Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Mapushane Türküsü

@rosaarosaaaa

Cem Karaca; Kerkük Zindanı.

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın,iyi okumalar ❤

 

Birilerinin gelip gelmediğini anlamak için arkama saniyelik bir bakış attığım anda aniden kolumdan tutularak hemen sağımda kalan karanlık sokağa çekildim. Telaşlı bakışlarım önce ağzımı kapatan ele, sonra da yüzümde dolaşan mavi gözlere kaydı.

 

Bir binanın arka duvarına yaslanmış sırtımın acısı bıçak gibi tenimi kestiğinde, kısık bir inilti koptu boğazımdan.

 

Elleri hala dudaklarımın üzerindeydi, tutuşundan kurtulmak için kafamı sağa sola sertçe salladım. "Bırak beni! " Desem de boğuk çıkan sesimden ne dediğim muhtemelen anlaşılmıyordu. Zaten önemi de yoktu, Akif denen herif, bakışlarımın deliliğinden söyleyemediğim şeyleri de anlamış olmalıydı.

 

"Sen o küçük aklınla beni mi takip ediyorsun?" dedi, sinirle alıp verdiği sesli soluklar yüzümü yalayıp geçiyordu.

 

Sert ve kalın sesi kulağıma dolduğunda zaten beynimi çatlatacak kadar yükselmiş öfkem, iki katına çıktı ve ağzıma kapattığı eline var gücümle dişlerimi geçirdim. "Ulaaaan! " diye haykırdı fakat sesini kısık tutma çabasından dolayı yüzü kıpkırmızı olmuştu. Zira polisler hala sokaktaydı ve enselenmek ikimizin de istemediği şeydi.

 

"Kafayı mı yedin sen? Ne halt ediyorsun? Boyuna posuna bakmadan bana kafamı tutuyorsun devrimci kız!? " Güya alayla söylediği hitapla sırıtırken göz bebeklerine içimdeki tüm hınçla baktım. Boyu ve cüssesi benim iki katım olmasa, bana küçümser gözlerle bakan bu herifi hastanelik edene kadar döverdim ama malesef karşımdaki herif, parmak uçlarımın üzerine kalksam bile yetişemeyeceğim kadar uzun biriydi.

 

Belki biber gazından, belki de benim gibi öfkeden kızarmış halde olan mavilerini yüzümde uzun uzun gezdirmesinden rahatsız hissederek, kendi ve duvar arasında sıkıştırdığı bedenimi, şaşkınlığından yararlanıp bir adım geriye çektim.

 

"Bir daha bana dokunursan!" dedim dişlerimi sıkarak," kasıklarına öyle bir tekme yersin ki,seni kısır bırakırım! " Ağzımdan çıkan şeyin garipliği bile umrumda değildi. Bedenim öfkeden, ellerim de hıncını alamamanın verdiği hırsla yanıyordu âdeta.

 

Tehdit ettiğim cümlenin saçmalığıyla, avucundaki diş izinden kafasını kaldırarak bana baktı. Gülüyor muydu o? Utanmadan bir de benimle dalga mı geçiyordu şerefsiz!

 

Aklımdan az önce meydandaki sahneler hızla geçtiğinde bu herifi neden takip ettiğim geldi aklıma. Yüzündeki meymenetsiz gülümsemeye bakıp yüzümü buruşturdum, gülmek bir insanda bu kadar mı berbat dururdu?! "Ne gülüp duruyorsun, Allah'ın kurdu! Utanmanı geçtim sen de şeref ve haysiyette yok belli ki!" dedim bağırarak. Öfkem gözüme öyle kalın bir perde indirmişti ki, polislerin sokaktan çıktığını görmesem de sanırım yine bağırmaya devam ederdim.

 

Sadece ay ışığının aydınlattığı sokakta, yağmur altında yalnız ikimiz vardık ve bu durumda bile korkmak yerine hala gözlerini inatla yüzümden çekmeyen herife posta koymaya çalışıyordum. Bu korkusuzluk, kanımda dolaşan cesaret hissinden mi kaynaklıydı yoksa karşımdaki herifin bana bir şey yapmayacağını anladığımdan mıydı emin değildim.

 

İri cüssesiyle üzerime yürüdüğünde, kafamı dikleştirip ben de ona doğru bir adım attım, beni böyle korkutabileceğini sanıyorsa çok yanılıyordu." Kızım hayırdır sen sabah yürek falan mı yedin? Şerefsiz falan, doğru konuş! Haddini bil yoksa kız olduğuna bakmam bizzat ben seve seve bildirim! "

 

"Sen ancak elinde bayrakla, ağzında küfürle milletin emeğine çökersin! Reismiş! Senin her yerin reis olsa ne yazar? Bir de utanmadan sivillerin olduğu yerde silah sıkıyorsunuz? Şerefsiz değil de nesiniz?" Lafı ağzına tıkarak, devam etmesine izin vermeden içimde tuttuğum ne varsa yüzüne haykırıyordum. Masum insanların üzerine silah sıkmak ne demekti? Hangi şerefi ve haysiyeti olan insan bunu yapabilirdi? Vatan, millet lafını ağzından düşürmeyen insanların gerçek yüzü buydu işte!

 

"Ulan ne silahı? Benim gurubumdan kimse sivile silah sıkmaz! O kansızlar sizin devrimci kılıklı itlerdendi. Siz iyi bilirsiniz çünkü adam öldürmeyi, insan avlamayı!"

 

Söylediği hiçbir şeye inanmıyordum, yapmadıkları şey değildi ki insanlara ateş etmek. Bellerinde silahla gezmek onlar gibi magandalar için övünç aracıydı zira. İnanmadığımı gözlerimden rahatça okuyabilsin diye onu taklit ederek ben de gözlerimi gözlerine kilitledim.

 

Karanlık sokakta, üstüm başım çamur içinde, gazdan dolayı yarı açık yarı kapalı gözlerimle durmuş bu vicdansız herifle ne yapıyordum? Öfkeden kaybolan mantığım yavaş yavaş yerine gelirken aynı anda sırtımdaki acı da kendini hissettirdi.

 

"Üstüme yürüyüp durma, çekil önümden! Sen böyle anca kendiniz gibi korkak, sağa sola saldıran kuduz köpekleri korkutursun! Senin havlaman beni korkutmaz!" Konuştukça büyüyen göz bebekleri bile içimdeki kini kusmaya engel değildi. "Git yanında gezdirdiğin salyalı heriflere dayılan sen, reisliğin bana sökmez! " diye devam ettim hıncımı almak ister gibi. Ama ne söylersem söyleyeyim bugünün hayal kırıklığına çare olmuyordu. Günlerin emeği, bu şehir eşkiyaları yüzünden hiç olmuştu ve ben bunu kolay kolay sindiremeyecektim.

 

Yağmur yeniden hızını arttırken, üzerimdeki her şey sırılsıklam ve çamurdu. İçimi ansızın saran üşüme hissiyle çenemin kasılmasına ve titremesine engel olamıyordum. Yağmurluğuma rağmen, saçlarımdan seri halinde akan damlaların yanağıma, oradan da çeneme doğru aktığını hissediyordum. Karşımdaki herifin de benden farklı bir yanı yoktu.

 

Gök üzerimize suyunu boca ederken karanlık bir sokak arasında söz dalaşına devam ediyorduk. Ve bu tartışmanın bir sonu da yoktu, kazananı kaybedeni olmadığı gibi. Ne o bir adım geri gidiyordu ne de ben!

 

"Bak yaz buraya devrimci bozuntusu, and olsun,seni bu söylediğin her kelime için pişman edeceğim. Gelip özür dileyek misin, silahı sıkanın bizden olmadığını kanıtladığımda? Var mı sen de o yürek?" Mavi gözleri çakmak çakmak yanıyordu adeta, üstüme geldikçe sırtım duvara daha çok yapışıyordu.

 

Kaçacak yerim kalmayınca titreyen ellerime aldırmadan göğsünden sertçe ittirdim ama bir milim dahi koca bedeni yerinden kıpırdamamıştı. Bu hareketimden sonra iki yanında duran elleri hızla havaya kalktı, yiyeceğim dayağı anlayıp gözlerimi kapamıştım ki kulağımın hemen yanında hissetiğim esinti ve gürültüyle irkildim. Sinirden gözleri alev alev yanan herifin kalkan yumruğu, bana değil de hemen yanımdaki duvara inmişti.

 

"Dua et kadınsın, yoksa bu yumruk yemin olsun suratına inmişti. " Parçalanmış derisinden akan kanlar, yağmurla karışıp kaldırıma damlarken istemsizce bakışlarım hala yumruk halinde duran ellerine kaydı. Acıdığına dair yüzünde en ufak bir belirti yoktu, belli ki kalbi gibi hisleri de buz tutmuştu bu adamın.

 

"Hayret, halbuki ben bir kadına da vurabileceğini düşünüyordum. Şükür ki o kadar medeniyet kalmış içinde. " Yüzümü buruşturarak suratına baktım. Gözlerini gökyüzüne çevirmiş sabır dileniyor gibi görünüyordu.

 

"Ulan beni açıktan dakikalarca takip ettin, az kalsın senin yüzünden enseleniyordum. Bir de gelmiş bana hakaretler edip saçma sapan konuşuyorsun. Bela mısın kızım sen!? Yürü işine, başımı derde sokma benim! " Durmaksızın kan damlayan ellerini hiçbir şey olmamış gibi cebine soktuğunda söylediklerine göz devirdim. Sanki ortalığı karıştıran ve meydanı savaş alanına çeviren kendisi ve yandaş arkadaşları değil de bendim.

 

"Belayım evet, sen bundan sonra belayı gör asıl. Bugünkü o yürüyüş keşke olsaydı dedirteceğim sana!"

 

"Yapma ya devrimci kız! Harbi mi, çok korktum bak şimdi. Ne yapsak, bu korkuyla gece de uyuyamam." Kahkakası sokakta yankılandığında sinirden adeta kuduruyordum, artık çenemin titreme sebebi ıslanmış olmam değil de öfkedendi.

 

"Sıfata bak, meymenetsiz! Gülmek ancak bir insanda bu kadar iğrenç durabilir! " Sözlerimden sonra aniden kesilen kahkahasıyla az önce açtığı mesafeyi hızla kapadı,kanlı elleri usulca cebinden çıktı. Duvara inen yumruğun bu defa sahiden de yüzüme geleceğini hissediyordum ki sokağın başından bağırarak gelen Kaan girdi görüş açıma. Hemen arkasında da Ersin'i görebiliyordum fakat Kaan öyle bir hızla ve can havliyle yanımıza ulaşmıştı ki, ne ara Akif'in yakasından tutup benden uzaklaştırdığını, yumruklaşmaya başladıklarını anlamamıştım bile.

 

"Ulan şerefsiz herif, sen ne hakla ona yanaşırsın ulan!" Kaan gözü dönmüş bir halde yumruklarını ardı ardına Akif denen herife doğru sallıyordu, kimisi boşa düşse de bir çoğunun hedefine ulaştığını, yerde yatan herifin kanlanan yüzünden anlıyordum. Ersin'de aralarına girdiğinde Akif bir anda düştüğü yerden kalkıp ikisine ayrı köşelere savurdu. Boyu ikisinden de uzundu ve Kaan değil ama Ersin cüsse olarak Akif'den epey küçüktü.

 

"Şerefsiz sizsiniz lan! Sokak sokak beni takip eden senin devrimci kıza sor bakalım, kim kime yanaşmış! " Bakışları bana değdiğinde, Kaan çenesinden tuttuğu gibi sol yanağına sert bir yumruk geçirdi. "Bakışların bile değmeyecek ulan ona! Herkes bitti kadınlara mı geldi sıra, ahlaksız herifler!"

 

Sözler çoktan bitmiş yumruklar ve tekmeler konuşuyordu şimdi. Gözümün önünde üç erkek ölesiye kavgaya tutuşmuştu. Gök yarılıyor, yağmur olanca hızıyla yağıyor ve karanlık küfür ve inleme sesleriyle bölünüyordu. Vahşice bir manzara vardı önümde ve ben şok olmuş bir şekilde ne yapacağımı bilemeden sadece yapmayın diye bağırıyordum. Hırsıma yenilip Akif şerefsizini asla takip etmemeliydim, pişmanlıkla yanan kalbimin acısı göz yaşı olarak yanaklarımdan süzülürken, yağmurla karışan damlaları benden başka kimse göremiyordu.

 

Dakikalar sonra kırmızı mavi ışıklar karanlığı böldüğü aynı esnada, siren sesi de sessizliği yarıyordu. İlk defa polislerin bizi bulmuş olmasına sevindim, hatta o kadar ki koşarak ekip otosunun yanına vardım, polisleri hızlı olmaları için kollarından tutarak çekiştirdim.

 

"Ayrılın! Ayrılın yoksa ateş ederim! " Polislerden genç olanı belindeki silaha ulaşmadan Ersin ve Kaan Akif'ten biraz uzaklaştılar. Üçü de berbat görünüyordu. Kaan'ın ve Ersin'in elleri parçalanmış, yaralarından akan kanlar, su göletlerine karışıyordu. Akif'in ise hala hırsla sıktığı yumrukları kalkmaya hazır halde iki yanında duruyordu.

 

Acıyla ve pişmanlıkla karışık ruh halimle, ıslanmış ve artık yağmurdan hafifçe izleri kalmış çamurlu bedenim tir tir titriyordu. Saatlerdir yağmur altındaydım ve bedenimden ziyade ruhum yorgun düşmüş gibiydi. Elimi kolumu kaldıracak halde hissetmiyordum kendimi.

 

"Alın dördünü de! " Polisler etrafımızı sarar sarmaz ekip minibüsüne karga tulumba bindirildik. Ön koltukta Ersin ve Kaan hemen arka çaprazlarında ben oturuyordum. Akif ise en arka koltuğa oturtulmuştu. Öfkeli ve yorgun bakışları beni bulduğunda yüzümü ekşittim.

 

"Hande arkana bakma! Çek lan sen de gözlerini kızdan, oyarım gözlerini! " Hemen önümüzdeki polis yerinden kalkıp kızgın dostumun yanına gittiğinde sert bir uyarıyla Kaan'ı susturdu."Kodese girmeden sizin aklınız başınıza gelmeyecek belli ki. İki gece kalın nezarette, hem de arkadaş olursunuz. " Polisin yarı sinirli, yarı alaylı sözleriyle Kaan ve Ersin iyice delirirken, Akif 'in öfkeli homurtuları kulağıma geliyordu.

 

"İyi misin? " Ersin kısık sesle bana döndü, aynı anda Kaan'ın bakışları da üzerimde gezindi. "Ahh Hande ahhh, şu haline bir bak!" Sinirle mi üzüntüyle mi bilemediğim sözlerini söylerken benim de bakışlarım parçalanan ve kanlanan ellerinde gezindi. "Siz kendi halinize bakın, benim yüzümden elleriniz parçalanmış. " Gözlerim yeniden dolarken, daha fazla onlara bakıp vicdan yapmak yerine, camımdan akıp giden yolları izlemeye karar verdim.

 

"Tek başına kalkıştığın şeyin ne kadar tehlikeli olduğunu biliyor musun Hande? " Ersin'in dişlerinin arasından söylediği şeyleri elbette biliyordum ama öfkem mantığımı devre dışı bırakmıştı ve bu, başıma sıklıkla gelen bir durum değildi. Mantığıyla hareket eden biri olarak kendimi bile şaşırtmış, Akif denen herif yüzünden arkadaşlarımın da başını belaya sokmuştum.

 

"Tamam Ersin, kendi aramızda konuşuruz sonra." Kaan sokaktaki haline nazaran biraz daha sakinlemiş görünüyordu, onu ilk defa tamamen şirazeden çıkmış halde görmüştüm. Akif'i öldürecek kadar delirmiş gibiydi. O anlar aklıma geldikçe ruhumu bir sıkıntı kapladı, sızlayan kalbimle camdan bakmaya devam ettim.

 

Yol boyunca Kaan hasta olacağıma dair bir şeyler gevelese de aldırmadım. Yaklaşık on dakikalık yolculuk sonunda Fatih karakoluna gelmiştik. Karga tulumba bindirdikleri gibi aynı şekilde de minübüsten çıkartılarak doğrudan nezaretlerin olduğu kata indirildik.

 

Üçünü dalga geçer gibi aynı yere koyarken beni de hemen karşılarında ki nezarete aldılar. "Hande babanı arattır, bu halde hasta olacaksın. Yağmurluğa rağmen kuru tek bir yerin kalmamış, haydi. " Kaan'ın her şeye rağmen beni düşünen sözleriyle iyice kendimi mahçup hissediyordum.

 

Eninde sonunda babam zaten haber alacaktı ama bunu ne kadar geciktirirsem o kadar iyi olacağını düşünüyordum, babam bu halimi görünce kesinlikle beni uzun süre affetmeyecekti.

 

"Haydi devrimci kız, bak çocuk sana endişesinden verem olacak burada. " Akif'in alaylı sesiyle üçümüz de öfkeyle ona döndük. Ersin saniye beklemeden yakasına yapışınca, Kaan oturduğu banktan kalkıp ikisinin arasına girdi.

 

"Ayrılın lan, uslu durun! Bir kez daha gürültü patırtı duyarsam, sorguya gerek kalmadan bir hafta tutulursunuz burada! " Çatık kaşlı, elinde jopla nezaretin önüne kadar gelen yaşlı memur, cüssesine nazaran çıkan gür sesiyle göz dağı verdiğinde, telaşlı gözlerle Kaan ve Ersin'e baktım. Dudaklarımı oynatarak, "yapmayın" dedim, vücudumdaki tüm güç çekilmiş gibiydi.

 

Yüzleri gözleri şişmiş ve kızarmış, elleri parçalanmış olduğu halde, hala kavga peşindeydiler. Ersin zaten tanıdığımız Ersin'di, deli dolu ve sinirine hâkim olamayan biriydi. Beni asıl şaşırtan ve şok eden Kaan'dı, her durumda sakinliğini koruyan çocuk, bu gece kendini kaybetmiş gibiydi.

 

"Memur bey, sizi uyarıyorum. Bu gecenin sonunda buradan ya ben, ya da onlar ölmüş olarak çıkar. Bizi ayrı nezaretlere alın, ya da salın. " Sinirden elleri titreyen Akif'in öfkeden kızarmış mavileri, kah polis memurunun üzerinde, kah Ersin ve Kaan'ın üzerinde geziniyordu. Kendini tuttuğu, kastığı çenesinden, boynunda çatlayacak gibi duran damarlarından belliydi. Bu haliyle çok korkutucu görünüyordu.

 

"Oldu paşam, başka emrin var mı? Herife bak, bir de akıl veriyor. Kavga yok ve aynı nezarette sabahlayacaksınız. Komiserin emri böyle. " Memur koridorun sonundaki masasının başına doğru ağır adımlarla yürüdü, koridordaki diğer nezaretler boştu. İsteseler ayrı ayrı yerlere koyabilecekken inadına üçünü aynı demir parmaklıklar ardına tıkmışlardı.

 

"Bugün yaptığınız şerefsizliği ödeteceğiz size, yalvara yalvara hem de! Fakültede size bundan sonra nefes aldırırsam ben de Ersin değilim ulan! " Ersin sessizce ama bağırır gibi konuşuyordu. Sabaha daha çok vardı ve birbirlerini boğazlamalarını izleyecekmişim gibi hissediyordum ve ister istemez panikle küçücük yerde sağa sola yürüyüp duruyordum.

 

"Ersin, bulaşma ne olur? Bak çıkınca hallederiz olur mu? Ama şimdi sakin ol biraz lütfen. " Yalvarır gibi çıkan sesime engel olamadım, hissettiğim vicdan azabı beni yiyip bitiyordu.

 

"Ben bu herifle aynı havayı solurken nasıl sakin olayım Hande, Allah aşkına! Öldürmediğime dua etsin! "

 

"Sen mi öldüreceksin beni? İki sıkımlık canın var oğlum? Artistliğin kime? " Akif zemine oturmuş, kan lekelerinin kuruduğu ellerini parmaklıklara geçirmiş, alayla sırıtıyordu. Ersin'in zaafını anlamış ve sinirden köpürüp duran çocuğu bilerek kışkırtıyordu.

 

"Kes! Sesin çıkmasın artık! Biliyorum canın dayak çekiyor ama az daha sabret. Çıkınca kaldığımız yerden devam ederiz. " Bu defa ona cevap veren Kaan'dı. Ela gözlerini Akif'in çakmak çakmak yanan mavilerine dikmiş hınçla bakıyordu.

 

"Oğlum sizi fakültede bu saatten sonra kimse benden koruyamaz. Ensenizde olacağım. Devrimci kız benden özür dileyene kadar peşinizdeyim. " Bakışları saniyelik bana döndüğünde, vücudumdan anlık bir elektirik akımı geçti. Titreyen vücudumu sıcaklık basarken, bunun öfkeden olduğunu biliyordum.

 

"Bugün o meydana öyle dayılanarak girdin ya, bak o anı unutma tamam mı? Burnunu sürte sürte o anları size ödeteceğiz. " Karşılıklı sessizce birbirlerini tehdit etmelerini sığındığım köşeden tedirginlikle izliyordum. Akif denen bu herife hiç bulaşmamalıydım ama pişmanlığımın bu saatten sonra hiçbir anlamı yoktu.

 

Oturduğu zeminden ağır ağır kalkıp nezarethanedeki banka oturan Akif, bu günün mimarıydı. Hem yürüyüşü, hem de gecemizi mahvetmişti ve hayatın ironisi gibi bir de ezeli düşmanlar aynı nezarette kapalı kalmışlardı.

 

Kulağıma dolan mırıltıyla aniden bakışlarım karşımda bir şeyler mırıldanan herife döndü. Hiçbir şey umrunda değilmiş gibi gözlerini kapamış, diline de bir türkü dolamış söylüyordu. "Sus lan, senin karga sesini mi dinleyeceğiz? " Ersin ayağını hafifçe Akif'in ayakabbısının ucuna vurarak öfkesini kusarken, Akif sadece gülüyordu.

 

"Mapus damına düşmüşüz, iki satır söylemek adettendir. " Eğleniyordu, hiç utanmadan bu durumla dalga geçecek kadar pervasız bir herifti.

 

"Senin derdin ne ya!? Rahat dursana, ne olsun istiyorsun? " Kendimi ancak bu kadar geri çekebilmiştim. Kaan ve Ersin bana bulaşma bakışları atarken devam ettim. " Kışkırtmaya çalışıyorsun belli ki, yetmedi mi bugün yaptıkların? "

 

Söylediği türküyü yarıda kesip tüm vücuduyla bana doğru döndü. "Yetmedi devrimci kız! Yetmez de, daha bu günler senin, sizin iyi günleriniz. " Sözü biter bitmez yeniden türküsünü kaldığı yerden mırıldanırken, tanıdık sözlere gitti ansızın aklım.

 

"Kerkük'ün zindanına attılar beni.

Mazlumlar sürüsüne kattılar beni

Ne suçum ne günahım yaktılar beni, yaktılar beni... "

 

Mırıldanarak söylediği türküye aynı anda parmaklıklara vurduğu yüzüğüyle ritim tutmaya başladığında içimde garip bir his belirdi. İstemsizce göz kapaklarım ağırlaştı ve kalbim saatlerdir muhtaç olduğu dinginliğe ermiş gibiydi.

 

Akif türküyü mırıldanmaya ve ritim tutmaya devam ettikçe ben o sakinliğe daha çok çekiliyor gibiydim. Kafamı usulca demir parmaklıklara dayadım, yağmurluğuma daha çok sarıldım ve öylece sadece türküyü dinledim. Sanki söyleyen kanlı bıçaklı olduğum adam değil de sesiyle huzur bulduğum tanıdık biriydi. Bir anda atmosfer bambaşka bir hal alınca kendimi bulunduğum ruh halinden sıyırıp, dinlenmiş hissettim.

 

Kaan ve Ersin'in de sesi çıkmayınca onların da itiraz etmeye hallerinin kalmadığını anlıyordum.

Mırıltı kesilince gözlerimi ağır ağır açtım. Akif mavilerini dikmiş beni izliyordu, önce afallasam da kendimi toplarlayıp ne bakıyorsun dedim dudaklarımı oynatarak.

 

Tam ağzını açıp bana karşılık vereceği esnada koridorun başında bize doğru yürüyen tanıdık bir silüet gördüm. Babam kaşlarını çatmış, sinirle yeri deler gibi yürüyordu.

 

"Hande! " dedi, sesinde ne sinir ne de hayal kırıklığı vardı. Sadece endişe ve korku seziliyordu tonlamasında. "Kızım, yavrum bu ne hal? "

 

Polis memuru kapımın kilidini açar açmaz sıkıca babama sarıldım. Belki üşüdüğümden, belki de Akif denen sinir bozucu herifin söylediği türküden, ufacık bir çocuk duygusallığına girdim. Babam saçlarımı okşayarak sarılmama karşılık verdi. "Al şunları hemen giyin, ben de komiserle konuşup durumu öğreneceğim. " Elime kuru kıyafetleri tutuşturduğunda kadın polis eşliğinde nezarethaneden çıktım. "Nereden haber aldım baba? " diye sordum mahçup bir sesle.

 

"Burada irtibatlı olduğum bir tanıdık vardı, ondan öğrendim. Konuşacağız Hande her şeyi, şimdi benden haber bekle." Arkasını dönüp giderken, içime koca bir kaya oturmuş gibiydi, boğazımda ve tenimde hissettiğim yanma, hasta olacağımdan mıydı yoksa babamdan işiteceğim azarın korkusundan mıydı emin değildim.

 

Ersin ve Kaan'ın beni izlediğini fark edince onlara döndüm. İkisi de babamın gelişiyle rahatlamış görünüyordu. "Oyalanma Hande, hadi giyin." Kaan'ı onaylar gibi kafa sallayıp polis memurunun gösterdiği kabinlerde üzerimi değiştirmek için koridorun hemen sağında duran odaya alındım.

 

"Bekliyorum seni, giyin çık! " Sert ve hissiz ses tonunun sâhibi memura tamam diyerek içeri girdim. Saatler sonra kuru giyeceklerin sıcaklığıyla vücudumun aniden mayıştığını hissediyordum. Üzerime giyindiğim kalın hırkaya sarınıp kabinden çıktım, çantaya ıslak eşyalarımı tıkıştırarak kontrol edilmesi için memura teslim ettim.

 

Kendimi biraz daha rahat ve sıcak hissediyordum şimdi, an azından saatlerdir süren titremem dinmişti, koridorun sonundaki nezaret daha çekilebilir geldi gözüme.

 

"Daha iyi misin? " Demir kapı kilitlenmeden önce Ersin'in sorusuna, "iyiyim "diye cevap verdim. Sesimin kısılmaya başladığını yanan boğazımdan fark edebiliyordum. Muhtemelen hasta olacaktım ve ayrıca bunun için de babamdan ve annemden iyi bir fırça yiyecektim.

 

" Baban kurtarır seni şimdi, hep böyle olmaz mı zaten. " Akif oturduğu banktan bana bakmadan konuştuğunda, durumun dışarıdan nasıl göründüğü gerçeğini yüzüme vuruyordu ama bilmediği bir şey vardı, babam asla şöhretini kullanıp beni buradan çıkarmazdı. Haksız olduğuma inanıyorsa, adalete boyun eğmeyi bilirdi.

 

"Ne biliyorsun, ne tanıyorsun da konuşuyorsun ulan sen? Ağzını açıp konuşmaya hakkın yok senin, kes sesini! "

 

"Kaan mısın nesin? Beni ayar etme daha fazla. Sırf seni burada canın çıkana kadar dövebilmek için kendimi yakarım haberin olsun! "

 

"Yak ulan yak bakalım, nasıl yakıyorsun? " Tansiyon yeniden yükselmeye başlayınca babamın sert sesi koridorda yankılandı. İki üç adımla üçünün bulunduğu demir kapının önüne geldi. Bana arkası dönük olduğundan bakışlarını göremiyordum fakat tahmin etmek zor değildi. Özellikle Kaan gibi sakin ve iradeli birinden bu tarz bir kavga-dövüş olayını beklemediğini biliyordum.

 

"Komiserle konuştum. İkiniz için yapacağım bir şey yok. Bu gece buradasınız. Halinize bakılırsa hak etmişsiniz. " Sesinin tonu daha önce çok sık duymadığım bir tondaydı. Ellerini cebine koyuşunu ve sırtının gerilişini saniye saniye izledim. "Meydandaki olayı araştırmaya başlamışlar, birazdan her birinizi sorguya alacaklar. Bildiğiniz her şeyi anlatın." Bir kaç saniye sonra kafasını solunda duran ve ayağa kalkmaya tenezzül etmeyen çocuğa çevirdiğini gördüm. "Akif'di değil mi? " dedi babam nazikçe.

 

Akif umursamaz pozisyonunu bozmadan, bakışlarını dakikalardır yaptığı gibi koridorun soluk mavi duvarlarında gezdirmeye devam etti.

 

"Sabıka kaydın yokmuş senin de. Muhtemelen sorgudan sonra salınırsın. " Cevap beklemeden bana döndüğünde Kaan ve Ersin dağılmış yüzleri ve minnet dolu bakışlarıyla mahçup bir şekilde babama teşekkür ettiler.

 

"Sizden yardım istediğimi hatırlamıyorum. Benim adıma size konuşma hakkını kim verdi avukat bey? " Akif'in gür sesi nezarethanenin duvarlarında yankılanıp adeta kulaklarıma çarptı.

 

Babam bana doğru attığı adımı geri aldı ve Akif'e gülümseyerek döndü. " Delikanlı! "dedi gergince. " Sana yardım etmedim, ben sadece elçi görevi gördüm. Ne derler bilirsin, elçiye zeval olmaz. " Biliyordum, babam Akif için de komiserle konuşmuştu. Ama bunu, nefretten gözü dönmüş adama makul bir şekilde anlatmanın zaman kaybı olduğunu babam da görüyordu.

 

"Elçi olarak bile en ufak bir yardımınız dokunmasın bana, bunu kendime hakaret sayarım. " Akif parmaklıklara tutunmuş, gözlerinde anlamsız bir nefretle ve hınçla bakıyordu babama. Mavileri bana da, aynı nezarette kilitli kaldığı dostlarıma da nefretle bakmıştı ama bu derece kin ve hınçla asla değildi.

 

Babam yüzündeki gülümsemesini silmeden Akif'e kafa salladı ve hiçbir şey demeden bana döndü, bakışları şefkatle parlıyordu şimdi. Belki biraz da öfke ve hayâl kırıklığı vardı orada. "Gelelim sana Hande! " Dedi, sesindeki endişe fark edilmeyecek gibi değildi. Demir parmaklıklara değen ellerimi aralık kalan yerlerden tuttu. Hafifçe okşayıp, yeniden gözlerime baktı. "Birazdan sorguya gireceksin, ve sonrasında serbestsin. Ama asıl sorgunun evde yapılacağını bil. "

 

Yere koyduğu çantasına uzanıp, biraz geriye çekilerek, her birimize teker teker göz gezdirdi. "İşlemler için yukarıda olacağım. Çıkışta görüşürüz. " Gidişini izlerken, evde başıma gelecekler gözlerimin önünden an be an bir film şeridi gibi geçti, acaba ben de bu gece nezarette mi kalsaydım diye düşünmeden edemedim, en azından evdeki sorguyu biraz daha geciktirebilirdim.

 

------3.Bölümün Sonu-----

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%