Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3-Bazı Özel İşler

@rosaarosaaaa

Medya: Sokağın Tavanı Kadar.

 

İyi okumalar❤

 

 

 

 

"Asya uyan artık kızım! Dershaneye geç kalacaksın!"

 

Dün bütün gece Melek'le bizim balkonda çene çalmış, sonra da sabaha dershanem olduğu aklıma geldiğinde, Melek'i sanki suçlu oymuş gibi evden kovmuştum. Sızar gibi kendimi yatağa attığımda ise sabaha sadece dakikalar vardı. Ne zaman Melek kek yaptım sana bir uğrayayım dese, sabahına uykusuz ve yorgun olarak kalkıyordum zira Melek'in yaptığı uğramaktan ziyade yatılı kalmak gibi oluyordu. Hayır, her defasında konuşacak yüzlerce şey nasıl bulabiliyorduk aklım ermiyordu. Yıllarca birbirini görmeyen iki insan gibi, canavarca dedikoduların üzerine atılıyor, hepsini tükettiğimizi sanıyorduk, ta ki yeniden Melek elinde bir kekle bizim kapımızı çalana dek!

 

Gözlerimi zorlukla aralayarak üzerimdeki yorganı güçsüz ellerimle ittirdim. Şu sıcacık yatak bırakılır da nasıl dershaneye gidilirdi ki? Eğitim sistemine her sabah olduğu gibi sinkaflı küfürleri içimden dolu dolu ederek ve kendimi ya şimdi ya da hiç diyerek yataktan dışarı adeta fırlattım. Acılı bir kalkıştı, hüzünlü gözlerim yatağımla son kez vedalaşırken, diğer yandan dağınık saçlarımı komodinin üzerindeki tokayla toplayıp gerindim.

 

Perdeden sızan cılız son bahar güneşi, ısıtmıyordu bile. Hava düne göre daha soğuktu ve bir kaç hafta sonra iyiden iyiye kış kapımıza dayanacaktı. Yine de pencereyi açtım ve soğuğa yakın ılık havayla temas eden bedenim anında uyandı. Annem ikinci kez kapımı çalmadan kahvaltıya inmek için aceleyle yatağımı toparladım ve banyoya girdim çünkü Nilüfer hatun asla bir lafı iki kez tekrar etmekten haz etmezdi. Kuralcı, disiplinli bir anne olmasının yanında, ne Arda'ya, ne de bana kıyamayacak kadar yumuşak bir kalbe sahip olduğunu da hissettirirdi. Yine de itiraf etmeliyim ki, bana sorsalar; annenden mi yoksa babandan mı daha çok çekinirsin diye; kesinlikle annemden derdim. Yumuşaklığına aldanıp işi cıvıklığa vurduğumuzda içinden nasıl bir dominant kadın çıktığına yüzlerce kez şahit olduğumdan, şımarık yanımı daha çok babama gösterirdim.

 

Üzerimi giyinip nihayet kahvaltıya indiğimde annem, babam ve Arda'nın kirli tabaklarını masadan kaldırmakla meşguldü. "Babamı göremedim ya tüh!" dedim mutfağa girerken. Annemin elindeki temiz çatal ve bıçağı alıp masaya yerleştirdim. Bugün onlardan bir saat kadar geç çıkıyordum, harçlık işinin yatmış olduğu fikriyle surat asıp kendimi sandalyelerin birine bıraktım.

 

"Neye üzüldün kızım? Babanı göremediğine mi, yoksa dün gece yalvarıp yakarıp koparamadığın fazladan harçlığa mı?" Açık musluktan akan suya karışan imalı ses tonunu umursamadan omzumu silktim. "İkisine de üzülemez miyim anneciğim?" dedim anneciğim lafını uzatarak. Ocakta pişen omletten bir parça alıp ağzıma atarken yüzüne eğilip baktım, elindeki tahta kaşığı silah niyetine bana çevirdi ve hafifçe kafama vurdu. "Arsız kız seni. Zaten haftalık aldığın parayla bir ailenin market alışverişi yapılır. Biraz geçim bil yavrum, yarın bir gün ne olur bilinmez, zorlanırsın sonra kızım."

 

"Ben kendi paramı kendim kazanıp harcayacağım. Para sıkıntısı çekmem ki." dedim burun kıvırarak.

 

Annem, derinden geldiğini anladığım bir nefesle soludu. Ne zaman böyle yapsa, bir yarasına dokunmuşum gibi hissetmekten kendimi alıkoyamazdım. Söylemek istediğini yutar gibi, sanki konuşsa onu anlayamazmışım gibi. Hâlbuki şımarıklığıma rağmen ne söylese anlayacağıma neredeyse emindim.

 

"Hayat Asya'm, öyle tahmin edilemez ve aniden gelir ki, önceni ve sonranı hiç edebilir. Sen her şeye hazırlıklı ol yavrum, günün birinde sadece kendinle kalırsan, dayanacak tek noktan güçlü ruhun olsun. Ne mesleğine, ne eşine, ne de parana dayan. Sadece kendine yaslan olur mu güzel yavrum."

 

Orman yeşili gözleri içinde sabır ve şefkat barındıran bakışlarıyla bana döndüğünde kelimelerinin altında yatan manaları anlamaya çalıştım. Az önce neredeyse eminim derken bu sözlerden sonra o keskin düşüncem eriyip gitti.

 

"Nasıl anlayacağım ki ruhumun güçlü olup olmadığını?" diye sordum ne demek istediğini belki daha çok açar umuduyla. Kafasını salladı ve tavadaki omleti dolaptan aldığı tabağa sakince koyuşunu izledim. "İnsan sarsıcı bir şeyler yaşamadan bunu anlayamaz kızım. O sarsıcı zaman da herkes için gelir bundan emin ol ve o an gelene dek güçlenmeye bak." Sonra çok fazla konuşmuş gibi ellerini havada umursamazca sallayarak omleti masaya koydu. "Kısacası aldığın harçlıkla yetinmelisin Asya'cım. Oldu mu?" dedi gülerek.

 

"Off konuyu buraya bağlayacağını bilmeliydim. Hep aynı tuzağa düşüyorum ben ama. Haksızlık."

 

"Hadi hadi, mızmızlanma da kahvaltını yap. Günümüz var bugün, sen de dershane çıkışı hiçbir yere uğramadan eve gel. Azıcık bir işin ucundan tutarsın." Benim günlerden ne kadar nefret ettiğimi biliyor olsa da her hafta aynı işkenceyi çektirmekten geri durmayan Nilüfer Hanım'a göz devirdim. Akşama kadar eve girmeyi düşünmüyordum ama bunu anneme söyleyecek kadar yürek yemiş de değildim elbette.

 

Salondan gelen anneme ait telefon sesiyle hınzır düşüncelerim bölündü. Nilüfer Hanım'ın kalkmaya niyeti olmadığını görünce "bakayım mı ben?" dedim ağzıma bir zeytin attıktan hemen sonra.

 

"Ayy üşendim kalkmaya kızım. Bak bakalım kimmiş."

 

Yutkunup koşar adım salona girdim. Ekranda görünen numara Arda'nın okuluna aitti, kaçamak bakışlarım hızla bana arkası dönük annemi buldu. Bir kaç saniye açıp açmamakta kararsız kalsam da boğazımı temizleyip "alo buyrun" dedim. Mutfağı gören yerden usul usul uzaklaşıp sesimin duyulmayacağına emin olduğum koridor kısmına doğru adımlarken diğer yandan da müdürün kızgın sesine rağmen ifademin bozulmaması için çabalıyordum.

 

"Nilüfer Hanım, oğlunuz Arda'nın devamsızlık sayısı sınıra dayandı. Kahraman Bey'in hatırı için haylazlıklarını da görmezden geliyoruz ama biraz kendine çeki düzen vermesi gerekiyor artık. Rica ediyorum oğlunuzu alın karşınıza konuşun. Böyle devam edemez."

 

Adamın öfkeli sesinden irkilerek sırtımı duvara dayadım. " Nilüfer Hanım" olmadığımı söylemekle söylememek arasında kalırken müdür hız kesmeden Arda'nın tüm kirli çamaşırlarını sıralamaya başladı. "Geçen gün disipline gitmekten arkadaşı sâyesinde kurtuldu. Bugün ise okula girdiği gibi çıkması bir oldu, üstelik pek de hoş bir amaçla ayrıldığını söyleyemeyeceğim. Nerede olduğunu umarım siz biliyorsunuzdur!"

 

Müdür öyle içten bir kızgınlıkla Arda'dan bahsediyordu ki, ablası olarak telefonun ucundaki adama "haklısınız, Arda iyi bir cezayı hak etti!" dememek için kendimi zor tuttum. Aslında kulağını çekin ve ne gerekiyorsa yapın demem lazımdı fakat abla yüreği işte, yine de küçük velede kıyamıyordum.

 

Anne rolüne girip müdürün sözünü kestim. "Tamam müdür bey, ben gereken neyse yapacağım. Hiç endişelenmeyin, bundan sonra Arda sizin başınıza asla dert olmayacak." Kararlı çıkarmaya gayret ettiğim sözlerim amacına ulaşmış olmalıydı ki, telefondaki sesin tınısı düştü ve az önceki kızgınlığın yerini daha alçak bir ses tonu aldı.

 

"Nilüfer Hanım inanın, tüm öğrencilerimiz gibi Arda'da bizim için çok kıymetli ama artık sınıra dayandık. Umarım dediğiniz gibi olur ve Arda artık düzene, disipline uyan bir öğrenci haline gelir."

 

Herkes disipline ve kurala uymalı mıydı? Eğitim sistemi ayrık, sivri ve belki de deli dolu karakteri olanları dışlamak zorunda mıydı? İçimden konuşan sivri dilli Asya'yı susturup müdürü Nilüfer Hanım'mış gibi onayladım. " Ben onun kulağını çekeceğim müdür bey, siz hiç meraklanmayın. Bir daha aynı hataları tekrarlamayacak."

 

Adamın memnun olduğunu görmesem bile az önceye nazaran düzenli hale gelen nefes alış verişlerinden sakinleştiğini anlayabiliyordum. İlgili ve onu onaylayan sözlerime teşekkür ederek telefonu kapadığında, yaslandığım duvardan sırtımı hızla ayırdım ve mutfakta dolanan kadına uzaktan kaçamak bir bakış attım. Ona müdürün aradığını söylemeli miydim yoksa çok sevgili serseri kardeşimin kıçını kurtarmalı mıydım?

 

"Arayan kimmiş kızım?" Annemin mutfaktan gelen sorusuyla düşüncelerimi hızla toparladım.

Gözüme ikinci seçenek daha karlı göründüğünden, aramayı sildim, telefonu salondaki sehpanın üzerine geri koydum ve annemin kim aramış sorusuna yalan olmayacak bir cevap düşünmeye başladım. Zira Nilüfer hatun yalandan nefret ederdi ve yakaladığında da süründürmeden affetmezdi. Ama bu defa kendimi bu kuralı çiğnemek zorunda hissediyordum. Arda ile araları zaten limoniydi, bir de okula gitmediğini duyarsa küçük veledi Nilüfer Hanım'ın elinden kimse alamazdı. Arda bey birinin eline düşecekse o benim ellerim olmalıydı. Kıçını kurtarıp ona istediğimi yaptırma fırsatını elbette göz göre göre kaçıracak değildim.

 

"Melek ya, işte. Bana ulaşamamış da seni aramış. Ben şey yaptım, yani konuştum. Çıkıyorum zaten, gitmeden ona da bir uğrarım."

 

"Gecenin köründe ayrıldınız zaten, iki saatlik ayrılık fazla mı gelmiş." Annemin haklı isyanına söylecek hiçbir şeyim olmadığından çantamı kapıp çıkmak için aceleyle yanağına öpücük bıraktım ve daha fazla kurcalamasına izin vermeden kendimi Melek'lerin bahçesine attım. Telefonumu çıkarıp bir kaç kez üst üste Melek'i aradım ama cevap alamayınca penceresinin olduğu arka bahçeye doğru yürüdüm.

 

Onların da evleri bizimkisi gibi iki katlı, eski bir evdi. Bir kaç sene öncesine kadar Melek ve benim odamın penceresi birbirine bakarken, ani bir değişiklik yapmaya karar vermişler, Melek ve Berna alt kata, Kadir ise üst kata taşınmıştı. Artık benim odamın penceresi ve balkonu doğrudan Kadir'in odasına bakıyordu. Yaz geceleri bazen Kadir'le balkondan balkona nadir de olsa muhabbet sayılmayacağına emin olduğum konuşmalar yapardık, onu her defasında kızdıracak bir şey bulduğumdan, bu sohbetlerin süresi oldukça kısa olurdu. Çatık kaşlarının altından elalarını bana doğrulttuğunda kaçacak delik arayarak odama sığındığım gecelerin sayısı az değildi.

 

Bahçede bulduğum ufak çakıl taşını avucuma sıkıştırıp Melek'in camına doğru fırlattığım aynı anda İlknur teyzenin duymamış olmasını umarak beklemeye başladım. Dudaklarımın içini kemirip dururken nihayet ikinci taşı fırlattıktan hemen sonra cam açıldı ve ben de usulca kafamı içeri soktum. Melek'le karşılaşmayı umarken neredeyse burun buruna geldiğim Kadir'le irkilerek geri çekildim. Keskin bakışları yüzümün her yerinde şüpheyle dolandıktan hemen sonra gözlerimi buldu. "Hayırdır Asya? Kapının yerini mi karıştırdın?" dedi imayla. Ciddi ifadesini korumaya çalışmak da zorlanıyor gibi görünüyordu.

 

"Ben Melek'e bakmıştım. Sen ne arıyorsun ki burada?" Arkadaşımı beklerken aniden Kadir'le burun buruna gelince kalbim yerinden çıkacak gibi korkuyla atmaya başladı. Kimseye duyurmadan Arda'yı bulmam gerekiyordu, İlknur teyze öğrense anında annemin haberi olurdu. Melek'siz de hayatta Arda'yı arayamazdım. Kim bilir hangi çukura girmişti, serseri kılıklı velet!

 

"Sen önce soruma cevap ver bakalım. Kapıdan değil de neden bacadan girme kararı aldın?"

 

"Abi kızı rahat bırak! Sen işe gitmeyecek miydin? Sonra konuşuruz, hadi çık odamdan." Arkadan gelen tanıdık sesle rahatlayarak pencere pervazına yanaştım. Kadir bir elini benim gibi pervaza koymuş, diğer elini de duvara yaslamış, hala sorgular gözlerle beni süzmeye devam ediyordu.

 

"Yok, ben Asya'nın senin odana neden camdan girmeye çalıştığını öğrenmek istiyorum. Annemden mi çekiniyorsun, siz bir şeyler mi karıştırıyorsunuz Melek!" Kardeşinin adını dişlerinin arasından söylediğinde, Arda'yı kurtarayım derken Melek'i yakacağımı anlayınca hiç düşünmeden lafa atladım.

 

"Melek'le ilgili değil, benimle ilgili. Özel bir şeyler sana söylemeyiz." dedim yüzüm iki dakika içinde ikinci yalanım yüzünden kızarırken.

 

"Özel! Sen ve özel bir şeyler! Nasıl özel şeylermiş onlar, de hele bir bakalım!" Ela gözleri koyu yeşile çalarken, değişen ve gerilen yüz ifadesiyle bir adım geriye çekildim ama Kadir inadıma pervaza iyice yaslanmış, beni sorgular gibi bir tavırla burnumun dibine girmişti. Elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemeden öylece karşısında aptal gibi dikilmeye devam ettim ama Kadir'in cevap bekleyen gözleri peşimi bırakacak gibi durmuyordu.

 

"Abi lütfen ya, özel işte! Sana mı anlatacak. Hadi işe git artık." Melek abisine saygısından kolundan tutup çekiştiremediğinden yalvarır gibi bir sesle arkasından gelip aramıza girmeye çalıştı. Kadir ise pencereyi sıkı sıkı tutan elini çekti, sinirle kardeşine işaret parmağını konuşma der gibi sallayıp susturduktan hemen sonra daha da öfkeli görünen bakışlarla bana döndü. "Bu yaşta ne özeli Asya? Özelin falan olamaz senin! Hem kim..." deyip sesli bir nefesten sonra devam etti. "Kim yani bu it! Sana yan gözle kim bakabilir?"

 

Öfkesi o kadar hiddetliydi ki, değil konuşmak, nefes alsam Kadir'i daha da kızdıracakmışım gibi hissediyordum. Benden hiç haz etmiyordu ve her defasında bir şekilde onu yine aptallıklarıma maruz bırakıyordum. "Ben... Ben küçük değilim. Yaşım da gayet müsait." dedim söylenebilecek en saçma cevabı vererek. Konu ne ara buraya gelmişti ve ben neden görüştüğüm biri varmış gibi bir moda girmiştim? Bu köpürmüş halinin tek sebebi, kesinlikle kız kardeşini yoldan çıkaracağım korkusundandı bundan emindim ama bu kadar tepki de fazlaydı. Battıkça batıyordum ve beni kurtar der gibi bakan gözlerim Melek'le buluştu.

 

"Babası değilsin, anası değilsin abi. Bıraksana kızı ya! Kıpkırmızı oldu zaten." Nihayet Kadir'in kolundan tutup pencereden uzaklaştırdığında hala daha tehlikenin geçtiğini düşünmüyordum. Zira ela gözler ateş saçarak bana odaklanmış, başka hiçbir şeyi görmüyor gibiydi.

 

"Kimse o, ben onu bulurum zaten. Siz merak etmeyin. Mahalleden değil mi? Yoksa dershanenden mi Asya!?" Kapıdan çıkmadan bana attığı son bakışla, baştan aşağı titredim. Benimle ne alıp veremediği vardı ya! Şansıma tüküreyim ki gizli saklı bir şey yapayım derken iyice batırmıştım.

 

Nihayet Kadir odadan çıktığında pencereden kafamı uzatıp Melek'e öfkeyle baktım. Asıl suçlu oydu! "Kızım telefonuna baksana ya! Kadir zaten beni sevmiyor, seni yoldan çıkaracağım diye iyice nefret edecek benden!" Hay dilimi eşek arıları soksaydı da özel bir şeyler demeseydim. Sittin sene bana siniri geçmeyecekti!

 

"Abim mi seni sevmiyor? Saçmalama Asya. Kızım onda Karadeniz siniri var, saman alevi gibi. Aniden yanıp, söner. Aldırma ona sen."

 

"Ya, ya ne demezsin. Başkalarına karşı bilmem ama bana bir yandı, bir daha da sönmedi maşallah." dedim oflayarak. Az önce resmen komşu oğlundan fırça yemiştim, bunu sindirmem bir kaç saatimi alırdı.

 

"Ya boşver abimi şimdi, senin derdin ne böyle camdan geliyorsun. Annemden ne gizlememiz gerekiyor, dökül!" Melek odanın içinde bense cama tünemiş posta güvercini gibi pencere pervazına yaslanmış duruyordum. Halimin absürtlüğünü idrak edince ki -biraz geç olmuştu- gülerek benden daha aptal arkadaşıma baktım.

 

"Ya offf, giyin gel çabuk anlatırım. Kadir'e yakalandık, bir de İlknur teyzeye yakalanmak istemiyorum. Sokağın başındayım, beş dakika sonra yanımda ol." Hırkama sarınarak geldiğim gibi parmak uçlarımdan bahçeden çıktım. Gözlerim hemen Kadir'i aradı, zira evden çıkıp çıkmadığına emim değildim. Bir kaç saniye oyalanıp Melek'i bekleyeceğim köşeye yürüdüm ve ayakkabımın ucuyla toprağı eşeleyerek beklemeye başladım. Neyse ki Melek hazırlanması uzun süren biri değildi ve tam beş dakika sonra koşar adımlarla yanıma gelmişti.

 

"Geberdim, kızım seni bekletmeyeceğim diye. Anneme de bir ton palavra sıktım. Dershaneye niye gitmiyorsun? Anlat çabuk ne oluyor! "

 

Yol boyu, Arda'nın okulundan aldığım aramayı, annem gibi rol kestiğimi ve Arda'yı hemen bulmamız gerektiğini anlatıp Melek'i zar zor ikna ettikten biraz sonra, nihayet istediğim yere gelmiştik. Arda'yı belki de yüzlerce aramama rağmen açmamış olmasına öfkeden kuduruyordum. Sağlam bir dayağı hak etmişti, merak etmek bir yana bu defa gerçekten abartmıştı ve kıçını kurtarmam ona pahalıya mal olacaktı. Bende numarası olan arkadaşlarından birinden, sabah okul bahçesinde biriyle tartıştığını ve sonra da derse girmeden çıktığı haberini almıştım ve bu bilgi canımı iyice sıkmıştı.

 

Geldiğimiz izbe sokakta bir kaç tur atıp çok da tekin görünmeyen kafeye baktım. Geçenlerde arkadaşıyla telefonla konuşurken buradan bahsettiğini ve arada takıldıklarını duymuştum daha doğrusu gizli gizli dinlerken öğrenmiştim. İkimizde birbirimizin telefonlarını sırf lazım olur, arada tehdit için kullanırız diye dinlerdik. Kendi aramızda geleneksel abla kardeş sözsüz bir kuraldı bu. Bir gün bu bilginin işime yarayacağını biliyordum, o gün işte bugündü.

 

"Ya Asya, bence girmeyelim kızım. Vallahi hiç tekin görünmüyor, kapıdan çıkan tiplere bak ya. Korkuyorum, abim beni burada görse var ya, offf ağzıma sıçar." Melek'in korkulu bakışlarına aldırmadan omuz silktim, buraya kadar gelmişken, Arda'ya bakmadan gitmezdim.

 

"Burada olduğuna eminim, kavga etmek için falan buraya geldiyse onun canına okuyacağım ben. İyice ergen serserilere döndü geri zekâlı!" Kafeye şöyle bir bakıp bir kaç adım attım. Arkamdan tedirgin adımlarla ayaklarını sürüyerek gelen Melek'e de manidar bir bakış atmayı ihmal etmedim elbette. "Sen girme istersen, malum abinin her yerde eli kulağı vardır. Bekle, ben bakıp geleyim." Beni yalnız bırakmayacağına emin olsam da azıcık kendimi acındırmaktan zarar gelmezdi.

 

"Saçmalama kızım, bu kurtlar sofrasında seni yalnız bırakmam. Girmesek iyiydi de, madem kararlısın, anca beraber kanca beraber." Elimden tutup arkamdan ördek yavrusu gibi adımlamaya başladığında, kurtlar sofrasına iki aptal kuzu gibi görünerek girdik. Kapı gürültülü bir gıcırtıyla açılırken tüm gözler bize çevrilmişti. Daha ilk adımda bu yere ait olmadığımızı adeta haykıran bakışlar, baştan aşağı bizi süzmeye başladı.

 

Melek kulağıma eğilip, fısıltıyı andıran sesiyle "Asya, emin miyiz ya? Burası çok ürkütücü. Arda ne arasın burada." dediğinde ona hak vermekten başka bir şey düşünmüyordum. Arda cidden eğer buradaysa onu gebertecektim.

 

"Ben de onu düşünüyordum, inşallah burada değildir yoksa elimden çekeceği var!" Melek'in eli elimde kapının hemen önünde dikilmiş duruyorduk, içeri şöyle bir kaç saniyelik göz gezdirdikten sonra Arda'nın burada olmadığına kanaat etmiştim ama sağa açılan koridordan gelenleri gördüğümde mekânın arka tarafının olduğuna da neredeyse emin olmuştum. Önümden geçen, bizimle aynı yaşlardaki garsonu durdurup bir adım öne çıktım. Elimi Melek'in elinden kurtarır kurtarmaz niyetimi belli eden soruyu sordum. "Ben birini arıyordum da, adı Arda. Üzerinde lise üniforması var, yeşil gözlü, uzun boylu bir çocuk. Buraya geldi mi?"

 

Garson bir bana, bir de Melek'e bakıp imayla gülümsedi. Neydi bu şimdi? Bu gülüşten ne anlam çıkarmalıydık? "Arkada takılanlardan birini mi soruyorsunuz? Oraya kızları almıyoruz ama." dedi hala sırıtırken.

 

"Arda benim kardeşim, çağırın onu bana çabuk!" Sesimi bilerek yükseltmiş, bir umut aptal kardeşim duyar da yanıma gelir diye düşünmüştüm ama niyetimin aksine, benim gürültülü çıkışımla garson çocuğun yüzündeki gülüş kayboldu ve elleri doğrudan bileğimi buldu.

 

"Sizi dışarı alalım bayanlar. Burası ablalara göre bir yer değil!" Gereğinden fazla kuvvet uyguladığı bileğimde hissetiğim acıyla yüzümü buruşturdum, elimi sertçe çekmek için bir hamle yapacaktım ki, bir anda önümde duran garson çocuk görüş alanımdan çıktı ve bileğim serbest kaldı.

 

"Senin ona dokunan elini kırarım ben!" Tanıdık gürlemeyle panikle soluma döndüm.

 

"Abi!"

 

"Kadir!" Garsonun bileğini ters çevirerek kelepçeler gibi arkasına döndürmüş, diğer eliyle de boğazından kavrayarak kendine bastırmıştı. Adam saniyeler içinde kıpkırmızı olmuş ve kıpırdayamadığından zorlukla soluk alıp veriyordu.

 

"Demek ablalar giremiyor? Peki, abilere izin var mı? Özellikle de dayak atmayı çok seven, sinirli abilere!" Soru soruyordu ama adamın şu şartlarda değil cevap vermesi, nefes alıyor olması bile mucizeydi.

 

"Abi bırak adamı, boğuldu! Bırak yaa!" Melek korku dolu gözlerle abisinin eline sarılmış garsonu kurtarmak için çırpınırken içerideki müşteriler çoktan masalarından kalkmış merakla Kadir'i izliyordu. Birinin bile yanımıza yaklaşmak için hamle yapmaması, Kadir'in heybetinden mi yoksa gözlerindeki korkutucu görüntüden miydi emin değildim.

 

"Sizinle hesabımı sonra göreceğim Melek Hanım, sıra size de gelecek ama önce bu herifin patronunu bir görelim değil mi? Bakalım polislik bir durum var mı yok mu?" Daha cümlesini bitirmeden koridorun başında görünen orta yaşlı, sakallı bir herif öfkeyle yanımıza adımladı.

 

Kadir garsonu iterek kendinden uzaklaştırırken attığı tek büyük adımla sakallı adamın tam önüne dikildi. "Patron sen misin?" dedi boyu yüzünden adama tepeden bakarken.

 

"Mekânıma destursuz girmenin bedelinden haberin var mı ulan senin? Kim olduğumu biliyor musun sen?" İçimden, sen karşındaki adamın Karadeniz damarı tutunca kim olduğunu biliyor musun diye geçirdim. Zira şimdiden Kadir'in ela gözleri keskin ve karanlık, aynı anda da korkutucu görünüyordu, öyle ki ben bile uzun süre bakmaktan çekindim.

 

Kadir tek kelime etmeden adamın yakasından tuttuğu gibi sarstı, sürükleyerek koridorda ışığı görünen odaya doğru sürükledi. Hemen arkasından, Melek'in ağlamaklı itirazına rağmen koşturarak koridora girdim. Büyük bir gürültüyle odanın kapısını tekmeyle açan Kadir'in bakışları hemen arkasında duran bana döndü. Bir taraftan adamı hala yakasından kavramış odanın ortasında itiyordu, diğer yandan da çatık kaşlarının altından karanlık bakışlarını bana dikmişti. "Asya! Melek'i de al dışarı çık! Hemen!"

 

İçten içe korksam da belli etmemeyi başararak önümde duran sinirli ela gözlere diklendim. "Çıkmıyorum, Arda'yı bulmam lazım."

 

"Asya inatçılığın sırası değil, bunca adamın ortasında... Tövbe tövbe...İyice dellenmeden çık!" Bakışlarının sertliğinden çekinsem de, altındaki anlamlandıramadığım o his yüzünden bir adım bile kıpırdamadım. Bu inat değildi, kardeşimi görmeden buradan gitmeyecektim.

 

"Abla!" Duyduğum sesle Kadir 'e diktiğim bakışlarım hızla odanın köşesinde elinde birayla dikilen, panik halinde yeşil gözlerini büyüten çocuğa çevrildi. Aman Allah'ım! Bir elinde bira, diğerinde de sigara mı tutuyordu o!?

 

"Kadir abi? Siz- sizin ne işiniz var burada?"

 

Kimseyi umursamadan koşar adımlarla Arda'nın yanına yürüdüm ve bir saniye bile düşünmeden elindeki bira ve sigarayı tek vuruşta yere düşürdüm. "Seni aptal! Bu halin ne? Bu. Halin. Ne? " diye bağırdım kendimi tekrar ettiğimi bile fark etmeden. Benim küçük kardeşim elinde sigara ve bira ile bu izbe mekânın karanlık odasında ne arıyordu? Bu düşünceyle sarsılarak bir kaç adım daha Arda'ya doğru attım. Bana bakışını bir ömür boyu unutmayacaktım. Korkulu ama daha çok mahcup...

 

"Be-ben abla..."

 

"Ne sen ne? Kalbime inecek ya, Allah'ım! Çabuk dışarı Arda, çabuk!" Kolundan tutarak dışarı çıkartmadan önce Kadir'in elleri altında kıvranan adama döndüm. Tek kelime edecek hali yoktu, sonra bakışlarım dolan gözlerime kilitlenmiş komşu oğluna çevrildi. Dakikalardır hiddet saçan gözlerindeki yumuşamayı anbean izledim. Yüzümdeki derin hayal kırıklığının o da farkında olmuş olmalıydı ki, az öncenin aksine daha sakin bir halde cebinden anahtarı çıkarıp avucuma koydu. Çalışmaktan sertleşmiş parmak uçlarını avuç içime değdirir değdirmez hızla geri çekti.

"Arda'yı, Melek'i al arabaya geçin, benim biraz işim var."

 

Adama bakışı normal değildi ve ben bu kadar öfkeli bir halde Kadir'i burada bırakamazdım. "Kadir, bulaşma lütfen. Hatırım için gel gidelim." Kadir'in üzerinde hiçbir hakkım ve hatırım olmamasına rağmen, cümlemi tamamlamamı bile beklemeden kafasını evet der gibi salladı. Onu uysal gördüğüm ender anlardan biriydi. "Sırf senin hatırın için." dedi kısık bir sesle, öyle ki tam olarak bunu dediğine bile emin olamadım.

 

Kapıdan çıkmadan Kadir az önce ellerinin altında çırpınan sakallı adama döndü ve yumuşayan bakışları anında eski hiddetli haline geri döndü. "Yaşı küçük çocuklara sigara ve alkol satmaktan burayı kapattırmazsam bana da Kadir demesinler! Şimdilik gidiyorum ama seninle işim bitmedi! Bekle sen!"

 

Dışarı çıktığımızda ise Melek dudaklarını ısırmaktan kanatmış halde titreyen elleriyle arabanın etrafında bekliyordu. Bizi görür görmez koşturarak yanımıza geldi. "Ne oldu içeride? Abi adama bir şey yapmadın değil mi? Lütfen yapmadım de!" Soluk soluğa Kadir'in gözlerinin içine bakan telaşlı dostumu yatıştırmak için kollarını sıvazladım. Gözlerimle endişe edecek bir şey yok bakışı atarken Kadir, yanımda gıkını çıkartamayan suçlu kardeşimi çoktan kollarının arasına almış arabaya bindirmişti bile.

 

"Melek sen Arda'nın yanına arkaya geç, gözüme bir süre görünme!" Kadir'in itiraz kabul etmez ses tonuyla söylediği şeyi üçümüz de mahcup bir edayla kabul ettik, zira Kadir'in gözünden her birimiz ayrı ayrı hesaba çekilmeliydik. Bakışlarındaki sertlik birazdan yiyeceğimiz fırçanın ön gösterimi gibiydi.

 

"Kadir... " dedim Melek ve Arda arkaya geçip oturduktan sonra. "Mecburdum sana yalan söylemeye. Gerçi yalan da söylemedim, sadece gerçeği sakladım. Melek'e de kızma, o arkadaş kurbanı." diye devam ettim, bakışlarım yerde, sesim fısıltıdan halliceydi. Mahcup olmamalıydım ama kendimi, gözlerini bana dikmiş, çatık kaşlarıyla bakan adama karşı üzgün hissetmekten alıkoyamıyordum.

 

"Bana söylemeliydiniz Asya! Nasıl böyle bir yere kendi başınıza gelirsiniz? Ya sizi takip etmeseydim? Ya o adamlar fena şeyler yapsaydı size! Bana kafayı mı yedirteceksiniz?"

 

"Neden takip ettin ki bizi sen? Özel işim var demiştim, ya gerçekten olsaydı? Senin yaptığın doğru mu sanki?" Zeytinyağı gibi üste çıkmak deyimi olmasaydı bile benim bu sözlerimden sonra kesinlikle olurdu. Ya da hem suçlu, hem güçlü sözü de şu duruma cuk diye otururdu.

 

Kadir sabır dilenir gibi başını gökyüzüne kaldırdı, derin bir nefes çekti ve ağzının içinden "Hala özel diyor! Sabır!" diyerek homurdandı. "Asya Allah'ını seversen geç otur! Bir daha da özel mözel, zart zurt şeyler deme!"

 

Uzatmamak için, daha doğrusu bir an önce Arda efendinin hesabını kesmek için koşar adım ön koltuğa yerleştim, Kadir'in öfkeli elalarının hapsinde emniyet kemerimi taktım. Araba çalışır çalışmaz arkama dönüp, Arda'ya sen görürsün birazdan bakışı atmayı da ihmal etmedim.

 

"Bana öyle bakma abla. İlk kez geldim buraya vallahi bak, yemin ederim ilk kez geldim."

 

"Sus Arda! Beni o kadar korkuttun ki! Ne işin var ya senin o yerde? Elindeki bira ve sigarayı saymıyorum bile! Babam duysa, annem öğrense mahvolurlar." Sözlerimden sonra yalvaran bakışlarını önce bana sonra Melek'e dikti. Bana yardım et mesajı verdiğini biliyordum ama bu defa onu kimse kurtaramazdı. Üstelik bu gördüklerimi saklamaktan ziyade anne ve babama söyleyip söylememek konusunda sabaha göre oldukça kararsızdım.

 

"Sahile çekiyorum, biraz sakinleşelim. Arda ile erkek erkeğe konuşalım. Sonra iki kardeş bakarsınız duruma. Ben de o sırada kendi kardeşimle hesaplaşırım." Aynadan Melek'e attığı bakışları görüyordum, zira benim de aynı anda bakışlarım Arda'yı bulmuştu.

 

"Kadir abi, ablama söyle de annemlere söylemesin. Ne olur! Yemin ediyorum ilkti, bir daha asla olmayacak." Mahcup sesi, kızaran yanakları ve dolan çimen gözleriyle öyle masum duruyordu ki, az önce bira ve sigarayla alem yaptığını gördüğüm halde içim acıdı. Ah benim yumuşak kalbim! Başıma ne geliyorsa hem bu zayıflığımdan geliyordu.

 

"Koçum, sakin ol! Halledeceğiz." Kadir'in yarıştıran sesini ve gerçek bir abi edasıyla Arda'ya göz kırpıp her şey yolunda gülüşünü izlerken aklımdan onlarca şey geçiyordu. Kendi yaşı da çok büyük olmamasına rağmen, mahalledeki herkes için Kadir, akıl danışılan bir abi gibiydi. Arda ile konuştuktan sonra kardeşimin aynı hatayı tekrarlamayacağına emindim çünkü Kadir'in böyle bir gücü olduğunu biliyordum. Arda için de Kadir idolden farksızdı, ona mahalledeki her çocuk gibi hayran olduğunun farkındaydım.

 

Nihayet Bakırköy sahiline geldiğimizde saat öğleni geçiyordu. Deniz rüzgârı hırkamdan içeri sızıp tüylerimi diken diken ederken bulduğumuz boş bir banka oturduk. Kadir seyyar çaycıdan hepimize tavşankanı çay söyledikten hemen sonra Arda'yı kolunun altına alıp bizden biraz uzaklaştı.

 

Yarım saat kadar bir süre ikisinin hararetli konuşmasını uzaktan izledim. Kadir, kâh Arda'nın saçlarını geriye itip onu rahatlatıyor, kâh omuzunu pat patlayıp moral veriyordu. Arda'nın yüzü bana dönük olduğundan ifadesindeki değişimi anbean izlemek içimde tuhaf bir hisse sebep oldu. Onu o izbe yerde öyle görünce içime dolan sıkıntının tarifi yoktu. Benim küçük kardeşim nasıl olur da böyle bir yola girmeyi seçerdi? Eksik olan neydi ki sigara ve alkole sığınmak istemişti?

 

"Üzülme arkadaşım. Abim ikna eder onu emin ol. Şimdiye dek abimin lafından çıkan tek bir mahalle genci olmadı." Melek'in sözlerine hak vermemek mümkün değildi ama benim aklım bambaşka yerdeydi.

 

"Neden bunu yaptı aklım almıyor. Ne annem, ne babam Arda'yı asla ihmal etmezler Melek. Yani sorun ne?"

 

"Belki sadece merak etmiştir, denemek istemiştir. Arkadaşına hayır diyememiştir. Hemen en kötüsünü düşünme arkadaşım. Arda'yı tanımıyor muyuz? Yapmaz o."

 

Melek'in sıcak avuçları benim deniz rüzgârından üşüyen ellerimi bulduğunda yanımdaki kıza minnetle baktım. İyi ki benim dostumdu ve sonsuza kadar öyle kalmasını sağlayacaktım.

 

"Geliyorlar. Arda mutlu görünüyor." Melek'in sözleri düşüncelerimi bölerken bakışlarım hızla bize doğru yürüyen Kadir ve Arda'yı buldu. İkisinin de yüzünde tatmin olmuş bir ifade vardı, biraz olsun içim ferahlarken ayağa kalktım ve Arda'yı kollarımın arasına aldım. "Bir daha yapmayacaksın değil mi ablacım?" dedim titreyen sesimle. İstemsizce dolan gözlerim beni anlamadığım bir bakışla takip eden elaları buldu.

 

Orada öyle bir şey vardı ki, tarif edemezdim ama kalbime dokunduğunu da inkâr edemezdim. Kadir'e duyduğum şey tam olarak minnet miydi ya da başka bir his miydi hiçbir zaman emin olamayacakmışım gibi hissettim.

 

"Söz veriyorum, Kadir abime de söz verdim. Bir daha asla ne alkol ne sigara ağzıma değmeyecek."

 

"En az 20 olana kadar koçum. Sonra beraber söz, iki tek atarız." Kadir'in bakışları hala bendeydi, benim de onda. Bir süre birbirimizi öylece izledik. Bir yarış gibiydi, bakışını önce çeken kaybedecekti ve kaybeden ben oldum.

 

Yavuz Sultan Selim Mahallesi

 

Parmaklarımı sıkı sıkı saran tanıdık ellere dakikalardır göz kırpmadan bakıyordum, iki koca yıldır Melek'le hiç irtibat kurmamış, sesini duymamış, haber bile almamıştım. Tüm dünyaya küsmüştüm ama asıl küskünlüğüm biliyordum ki kendimeydi. Sanki tanıdık biriyle konuşsam, biraz gülsem, içimi ferahlatsam dünyanın en hain ve en vefasız insanı olurmuşum gibi gelmişti. Ailemi kaybettikten sonra nefes almak dışındaki her şey, hak etmediğim bir lütuftu. Fazla yemek, fazla içmek, fazla uyumak...

 

Ölü bir ruhun, canlı bir bedene sıkışmış haliydim ve iki yıl boyunca kendimi hep buna inandırdım. Dünyadaki tüm nimetler bana haramdı, onlar gitmişti ve ben kalmıştım, bunun elbet bir bedeli olmalıydı. Hastalıklı bir düşünce olduğunu ise Levent hocanın aylar süren tedavisinden sonra ancak kabul edebilmiştim, zaten asıl tedavi sürecim de bu kabullenişle başlamıştı.

 

Şimdi ellerimi saran sıcak parmaklara bakınca, iki yıldır vicdanımı sorgulatan o duygu içten içe beni yine kemirmeye başlıyordu ama bu defa geçit vermemem gerektiğini biliyordum. En azından mantıklı kalan küçük bir parçam bana bunu usulca fısıldıyordu. Ona kulak vermek hala çok zor ve acı vericiydi ama denemeye değerdi.

 

"Canım arkadaşım benim. Seni öyle özledim ki, yemin ediyorum burnumda tüttün. Dualarım hep seninleydi inan bana." Kollarımı ona bir kez daha dolarken bakışlarım bulandı ve yeniden ağlamaya başladım. Melek usul usul akan yaşlarımı sildi ve iç çekerek gözlerini kaçamak bakışlarla bu gece bilmem kaçıncı defa yaptığı gibi yine salonda dolaştırdı. Anıların onu da dört bir koldan sardığını fark ediyordum. Annemin, babamın ve Arda'nın Melek için de ne ifade ettiğini çok iyi biliyordum.

 

"Ben de seni özledim. Berna'yı, mahalleyi... " Koca bir ateş yutar gibi yutkundum ve "evimi" dedim fısıltıyla. "Be-ben bu kokuyu çok özlemişim." Ayağa kalkarak mutfağa girdim, kapı eşiğinde öylece dakikalarca kaldım. Melek de sessiz ve sabırlı iç çekişlerle bana eşlik etti. Kırılgan bir hava üzerimizden esip geçerken iliklerime kadar acıyla sarsıldım. Annemin silüeti mutfağın her köşesinde belirdi, babamın işten gelme vaktine yakın telaşlı halleri sanki dünmüş gibi gözlerimin önünde oynadı. Film izler gibi anılarımı izledim. Aklıma gelen şeyle bir kaç ürkek ve titrek adım atarak sağ alt çekmeceyi açtım.

 

İşte oradaydı! Annemin en sevdiği önlüğü. Çıkaramadığı çikolata lekesi tam sol tarafta öylece duruyordu. Arda bir gece çok ısrar edince kıyamayıp yatmadan hemen önce çikolatalı kurabiye yapmıştı ve uykulu haliyle de en sevdiği önlüğüne bulaştırmıştı. Söylene söylene Arda'ya kızdığı anlar zihnime öyle canlı doluverdi ki, sanki geçmişe ışınlanmış ve uzaktan annemi izliyor gibi hissediyordum.

 

Elimi uzatsam annemin omuzuna dokunsam ve ona hiç bırakmayacak gibi sarılsam... İçim şiddetli bir hasret duygusuyla yanıyordu, özlemiştim. Ölümün en kötü yanı ayrılık değildi, kavuşma anınızı hiçbir zaman bilememekti. Bu bilinmezlik ruhumu öyle kemiriyordu ki, sanki benden geriye hiçbir şey bırakmıyordu. Özlemden daha acısı işte tam olarak buydu, kavuşma zamanının bilinmezliği...

 

"Ben hep yanındayım Asya, bundan sonra gitmek yok. Yanımdan ayırmayacağım seni. Geldin ya, işin bitti kızım, benden kurtulamazsın artık." Benim cesaret edemediğimi yapıp bir hamlede çekmeceden annemin önlüğünü alışını ve boynumdan geçirip belime sarışını kıpırdamadan izledim. Annemin kokusu burnuma çalındığında, iki yıldır buz gibi olan için sıcacık oldu. Ruhum yenilenmiş ve tazelenmiş gibi çiçek açtı.

 

"Yarın kurabiye yapalım. Arda'nın sevdiği gibi." dedi dolu dolu olan gözlerime bakarak. Ne cevap vereceğimi bilemeden bakakaldım. Yapabilir miydim? Böylesine büyük ve sarsıcı bir adımı atabilir miydim?

 

"Yapalım Asya, yapalım ve sonra gidip en sevdiğimiz parkta yiyelim."

 

"Berna da gelir mi bizimle?" dedim kendimi gülümsemeye zorlayarak.

 

Benim aksime Melek'in yüzüne kolayca yayılan tebessümüne anbean şahit oldum. Omuzumu sıvazlayıp "Berna delirecek seni görünce." dedi iç geçirerek.

 

"Kalacak mısın benimle bu gece?" Tek başıma asla başaramayacağımı biliyordum, cesaretimi kaybettiğim gerçeğine takılmadan, bencilce bir istekle tanıdık birilerinin varlığını yanımda istiyordum. İki senedir bana yeniden kucak açan dostumu arayıp sormamıştım ama ne halde olacağımı da ondan daha iyi kimsenin anlamayacağına da emindim. "Elbette Asya, ne dedim sana? Yalnız değilsin, hadi odana çıkalım."

 

Elleri usulca belimden ittirirken ona ayak uydurdum. Ayaklarım güçsüz adımlarla merdivenleri bulduğunda ise istemsizce arkamdan gelen Melek'e dayandım. Parmakları belimi daha sıkı kavradı, düşmemek için ondan destek almaktan utanmadım zaten uzun zamandır birçok insani hissimi kaybetmiş gibiydim. Duygularımın birçoğu uçlardayken, diğer kalanları da yok denecek kadar azdı. Kısacası dengeli değildim. Melek belki beni eski Asya sanıyordu fakat ben o Asya'yı çoktan öldürmüştüm tıpkı soğukkanlı bir katil gibi, hem de hiç pişmanlık duymadan.

 

Koridora girdiğimizde Arda'nın odasının olduğu tarafa bakmadan hızla kendimi odama attım. Henüz Arda'nın hatıralarıyla baş edebilecek kadar yürekli hissetmiyordum, o odaya girecek hatta görecek gücüm yoktu ve ne zaman o gücü yeniden bulurdum emin değildim.

 

Odam mis gibi kokuyordu, halam ben gelmeden belli ki evi temizletmiş, yatağıma yeni çarşaflar geçirtmişti. Fransa'da olduğum süre boyunca, benim dengesiz ruh halime katlanması, onca yıl doğru düzgün kontağımız olmamasına rağmen bana samimi kucak açması halama olan uzak bakışımı değiştirmişti. Ama yine de yanında kalmam mümkün değildi. Ne kadar yaralı olursam olayım, hatıralar ne kadar canımı yakarsa yaksın, evime dönmenin en iyisi olduğunu içten içe hep biliyordum. Benim yuvam burası, bu mahalle, bu insanlar ve evimdi. Acıma rağmen köklerim buradaydı ve sıkı sıkı buraya tutunmam gerektiğini yeni yeni idrak edebiliyordum.

 

"Arada temizlikçiler gelip gidiyordu, her defasında sen geldin diye Berna'yla koşup eve giriyorduk ama temizlikçileri gördükçe umudumuzu yavaş yavaş yitirdik. Bu gece gelişin resmen mucizeydi." Düşüncelerimi konuşmasıyla bölen Melek, sakince yatağıma oturdu. Odayı dolan gözlerle bir süre izledi. Burada o kadar çok anımız vardı ki, hepsi de güzel ve tatlı hatıralardı. İnsanın kalbini sıcacık yapan, aklına geldikçe gülüşünü büyüten görüntülerdi.

 

"Halam eve iyi bakmış. Bu kadarını beklemiyordum." dedim ağlamaktan kısılan sesimi zorlayarak. Daha fazla ayakta kalmayacağımı anladım ve Melek'in yanına çöktüm.

 

"Gözlerin kıpkırmızı, sesin de çok yorgun çıkıyor. Hadi sen yat."

 

"Sen?" dedim telaşla. "Yanımda yat lütfen." Kafasını gülerek salladı ve pikeyi kaldırıp öylece içine girdi. Onun bu hevesli haline içten içe minnet ettim ve ben de onun gibi kendi olduğum tarafı kaldırarak uzandım. Gözlerimi tavana diktim ve anıların kokusunu soludum. Bir yanım tüm dolapları ve çekmeceleri karıştırıp hatıraları etrafa saçmak isterken, diğer yanım bir adım dahi atacak güçte hissetmiyordu. Ağırdan mı almalıydım yoksa hızla kabukları koparıp kanatmalı mıydım emin değildim.

 

Özlemle dolup taşarken aynı anda korkuya bulanmış bir ruha sahip olmak çelişkilerin en acısıydı. Pes edip bu çelişkiyi ortadan kaldırmak isteyen yanım beni dürtüp duruyordu. Boş ver Asya, bundan sonra sana hiçbir şey iyi gelmez diyen yanım beni yoklamaya çoktan başlamıştı. Gecelerden bu yüzden nefret ediyordum, karanlık yanımı ortaya çıkarıyordu. Hâlbuki eski Asya en çok geceleri severdi, Melek'le buluşup tüm kaçamaklarımızı karanlık çöktüğünde yapardık.

Şimdi ise kâbuslarımın, dipsiz umutsuzluklarımın ve ölüm gibi karanlık düşüncelerimin başrolüydü. Geceler benim için artık en yaralı yanımın ortaya çıktığı zamanlardı.

 

Yine kendi içimde kaybolduğumu fark ettiğim an, tavanda kilitli kalan bakışlarımı ağır ağır sağıma çevirdim. Melek endişeli gözlerle beni izliyordu, aklından geçenleri yüzünden okumak her zaman kolay olmuştu, tıpkı şimdi olduğu gibi.

 

"Ben de özlüyorum onları, hem de çok Asya. Bu bomboş evi her gördükçe nasıl kahrolduğumu bilemezsin ama pes etme ne olur? Beraber üstesinden geleceğiz canım arkadaşım, bak gör her şey çok güzel olacak."

 

Olacak mıydı? Ben bu umudu yitireli iki yıl oluyordu. Güzel günler göreceğime asla inanmıyordum ama bunu Melek'e söylemedim. İnancını yitiren birinin ne hale geldiğini kendimden bildiğimden, Melek'e bu kötülüğü yapamazdım. Sessizce kafa salladım ve elimi kaldırıp onun da ağlamaktan kızarmış gözlerinin üzerine koydum. Parmaklarımla usulca göz kapaklarını kapattım ve okşadım. Uykuya dalana dek ellerimi yüzünden çekmedim. Ben uyku nedir bilmiyordum zaten ama Melek uyumalıydı.

 

Eski günlerdeki gibi yan yana yatarken kalbime saplanan acıyla irkildim. Bir anda sanki odanın tüm havası karanlık tarafından yutulmuş gibiydi. Ruhum bir anda kapkaranlık anılara çekiliverdi, o geceye, kanın ve şiddetin her yanımı esir aldığı ve hala bırakmadığı korkunç saatlere gittim. Tavan üzerime yıkılacak gibi hissediyordum, sanki duvarlar çatırdıyor, başımın üzerindeki avize sallanıyor ve ben o gecenin altında kalıyordum.

 

Melek'i uyandırmamak için tüm irademi zorlayarak yataktan yavaşça kalktım. Bir kaç tur odada döndüm durdum ama yeterli gelmiyordu, nefes almak gittikçe zorlaşmaya başlayınca ellerimi boğazıma götürdüm ve sertçe ovalamaya başladım, yetmiyordu, midemden başlayıp kaburgalarıma çıkan bir acı vardı. Kemiklerim sanki çatırdıyor ve ben ölüyordum.

 

Panikle telefonumu buldum ve Levent hocayı aramaya çalıştım. Ellerim o kadar titriyordu ki telefon elimden yatağa düştü ama eğilip alacak kadar bile kaslarımda güç kalmamıştı.

Soluk soluğa kendimi kapıya doğru adeta sürükledim, Melek'i ilk geceden korkutup kaçırmamak için bir taraftan dengeli davranmak istesem de bu mümkün görünmüyordu ama neyse ki onu uyandırmadan odadan kendimi dışarı atabilmeyi başarmıştım.

 

Ellerim hala boğazımdaydı, canım acıyana kadar kendime zarar verdiğimi bile anlamadım. Nefes alıyordum ama sanki ciğerlerime inmiyordu, boğulacak gibiydim. Kalp krizi geçiriyor olabilir miydim? Merdivenlerden tırabzanlara tutunarak inmeyi başardığımda, bahçeye gitmeye yetecek kadar gücüm kalmamıştı. Ama nefes almaya, temiz havaya ihtiyacım vardı. Bu evden çıkmalıydım, bir an önce anılardan, kandan, ailemin ölü hatıralarından kendimi kurtarmalıydım. Salondan geçerken artık tamamen nefessiz kalmıştım, ölüyordum ama korkmuyordum. Sonunda istediğim olacak gibi bir his ruhumu kapladı. Aileme bu gece kavuşmam ne güzel bir tesadüf olurdu, onların beni bırakıp gittiği yerde ölmek...

 

Kapı kilidini çevirir çevirmez yere kapaklandım, gözlerimi kapadım ve ansızın gelen ölümü karşılamaya hazırlandım. Boğuluyordum ve bu his berbattı ama neden içimden kahkaha atmak geliyordu. "Az kaldı, birazdan nefessizlikten öleceksin Asya ve iki yıldır istediğin şeye, ölüme kavuşacaksın!" içimden konuşan bu ses bir meleğin sesi olmalıydı. Beni aileme götürecek meleğin sesi...

 

Ama sonra... Bacaklarımın altında bir el hissettim ve havalandığımı... Sonra o tanıdık koku... Alkol ve sigara kokusunun bile saklayamadığı sedir ağacı kokusu...

 

"Asya! Asya nefes al! Ne olur?" Büyük ve nasırlı eller yanaklarımı panikle okşarken tuttuğum nefesi verir gibi bir hızla ciğerlerimde biriken hava bir anda boşaldı ve ben güçlü bir nefes aldım. Bahçenin tüm havasını ciğerime doldurmuşum gibi hissettim.

 

"İyisin, bir şey yok iyisin!" Sanki benden çok kendine söylüyor gibi sayıklayan adama, kafamı kaldırıp zorlukla baktım. Ela gözleri dehşetle parlıyordu, düzensiz nefeslerim bana yaklaşmış yüzüne çarpıyordu. Elleri kâh yanaklarımda, kâh saçlarımda bir süre usulca gezindi. Nefesim düzene girene dek öylece kaldım. Keşke beni bıraksaydı da ölseydim. Gerçekten ölüyor muydum ondan da emin değildim, belki de ölüm isteğim öyle yoğundu ki, aklım artık bana tuhaf oyunlar oynuyordu.

 

"İyi misin? Hayatımda hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum Asya, seni öyle görünce..." Kuruyan dudakları bembeyazdı. Onun gözünden nasıl göründüğümü merak ettim, geçekten de ölüyor gibi miydim? Sahiden de istediğime bu kadar yaklaşmış mıydım?

 

"Keşke bıraksaydın." diyebildim soluk soluğa. Aslında Kadir'e kızgın olmalıydım, beni bir kaç dakika daha bıraksaydı, belki de ölmüş olurdum.

 

Hala yanaklarımda duran titreyen ellerini panikle yanaklarımdan çektiğinde öfkeli bakışlarını seçebildim. Omuzlarımı kavrayarak çenemi kavradı ve dik bile tutmaktan âciz başımı hafifçe yukarı kaldırdı. Tepki bile veremedim, itiraz edemedim zira kendimi boş bir çuval gibi hissediyordum. Hem bedenen, hem de ruhen.

 

"Bir daha ağzından ölümü ima eden tek laf çıkmayacak Asya! Duydun mu beni!" Sözleri sertti ama sesi fısıltı gibiydi ya da ben hızla inip kalkan ve hala düzene tam olarak girmemiş nefesim yüzünden doğru algılayamıyordum.

 

"Beni anlayamazsın sen." Konuşmaya gücüm yoktu, istemsizce başım sağa düştüğünde avuçları hızla yanağımı kavradı. Sakinleşene kadar tenimde ellerinin sıcaklığını hissettim. Biraz daha iyi olduğumu anlayınca gözlerinden tuhaf bir hüznün geçtiğini fark ettim.

 

"Babam öldüğünde sadece 17 yaşındaydım." diye başladı. " İki kız kardeş, yıkılmış bir anne ile baş başa kaldığımda günlerce ne yapacağımı bilemedim. Babamın acısını yaşayamadım bile ben, sorumluluklarım vardı çünkü. Onları öylece bırakıp güçten düşemezdim ama bir gece o kadar yorulmuştum ki, kendimi yıkılmış bir halde bahçeye attım. Gecenin ikisi üçü falandı. Kahraman abi de anlaşılan uyumamıştı ki beni görünce bahçeyi aştı ve yanıma geldi."

 

Babamın adını duyunca gözlerimi kapadım, onun babacan halleri ansızın zihnime akın etti. Anılara daha sıkı sarıldım ve tüm ruhsuzluğuma rağmen Kadir'e kulak verdim.

 

"Omuzlarımı kavrayıp bana sarılışını hiç unutmuyorum. O an tek ihtiyacım sanki buydu ve Kahraman abi bunu anlamış gibi imdadıma yetişmişti. Anlat evlat, dinliyorum dedi. Bense doğrudan yüzüne baktım. Ne anlatacaktım ki, anlatacak ne vardı? Sonra sessizce yanımda bir saat boyunca oturdu. Nihayet ağlamaya başladığımda dökülmeye de başladım. O gece benim için bir milat oldu. Tek bir sarılma ve sessizlik. Bazen biz bilmesek de bizi seven insanların tek sarılışı, tek cümlesi iyi eder bizi Asya. Bunu bana senin baban öğretti." Seslice yutkunup "Bizden gitme." diye devam etti. Gitme deyişi öyle sessizdi ki, emin olamadım ama babamın Kadir'de bıraktığı izden emindim.

 

Anlattığı hikâye ile göğüs kafesimin içindeki acı yavaş yavaş dindi, babamın Kadir'i kucaklayan hali beni sıkıca sardı. Sanki o gece olduğu gibi sarılmıştı ama bu defa Kadir'e değil de bana. Gözlerimi kapadım ve sandalyeye yaslandım.

 

"Salona taşıyacağım seni şimdi, tamam mı?" dedi elleri bacaklarımı kavramak için meylettiğinde.

 

"Hayır, bahçe... Lütfen." Cümlemi tamamlayamasam da istediğimi anlamıştı. Kafasını olur der gibi salladı ve oturduğumuz merdivenlerden kalkarken kolunu belime sardı. Ayaklarım ansızın yerden kesilirken, kendimi bir kaç saniye içinde çardaktaki sandalyede buldum.

 

"Bekle, battaniye ve yastık alayım evden." Koşarak evlerine girişini bir sandalye ve battaniyeyle dönüşünü kapanmaya yüz tutan gözlerimle izledim. Yumuşak battaniye vücudumu sardığında içimin üşümesi geçmiş, göğsüm ufak da olsa bir huzurla inip kalkıyordu.

 

"Daha iyi misin? Üşüyor musun?" dedi gözlerime bakarak. İyi olmak? Sorusunu düşündüm, iyi olmaktan çok uzaktım yine de "iyiyim" dedim. "Üşümüyorum."

 

Açıkta kalan kolumu usulca tutup battaniyenin içine koyarken onu izledim. Siyah dalgalı saçları hafiften dağılmıştı, uykusuz görünmüyordu ama yine de sarsılmış bir hali vardı. Buraya gelmeden önce kim bilir ne ile meşguldü.

 

Arkama koyduğu yastığı düzeltti ve muhtemelen solgun yüzüme baktı. "Ben buradayım, uyumayacağım. Hadi biraz dinlen."

 

Buradan ayrılmadan, her şey berbat olmadan önce de Kadir'i hayatımda nereye koyacağım konusunda hep kararsız kalırdım. Melek gibi abi mi demeliydim, yoksa sadece Kadir mi? Herkes gibi ben de ona saygı duyduğum için mi değerliydi yoksa hissettiğim şey tamamen minnet miydi?

 

Göz kapaklarım ağırlaşırken Kadir'in bakışlarını üzerimde hissettim, az önce yaşadığım ağır krizden sonra tüm vücudumun gücü çekilmiş ve yorgunluk beni çoktan ele geçirmişti. Hayatımın en zor gecesiydi ve şükür ki yalnız değildim. Son kez zar zor gözlerimi araladım ve uykuya tamamen yenik düşmeden önce Kadir'e baktım. Bulanıklaşan görüntüsü bana bir an için her şeyin iyi olacağını hissettirdi, saniyelik bu hisle gözlerim yeniden kapandı.

 

***

 

Asya'nın narin boynu omuzuna düştüğünde, Kadir bir an için soluğunun kesildiğine emindi. Saçlarının o tanıdık kokusu burnuna dolduğu aynı anda sıcak nefesinin buharını boynunda hissediyordu. Bu kadar yakınlık özlemine bir merhem gibiydi ama aynı anda da tamamen bir işkenceydi. Ona bu kadar yakın olup hiçbir şey yapamamak, dokunamamak, acısını kendine alamamak, şimdiye dek herkesin derdini çözmeye alışmış Kadir için azaptı, hele de bu kişi herkesin üstünde tuttuğu, yıllardır karşılıksız sevdiği kadın olunca içindeki ağırlık büyüdükçe büyüyordu.

 

Az önce onu morarmış bir yüzle soluğu kesilmiş halde gördüğünde yaşadığı şoku ve korkuyu ölse içinden atamazdı. Sanki Asya'nın onun yüreğinde açtığı yaralar yetmezmiş gibi, bir de bu krizlerinin acısını yük edecekti artık gönlüne. İçine derin bir soluk çekti, ama keşke çekmeseydi. Omuzuna yatan kızın tüm kokusu yeniden ciğerlerine dolunca işkencesi ikiye katlandı.

 

Bakışları sokak lambalarının ışığında Asya'nın battaniyenin kenarından sarkan bileklerini buldu. Yüzünü buruşturup kesiklere bakmamaya çalıştı ama ne fayda! Orada olduklarını biliyordu artık ve geçmişi geri alamasa da geleceğe dair bir şeyler yapmak zorunda olduğuna emindi fakat Asya onu reddederken bunu nasıl yapacaktı?

 

Karanlık ve soğuk iyice bastırırken onu içeri taşıması gerektiğine karar verdi. Bacaklarının altından usulca ellerini geçirdi ve zaten kuş kadar kalmış kızı bir hamlede kucağına aldı. İstemsizce dudakları kollarının arasında derin bir uykuda olan Asya'nın saçlarında gezindi. O kadar hafif ve yumuşak bir dokunuştu ki, varla yok arası bu dokunuşu kendisinin bile fark ettiğinden emin değildi. Salonun açık kapısından içeri adımlar adımlamaz, onu kanepeye yerleştirdi, üzerindeki battaniyeyi sıkıca etrafına sıkıştırdı ve geri dönüp kapıyı kapadı.

 

Dışarı çıkmalıydı, burada durmasının yanlış olduğunu biliyordu ama biraz daha gözlerinin altı morarmış, bedeni küçücük kalmış kızı izlese ne olurdu? Sadece beş dakika daha... Kapalı göz kapaklarının altından titreşen gözlerini izlemek, yastığa dağılan saçlarını tek tek okşadığını hayal etmek, her nefes alıp verdiğinde yukarı kıvrılan dudaklarına bakmak... Yanlıştı, Kadir asla bunu yapmazdı, kalkmaya meyletti ama ayakları salondan çıkmak için tek bir hamle bile yapamadı. Pes ederek Asya'nın yattığı kanepenin kenarına, yere oturdu.

 

Boğulduğunu hissediyordu, koltukta savunmasız bir kız çocuğu gibi yatan Asya'nın güzelliği, kalbinde duyduğu saf aşk ona fazla geliyordu. Öyle ki dolup taştığını, sevgiden nefesinin kesildiğini fark ediyordu.

 

Saatler akıp gitti, gece sabaha evrildi, güneş cılız ışıklarını salonun pencerelerinden içeri sızdırdı ama Kadir göz kırpmadan Asya'yı izlemeye devam etti. Bakışları bileklerinde, yüzünde, zayıf bedeninde gezindi. Aklından onlarca plan geçti, hepsinin tek amacı vardı, o da; Asya'yı eskisi gibi neşeli ve cıvıl cıvıl görmek.

 

"Abi!" Melek omuzuna dokunup adını seslenene kadar yanına yaklaştığını fark edemeyecek kadar düşüncelerinde boğulmuştu. Bakışlarını başucuna oturduğu kızdan çekip kardeşine çevirdi. Duvardaki saat sabah altıyı gösteriyordu.

 

"Burada mı uyudun sen, böyle iki büklüm?" Abisinin Asya'nın başucundaki haline anlam verememişti, üstelik ne ara Asya yanından kalkıp salona inmişti?

 

"Dün gece Asya biraz rahatsızlandı, o yüzden yanında kalayım dedim." Kadir mahcubiyetini saklamaya çalışsa da becerebildiği söylenemezdi, oldu olası bu işlerde hiç iyi değildi.

 

"Ne oldu? Beni neden uyandırmadı ki? Dün gece gerginlikten herhalde, ağır uyumuşum." Ne zaman stres yapsa, ya da gergin olsa Melek normalinden fazla uyurdu. En nefret ettiği huyuydu bu ama elinde de değildi.

 

"Bilmiyorum Melek, iyi değil belli. İki yıl boyunca neredeydi, ne yaptı hiçbir şey anlatmadı mı? Konuşmadınız mı?" Kadir ayağa kalkıp kardeşinin kolundan tuttu ve koridora doğru, Asya'nın onları duymayacağına emin olana dek yürüttü.

 

"İlk günden kızı sıkboğaz mı etseydim abi? Zaten kötü, dün gece ağlamaktan helak oldu zaten. Nasıl sorsaydım her şeyi?" dedi Melek üzgün bir sesle, gözleri bir taraftan Asya'da dolanmaya devam ediyordu. "Annem gece mesaj atmış, abinle konuştum, Asya'yı kahvaltıya getirin dedi." Düşünceli gözleri bu defa abisini buldu.

 

"Annem saçma sapan bir laf eder, Asya iyice kabuğuna çekilir. Gerek yok, ben alışveriş yapar alırım bir şeyler. Burada yapın kahvaltıyı, ben önden annemle bir konuşayım." İki yıl önce bu evde yaşanan şeylerden sonra annesinin tepkisinin ne kadar acımasız olduğunu görmüştü. Çocuklarını düşünüyor ve koruma içgüdüsüyle davranıyor olabilirdi ama Kadir için bu anlaşılır bir şey değildi. Şimdi Asya'yı alıp eve götürse, annesinin tepkisini az çok tahmin ediyordu ve bunu zaten çok acılar çekmiş kıza yapamazdı.

 

"Asya döndü abi, annem görüşmemizi bile istemeyecek, bunu biliyoruz."

 

"Kafanı yorma şimdi bunlara sen, halledeceğim ben. Annemi ikna ederim." Bunu derken bile emin değildi. Asya'nın dönüşü annesi için olduğu kadar mahalle içinde de pek hoş karşılanmayacaktı. Kimse mahallesinde olay istemezdi, hele de vahşice işlenmiş, hala gizemini koruyan bir cinayete kimse olumlu bakmazdı.

 

Asya yattığı koltukta kıpırdanmaya başladığında Melek ve Kadir aynı anda hareketlendi ve salona doğru adımladı. Çalan zille üçünün de bakışları kapıya yöneldi. Asya'nın dönüşünden haberi olan ve bu saatte gelebilecek tek kişiyi bildiğinden, koşar adımlarla kapıya yürüdü, zira annesinin abuk subuk bir laf etmesi oldukça yüksek bir olasılıktı. Ama kapıyı açtığında gördüğü kişi annesi değil, orta yaşlarda oldukça iyi görünen bir adamdı.

 

"Ben Asya'ya bakmıştım aca-" Sözünü bitirmeden Kadir bir adım öne çıkıp, kapıya siper oldu. Adamı buralarda ilk defa görüyordu ki, Kadir birini bir kere görse dahi unutmazdı.

 

"Kim soruyor?" dedi çok da kibar olmayan bir ses tonuyla.

 

"Asya buradaysa onunla görüşmek istiyorum. Levent deyin, o beni tanır." Kadir'in bakışları karşısındaki adamın kararlı ve kendinden emin yüzünde bir müddet şüpheyle dolandı. Kapıyı tamamen aralamakla, adamı göndermek arasında gidip geliyordu. Henüz kararını vermemişken arkasından fısıltıyı andıran Asya'nın sesini duydu.

 

"Levent hocam!" Sanki çok uzun süredir görmemiş gibi bir heyecanla adama koşan Asya, Kadir'i geçip bir çırpıda kapıyı araladı. "Levent hocam sizi gördüğüme çok sevindim. Buyurun içeri." Ses tonundaki neşeyi fark etmemesi imkânsızdı.

 

Kadir bir anda havası değişen Asya'ya bakarken damarlarında hissettiği duyguyu tanımlayamıyordu. Kızgın mıydı yoksa hayal kırıklığa mı uğramıştı? Neydi bu his? Asya'nın yüzünü tebessüm ettiren, onu heyecanlandıran adamdan bakışlarını alamazken öylece kapı da durmuş Levent denen adamın içeri girişini izledi.

 

Yıllardır Asya'dan böyle bir tepki almak için yanıp tutuşan Kadir'in içi sıkıntıyla boğuldu. Bir kere olsun sevdiği kız, onun içinde böyle heyecanlanmış mıydı? Hissettiği duygunun adı kesinlikle hayal kırıklığıydı.

 

----3.Bölümün Sonu----

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Loading...
0%