Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Kenafir Göz

@rosaarosaaaa

İyi okumalar❤

 

( 3 Sene Önce)

 

"Hande! Sofra neredeyse hazır, seni bekliyoruz kızım. " Babamın herkese karşı sert ama bana yumuşak çıkan sesiyle dakikalardır debelenip durduğum yatağımın içinden huysuzlanarak çıktım. Üzerimdeki yorganı ayağımla itip yere savururken yazın bittiğini kabullenmek istemiyordum, dünden beri anlamsız gerginliğimle evdekilerin burnundan getirdiğimin farkındaydım ama elimde değildi.

 

Okulumu, bölümümü çok seviyor olmama ve ideallerime ulaşmama bir senecik kalmış olmasına rağmen zorlanıyordum. Kitaplardan başımı kaldıramadan geçireceğim bir senem daha vardı önümde ve düşündükçe gerginliğim artıyordu. Üstelik alttan iki illet dersim de vardı, yazın bütünlemeyi savsaklayınca derdi çilesi sene içine kalmıştı.

 

"Geliyorum babacım, siz başlayın. " Başlamayacaklarını bildiğim halde kurduğum bu cümlenin alt metni; "biraz daha bekleyeceksiniz çünkü yeni uyandım. " oluyordu ama ne ben bu cümleyi kurmaktan bıkıyordum ne de ailem bensiz kahvaltıya başlıyordu.

 

Hava yeni yeni aydınlanırken penceremi açıp yazdan kalma son sıcaklığın tadını çıkardım. Zira bir kaç hafta sonra bu tatlı esintinin yerini yağmur ve sert rüzgarlar alacaktı. Pijamamdan içeri sızan ılık rüzgarla hafiften irkilir gibi olsam da aldırmadan sabahın ilk ışıklarının beni uyandırmasına izin verdim.

 

Esneye esneye odamdaki banyonun yolunu tutarken alt kattan homurtu sesleri gelmeye başlamıştı bile. Annem babama nazaran daha sabırsız ve asabi olduğundan mütevellit, azarlarımın çoğunun baş rolünde annem oluyordu. Eminim şu an söylene söylene mutfakta iş yapıyordu. Oldukça gürültülü çatal bıçak seslerinden de masayı sarsacak kadar nazik! dokunuşlarla sofrayı hazırladığı belliydi.

 

Bir işin ucundan tutmadığımdan, en azından sınavlar başlamadan biraz yardımcı olsan minvalinde bir konuşmaya hazır olmam gerektiğine dair sinyalleri beynime gönderiyordum.

 

Elimi yüzümü yıkayıp, hazırlanma işini kahvaltıdan sonraya bırakırım düşüncesiyle alt kata inen merdivenlere ilerledim. "Günaydın canım ailem" diyerek babamın yanı, annemin hemen karşısındaki yerimi aldım. İşte şimdi üç kişilik küçük ailemiz, sabah kahvaltısı ritüeline hazır ve nazırdı.

 

"Okullar başladı ya, hepten elini eteğini çekeceksin evden değil mi kızım? En azından kahvaltıyı sen hazırla Hande, bir işin ucundan tutuversen eline yapışmaz yavrum!" Çayları koyarken bakışları destek ister gibi babamın yüzünde dolaşıyordu. Gazetesini katlayarak kenara koyan babamsa, düzenli aralıklarla bu konuşmayı dinlediğinden pek aldırış ediyor gibi değildi.

 

"Annecim, durumu biliyorsun ama. Başımı derslerden kaldıramıyorum ki." Bu defa destek isteme sırası bendeydi. Uzanıp elini tuttuğum babama yavru köpek bakışları atarken nazım hem babama hem de bu yolları benden önce geçmiş olan meslektaşımaydı. "Baba söylesene ya, bu sene ceza var, icra iflas var. Ne kadar zor bu dersler. Zaten sosyal hayatım yok bir de evde iş mi yapayım! Yazık değil mi bana? "

 

İsyan dolu sözlerim biter bitmez babamın ellerini dağınık saçımda hissettim. Usulca okşayıp bir öpücük kondurdu, çayından bir yudum alarak anneme döndü. "Zümrüt, üstüne gitme kızın. Dersleri ağır, bir de alttan iki ders bıraktı sağ olsun. İşi daha da zor. " Hande destek masası olan babam, ağırlığını koyduğunda rahat bir nefes aldım. Beni bu dünyada en iyi babam anlardı zaten.

 

"Hep sen yüz veriyorsun buna Erdal. Mesleğini eline aldığında da böyle sürekli arkasını mı toplayacaksın? "

 

"Benim kızım benden daha iyi bir hukukçu olacak eminim. Gözlerinde görüyorum ben onun meslek aşkını. " Parlayan ve güven veren bakışları beni bulduğunda koluna yaslanıp, "canım babam" dedim dolu dolu.

Babamın bana olan inancı olmasaydı belki de çoktan pes etmiş ve fakülteyi bırakmış olurdum. Ne zaman dersler ağır gelse ya da işin içinden çıkamadığım bir olayla karşılaşsam, arkamda bir dağ gibi duran babamın varlığı bana güç verirdi. Onun bir saniye dâhi olsun benden elini çekmediğini bilmek, şu hayatta ki en büyük güvencemdi.

 

"Baba kız bana nispet yapar gibi geçmişsiniz karşıma şöyle. Ne vardı beni örnek alıp öğretmen olsaydın. Tutturdun savcı olacağım diye. Olan yine bana oldu baksanıza. " Ekmeğimin bittiğini fark edip önüme bir dilim daha koyarken sitemlerini de eksik etmiyordu Zümrüt hanım. Ona göre bir kadına en yakışan meslek öğretmenlikti ve benim babamın yolundan gitmem kendime yaptığım en büyük kötülüktü.

 

Artık bu sitemlere kulak asmamayı öğrenmiştim, zaten annem de ciddi olmaktan çok uzaktı. Sadece yeri geldiğinde hatırlatmayı kendine görev edinmiş gibi hissediyordu,biliyordum.

 

"Hadi hadi, bırakın çene çalmayı. Kahvaltıdan sonra hemen hazırlan seni okula ben bırakacağım. "

 

"Ciddi misin baba? Valla acayip sevindim bu habere. Otobüsü hiç çekemezdim ilk gün. " Ağzıma keyifle bir zeytin tanesi atarken, çayımdan da büyükçe bir yudum aldım. Okulun ilk günü kalabalık ve havasız bir otobüsle gitmek, istediğim son şey bile değildi. Babama biraz daha sırnaşıp anneme göz kırptım, hadi yine iyisin bakışlarına kısık bir kahkaha attım.

 

Kahvaltı ritüelimiz bittikten hemen sonra hazırlanmak için odama çıkacağım sırada babam biraz konuşmak istediğini söyleyince salonun hemen sol çaprazında kalan çalışma odasına girdik. Konuşmanın içeriğini az çok tahmin ediyordum, yine dernek faaliyetlerini çok fazla abartmamam gerektiğinden dem vuracaktı.

 

Duvarı boydan boya kütüphane olan odaya girdiğimde hep yaptığım gibi kitapları parmak ucumla yoklayarak masanın tam karşısındaki koltuğa oturdum. Bu oda bana huzuru ve daha da ötesi çekici bir gizemi çağrıştırırdı. Çocukken babam odasını karıştırmayayım diye sürekli kilitli tutardı.

 

Sebebini sorduğumda ise önemli belgelerin benim oyuncağım olmadığını söylerdi, o zaman ki çocuk aklımla babama çok kızdığımı hatırlıyorum. O saçma belgeler benden daha mı önemli kıyasına girip huysuzlandığım, sonra da babama küstüğüm anlar zihnime doluşurken gülümsememe engel olamadım. Hala bir parça o çocuğu içimde taşıdığımı çok iyi biliyordum.

 

Bu gizemli oda yasak oldukça ve babam her defasında titizlendiçe bende de aksine kurcalama ve karıştırma isteği uyandırırdı. Ne zaman ki kocaman kız oldum ve babam artık bu odaya ondan izinsiz girmeyeceğime emin oldu, o andan sonra kapıyı ve dolapları kilitlemeyi bıraktı. Bazen içimdeki o meraklı kız çocuğuna yenilir gibi olmuyor değildim ama artık müvekkil gizliliğini bilecek kadar bilinçliydim.

 

"Hande biliyorum bana yine mi diyeceksin ama, kızım senden rica ediyorum lütfen dernek işini abartma. Kendini fazla kaptırıp karakollardan toplamak istemiyorum seni. Bu sene biraz geride kal. " Daldığım anılardan babamın endişeli ve biraz da öfkeli sesiyle çıktım.

Babamla çatıştığım tek nokta işte buydu. Dernek ve faaliyetleri...

 

" Senin de dediğin gibi baba, bu sene son senem ve aksine dernek işine biraz daha ağırlık vermek istiyorum." Oturduğum koltukta rahatsızca kıpırdanırken devam ettim. " Seni gerçekten anlamıyorum. Bir zamanlar sen de bu işlerin içindeydin, neden bana engel olmaya çalışıyorsun? Yani kötü bir şey yapmıyoruz biliyorsun."

 

Bu camiada babamı tanımayan, onun nâmını duymayan bir Allah'ın kulu yoktu. Özellikle üniversite döneminde eylemlerin başını çektiği, bu yüzden de yıllarca hapis yattığı bir efsane gibi dillerde dolanırdı. Adını bir kahraman gibi ananlar bana bu öğütleri verdiğini duysalar, sanırım camiada epey bir şaşkınlık yaratırdı.

 

"Belki de o yollardan ben de geçtiğim için istemiyorumdur kızım. Geleceğini yakacaksın diye korkuyorum. Üstelik o Ersin midir nedir varya bi' arkadaşın. O çocuğu gözüm hiç tutmuyor. Bulaşma Hande bu sene, okuluna git gel."

 

Konuşmanın arkadaşlarıma kadar uzanacak olması ve gereksiz yere gerilmeye doğru gideceğimizi anlayınca oturduğum koltuktan kalkıp babamın yanına gittim. Gerginliği yüzünden okunuyordu ve ben bu halini fazla abartılı ve anlamsız buluyordum.

 

Onu üzecek bir şey yapmak istemezdim fakat dernek benim için sadece oyalandığım ya da çevre bulmak için takıldığım bir yer değildi. Aksine kendi felsefeme ve düşünce dünyama yakın olan insanlarla oturup konuşmak, yanlışa dur demek, susanlara inat sisteme karşı çıkmak için bir güçtü. Ve bu güç benim hayatımda alelade değil aksine çok önemli bir yere sahipti.

 

"Yapma baba, sana karşı gelmek istemiyorum ama bu konuda duruşum belli. Gerektiğinde nezarette de geçiririm gecelerimi ama bu yoldan dönmem. Bu hissi en iyi sen bilirsin." Daha fazla gerilmemek için babamı odada yalnız bırakıp merdivenleri acele adımlarla çıktım. Nefret ediyordum babamla karşı karşıya gelmekten ama ben de buydum işte.

 

Dernekten de davamdan da öyle kolayca vazgeçmezdim. Babamın yanında her ne kadar nazlı bir kız olsam da söz konusu ideolojim olunca dişli, tuttuğunu koparan birine dönüşebiliyordum, belki de babam bu değişimi gördüğünden, gerektiğinde nasıl yırtıcı birine dönüştüğüme şahit olduğundan endişeleniyordu.

 

Geleceğimi bir ideoloji uğruna yakacağımdan korkuyordu,ki zamanında aynı davadan hapis yatmış biri olarak bu korkusu yüzünden ona hak vermiyor değildim. Belki de babamın kötü kaderi de, kendine tıpatıp benzeyen bir kız evladı sahibi olmaktı.

 

Odama girer girmez az önce olan konuşmayı düşünmekten vazgeçip dolabıma yöneldim. İlk gün diye biraz özensem mi acaba diye düşünsem de, her zamanki gibi hangileriyle rahat edeceksem parmaklarım iradesizce onlara gitti. Kot ve gömlek benim vazgeçilmez ikili kombinimdi. Moda anlayışını ve kalıpları toptan reddetmezdim ama kölesi de olacak biri değildim.

 

Elime ilk gelen mavi kotumu ve üzerine açık pembe keten gömleğimi giyindim, saçlarımı açık bırakıp biraz şekil verdikten sonra babamı daha fazla bekletmemek için koşar adımlarla üç beş merdiven atlayarak salona indim.

 

"Acele etmeseydin yavrum, saatlerce beklerdim seni. " Babamın alaylı sesi ve hafiften çatılmış kaşlarından epey oyalandığımı fark etmiştim ama duymamazlıktan gelerek annemin yanağına öpücük kondurup hala bana kaşları çatık bakan adamdan önce kapıdan çıktım.

 

Bakırköy Beyazıt arası on beş dakikalık olan yolu babamdan dersler hakkında tavsiyeler alarak geçirdim. İyi bir avukattı, mesleğini hakkıyla yapıyordu ve en önemlisi de para hırsı olan bir adam değildi.

 

Vezneciler durağında vedalaşıp arabadan indikten sonra ana giriş kapısına doğru yürüdüm. Her defasında buranın nasıl da büyülü bir semt olduğunu unutuyordum. Sahafları, Beyazıt camisi, kapalı çarşısıyla burası İstanbul'un kaldırımları bile tarih kokan yeriydi. Her türlü isyana, anlaşmaya, ölüme ve barışa tanıklık etmiş bu meydan içimdeki isyankar ruhu açığa çıkarıyordu.

 

Mekanların ruhu olduğuna inanan biri olarak, bana göre Beyazıt meydanı tam olarak kavgayı ve isyanı çağrıştırıyordu. Her kaldırım taşında bin bir isyân ve savaş yüklüydü, kim bilir belki de bu yüzden bu üniversitenin kaderi ve isyanların başını çekmesi bu maziye dayanıyordu.

 

Zihnimde tüm bunları alıp verirken çoktan ana kapıya varmıştım, bizim çocuklarla hemen girişteki heykelin önünde buluşacaktık. En son topluca bütünleme zamanı birbirimizi görmüştük, sonra bazılarımız memleketine bazılarımız da tatil yerlerine doğru dağılmıştı. Okulun bunaltıcı sıkıcılığının içindeki tek güzel şey dostluğumuzdu.

 

"Ooo Hande hanım,erkencisin . Çok mu özledin okulu? " Ersin her zamanki alaycılığıyla elinde sigarası etrafına topladığı üç beş kızla konuşuyordu. Beni görür görmez kızlar uzaklaşırken onun bu haline hafifçe gülümsedim. Uslanmaz ve akıllanmaz bir çapkındı. Aramızdaki en dengesiz herifti ve biz onu artık bu haliyle kabullenmiştik.

 

"Babam bıraktı Ersin'cim o yüzden. Bir günlüğüne prenses hayatı yaşadım. " Yalancı bir kibirle saçlarımı savurup koluna girdim. Elindeki sigarayı söndürüp hızla çöpe attı, kokusundan nefret ettiğimi bilirdi.

 

"Kızım sen her halinle prensessin ki. Otobüs falan bozamaz havanı merak etme. " Gülümseyen kahveleri beni bulduğunda sıkıca sarıldım ona, iki aydır görüşememiştik ve herkesi olduğu gibi Ersin'i de özlemiştim. Saniye beklemeden sarılışıma karşılık verdiğinde aniden aramıza giren bir elle ayrılmak zorunda kaldık. Benim can arkadaşım Bilge küçücük boyuyla ittire ittire ortamıza girmeye çalışıyordu.

 

"Yaa off Ersin çok uzunsun, biraz çekil şöyle. " Huysuz ve ince sesi kulaklarıma dolduğunda kalbimdeki özlem kabardı ve Ersin'den ayırdığım kollarımla ufak tefek arkadaşıma sıkıca sarıldım.

 

"Bilge'm , çok özlemişim kızım seni. " Ersin'in homurtularını es geçip parmak uçlarında yükselip bana sarılmaya çalışan dostumu kollarımın arasına hapsettim.

 

"Ben de çok özledim. Her gün konuşsak da yüz yüze gibi asla olmuyor. Lanet olsun köy işlerine bee. Köyleri toptan kapatamıyor muyuz? " Buruşturduğu yüzü, gözlerinin önüne düşen bir kaç asi kıvırcık tutamı sinirle geriye iterek konuşuyordu.

 

"Geçen gün şalvarla attığın fotoyu ekran resmi yaptım. Bakıp bakıp keyifleniyorum Bilge. Pancar gibi yüz, lastik ayakkabılar falan, köy modasının öncüsü gibiydin." Ersin cebindeki telefonu çıkarıp ekranı açtığında hakikaten de Bilge'nin köy hali tam karşımızda duruyordu.

 

"Ya geri zekalı mısın sen? Değiştir şunu, okula rezil olmak istemiyorum Ersin, çabuk sil. " Ersin'in kaçırıp durduğu telefona uzanmaya çalışan Bilge, baktığım yerden hayli komik görünüyordu.

 

"Yooo, neden ki? Bence gayet orijinal ve yaratıcı bir fotoğraf. Ben bunu uzun süre ekran resmi olarak kullanırım. " Bilge'nin kısacık boyuyla Ersin'nin havaya kaldırdığı telefonu yakalamaya çalışması, sabah sabah beni ve etraftaki herkesi kahkahaya boğmuş kedi köpek gibi dalaşmalarını izlemek sabahki huysuzluğumu alıp götürmüştü. Zaten hep böyle oluyordu, dostlarım yanımdayken istesem de kederimi derinleştirip, uzatamıyordum.

 

"Bunlar yine niye dalaşıyor? Kazık kadar oldunuz şu halinize bakın. " Yanımıza kadar ne ara geldiğini anlamadığım Kaan'ın tok ve kalın sesiyle bakışlarımı, kulak tırmalayan ince sesiyle tepinip duran Bilge'nin üzerinden çekip, kaşlarını çatmış çocuğa ve her zamanki gibi ellerini bir an olsun bırakmayan Menekşe'ye çevirdim.

 

"Çifte kumrular da geldiğine göre ekip tamamdır." Menekşe sözümü bitirmemi beklemeden beni kucaklarken ben de bir taraftan Kaan'ı selamlıyordum.

 

Hepimiz biraz deli doluyduk Kaan hariç. Belki şimdiye dek yaşadığı şartlar, belki karakteri yüzünden, hayatı ve dersleri oldukça ciddiye alan, sınırlarını bilen ve mesafesini koruyan biriydi. Samimiydi, asla yanlışı olmazdı ama hep geçilmesine izin vermediği bir hududu olurdu.

 

Menekşe ile sevgili olduklarını söylediğinde hepimiz ufak çaplı bir şok yaşamıştık zira Kaan hayat meşgalesinden dem vuran, aşk meşk işlerine her zaman uzak duran biriydi. Menekşe'nin hislerini de herkes gibi seziyordu ama ümit vermek istemediğini anlıyorduk. Bir anda fikir değiştirmesi, aşk işlerine bulaşmak istemiyorum diyen çocuğun ani kararı bizi oldukça şoke etmişti.

 

"Hadi kantine girelim, ders başlamadan iki poğaça gömelim. " Ersin ve asla doymayan midesi!

 

"Bırak poğaçayı falan, sabah attığın mesajda ciddi miydin? Dönmüş mü cidden? " Kaan Ersin'in omuzuna attığı koluyla ondan uzun olan esmer çocuğu kendine çektiğinde söylediği şeylere istemsizce kulak kabarttım.

 

"Sabah erkenden bizim küçük hamsi varya o aradı. Dün gece ülkü ocaklarında acayip bir kalabalık vardı dedi. Meğer reisleri okula geri dönmüş. Gelir gelmez derneği toplamış falan. "

 

Ersin'in kimi kastettiğini anlamaya çalışıyordum ama hafızamı yokladığımda gözümün önüne hiçbir yüz gelmiyordu. Reis olarak bildiğim tek Mahmut salağı vardı. Onun da işi gücü bizim yolumuza taş koymaktan ibaretti, ülkücülük anlayışı böyle de kıt bir herifti.

 

"Oğlum ne güzel son sene borumuzu öttürecektik, bu herif manyağın tekiydi. Hayatta rahat bırakmaz bizi. " Kaan'ın bile sesi endişeli çıkıyorsa bahsettikleri herifin dişli biri olduğunu anlamak zor değildi. Dayanamayıp Menekşe'nin kolundan çıkarak yanlarına doğru ilerledim, bizden bir kaç adım ilerde yürüyorlardı.

 

"Kimden bahsediyorsunuz siz bakalım? Kim dönmüş okula? " Şüpheli bakışlarımı üzerlerinde ağır ağır dolaştırdım, ikisi de oldukça gergin görünüyordu.

 

"Akif vardı hatırlıyor musun? İlk senemizde okulu dondurmuştu. " Kaan gözlerimin içine hatırlayıp hatırlamadığımı sorgular gibi baktığında hafızamı yeniden yokladım ama yok, Akif diye biri zihnimde ufacık bile bir yer edinmemişti.

 

"Dördüncü sınıftan mıydı, bizim fakülteden mi? "

 

"Evet kızım ya, kumral kenafir gözlü bir çocuk işte. Ayı gibi de cüssesi vardı it herifin. Bizimkiler yılmıştı o şerefsizden." Ersin hınç dolu cümlelerini ardı ardına sıralarken ben de hala en ufak bir görüntü yoktu.

 

"Ya nereden hatırlasın kız, ben de hatırlamıyorum. En fazla bir kaç ay kaldı okulda, sonra dondurup ortadan kayboldu. Siz doğrudan muhatap olduğunuz için aklınızda kalmış. " Menekşe haklıydı, zira Ersin'in tarif ettiği kişi demek ki dikkatimi çekecek kadar okulda bulunmamıştı.

 

"Ben hatırlıyorum. Yakışıklı çocuktu oradan aklımda kalmış. " Bilge gülerek konuşmaya ortadan dalınca, hepimizin bakışları hızla ona döndü. Alakasız irtibatlar kurmaya bayılan arkadaşımız yine konuya en boş yerden dalıvermişti.

 

"Kızım bak benim ayarımı bozma! Elin iti köpeği hakkında öyle şeyler deme! "

 

"Ne var ya, konuya başka bir boyuttan bakayım dedim. Yalan da değil hem, yakışıklı. Tek kusuru ülkücü olması işte!"

 

"Bilge bizim derdimiz bu mu şimdi? Başka boyutunu kendine sakla. " Kaan'ın sert ve hafiften öfkeli çıkan sesiyle Bilge küçük bir kız çocuğu gibi usul usul bana yanaşıp koluma girdi. Çıplak tenini çimdikleyip kulağına eğildim. "Kızım sussana, ikisi de çok sinirli. Şakanın zamanımı Allah aşkına! "

 

Menekşe de söylenerek diğer koluna girince Bilge'yi ortamıza alıp önden önden hızlıca kantine doğru adımladık. "Ersin'in çapkınlığı bulaşıcı mı yoksa Bilge? Ülkücü biri hakkında da bunları demezsin arkadaşım yani. O kadar mı yoklukta kaldın? " Menekşe hızlı adımlarla Bilge'yi kantine sokarken, bir taraftan da arkadan gelen ve hala sinirle konuşmaya devam eden Kaan ve Ersin'i yokluyordu.

 

Bu kadar kin besleyecek kadar ne yaşadıklarını merak etmeye başlamıştım, geçen üç senede ufak çaplı tartışmalar, kavgalar yaşasak da ülkücüleri çok da kâle aldığımız söylenemezdi.

 

Üstelik reis falan ne demekti? 80'lerden kalma jargonları hala kullanıyor olmaları ve birbirlerine abi çekmeleri falan çok acınasıydı. Kimse kimseden üstün değildi ve hiyerarşik düzenin en klişesini yaşayan bu kafalarla aynı havayı solumak bile eziyetti. Bunlar yetmezmiş gibi adam bir de hukukçuydu, bu zihniyete sahip insanlara emanet edilen adaletten ne medet umulurdu ki!

 

Kantindeki kalabalığa yüzümü buruşturup şöyle bir baktığımda hepsi de tanıdık yüzlerdi. İlk günden okula gelenlerin çoğu elbette ki hukuk fakültesi öğrencileriydi zira bizim için ilk gün ya da son gün ayrımı olmazdı. Hocalar ilk dakikadan son dakikaya kadar dersleri ciddiyetle işlerdi. Dolayısıyla kantini dolduran kalabalığın büyük çoğunluğunun hukukçu olması şaşırtıcı değildi.

 

"Siz geçin oturun, biz bir şeyler alıp gelelim. " Kaan Ersin'i önüne çekip kasaya doğru yürürken biz de çoktan kızlarla sanki aylarca her anımızı birbirimize anlatmamışız gibi muhabbete girmiştik.

 

Dakikalar sonra kantindeki uğultu adeta bıçak gibi kesildiğinde istemsizce bakışlarımız herkesin gözünü dikip baktığı yere doğru kaydı.

 

Uzun boylu oldukça yapılı kumral bir beden, hemen yanında üç kişiyle beraber kantine ağır ağır giriyordu. Anında bir aydınlanma yaşar gibi duraksadım, yoksa bu ağır abi kılıklı herif reis diye bahsedilen Akif miydi?

 

"Off cidden yakışıklı abi, yalan mı söyleyeyim. " Bilge'nin saf, aptal aşık kızlar gibi iç çekişini umursamadan gözlerimi hızla kantin girişinden çekmek üzereydim ki, saniyelik bir zaman diliminde Akif denen herifle bakışlarımız kesişti. Çatık kaşları, kızarmış mavileriyle anlık buluşmam içimde anlamsız bir huzursuzluk yarattı, yüzümü buruşturup hızla önüme döndüm. Zira aynı havayı solumaktan bile imtina edeceğim biriyle, yanlışlıkla da olsa göz göze gelmek istediğim son şey bile değildi.

 

------Birinci Bölümün Sonu------

 

 

Loading...
0%