Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2-Ela Gözlü Komşu Oğlu

@rosaarosaaaa

Ben geldimmmm...

 

2.Bölümle karşınızdayım.

 

 

 

Sizden ricam; oy vermeyi ve yorumlarla motive etmeyi ihmal etmemeniz. Zaten bir elin parmağı kadar okuyucu var, onlarında bizi desteklemeleri çok önemli. Bu sebepten lütfen, okuyan herkes satır aralarına yorum bırakmayı önemsesin ve desteğini esirgemesin. Öpüyorum hepinizi ❤😘

 

 

Babamdan zorla kopardığım izinden sonra saat neredeyse gece yarısına gelmek üzereydi ve otobana girmiş, sağ şeritten usulca eve doğru dönüyordum. Annemin "Kahraman, lütfen gece yarısı tek başına araba sürmesine izin veremezsin!" itirazlarına, Arda ile gitsin girişimlerine rağmen, canım babam bana güvenip bir geceliğine kıymetli arabasıyla ufak bir kaçamağa tüm engellemelere rağmen evet demişti.

 

Haftalar öncesinden ufaktan ufaktan babamın kanına girmeye başlamıştım ve asla kimseye dokundurmadığı arabasını sonunda sürüyordum. Lise buluşması aslında bahaneydi, mesele Arda ile girdiğim Kahraman Bey'in kıymetli arabasını alırım iddiasını kazanmaktı. Böylece ergen velede babamın ondan çok bana güvendiğini ispat etmiştim ve bu gerçeği canım kardeşim, ağlayarak günlüğüne yazmakla meşgulken, ben de son ses açtığım müziğin keyfini çıkarıyordum.

 

Kendimi şarkıya kaptırmış, bağıra çağıra gidiyorken dönmem gereken Vatan caddesi sapağını son anda fark ettim ve panikle frene basıp sağa kırdım ama maalesef arkadan gelen bir araba olup olmadığına bakmak aklıma gelmediği için saniyeler içinde kendimi acı bir fren sesi ve gürültüyle sarsılmış halde buldum. Her şey bir kaç saliselik zaman diliminde olmuştu ve ben şokla şoför koltuğuna yapışmış öylece duruyordum.

 

Ani çarpma yüzünden boynumda ufaktan bir sızı vardı fakat asıl sorunumun bu olmadığını bilecek kadar kendimdeydim. Babam kesinlikle benim canıma okuyacaktı. Arabadan çıkıp gerçeklerle yüzleşme cesaretim yoktu ve hem korkudan, hem de panikten gözlerim çoktan dolmaya başlamıştı.

 

"Ya kardeşim sinyal diye bir şey var, öyle lap diye dönülür mü? Arabamın haline bak abi ya. Çık kardeşim, çık arabandan!" Arkadan gelen kızgın ve çıldırmış sesle iyice koltuğa gömülüp alnımı direksiyona dayadım. Adam hiddetle kapısını çarptığında aklımdan geçen tek şey vardı; acaba ölü taklidi yapsam yer miydi?

 

"Ayy adam beni dövmeye geliyor, bir postada babamdan fırça yerim. Offf yaaa aptal Asya! Aptal!" Kendi kendime söylenip dururken arkadan gelen öfkeli adam camıma doğru eğilmiş içeriye bakmaya çalışıyordu. Kapıları kilitleyip arabada kalmaya devam etmekle, çıkıp sinirli adamla gecenin yarısı muhatap olmak arasında gidip geliyordum. Ellerim titrerken, kapıları kilitlemeye karar verdim ve yan koltuktaki çantama can havliyle uzandım. Adam kapıyı açmaya çalışıyor, bir taraftan da gün görmemiş küfürler savuruyordu.

 

Korkudan nefesim kesilmiş halde telefonumu buldum ve titreyen parmaklarıma rağmen nihayet rehbere girebildim. Babamı aramaya asla cesaretim yoktu, annemi arasam daha da büyük kriz çıkardı.

 

Bir kaç dakika elimde telefonla panik yapmadan düşünmeye çalıştım. Arabadan anlayan, bu saatte bile çağırsam itiraz etmeden gelecek tek kişi vardı. Aklıma gelen ismin üzerini, tereddütle tıkladım.

 

İlk çalışta açılan telefonla önce ne diyeceğimi bilemez halde sessizce derin derin nefesler alıp verdim. "Asya!" Paneldeki saat gece 11'i gösteriyordu ve Kadir'in şaşkın sesini anlamak zor değildi.

 

"Kadir şey..." Adam hala camıma vurup duruyor, küfürler etmeye devam ediyordu. Korkudan dili tutulmuş bir aptal gibiydim.

 

"Asya bu saatte hayırdır, korkutma beni! Dışarıda mısın sen?" Sesindeki telaşla iyice panikledim ve hızlıca derdimi anlatmaya koyuldum.

 

"Ben kaza yaptım da, babamı arayamadım. Aklıma sen geldin, şey sen anlıyors-"

 

"Kaza mı? İyi misin, bir şey oldu mu sana?" Arkadan gelen seslerden ayaklandığını anlıyordum, onu aradığım için şimdiden pişman olmuştum. Gece gece ortalığı velveleye vermiştim.

 

"Ben iyiyim ama araba için aynı şeyi söyleyemem. Bir de burada bir adam var, çok kızgın ve -." Adam camımı kıracak kadar şiddetle vurmaya devam ederken korkudan elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemiyordum. Yüzünü camıma dayamış, kırıp beni camdan çekecekmiş gibi duruyordu.

 

"Konum at, hemen!" Sözümü bitiremeden Kadir'in sert ve itiraz kabul etmeyen sesiyle irkilerek mesajlara girdim. Hızla konumu attım ve yeniden telefonu kulağıma yaklaştırdım.

 

"Sakın telefonu kapatayım deme Asya, açık kalsın!" Kapı açıp kapanma sesini duyduğumda Kadir'in evden çıktığını anlamıştım. "Arabayı kilitle, beş dakika içinde oradayım. Korkma tamam mı, geliyorum."

 

Derin derin nefes alıp verdim ve sonra çekinerek cama baktım, adam biraz uzaklaşmış telefonla konuşuyordu. "Bana arkadan çarpan adam. Çok öfkeli, sence bana zarar verir mi?" dedim sesimin titremesine engel olmayarak.

 

Kadir'in gergin tavırlarını hayal edebiliyordum, gözlerini kısmış, omuzlarını dikleştirmiş ve homurdanan hali tam olarak gözümün önündeydi. "Anasından doğduğuna pişman ederim onu! Sana dokunsun bir bakalım o ellerini kırmaz mıyım?"

 

Beş on dakika geçmeden bakışlarım uzunlarını yakmış gelen tanıdık arabayla buluşunca, bir anda içimdeki tüm korku ve panik hali, yerini rahatlamaya bıraktı. Kadir sert bir frenle emniyet şeridine çekti ve hızla aracından indi. Onu gördüğüm an, kilitleri açıp araçtan ok gibi fırladım. Ayıp olacağını bilmesem koşup boynuna sarılırdım.

 

Kadir beni görür görmez, iyi olup olmadığıma emin olmak için önce baştan ayağa vücudumu süzdü, sonra kaşlarını çatarak arabasını işaret etti. "Asya, benim araca geç!"

 

"Ama önce bi k-"

 

"Asya arabaya!" Mermerden sert bakışları benden hemen sonra üzerime doğru gelen adamı buldu. İkimizin arasına giren uzun boyuyla adamın bana olan öfkeli bakışları yarıda kesildi. "Birader gözlerini kızın üzerinden çek, ettiğin küfürleri de duydum. Asabımı daha fazla bozmadan zararın neyse konuşalım. Herkes yoluna gitsin!"

 

Arabaya binmeden hemen önce Kadir'in kararlı ve sinirli sesi tüylerimi diken diken etti. Karşısındaki adamın bir kaç adım gerilemesine şaşırmamıştım. "Kadınlara ehliyeti yasaklasınlar abi! Arabamın haline bak! Bunu nasıl adam edeceğim ben? Kaçıp saklanmakla olmuyor o işler, çıksın arabadan, konuşacağım onunla!" Adamın delirmiş bakışları yeniden beni bulduğunda Kadir'in öfkeden elleri titriyordu, bir kaç adım atarak adamın tam dibinde durdu. Bu gece bir de Kadir'in kavga etmesine sebep olursam, babam bana sittin sene güvenip çorabını bile emanet etmezdi.

 

"Kiminle konuşacakmışsın sen birader, hayırdır? Sana gözlerini kızdan çek dedim! Gece gece beni ayar etme, sakinken uzatma yoksa seni buraya gömerim!" Adam Kadir'in gözlerinde cinnete yakın bir şey görmüş olmalı ki, aniden surat ifadesi yumuşadı ve olduğu yerde bir kaç saniye donup kaldı. Kadir'in sinirlendiğine sadece bir kez şahit olmuştum ve bir daha görmek istediğimden emin değildim. 1.90 küsürlük boyu, iri yapısıyla onu düşman olarak karşınıza almak istemezdiniz.

 

"Tamam kardeşim, ne dayılanıyorsun mağdur olan biziz yani!"

 

Kadir sakinleşmeye çalışıyormuş gibi bir kaç kez sesli nefes alıp verdi ve elini cebine attı. "Al şu kartı, benim tamirhanenin adresi. Sabah erkenden gel, bakalım aracına, neyse masrafı karşılayacağım. Bir bok da yok arabanda da neyse, olan bizimkine olmuş zaten!"

 

Uzattığı kartı tereddütle alan adamın, Kadir'in tamirci olduğunu anladığı anda yüzünde oluşan belirgin rahatlama ifadesini arabanın içinden izliyordum. "Baştan söylesene kardeşim usta olduğunu! Ama benim araba çalışacak mı? Çekici çağır da tamirhanene bıraksın." Adamdaki yüzsüzlük gerçek miydi? Yoksa bu işler böyle mi yürüyordu? Daha önce hiç kaza yapmamıştım ki?

 

"Arabanda bir şey yok kardeşim, uzatma! Al arabanı evine git!" Kadir'in gittikçe yükselen sesinden birazdan dayak yiyeceğini anlayan adam, homurdanarak arabasına bindi ve gürültülü bir kalkışla yanımızdan uzaklaştı.

 

Kadir'in bakışları ön camı delip geçecek gibi beni bulduğunda hafiften titremediğimi kabul etmezsem yalan söylemiş olurdum. Keskin ela gözlerinde tuhaf bir parıltı vardı. Kapıyı açıp şoför koltuğuna oturur oturmaz bana doğru döndü, üzerimdeki mini elbiseye kaşlarını çatarak baktı ve ağzının içinden anlamsız bir şeyler mırıldandı. "Torpido gözünde açılmamış su var. Biraz iç, yüzün bembeyaz olmuş." Bakışları yüzümde endişeyle dolaşıyordu, bu halini daha önce Melek'e ya da Berna'ya bakarken gördüğümden alışkındım.

 

"Kahraman abi, nasıl izin verdi ki sana? Saat neredeyse on ikiye geliyor Asya. Bir de bu elbiseyle..." cümlesinin devamını getirmeden önce yutkunup bakışlarını yola dikti. "Ya adam sana bir şey yapsaydı? İstanbul'da kaç insan trafikte dayak yiyor biliyor musun?"

 

"Kapıları kilitlemiştim, be... ben babamdan çok zor izin aldım zaten, ne olur ayrıntılardan bahsetme ona olur mu?" Suyumdan büyük bir yudum aldım ve yalvaran bakışlarımı, işe yarar umuduyla Kadir'e diktim.

 

Bir kaç saniye boyunca beni sessizce izledi, sonra elimdeki anahtara uzanıp gözleriyle vermemi işaret etti. "Şöyle bakma bana..." dedi kısık sesle. Arabamın anahtarını bir tur avucunda çevirdi ve bakışlarını yeniden bana döndürdü. "Kahraman abiyi ara Asya, geç kaldığın için merak edecekler seni. Bu saklayabileceğin bir şey değil."

 

Babamın ismini duyunca yeniden panik dalgası vücudumu hızla sardı. "Eve gittiğimde söylerim, şimdi biraz zaman kazanıp sakinleşmem lazım. Biliyorum söylediğim anda kıyamet kopacak. Lütfen Kadir, ne olur önce arabayı halledelim sonra. Lütfennn!"

 

Gecenin karanlığında daha da koyulaşan elalarını bir kaç saniye tereddütle yüzümde dolaştırdı. Saniye saniye yumuşayan bakışlarını izledim. "Of Asya of." diyerek arabadan indi, hemen arkasından ben de hızla kendimi dışarı attım.

 

"Kadir, aramayacaksın değil mi?" Arkasından koşup gergin sırtına dokundum. Hızla bana doğru döndü, bakışlarındaki pes edişi görmekle rahat bir nefes aldım.

 

"Sanki sana tamam demekten başka bir seçeneğim var." dedi oflayarak. "Dediğin gibi olsun, eve gidince söyleriz ama Allah aşkına bu kılıkta yolda durma. Benim araca geç, kapıları kilitle!" Parmaklarını gerginlikle siyah saçlarından geçirip, babamın görünce kriz geçireceği arabama doğru ilerledi. Yüzündeki ciddi ifadesine rağmen bana olan bakışlarındaki yumuşaklığı fark ediyor olmak kalbimde tuhaf bir hisse neden oldu.

 

Beni Melek'ten ayırmadığını biliyordum ama yine de... Düşüncelerimi hırıltılı bir motor sesi bozduğunda irkilerek arkamdaki arabama baktım. Kadir kaputu açmış, sıkkın yüz ifadesiyle motora bakınıyordu. Çalışmayacağını anlayınca pes etti ve yanıma geldi. Camımı açıp endişeyle yüzüne baktım. Yoksa araba bir daha hiç çalışmayacak mıydı? Babama ne derdim, bitmiştim ben!

 

"Tamirhaneye kadar benim arabayla çekeceğim. Sen kıpırdama, ben bağlayıp geliyorum." Bagajdan bir halat çıkardı ve babamın bir daha bana asla vermeyeceği arabayı kendi arabasına bağladı. Sonra oyalanmadan şoför koltuğuna geçti ve elinde tuttuğu çantamı bana uzattı.

 

"Çok mu kötü? Kadir..." Ağlamaklı sesimi gizleyemiyordum. Babam için bu araba çok kıymetliydi, her şeyden önemlisi bana güvenmişti ve ben güvenini daha ilk seferde yerle bir etmiştim.

 

"Bozma moralini halledeceğim ben." Tüm bedeniyle bana döndü ve parmağıyla çenemi kaldırıp ona bakmamı sağladı. "Niye ağlıyorsun, canından kıymetli mi Asya? Sana söz veriyorum eskisinden daha iyi yapacağım bu arabayı. Bana güvenmiyor musun?"

 

Gözlerine her zamanki kararlı ve otoriter bakışları hâkimdi. Kadir ve güvensizlik... Bu iki kelime yan yana o kadar saçma duruyordu ki. İnsanların, onun güvenilir biri olduğunu anlaması bir saatini bile almazdı. Gözlerime diktiği doğrudan bakışlarını çekmeden, benden cevap duyana kadar yüzüme bakmaya devam etti.

 

"Güveniyorum." dedim yanaklarımdan süzülen yaşları silerken.

 

Çenemde duran parmaklarını yavaşça çekti ve motoru çalıştırdı. "O zaman daha fazla ağlama artık. Kahraman abiye ben açıklarım her şeyi, boşuna telaş yapıyorsun. Baban sana kıyamaz zaten." Yola dönen bakışlarını takip ettim, tamirhaneye varana kadar sessizce arabayı sürdü. Ben de babama söyleyeceğim her şeyi tek tek kafamda tartıp durdum.

 

Nihayet Bayrampaşa'da ki tamirhanenin önüne geldiğimizde Kadir arabayı park edip indi. Ben de arkasından çıktım. Hava serindi ve çıplak bacaklarım ve kollarım hafiften üşümeye başlamıştı. Kadir'in bakışları saniyelik üşüyen vücuduma değdi ama hemen sonra gözlerime çıktı. "Üşüdün değil mi? Benimki de soru, bu giydiğin şeyle ne bekliyordum ki!" Dişlerinin arasından homurdanarak konuşmasını duymazdan gelmeye çalıştım. Başka zaman olsa imasına karşılık verirdim ama şimdi benim için gecenin bu saatinde bu kadar uğraşıyorken nankörlük yapamazdım.

 

"Büro kısmına geç, orada benim bir kaç parça kıyafetim olacaktı. Üzerine bir şey al. Çenen titriyor!" Çatık kaşlarıyla beni süzerken, cevap vermek için ağzımı açtım, sonra sinirle kapadım.

 

"Arabayı içeriye aldıktan sonra çıkarız. Uzun sürmez." Arkamdan seslenirken ben de o sırada kendi kendime söylenmekle meşguldüm. "Uyuz herif ya, kıyafetime taktı! Sana ne ki Allah Allah!"

 

"Duyuyorum seni Asya! Kıyafetin doğru düzgün olsa takmazdım!"

 

"Ne varmış ya kıyafetimde! Gayet de doğru düzgün!" Güya susacaktım değil mi? Kendime verdiğim sözleri çok çabuk çiğneyen biriydim, ne yapabilirdim ki! Odanın içinde sinirle dolanıp durdum.

 

"Asya yemin ederim insanı deli edersin!" Ne ara arkama geldiğini anlamadığım Kadir'e irkilerek baktım. "Hem suçlu, hem güçlü bir de laf yetiştiriyor!" dedi homurdanarak. Demir dolabı açıp, kapıya asılı olan hırkasını aldı ve çatık kaşlarıyla bana uzattı. "Giy şunu üzerine, dudakların mosmor olmuş. Hayret bir şey ya!"

 

Sinirle çekip aldığım hırkayı, söylenerek üzerime geçirdim. Kadir'in tanıdık parfümü burnuma doldu, kendi gibi kokusu da insana garip bir rahatlık veriyordu. "Abartma, o kadar da üşümedim. Hava eksi 10 sanki!" dedim dişlerimin arasından. Zaten gergindim, bir de üzerime üzerime geliyordu!

 

"Huysuzsun Asya, bunu sana daha önce söyleyen olmuş muydu?" Dibime girmiş, bakışlarını kendi hırkası üzerinde gezdiriyordu. Onun 1.90 lık bedenine kıyasla, benim 1.60 lık vücudumda elbise gibi duran hırkasına bakıp gülmemek için çabaladığını görüyordum. "Huysuz ve...neyse... Hadi gidelim." dedi kapıyı açarken.

 

"Huysuz ve ne? Hem ben huysuz değilim, sadece gerginim tamam mı? Korkuyorum eve gitmeye. Sen de üzerime geliyorsun. Kaza yaptım ben az önce, farkında mısın acaba?"

 

"Merak etme, maalesef seninle alakalı her şeyin gayet farkındayım Asya. Söyletme beni şimdi, hadi!"

 

Beni beklemeden kapıdan çıkıp kendi arabasına doğru yürüdü. Ne demek istediğini düşünmeye vakit bulamadan bakışlarım tamirhanenin içine çekilmiş babamın arabasını buldu. Arkası tamamen dağılmış görünüyordu. Oflayarak küçük adımlarla Kadir'i takip ettim. Topuklu ayakkabılar iyice ayağımı sıkmış, bana eziyet ediyordu. Acıyla yüzümü buruşturup yan koltuğa geçtim.

 

"Ne oldu bir yerin mi ağırıyor?" dedi Kadir motoru çalıştırırken. Bu kadar dikkatli olması bu gece hiç işime gelmiyordu.

 

"Ayakkabılar." dedim gözlerimle işaret ederken. "Uzun süre giyince ağrıtıyor."

 

Bir süre bakışları ayaklarımda dolandı. "Kadınları anlamak mümkün değil." Dudakları alayla yukarı kıvrıldığında bakışlarım keskin çene hattına takıldı. Keşke daha fazla tebessüm etse diye geçirdim içimden, her zaman nasıl bu kadar ciddi kalabiliyordu?

 

"Bakıyorum da çok eğleniyorsun bu halimden. Acı çekmem hoşuna gitti galiba Kadir?" dedim sinirle.

 

Keskin elaları hızla bana döndü. Tebessümü silinip, yerini yine tanıdık ciddi ifadesi almıştı. "Sen acı çektiğinde inan bana bu durum, hiç ama hiç hoşuma gitmiyor." Sesindeki ciddiyetle bakışlarımı çekinerek yola çevirdim. Bir kaç dakika sessizce yol aldıktan sonra cama yaslı kafamı çekip Kadir'e döndüm.

 

"Kaç gün sürer arabanın işi? Çok masrafı olacak değil mi? Offf" Aklımda dolaşıp duran soruyla garip sessizliği bozdum. Gergindim ve Kadir'in benimle konuşmasını istiyordum.

 

"Bir haftayı bulur. Para konusunu da açmamış sayıyorum!"

 

"Saçmalama! Bedavaya mı yapacaksın! Ne ben, ne de babam bunu kabul eder. Üstelik gecenin bir vakti atlayıp geldin, yardım ettin. Babam asla izin vermez." Çantamın içindeki telefon çalmaya başlayınca elim ayağıma dolandı. Babam arıyordu ve ben panikle Kadir'e baktım. Ondan medet umuyor olmam saçmaydı ama bu gece benim için çok şey yapmıştı, bir iyilik daha yapsa ne olurdu?

 

"Asya aç şunu, geliyoruz de. Adamı meraktan delirtmek mi istiyorsun sen?" Benim tepki vermediğimi görünce elimden telefonu hızla çekip aldı ve açtı.

 

"Kahraman abi Kadir ben." dedi soğukkanlı bir sesle. "Merak etme abi, Asya benimle. Ufak bir kaza atlattı ama yoldayız. Beş dakikaya evdeyiz, anlatırım sana ben."

 

Babamın endişeli sesiyle oturduğum koltuğa iyice sindim. Hissettiğim şey korku değil, tam anlamıyla mahcubiyetti. "Kızdı mı? Ne dedi? Arabayı sordu mu? Kadir söylesene!"

 

"Ya bi'sussan anlatacağım da maşallah Asya, sende ki çene kimsede yok!"

 

"Sen neden benden hoşlanmıyorsun ya! Her defasında tersleyip duruyorsun! Ne yaptım ben sana, iyi ki eline düştüm yani!"

 

Sözlerimden sonra gaza basıp mahalleye hızla girdi, evin sokağına döner dönmez sağa çekti ve doğrudan bana döndü. Ela gözlerinden sanki ateş çıkıyordu. "Ciddi ciddi bu soruyu soruyor musun? Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" dedi göğsü nefessiz kalmış gibi inip kalkarken.

 

"Tersliyorsun beni, her şeyime bir kulp takıyorsun. İtiraf et işte, sinir oluyorsun bana!"

 

Kafasını yukarı kaldırıp, sabır dilenir gibi ofladı. "Benim de imtihanım bu işte! Ne yapacağım ben seninle Asya hiç bilmiyorum ki! Ben sana sinir oluyorum öyle mi?" Yüzünde alaylı bir tebessüm vardı, sinirden güldüğünü anlamak zor değildi. Ne kadar uğraşsam da mutlaka onu kızdıracak bir şey yapıyormuş gibi hissediyordum.

 

"Ne ya öyleyse? Neden sürekli kaşların çatık dolanıyorsun? Elbiseme laf ediyorsun falan."

 

"Elbise olayı farklı Asya. Allah aşkına yani, şu elbise ya da elbise olduğunu iddia ettiğin şeye nasıl laf etmeyeyim. Bana düşmez tabi de -"

 

"Evet düşmez!" Devam etmesine izin vermeden arabadan indim. Uyuzluk yapmasına daha fazla tahammül edemeyecektim. Babam bahçe kapısını açmış bize bakıyordu.

 

"Bekle huysuz, bekle!" Arkamdan seslenen Kadir'e aldırmadan karşıya geçtim. Ben daha kapıya yaklaşmadan babam koşarak bana doğru geldi ve sıkıca sarıldı. Hissettiğim rahatlama ve üzüntüyle karışık bir duyguyla babamın sarılışına karşılık verdim.

 

"Asya'm sen niye telefonlara bakmıyorsun? Beni öldürmek mi istiyorsun sen?" Endişeli sesi kulaklarıma dolar dolmaz onu aramadığım için pişman oldum. Sıcacık bedeni, benim güvenilir limanımdı.

 

"Ben, şey baba... Çok özür dilerim, araban çok kötü durumda." dedim ağlamaklı bir sesle. Kollarımı sıkıca sırtına sarıp alnımı omuzuna yasladım. Kalbim deli gibi atıyordu.

 

"Ya bırak arabayı şimdi! Sen iyi misin, bir şeyin yok değil mi kızım?" Sesindeki derin panikle yaptığım aptallığa içimden sövdüm.

 

"Yok abi yok, turp gibi maşallah." Kadir'in imalı cümlesiyle babamdan ayrılıp sert bakışlarımı Kadir'in kısılmış gözlerine diktim. Bu geceki üçüncü tebessümüyle tam karşımda durmuş beni izliyordu.

 

"Ya bu deli kız arayıp, gece gece seni yollara mı döktü Kadir oğlum?" Babam kaşlarını çatarak bana baktı, aynı anda parmaklarını omuzuma sarmış hafiften uyarır gibi sıkıyordu. Hem kızgın, hem de korkmuş hali kalbimi sıcacık yaptı.

 

"Ne demek abi? Asya'ya bir şey oldu sandım koştum gittim. Çok şükür iyi, endişe etmeyin." Arkasından homurdanarak bir şeyler daha geveledi ama duyamadım, kesin benim huysuzluğum hakkında söylenmişti!

 

"Aşk olsun Asya'm, bu kadar mı korkuttum seni de beni aramaya çekindin? Aklım çıktı kızım sana ulaşmayınca." Gözlerinde, sözlerinin aksine kınama veya öfke değil de korku vardı.

 

"Öyle değil baba, yani ilk defa arabayı verdin, onda da canını okudum. Utandım işte, bilmiyorum. Seni hayal kırıklığına uğrattım."

 

Babamın endişeli bakışları ansızın şefkate evrilirken kollarını bana sıkıca dolayıp yanına çekti ve şakağıma küçük bir öpücük bıraktı. "Sana feda olsun yavrum araba. Senden kıymetli mi? Gel hadi içeri, annene söylemedim. Beraber söyleriz artık. Fırçaya hazır ol ama benim kadar sakin karşılamaz biliyorsun."

 

"Offf bir de Arda var ya. Çok fena dalga geçecek benimle." Kendi kendime söylenerek ofladım. Arda bey kesin bunu yıllarca anlatıp anlatıp alay konusu edecekti.

 

"Kadir oğlum gel, çay içelim bahçede. Hem de bu geceyi anlat bana. Nasıl yapmış bizim kız bu kazayı. Araba ne durumda mesela?" Ben üzülmeyeyim diye ne kadar saklasa da gözlerindeki endişeyi fark etmemem imkânsızdı. Aklının kesinlikle arabasında olduğunu biliyordum. Canım iyice sıkılırken babamın arkasından ilerledim.

 

Kadir kafa sallayarak bizimle birlikte bahçeye girdi. Ayak tabanlarım artık acıdan isyan ediyordu. İstemsizce yine yüzümü buruşturmam Kadir Bey'in gözünden kaçmamış olacak ki sessizce bana doğru yanaştı. "İçeri gir, şu ayakkabılarını da artık çıkar. Canın yanıyor, acele et."

 

Bakışlarım önümde duran babamdan ayrılıp Kadir'in yeşile çalan elalarını buldu. Bahçede onları yalnız bırakmak istemiyordum, daha doğrusu ne kadar çekinsem de kazayı benden dinlese daha iyi olur diye düşündüm.

 

"Hadi Asya, yoruldun sen, ben anlatırım babana. Gir sen." Yine aynı şey oluyordu işte. Yanımda babam varken, ben tutmuş komşu oğlunun sözünü dinliyordum. Ayaklarım benden değil de, Kadir'den emir almış gibi hızla bahçeden geçip evin içini bulduğunda karakterime zıt uysal halime şaşırmakla meşguldüm. Her seferinde bana dediğini yaptırıyor oluşu hiç âdil değildi!

 

***

 

Yavuz Sultan Selim Mahallesi

 

Elimde bavulum, kalbimde kayıplarımın şiddetli ağrısı ile mahalleye girerken, ruhum sanki doğum sancısı çekiyor gibi ağrılıydı. Dünyaya gelmeye hazırlanan bir bebeğin acılı ve sabırlı yollardan geçmesi gibi ben de bir yolun sonuna gelmişim hissiyle ilerliyordum.

 

Her yol sonu başka bir yol başlangıcına çıkıyordu. İki yıldır kat ettiğim mesafe beni başlangıç noktasına çıkarmıştı, peki vardığım netice beni hangi başka yollara çıkaracaktı? Bu bir son muydu yoksa daha sancılı yeni bir doğuma gebe miydi?

 

Aklım ve kalbim bir çatışma içinde bocalayıp dururken sessizce sanki anıları uyandırmak istemiyormuşum gibi parmak uçlarımda tanıdık sokağa girdim. Etrafa kaçamak ve çekingen bakışlar atarken huzursuzdum. Gündüz değil de gece gelmek istememin sebebi buydu, kimseyi görmemek, konuşmak zorunda kalmamak ve acıları uyandırmamak... Ama acıların sessizliği sevdiği gerçeğini unutmuştum. Anılar gürültülü kalabalıklarda değil de gecenin ölüm sessizliği içinde baş gösterirdi, tıpkı şu anda zihnime akın eden yüzlerce hatıra gibi.

 

Her yer bıraktığım gibiydi, evler, sokak lambaları hatta kaldırımdaki çukurlar bile daha doldurulmamıştı. Refleksle bildiğim çukurun üzerinden atlarken bile zihnimin bana oynadığı oyuna acıyla gülümsedim. Unutmanın mümkün olmadığını şimdiye dek çoktan anlamam gerekiyordu. Hedefim unutmak olmamalıydı, varmam gereken çıkış yolu, anılarla ve acılarla yaşamayı öğrenmekti. Bunu kavramam zaman almıştı ama artık biliyordum. Ne kadar kaçarsam kaçayım, bilinçaltı her fırsatta bana acılarımı hatırlatıp duracaktı.

 

Evlerde tek tük ışıklar yanarken kaldırımda durakladım ve tam karşımdaki tanıdık binaya baktım. Evimi; annemin, babamın ve Arda'nın hatıralarıyla hınca hınç dolu yuvamı öylece durup dakikalarca izledim. Elimdeki bavulum, kalbimdeki sancım, ruhumdaki yükler ağırlaştıkça ağırlaştı... Nefesim kesildi, yüreğim şiddetle sarsıldı ama ben durdum. Bekledim, bir adım atabilmeyi, anıların içinden sağ salim çıkma cesaretimi yeniden bulmayı... Bekledim, bekledim ve bekledim.

 

Küçük bir adım attım ve bahçe kapısına avuç içimi yasladım. Saatlerce koşmuşum gibi soluk soluğa nefeslendim. "Sadece bir kapı Asya, aç ve içeri gir!" dedim içimden. "Yapabilirsin, bu adımı atarsan gerisi gelecek!"

 

Yapamadım... Avuç içlerim paslı demir kapıda ne kadar kaldı bilmiyorum ama ayaklarım beni taşıyamaz olana dek bekledim. Sonra babamın siluetini görür gibi oldum, kollarını kaldırmış bana gel diyordu sanki. Bu hayalî, bir işaret olarak varsaydım ve demir kapıyı kısık bir gıcırtıyla araladım. Uzamış çimenlere, bakımsız ve solmuş çiçeklere bakarak küçük, titrek bir adım daha attım. Ve... Artık içerideydim...

 

Sanki dünya bir anda başkalaşmış, rüzgâr sertleşmiş, görüntü renksizleşmiş, parlak gökyüzü griye dönmüştü. İçim allak bullak olmuş, zihnim adeta kılcallarına kadar zonkluyordu. Başıma giren ağrıyla elimdeki bavulu yere bıraktım ve bahçe duvarına yaslandım. Göğüs kafesimin içindeki kalbim bir kuş gibi çırpınıyordu, öyle ki kaburgamı kırıp özgürlüğe kavuşacak diye korktum.

 

Kendimi yeniden toparlamam bir kaç dakikamı daha aldı. Sırtımı yasladığım soğuk duvardan ayırdım ve bavulumu eğilip almadan garaja doğru yürüdüm. Her adımda yüreğim sökülüyor gibi bir acıyla atıyordu. Her nefes alışım ciğerime diken gibi batıyordu. Anılar şiddetli bir hızla zihnime akın ederken bu defa durmadım. Yürüdüm, ilerledim, çantamdan anahtarı çıkardım ve garajın kilidini açtım. Hepsi bir kaç saniyede olup bitmişti, dursaydım ve düşünseydim yapamayacaktım. Bir yara bandını hızla koparmak gibiydi bu his. Acıysa acıyı çekecektim, uzatmaya gerek yoktu.

 

İşte oradaydı... Babamın sevdiği, kıymetli arabası... Mavi, 1992 model Mercedes... Gökyüzüm derdi babam ona, baktıkça özgürlüğü hatırlattığını söylerdi annem. Adımlarımı titrekçe garajdan içeri attım. Sanki yıllar babamın kıymetlisine uğramamış gibiydi. Etrafında sessizce, nefes bile almadan dolandım. Sanki ufacık dahi olsa bir ses çıkarsam, hatıraların kalbi kırılacaktı. Sonra... Sonra arka tampondaki izi gördüm... Anılar beni kolumdan tuttu ve o geceye götürdü. Bir gece yarısı babamın kıymetlisiyle yaptığım kaza anları, korku ve endişeyle babama sarılışım bir şimşek çakar gibi zihnimin duvarlarına çarpınca ayaklarımdaki güç çekildi ve ben babama sığınır gibi arabanın yanına çöktüm.

 

"Sana feda olsun yavrum araba. Senden kıymetli mi?"... Babamın şefkatli sözleri hafızamın en nadide köşesinde yankılanırken boğazım düğümlendi, bir yumru gelip soluk borumu tıkadı. Ellerim babama dokunur gibi arabanın üzerinde dolaşırken anılar içinde boğuluyor gibi hissettim. Çok ağırdı, her detay beni dibi olmayan hatıralar bataklığına çekiyordu. Bir anı, diğer başka bir anıyı tetikliyor ve ben oturduğum zemine gittikçe gömülüyordum.

 

Bana o gece sarılışı, şefkatle korkumun yersiz olduğunu anlatması... Özlem iliklerime kadar beni esir aldı. Uzanıp babama sarılma isteğim, güvenilir bir liman gibi sevgisini hissetme isteğim bir çığ gibi büyüdü ve ben hatıraların altında eziliyor gibi küçüldükçe küçüldüm. Sanki yeniden o şımarık, huysuz Asya'ydım. Geçmişe dönmek, babamın ve annemin kayıtsız ve umursamaz kızları olmak istedim. Büyümek, bu acıları yaşamak, dünyaya katlanmaya çalışmak benlik değildi ki, ben hiçbir zaman zor olanı sevmezdim.

 

Öylece ne kadar kaldım bilmiyorum ama buz gibi beton beni titretmeye başladığında irkilerek kendime geldim. Bu eve ilk adım attığım anda bunları yaşayacağımı tahmin ediyordum ama bu denli gerçekmiş gibi anıların içine gömüleceğimi bilmiyordum. Gelişim yanlış bir karar mıydı? Belki de erkendi, dönüp hastaneye gitmeli miydim yoksa direnmeli miydim emin değildim. Aklım gidip geliyor, mantığım derinden sarsılıyordu. Korkularım beni hapsetmeden önce ayağa kalkmalıydım, aklım bana bunu hatırlatırken, kalbim ve en zayıf yanlarım burada, bu garajda otur ve anılara boğularak öl diyordu.

 

Mavi Mercedes'in yanında, sanki babama tutunur gibi ölmek... Ne güzel olurdu... Anneme özgürlüğü hatırlatan bu renk, belki de bu gece beni de özgürlüğe kavuştururdu... Damarlarımda dolaşan ölüm hissine çekiliyordum, bu öyle bir duyguydu ki insan acılarına son vermek için başka bir şey düşünemez oluyordu.

 

Sonra kulaklarımda aniden Arda'nın sesi yankılandı. "Ben sana demiştim, babam yanlış kişiye güvendi. O arabayı önce ben kullanmalıydım!" Alaylı yüzü gözlerimin önüne gelirken sesi kalbimde çınladı. Babam yanlış kişiye güvendi! Babam bana güvenmişti, babam bana her zaman ve her koşulda güvenmişti, kendimin aksine hem de...

 

İçimde bir anda bir kıvılcım çaktı sanki. "Baban sana güvenirdi Asya!" diyen bir ses, ruhumun elleri varmış da yakama yapışıyormuş gibi beni sarstı. Bu öyle bir sarsılış anıydı ki iliklerime kadar titrediğimi hissettim. Hemen sonra karanlığın içinde annemin orman yeşili gözleri yanıp yanıp söndü. Üçünün de ruhu benden yaşamamı bekliyor gibi bir esinti yüreğimi hoplattı. Bu beynimin bana oyunu muydu yoksa bu acıların içinden sağ çıkmamın bir nedeni mi vardı emin değildim, aklım karmakarışıktı. Oldum olası zoru sevmezdim, hayat ise sanki benimle alay eder gibi en zoruyla beni sınıyordu.

 

Avuçlarımı beton zemine yasladım ve ayağa kalkmak için tüm gücümü kullandım. Nihayet doğrulup kalktığımda dünya dönüyor gibiydi. Levent hoca bunların olacağını söylemişti, beni uyarmıştı fakat yaşamak bambaşkaydı. Saat geç olduğu halde onu arama isteğimle savaşmaya başladım. İlk toslama anında hemen ona koşmamalıydım ama güçlü kalmam imkansızdı.

 

Ellerim titreyerek telefonumu çıkardım. İlk sıradaki numaraya panikle tıkladım. İlk çalışında açıldığı için içime derin bir nefes çektim. "Le-levent ho-hocam ben çok kötüyüm." dedim ağlayarak.

 

Levent hocanın oturduğu yerden kalktığını ve uzaklaştığını seslerden anladım. "Sakin ol Asya, bana odaklan olur mu? Neredesin şu an?" Yatıştırıcı sesi ilk saniyeden beni rahatlatırken sorusuna cevap verdim. "Garajda.. Yani babam.. Babamın arabasının yanındayım."

 

"Rengi ne arabanın?"

 

"Mavi, gökyüzü mavisi."

 

"Markası peki?"

 

"Mercedes, 1992 model, çok eski."

 

"Ciddi misin? Benim en sevdiğim model Asya. Kesinlikle bir gün görmeye gelmeliyim."

 

"Şimdi gelseniz olur mu? Ben... Ben yapamıyorum, geri dönmek istiyorum." Geri adım atmak istemeyen yanıma rağmen beynim ve kalbim delicesine buradan uzaklaşmak istiyordu. Başım çatlayacak gibiydi, anıların şiddetine daha fazla katlanamazmışım gibi hissediyordum.

 

"Dışarı çık, her zaman bahsettiğin bahçede dinlen biraz olur mu? Kendine biraz zaman ver. Hala kötüysen, söz veriyorum seni almaya geleceğim." Sesindeki güven veren tonla bir müddet sessizce Levent hocanın önerisini düşündüm.

 

"Başarmak istiyorum ama anılar izin vermiyor. Çok güçsüzüm." dedim fısıltıyı andıran sesimle.

 

"Değilsin, sadece yorgun ve bitkinsin Asya. Herkesin zayıf kaldığı, kendini hayata karşı yenik hissettiği zamanlar olur. Sen de bu dönemdesin, kayıpların büyük ve toparlanmam biraz daha uzun sürdü ama bitmeyecek gibi düşünme. Bitecek ve geçecek. Sadece buna odaklan olur mu? Hafifleyecek ve sonra etkisini kaybedecek. Sabırlı ol ve kendine yüklenme."

 

Verdiği söze, söylediği içten cümlelere güvenerek telefonu kapadım, ayaklarım hala beni taşıyorken garajdan neredeyse sürünerek çıkıp kendimi bahçeye, kapıya yakın merdivenlere attım. Soluk soluğa kalmış gibi göğsüm inip kalkıyordu. Kanımda dolaşan telaş, panik, endişe ve korku delicesine bir hızla ruhumu ele geçirecek gibiydi yada ben evham yapıyordum. Belki de zihnimin bana her zamanki oyunuydu bu. Belki de iyiydim, belki de bu hissettiklerim sadece bir kuruntudan ibaretti, ya da yalandan sahte bir korku balonuydu.

 

Derin derin nefesler alıp vererek aklımın kontrolünü yeniden ele almaya çalıştım. Dalgalı bir denizde rotasını şaşmış bir kaptan gibi, önümde beliren buz dağına çarpmadan bu yolculuğu tamamlamam gerekiyordu. Parmaklarımı gerginlikle terden sırılsıklam olan uzun saçlarımın arasından geçirdim, çantamdaki bir şişe suyu tek nefeste içtim. Serim hava tüylerimi diken diken ederken, kendimi biraz daha yatışmış hissediyordum. En azından yarım saat öncesine kadar daha normal düşünebilir haldeydim.

 

Bahçenin ortasında öylece duran bavuluma uzandım ve aldım. Hala elimde sıkıca tuttuğum anahtarın, dış kapıya ait olanını buldum ve kilide taktım. En zor olanı buydu. O geceden sonra ilk defa bu eve girecektim. Ellerim, ayaklarım zangır zangır titriyordu, dudaklarımı ısırmaktan kanatmıştım. Halamın evi her altı ayda bir temizlettiğini biliyordum. O geceye ait en ufak bir emare yoktu, emindim ama izler ve görüntüler zihnimin en derinine zaten çoktan kazınmıştı, görünür bir ize gerek yoktu.

 

Ben her gün, her dakika o anı beynimde yaşıyordum, şimdi ise bununla yüzleşecektim. Anahtarı kilide taktım, bir tur çevirdim ve derin bir nefes aldım, ikinci tur için güç topladım. Yeniden bir kilit sesini daha aştığımda, önümdeki tek engel sadece kendim kalmıştım.

 

Kapı kulpunu sıkıca tuttum ve aşağı çektim, ahşap kapı gıcırdayarak açıldı. Annemin en son babama kızarak bu kapıyı yağlamasını söylediği anlar teker teker aklıma düşüverdi. Babamın tamam deyip unutması, annemin homurdanarak babama kızdığı anlar... Hatıralar her yerdeydi... Bir kapı sesi bile beni alt üst etmeye yetiyordu işte!

 

Parmaklarım duvarlarda usulca gezindi, bakışlarım hala salonda dolaşmaya hazır değildi. Işığı açıp açmamak arasındaydım, görmeye hazır değildim. Üçünün de sandalyeye bağlanmış kanlı görüntüleri gözlerimin arkasında oynayıp dururken adımlarım merdivenlerde donup kaldı.

 

Ailemi katledenler kimlerdi, neden böyle bir son olması gerekliydi? Öfkeyle karışık korku ile savaşırken bir adım daha attım. Sonra bir adım daha ve bir adım daha... Hala gözlerim kapalıydı, soluk soluğa kalmıştım. Parmaklarım refleksle ışığı buldu, salon aydınlandığı aynı anda dizlerimdeki derman da çekildi. Ahşap zemine oturdum ve gözlerimi açmadan kollarımı büktüğüm bacağıma sardım ve öylece durdum.

 

Evin kokusunu soludukça sakinleştim, Arda'nın merdivenden koşarak aşağıya inişi kulaklarımda yankılandı ve hayalimdeki bu sesle ruhum hafifledi. Sanki ben iki sene öncesine gitmiş ve yeniden aileme kavuşmuştum. Öyle çok özlem birikmişti ki, acılar bir anda yerini hasrete ve vuslata bıraktı. Kokuyu içime çektim, annemin, babamın ve Arda'nın kokusunu solumak ruhuma bir şifa gibi geldi. Kalbimdeki duygu, korktuğum gibi yarama tuz basmak gibi değil de merhem serinliği gibiydi.

 

Salona açılan mutfakta annem yemek yapıyor, babam işten gelmiş hazır sofraya oturuyor, Arda kaşla göz arasında eliyle salatadan bir domates parçasını alıp ağzına atıyor... Ölüm sessizliğinin aksine zihnimin içinde yaşayan hatıralar tarafından kuşatılmış halde yüzüme yayılan tebessümüme engel olamadım. Ağlayarak anıların beni en dibe çekmesine izin verdim. Belki batarsam, en karanlığı görürsem, çıkmak için bir umudum olurdu.

 

"Sen benim gibi olmayacaksın kızım, okuyacak, meslek sahibi olacaksın." Annemin bir zamanlar umutla ve kararlılıkla söylediği sözleri hatırlamamla ağlamam daha da şiddetlendi. Ne benden umutla bir şeyler bekleyen ailem, ne gelecek hayalim, ne de bir isteğim kalmıştı. Bir gece, tek bir gece benden her şeyimi alıp götürmüştü.

 

Ağlamaktan ve titremekten perişan olmuşken bahçede duyduğum seslerle irkildim. Ayağa kalkmaya halim yoktu, olduğum yerde sadece kıpırdamakla yetindim. Hissettiğim korku değildi, tanıdık bir yüz görmek ve acımın katlanması evhamıydı.

 

Açık kapıdan bana bakan birinin olduğunu hissediyordum ama dönüp o tarafa bakamıyordum. Cesaretim yoktu, eskiye dair kanlı canlı birileriyle yüzleşmeye hazır değildim. En azından bugün olmazdı. Ama bana bakan kişinin kapıdan ayrılmaya niyeti yok gibiydi.

 

Alıp verdiği nefes sesleri kulağımda çınlıyordu, yaydığı kokuyu tanıyordum. Genzime dolan tanıdık hisle ağlamam şiddetlendi ama aynı anda kendimi o bildik güven duygusu içinde sarmalanmış buldum. Rahatlatıcı bu tanıdık his beni dibe indiğim kuyudan yukarı çekiyor gibi hissettirdi. Tuhaftı, tanıdıktı ama korkutucuydu.

 

"Asya..." dedi arkamdan gelen ses. "Dönmüşsün..." Buz gibi oldum, iki yıldır mahallemden, tanıdık yüzlerden kaçıp durmuştum. Acım diner sanmış, o geceyi hatırlatan her şeyden kaçarsam kurtulurum sanmıştım. Ama şimdi... Arkamdan usulca bana yaklaşan sesle tüm bu kaçışlarımın anlamsız olduğunu anlıyordum. Benim anılara, tanıdık yüzlere, kederimi bilen insanlara ihtiyacım vardı.

 

Düşüncelerimin sarmalından beni çekip çıkaracak, acı hatıraların yerine yenisini koyabilecek güvendiğim yüzlere muhtaçtım. Bunu şimdi çok daha iyi anlıyordum. Hıçkırıklarımın arasından başımı zorlukla arkama çevirdim. Hiç değişmeyen ve güven veren ela gözlü komşu çocuğu tüm kararlı duruşuyla karşımdaydı...

 

***

 

Melek'in Asya dönmüş sözleriyle beyninden vurulmuşa dönen Kadir, olduğu yere çivi gibi çakıldı. Ne bir adım öne, ne de bir adım geriye gidebiliyor, acıdan ve özlemden sıkışmış kalbi tek bir isimle adeta can çekişiyordu. Telefonun ucundaki ses heyecanla aynı şeyi tekrarlayıp dururken Kadir şokla açılmış gözleriyle Barış ve Alper'e baktı.

 

"Abi duydun mu beni? Asya diyorum, dönmüş."

 

"Asya... Dönmüş..." Ağzının içinde hecelediği kelimeler öyle imkânsızdı ki, çok mu sarhoş oldum diye düşündü. Bu gece Asya'yı çok fazla anmış, özlemden dilinin kemiği olmadan konuşmuştu, belki de bu yüzden sarhoş aklı ona oyun oynuyordu ama kendini öyle sarhoş da hissetmiyordu.

 

"Ne? Asya mı? Şaka mı lan?" Alper ve Barış aynı anda ayağa kalkarak Kadir'in donmuş ifadesine bakarak bir işaret bekliyorlardı.

 

"Emin misin Melek? Nasıl gördün gece gece?" İçinden deli gibi Asya'nın evine koşturmak geliyorsa da Kadir kendini tuttu, Melek yanlış görmüşse eğer bu ihtimalle yıkılırdı. Bu defa toparlanması imkânsız olurdu. İnsana en acı veren şey boş ümitlerdi, bunu yaşayarak tecrübe eden Kadir için bu darbe çok yıkıcı olurdu.

 

"Eminim abi, Asya'yı tanımaz mıyım? Hiç değişmemiş, biraz zayıf görünüyordu sadece." Melek iç çekerek dostundan bahsederken Kadir'in eli ayağı buz kesti. Dönmüştü işte, çocukluk sevdası, gençlik aşkı, kalp yarası mahallesine geri dönmüştü.

 

"Evde kal, ben geliyorum. Bakayım hayal mi gördün yoksa gerçekten geldi mi?" Telefonu kapayıp cebine atarken kalbi göğüs kafesini zorluyordu. Boğazına acıyla karışık umut dolu bir yumru gelip oturdu. Yutkunamıyor, nefes alamıyor gibi hissediyordu.

 

"Cidden dönmüş mü oğlum? Kadir ne duruyoruz, hadisene lan." Barış çoktan Kadir'in koluna girmiş meyhanenin kapısına kadar şok olmuş dostunu sürüklemeye başlamıştı.

 

"Kadir, sen git. Ben de bu sarhoş herifi eve bırakayım." dedi Alper, sarhoş arkadaşının aksine. İki kadehte rezil gibi sallanan dostunu çekiştirirken aklı Kadir'deydi. Kardeşim dediği adamın yanında olmak istiyordu elbette ama Kadir'in, Asya ile yüzleşmeye, onunla tek kelime olsa dahi yalnız konuşmaya ihtiyacı olduğuna emindi.

 

"Yalnız mı bırakacağız oğlum Kadir'i? Yok ben bırakmam kardeşimi." Kelimeleri ağzında yuvarlayarak konuşan Barış'ı sertçe kendine yaslayan Alper, oflayarak kaldırıma çıkmıştı bile. Barış iyi hoştu ama sarhoş oldu mu, o aklı başında adam gidiyor, yerine beş yaşındaki bir çocuk geliyordu.

 

"Yürü Barış, yürü! Bu halle Asya'nın karşına çıksan, kız geldiği yere geri döner lan!" Alper bir taraftan Barış'ı zapt etmeye çalışırken, diğer eliyle de Kadir'in ensesini sıktı. "Ne olup bittiğini haber et, aklım sende kalır. Yardım gerekirse ararsın." Alper dostunun son kez sırtını sıvazlayıp caddenin karşısına geçti.

 

Kadir ise boş gözlerle kaldırımın kenarına oturdu, kafasını ellerinin arasına aldı ve sakinleşmek için bir süre bekledi. Onu gördüğü zaman ne diyecekti, ona sarılmadan öylece durabilecek miydi? Hasret saç diplerinden parmak uçlarına kadar onu titretirken, doğru kelimeleri bulup konuşabilmeyi becerebilecek miydi?

 

Heyecandan eli ayağı buz kesmiş halde yavaşça ayaklandı. Saçlarını düzeltti, kendine çeki düzen verdi, içinde büyüyen telaşı dizginlemeye çalışarak sokağa girdi. Bakışları doğrudan Asya'nın evini buldu, ışığı yanıyordu... İki senedir bir umutla beklediği o ışık, bu gece tüm parlaklığıyla karşısındaydı. Gerçekten de gelmiş miydi? İçeride miydi? Elini uzatsa Asya'ya dokunabilir miydi?

 

Yüreği aşk ve özlemle karışık bir yangın yeriydi, hava ılıktı ama Kadir'in ruhunda korkulu bir ateş yanıyordu sanki. Ayakları onu bahçe kapısından içeri sokarken elleri titreyerek sakallarını ovuşturdu. Yürüyordu ama sanki yere basmıyordu, açık kapıyı görüyordu ama sanki ışığı yanan bir salona değil de karanlık bir kuyuya yürüyordu.

 

Umutsuz ama umutlu, heyecanlı ama korkulu, karmakarışık bir ruh halinde merdivenleri adımladı ve nihayet kumral saçları beline kadar inen, kokusu saniyeler içinde ruhunu saran Asya'sını odanın ortasında ağlarken buldu. Hıçkırıkları sanki Kadir'in yüreğini sivri bir bıçakla oyuyor gibiydi, sarsılan narin omuzlarını izlemek en ağır işkencelerden daha acılı, çare olamamak ise ölüme eş değerdi.

 

Bir kaç dakika bir hayalî izliyor gibi Asya'yı izledi, her detayını yeniden ve yeniden zihnine çivi çakar gibi çaktı. Kokusunu ciğerine doldurdu ve sessizce sevdiği kadının acısına ortak oldu. Nihayet ayakları kalbine yenik düştü ve odanın ortasında, kollarını çaresizce ayaklarına saran kıza doğru yavaş ve tedirgin adımlarla ilerlemeye karar verdi.

 

Her adımda Asya'nın kendine has, çiçek kokusu genzini yaktığında, önünde duran kumral kızın, bir hayal değil de gerçek olduğunun farkındalığıyla korku ve panik Kadir'i hızla ele geçirdi. Titreyen ellerini nereye koyacağını şaşırdı, yaklaştıkça telaşı ve korkusu büyüdü. Kadir ki hayatında elinin titrediği, korkuyla kalbinin çarptığı an sayısı belki de iki olmamış bir adamdı. Şu hayatta her şeyi yaşamış, her belanın üzerine cesaretle gitmişken, önünde sarsılan omuzlarıyla duran küçücük bedenden korkuyordu.

 

Eski çağlarda yaşasa korkusuzca bir ejderhayla bile savaşacak kadar cesurdu ama ağlayan, çaresiz Asya'nın karşısında korkak bir herifti işte. Nihayet kelimeleri toparlayıp olabildiğince yumuşak, sanki sesi biraz yüksek çıksa sevdiğini incitir endişesiyle "Asya.." diyebildi. "Dönmüşsün..."

 

Sonra özlemden kavrulduğu, her gece istisnasız rüyalarına giren açık kahve gözler kızarmış halde elalarıyla buluştu. Sessiz bir soluk aldı Kadir, ona bakan acılı gözlerle nefesi kesilir gibi oldu. Yüreği ezildi, özlemden göğsünde çırpınıp duran kalbi tekledi. Bir alev topu yutmuş gibi boğazı yandı. Asya'sının kederi, kıyıp da bakamadığı gözlerinde adeta yuva kurmuştu.

 

Yaklaştı, karşısına geçti ve onun gibi odanın tam ortasına oturdu. Asya hıçkırarak ağlamaya devam ederken, Kadir ne yapacağını bilemez halde sadece kıza bakıyordu. Tutup kendine çekse, sıkıca sarılsa... Kederini, acısını, yasını kendine alsa... Derinden bir of çekti Kadir, öyle ki yüreğinden gelen acılı bir sesti bu.

 

"Kafanı kaldır Asya." dedi yumuşak sesle. Belki de hayatında ilk defa sesi bu kadar kısık ve tereddütle çıkıyordu. Asya hiç itiraz etmeden usulca kafasını kaldırıp yeniden Kadir'e baktı. Küçücük olan yüzü iyice küçülmüş, narin bedeni iyice zayıf kalmıştı. Teni solmuş, gözlerindeki hayat ateşi sönmüştü. Hâlbuki Asya huysuz, biraz şımarık ve hareketli bir kızdı, istediği olmayınca mızmızlanan, dediği dedik inatçı biriydi. Karşısında ona hüzünle bakan kız ise Asya'dan çok uzakta kalmış, kederden omuzları düşmüş, bakışlarındaki huysuz ve şımarık ifadenin yerini acı ve umutsuzluk almıştı.

 

Kadir gördüğü manzarayla yıkılmış hissediyordu, ne bekliyordu bilmiyordu ama Asya'yı böyle görmek göğsünün tam ortasına bir kor gibi düştü. Öfkesi büyüdü, onu bu hale düşüren hayata içinden sövdü saydı. Sessizliği içinde bir kasırga biriktirdi. İçindeki fırtınaya rağmen "İyi ki geldin." dedi bakışlarını çekmeden. "İyi ki Asya."

 

"Be-ben daha gelemedim ki." Asya'nın nefes nefese kalmış titrek sesiyle irkildi Kadir. Nasıl da özlemişti duymayı dört gözle beklediği sesi ama böyle olmamalıydı. Titrek, güçsüz ve neşesiz olmamalıydı.

 

Daha fazla iradesini kontrol edemeyecekti, içinden taşan o hisle biraz daha yaklaştı ve kokusuna aşık olduğu kızın güçsüz bedenini kendine doğru çekti. Ona öyle sıkıca sarıldı ki, sanki tam o an dünya durmuş sadece Kadir ve sevdiği Asya'sı kalmıştı. Kollarını, zayıf bedenini canını yakmadan kıza doladı, kokusunu bir daha kim bilir ne zaman alacağı endişesiyle ciğerine doldurdu.

 

Asya daha da şiddetle sarsılırken Kadir ise geçmiş ve gelecek her şeyi yakar gibi Asya'ya tutundu. Onu battığı dipsiz kuyudan çekmek ister gibi bir güçle, sadece bedenini değil adeta ruhunu kucakladı. Geçmişin kanlı izlerinin, acı ve vahşet hatıralarının dolaştığı bu salonda tıpkı iki sene önceki gibi Kadir Asya'yı yeniden kollarında tuttu.

 

"Dayanamıyorum, onlarla beraber o gece ben de ölmeliydim. Neden? Neden ölmeyi bile beceremiyorum Kadir? Neden?"

 

Duyduğu cümlelerle beyninden vurulmuşa dönen Kadir, omuzlarından tuttuğu kızı kendinden uzaklaştırdı, gözlerinin içine şokla baktı. Bunları söyleyen Asya mıydı? Ölmek mi istiyordu? Böyle bir ihtimalle bile Kadir'in adeta nevri dönmüş, dünyası anında allak bullak olmuştu. Bakışları kolları iki yanında çaresizce duran kızın üzerinde gezindi, sonra... Sonra Asya'nın bileklerinde gördüğü kesiklerle ikinci bir şok yaşadı.

 

İçinde bir yıkım yaşıyordu Kadir, Asya'sı, sevdiği kadın ölmeyi mi denemişti? O burada yokluğunun özlemiyle kıvranırken, dünyanın bir ucunda sevdiği kadın ölmenin yollarını mı arıyordu? Bu Kadir'in kaldıramayacağı kadar yıkıcı, harap edici bir gerçekti. Elleri istemsizce Asya'nın narin bileklerini buldu. İçine dikenler batıyormuş gibi acıyla inledi Kadir. Bunu kendine nasıl yapmıştı? Nasıl kıymıştı? Ya yeniden denerse ihtimali bir anda zihnine düştüğünde irkilerek elalarını, yeniden acıyla dolan gözlere çevirdi. Kadir buna dayanamazdı. Asya'nın bir daha böyle bir şeyi denemeyeceğine emin olmadan hayatına devam edemezdi.

 

"Bu izler ne böyle? Sen bunu nasıl yaparsın? Asya bana bak!" Hissettiği acıyla, öfkesi birbirine girmişti. Aklı almıyordu, Asya bunu kendine nasıl yapardı?

 

"Bırak beni? Bana hesap mı soruyorsun?" Asya'nın gözlerindeki bakış, bir anda dengesiz bir öfkeye evrildi. Kadir kimdi ki onu kınayan cümleler kurabiliyordu? "Sen benim çektiğim acıyı bilebilir misin? Bu işkencenin büyüklüğünü tahmin bile edemezsin sen! Eliyle göğsüne sertçe bir kaç kez vurdu. "Kalbim yok benim artık, ruhum yok, öldü. Cesedim yaşasa ne, yaşamasa ne?"

 

Kadir Asya'nın göğsüne acımasızca inen yumruklarını avuçladı. Peki, karşısındaki acılı kızın kendine her zarar verişinde Kadir'in canının nasıl yandığından Asya'nın haberi var mıydı? Asya ellerini çekmek istedikçe Kadir daha güçlü sardı titreyen elleri. "Yapma!" dedi kararlı bir sesle. "Kendine zarar verme Asya!"

 

Yalvarır gibi çıkan sesi Asya'ya ulaşmadı, karşısındaki kız kendi dünyasına öyle hapsolmuştu ki, Kadir'in bitik halini görmesi imkânsızdı. Ne yaparsa yapsın, ne derse desin Asya boş bakışlarını elalarına dikmiş, derin derin nefesler alıp veriyordu. Kadir'in parmakları hala Asya'nın kesiklerinin üzerinde, sanki izleri yok etmeye çalışır gibi panikle dolaşıyordu. İçinde fırtınalar kopuyor, karşısında kederle duran kızın kalbindeki ümitsizliğe nasıl deva olacağını düşünüyordu. Bilseydi bunun çıkmaz bir sokak olduğunu yine de böyle hevesli olur muydu? Ya da bilseydi Asya'nın ruhunda onarılması imkânsız bir yara olduğunu ve bunu tamir etmenin, şifa bulmanın dünyanın en zor uğraşı olduğunu, yine de Asya'ya böyle içi giderek bakmaya devam eder miydi?

 

Asya irkilerek bileklerini söker gibi Kadir'in sıcak parmaklarının arasından çekip aldı. Ağlaması durmuş ama hıçkırıkları devam ediyordu. "Belki de sadece kendime zarar verdiğimde yaşadığım aklıma geliyordur, belki de içimdeki acı böyle hafifliyordur Kadir! Görmek istemiyorsan uzak dur!" Ayağa kalkmak için hamle yaptığında, başı dönerek öne arkaya sallandı.

 

Kadir saniyesinde Asya'nın kollarından tutarak düşmesine engel olurken, elaları Asya'nın ona öfkeyle bakan açık kahve gözlerinde gezindi. Bir gün bu gözler ona aşkla bakar mıydı? Bu ümide daha kaç yıl tutunacaktı kim bilir?

 

"Uzak kalmak mı? Sanki mümkünmüş gibi..." diye söylendi içinden. "Yapabilsem yapmaz mıydım?" Mırıldanarak içindeki acıyı biraz olsun hafifletmek istedi. Sesli söylese bile Asya'nın duyacağı yoktu zaten, yıllarca duymamışken, bu halde hiç oluru yoktu.

 

Asya'nın keskin cümlelerini acısına ve kayıplarına verdi. Yüreği kederle dolmuş genç kızın sözlerine kırılmamayı seçti ve yıllardır sabırla biriktirdiği ümidine balta vurmak istemedi. İçinde aşk denen koca bir orman vardı Kadir'in, her bir ağacı şimdiye dek ümitle beslemişti. Sevdiği bu kadar yakınındayken, özlemden delirmeye yaklaşmışken, ona kırılıp darılma hakkı yoktu.

 

"Melek'i çağırayım. Seninle kalsın, bu gece yalnız olma, iyi değilsin." dedi elleri yeniden sevdiği kadına uzanmak için karıncalandığında.

 

"Yalnız kalırım. Denemem ve alışmam lazım." Asya'nın kısık sesi Kadir için evet demekti. Ölse bu gece Asya'yı burada yalnız yatırmazdı.

 

"Melek eminim evde duramıyordur. Seni görmek için benden haber bekliyor." Asya'nın kederli gözlerinden geçen cılız bir parıltıyı yakalamış olmakla sevindi Kadir. Değil kardeşi, ona kim iyi gelecekse Fizan'da olsa bile bulur getirirdi. "Bekle beni, hemen döneceğim." dedi ve kalbindeki heyecan ve telaşla yan eve geçti.

 

Melek, abisi bahçeye ayak basar basmaz onu kapıda karşıladı. Yerinde duramıyor, can dostunu görmek için yanıp tutuşuyordu." Oymuş di'mi Asya'ymış di'mi abi?" Elleri gömleğinin kenarını çekiştirirken abisinin evet cevabıyla kapıyı çekip bahçeye koşarak indi.

 

"Annem nerede? Haber verseydin." Kadir Melek'in aklını kaçırmış gibi yan bahçeye koşuşturmasını tebessümle izledi. Deli kız sorduğu soruyu duymuş muydu?

 

"Annem, Berna'yla beraber Hediye teyzede."

 

Genç adam, Melek'in arkasından tereddütlü adımlar attığında her şeye rağmen mutlu hissediyordu. Sanki iki yıldır eksik kalan yanı tamam olmuştu. Belki Asya onu hiç sevmeyecekti, belki asla görmeyecekti ama Kadir seviyordu ya, Asya'sına yakındı ya, artık yarın için bir umudu vardı.

 

Ne olursa olsun Asya için savaşacak, kalbini ve ruhunu yeniden hayata döndürecekti. Onun içindeki aşk ikisine de yeterdi, bundan hiçbir şeyden emin olmadığı kadar emindi Kadir. Kardeşi ufak bir çığlıkla Asya'ya sarılırken, omuzunu kapı eşiğine yaslayıp ikisini gülen gözlerle izledi. O acılar ve koca iki yıl yaşanmamış gibi olsun isterdi ama zamanı geri almak ne mümkündü.

 

"Asya'm, inanamıyorum kızım hala. Ya Allah'ım sonunda buradasın. Canım benim, canım." Melek ağlayarak kollarını sıkıca Asya'ya dolamış, varlığına inanamıyor gibi etrafında dönüp duruyordu. "O kadar merak ettim ki seni, yemin ediyorum sen gittikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı."

 

"Çok özlemişim ben de. Özlediğimi bile yeni anlıyorum Melek." Asya'nın kısık ve güçsüz sesi Kadir'in canını yakıyordu, gözlerinde neşeden eser yoktu ama genç adam yine de kız kardeşine tepki veriyor olmasına bile şükretti. En azından gözlerinde yer edinen boş bakış kaybolmuştu.

 

"Sana mahallenin en yeni dedikodularını anlatacağım, iki yılda çok şey birikti." Kadir, kardeşinin kayıplardan ve acılardan bahsetmemesine minnet duydu. Belki sonra Asya isterse konuşurlardı ama şimdi... Şimdi Asya'nın gelişi kutlanmalıydı.

 

"Melek sen Asya ile kal. Bir şey olursa diye ben de bahçede olacağım. Hava bu gece iyi, uykum da yok." Asya'nın bileklerinde gördüğü izlerden sonra Kadir'in eve geçip rahatça uyuması mümkün değildi. Bu gece düşünecek, bir çözüm bulacaktı. İhtimali bile Kadir'i deli ederken, Asya'nın iyi olduğundan emin olmadan sabaha çıkamazdı.

 

"Kadir eve git, bana acıma!" diye seslendi Asya. Sesi ağlamaklıydı ve bu haline Kadir'in içi gidiyordu. Yıllarca doya doya bakamadığı o gözlerde yaş görmek istemiyordu.

 

"Sana acımıyorum Asya, senin için endişeleniyorum. Arada dağlar kadar fark var!"

 

"Hiçbir fark yok! İzleri gördün diye değil mi? Merak etme bu gece öyle bir niyetim yok." Asya'nın ellerini kavrayan Melek abisi gibi şokla dostuna bakarken, diğer taraftan da Asya'nın omuzlarından sıkıca tutmuş, yine gider endişesiyle kendine yaslamıştı.

 

"Nasıl istersen öyle anla ama hiçbir yere gitmiyorum. Bu gece buradayım. Melek gel, arkamdan kapıyı kilitle." Kararlı ve otoriter sesi salonda çınladığında Melek önce Asya'ya, sonra abisine kaçamak bir bakış attı. Usulca kapıya doğru ilerledi ve abisinin dediğini yaptı. Kilit sesiyle rahatlayan Kadir ise yüzünde gergin bir tebessümle kendi bahçelerinden bir sandalye alıp geldi ve Asya'nın odasını gören yere yerleştirdi.

 

Bu gece yıllar sonra ilk defa Kadir, sevdiği kadının orada olduğunu bilerek bakacaktı o pencereye. Geceler boyu özlemle hayallere daldığı karanlık odayı, bu gece vuslat ümidiyle izleyecekti...

 

 

2.Bölümün sonu...

 

İkinci bölümü nasıl buldunuz? Umarım kurgu hoşunuza gidiyordur. Yeni bölümde görüşmek üzere, herkesi öptüm.

 

 

Loading...
0%