Yeni Üyelik
6.
Bölüm

İkimizin Sırrı

@rosaarosaaaa

"Kapıyı niye açmıyorsunuz oğlum, iki saattir binanın önünde dikildik kaldık! "

 

"Duymadık kızım, kaos var zaten burada."

 

Bilge asık suratıyla kapı önünde dikilmiş duran Ersin'i itip içeri girer girmez, ben de hemen arkasından, Ersin'e öldürücü bakışlar yollayarak kendimi salona attım.

 

Gerçekten de dernekte tam bir kaos hakimdi. Yaklaşık bir saat kadar önce Olcay'ın baş rolünde olduğu kavga, sanki burada devam ediyor gibiydi. Yükselen sesler, itirazlar ve sandalye itip-çekme sesleri, içeride fırtınalı bir tartışmanın yaşandığını gösteriyordu.

 

Akif ve Mahmut'un başını çektiği ekip, özellikle okulun hemen dışında Olcay'ı pusuya düşürüp dövmeye kalkınca, bizimkiler de sanki bu haberi bekliyormuş gibi anında olay yerinde almışlardı soluğu. Kaan ve Ersin, yüzlerindeki taze yara ve bereye aldırmadan kavganın ortasına dalıp diğerlerini de sürüklediğinde güvenlikler ve öğrencilerin müdahelesi ile zar zor ayrılmışlardı.

 

Biz kantinden çıkıp arkalarından koşana kadar, çoktan ortalık ana baba gününe dönmüştü bile. En son gördüğümüz ; Çağrı başkan, Olcay'ı kolunun altına almış derneğe götürüyordu, elbette bizim tayfa da hemen arkalarından, geri dönüp yeniden kavgaya hazır halleriyle dernek yolunu tutmuşlardı.

 

"Allah aşkına içeride adam mı kesiyorlar, bu ne gürültü! " Cesaret edip içeriye dalamıyordum bile. Toplantı odasındaki gürültü salona taşmış, hayretle o hengamenin arasından seçebildiğim kadar konuşulanları dinliyordum.

 

"Valla Hande bir nevi adam kesiyoruz sayılır, evet. Akif ve o kurt sürüsüne nasıl hesap soracağız onu tartışıyoruz." Ersin odaya girmek için meylettiğinde, Bilge salonda beklemeyi tercih ederken ben hemen arkasına takıldım. Sonuçta ben de bu derneğin kurul üyesiydim, elbette alınacak bir karar varsa orada olmalıydım.

 

"Ben de giriyorum içeri, neymiş bakalım alınacak karar?! "dedim itiraz kabul etmeyen ses tonumla. Saçlarımı bir taraftan at kuyruğu yaparken savaşa hazırlanır gibi hissediyordum kendimi. Zira içeride nasıl kararlar alındığını az çok tahmin ediyordum. Yüzde doksanının kavga ve şiddet üzerine fikirler olduğuna kalıbımı basardım.

 

"Hande, biraz durulsun içerisi sonra gir. İnan ki şu an duyacağın küfürler sana hayatının şokunu yaşatabilir. Üstelik hastasın, boşver." Ersin uyarısında yüzde yüz haklıydı ama bu bana mani olur muydu? Elbette ki hayır! Olcay'ın olayını öğrenmeden şuradan şuraya gitmeyecektim.

 

"Hadi Ersin hadi, gir içeri işte. " Omuzlarına uzanıp arkasına döndürdüm ve sırtından ittirerek odaya soktum.

 

Odanın manzarası gerçekten görülmeye değerdi. Olcay'ı toplantı masasının başındaki siyah dönerli sandalyeye oturtmuşlar, bir kaç kişi pansuman yaparken, birileri de merakla kavganın sebebiyle alakalı sorular soruyordu. Olcay da hararetle ve gün görmemiş küfürler eşliğinde Akif'e ve ekibine söverek olayı anlatıyordu.

 

Kulağımı sağır edecek kadar gürültülü konuşmalar arasında, deniz görmüş Erzurum'lu gibi sağıma soluma bakındım. Dernektekileri ilk defa bu kadar hararetli ve öfkeli görüyordum, her biri hesap sormak için fırsat kolluyor gibi duruyordu.

 

Öfkenin ne denli güçlü ve yanlışa kolayca saptıran bir duygu olduğunu biliyordum ve şu an bu odada gördüğüm şey beni korkutuyordu.

 

En makul dediğim insanlar bile Olcay'a yapılan saldırıyı misliyle ödetmekten bahsediyordu. Haklılardı, kısasa kısas yapılmalıydı belki de, ama içimden bir ses, olayların çok daha büyük ve korkutucu bir boyuta evrileceğini fısıldıyordu.

 

Her bir yanlış ve öfkeli hareket, kar topu misâli eklenerek her şeyi yakıp yıkan bir çığa dönüşebilirdi.

 

Yazık ki bunca insana itiraz edecek kadar da sözü geçen biri değildim. En fazla kurul üyesi olarak itiraz şerhi koyardım o kadar.

 

"Ne oldu kaldın öyle! Ben sana dedim sonra gir diye. " Ersin göz devirerek çektiği sandalyeye beni oturturken o hengamenin arasında Kaan'la bakışlarımız kesişti.

 

Beni görür görmez, öfkeden ateş saçan elaları mahçup bakışlara evrildi. "Hande ne zamandır buradasın sen? " dedi yanıma doğru gelirken. Elleriyle kavgadan çıkmış gibi duran-ki halihazırda kavgadan çıkmışlardı - saçlarını düzeltti ve yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu.

 

"Küfürler havada uçuşuyor be kızım, biraz hararet dinseydi de öyle girseydin. " Bunlar da beni gözlerinde iyice çıt kırıldım biri yapmışlardı. Tamam küfür seven biri değildim ama uzayda da yaşamıyordum, sanki hiç küfür duymamışım gibi davranan Kaan'a alayla baktım.

 

"Bu odada beni rahatsız eden tek şey insanların öfkesi Kaan, küfür falan umrumda değil. Şu hallerine bir bak. Çağrı başkan, sen. İnanamıyorum size. Cidden Akif'lere ceza mı keseceksiniz? " Karşılıklı hesap sorma kısır döngüsüne bir girersek, bunun sonunun her hafta karakol, nezarethane veya en kötüsü hastane ile biteceğini bilmiyorlar mıydı? Gözleri cidden bu kadar mı kör olmuştu?

 

"Bunu yapma Hande! Bak az önce arkadaşımıza nasıl pusu kurup, yalnız yakaladıklarını gördün. Bu erkekliğe, delikanlılığa sığar mı? Bunun bir bedeli olmamalı mı? "

 

"Ya olmalı, olsun elbette ama konuşulanlar sana fazla gelmiyor mu? Taşla sopayla falan olacak şeyler değil bunlar. Yapmayın gözünüzü seveyim! "

 

"Ne yapalım peki? Kapılarına gidip, lütfen özür dileyin, dilemezseniz küseriz mi diyelim? Nasıl bir tepki bekliyorsun bu öfkeli insanlardan? Empati yeteneğini evde bırakıp mı geldin!" Kaan kesinlikle kendini makul fikirlere kapatmıştı, gözlerinden bunu oldukça net anlayabiliyordum. Zaten konunun içinde Akif varsa ela gözlerinden geçen ateşi görmemek aptallık olurdu.

 

"Bu mudur cidden? Daha fikrimi bile söylemedim ama hemen empati yoksunu mu oldum, makul davranmayı ne zamandır böyle görüyorsun sen? Bence git elini yüzünü yıka Kaan! Belki o zaman daha mantıklı konuşursun benimle! " Sandalyemi gürültüyle çektim, Kaan'ın cevabını beklemeden Çağrı başkanın yanına adımladım, belki bir ihtimal bu kaosun arasında beni dinlerdi.

 

"Başkan biraz konuşalım mı? "dediğimde, Çağrı'dan önce Olcay'ın bakışları anında bana döndü.

 

Yüzünde çok da ciddi olmayan yaralar vardı. Kaşı ve dudağı hasar almış görünüyordu, bana kalırsa çok ciddi bir durum yoktu ama Olcay'ın tavrı odaya girdiğimden bu yana izlediğim kadarıyla abartılı bir kışkırtma içeriyordu.

 

"Buyur Hande. " dedi Çağrı sesini biraz yükselterek. Amacı benim burada olduğumu odadakilere duyurmaktı, var olan uğultu biraz daha azalırken bakışlarını üzerimden çekmeyen Olcay'a döndüm. Çağrı başkandan önce Olcay'a merak ettiklerimi sorsam daha iyi olacaktı.

 

"Geçmiş olsun, Olcay." dedim üzüntüyle. " Olayı merak ettim, neden seni hedef aldılar? Yani daha önce aranızda bir söz dalaşı falan mı oldu? " Amacım sadece olayın aslını öğrenmekti, eminim zaten diğerleri de bunu merak ediyordu.

 

"Yok Hande kardeşim. Bir anda tenhaya çekip vurmaya başladılar. Ne olduğunu bile anlamadım. " Kaşının üzerindeki yara bandına giden eline baktım bir süre, canı yanıyor gibi görünüyordu, az önceki düşüncelerimden az da olsa pişmanlık hissederken konuşmaya devam etti. "Özellikle o Akif denen herif var ya! Önce o gördü beni, sonra diğerlerini çağırdı."

 

Çenesinin anlık kasılması, ellerini hınçla yumruk yapışı, gözlerinde parlayan öfke.. Hepsi nedense bana fazla geliyordu, sanki öfkesi sadece bu olayla sınırlı değilmiş gibiydi. Ya da ben bir çıkış noktası bulmak için sınırları zorluyordum. İkinci ihtimal daha makul gibi duruyordu.

 

Olcay gözlerimde ne gördü bilmiyorum ama bu defa daha sesli ve öfkeli çıkardı sesini. "Kimse yanımda olmasa da ben tek başıma o kendini reis sanan şerefsizden bana yaptığının hesabını soracağım! "

 

Sesler bir anda yeniden yükselmeye başlarken Çağrı başkana baktım. Kaan'ın gözlerinde gördüğüm aynı öfke ateşi onda da vardı. Anlıyordum, yürüyüşten sonra hele, gerginliğin dozu iyice artmıştı. Ne desem bir şeyleri değiştiremeyeceğimi anlamanın hayal kırıklığıyla başkana söylemek istediklerimi yuttum ve odadan çıktım.

 

"Hande bekle! " Arkamdan kapanan kapı sesiyle birlikte Kaan koşarak yanıma geldi. Az önce söyledikleri için pişman olmuştu, söylemesine bile gerek yoktu, daha ağzından çıkar çıkmaz pişman olacağını biliyordum. Onu kendinden bile iyi tanıyordum artık.

 

"Özür dilerim, öyle demek istemedim. Sadece çok sinirliyim anladın mı? Akif denen o ite tahammül edemiyorum. " Bakışlarım, kolumdaki eline değdi önce, sonra da bana üzgün bakan gözlerine çıktı.

 

"Onu fark ettim zaten, adı geçince bile deliriyor ve mantıklı yanını bir kenara atıyorsun. Bu saatten sonra benim fikrimin de bir önemi olmadığını gördüm içeride. Kendini yorma." Söylenecek her şey, odada diğerleri tarafından söylenmişti, uzatmanın manası yoktu.

 

"Deme öyle, lütfen. Senin fikirlerinin kimse için olmasa da, benim için ne kadar önemli olduğunu biliyorsun Hande. Haksızlık yapma bana. "

 

"Kaan cidden, bunu uzatmak istemiyorum. Kötü niyetli olmadığını da biliyorum. İçerideki şeye devam et sen, ben çıkıyorum. "

 

Bakışlarım salonda elinde telefonla oyun oynayan Bilge'ye dönerken bir kaç adımla yanına yürüdüm. Soluk almadan baktığı telefonunu elinden aniden çekip alınca ağzının içinden ufak bir küfür mırıldandı, benim olduğumu anlayınca da elimi tokatlayıp telefonunu geri aldı.

 

"Kalk hadi çıkalım. Babama uğrayacağım. Sen de eve git Bilge, notları düzelt. Sıra sende, malum! "

 

Hatırlatmamla anında yüzü düştü. "Off di'mi? Sıra neden bana bu kadar çabuk geliyor ya? Hile yapıyorsunuz? "

 

"Tepin bir de istersen küçük çocuklar gibi canım! Hileymiş! Mızıkçısın, sus! " Zaten dağınık duran kıvırcıklarına parmaklarımı dolayıp iyice karıştırdım, kafasını sağa sola sallayıp saçlarını benim ellerimden kurtarmaya çalışan hali çok eğlenceliydi.

 

O sırada ceketini giymiş bizi kapıda bekleyen Kaan'a kaydı bakışlarım. Arabasının anahtarını parmağının ucunda çevirirken bir taraftan da bizi izliyordu. "Hayırdır? " dedi Bilge Kaan'a göz kırpıp.

 

"Hande'yi babasına bırakacağım. "

 

"Beni de eve bıraksana, ne oluuuur? " Bilge koluna asıldığı çocuğu kalçasıyla ittirip duruyordu, tıpkı şımarık bir kız çocuğu gibiydi. Bu haline seslice güldüm.

 

"Kızım senin evin karşıda. O kadar vaktim yok. Hem Hande hasta, şimdi otobüslerle uğraşmasın." dedi Bilge'yi kendinden zorla ayırırken.

 

"Hain, arkadaş! Küstüm. " Yalancı bir hüzünle yüzünü asan Bilge, Kaan'ın pek de umrunda değildi anlaşılan çünkü eliyle bana kapıyı gösterip , "Haydi Hande. " dedi.

 

"Kaan, vicdan yapma. Sana kızgın değilim. Gir içeri sen, kaçırma toplantıyı. " dedim gayet sakin bir tavırla. Söylediği şeyde büyütülecek bir şey yoktu, ikimiz de kocaman insanlardık sonuçta. İki lafa kırılıp, küsecek halimiz yoktu.

 

"Hastasın, bu şekilde otobüse bindirmem seni. İtiraz istemiyorum. " Benden önce kapıyı açıp çıktıktan hemen sonra arkasından Bilge'ye veda ettim ve ben de çıktım. Sokağa indiğimde çoktan arabaya binmiş beni bekliyordu.

 

🍁🍁🍁

 

"Sağ ol ya Kaan, sayende otobüslerle perişan olmaktan kurtuldum. " On beş dakikalık yol, otobüsle en az yarım saat -tabi o da trafik yoksa- sürecekti.

 

"Seni hasta hasta otobüslere bildirecek değildim, Hande. Teşekkür etme, sadece... " Yutkunma sesi kulaklarıma dolarken kapı kulbunda duran elimi çektim ve tereddütle yüzüne baktım. "Dernekteki sinirli çıkışımı unut olur mu? " dedi, bakışları bende değil de önümüzden geçip giden yaşlı kadındaydı, daha doğrusu bana bakmaya çekinen bakışlarını etrafta gezdiriyordu.

 

"Unuttum bile, takma kafana. Her zaman makul ve sakin olmanı beklemiyorum. İnsanız Kaan, olur öyle şeyler. " dedim, bir türlü içinin rahat etmediğini görüyordum.

 

"Hadi ben kaçtım. Babama süpriz yapacağım derken kaçırmayayım şimdi onu." Arabadan aceleyle indim ve ofisin olduğu rezidansın döner kapısından içeri girdim. Kaan hala binanın önünde bekliyordu, el sallayıp "hadi git artık! "dedim dudaklarımı oynatarak.

 

Nihayet arabayı çalıştırıp gittiğinde, ben de asansöre doğru yürüdüm. Babamın ofisi rezidansın 20.katındaydı, ofisini bu binaya geçen sene taşımıştı ve açıkçası beni de epey şaşırtmıştı. Zira babam yaklaşık 15 senelik eski ofisinden memnun olduğunu ve anılarla dolu olduğu için ayrılmayı düşünmediğini söyleyip dururdu.

 

Asansör kapısı mekanik bir sesle açıldığında bekleyen kalabalıkla birlikte içeri girdik. 20.kata geldiğimizde içeride üç beş kişi kalmıştık, kapılar açılıp kendimi asansörden derin bir nefes vererek dışarı attım, oldum olası kapalı havasız yerlerden hoşlanmazdım. 20.kata yürüyerek çıkmayı gözüm kesse, galiba asansörü kullanma gereği duymazdım.

 

Babamın ofisi kat koridorunun en sonundaki dört odadan oluşan geniş bir büroydu. Abartılı lüks bir rezidans değildi, zaten babam eski mahalle arası ofisten sonra ultra lüks bir yere alışamazdı. Burası bile bana göre, babam için fazla şaşaalıydı.

 

Bir sene olmasına rağmen ışıltılı avizeler, parlak mermer zemin, ayaklarının altından şehrin akıp gittiği hissini uyandıran tamamen cam kaplamalar gözüme hala farklı geliyordu. Babamı ve duruşunu, mahalle arasındaki ofisi yansıtıyordu bana göre, ya da belki de yenilikçi biri değildim.

 

Bu düşünceler kafamdan hızla geçtiği aynı anlarda ofisten çıkan tanıdık bir beden girdi görüş alanıma. Yanındaki iki kişiyi tanımıyordum ama Ersin'in babasıyla bir kere yüz yüze tanışma fırsatı bulmuştum. Kalabalıktan ve kendi aralarında hararetli konuşmalarından beni fark etmeseler de, ben önümden geçip giden esmer adamın Ersin'in babası, Halit amca olduğuna emindim. Babamla tanıştığını bile bilmiyordum, arkalarından bir süre şaşırarak baktım ve ofisin açık kapısından içeri girdim.

 

"Hoşgeldin Hande kızım. " dedi Meral hanım kibarca. Babamın yıllardır yanında çalışan 50'li yaşlarda emektar bir kadındı kendisi. Ofisi babamdan daha iyi bildiğine emindim, zira daha ben doğmadan babamla çalışmaya başlamıştı, büyük ihtimalle jübilesini de bu ofiste yapacaktı.

 

"Babam odasında mı? " Henüz sorumu sormuştum ki, tanıdık sesle arkama döndüm.

 

"Hande, ne güzel süpriz. Hangi rüzgar attı seni buraya? " Cihan abi her zamanki şıklığıyla tam karşımdaydı, onu ne zaman görsem bakımlı saçları, grand tuvalet haliyle her an mahkemeye değil de podyuma çıkacak havada olurdu.

 

"Babama uzun zamandır uğramıyordum, öylesine geldim. "Dedim takımının kalitesini göz kararı ölçerken. " Yine çok şıksın abi, eminim maaşının yarısını kıyafete veriyorsundur. " Yarı alaylı yarı ciddi sözlerime sırıttı. Ellerini ütü çizgisi bile kaymamış pantolonunun cebine attı, " Babana söyle de zam yapsın. Yetmiyor maaş. " dedi, konuyu istediği yere çekmeyi iyi biliyordu.

 

"Patron babam, ben karışmam. " dedim saçlarımı arkaya yapmacık bir edayla savururak. Cihan abi beş senedir babamlaydı ve yıllar sonra yaşlı kurtla anlaşmayı beceren nadide bir insandı kendisi. Zira babam özellikle işi konusunda çoğu zaman oldukça titiz ve huysuz bir adama dönüşebiliyordu.

 

"Baban bir telefon görüşmesi yapıyor, istersen bekle biraz. " Meral hanımın ikazına aldırmadan kapıyı tıklatmadan içeri daldım. Babam yüzünü şehre, arkasını kapıya dönmüş telefonla konuşuyordu.

 

"Susturun demiştim ben size! " Gür sesi beni ürkütürken çoktan yanına kadar sokulmuştum.

 

"Baba." dedim koluna dokunarak. Anında bakışları beni buldu, şaşırmış görünüyordu.

 

"Ben seni sonra arayacağım" deyip karşıdakinin cevabını beklemeden telefonu aceleyle kapadı.

 

" Kimi susturuyorsunuz bakalım, Erdal bey? " Meraklı bakışlarım bir kaç saniye boyunca babamın gergin yüzünde dolandı. Şaka yaptığımı anlamamış gibiydi. "Hande pat diye içeri girmemen gerektiğini konuşmuştuk. Ciddi ol biraz. "

 

Düşen yüzüne anlam veremedim. "Off baba, ne olacak sanki? Odada kimse olmadığını biliyordum. " dedim huysuzca, gereksiz hassasiyeti bazen gerçekten bana çok abartılı geliyordu.

 

"Telefon görüşmesi de işlerimin gizliliği arasında, hassasiyetimi yeniden mi hatırlatmalıyım kızım? " Kollarını bana sıkıca sardığında fırça atmayı sürdürüyordu. Oflayarak kendimi koltuğa attım. Babam da hemen yanıma oturdu.

 

"Ersin'in babası Halit amcayı tanıdığını bilmiyordum baba. " dedim aklımdakini bir çırpıda söylerken. "Çıkarken gördüm ama onlar beni fark etmedi. "

 

Babam duruşunu bozmadan bakışlarını doğrudan bana çevirdi. "Bir davası vardı, danışmaya gelmiş. " Babamın bu ses tonunu biliyordum. Benim işlerime burnunu sokma tonuydu bu, mesajı alarak konuyu dağıtmaya giriştim.

 

"Bana ıhlamur söyler misin, boğazım acıyor hafiften" dedim. Zayıf karnını bildiğimden gergin havayı yumuşatmam gerekiyordu.

 

"Ah kızım ah, bu halde sokaklarda dolaşıyorsun. Bir saatlik işim kaldı, sonra hemen eve gideceğiz Hande. "

 

"Emredersiniz paşam! " Elimi kaldırıp asker selamı verince, babamın yüzünde oluşan gülüşle içim ferahladı. Onu böyle ciddi ve sert surat ifadesiyle görmek nedense bana iyi gelmiyordu. Ruhumu karanlık bir sis bulutu sarıyordu sanki ve her hissiz bakışı ben de tarifsiz bir iç sıkıntısı yaratıyordu.

 

Şımarık bir kız çocuğu gibi davranıyor olduğumun farkındaydım fakat babamın yanında bu korkularım nedense gün yüzüne çıkıyordu. Fazla gizlilik ya da babamın fazla hassasiyetiydi belki beni böyle davranmaya iten. Gizlilikten oldum olası hoşlanmazdım, belki de bunun sebebi de yine babamdı.

 

Ihlamurumu getiren Meral hanıma teşekkür ettim ve masaya koymadan dumanı tüten çayımdan bir yudum aldım. Şimdiden boğazıma iyi gelmişti. Babam ise kahvesini içerken dosyasından kaldırdığı kafasıyla arada bana kaçamak bakışlar atarak kontrol ediyordu.

 

Gerçekten de bir saatin sonunda bilgisayarını ve masanın üzerinde dağınık duran dosyalarını kapayıp ayağa kalktı. Askıdaki ceketini giydiği aynı anda şefkatli bakışları beni buldu. "Haydi bakalım, gidelim. Daha sorulacak hesaplar var. " Dedi sırıtarak.

 

Evet babam asla unutkan biri değildi ve nezarethane maceramın cezasını kesmeye fazlaca gönüllüydü. Acaba hastayım, kötüyüm numarası yapsam yer miydi?

 

🍁🍁🍁

 

İki gün sonra

 

Derneğin sokağına girerken her zamanki duygularımın aksine bu defa hissettiğim şey, saf telaş ve korkuydu. İki yanımdan uzanan ağaç dallarının hışırtısı içimdeki paniği çoğaltıyordu. Güneş yeni batmıştı ve bulutlu havadan mı yoksa az sonra bizimkilerin yapacağı şeyden dolayı mı bilmiyorum, sanki her yer daha kasvetli ve iç karartıcı geliyordu gözüme.

 

Sokak boyunca duyduğum, kapanmaya yakın kepenklerin gürültüsü, esnafın iyi akşamlar minvalinde günü sonlandıran yorgun sesleri ve sabahtan yağan yağmurun izlerini taşıyan su göletlerine batıp çıkan botumun tok yankısı...hepsi beni tedirgin ediyordu. Spiritüel yanıma kulak veren kalbim bu gece kötü bir gece olacak diye fısıldıyordu kulağıma. Oldukça güçlü bir sesti bu ve beni karamsarlığa çekip duruyordu.

 

Derneğin ziline basarken, beni yukarıda bekleyen kaosu ön görebiliyordum. Sinirli ve sabırsız, vahşi tarafına yenilmiş bir grup erkek. Mantıklı yanlarını bu geceliğine rafa kaldırmaya gönüllü bir grup genç insan.

 

Anlıyordum, aynı hissi Akif'i meydanda görüp, takip ederken ben de yaşamıştım ama fiiliyata dökmek bambaşkaydı. Hukukta da öyle değil miydi? Düşünceler suçlanamaz. Suç, bu düşünceler eyleme dökülürse oluşur.

 

Aynen bunun gibi, öfkeleri, şiddete meyleden tarafları anlaşılabilir olsa da, bu gece planladıkları şeyi anlamam mümkün değildi. İtirazlarım da sonuç vermeyince meydanın intikamı, Olcay'ın olayıyla birleşip bu geceyi doğurmuştu işte.

 

Merdivenleri çıkar çıkmaz Ersin'in alaylı bakışlarıyla buluştum, bana burada ne işin var der gibi sinsice bakıyordu. Kontrole gelen kaynana misali, asayiş berkemal mi bakıp çıkacaktım.

 

"Hande burada olmaman gerektiğini biliyorsun değil mi? Çıkacağız zaten birazdan, ne işin var burada? " Hemen arkasından omuz bakışı atan Hamsi ise far görmüş tavşan gibi bakıyordu bana.

 

"Hande abla, bence sen hiç içeri girme. Yani sana uymaz! "

 

Merakım iyice cezbolurken ikisini de ittirerek içeri girdim. Yaklaşık 30 kişi derneğin bilimum yerlerine dağılmış, hararetle ülkü ocağını nasıl basacaklarını planlıyordu.

 

"Siz iflah olmazsınız, cidden. Bu kadar kişi sırf kavga etmek için mi toplandı yani? Şiddete ne kadar meraklı heriflersiniz yaa! "

 

Söylenerek gerisin geri çıkmak için çıkışa meylettim. Tabi kalabalık benden önce toparlanmaya başlamıştı bile. Açıkçası bu kadar kalabalık olacaklarını bile beklemiyordum, manzara benim için tam bir hayal kırıklığıydı.

 

Yarın okulda kopacak fırtınayı zaten hiç tahmin edemiyordum. Akif ve grubunun eli boş duracak hali yoktu, elbette bu gecenin rövanşı olacaktı. Ve bu kısır döngü, sürüp gidecekti.

 

"Haklıydınız Ersin, buraya gelmem hataydı. Gözlerimle görmem de hiç iyi olmadı, tam bir hayal kırıklığısınız. " dedim asılmış yüzümle. Bunları derken Kaan'la bakışlarımız buluştu. Kalabalığın arasından fark ettiğim kararlı elaları bana hızla döndü. Yanıma gelecekti ki, elimle dur işareti yaptım.

 

"Çıkalım, aşağıda iki minibüs bizi bekliyor. " Çağrı başkanın gür sesiyle hepsi birden kapıya yürüyünce, mutfağa geçip çıkmalarını bekledim. Savaşa gider gibi hallerini hayretle izledim, bir çoğunun gecesi ya nezarethanede ya da hastanede bitecekti ama umurlarında değildi.

 

"Hangi ülkü ocağı bu, o kadar uzak mı? "Dedim Ersin'e bakarak, kapıdan çıkmaya hazırlanıyordu.

 

"Gaziosmanpaşa, Bağlarbaşı'nda." Dedi montunu giyinirken.

 

Herkes tek tek indiğinde, kapıyı çekip çıkmak da bana kalmıştı. Etrafın dağınıklığını görmezden gelerek ışıkları söndürdüm. İçimdeki huzursuzluk gittikçe büyüyordu ve elimden de bir şey gelmiyordu.

 

Çıkmadan hemen önce boğazımın kuruduğunu hissedince ışıkları yakma gereği duymadan mutfağa geçtim, dolaptan küçük bir şişe su alıp bir kaç yudum kana kana içtim. Koridora doğru bir kaç adım atmıştım ki telefonla konuşarak içeri giren birinin sesini duydum.

 

Olcay olduğunu tahmin ettiğim ses, fısıltıya yakın bir konuşmayla koridorda geziniyordu. İçerisi karanlık olduğu için, benim burada olduğumu fark edemediğini telefonun ucundaki kişiye söylediği şeylerden anlamıştım.

 

"Ocağın arka sokağına gel, emanetleri orada ver bana. Şimdi dikkat çeker. " Sessizlik...

 

Bir kaç saniye sonra Olcay olduğunu tahmin ettiğim kişi yeniden konuşunca, daha rahat duyabilmek için iyice kapıya yanaştım. "Kelebek dedik ya oğlum. O Akif denen adamın imâları sıktı artık, ciğerini deşmeden bana rahat uyku yok.Uzatma da dediğimi yap! "

 

Duyduklarımla kanım donmuştu, tek kelimeyle olduğum yerde kala kalmış, şokla etrafıma bakınıyordum. Mutfağı aydınlatan ay ışığının gölgesinde koridordan geçip giden bedene baktım. Evet konuşan kişi kesinlikle Olcay'dı.

 

Kendi kişisel kini için birini bıçaklamak, üstelik bunu dava arkadaşlarını kullanarak yapmak nasıl bir hainlikti? Belli ki Akif'le arasında bizim bilmediğimiz bir dava vardı. Hissettiklerimde yanılmadığımı anlamıştım, Olcay belki de günlerdir bunu planlıyordu.

 

Kapının kapanma sesiyle, içime sıkıntılı bir nefes çektim. Duyduklarımla ne yapmam gerekiyordu, hiç bir fikrim yoktu. Ne olursa olsun, Akif'in yaralanmasına, belki de canına kast edilmesine asla izin veremezdim. Öğrendiğim şey aramızdaki husumetle alakasızdı, benimkisi tamamen insani bir refleksti, acele etmeli ve bir karar vermeliydim.

 

Kapıyı açıp hızla merdivenlerden indim, niyetim Kaan ve Ersin'i bulup onlara durumu anlamaktı ama malesef sokağa indiğimde beni koca bir sessizlik karşılamıştı. Ne ara hepsi birden binip gitmişti? Ne yapacağımı düşünürken, mutfakta umduğumdan fazla vakit kaybetmiştim demek ki!

 

Hemen cebimdeki telefona davrandım, bir kaç kere denediğim halde kimseye ulaşamayınca aklıma polisi aramak geldi. Ama geldiği gibi kafamdan hızla sildim bu fikri. Zira derneğin başını belaya sokmak, istediğim son şey bile değildi. Üstelik Olcay'ın planından habersiz bir çok kişi de suçlu konumuna düşebilirdi.

 

Karanlık sokakta tek başıma öylece duruyordum, kasvet mekanda değildi, benim içimdeydi. Sabahtan beri ruhumu ezen kötü hisle yüzleşiyordum şimdi. Ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu, hangi çözüme tutunsam, bizimkileri riske atıyordum.

 

Aklıma gelen fikirle gözümü karartmaya karar verdim, veznecilere koşar adım çıktığımda yoldan geçen bir taksiyi durdurdum. Babam kesin bana yine çok kızacaktı ama bu defa buna mecburdum.

 

"Gaziosmanpaşa Bağlarbaşı'na lütfen. " dedim taksiciye. "Orada bir ülkü ocağı varmış, biliyor musunuz? " diye de devam ettim, sesimdeki heyecanı ve paniği kontrol edemediğimin sadece ben farkında değildim anlaşılan zira taksici aynadan bana garip bakışlar atıyordu.

 

"Bacım, kusura bakma da bu saatte ne yapacaksın ocakta? "

 

"İşim var kardeşim, sür sen. " dedim sinirle. Ne yapacağımı ben bile bilmiyordum, sadece gitmem gerektiğini düşünmüştüm o kadar.

 

Vatan caddesine çıktığımızda içimdeki korku ve telaş artarken, bir taraftan bizimkileri aramaya devam ediyordum. Telefonlarını açık tutmayacaklarını bildiğim halde bir umut diyerek yine de deniyordum.

 

Yaklaşık on beş dakikanın sonunda kapısında ülkü ocakları yazan yere gelmiştik bile. Burada insem bizimkiler beni görür ve işler iyice karışırdı. "Bir arka sokağa bırakır mısınız beni. " dedim, taksici bana bir işler çeviriyorsun bakışları atsa da umursamadım.

 

Kafa sallayarak kontağı kapamadan gaza bastı, insanların camdan cama çekirdek çitleyip dedikodu yaptığı bir sokakta bulmuştum kendimi. Taksici kolay gelsin derken sesindeki imâyı anlamıştım, haklıydı. Bu saatte ülkü ocaklarının arka sokağında ne işim vardı?

 

Hakikaten ne işim vardı? Gelmiştim gelmesine de ne yapacaktım?

 

Ocağı gören korunaklı bir köşe bulmam gerekiyordu, bizimkilerin nerede pusuya yattıklarını bilsem işim kolay olurdu lakin, aptal gibi burada sokağı gözetlemek zorundaydım.

 

Büyük ihtimal onlar da şu an benim yaptığımı yapıyorlardı, uygun anı kollayıp içeri dalacaklardı, ki onlardan önce benim bir şekilde Akif ya da herhangi birine ulaşmam ve uyarmam gerekiyordu.

 

Kendime ve şu an burada oluşuma inanamıyordum, bizimkiler bunu öğrendiği an ne dersem diyeyim kötü görüneceğini biliyordum ama Olcay'ın planını bilip de hiçbir şey yapmadan durmam mümkün değildi.

 

Ocağı çaprazdan gören bir evin duvarına sırtımı verdim, sessizce ilerleyip gidebileceğim en yakın yere kadar adeta parmak uçlarımda yürüdüm. Kalbim deli gibi atıyordu, sakinleşmem gerekiyordu ama pozisyonum buna hiç müsait değildi.

 

Bir kaç dakika sadece ülkü ocağının girişini izledim, en azından biri sigara içmeye çıksa diye içimden dualar ediyordum ki ocağın kapısı açıldı. Beklediğim beden elinde sigarayla ağır ağır çıktı kapıdan, hemen arkasından da iki kişi daha göründü.

 

Akif'i gördüğüme hiç bu kadar sevineceğim aklıma gelmezdi ama hayat işte, sizi ummadığınız ironilerin içine atıyordu.

 

Çatık kaşları, dumanı soludukça içine göçen yanaklarını sessizce izledim. Hala tereddütlü olsam da diğerleri içeri girer girmez, dışarıda yalnız kalan Akif'e fısıltıyı geçmeyen bir tonla seslendim.

 

"Akif, şişşşşş. " Gerçekten burada durmuş, nefret ettiğim adama yardım mı edecektim? Üstelik günlerdir baskın planı yapan arkadaşlarıma -onlara göre- ihanet ederek... Kendi içimde onları büyük bir beladan kurtarıyor olduğumu bilsem de yine de kalbimde hissettiğim ağırlığın tarifi yoktu. Tüm bu düşüncelerime rağmen, pes etmedim ve Akif'e yeniden seslendim.

 

"Duysana beni yaa, off" İsyanım biraz daha güçlü çıkmış olacak ki, benim olduğum tarafa şüpheli bakışlar atmaya başlamıştı. Uzaktan dikkat çekmemesi gerekiyordu ama bunu nasıl başaracağımı bilmiyordum.

 

"Akif ben Hande, sakın bu tarafa bakma. " Sesimin duyulduğundan bile emin değildim, umarım Akif'in kulakları iyi duyuyordur duasına tutunup beklemeye başladım.

 

"Bekle orada, yanına geleceğim. " Duyduğum tok sesle içime derin bir nefes çektim. Sigara içmeye devam ediyordu ama dişlerinin arasından beni kastederek söylediği cümleyi duymuştum.

 

Ocağı izlemeyi bırakıp sokağa geri yürüdüm, teyzeler bıraktığım yerde hala dedikodu yapmaya devam ediyorlardı. Heyecandan ellerim buz kesmişti, birbirine sürterek ısıtmaya çalıştığım esnada uzun boyunun gölgesi kaldırıma düşen adam görüş alanıma girdi.

 

"Devrimci kız! " diyen sesin sahibine kafamı kaldırıp baktım. Sokağı aydınlatan lambanın ışığından seçebildiğim mavi gözleri, şüpheyle üzerimde gezindi.

 

"Burada ne aradığını sorsam!?" Sorardı elbette, hakkıydı. Hakkıydı da benim cevabım dudaklarımdan nasıl dökülecekti işte onu bilmiyordum.

 

Daha dün aramızda hakaretler, bağrışmalar havada uçuşurken şu an senin canın için buradayım demek çok garip geliyordu. Niyetim her ne kadar derneği ve bizimkileri korumak olsa da Akif'in canı bunlardan değersiz değildi.

 

"Ben buradayım çünkü... " Kıvranıyordum, karşısında aptal gibi göründüğümün farkındaydım ve bu cidden sinir bozucuydu.

 

Yüzünde oluşan tebessüm halini fark edince patlamaya hazır sinirim daha da büyüdü, gülen yüzüne iki tokat indiresim vardı ama kendimi kontrol etmem gerektiğini biliyordum, nihâyetinde buraya Akif'e nefret kusmaya gelmemiştim.

 

"Olcay ve dernektekiler bu gece size pusu kuracak." Çok yanlış bir yerden girmiştim mevzuya.

 

"Ve sen bunu bana söylüyorsun öyle mi? İyi de neden? Sakın kolye için deme! " Yüzünü buruşturmuş, aşağılar bakışlarıyla süzüyordu beni. Ne düşündüğünü tahmin etmek zor değildi.

 

"Saçmalama! Ne kolyesi, sence ben kolye için arkadaşlarımı satar mıyım? Senin canın tehlikede, ondan da önemlisi dava arkadaşlarımı koruyorum. Sonuçta sana bir şey olursa onlar için kötü olur. " Tek nefeste meramımı anlatınca rahatlamıştım, şimdi gönül ferahlığıyla evime dönebilirdim.

 

"Olcay'ın planı mı bu? " Sokaktan geçenler bir kız ve erkeğin duvar kenarında fısır fısır konuşmalarını rahatsız edici bulmuş olmalılardı ki, yanımızdan garip bakışlarla geçiyorlardı.

 

Sorusuna kafa sallamakla yetindim. Zaten gözlerini dikmiş, dikkatle beni süzen adamla daha fazla bu şekilde, sokak arasında konuşacak değildim.

 

"Ben gidiyorum." dedim arkamı dönerken. Bir taksi bulup eve dönmeliydim, birazdan ortalık karışacaktı. Bizimkilerin beni burada görmesini ve yeni bir kaos ateşinin fitilini yakmak istemiyordum.

 

"Bekle, nereye? Sana neden güveneyim ki? Ne belli asıl bunun bir tuzak olmadığı?" dedi kolumdan tutup beni durduğunda. Sinirlerim zaten gergindi bir de herife kendimi inandırmak için dil mi dökecektim? Pes artık!

 

"Akif benim sinirlerimle oynama! Seni insanlık namına uyarmaya gelmişim, üstelik arkdaşlarımın gözünde düşeceğim durumu bile hiçe saymışım. Dediğin şeyi kulağın duyuyor mu senin be?!" Yüzüme gelen saçlarımı sinirle geriye ittim, elim ayağım öfkeden titriyordu. Zaten bu herifle ne zaman karşılaşsam, bir şekilde beni deli edecek en uyuz cümleyi bulup söylüyordu.

 

" Bırak kolumu ayrıca! Dokunma bana! " Elimi ittirerek ondan bir adım uzaklaştım. Burnumdan soluyarak mavilerinin taa içine baktım, sinir bozucu bakışlarını söküp alasım vardı!

 

"Ne o, Olcay'a kalmadan sen alacaksın canımı sanırım. Bu bakışlar ne, devrimci kız!? "Alaylı gülüşünden nefret ediyordum, böyle güldükçe içimde bir şeyler fokurduyordu adeta. Vücudumdaki tüm tüyler diken diken oluyor gibi hissediyordum.

 

"Gülme! Nefret ediyorum gülmenden. Sana gelende kabahat, bıraksaydım da geberseydin. Ama işte arkadaşlarıma acıdım! "

 

"Bak sen, demek geberseydim öyle mi? O zaman kolyeni sana kim geri verecekti? " Cebine elini atıp kolyemi çıkardığında bakışlarım canım kolyeme indi. Beklemeden parmağına sarıp yeniden çevirmeye başladığında sesli bir nefes çektim içime, sabrımı sınıyordu.

 

"Mezarını açıp alırdım merak etme. Kolyeyi sana bırakmam!" Bakışlarım sokağı turlayıp yeniden mavilerine döndü. "Ocağa dön Akif, geldiğimi de kimseye deme. Arkdaşlarım bunu benden duymalı. İyiliğim karşılığında sadece bunu istiyorum senden. " dedim gitmeye meylederken.

 

Bakışlarında bu defa minnet vardı, ilk defa sinirlenmeden baktım gözlerine. "Söz devrimci kız, bu gece ikimizin arasında sır olarak kalacak." dedi kolyemi yeniden cebine atarken.

 

Bu bizim ilk sırrımızdı, bilseydim sırlarla dolu biri olduğunu, sonumuz bambaşka olabilirdi.

 

Bakışlarımı çakmak çakmak yanan mavilerinden çekip sokağa çevirdim. Daha köşeyi dönmeden, bizimkilerin bağırış sesleri doldu kulağıma. Zıpkın yemiş gibi kala kaldım, içimden onlarca şey geçerken ayaklarım adeta olduğum yere çivilenmişti.

 

---5. Bölümün sonu---

 

 

Loading...
0%