Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Tanıtım

@rosaarosaaaa

Merhabalar, ilk kurgum olan Kör Nokta'ya hoşgeldin. Umarım beğenir ve bu yolculukta finali görene dek bana eşlik edersin.

 

Âdet olduğu üzere, okumaya başladığın tarihi yazarsan çok sevinirim.

 

Takip edip, oy vermeni ve yorumlarınla destek olmanı çok isterim. İyi okumalar ❤

 

Kitapta geçen kişilerin ve kurumların gerçeklerle ilişkisi yoktur. Tamamen hayal üründür.

 

Uyarı: Kitabı sağ sol çatışması üzerine kurmuş olsam da her fikre aynı mesafede kalmaya özen göstererek kurguladım. Bu kitapta hiçbir fikri ve ideolojiyi desteklemek veya yermek gibi bir amaç gütmedim. Zaten kitabı okumaya devam ettikçe bunu anlayacaksınız. Hepinizi öpüyorum 😘

 

 

(Gelecekten Kesit)

 

Duvardaki saat gece ikiyi gösterirken, hüzünle karışık telaşlı bakışlarım kapının hemen yanında, 26 yıllık hayatımı sığdırdığım küçük sırt çantamı buldu. Ruhum daralıyordu, birazdan sarı bir taksi gelecek ve beni kimine göre özgürlük, kimine göre hayaller diyarı bana göre ise ayrılığın adı olan havalimanına götürecekti. İşler yolunda giderse –ki gitmesi için aylardır hazırlık yapıyordum-bu gece ülkemde geçirdiğim son gece olacaktı. Salonun bahçeye bakan büyük penceresinden karanlık gecedeki tek ışık kaynağına baktım, ay bu gece her zamankinden daha parlak görünüyordu bana, ya da belki de memleketimin aydınlık gökyüzünün bana minik bir vedasıydı parlayan hilal.

 

İçimde garip bir soğukluk ve üşüme hissediyordum, bunaltıcı yaz sıcaklığına rağmen elim ayağım buz gibiydi. İnsanoğlu ruhtan ibaretti, bunu şimdi daha iyi anlıyordum. Dışarıdaki havanın sıcak ya da soğuk olması fark etmiyordu, kalbin ve ruhun üşüyorsa, bulunduğun ortamla ruhen irtibatın kesilmişse beden işlevini yitiriyordu sanki. İçsel bir yörüngeye giriyordu insan ve ateşler içinde yakılsan da ruhun üşüyorsa bedenin de üşüyordu. Tıpkı şu an benim tüm bedenimin karlar altındaymışcasına titriyor oluşu gibi.

 

Bahçe kapısına yanaşan sarı aracı fark ettiğim an üşümem artarken bakışlarımı son kez aylardır kaldığım evde gezdirdim. Yaklaşık üç aydır bu evde saklanıyordum, bir kaç saat sonra esaretim bitecek, bambaşka bir ülkede özgür olacaktım. Aylardır kafamı pencereden bile çıkaramadığım, temiz havayı yalnızca açık camlardan soluduğum bu şehirden bir daha ne zaman döneceğimi bilmeden çekip gidiyor olmanın arefesinde, kalbim göğsümü yarıp çıkacak gibiydi şimdi. İstanbul milyonlarca insana ev sahipliği yapıp kucak açarken sanırım bir tek ben fazlalıktım bu şehre, bir tek ben esirdim korkularıma ya da bir tek ben kötüydüm.

 

Geride bıraktıklarım ayağıma bir pranga gibi dolanırken ve kalbimdeki hüzün bir kaya gibi ağırlık yaparken bir kaç adım ötemdeki kapıya doğru ilerleyip yürümek çok zordu. Yalnız başıma gidecektim bu şehirden birazdan... Geride ailemi, sevdiklerimi, dostlarımı ve... Ve onu bırakıp gidecektim. Dakikalardır oynayıp durduğumu şu an fark ettiğim alyansıma içim titreyerek baktım. Şimdiye dek bir kere dâhi çıkarmaya kıyamadığım yüzüğüme giden ellerim zangır zangır titriyordu.

 

Vedalar hep zordu, başlangıçlar hep ağırdı ama böylesi... Böylesi kasvetli, korkulu, karanlık ve soluk kesiciydi.

 

Gitme kararını aldığımda nasıl keskin ve kararlıysam, yeniden o ruh haline bürünmeye zorladım kendimi ve titreyen parmaklarıma aldırmadan alyansıma uzandım. Bir çırpıda çıkarttığım metalle artık bir bağım kalmamıştı, ama beden irtibatından önce keşke kalp irtibatını kesme imkanı olabilseydi. Ruhumun bir parçası gibi olan yüzüğü hemen önümde duran sehpaya bırakırken, büyük bir parçamı da bu evde bırakıyordum sanki. Eşyalarla hiçbir zaman bağ kuran, fazlaca anlamlar yükleyen biri olmamıştım ama şimdi küçük bir metal parçası bana tüm kararlarımı sorgulatacak kadar anılarla ve hislerle yüklüydü.

 

Kapının yanında benden daha garip duran sırt çantama eğildim, son kez evin içinde dolandı kederli bakışlarım. Veda etmek için küçük bir kafa selamı verdim boş salona ve boğazıma kadar gelen ağlama hissimi bastırıp kilidi açtım.

 

Asansörü beklemeden merdivenlere yöneldi ayaklarım, gitmeye hevesli olduklarından değil de acıdan ve kederden kaçmaya hevesli olduğundandı aceleleri.

 

Beni bekleyen ve sıkıldığı yüzünden açıkça belli olan taksiciye iyi geceler dileyerek arka koltuğa oturdum. Aracın camından izlediğim yollar süratle akıp gittikçe az önceki hüzünlü ve kederli halimin yerini daha gerçekçi duygular almaya başladı, bu duygular içinde en baskın olanı ve beni son üç-dört aydır esareti altına alan korku hissi yeniden kafasını uzatıp bana derinlerden selam çakıyordu.

 

Korku bir kıymık gibi beynimin, kalbimin içindeydi ama bu duygu öyle illet bir histi ki alışmanıza imkan vermiyordu. Her an bir yerden sizi enseleyecek bir polis ya da adım adım her yaptığınızdan haberi olan birileri varmış gibi sürekli tedirgin ve her daim diken üstünde yaşamak artık hayatınızın bir parçası oluyordu. Ve tüm bu alıştığınızı sandığınız hayata her gün yeni bir korku daha ekleniyordu ve siz dünkü korkuları bile hiç edecek yeni bir travmatik korkuyla yüz yüze geliyordunuz. Kaçıp saklanmak korkuyu daha çok besliyordu, son aylarda en çok fark ettiğim gerçek bu olmuştu.

 

Ve bu gece, bu takside havalimanına doğru hızla giderken benim düne göre yepyeni bir korkum vardı artık. Sahte kimlikle yakalanıp, yurt dışı çıkışımın bir hüsranla hatta daha da vahimi hapisle sonuçlanmasıydı. Ve bu korkum ne bir kuruntu ne de korkakça hissettiğim bir vehim değildi, an itibariyle elle tutulur gözle görülür bir suç daha işliyordum ben.

 

Cüzdanımdaki sahte kimliği yeniden kontrol ederken, parmaklarım usulca Melike isminde dolaştı, bir günlüğüne Hande değil de Melike'ydim artık. İç geçirerek fotoğraftaki kadının dikkat çeken tek yönü olan gözlerine, bir haftadır her gece yaptığım gibi uzun uzun baktım. Belki de belli bir süre bakarsam ona benzerdim kim bilir. Belki çehresini ezber edersem, polis baktığında aynı kişiler olmadığımızı anlamazdı. Çocukça düşüncelerime içten acı bir gülümseme gönderdim ve sırt çantamın fermuarını sıkıca kapadım.

 

Havalimanı girişinde araçları kontrol eden polislerin bizi de durdurup durdurmayacağını anlamaya çalışırken bakışlarım aynadan taksiciyi buldu. Tedirgin olduğumu belli etmek istemesem de kaçamak hâlim belki de titreyen ayaklarım beni ele vermişti, şoför koltuğundaki yaşlı adam kararlı gözlerini bana diktiğinde öylece aynadan gözlerine bakıyordum. "Rutin kontrol, tedirgin olmayın. " Dedi polislerin hemen önüne arabayı çekerken. Kapıyı açıp çıktığında derince bir soluk çektim ciğerlerime, aldığım hava bana yetmiyor gibiydi, sanki korkum tüm oksijenimi soluyan bir canavardı.

 

Bir kaç dakika sürmeden ehliyetini cüzdanına koyup babacan tavırla taksiye yerleşen adam yine aynadan ona bakan gözlerimi buldu. "Demiştim, rutin kontrol. " Kontağı çalıştırıp iç hatlar yazan tabelaya doğru sağa kıran direksiyon hareketini boş gözlerle takip ettim, nihayet ineceğim kapının önüne vardığımızda, ücretini sağ olun diyerek uzattım.

 

Beni İstanbul'dan tahmin edemediğim yıllar boyunca uzaklaştıracak kapıya doğru yürürken son defa yedi tepeli memleketin havasını soludum. Her gün şikayet ettiğim bu şehirden ayrılmak kalbimi ezer gibi hissettiriyordu, ruhumda kalan son acıyı öksürerek atmak ister gibi boğazımı temizledim ve kalabalık, gürültülü iç hatlar kapısından girdim.

 

Beynimin içindeki uğultular, korkular ve telaşlar var olan baş ağrımın üstüne şiddetle eklendiğinde gecenin bu vakti bile asla bitmeyen bir sirkülasyonu olan havalimanının gürültülü kalabalığından bunalarak kendimi gözümün ilk gördüğü lavabolardan birine attım. Elimi yüzümü yıkasam belki biraz daha normal görünebilirdim ya da daha az panik!

 

Boydan boya ayna olan tuvalet girişinde gördüğüm kendimle sarsılır gibi oldum, iki gündür alışmaya çalıştığım yeni görüntüme yine hazırlıksız yakalanmıştım. Kuzguni siyah saçlarımı kızıla boyattığım günden beri aynaya bakmaya çekinir olmuştum. Hele de gözümdeki mavi lensler sanki yabancıya bakıyormuş hissi uyandırıyordu bende. Yakışmamıştı. Gerçi konumuz bu değildi, kimlikteki kadına benzesem yeterdi. Kızıl saçlarımı suyla biraz ıslatıp geriye yatırdım, bir zamanlar belime kadar gelen saçlarımın şu an kulak hizamda bitiyor olması bile ruh halimi düşürüyordu. Her geçen dakika karamsarlığa gömüldüğümü hissederken, sırtımdaki çantaya sıkıca sarılıp lavabodan çıktım. Dirayetli olmalıydım, madem bir seçim yapmıştım, bu seçimin her bedelini şikayet etmeden ödeyecektim.

 

Uçuş kapısının önünde çoktan sıraya girmiş aceleci insanların arasına karıştığımda kimlik kontrolü bölümünde içimden bildiğim tüm duaları okumaya çoktan başlamıştım. Elimde sıkıca tuttuğum sahte kimliğim ve acınası şekilde bilmediğim bir kadına benzemeye çalıştığım görüntümle sıranın bana gelmesini bekliyordum.

 

Sırtımdaki çanta gittikçe ağırlaşıyordu ya da ayaklarım beni bir adım ileriye taşıma gücünden yoksundu. Zira sıra ilerledikçe nefesim göğüs kafesimde sıkıldıkça sıkılıyor gibiydi.

 

Önemdeki adam kimliğini üstün körü gösterip geçerken sanki acelem varmış gibi ben de tanımadığım ama bana istemeden bir yol gösteren yabancı gibi yaparak, önce çantamı banda koydum sonra da aceleyle kimliği ucundan gösterip ilerledim. Havalimanına girdiğimden beri beni rahatsız eden kalabalık ve gürültü işe yaramış olacak ki polis elimde eğreti tuttuğum kimliğime bakmadan beni X-Ray’den geçirdi. Sırt çantamı banttan nasıl aldığımı sonrasında nefesimi tutarak nasıl uçağa bindiğimi hatırlamıyordum bile.

 

Stresten ve korkudan kendimi numaralı koltuğuma attığımda tuttuğum nefesi ancak verebilmiştim. Nihayet beni bu korku ülkesinden kurtarıp, öyle ya da böyle özgür bir ülkeye taşıyacak olan yatın bulunduğu şehre, yani Bodrum uçağına binmiştim artık.

 

Bir saat yirmi dakika sonra Bodrum semalarında süzülen uçağımız kulağıma özgürlüğün şarkılarını fısıldamaya başlamıştı. Mantıklı tarafım özgür olacaksın Hande, çoğu gitti azı kaldı derken kalbim ise sevdiklerinden ayrılıyorsun kim bilir onları bir daha ne zaman göreceksin hüznüyle atıyordu.

 

Son aylarda mecburi bir yalnızlığa alışmış zihnimle zor da olsa kalabalığa karışıp yolcu çıkış kapısına yürürken buldum kendimi, Bodrum cehennem sıcağında yanıyordu ve ben yine üşüyordum.

 

Etrafımdaki insanlar birileriyle sarılıp kavuşuyordu ya da tatilciler yüzünde güller açarak bavullarını sıkıca tutmuş Bodrum'a varmış olmanın heyecanıyla doluydu. Tüm bunların ortasında bir tek ben korku ve tedirginlik içinde sağıma soluma yabancı gibi bakınıyordum.

 

Taksiye binip haftalardır ayarlanması için paralar ve diller döktüğüm yatın kalkış yerine ulaşmak için tanımadığım biriyle buluşmam gerekiyordu. Bodrum'a ilk kez geliyordum ve etrafımdaki kalabalığın aksine Bodrum bana sadece korku ve hüznü çağrıştırıyordu.

 

Sırt çantamı elime aldım ve çıkış kapısının önünde bekleyen taksilerden birine attım kendimi. Buluşma yerinin adresini şoföre söylerken saatler sonra camdan görünen sahilin hemen karşısında olacağım düşüncesiyle kendime teselli veriyordum, bitti diyordum içimden. Bitti Hande, akşama varmadan Kos adasında olacaksın.

 

Bodrum'un bilmediğim bir caddesinde taksiden indiğimde tam anlamıyla sudan çıkmış bir balık gibi hissediyordum. Şaşkın ve tedirgin halim eminim ki kilometrelerce uzaktan fark ediliyordu, herhangi birinin dikkatini çekmeden bir an önce buluşacağım adamla gitmek ve artık uykusuz ve korkulu halimin son bulmasını istiyordum. İçimde hiç bitmeyecek bir ikilem vardı, bir tarafım ölümüne gitmek isterken, diğer tarafım ayrılığın kesif kokusuyla burnumun direğini sızlatıyordu.

 

Çok geçmeden gölgesine sığındığım büyük bir ağacın önünde mavi bir Jeep durdu, camlarını açıp güneş gözlüğünü indiren adam üstten bir bakışla beni süzdü. "Hande sen misin? " Dedi yarım ağız.

 

"Evet, siz? Siz o musunuz? " Dedim tedirgince. Adını bile bilmiyordum, sadece yazıştığım biriydi ve ben hangi cesaretle belki de korkuyla demeliyim bu bilinmezliğe güvenip yollara düşmüştüm bilmiyordum. "Atla." dedi kapıyı açarken. Hiç düşünmeden arka koltuğa attım kendimi. Adam beni alıp götürse hiçbir şey yapamazdım ve öyle çaresizdim ki bunu bile bile kurbanlık bir koyun gibi gıcırdayan deri koltuklara gömülüp kendimi bir aptal gibi hissetmekten başka bir şey yapamıyordum.

 

On beş dakikalık yeni bir yolculuktan sonra nihayet sahile gelmiştik, yol boyu tek bir kelimelik dahi konuşma geçmemişti aramızda. Kapıyı açıp inecekken kalın ve sert bir sesle bana doğru döndü, bakışlarını güneş gözlüğü gizliyordu. "Yat az ilerde, jet skiyle şimdi oraya gideceğiz. Ondan sonrasında ben yokum, kaptana emanetsin."

 

Kafamı olumlu anlamda sallayıp kenarda bizi bekleyen jet skiye bindik, açıkta görünen demir atmış yata vardığımızda kaptan güvertede durmuş beni bekliyordu. "Gel bakalım son kaçak" dedi tebessümle. Adamın rahatlığı bana da sirayet etmiş gibi günlerden sonra ilk defa dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Belki de üzerimde artık son düzlüğe çıkmış olmanın rahatlığı vardı.

 

Yatta benim dışımda bir kaç kişinin daha olduğunu sonradan fark etmiştim ama tanışma gereği duymadan boş bulduğum bir koltuğa oturdum. Hepimizin gözlerinde tedirginlik ve korku hakimdi, diğer yolculara bakarken aynaya bakıyor gibiydim. Eminim benim gözlerimde de bu korku ve panik hali rahatça görülüyordu.

 

"Şimdiii, kaçaklar. Biraz beni dinleyin bakalım! " Kaptan yine aynı umursamaz ve alaylı bir edayla tam karşımızdaki koltuğa geçip oturdu. "Yaklaşık iki saat sonra Kos adasında olacağız. Tedirgin olmayın, normalden uzun sürmesinin sebebi var, bana güvenin. "

 

Güvenmiyordum, nasıl güvenebilirdim ki? O bir kaçakçıydı. Üzerinde pahalı markaların kıyafetlerini giyiyor olması ya da rahat ve umursamaz tavırları içimdeki korku ve telaş halini azaltmıyordu. Aklımdan geçen bu düşünceleri elbette sesli söyleme gafletine düşmeden herkes gibi kaptanı onayladım.

 

Aşağı kattaki kamaralardan birine geçip iki saat ama bana göre iki yıl süren bekleme işkencesine hazırdım artık. Küçük bir camı olan odadan dalgaları ve denizi izlerken hayatım bir film şeridi gibi geçti gözümün önünden. İster istemez alyansın boşluğunda ortaya çıkan ize kaydı bakışlarım. Soluk, beyaz bir iz vardı şimdi geriye kalan. Sevdiğim adamdan kilometrelerce uzağa giderken, her şeye rağmen onu hala düşündüğüm ve aşk ile bağlı hissettiğim için kendime kızıyordum. Benden sakladığı ve yaptığı şeyler için onu affetmeyecektim ama bu gerçekler kalbimde kök salmış hisleri söküp atmaya yeterli gelmiyordu. Birbirimizi delice bir aşkla sevdiğimizi sanarken aslında her şeyin koca bir yalan olduğunu öğrenmekle bile geçmeyen hislerim bu vedayla da bitmeyecekti biliyordum ama bir çaresini elbette bulacaktım. Onu ve yalanlarını unutacağım ve geride bırakacağım günler gelecekti emindim.

 

Düşüncelerimin bataklığına epeyce dalmıştım ki aniden kapı açılma sesiyle irkildim. Kaptan yine aynı alaylı ve umursamaz gülüşüyle tam karşımda duruyordu. "Kos yolcusu kalmasın, seyahatimiz bitmiştir."

 

------Tanıtımın Sonu------

 

**Kos Adası, Yunanistan sınırları içinde bir adadır.

 

 

Loading...
0%