düştü. Öfkesi Akif'e değil de bu defa doğrudan banaydı.

 

"Hoppp, hemşerim! Yavaş! " Akif'in bakışları Kaan'ın ellerini işaret ederken çok da sert olmayan tutuşundan kurtuldum.

 

"Hande var diye sana sabrediyorum ama görüyorum ki sen şansını zorlamakta ısrarcısın Akif! İnine mi mağarana mı nereye gireceksen gir, bizi yalnız bırak. "

 

Onlar dalaşırken ben yürümeye devam ettim ve caddeye çıktım."Taksi! " Hemen önümden geçen sarı aracın boş olmasını umarak yola atladım. Taksi tam önümde durduğunda, arkama bile bakmadan arka kapıyı açıp, "lütfen hemen buradan gidebilir miyiz? " dedim kapıyı kaparken.

 

"Hemen abla. " diyen şoföre minnetle baktım. Arkamda bıraktığım iki düşman umrumda değildi. İstedikleri kadar birbirlerini yiyebilirlerdi, hatta isterse Kaan, ne olup bittiğini Akif ayısından öğrenebilirdi. Bu gecelik benim sabır ve tolerans kotam dolmuş da taşıyordu.

 

🍁🍁🍁

 

"Anne! Ben bahçede biraz oynayabilir miyim? Ne olur?"

 

"Hayır Hande, baban bir kaç gün evden çıkmamamız gerektiğini söyledi."

 

"Ama anne uğur böceklerini gördüm. Pencereden şarkısını söyleyince duymuyorlar ki!"

 

"Off kızım sabahtan beridir başımın etini yedin, tamam çık.Bir kaç dakika sadece ama. Sonra hemen içeri giriyorsun."

 

Ağustos sıcağını iliklerime kadar hissediyorum, uçuşan elbisemin eteklerini savura savura bahçeye koşar adımlarla çıkıyorum. O kadar mutluyum ki, nihayet iki günün sonunda annemden izin koparmayı becermişim ve pencereden seyrettiğim uğur böceklerini parmağımın üzerine koyup, onlara şarkılarını söylebilecek olmak içimi kıpır kıpır yapıyor.

 

"Uç uç böceğim yarın düğün olacak

Annem sana terlik pabuç alacak alacak."

Kendi etrafımda iki tur dönerek bahçenin tüm uğur böceklerinin, şarkımla birlikte etrafımı sardığını hayal ediyorum.

 

Çok geçmeden esmer, uzun boylu bir adam geliyor yanıma. Bir anda şarkıyı kesip adamın çekik, derin ve siyah gözlerine bakıyorum.

"Hande kızım!" diyor bana dizlerinin üzerine çökerek. "Hava çok sıcak değil mi? Dondurma sever misin? Seni köşedeki dondurmacıya götüreyim ister misin?"

 

En zayıf noktamdan vuruyor beni, biraz tereddüt ediyorum çünkü anneme sormadan dondurma yersem bana kızacağını biliyorum.

 

Ama adam anlamış gibi konuşmaya devam ediyor. "Merak etme, annenin haberi var. Gittiğimiz yere baban da gelecek.Bana güvenebilirsin. " Ciddi yüz ifadesi bir anda gülümsüyor. Annemin haberi olduğu için içim rahatlıyor, çünkü ondan habersizce bahçe kapısından çıkmanın yasak olduğunu çok iyi biliyorum.

 

"Sen babamı tanıyor musun? Babam bana kızarsa ya? " Bana kocaman elini uzatan adama kaçamak bakışlar atıyorum, hala içimde bir yerde anneme söylemem gerektiğini düşünsem de dondurma teklifini reddetmek istemiyorum.

 

"Baban beni çok iyi tanır, bak gör dondurman bitmeden baban da bize katılacak."

 

"Tamam ama ben çikolatalı dondurma yerim."

 

Adam gülerek beni kucağına alıyor ve hızla arabaya biniyoruz. Çok geçmeden küçük bir pastanenin önünde durduğumu görüyorum. Hava çok sıcak ve alnımdan damla damla terler aktığını hissediyorum. Uçuşan etkelerimi tutarak adamın elini kavrıyorum yeniden ve dışarıdaki sandalyelerden birine oturuyoruz.

 

Tam istediğim gibi bol çikolatalı dondurmam önüme koyulur koyulmaz etrafla irtibatım kesiliyor ve ben ağzımın içinde eriyen buz gibi dondurmayı yalamaya başlıyorum.

 

Karşımdaki esmer adam bana yine gülümsüyor, arada saçlarımı okşuyor ve ne kadar uslu bir kız olduğumdan bahsediyor. Şaşırıyorum, çünkü annemin hep çok yaramaz ve inatçı bir kız olmamdan şikayet ettiği aklıma geliyor.

 

Elbiseme düşen bir kaç çikolata damlası canımı sıkarken, sokağın başından babamı görüyorum. "Baba, bak ben dondurma yiyorum." diyorum neşeyle bağırarak. Ben ne kadar mutluysam babam bir o kadar asık yüzle geliyor yanıma. Anlam veremiyorum.

 

"Hande, kızım! " diyerek bir anda sarılıyor bana. Alışkın olduğumdan farklı olsa da ben de ona sarılıyorum ve kucağına atlıyorum.

 

"Amca bana dondurma aldı biliyor musun? Çok iyi biri." Benimle beraber babamın gergin yüzü adama dönüyor.

 

"Sağolsun iyi biridir." Diyor cevaben. Kollarını sıkıca sarıyor bana ve yürümeye başlıyor. Adama el sallıyorum, babam arkasına bakmadan hızlı hızlı yürümeye devam ediyor ve ben ağzımda dondurma tadıyla evin yolunu tutuyorum.

 

Gördüğüm rüyanın etkisiyle soluk soluğa uyandığımda bir kaç dakika boş gözlerle tavana baktım. Ağustos sıcağını tenimde öyle gerçek hissetmiştim ki, alnımda biriken terleri kolumun tersiyle sildim.

 

Henüz dört yaşındayken yaşadığım bu olayın neden rüyama girdiğiyle alakalı hiçbir fikrim yoktu. Üstelik hatırlamadığım tüm detaylarsa bir bir görünmüştü bana, öyle sahiciydi ki her ayrıntı, yeniden beş yaşında ki Hande gibi hissetmiştim. Şimdi bu yaşımda, geçmişin unutulmuş bir hatırasına dönmek garipti.

 

O adamı sadece bir kez daha babamın yanında görmüştüm, o zaman arkadaşı olduğuna emindim. Ama şimdi, hele bu rüyadan sonra bambaşka bir hisle uyanmıştım. Küçük Hande'yi bu yaşımda uzaktan izlemek ve babamın o adama bakışlarını şimdiki aklımla yorumlamak... Tuhaf ve boğucu bir his ruhumu sıktı.

 

Zihnimden aynı anda onlarca şey geçti ve hiçbiri neşeli bir dondurma günü huzurunda değildi. Anılar bir bir zihnime hücum ettiğinde, kendimi bir puzzle çözüyor gibi hissediyordum. Eksik parçalar vardı, hatta hisler dışında elimde somut hiçbir şey yoktu.

 

Babama sormak mantıklı mıydı emin değildim, zaten sorsam da bana bir şeyleri açık açık söyleyeceğini hiç sanmıyordum.

 

Can sıkıntısıyla birlikte zihnimin bir köşesine dört yaş anımı sakladım, kim bilir belki zamanı geldiğinde taşlar yerine otururdu.

 

Bu sancılı düşüncelerle uykum iyice kaçmıştı ve şafak henüz sökmemişti, üstelik hafta sonuna girmiştik yani okulum da yoktu. Dün gecenin yorgunluğu hala üzerimdeydi ama rüyanın can sıkıntısıyla mümkünü yok yeniden uykuya dalamazdım.

 

Sesini kıstığım telefonuma uzandım, Kaan'dan onlarca arama ve mesaj vardı. Hiçbirine bakmadım. Dün gece eve kendimi zar zor attığımda, onca kaosun üzerine beni rahatlatan tek şey, babamın işinin çıkmış olması ve eve henüz gelmediğini öğrenmemdi. Annemin fırçasıyla baş etmek her zaman daha kolay gelirdi bana, babamın ise bir sert bakışı canıma okurdu.

 

Gördüğüm rüyanın etkisiyle boğazımın kuruduğunu hissettim, komodinin üzerindeki sürahide tek damla su kalmamıştı. Üşensem de oflayarak üzerimdeki yorganı ittim ve yataktan kalktım.

 

Gecenin sessizliğini bozan tek şey gıcırdayan merdivenlerdi, annemleri uyandırmaktan korkarak mutfağa indim.

 

Kendime bir bardak soğuk su koyup, tek nefeste içerken bakışlarım rüyanın da etkisiyle bahçede gezindi. Uğur böceklerine şarkılar söyleyen küçük Hande'ye tebessüm ettim.

 

Açık kaldığını fark ettiğim pencereyi kapamak için cama yaklaştığımda tanıdık araba ilişti gözüme. Yanlış mı görüyorum diye bir kaç defa dikkatle baktım ama oydu.

 

----6. Bölümün sonu----

 

 

 

Loading...
0%