Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bir Kabusa Uyanmak

@rosaarosaaaa

Merhabalar... Yepyeni bir kurguyla karşınızdayım. 🎊🎉

 

Kadir ve Asya'nın hikâyesi, klasik bir mahalle kurgusu olmasının yanında, psikolojik bir kitap da olacak. O yüzden diğer mahalle kurgularından ayrılıyor. Karakterlerin kişisel gelişimini ve bununla birlikte büyüyen bir aşkı da ele alacağım.

Lütfen devam etmem için oy ve yorumlarla desteğinizi gösterin. Öpüyorum sizi ve ilk bölümle baş başa bırakıyorum.

 

 

 

"Prosedürü biliyorsun ama yeniden hatırlatmak zorundayım. Anestezi alacaksın ve hemen sonrasında beynine 20 saniyelik bir elektro şok dalgası vereceğiz. Uyandığında bir müddet kendinde olmayacaksın. Geçen sefer olduğu gibi geçici hafıza kaybı yaşama olasılığın yüksek. Tüm bunlara hazır mısın Asya?"

 

Hazır mıydım? Kendimi her defasında bu sorunun cevabıyla cebelleşiyorken buluyordum. Tam iki senedir tüm bu iğnelere, ilaçlara ve terapilere bir umut daha iyi olacağım umuduyla tutunuyordum. Nankör olmak istemezdim, buraya geldiğimden beri çok yol kat etmiştim ama yeterli olup olmadığına asla emin değildim. Ben hala intihara meyilli, iştah ve kaygı bozukluğu yaşayan ağır bir hastaydım.

 

Temkinli gözlerle benden bir işaret bekleyen Levent hocaya baktım ve hazırım anlamında kafamı salladım. Konuşmak bana göre değildi, ben daha çok zihnimin içinde kurduğum karanlıkta yaşardım. Benim dünyam, hastalıklı düşüncelerimden ibaretti ve bu dünyada iyi, güzel ve aydınlık şeylere geçit yoktu. Benim cezam da işte buydu.

 

Anestezi uzmanı yattığım yatağa doğru adımlarken bakışlarım elindeki iğneye takıldı. Bir kaç saniye sonra kendimden geçecek, vücudumun, başımın iki yanından verilen elektrik şokuna verdiği tepkiyi sadece uyandıktan sonra hissedecektim. Bu, bir tür sara nöbeti geçirmek gibiydi, daha doğrusu Levent hocanın bana anlattığı şekliyle, beynime gönderilen elektrik dalgaları sayesinde kısa süreliğine sara nöbeti geçiriyordum. Vücudum kasılıyor, tüm bedenim ve zihnim bu şoka anormal tepkiler veriyordu. Uyandığımda ise kısa süreli hafıza kaybı yaşıyor, bir kaç gün boyunca kendimde olmuyordum.

 

Aslına bakılırsa korkunç bir tecrübeydi ama Erenköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesine yatmaya başladığımdan bu yana - ki bu bir yıl yapıyordu- beni biraz olsun iyileştiren şey, bu terapilerdi. Aylardır ilaç kullanıyordum, yüzlerce tedaviye maruz kalmıştım fakat hiçbiri işe yaramamıştı. Hala güne mutsuz, iştahsız ve yaşamaya devam etmenin mantıksızlığı fikriyle uyanıyordum.

 

Ailemi kaybettiğim o geceden sonra dünya kapkaranlık bir kara delik gibiydi ve her yeni gün beni o deliğin en derinine çekiyordu. Kurtulmak için ne gücüm vardı, ne de istediğim. Keşke ben de onlarla birlikte ölseydim diye düşünmediğim tek bir saniye yoktu. Sanki ecel hepimiz için gelmişti de beni unutup gitmiş gibi hissediyordum. Aslına bakılırsa ben iki yıl, üç gün, 37 saat önce ölmeliydim, belki de bu olmadığı için böyle perişandım. Cesedim vardı ve dünyada fiziki bir yer kaplıyordu ama ruhum... Ruhum ise o gece kardeşimi, babamı ve annemi kanlar içinde gördüğüm an ölmüştü. Ben bugün sadece onların yasını tutan bir cesetten ibarettim. Varlığım kimse için, en önemlisi de benim için hiçbir şey ifade etmiyordu.

 

Tüm bu tedavilerin işe yaramasını gerçekten istediğimden bile emin değildim, bu, gecikmiş ölümüm beni bulana dek ödemem gereken bir bedeldi. Böyle düşündüğüm için Levent hocadan epey bir fırça yiyecek olsam bile bu fikir bir mıh gibi zihnimin en kılcalına dek işlemişti. Gecikmiş bir ölümün yaşayan cesedi... Asya Dalkıran...

 

Tüm bu karanlık düşüncelerimin üzerine damarlarıma enjekte edilen sıvıyla göz kapaklarım ağırlaşırken, etrafımda konuşan tüm sesler birer uğultuya dönüştü. Yavaş yavaş sakinledim, zihnimin en karanlık yerleri uykuya daldı ve ben uyanana kadar kendimi tüm dünyaya kapattım...

 

***

 

"Asya'm çay demlenmiştir kızım, bardakları annen tezgâha koymuştu, getir de içelim."

 

"Tamam baba." Hava kararmaya yüz tutmuş, Mayıs ayı ben buradayım der gibi soğuğa yakın ılık esintisini hissettiriyordu. İkindi çayı bizim evin vazgeçilmeziydi, daha doğrusu babamın. Nilüfer hatun da senelerdir yemekten önce gereksiz olduğunu düşünse bile kocasına ayak uyduruyordu.

 

Annemin bin bir emekle ektiği güllerin hemen yanına kurduğu masada omuz omuza vermişler konuşurlarken, onları mutfak penceresinden izlemek, içimde hiç geçmeyecek bir huzurun esintisini hissetmek gibiydi. Tek bir battaniyenin altına girmiş ve birbirine âşık oldukları her hallerinden belli ebeveynlere sahip olmak, dünyadaki cennetti çünkü aşk çocuğu olduğuna emin olmak, her insanın ihtiyaç duyduğu var olma sebebiydi.

 

"Abla!!! Kurabiye pişti mi?" Ve bu cenneti elbette cehenneme çeviren bir erkek kardeş olmalıydı değil mi? Arda! Benim sınavım, büyümüşte küçülmüş, burnunu her şeye sokan baş belası!

 

"Bağırmasana! Duyuyorum Arda seni, sakin ol biraz!"

 

"Bağırmıyorum, bu benim ses tonum ablacım. Alış artık ben ergen yakışıklı, kalın sesli bir erkeğim!"

 

Hah! Benim huysuz ve baş belası kardeşim, artık kendini kızlara adamaya karar vermiş, delifişek çapkın olma yolunda ilerliyordu. Ne yalan söyleyeyim keskin çene hattını babamdan, çimen yeşili sıcacık bakışlara sahip gözlerini de annemden almıştı. Kusursuz birleşim...

 

"Ergen olduğun konusunda sana acayip derecede katılıyorum Arda. Sesini kalınlaştırarak kızları tavlayacağını düşünen zavallı ergen kardeşim benim. Oy oyyy." Nefret ettiğini bildiğim için yanaklarını kızartana kadar sıktım. Elimden kurtulmaya çalışması eğlenceliydi.

 

"Abla bırak! Valla çok fena olacak haa! Anneeee!"

 

"Ne oldu ergen Arda? Anasının kuzusu mu oldun şimdi de he?" Sırıtarak yanaklarını bıraktım. Tüm bu has erkek tavırlarının altında tam bir ana kuzusu yattığını bilmek, onunla dalga geçmek için iyi bir nedendi.

 

"Ceren'e sor bakalım, ana kuzusu muyum yoksa değil miyim? Anlatsın sana nasıl bir erkek olduğumu."

 

"Hangi Ceren? Sakın bana Nur ablanın Ceren'i deme! Kafanı kırarım Arda senin. Terbiyesiz çocuk, o kıza yaklaşma."

 

"Aşığım kızım ben ona. O da bana. Sevenlerin arasına girme abla, işine bak!" Tezgâhtaki kurabiyelerden birini bütünüyle ağzına sokarken sırıtışını izledim, elimde kalacaktı aptal ergen!

 

" Sen kafayı mı yedin? Semih abi senin bacaklarını kırar, tabi babam ondan önce işini bitirmezse! Kızın gözü sen de bile değil, canına mı susadın salak!" Semih abi mahallenin belalı tiplerinden biriydi ve kızına yaklaşan herkesi acımadan dayaktan geçirirdi. Ailecek tutucuydular, bunun dışında Ceren asla bizim Arda'ya bakacak bir kız da değildi. Nerede bir serseri, it kopuk var, Ceren onunla takılırdı. Her ne kadar Arda kendini öyle sansa da bad boy olamayacak kadar sevecen bir çocuktu. Onun tüm cakası, kibri banaydı.

 

"Riski severiz biz, sen düşünme bunları." Dolaptan çıkardığı tabağa, tepsideki kurabiyeleri yarısını koyup merdivenlerden çıkarken arkasından sinirle baktım. Benim aklı noksan kardeşim, başına bela alıyordu ama farkında değildi.

 

"Babama söyleyeceğim seni!" diye bağırdım arkasından. Utanmadan bana orta parmak çekerek ağzına yeniden kurabiye tıktı. Ceren sevdasına çakma Bad boy olacaktı başımıza! Söylenerek çayları koydum ve bahçeye, annemlerin yanına adımladım.

 

Az önce mutfakta geçen konuşma hiç yaşanmamış gibi tepsiyi uzattım. Elbette kardeşimi ispiyonlayacak değildim.

"Buyurunuz sayın ebeveynlerim, tavşankanı çaylar ayağınıza geldi." Tepsiyi masaya koydum, bardakları ve bir tabak sıcak kurabiyeyi de önlerine ittim.

 

"Sen git dersini çalış Asya, oyalanma daha fazla." Annem ve bezdiren disiplini! Keşke biraz da ben de olsaydı dedirtecek kadar sorumluluklarına bağlı bir kadındı. Babama göre daha katı ve hayatı ciddiye alan biriydi. İçinde bulunduğu hayatı kaybetmekten korkar bir hali olduğunu düşünürdüm hep, biraz fazla endişeli ve tedirgindi. Sanki biri çıkıp gelecek ve elindekileri alacak gibi sıkı sıkıya ailesine ve bu eve bağlıydı. Yüzündeki tebessüm hep eksikti. Ya da bana öyle geliyordu.

 

"Sınava çok az kaldı anne, artık biraz kafa dağıtmak istiyorum." İkinci senemdi ve annem üniversite için benden daha hevesliydi. Deneme sonuçlarım iyiydi ve görünen, istediğim üniversitede veterinerlik okuyabileceğimdi.

 

"Annen haklı Asya, yüzdün yüzdün kuyruğuna geldin. Salınacak zaman değil. Sınavdan sonra otururur gecelerce muhabbet ederiz kızım. Şimdi odana haydi."

 

"Azcık otursam sizinle, valla kafam şişti artık. Acıyın bana ne olur." Yalvaran köpek bakışlarımı anneme diktim, zira biliyordum ki annem tamam derse babam çoktan kabul ederdi. Bizim evde işler annem üzerine kuruluydu, babam son sözü söylediğini sanardı ama asıl karar hep annemden çıkardı. Sert bakışlarına maruz kaldığım Nilüfer hatun, önce kaşlarını çattı sonra kıstığı keskin yeşillerini yüzümde şüpheyle dolaştırdı. "Eh tamam, bu seferlik böyle olsun. Ama cıvıma sakın Asya, o üniversite bu sene kazanılacak. Benim yapamadığımı kızım yapacak."

 

Annem geçmişinden hiç bahsetmezdi, bu yaşıma kadar ne anneannem, ne de dedemle tanışmışlığım vardı. Aslına bakılırsa anne tarafımla daha önce tanışmayı bırakın, aramızda bu konuyla ilgili en ufak bir konuşma bile geçmemişti. Konusunu birkaç kez açmaya çalışma hamlelerim ise annemin keskin bakışları, sert ve öfkeli sözleriyle engellenmişti. Belli ki ailesi kırmızıçizgisiydi ve bu yüzden yıllardır merakım azalmak yerine artıyordu.

 

Babam da ise durumlar daha farklıydı. Anne ve babasını biz doğmadan çok önce kaybetmişti, iki halam vardı ve ikisiyle nadir de olsa görüşürdük. Yurt dışında yaşadıklarını, dört kuzenim olduğunu ve Türkiye'ye gelmediklerini biliyordum. Kuzenlerimle, görüntülü aramalarda selamlaşmak dışında hiçbir yakınlığımız ve iletişimimiz yoktu. Kısacası biz, dört kişilik çekirdek bir aileydik ve açıkçası bu beni mutsuz etmiyordu. Kalabalık ailelere özendiğimi söyleyemezdim, belki de bu tamamen anne ve babamın bizi sevgiye ve şefkate doyurmalarından kaynaklıydı. Daha fazlası için hiç istekli olmamıştım.

 

"Benim kızım baytar mı olacakmış, babasının bitanesi bu bitanesi. Gel otur şöyle yamacıma da az hasret giderelim." Babamın anneme sırıtarak söylediği sözlerin üzerine saçlarımı savurarak anneme nispet yapar gibi babamın omuzuna doğru kıvrıldım. "Biraz şefkate ihtiyacım var babam, anneme kalsa ders çalışmaktan nefes alamıycaz."

 

"Bak, bak. Utanmadan babasına şikayet ediyor beni! Nankör evlat işte." Gözlerinin içi gülerek bizi izleyen Nilüfer hatuna kıyamayıp, sarılmak için kollarımı ona doğru uzattım. Anında karşılık verip saçlarımın üzerini sevgiyle öptü.

 

"Ohoooo, tek evladınız Asya mı ya sizin? Üvey evlat muamelesi görüyorum, yetkililer bu işe el atın!" Arda bozulmuş suratıyla ve dudaklarının kenarında kalmış kurabiye kalıntılarıyla ne ara karşımıza dikilmişti? "Çekil kızım şöyle, ortaya geçmem lazım."

 

"Kıskanç köpek! Çekilmiyorum, yana geç sen!"

 

"Abla çekil yoksa sandalyeni altından çekerim!"

 

"Çek de görelim, dene bi'dene!"

 

"Bak k-"

 

"Aaa yeter ama, iki gram bahçe keyfi yapacaktık yine kedi köpek gibi başladınız. Çekilin bakayım, kocamın yanına ben oturuyorum. Biriniz benim yanıma, biriniz de babanızın yanına geçsin!"

 

Tartışmaya son noktayı koyan Nilüfer hatunun sözleriyle dudakları keyifle yukarı kıvrılan babama surat asarak döndüm. "İtiraf et Kahraman Bey! Çocukların mı, karın mı?"

 

Babam hiç düşünmeden "anneniz tabii" deyince Arda ile aynı anda oturduğumuz sandalyeden kalktık. Tavırlı yüzlerimizle ve yalancı bir hüzünle son bakışlarımızı atarak bahçeden çıktık. "Aşk olsun baba, bu çok büyük bir darbeydi ama!" dedim gözlerimi kısarak.

 

"Gerçekler Asya'm, her zaman acıtır." Gürültülü bir kahkaha attı ve annemi omuzlarından tutarak kendine yasladı. Eve girmeden alnına derin bir öpücük kondurduğunu yakalamıştım. İkisinin birbirine bu kadar düşkün olmasına sevinsem mi üzülsem mi bilemiyordum.

 

"Resmen sattı adam bizi ya! İnsan yüzümüze karşı söylemez hiç olmazsa. Kalbim kırıldı." Arda'nın ciddi ciddi alındığına gözlerim büyüyerek şahit oldum. Aptal kardeşim asla ikinci adam olmayı kabullenemiyordu.

 

"Ana kuzuluğundan baba kuzuluğuna mı terfi ettiniz Arda Bey. Bir de bad boy'um diye Ceren'e yanaşıyorsun. Biletini kesecek o kız, işte o zaman seni göreceğim ben. Hiç acımayacağım sana."

 

Dediklerimi duymamış gibi gözlerime baktı. "Abla ama senin için bir numarayım değil mi? Her şartta beni seçersin değil mi? He, hadi itiraf et, bayılıyorsun bana. Kıskançlıktan Ceren'e sataşıyorsun." Kafasına sertçe bir şaplak atıp merdivenlere doğru koca bedenini ittirdim. Aklı ergendi ama cüssesi benim iki katımdı.

 

"Yaa ne demezsin sana hastayım oğlum. Ceren'i de kıskanmaktan ortadan ikiye ayrıldım, bak! Salaksın sen, yürü odana."

 

"Bir numara olduğumu söylemeden bırakmam. İtiraf et hadi!" Kafamı koltuğunun altına sıkıştırmış, nefes almama bile müsaade etmeden beni koridora çekti. Hayvan gibi gücü vardı, istemezse bu ayıdan bozma ergeni yerinden kıpırdatamazdım.

 

"Ya manyak mısın, bıraksana. Babaaaa!"

 

"Ne oldu baba kuzusu? İstediğin kadar bağır ablacım, buradan sesini duymazlar ki!"

 

"Arda seni gebertirim, bırak beni çabuk!"

 

"İtiraf et, hemen bırakayım ablacım."

 

Nefes nefese kollarına vurmayan başladım. "Tamam, bir numaramsın, tamam. Bırak beni ya!" Nihayet boynumu bıraktığında hızla sırtına vurmak için hamle yaptım ama çoktan koşturarak odasına girmiş, yetişemeden kapısını kilitlemişti.

 

"Oradan çıkmayacak mısın sen hiç? Yemin ederim sabaha kadar nöbet tutarım. Pislik yaa çık!" Kapısına tekmeler atıp tehdit etmenin Arda üzerinde zerre kadar işe yaramayacağını bilsem de tüm gücümle bağırıp kapısına vurmaya devam ettim. Ta ki yorulup pes edene kadar.

 

"Odamda tuvalet olduğunu hatırlatmak isterim ablacım. Kısacası yarına kadar sana bye bye canım. İyi nöbetler."

 

"Pis ergen seni! Annem sana ne yedirip ne içirdi hayvan gibi olmuşsun!" Söylenerek Arda'nın hemen karşısındaki odama girdim ve gürültüyle kapımı çarptım. Boynumu ağrıtmıştı dengesiz çocuk.

 

Söylenerek masamın başına geçtim, en son çözdüğüm denemeyle bakıştık. Bu gün kesinlikle çalışma hevesim yoktu. Kitabı kapayıp yatağıma uzandım. Aynı anda gelen bildirim sesiyle komodinin üzerinde bıraktığım telefonumu aldım.

Ekranda Melek ismini görünce çölde vaha bulmuş bedevi gibi sevinerek mesajlara girdim. Kendimi davet ettirirsem bu gecelik yırtardım.

 

"Asya... Hemen bize gel, kızlar gecesi yapıyoruz." İşte beklediğim mesaj buydu, canım arkadaşım nasıl da imdadıma yetişmişti. Hızla parmaklarım klavye üzerinde gezindi.

 

"Hemen geliyorum Melek'im. Sen sormasan sıkıntıdan patlamayı planlıyordum. Kızlar gecesi dedin de Kadir evde yok mu?"

 

"Beşiktaş'ın maçı var bu gece, kahveye gidecekler. Ben de yaprak sarmıştım, yanına ağlayan pasta da yapıverdim. Film izlerken götürürüz."

 

Görüldü yapıp yataktan hızla kalktım, odamın balkonu Melek'lerin evine bakıyordu. Çıkar çıkmaz Melek pencereyi açıp bana neşeyle el salladı. "Beş dakikaya sendeyim." diyerek içeri girdim. Annem eminim ki bahçede söylenmeye başlamıştı bile ama bu gecelik zaten izni koparmıştım.

 

Üzerime temiz bir eşofman altı ve tişört geçirip koridora adımladım. Arda'ya haber vermeyi düşünmüyordum, beni odamda zannedip sabaha kadar orada kalmayı hak etmişti.

 

Bahçeye indiğimde sevgili ebeveynlerim hala aynı pozisyonda çaylarını höpürdetiyordu.

"Melek'lerdeyim, sabaha doğru gelirim." dedim el sallayarak. İtiraz etmelerine fırsat vermeden, yüzümde sinsi bir sırıtışla yan bahçeye atlamıştım bile.

 

Kapıyı çalmak üzereydim ki, elim havada kaldı. Kadir ben daha zile basmaya fırsat bulamadan kapıyı açmış, yüzüme şaşkınlıkla bakıyordu. "Asya!" dedi bir adım geri çekilerek. "Bize mi geliyordun?"

 

"Melek çağırdı, kızlar gecesi yapacakmışız. Fırsatı kaçıramazdım." Hemen arkasında bana gel gel yapan Melek'e gülümseyerek içeri girdim. Kadir arkamdan kapıyı kapatırken, sessizce bana hoş geldin dediğini duydum.

 

"Abi sen gitmiyor muydun?" diye seslendi Melek, sanki bir an önce gitmesini ister gibi.

 

"Barış'a mesaj atmaya karar verdim, en iyisi beni evden alsın. Ayrı ayrı gitmeyelim şimdi." Melek beni yanına doğru çekiştirirken Kadir de bizimle birlikte salona adımladı. Benden üç yaş büyüktü ve mahalle raconuna göre ona abim demem gerekiyordu ama Kadir ona ismiyle seslenmemden rahatsız gibi durmuyordu. Sadece annesi İlknur teyze arada bir, abin o senin hatırlatmasını yapıyordu ama ona da çok fazla takılmıyordum.

 

"Hoş geldin Asya kızım, nasılsın?" İlknur teyzenin sakin sesiyle arkama döndüm. Bana doğru bir kaç adam atıp yanaklarımdan öptü. "Hoş bulduk, iyiyim İlknur teyzem, sen nasılsın?" dedim aynı samimiyetle.

 

İlknur teyzenin cevabını duyamadan kollarıma uçan küçük bir prensesle az kalsın arkamda duran Kadir'in kollarına düşüyordum. Refleksle beni tutmak için belime sardığı ellerini hızla çeken Kadir'e utancımdan arkamı dönmeden

eğilip Berna'ya sarıldım. "Asya abla, hoş geldin. Çok özledim seni ben."

 

Burnunun ucuna küçük bir fiske atıp göz kırptım. "Yalancı Pinokyo, daha sabah görüştük seninle. Burnun uzayacak bak, benden söylemesi."

 

"Ama o sabahtı ki." Elini havada şımarıkça bir tur sallayıp bana döndü. "Ohooo kaç saat geçmiş. Özlerim ki ben seni hemencecik." Kollarını bana dolayıp hızla geri çekildiğinde elleri fırfırlı eteğini buldu. Bir kaç kez kendi etrafında döndü ve abisine baktı.

 

"Babam, şey abim aldı bunu biliyor musun Asya abla. Nasıl olmuş?" Gözlerim, Berna'nın abisine olan hayran bakışlarını takip etti. Kadir de ona aynı hayran ve şefkatli bakışlarla karşılık veriyordu. Babaları vefat ettiğinde Berna bir yaşındaydı ve Kadir'e, bilerek ya da bilmeyerek arada baba diye sesleniyordu.

 

Eteğinin pembe fırfırlarıyla oynayarak tebessüm ettim. "O kadar yakışmış ki sana. İşte şimdi tam bir prenses olmuşsun Berna. Bir tek tacın eksik." dedim saçlarını okşayarak.

 

"Taç da aldı abim bana. Takayım mı?"

 

"Tak tabi prenses. Taçsız prenses mi olurmuş." Koşarak odasına girdiğinde dizlerimin üzerinden kalkıp doğruldum. Berna iki evin de neşesiydi. Kadir bir dediğini iki etmediği için biraz da şımarıktı ama bu küçük yaramaza her şey yakışıyordu.

 

"Bir Kadir, bir de sen Asya bu kadar şımartıyorsunuz onu zaten. İyice başımıza mafya kesildi vallahi. Her dediğini yaptırıyor." İlknur teyzenin sitemli sözlerine Kadir'in cevabı gecikmedi.

 

"Bırak anne şımarsın, ne olacak? Büyüdükçe anlar bir şeyleri ama şimdi o benim prensesim, karışma."

 

"Kadir'e katılıyorum İlknur teyze, o benim de prensesim bi'kere."

 

Kadir bana sıcak bir tebessümle baktığında aynı bakışlarla ben de ona karşılık verdim. Hayatımda gördüğüm en fedakâr ve şefkatli insanlardan biriydi, babalarının ölümünden sonra ailesinin tüm yükünü üzerine almıştı. Belki de bu yüzden çok konuşmayan, ağır ve yaşından olgun biri haline dönüşmüştü. 23 yaşında mahallenin abisi unvanını almak, sanırım sadece Kadir'e has bir özellikti.

 

"Abin o senin kızım, abin." dedi İlknur teyze imayla.

 

"Anne!" Kadir'in sert sesiyle irkilerek Melek'in yanına adımladım. İlknur teyzenin bu ısrarından dolayı her defasında geriliyorduk.

 

"Unutuyorum İlknur teyze, ağzım alışmamış ondan. Yoksa Kadir benim abim gibi." dedim çekinerek.

 

"Ben senin abin değilim Asya, Melek ve Berna'nın abisiyim." O sırada kapı çalındığında nihayet gergin hava biraz dağılmıştı. Gelen Barış'tı. İçeri girmeden utangaç bir selam verip çekildi.

 

Mahallenin üniversite okuyan nadir gençlerindendi. Kadir'in en sıkı dostlarından biriydi, diğeri ise Kadir ve Barış'la nasıl dost olduğunu asla anlamadığım fırlama Alper'di. Çapkın, serseri, kaygısız bir herifti... Bir de Melek'in umutsuz aşkı olduğunu da söylemeliydim. Alper gibi birine âşık olmak hayatının hatasıydı, kalbinin kırılacağını bile bile inat ediyordu, abisinin kafasını kıracağı gerçeğini hiç saymıyordum bile.

 

"Anne biz çıkıyoruz, gece geç geliriz." Kadir'in bakışları önce beni, sonra Melek'i buldu. "Siz de çok abartmayın, yani Melek sen abartma. Uykusuz kalma, sonra hasta oluyorsun." Bu lafları bana mı, yoksa kardeşine miydi anlamasam da tamam der gibi kafa salladım. Uykusuz kalınca kesinlikle hasta gibi olduğum herkesin bildiği bir gerçekti. Kadir komşu çocuğu olması dışında benim hiçbir şeyimdi ama ister istemez kendimi onu dinlerken buluyordum. Ortama yaydığı enerji kesinlikle otoriterdi.

 

Onlar kapıdan çıkar çıkmaz, bizim şımarık prensesin yalvaran bakışları doğrudan Melek'e döndü. "Abla ben de sizinle film izleyebilir miyim? Ne olur, ne olur, ne olur... Lütfeeeen." Prenses başında tacıyla Melek'in ayaklarına dolanmıştı bile.

 

"Berna lütfen, saat geç oldu senin için. Yarın okulun var. Yatağa haydi."

 

"Ama ben de kızım. Kızlar gecesine ben neden katılamıyorum? Abime söyleyeceğim seni." Büzdüğü dudakları, dolan gözleriyle karşı koyulamaz duruyordu ama Melek, abisinin aksine Berna'yı şımartma konusunda annesiyle aynı fikirdeydi.

 

"Berna çabuk yatağa!" İlknur teyzenin otoriter sesiyle bizim küçük prenses saçındaki tacını sinirle çıkarıp, ayaklarını yere vura vura odasına doğru yürüdü. "Asya abla sana da küstüm, beni savunmadın." Kaşlarını çattı, bana son bir öfkeli bakış attı ve odasına girdi. Gülmekle, üzülmek arasında kalan duygularımı fark etmiş olacak ki, Melek kolumdan çekiştirerek beni mutfağa soktu.

 

"Yüz verme kızım şuna! Başımıza patron kesildi küçük cadı. Annem haklı, abim zaten etrafında el pençe divan duruyor. Acayip şımartıyor." Bir taraftan tabakalara sarmaları koyarken, diğer taraftan pastayı kesmem için bana bıçağı işaret ediyordu.

 

"Kadir'in ayrı bir düşkünlüğü var küçük cadıya ama haklı bence. Babasını hiç tanımadı Berna. Bu yüzden sanki yerini doldurmaya çalışıyor."

 

"Orası kesin. Abim izin verse Berna, abime baba der. Arada diyor zaten de abim görmezlikten geliyor." Tabakları ve çayları tepsiye yerleştirip Melek'in odasına doğru ilerlerken, aklımdan onlarca düşünce geçiyordu. Babamın olmadığı bir hayat fikri bir anda zihnime düşünce irkildim. Ailem benim her şeyimdi, onlarsız bir dünya asla düşünemezdim. Melek ve Berna'yı anlamam imkânsızdı ama düşüncesi bile nasıl bir yoksunluk olduğunun ispatıydı.

 

"Yoksa Berna'yı kıskanıyor musun?" Havayı biraz değiştirmek için Melek'i kızdırmak istedim. Bakışları hızla bana döndüğünde başardığımı anlamıştım.

 

"Ne alaka kızım, niye kıskanayım. Abim gönlü geniş biri, herkese yetecek sevgisi var." Elindeki tepsiyi hazırladığı köşeye koyup bana döndü. "Zamanı gelince karısına da eminim fazlasını verecek. Abimle evlenecek kadın çok şanslı, abim hayatta onu incitmez."

 

Melek'i tanımasam bana abisini övüyor derdim ama biliyordum. Kadir bana asla o gözle bakmazdı, ben de onu insan olarak çok seviyordum ama o kadar. "Aman anladık, ne kıymetli abin varmış. Git Mihri'ye öv abini, yanıp tutuşuyor aşkından zavallı."

 

"Iyyyy hayır tabi ki. O kızı hiç sevmiyorum. Yılışık ya, ne zaman abimi görse hemen dibimizde bitiyor."

 

"E yani bi'zahmet bitsin canım. Kız kaç senedir abine âşık. Abin de Nemrut gibi ama insan bi şöyle alıcı gözle bakar. Tık yok Kadir'de."

 

Melek sözlerimden sonra göz devirip yanıma oturdu, sarma ve kek dolu tabağımı önüme itti. "Abim zevkli bir adam canım, Mihri'ye mi kaldı. Aman Allah'ım yazdıysa bozsun." dedi ahşap tepsinin kenarına vurarak. "Abim değişik ya, kimseye bakmıyor. Gönlünde biri var mı diye annem kaç kere yokladı ama Nuh diyor, peygamber demiyor. Evi geçindirmek dışında bir amacı yok gibi. Aslında üzülüyorum abime çok. Çocukluğunu, gençliğini yaşayamadı."

 

Melek'in hüzünlenen hali içime oturdu, omuzlarından tutarak kafasını göğsüme yasladım. "Abin daha 23 yaşında Melek, önünde uzun bir hayat var. Eminim ki o da düşünüyordur bunları. Sen kafana takıp üzülme."

 

İç çekerek bana iyice sokuldu, babasız büyümenin zorluğunu bilmesem de anlayabiliyordum. "Ayy yeter be hüzünlendiğimiz. Hadi filmimizi açalım." Bir anda değişen ruh haline ayak uydurmakta zorlanarak şaşkınlıkla yüzümü, ağzına sarma tıkıştıran kıza döndürdüm.

 

"Manyaksın ha sen! Dengesiz ya. Tipe bak."

 

"Ne var kızım, üç günlük dünya. Bir ağlarız, on güleriz." Kısık bir kahkaha atıp acısını bakışlarının ardına gizledi. Çocukluğum, karşımda dolu ağzına ardı ardına yemek tıkıştıran kızla geçmişti. Onun içine attığı her şeyi artık görebiliyordum. Neşesinde ve kahkahasında neleri gizlediğini biliyordum. Yine de ona ayak uydurup iki sarma aldım ve ben de ağzıma tıkıştırdım. "Offff, çok iyi. Kızım sen bu işte profesyonelsin. Daha iyi sarma yapanı görmedim."

 

Kibirle saçlarını savurdu ve filmi açmadan hemen önce bana döndü. "Ee yani herhalde, üniversite hayalleri kurmak yerine evimin hanımı olma yolunda sağlam adımlarla ilerliyorum. Alper için hazırlık canım."

 

Göz devirip çayımdan sesli bir yudum aldım. Tavşankanıydı mübarek! "Konuyu açma sakın, senin Alper muhabbetin hiç çekilmiyor. Aşkın gözü kör diye boşa demiyorlar."

 

"Bekle bak, nasıl aklını başından alacağım onun. Köpek olacak kızıııım kapımda köpek!"

 

Yamuk bir gülüşle sırıttım. "Bence abin duyunca, senin aklını başından alacak. Kadir buna göz yummaz ben diyim sana."

 

Elini boş ver der gibi salladı. Kadir'den çekiniyordu ama korktuğunu sanmıyordum. Şimdiye dek Kadir'in kardeşlerine bir kere bile sesini yükselttiğini duymamıştım. Belki de Melek bundan yüz alıp böyle pervasızca davranıyordu ama kız kardeşinin en yakın dostuna aşık olması bence dengelerini değiştirebilirdi. "Abimin ruhu duymaz, ben halledeceğim onu, bana bırak." Laptopun enter tuşuna basıp filmin oynamasına izin verdim. Bu kadar bile Alper muhabbeti bana yetmişti.

 

Saat kaç olmuştu bilmiyorum ama film çoktan bitmiş, her zaman ki gibi mahallenin dedikodularına dalmış lak lak ediyorduk. Kapıdan gelen kilit açılma sesiyle panikle ayağa kalktım. Duvardaki saat gece ikiyi gösteriyordu. Annem bu defa gerçekten benim kafamı kıracaktı. Dağılan saçlarımı düzeltip Melek'e hızla sarıldım.

 

"Annem kesecek beni, görüşürüz yarın olur mu? Dershaneden sonra dediğin yere gideriz."

 

"Ya panik yapma kızım, sanki yabancı yerdesin."

 

Koridora çıkmadan önce Kadir'in duymasından çekinerek, "Ya abine de ayıp oldu. Giderken de, gelirken de evindeyim. Evinizi işgal etmişim gibi oldu." dedim fısıltıyla.

 

"Saçmala ya, abim ne zaman senden rahatsız oldu? Bekle sarma koyayım, Arda'ya verirsin. Şimdi surat asar iki gün. Hiç çekemem." Böyle diyordu ama Arda'yı ne kadar sevdiğini biliyordum. Sevimliliğini zaten bir bana göstermiyordu ergen velet!

 

Kadir çoktan odasına çıkmıştır diye umut ederek salona sessiz adımlarla ilerledim ama içeri girer girmez keskin ela bakışlarla gözlerim buluştu. İkimiz de şaşkınlıkla bir süre birbirimize baktık. "Siz daha uyumadınız mı?" dedi sitem eder gibi.

 

"Şey konuşurken zamanın nasıl geçtiğini anlamamışız ya. Ben de şimdi çıkıyordum zaten." Kapıya doğru çekinerek ilerledim.

 

"Onun için demedim Asya, istediğin kadar kal. Başımın üstünde yerin var. Uykusuz kaldın yani kaldınız diye dedim." Ellerini gergince dalgalı siyah tutumlarının içinden geçirdi. Yorgun görünüyordu. "Kal istersen, geç oldu. Annenleri uyandırma." Doğrudan bana diktiği elaları öyle yoğundu ki, beni her an şuracıkta kıvrılıp yatmaya ikna edebilirdi.

 

"Yook annemlerin haberi yok kalacağımdan, kızar bana şimdi. Durup dururken azar yemiyim." dedim annemden korktuğumu belli ederek. Benim annemden çekinen tavrım onu eğlendirmiş olacak ki, dudaklarının kenarı hafiften yukarı doğru kıvrıldı. Hep ciddi, ağır abi tavrı takındığından ve güldüğüne fazla tanık olmadığımdan şaşkınlığımı engelleyemedim. "Neyse sana iyi geceler Kadir." diyerek kapıyı açtım, Melek sarma dolu tabağı elime tutuşturur tutuşturmaz da kendimi parmak uçlarımda dışarı attım ve Melek'e el sallayarak hızla bizim bahçeye geçtim.

 

Soluk soluğa girişe doğru ilerledim ama evin kapısının ardına kadar açık olduğunu fark ettim. Ansızın içimi saran korkuyla bir an eve hırsız girmiş olabileceğini düşünerek geriye doğru adımladım. Dönüp Kadir'i çağırıp, babama seslenmek arasında gidip geliyordum.

 

Bir kaç saniye olduğum yerde düşündüm ve durup dururken kimseyi telaşa vermemeye karar verdikten hemen sonra, tereddütle girişteki iki merdiveni çıkıp kafamı salona doğru uzattım. Ne ses, ne de bir ışık vardı. Bir kaç adım attım ve yerini ezbere bildiğim ışığı açtım.

 

Gördüğüm manzara hayatımın sonuydu. Elimdeki sarma dolu tabak gürültüyle yere düşerken, dizlerimin üzerine kapandım. Sanki vücudumdaki tüm kaslar ansızın eriyip gitmişti. Gördüklerim gerçek olamayacak kadar vahşetti. Boğazım yırtılırcasına çığlık attığımı, sesim kısılıp tek kelime edemeyecek olana kadar fark etmemiştim bile.

 

"Asya!" Kadir'in nefes nefese kalmış korkulu sesi sanki suyun altından geliyordu. Uğultu halinde beynimin içinde yankılanan sesler başımı döndürüyordu. Bir el yanaklarımı avuçladı, gözlerimi kapamak ister gibi beni kendine hızla çekti ve göğsüne yasladı. "Bakma, kurbanın olayım bakma!" Duyuyordum ama tek kelimeyi bile algılayamıyordum.

 

"Melek, anne, eve geçin, kapıyı kilitleyin ve ambulansı arayın, hemen!"

 

Zangır zangır titreyen bedenimin, bana az önce gördüklerimin sadece bir kabus olduğunu hatırlatmasını isterdim. Hayır hayır! Ben az önce tüm ailemi kanlar içinde görmüş olamazdım. Hayır bu sadece bir kâbus Asya! Sen sadece kötü, kanlı bir kâbus görüyorsun. Bu asla gerçek değil. Asla! Asla!

 

"Asya, bak bana! Asya yapma ne olur!"

 

Kadir'i iterek ayağa kalkmaya çalıştım, beni dışarı çektikçe aksine içeri girmek için göğsünü yumrukluyordum. Tüm gücümle bana sarılmak isteyen bedenine vurdum. "Bırak beni! Kadir beni bırak!"

 

"Yapamam, senin bunu bir daha görmene ölsem izin vermem." Kollarıyla gözlerimi kapama mücadelesine daha fazla dayanacak gücüm kalmamıştı. Bağırıyordum... Sadece bağırıp haykırıyordum ama sesim duyuluyor muydu emin değildim. Çırpınarak kendimi beni tutan kollara bıraktığımda tüm ruhum çekilmişti. İçeride sandalyelere bağlanmış, kanlar içinde yatan benim ailem olamazdı. Zemine yayılmış kan gölüne değen bakışlarım, bana bu gece oyun oynuyor olmalıydı.

 

"Kadir ne olur bu gerçek değil de bana, yalvarıyorum söyle. Ne olur?" Yaşadığım bir şok halimi miydi? Ya da gerçeklikten tamamen kopuş hali miydi emin değildim ama dünya sanki benim dışımda kalmıştı. Bedenimi geri çektikçe ruhum evimin içine çekiliyordu. Daha bir kaç saat önce kavga ettiğim canımın içi Arda'yı öyle...

 

Yo, kabul edemezdim. Bu gerçek olamayacak kadar saçma ve korkunç bir kâbustu. Ben az önce Melek'lerden çıkmamış, buraya aslında hiç gelmemiştim. Kadir kal demişti, ben de kabul etmiştim ve evden uzakta uyuduğum için kâbus görüyordum. Bir an önce uyanmalı ve bu işkence anlarını bitirmeliydim. Evet, evet böyle yapmalıydım. Uyanmalıydım, biri beni sarsmalı ve bu gece bitmeliydi. Yan eve geçip aileme günaydın demeli, kahvaltı edip dershaneme gitmeliydim. Babamdan zorla harçlık koparmalı, Arda'yı kızdırmalı, anneme de çıkmadan sıkıca sarılmalıydım.

 

"Kadir? " dedim kalan son nefesimle. "Beni uyandırır mısın?" Yanımdaki Kadir miydi ondan bile emin değildim. Sokakta yanıp sönen mavi kırmızı ışıklar, toplanan kalabalık... Bunlar var mıydı, yoksa ben mi uyduruyordum?

 

"Uyu Asya, kalkma olur mu? Her şey geçince seni ben uyandıracağım, söz." Bunu söyleyen Kadir'di, istemsizce kendimi yine ona tamam derken buldum, daha fazla dayanmaya gücüm kalmamıştı ve beni sıkıca saran kollarına teslim oldum. Sonrası... Sonrası ise tamamen zifiri bir karanlıktan ibaretti...

 

***

 

"Asya, beni duyuyor musun? Kendinde misin?" Ter içinde panikle gözlerimi açmaya çalıştım. Levent hoca ve Sezen hemşire başımda duruyordu. Göz kapaklarım öyle ağırdı ki, sanki üzerinde tonlarca kilo varmış gibi beni zorluyordu.

 

"Kötü bir gece geçirdin ama iyi atlattın. Daha iyisin tamam mı? Şimdi ilaçlarını verecek Sezen, kendini iyi hissettiğinde ziyaretine geleceğim." Ellerimi sıkıca avuçlayıp bıraktığında sersem gibiydim. İlk defa çığlık atmadan ve nefesim kesilmeden uyanmayı başarmıştım. Tabi bunlar bir başarı sayılırsa.

 

"İyiye gidiyorsun Asya. İlk geldiğin günleri hatırlıyor musun?" Sezen hemşirenin yatıştırıcı sesiyle kafamı yavaşça soluma çevirdim. Pencereden yansıyan sabah ışıkları odama doluyordu. Dışarıda yaz havası vardı ama benim için mevsimler artık çok da bir şey ifade etmiyordu. Akıp giden günler yalnızca beni, aileme kavuşacağım son güne biraz daha yaklaştıran sayılardan ibaretti.

 

Ölümü beklerken, mevsimlerin değişiyor olması, dışarıdan duyulan kuş cıvıltıları, çiçek kokusu, belki bir ılık yaz rüzgârı... Bunların hepsi içimde en ufak bir kıpırtı oluşturmayan küçük ayrıntılardı. Bazen bu ufak ayrıntıları yakaladığım olurdu ama çoğu zaman hissetmezdim bile. Yanından geçip giderdim ama duymazdım, görmezdim...

 

Kafamın içindeki görüntülerle öyle meşguldüm ki, etrafımda değişen şeyleri fark etmeye takatim yoktu. Acı hatıralar beni asla rahat bırakmıyordu, sanki ben o gecede donup kalmıştım ve buzlarım birileri tarafından çözülmeyecek kadar sertti.

 

"Hatırlıyor musun Asya?" Sezen hemşire sorusunu tekrarlarken ben yine kafamın içinden konuşuyordum. Bakışlarım pencereden ayrılarak yanıma oturan orta yaşlı kadını buldu.

 

"Hatırlıyorum." dedim sessizce.

 

"Ne yemek yiyor, ne tek kelime ediyordun. Şimdi şu haline bak. Kilo bile aldın, üstelik benimle muhabbet bile ediyorsun." Gülen yüzüne takılı kalan bakışlarımı çekmedim. Gülüşü sebepsizce bana annemi hatırlıyordu, belki de bu yüzden onunla konuşmayı seviyordum ve yanımda tutmak için kendimi konuşmaya zorluyordum.

 

"Sayende, bir de Levent hoca var tabi ki. İkinizin hakkını ödeyemem." dedim gözlerinin içine bakarak. Tebessümü büyüdü ve ellerimi tuttu. İçten bir sevgisi vardı.

 

"Çok daha iyi olacaksın. Bak gör buradan çıkacak, yeni bir hayata başlayacaksın. Seninle dışarıda görüşmek ve dedikodu yapmak için sabırsızlanıyorum."

 

Gülmeyi başararak ellerini karşılık olarak sıktım. "Ben de çok istiyorum, bir hayatım olsun istiyorum. Güne mutlu uyanmak, herkes gibi yaşamak istiyorum."

 

"Bunu duyduğuma çok sevindim Asya. Hep böyle başlar biliyor musun? İstemekle, savaşmak ve pes etmemekle. Bu mücadeleyi sen kazanacaksın." Elinde tuttuğu ilacı ağzıma koyup yutmamı izlerken, içimden söylediği şeylerin gerçek olmasını isteyen küçücük bir yanımın varlığını duyuyordum. Artık hissediyordum. Ölüm hissi, hala içimde en büyük yere sahipti ama bunun yanında cılız bir ışık huzmesi gibi bir şey de parıldıyordu. Karanlığı yok edecek kadar olmasa da, galiba önümü görmeme yeterdi.

 

"Şimdi kalk bakalım, güneşin ve sıcağın keyfini çıkar biraz. Hava muhteşem, çiçekler mis gibi kokuyor. Yaşam tüm güzelliğini senin için ortaya sermiş, kabul etmesen ayıp olur öyle değil mi?"

 

Zerrece isteğim yoktu, şimdi çıksam gördüğüm her şey bana bir anıyı hatırlatacaktı. Arda yaşlarında bir genç görecektim belki, belki babam gibi hafif göbekli bir adam, belki anneme benzeyen bir yüz... Hayır hayır istemiyordum, hazır değildim. Yatağa gömüldüm ve uyumak istediğimi belli ettim.

 

"Hadi Asya, hatırım için." Bana uzatılan ele baktım ve sonra Sezen hemşirenin beklenti dolu yüzüne. O gün bugünse dedim içimden, içimde yanıp sönmeye başlayan minik ışığa bir şans verme günü bugünse. Uzattığı elini gevşek sayılabilecek bir güçle kavradım ve yatakta doğruldum. Bileğimdeki delilik anı izlerine bakışlarını değdirmemeye çalıştığını fark ediyordum. Neyse ki artık o izlere yenisini eklemek gibi bir fikir şu anlık bana eskisinden daha uzak görünüyordu.

 

"İşte böyle küçük hanım, hadi bakalım." Üzerime giymek için ince bir hırka seçtim ve koluna girerek koridora çıktım. Sabahın çok erken bir saati olduğundan ortalıkta dolanan kimse yoktu fakat odalardan gelen çığlık sesleri kulaklarıma doluyordu.

 

Burada yaşamaya başladığımdan beri çok şey öğrenmiştim. Her türlü hastalık zordu fakat ruhunuzdaki yaralara merhem bulmak, kalan izleri yok etmeye çalışmak fiziki hastalıklara göre çok daha fazla mücadele istiyordu. Yemek yemek, ölümü düşünmeden bir gün geçirmek, anılarla boğuşmamaya çalışmak... Hepsi için savaşmak gerekiyordu.

 

Bahçeye çıktığımız ilk anda yüzüme vuran sabah güneşiyle gözlerimi kapadım. Sıcak ve iyi hissettirmişti. Tanıdıktı, bana evimizin bahçesindeki yaz günlerini hatırlatıyordu. Babamla Arda'nın maç muhabbetleri ettikleri zamanı ya da annemin bize ev limonatası yapıp getirdiği anları düşündürdü. Banklardan birine otururken onları düşünmekten kaçmanın değil de aksine hatırlamanın beni iyi hissettirdiğini anlamam tam da bu ana denk geldi.

 

İçimi tarifsiz bir huzur kapladığında, ciğerime derince bir nefes çektim. Ruhumdaki yaralar sızlamaya başladı ama bu sızlama çok daha farklıydı, kabuk bağlamaya başlayan yaranın tatlı sızısı gibiydi. Hem acıtıyor, hem merhem oluyordu.

 

"Neyin farkına vardın?" dedi yanımdaki ses. Sorusuyla, yüzümdeki ifadeden ne düşündüğümü anlamış olduğunu fark ettim.

 

"Birçok şeyi. " dedim etrafı izlemeye devam ederken. "Anılarımdan kaçmamayı mesela."

 

"Başka?"

 

"Sıcağı ve iyi geldiği hissini..."

 

"Başka?"

 

"Anılarımın acıtsa da artık eskisi gibi yakmadığını." Soluk soluğa kalmış gibi kalbim titriyor, ruhum ufak çaplı bir sarsıntı geçiriyordu. Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Parlak, bulutsuz ve tazeydi. Yeni bir başlangıç için mükemmel görünüyordu, bu başlangıca hazır mıydım emin değildim ama adım atabilecek kadar cesur hissediyordum, en azından düne göre daha cesur olduğum belirgindi.

 

"Desene yakında minik kuş yuvadan uçacak." Kısık bir kahkaha atarak gözlerimin içine baktı. "Kendini acıya teslim et Asya. Kaçma, savaş olur mu?"

 

Kafamı olur der gibi salladım. Yapabilir miydim? Savaşabilir miydim? Hepsinden ötesi, denemeli miydim? "Halam aradı." dedim hemen yanımda duran papatyalara parmak ucumla dokunurken. "Tedavimin iyi gittiğini yeniden yanına yerleşmemi beklediğini söyledi."

 

"Ne dedin peki? İstiyor musun?"

 

"Evime dönmek istiyorum, halamın yanına değil." dedim aniden. Dudaklarımdan çıkan kelimeler bana mı ait diye bir an duraksadım. Travmamın, vahşet anların hatırlarının merkezine dönmek mi istiyordum, sahiden?

 

"Bunun için erken değil mi Asya? Levent hocayla konuşmalısın." Haklıydı, muhtemelen erkendi.

 

Halamın yanına Fransa'ya dönmek en mantıklı karar olabilirdi ama ben içimde hissediyordum, evim dışında her yer beni mezara götürecek kadar huzursuz ediyordu. Kaçmak değil de, başladığım yere dönmek belki de en iyisi olacaktı.

 

"Kalkalım mı? Levent hoca birazdan odana gelir." Oturduğum banktan bir saat öncesine göre bambaşka bir farkındalıkla kalktım. Buna sebep olan tedaviler miydi, içimi ısıtan yaz güneşi miydi, yoksa her şeyin bir zamanı olduğuna inandığım kaderin bir eli miydi? Ne olursa olsun kalbimde titreşen bir şeyler vardı, cılızdı, sönmeye meyilliydi ama bir kere görünmüştü işte, kaybolmadan onu büyütmeli, koca bir huzme olup ruhumu sarana dek ışığını beslemeliydim.

 

Odaya girdiğimizde Levent hocayı çoktan gelmiş, pencereden hastaları izliyor buldum. Yaşından çok daha genç ve bakımlı görünen bu adam benim hayatımı kurtarmıştı. Yaptıkları için ve benden çok bana inandığı için çok şey borçluydum, ona sorsam işimi yapıyorum derdi ama bana kalırsa kanatlarını saklamış bir melekti.

 

"Seni böyle görmek beni nasıl mutlu etti bilemezsin Asya." dedi karşısındaki sandalyeyi benim için çekerken.

 

"Güneş çok iyi geldi hocam. Sezen hemşire inat etmese çıkmazdım ama." Bakışlarım yerde kalmayı sürdürdü, konuşurken kendime olan güvenimi kaybediyordum. Eskiden insanların gözlerinin içine bakmaktan korkmazdım ama şimdi, herkes beni yargılayacak diye düşünmekten kafamı yerden kaldırmaya çekiniyordum. O gece elimden sadece ailem alınmamıştı, hayat ışığım, özgüvenim, iyiye dair içimde ne varsa kayıp gitmişti.

 

"Bunlar çok güçlü adımlar Asya. Elektrokonvülsif terapine devam edelim, denediğimiz yöntemler içinde sende etkisini gösteren tek tedavi bu oldu. Biliyorum biraz zorlu ama bir kaç seans daha dişini sıkabilirsin." Levent hocaya sonsuz güveniyordum. Küçük halam aylarca araştırmıştı, nihayet Levent hocayla bağlantıya geçtiğinde ve ilk tanıştığımızda ona güveneceğimi anlamıştım. Kliniğe yatmayı kabul etmemin en büyük sebebiydi. Diğer en güçlü sebep ise halama artık yük olmak istemememdi.

 

"Siz ne derseniz öyle olsun hocam. Bir de şey..." Tırnak etlerimi usul usul kazırken, kanattığımı bile fark etmeden kafamda kurduğum cümleyi döndürmeye başladım. Kelimeler zihnimin içinde dönüp duruyordu ama bir türlü çıkması gerekip gerekmediğine emin olamıyordum.

 

"Anlat Asya, seni dinliyorum ama önce kafanı kaldır." Levent hoca gözlerini bana dikmiş, masaya doğru hafifçe eğilmişti. Kafamı kaldırdığım an gülümseyen yüzü çok yakınımdaydı.

 

"Ben şey, eve... Yani evime dönmek ve orada yaşamak istiyorum." dedim kendimin bile zor duyacağı kısık bir sesle.

 

"Öyle mi? Evine yani Fatih'te ki evine dönmek istiyorsun, doğru mu anlıyorum?" Usulca kafamı salladım ve bakışlarımı tekrar yere indirdim. Cevabı hayır olursa sanırım büyük hayal kırıklığına uğrardım.

 

"Bu bugün duyduğum en iyi haber Asya. Buna karar vermiş olman, yüzleşmek istemen büyük cesaret. Ama..." Hep bir ama olurdu değil mi? Sabırla cümlesinin devamını bekledim. Sesli bir nefes alıp, bana bakmaya devam etti.

 

"Biraz daha zaman lazım. En azından tedavimizi noktalayalım, sonuçları bir görelim. Bu arada sen de bu fikri iyice düşün. Bir kaç ay sonra hala aynı kararlılıktaysan ve psikolojin de buna yeterliyse, neden olmasın."

 

"Peki, peki bu beni nasıl etkiler? Daha kötü olur muyum? Korkuyorum ama istiyorum da. Özlem artık kötü anılardan ağır basıyor hocam." Bakışlarım yeniden ayaklarımdan Levent hocanın yüzüne çıktı. Ellerim ve ayaklarım buz gibi olmuştu, iki yıldır ilk defa bazı şeyleri dile getiriyordum ve bu beni deli gibi korkutuyordu.

 

"Acılarla yüzleşmek her zaman iyi netice verir Asya. Belki zihnin, bedenin kısa süreli gel gitler yaşar. Anılar ilk çarpışma anında seni sarsar ama uzun vadede iyi geleceğine inan. Bu karar hastalığını yenmen için büyük bir adım olacak güven bana."

 

"Güveniyorum." dedim hiç düşünmeden.

 

"Kontrollerin devam edecek ama bunu asla unutma. Ben bitti diyene kadar gelmeye devam edeceksin, okey mi?"

 

Kafamı sallayarak şartına onay verdim, zaten aksini düşünmemiştim. Önümde şimdi bir hedef vardı, biraz daha çabalayıp Levent hocadan eve dönmek için onay almak. Yaşamak için küçük bir dal bulmuştum ve ona sarılmaya her şeyden çok ihtiyacım varmış gibi o cılız dala tutundum. Kırılmadan, güvenle beni sona taşıması için içimden dualar ettim...

 

***

 

Yavuz Sultan Selim Mahallesi (Fatih), 2 Ay Sonra

 

Meyhanenin ezber ettiği köhne zeminine elalarını dikmiş, kulağına dolan Müslüm babanın acı dolu sesiyle elindeki kadehinden büyük bir yudum daha içti Kadir. Mütemadiyen, haftada bir kendini acıya gömme seansını bu defa biraz fazlaya kaçırmıştı. Hayat kime adil davranmıştı ki Kadir'e davranacaktı? 17'sinde babasız kalan, okulu bırakıp çalışmaya başlayan, koca bir evi geçindiren, evdeki üç kadına göz kulak olan Kadir de, elbet hayatın tatlı yanından ziyade acı yanını ezber etmişti.

 

Ama tüm bu dertlerin üzerine öyle bir kalp yarası, ruh sızısı vardı ki, o hiçbir acıyla kıyaslanamazdı. Gidişi Kadir'i kül etmiş, sebebi ise dertli omuzlarına bir ton yük daha eklemişti. "Asya..." dedi Müslüm babanın söylediği gibi yürekten gelen bir acıyla. "Sebebim oldun."

 

Elindeki rakı kadehi henüz daha meyhaneye geleli yarım saat olmasına rağmen dört beş kez dolup boşalmıştı. Bu gece başka bir efkâr vardı sanki Kadir'in üzerinde. Hiç söyleyemediği, içinde kanayan bir yara, Asya'ya olan sevdası bu gece sanki Karadeniz'in dalgaları gibi kabarıp duruyordu. Halbuki çocukluğundan beri sevdasını saklamaya, boğazına kadar dolsa da yutmaya alışkındı. Kalp acısı, yansa bir yudum su istemeyecek, ölse yardım eli için uzanmayacak kadar derin ve gizliydi.

 

Aklına gelen açık kahve, kederli gözler, sarıya çalan saçlar, dokunmadan hissedebildiği yumuşak ten zihninin her kıvrımının sahibiydi. Asya'yı düşlemek, Kadir'e canını derinden yakan bir acı verse de, aynı zamanda o acıya merhem basan bir dermandı. Asya onun, yanı başındayken bile cesaret edip elini tutamadığı kanayan gönül sızısıydı. Şimdi bu kadar uzaktayken, onu hayal etmek bin kat daha işkenceydi.

 

O korkunç geceden sonra Asya'yı son kez cenazede görmüştü ve sonra yaralı kıza dair ne bir iz, ne de bir adres bulabilmişti. Sanki Asya'sı bir hayalden ibaretti. Çocukluğundan beri tutunduğu parlak bir düş gibi daha aşkını kelimelere dökemeden sevdiği kızdan ayrı düşmüştü. Hangi âşık için bu dert, ciğer yakmazdı ki!

 

Asya'nın o gece ki halini, ailesinin görüntüsünü atlatamamışken ve çektiği acıları düşündükçe yüreği sıkışırken, bir de özlem kalbini yakıp kavuruyordu. Minicik bedeni, yalnız başına bu kederle nasıl savaşmıştı? Düşündükçe göğsü sıkışıyordu, açık yarası daha da kanıyordu. Asya kim bilir şimdi ne yapıyordu?

 

Bu his öyle menem bir şeydi ki gözden ırak olan, gönülden de ırak olur lafının koca bir yalan olduğunu ispat edecek kadar sarsıcıydı. Nefes alamıyor gibi gömleğinin yaka düğmelerini açtı, yetmedi garsona klimayı kökle diye bağırdı. İçindeki ateş sanki böyle sönebilirmiş gibi.

 

"Oo bizim ki demlenmeye başlamış bile!" Alper elinde tespih sallana sallana meyhanenin kapısından girip yanındaki Barış'a ne yapacağız bu adamla bakışı attı. Dostlukları öyle uzundu ki, Kadir'in derdini ikisi dışında tek Allah'ın kulu anlamazdı. Birbirlerine hem yoldaş, hem de yeri geldiğinde suç ortağı olmuşlardı. Alper ve Barış, Kadir'in hayattaki acılarının yanında, Yaradan'ın şekerleme niyetine gönderdiği iki herifti.

 

"Kadir yavaş oğlum, n'oldu hayırdır? Bizim bilmediğimiz bi'şey mi oldu?" Barış hemen yanına, Alper de kederli adamın tam karşısına geçti. İkisi de ellerini başının arasına almış masayı izleyen dalgın adamın derdini biliyordu ama Kadir, ağzı sıkı bir herifti. Aşkını, sevdasını öyle meyhane köşelerinde dökmek onluk iş değildi. Ama bu gece kalbi patlayacak kadar özlemle dolup taşmıştı. Konuşmazsa devrilecek bir çınar gibi hissediyordu kendini.

 

Kendini tutmak, sevdasının derinliğini açık etmemek için yutkunmak da bir yere kadardı. "Bir kere görebilsem, sanki tüm dertlerim bitecek. Bir kere ya, çok mu şey istiyorum oğlum?" dedi iç çekerek. Biten bardağı doldurmak için uzanırken Barış şişeyi önüne çekip Kadir'e yeter bakışı fırlattı.

 

"Çok şey istemiyorsun Kadir'im. Keşke elimizden bir şey gelse ama kızın durumu da malum. Ne diyim şimdi ben sana." Barış'ın kendine hayrı yoktu ki Kadir'e derman olacaktı. O da imkânsız bir sevdaya tutulmuş, senelerdir içi içini yiyordu.

 

"Geçen benden araba alan bir herif vardı, hatırlıyor musunuz? Noter işlemleri sırasında epey konuştuk, adam Hacker mı de diyorlar, işte ondanmış. Acaba Asya'yı bulmak için ona mı söylesek."

 

Cümlesi biter bitmez kafasına yediği sesli bir tokatla öne arkaya gidip gelen Alper söverek Barış'a döndü. "Elinin ayarını siktirme oğlum. Ne diye vurdun şimdi? Doğru bi'şey konuşuyoruz burada. Senin gibi boş laf yapmıyoruz, çözüm buluyoruz."

 

"Yav senin bulduğun çözüme sıçayım. Hacker ne oğlum, kız kaçak mı? Gittiği yeri biliyoruz zaten. Mevzu o mu?"

 

"Ne ya? Bu işte? Bulacağız Asya'yı, Kadir 'i de yanına göndereceğiz." Alper'in her şeyi çözmüş gibi gururlu bakışları, Barış'ın aptal bu ya bakışlarıyla buluştu.

 

Alper'i ve deli saçması fikirlerini daha fazla umursamadan, masaya gelen garsona "70'lik getir koçum." diyen Barış, Alper'in çatık kaşlarının hedefiydi.

 

"Ebenin damı oğlum. Zaten Kadir 70'lik açtırmış, sen tek bardakta sallanırsın, gerisini ne yapayım, anama mı içireyim?" Oflayarak garsona döndü. "Sen bize 35'lik getir abisi." dedi Barış'ın ensesini sıkarak.

 

Alper, yanında oturan dostunun huyunu çok iyi biliyordu. İçkiye dayanıksız bir herif varsa o kesinlikle Barış'tı ama her seferinde erkekliğine yediremediğinden zorla içer, sonra da sabaha kadar burunlarından getirirdi.

 

"Koy şuna bir bardak daha, tepemin tasını arttırma, çekip durma önümden yemin olsun hıncımı senden çıkarırım Barış!" Kadir önünden çekilen şişeyi işaret ederken Barış, dostunun tehditlerini ciddiye bile almadı. Zira Kadir, bu gece asıl göz kulak olunması gereken kişiydi. Onun dertli ve kederli hallerine alışkındılar ama bu gece nedense daha bir bitik görünüyordu.

 

"Kendini topla, adam gibi içip evlere dağılalım. İlknur teyze seni böyle görse, kadının aklı çıkar. Yazıktır."

 

"Bana da yazık oğlum! Kendim için şu hayatta istediğim tek şey Asya'ydı. Tek bir şey ya, tek bir şey istedim. İçim acıyor düşündükçe. Nasıl olduğunu öğrensem, iyi mi, kendini topladı mı? Derdini, acısını kendime almaya razıyım, yeter ki iyi olsun. Yüzü gülsün." Masaya doğru eğilip dostunun gözlerinin içine baktı. "Olmaz mı Barış, söyle çok mu imkânsız bu isteğim?" Kadir zaten yüklere alışkındı, Asya'nın da acısını seve seve yüklenmeye razıydı. Dertlerini sırtlanmaya, yüzü gülsün diye ömrünü yoluna sermeye çoktan gönüllüydü. Annesini, kız kardeşlerini Asya ile paylaşmaya, ona yeniden bir aile vermeye dünden hazırdı.

 

"Vazgeç Kadir'im, böyle hayat geçmez. Mihri yıllardır seni bekliyor. Annen de sıkıştırıyor. Bir şans versen, belki unutursun." Kafasına bir darbe daha alan Alper, ellerini havaya kaldırıp "ne var ya yine, fikrimi söylüyorum!" dedi oflayarak.

 

"Kızın başını mı yaksın Alper? Sevmediği halde gidip ümit mi versin? Bu nasıl boktan bencil bir çözüm?" Barış önündeki bardağı tek nefeste bitirirken, bakışları perişan görünen Kadir'deydi.

 

"Ben aşka falan inanmıyorum oğlum, biliyorsunuz. Ömrünün sonuna kadar acı mı çeksin? Mihri güzel kız, seversin Kadir. Bak bir şans ver, gel beni dinle." Alper'e göre aşk yoktu, insan sadece karşı cinse güçlü bir cinsel çekim hisseder ve zavallı bunu aşk sanırdı.

 

"Sevmediğim bir kadınla ömür geçiremem. Aklım, kalbim Asya ile doluyken elin kızının hakkına giremem. Bana yakışmaz." diye karşılık verdi Kadir kaşlarını çatarak. Annesinin hatırına bile yapamazdı, Mihri'ye de kendi çektiği acıyı yaşatamazdı.

 

"Haklısın kardeşim, sen boş ver Alper'i. Onun kalbi olmadığı için anlamaz."

 

Gözlerini yerinden çıkacak kadar deviren Alper, yüzünü buruşturarak çatalını beyaz peynire bastırdı ve alay eder gibi gevşekçe çiğnedi.

"Konuştu aşk doktoru, Profesör Barış Aşkolog!"

 

"Alper kaşınma oğlum. Bu gece extra uyuzsun, katlanamıyorum."

 

"Ben de sana bayılıyordum, dua et baby face adamsın kıyamıyorum yoksa bir tokat aşk ederdim sana."

 

"Aşk etmek ne lan? Tüm ciddiyetim kayboldu!" Kısık bir kahkaha atan Barış, sanki az önce kedi köpek gibi kavga eden onlar değilmiş gibi omuz omuza birbirlerine içki içirmeye başladılar.

 

Kadir ise başka zaman olsa dalga geçip, eğleneceği bu görüntüye rağmen kendini berbat hissediyordu. Barış'ın elinden zorla şişeyi alıp yeniden bardağını rakıyla doldururken dünyadan soyutlanmış gibiydi.

 

Şarkı değişmiş bu defa İbrahim Tatlıses'ten mutlu ol yeter çalıyordu. Bu akşam belli ki meyhaneci Feridun abi, Kadir'in kabuk bağlamayan yarasını deşmeye niyetlenmişti.

 

"Alıştım yıllardır ben yokluğuna... Bir tek dileğim var, mutlu ol yeter." Kısıkça tekrar ettiği cümle, Kadir'in Asya'ya hissettiği aşkın özeti gibiydi.

 

"İçimizi dağladın abi, vallahi. Bu akşam aşka içelim." dedi Alper kadehini kaldırırken, aşka inanmasa da dostları için bu akşamlığına bir ayrıcalık yapabilirdi.

 

"Aşka!" dedi Kadir iç çekerken.

 

"Aşka!" diye tekrarladı Barış gözleri dalarak.

 

Masadaki ikinci şişe de dibi gördüğünde Kadir'in telefonu cebinde titremeye başladı. Ekranda görünen Melek yazısıyla önce ofladı, sonra önemli olmasa Melek'in bu akşam onu rahatsız etmeyeceğini düşünerek hızla kabul tuşuna bastı.

 

"Melek, bir şey mi oldu, hayırdır?" dedi panikle.

 

Telefonun ucundaki kız, hızlı hızlı nefesler alıp veriyor, söylemek istediği şeyi dili varıp da söyleyemiyor gibi mırıldanıp duruyordu.

 

"Melek beni korkutma, kızım konuşsana!" Kadir çoktan telaşla ayağa kalkmıştı, ona endişeyle bakan Alper ve Barış da oturdukları yerden kalkmak için Kadir'den işaret bekliyorlardı.

 

"Abi... Abi ne olduğuna asla inanamayacaksın." Kardeşinin kesik kesik soluklarından, sesine yansıyan heyecandan bu konuşmanın iyiye mi yoksa kötüye mi gideceğini çözemeyen Kadir, patlama noktasına geldi. Barış'ın aksine kolay kolay sarhoş olmazdı ama içkinin etkisiyle sesini yükseltti.

 

"Melek ne oluyor! Geliyorum, bekle!" Cüzdanından para çıkardı, masaya koydu ve hemen sonra duyduğu cümleyle olduğu yerde dona kaldı.

 

"Abi Asya, Asya dönmüş."

 

 

 

----1.Bölüm sonu----

 

İlk bölümü nasıl buldunuz? Umarım beğenmişsinizdir. Ben çok heyecanla yazdım ve yayınladım. Kadir ve Asya'nın hikâyesine kaldığımız yerden devam edeceğiz. Beklemede kalın ve bizi özleyin. 😘

 

Loading...
0%