Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Huzur Ve Kaos

@rosaarosaaaa

İyi okumalar❤

 

Fakültenin Süleymaniye'ye bakan arka kapısından çıktığımda dernek yolunu uzatmaya, ılık ve temiz havanın keyfini biraz daha çıkarmaya karar verdim.

 

Sırt çantamı tek omuzuma takıp, Arnavut kaldırımlarda yürümenin zevkiyle ve bir eşini başka bir yerde asla bulamayacağınız, dünyanın en iyi tarihi kuru fasulyecilerinin olduğu caddeleri arşınlarken manzaramdan oldukça memnundum.

 

Önünden geçtiğim fotokopici, ilk hafta olmasına rağmen daha şimdiden öğrenciler tarafından istilaya uğramıştı. Kıdemli olmanın en güzel yanı, üç sene boyunca fotokopici sırası bekleme eziyetinin son bulmasıydı, zira artık özetleri doğrudan kaynağından alabiliyordunuz.

 

Hayat kurtaran çalışkan öğrenci notları olmasa, hukuk fakültesinden mezun olabilmek mümkün müydü? Allah aşkına o kadar kalın kitapları kim okuyup, ezberleyebilirdi ki? Belki sadece bir kaç kişi! Ama o bir kaç kişi içinde kesinlikle ben yoktum, 200 sayfalık kitabın 50 sayfalık özetiyle de gayet geçer not alabilirken neden kendimi yoracaktım.

 

Kapı önünde bekleşen acemilere bıyık altından sırıtarak Süleymaniye camisinin avlusuna girdim.Dindar biri değildim, bildiğim dua sayısı bir elin parmağını geçmezdi ama Süleymaniye'nin büyülü ve huzurlu havası buranın en sevdiğim yanıydı. O yüzden her defasında derneğe giden kestirme yol yerine, avlunun içinden geçen uzun yolu tercih ederdim.

 

Kulağıma dolan ikindi ezanıyla ruhanî bir hava beni kuşattığında, çantamı sırtımdan atıp avlunun çimenlerine oturdum, dernektekiler beni biraz daha bekleyebilirdi. Namaza yetişmek için koşan esnaflar, okuldan çıkan öğrenciler ve ziyarete gelen turistler. Hepsi birden Süleymaniye'nin devasa ve eşsiz yapısının içine girdiklerinde ben öylece oturmuş gökyüzüne bakıyordum. Altımda yeşil çimenler, üstümde parlak bir semâ, daha iyisi olamazdı.

 

Müezzinin dâvûdi sesi kesildiğinde telaşla abdest alan amcalar çarptı gözüme. Biri çoraplarını giyiyor, diğeri de cebinden çıkardığı kumaş mendiliyle ıslanan yüzünü kuruluyordu. Caminin içine girerken ise konuştukları şey yine ülke gündemiydi, yediden yetmişe zaman ve mekan fark etmeden ülkece ortak konumuzun siyaset olması, çok acınası geldi gözüme. Şu ruhanî iklim bile bizi siyasetten ve kirli ikliminden koparamıyordu.

 

Gecesi gündüzü politika, ülke gündemi olan biri olarak belki düşündüklerim komikti ama bazı yerler vardı ki bana göre dünyanın kiri ve pası oralara girmemeliydi. Bu mekanlar insanın her şeyden uzaklaştığı, çamurunu ve kötülüğünü dışarıda bıraktığı yerler olarak kalmalıydı. Kast ettiğim sâdece camiler de değildi, bana göre Tanrı ve kul arasında bağ kurulan her mekan, sadece o soyut ilişkiye has kalmalıydı.

 

Ama bizim gibi ülkelerde bu düşündüğüm şeyler hayalden öteye geçmeyecek uçuk ideallerdi, belki İslamiyetin yapısından, belki de insanların din algısı yanlışlığından, birbirinden uzak durması gereken kutsallar bile iç içe geçmişti. Neyin kutsal neyin sadece kültürel bir değer olduğunun bile birbirine karıştığı bu coğrafyada suya sabuna dokunmadan yaşamak çok zordu. Hele benim gibi haksızlığa en ufak tahammülünüz yoksa ya da susmayı beceremeyen biriyseniz sizin için ülke şartları daha da ağırlaşıyordu.

 

Namaz bitip cemaat avluya dağılınca oturduğum yeşil ve soğuk çimenlerin üstünden yavaşça kalktım. Sırt çantamı bu defa iki omuzuma da alarak beni beklerken muhtemelen sinirlenmeye başlayan dostlarımın yanına doğru seri adımlarla yürümeye başladım. Tahtakale'ye varmadan hemen önceki sokağa girdiğim aynı anda telefonum çaldı. Arayanın kim olduğunu çok iyi biliyordum, babam derneğe gidip gitmediğimi yokluyordu.

 

Açmak istesem de onunla tatsız bir konuşma yapmak için çok yorgun hissediyordum kendimi. Aramayı sessize aldım ve sokağın sonundaki ikinci apartmanın önünde durdum. Üzerinde Emek ve Barış derneği yazan zile basar basmaz, otomatik kapı gürültüyle açıldı.

 

İkinci kata çıkan merdivenleri, içeridekileri daha fazla bekletmemek adına üçer beşer adımlarla hızla kat ettim. Kata geldiğimde kapının eşiğine yaslanmış, kollarını göğsünde birleştirmiş halde Kaan karşıladı beni. Kaşları çatılmış olmasına rağmen ela gözlerindeki bakış sinirli olmadığını ele veriyordu. "Yine avluda mı takıldın sen? " Beni çok iyi tanıyor olması bazen işimi kolaylaştırsa da bahane uydurma noktasında çoğu zaman köşeye sıkışmış hissettiriyordu.

 

"Yaani, evet. " Dedim bakışlarım ayaklarıma inerken. "Ne yapayım, seviyorum Süleymaniye'nin avlusunu. Anlamadığım bir huzur var orada. İyi geliyor." İçeri geçmeme izin vermeden sırtımdaki çantayı çekip aldığında omuzlarımın ağrıdığını yeni fark ediyordum.

 

"Ben anlıyorum da, içeridekilerin pek anladığını söyleyemem Hande. Seni idare etmekten saçmalama evresine geçmek üzereydim. " Kapı eşiğinden çekilip geçmem için bana yol verdiğinde omuzunu dostça sıktım. " Sen de olmasan, beni her seferinde kim idare edecekti. Şikayet etmekte haklısın. " Dedim arkamdan kapı kapanma sesi kulağıma gelirken.

 

"Biliyorsun, seni her zaman idare ederim ben. Şikayet etmem, seve seve yaparım. Zat-"

 

"Hande hanım, assolist olarak teşrif ettiğine göre toplantıyı başlatabiliriz. " Kaan'ın sözü Ersin' in lafıyla bölünürken ela gözlerinden anlık öfke gelip geçti. Ersin yayvan yayvan yanıma gelip saçımı karıştırarak mutfağa yürüdüğünde Kaan hala arkasından söyleniyordu. "Hep böyle yapıyorsun ve sen bunu bilerek yapıyorsun! "

 

"Belki de dostum, belki de tam zamanında sözünü kesiyorumdur. " Aralarındaki imâlı bakışma sürerken alışkın olduğum bu hallerine göz devirerek toplantı odasında bekleyen kalabalığa döndüm. Kaan ve Ersin'in arasındaki bu çözemediğim bakışmalara her seferinde tanık olmak canımı sıkmaya başlamıştı, sorduğumda aldığım cevaplar ise tatmin etmekten ziyade daha çok beni geçiştirme çabası oluyordu.

 

"Kadro tamamlandığına göre haftalık toplantıyı açalım mı? " Çağrı başkanın konuşmasıyla on kişilik kurul görüşmesi başlamıştı. Bilge haricinde ,bizim gruptan herkes bu toplantıya katılıyordu. Bilge üye olmanın yeterli olduğunu, daha derine inmek istemediğini söylediğinde saygı duymaktan başka bir şey yapmamıştık, zira bu işler yalnız gönüllü olunca bir anlam ifade ederdi.

 

"Bugün senin günün Hande, dilersen bir paragraf oku öyle başlayalım. " Her toplatı öncesi o hafta sıra kimdeyse seçtiği düşünürün ya da aktivistin bir sözünü yahut kitabından bir alıntısını okur, üzerinde kısa bir süre tartışılır ve sonrasında da yapılacaklar gündem olarak sunulurdu.

 

Oturduğum sandalyenin hemen yanında duran çantamdan kitabımı çıkarıp ayraçla ayırdığım sayfayı buldum. Altını çizdiğim yeri seslice okumaya başladım. "Özgürlüğü sadece iktidar taraftarlarıyla...Sadece parti üyeleriyle sınırlamak, özgürlük değildir. Özgürlük, her zaman farklı düşünenlerin özgürlüğüdür."

 

Rosa Luxemburg'un satırlarında dolaşan bakışlarımı beni sessizce ve dikkatle dinleyen üyelere çevirdim. " Belki de tek ihtiyaç duyduğumuz şey budur, ne dersiniz? Farklı düşünme özgürlüğü! "dedim iç geçirerek. " Onca grev, toplantı, yürüyüş... Hepsi tek şey içindir. Özgür olma isteği. Her sorunun altında yatan kötülüğün sebebi özgür olamamaktır belki de. "

 

Konuşmam bitince hemen yanımda oturan Menekşe dirseklerini masaya dayayarak biraz öne doğru eğildi, herkesin görüş alanına girdiğinde, " katılıyorum, özgürlükler elimizden alındığı için ekonomi kötü, adalet zaten yok. Tek bir hedef var aslında bu ülke adına. Özgürlük daha da ötesi farklılıklara özgürlük. " hararetli çıkışını gülümseyerek dinledim.

 

"Ben Lüksemburg'u biraz romantik buluyorum. Hayalci biriydi ve bu hayallerinin bedeli, yıllarca esaret ve sonunda da vahşice öldürülmek oldu. " Ersin Menekşe'ye ve bana bakarak kendi fikrini biraz cesurca ortaya attığında Kaan girdi söze. "Bir kadın olarak o çağda ortaya attığı fikirler çok sıradışıydı. Üstelik Marx'ın ruhunu o dönem en iyi anlayan kişi olduğunu düşünüyorum. Kısacası Ersin sana katılmıyorum. "

 

"Hapiste tek derdi aşk mektupları yazmak olan bir devrimci... Bence aşk romanı yazmalıydı. " Ersin'in alaylı sözlerine ben de bozulmuştum. Rosa Luxemburg, hayatını örnek aldığım, fikirleri ile sol çizginin rotasını değiştirecek kadar öncü biriydi. Daha fazla dayanamayarak söze girdim. "Devrimci olmak aşık olmaya engel mi Ersin, ya da bir erkeğe his beslemeye. Şaşırdım doğrusu, hâlbuki aramızdaki en çapkın devrimci sensin. " Masanın etrafında toplanmış üyelerin bir kısmı belli etmeden gülümserken, bir kısmı da ciddiyetle tartışmamızı dinliyordu.

 

İki elini de pes etmiş gibi havaya kaldıran Ersin, "tamam haklısın, sözümü geri aldım. " deyince masadaki herkes ufak çaplı kahkaha krizine girdi. "Ne o dostum, işin ucu sana dokununca bi'tırstın! Hande lafı tam da gediğine koyuverdi ama, hakkını vermem lazım. " Çağrı başkan Ersin'in bozulan suratına aldırmadan devam etti.

 

"Rosa Luxemburg'u bize yeniden hatırlattığın için sağ ol Hande kardeş. Öğretileri hala devrimcilerin yolunu aydınlatıyor. Ersin'in yolu hariç." Masadakiler yeniden Ersin'e döndüğünde, elindeki kalemi döndürüp duran esmer çocuk gözleriyle beni adeta dövüyordu. Hak ettiği lafları duyduğu için bana kızmamalıydı, nihayetinde gol atmak için pası ayağıma kadar getiren onun sözleri olmuştu.

 

"Gündeme dönersek arkadaşlar, biliyorsunuz iki gün sonra tüm derneklerle beraber yürüyüş olacak. Hazırlıklar tamam, sadece bir kaç ufak pürüz kaldı. Onu da Kaan halledecekti.Sorun yok değil mi? " Bakışlar Kaan'a döndüğünde, her şey yolunda der gibi kafa salladı. " Sıkıntı yok başkan. İki gün sonraya her şey tamam olur. "

 

"Başkan bu defa rica ediyorum, pankartları biz hazırlayalım. Diğer dernek geçen sefer beceremedi, tam bir fiyaskoydu. Bir de yağmur yağacak o gün. Sponsor bulursak yağmurluk dağıtabiliriz. " Menekşe önündeki kağıttan not aldığı maddeleri sıralarken ben girdim söze. "Pankart konusunda Menekşe'yle yüzde yüz aynı fikirdeyim. Gönüllü olmaya varım, pankart olayını kesinlikle biz hallederiz. "

 

Çağrı başkan söylediklerimizi itinayla önündeki defterine yazdıktan hemen sonra, hak veren bakışlarını bize çevirdi. "Ben de sizinle aynı şeyi düşünüyorum. Pankart işini konuşurum, itiraz edeceklerini sanmıyorum. O iş bizde olur. " Elindeki kalemle sakallarını kaşıyıp biraz düşündükten sonra yeniden önündeki deftere bir kaç not aldı. "Yağmurluk dağıtmak çok iyi fikir Menekşe. Konuşacağım mutlaka bunu da. "

 

Sırasıyla herkesin gündemi dinlendikten sonra yaklaşık bir saat içinde toplantının sonuna gelmiştik. Pencereden içeri yansıyan turuncu ışık yerini hızla karanlığa bıraktığında, çoktan çay faslına geçilmiş, gündem kritiğine hararetle girilmişti bile.

 

İki gün sonra yapılacak olan yürüyüş, geçen hafta sokak ortasında öldürülen gazeteci bir kardeşimiz için olacaktı ve hepimiz bu yürüyüşün sorunsuz tamamlanması konusunda oldukça hassastık. Bu ülkede sokak ortasında birileri elini kolunu sallayarak, sırf kendi gibi düşünmüyor diye birini öldürüyorsa, buna dur demenin bütün yollarını kullanmak bizim boynumuzun borcuydu.

 

Görüşme salonunun boğucu havasından sonra şark köşesi gibi dekore edilmiş, daha samimi konuşmaların yapıldığı küçük odaya geçtik. Çaylar içilip, ülke gündemi hız kesmeden konuşulurken kolumdaki saate baktım. Akrep ve yelkovan bana zamanın hızla aktığını ve babamın çoktan çileden çıktığını işaret ederken, oturduğum koltukta rahatsızca kıpırdandım.

 

"Benim erken çıkmam lazım çocuklar, babam daha derneğe girmeden aradı. Muhtemelen eve girer girmez Erdal reisten azar yiyeceğim. " dedim bir taraftan çantamı toplarken.

 

"Bırakırım seni, abimin arabası bir kaç günlüğüne bende. " Kaan çayından büyükçe bir yudum alıp benimle beraber ayaklandığında istemsizce bakışlarım Menekşe'yi buldu. İtiraz edeceğinden değil de, ikimizin evleri tam tersi istikametteydi ve ben kimsenin yolunu uzatmak istemiyordum. "Yok ya, hem Menekşe'yi hem de beni bırakman uzun sürer. Otobüsle giderim ben, bu saatte dolu da olmaz. " Dedim ve askıda duran hırkamı üzerime giydim.

 

"Menekşe hemen yan sokaktaki öğrenci evinde kalacak bu gece. Sadece seni bırakmış olacağım. " İtiraz kabul etmeyen sesiyle Kaan, eğilip sevgilisinin yanaklarından öptüğünde Menekşe'nin yüzünün asıldığını fark ettim. Sabahtan beri ikisi arasında süre gelen bir tuhaflık vardı fakat zaman bulup konuşma fırsatımız olmamıştı. Kulağına eğilerek fısıltıyla,"Menekşe iyi misin sen? Bugünden beri aklımdasın. Fırsat olmadı bir türlü, yarın sabah dersten önce buluşalım mı, konuşuruz. " Gözlerine samimiyetle bakıp göz kırptım.

 

" Mesajlaşırız Hande, bilmiyorum." Dedi başından savar gibi. Canı sıkkın olduğu için bu tavrını görmezden gelerek ısrar etmeden kafa salladım, yarın nasılsa ben onun bir şekilde derdini öğrenirdim. İşin ilginç tarafı Menekşe ne kadar suratsızsa, Kaan bir o kadar rahat görünüyordu. Her çiftin arasında olabilecek tartışmalardan biridir diyerek odadakilerle de ayak üstü vedalaştım.

 

Kaan önüme geçip bana yol verdiğinde kiler diye kullandığımız yerin açık kalan kapısından küçük bir bavul ilişti gözüme. Temizlik malzemelerinin arasında dikkat çekiyordu. Sahibini soracağım esnada Kaan bakışlarımı takip ederek merak ettiğim şeyi anlamış gibi, "Ersin'in bavulu. " dedi yüzünü buruşturarak. "İki gündür dernekte yatıyor. "

 

Anlamayan gözlerle baktım yanımdaki çocuğa. "Nasıl yani,neden? " Çok şaşırmıştım, böyle şeylerden neden hep benim sonradan haberim oluyordu?

 

"Ailesiyle sıkıntı yaşamış, yanımda kal dedim, olmadı öğrenci evi ayarlayalım dedim ama istemedi. " Kaan'ın da canı belli ki bu konuya epey sıkılmıştı. Ceketini giyerken bir gözü de siyah bavulun üzerinde dalgınlıkla gezindi.

 

"Ama böyle dernek köşelerinde olmaz ki! Ailesinin durumu iyi, otelde kalsaydı bari. " Dedim ben de onun gibi açık bavulda bakışlarımı gezdirirken.

 

"Kredi kartlarını almamış, öylece terk etmiş evi. " Kaan sessizce kulağıma doğru fısıltıyla konuşurken, Ersin'in bu konudan bahsedilmesinden rahatsız olduğunu anlamıştım. Fakat biz onun dostlarıydık, gerekirse harçlığımızı bölüşür arkadaşımızı zorda bırakmazdık.

 

"Aşk olsun ama Ersin'e. Bu kadar mı hukukumuz yani! Çok kızdım ya, bunu nasıl saklar bizden!?" Mutfakta çene çalan ve sanki evsiz yurtsuz kalan o değilmiş gibi neşeyle sohbet eden Ersin'in yanına adımlayacağım esnada Kaan bir hışımla koluma girip beni koridora çekti.

 

Bakışları bir kaç saniye yüzümde gezindikten sonra, "Ersin'i biliyorsun. Her şeyi şakaya, dalgaya vurur. Ama gerçekten bu defa durum kötü. İstersen bu akşam konuyu hiç açma Hande. " dedi. Üzüldüğü belliydi, ısrar etmenin manasız olduğunu ve Kaan'ın haklı olacağını düşünerek mutfağa geçmek yerine kapıya doğru adımladım.Toplantı odasındaki Ersin'e söylediğim cümleler ufaktan vicdanımı sızlatırken, Kaan'ı takip edip binanın önüne park edilmiş arabaya bindim.

 

Kaan sessizce kontağı çalıştırıp veznecilere doğru yol aldığında, Menekşe ile olan durumu sorup sormamak arasında kaldım. Aralarındaki ilişkiyi hep Menekşe'den dinlediğim için Kaan'ın duygularını bilmiyordum. Belki de bir sorun yoktu ben yanlış anlıyordum. Meraklı görünmek ve burnunu ilişkilerine sokan biri olarak zannedilmemek için Kaan'ın sessizliğine katıldım.

 

Yol boyunca ikimizde radyodan çalan türküyü dinleyip, bazı yerlerine eşlik ettik. Yoldan çektiği saniyelik bakışlarının arada bana değdiğini fark ettiğimde göz kırparak türküyü söylemeye devam ettim. Sesim kötüydü ama Kaan'ın pek şikayeti yok gibi görünüyordu.

 

Yirmi dakika sonunda bizim evin bahçesine girer girmez bakışlarım hızla pencereye çıktı. Babam perdeyi hafiften aralamış bizi izliyordu ve elbette ki kaşları çatıktı. "Baban fırça atmak için sabırsızlanıyor gibi. " Kaan'ın gülerek söylediği şeyler benim dramımdı.

 

"Off sorma, yandım ben. " Kemerimi hızla çıkardım ve iyi geceler demek için yanıma döndüm. Ela gözlerinde garip bir bakış vardı, yol boyu konuşmadığıma bir anda pişman oldum.

 

"Hande." dedi iç çekerek. "Benim için çok değerlisin biliyorsun değil mi? " Durduk yere söylediği bu sözlerden dolayı tuhaf hissetsem de kafamı sallayıp," biliyorum" dedim. Sen de benim için çok değerlisin."

 

Kapıyı açıp çıkarken, hırkama sarınıp babamın azarlarına doğru yavaş adımlarla ilerledim.

 

***

 

Yürüyüş Günü

 

"Abi, çevik kuvvetti de koymazsın ya! İnsan gibi sessizce yürüyüş yapıp dağılacağız. Resmen bizi kışkırtıyorlar. "

 

"Daha yürüyüş başlamadan engelleniyoruz. Anayasal hakkımızı kullanıyoruz arkadaş, suç mu? Hay ben böyle işin! "

 

"Biber gazına hazır değilim abi, bir sefer de insanca protesto etmemize izin versinler. Bıktık ya! "

 

Yağmur hızını arttırırken Beyazıt meydanında toplanan binlerce kişi öfkeden çıldırmak üzereydi. Sakin kalmaya çalışıyorduk ama mümkün müydü? Tek bir taşkınlık, usulsüz bir yol izlemeden yürüyüş yapıp dağılacakken önümüze barikat kuran polisler yüzünden bir adım dahi atamıyorduk.

 

Herkesin sinirleri daha ilk dakikadan gerilmişti, usulca Çağrı başkanın yanına yanaştım. "Başkan bu işte bir iş var. İzinleri falan aldık, sıkıntı yoktu. Ne diye şimdi engelleniyoruz? Tüm derneklerin izin aldığına emin miyiz?"

 

Çağrı başkan, kalabalığa diktiği bakışlarını cümlem biter bitmez hızla bana çevirdi. Şüpheli bakışları bir müddet düşünür gibi gözlerimde gezindi. " Eminim Hande. Sabah kontrol ettim teker teker. Anlamıyorum, cidden. Altı üstü sessizce yürüyüp bitireceğiz, bu kadar tantanaya gerek var mıydı? "

 

"Olay çıksın istiyorlar, başka açıklaması yok. Kalabalığı kontrol etmemiz imkansız, biri bir taşkınlık yapsa, burası anında karışır. " Kaan üzerindeki yağmurluğun şapkasını başına geçirirken, başkanın omuzuna attığı eliyle yeni gelen grupları işaret ediyordu. Meydan hınca hınç doluydu ve herkes bir kıvılcıma hazır gibi öfkeli duruyordu.

 

"Yok anasının ama... Dakka bir gol bir! " Ersin'in yüksek çıkan sesiyle hepimiz esmer çocuğun bakışlarını diktiği yere döndük. Geçen gün reis diye bahsettikleri, adının Akif olduğunu öğrendiğimiz herif, arkasına aldığı kalabalıkla meydana doğru yürüyordu. Ellerinde Türk ve Osmanlı bayrakları, ağızlarında bize karşı söyledikleri sloganlarla öfkeli halde üstümüze hızla geliyorlarmış gibi görünüyordu.

 

"Anlamalıydık! Lan bu adamın okula dönüşünden belliydi bir boklar çevirdiği. Öylece durmazdı abi, nasıl tongaya düştük?!" Saçları yağmurdan sırılsıklam olmasına rağmen aldırmadan konuşan Ersin'in bakışları, Akif'in üzerinden bir saniye ayrılmıyordu. Bıraksak, yakasına çoktan yapışmıştı.

 

Üyelerden biri olan Adem elindeki pankartı indirerek Çağrı başkana soran gözlerle döndü. "Başkan ne yapalım? Burası bir kaç saniye sonra karışacak. En azından bizim derneği usulca çekelim diyorum ben. Yoksa bu gece nezarette biter, hem de pisi pisine. "

 

"Ne çekilmesi kardeşim? Meydanı bu kurtlara mı bırakacağız. Nezaretse nezaret, sanki bilmediğimiz yer. Ben bir adım dâhi atmam, ellerim kaşınıyordu zaten. "

 

"Ersin, burada bir sen yoksun. Sırf yürüyüş olacak diye gelen bir sürü insan var. Biraz makul ol gözünü seveyim! " Kaan arkasında duran kadınları kast ederek , " Bu kadınların çoğu kavgaya dâhil olmak istemez emin ol, sâdece yanımızda olmak için gelen bir sürü dernek var burada. " dedi, yağmurun gürültüsünü bastırmak için yüksek sesle konuşuyordu.

 

"Bunların niyeti belli, riske girmeye gerek yok, çekilelim. " Ersin oflayarak memnun olmadığına dair bir kaç şey söylese de Kaan öfkeli ve bilenmiş çocuğu omuzlarından tutup kendine doğru çekti.

 

Bense onca emeğin çöpe gidişine üzülmekle meşguldüm. Bilge kalabalığı yararak yanıma geldiğinde, hemen solumda duran Menekşe de üzgün gözlerini bana dikti. "Ne yani eve mi gidiyoruz şimdi? "

 

Kafa sallayıp evet diyeceğim esnada kulaklarımıza dolan silah sesiyle çığlıkların kopması ve kalabalığın panikle sağa sola dağılması bir oldu. Bir anda ortalık adeta yangın yerine döndü. Çığlık çığlığa kaçışan insanlar, yağmura aldırmadan hangi yöne gittiğini bilmeyen panikleyen kalabalık, olduğum yerden korkunç görünüyordu.

 

Kafamı ellerimin arasına alıp öylece bulduğum yere çöktüğümde hissettiğim tek şey korkuydu. Kendimden ziyade bir tuzağın içine çekilme korkusuydu yaşadığım ve bu ülkede her an her şey sizin üzerinize kalabilirdi. Menekşe ve Bilge'yi arayan gözlerim çığlık çığlığa kaçışan kalabalıkta gezindiği aynı anda bir silah sesi daha patladı.

 

Aynı anlarda polisler de alanın içine dalmış, biber gazıyla kalabalığı dağıtmaya çalışıyordu. İnsanlar zaten yeterince panik değilmiş gibi bir de gazdan dolayı göz gözü görmez olmuştu.

 

Gözlerim acıyla yanarken, yavaşça ayağa kalktım. Sırtıma yediğim ani jop darbesiyle yere düşerken bakışlarım bir çift mavi göze takıldı. Akif!

 

Gözlerinde panik ve telaş vardı, etrafındaki kalabalığı yararak birilerini arıyordu. Ona içimde hissettiğim büyük bir hınçla baktım, o ve azılı arkadaşları yüzünden günlerce hazırlandığımız,sessiz ve sorunsuz yapacağımız yürüyüş, korkunç bir hale dönüşmüştü. Tamamen çamura batmış olmama aldırmadan avuç içlerimi yere bastırdım, kendimi zorlayarak ayağa kalktım. Biber gazı yüzünden önümü görmekte zorlanıyordum, sırtımdaki ağrının da bana hiç yardımı olmuyordu.

 

Bir kaç dakika meydanın ortasında öylece durup insanları izledim, nihayet aradığım bedeni gördüğümde, gök yarılmış gibi yağan yağmura, çamura ve polislerin anonsuna aldırmadan biraz ötemdeki bedeni takip etmeye başladım. Yaptığım şey aptalcaydı ama öyle öfkeli ve delirmiş haldeydim ki, mantığım beni çoktan terk edip gitmişti.

 

Çemberlitaş'a çıkan yolu geçerken arkasındaki polisleri atlatmış gibi görünüyordu, kendi arkama dönüp baktığımda takip edilmediğimi anladım ve rahat bir nefes vererek kaçırmaktan korktuğum herifi adım adım izlemeye devam ettim.

 

Yağmur şiddetini gittikçe arttırıyordu, gözlerim hala yanıyordu ve ben Akif denen herifi sokakları hızla geçerken takip etmeye devam ediyordum. Bitik bir haldeydim ama yine de yakasına yapışıp hesap sorma isteğime engel olamıyordum. Yüzüne tükürüp küfürlerimi gözlerinin içine bakarak etsem içim belki biraz soğurdu.

 

Hava kararmış, siren ve polis sesleri geçtiğim tüm sokaklarda yankılanıyordu, belli ki bulunduğum yere yaklaşan bir ekip otosu vardı. Birilerinin gelip gelmediğini anlamak için arkama saniyelik bir bakış attığım anda aniden kolumdan tutularak hemen sağımda kalan karanlık sokağa çekildim. Telaşlı bakışlarım önce ağzımı kapatan ele, sonra da yüzümde dolaşan mavi gözlere kaydı.

 

------2.Bölümün Sonu------

 

 

Loading...
0%