Yeni Üyelik
5.
Bölüm

beş: benim sevgili müstakbel eşim

@rose_roar

 

 

Bölüm Xxxtentacion-Changes ile yazılmıştır.

 

 

 

O Diye

 

"Baba oluyorum!"

 

Bir imkansız olduğunu bile bile bazen hayaller kurardım ben. Bir film izlerken gördüğüm bir sahnedeki karakterleri biz yapardım. Bazen birer sevgili olurduk birbirimize. Bazen de birer anne baba...

 

Vardı. Bu da vardı o hayallerin içinde. Kendime hep 'Hayır hayır. Bu yanlış. Bunları düşünmen yanlış.' desem de yapardım. Engel olmak zordu ki kalbime. Ona dur diyebilmek, onun önüne geçebilmek nasıl bu sevda imkansızsa bana o da imkansızdı.

 

Utana utana bir hayale dalmıştım yine o film sahnesinde. Kadın adama baba olacağını söylerken kendimi onun yerine koymuştum. O an yalan da olsa ne kadar heyecanlandığımı hala unutmadım. Sanki gerçekmiş gibi ekrandaki o kadınla birlikte yerimde kıpırdanıp durmalarım, derin derin nefes alıp vermelerim... Hala aklımdaydı.

 

O adamın mutluluğu.

 

Ekrandaki adamın yüzüne oturan Rüzgar'ın yüzünde önce şaşkın sonra mutlu bir gülümseme oluşmuştu. Sonra büyükçe bir kahkaha ve... Ve ardından belime sarılan kolları ile ayaklarım yerden kesilmiş ben de ona eşlik etmiştim kahkahalarım ile.

 

Ekrandaki adam ailesini toplayıp bir akşam yemeğinde baba olacağının haberini verirken demişti işte o cümleyi.

 

"Baba oluyorum!"

 

Kadının utangaç gülümsemesini ben de onun gibi izlemiştim.

 

Çok güzeldi. O kadar güzel olmasıydı halbuki sebep dur durak bilmemenin. O, yasak elma kadar cazipti. Tatlıydı, güzeldi. Ve ben de o elmadan bir ısırık alan Havva.

 

Hatırlıyorum.

 

Bunu da hayal etmiştim.

 

Yanlıştı. Çok yanlıştı. Kabul. Kabul ediyorum.

 

Hiçbir şeyden haberi olmayan bir adamı böyle hayallere baş kahraman yapmak yanlıştı.

 

Tek taraflı bir aşkın gölgesine daha fazla sığınmak kalbime de aklıma da zarardı.

 

Hem benim için hem de onun için olmaması gerekirdi. Düşünmemem. Kurmamam. Yaptıysam da devam etmemem.

 

Biliyordum. Ben biliyordum da bazı zamanlar bilmek yetmeyebiliyormuş. Bazı zamanlar kendinden, duygularından daha güçlü olman gerekiyormuş. Ki önüne geçebilesin sürüklendiğin gölgenin. Sen kazanasın. Lakin...

 

Ben değildim.

 

Ben o kadar güçlü değildim. Zaten ben hiçbir zaman da olmamıştım ki güçlü. Ben hep duygularının altında ezilip kalan o kişiydim. Sesim çıkmazdı pek fazla benim. Fazla sesten de korkardım zaten. Küçüldükçe küçülür, kaçardım hep öyle zamanlarda.

 

Korkardım. Bir şeylerin değişmesinden. Bir şeylerin bana doğrultulmasından.

 

Ben hiç güçlü olamamıştım ki. Ben hep güçsüzdüm.

 

Çaresiz. Aciz.

Hep. 

🌼

 

İki gün daha geçmişti doğum günümden bu yana. Hala istemesem de ben kalbimin sahibi olan o adamın gelip bana hayatının en mutlu haberini vermesinden bu yana tam iki gün geçmişti. Onunla birlikte sevineceğime inanıp bana bu armağanı doğum günü hediyem olarak vermesinden beri iki gün.

 

Ben de insandım.

 

Üstelik ben, artık duygularını kontrol edemeyecek kadar yorgun bir insandım. Bu yüzdendi oradan ona hiçbir şey söylemeden kaçışım. Belki şimdi ne derim de bunun içinden sıyırılım diye düşünüyor olurdum, abim sanki zamanlamış gibi ben harekete geçerken seslenmese bana. Beni kurtarmıştı birnevi. Birnevi.

 

Keşke beni gerçekten de kurtarabilseydi.

 

Keşke... Şu kalbimdekini söküp alabilseydi benden.

 

Çok kez kalbim yara almıştı. Çok kez kanamıştı. Hep bir yerde susmak zorunda ve sadece izlemek zorunda kalmıştım sessizce. Ama hiçbir zaman dudaklarım aralanıp da 'Yeter artık! İstemiyorum bu kalbimdekini!' dememiştim. Diyememiştim. Çünkü hem o şey hem de o şeyin sahibi çok güzeldi. Bana acı verse de ona sahip olmak çok güzeldi. Çok çok güzeldi...

 

Aynada gördüğüm kız bir enkazdı aslında. İki günde ne kadar kilo verilebilinirse o kadar vermişti. Göz altları morarmış, yüzü sapsarı kalmıştı. Sürekli uyumaktan ve ağlamaktan gözleri kızarmış ve acıyordu.

 

Bitmişti. Tükenmişti. Dinlenmek istiyordu.

 

Canı acıyordu. Geçsin istiyordu.

 

Ama hayat devam etmek zorundaydı.

 

Ve birazdan kendi sığınağından çıkıp onun yanına gitmek zorundaydı. Hayır. Onun ve müstakbel eşinin yanına.

 

Bugün ailelerin tanışma günüydü. Ve nişan günü.

 

Her gün biraz daha yaklaşıyordum onsuzluğa. Her gün onu daha fazla kaybediyordum. Gün gelecekti ve o bu kez gerçekten benden gitmiş olacaktı. O zaman gelince... Ne yapacaktım, nasıl dayanacaktım, bu kez nasıl devam edecektim hayatıma bilmiyordum. Nasıl dindirirdim yüreğimin sızısını... Nasıl yaşardım...

 

Elimdeki tarağı bir kez daha sürükledim saçlarımın arasından ağırca. Mekanikleşmiş gibiydim. Saçlarımı yavaşça tarıyor, aynadan kendimi izliyordum bomboş gözlerle. Üstümde bir ölüden hallice hiçlik varken kafamın içinde raks edenler benim katilimdi.

 

Kapı tıklanıp yavaşça aralanınca dalıp gittiğim aynadan bakışlarımı çekebilmiştim sonunda. Elimdeki tarağı yerine koyup gelene bakmadan söyleyeceklerini beklemeye başlamıştım. Zira geleni biliyordum. Abimdi. Günlerdir benimle konuşmak için zaman kollayan abim. Sanırım artık ondan kaçamayacaktım.

 

"Bu kadarını tahmin etmemiştim."

 

"Hangisini?"

 

"Hepsini."

 

Yanıma adımlayan ayakları tam arkama gelince durdu ve elleri omuzlarıma indi. Sıktı, sıvazladı güç vermeye çalışır gibi. Belki olmazdı çok faydası ama buna ihtiyacı olan vücuduma o bir dirhem de iyi gelmişti. Engel olamadım gözlerimin dolmasına. Zaten an kollamıyorlar mıydı...

 

"Ne senin sevginin seni bu denli yıkacak kadar büyük olduğunu ne de onun sevgisinin onu evliliğe sürükleyecek kadar büyük olduğunu."

 

Kafamı kaldırmak boynuma zincirler vursa da abimle göz göze geldim. Ona belki de hayatım boyunca ilk defa bu kadar muhtaçmış gibi bakarken gözlerimden akan bir damlaya engel olmak ne içimden geldi ne de o aksın istedim. Abimin gözlerimdeki bakışlarında da bir şeylerin kırılması çenemin titremeye başlamasına yetmişti.

 

Ben ona bir dilenci gibi bakarken o neye ihtiyacım olduğunu hemen anlamış ve çökmüştü dizlerimin önüne beni döndürüp kendine. Önce yüzümü avuçlamıştı nasırlı elleri ile, alnıma bastırmıştı dudaklarını sıkıca sonra kucaklamıştı beni kolları. Sımsıkı sarmıştı titreyen bedenimi. Kendine bastırmış, içine saklamaya çalışır gibi üstüme kapanmıştı. Dudakları saçlarıma durmaksızın öpücükler verirken gözlerimden akan damlalar ile yine sessizce bekledim geçmesini. Duracaktı. Durmak zorundaydı.

 

"Anlamak zor değildi."

 

Yutkunup öyle devam etti sözlerine.

 

"Her zaman açıkça ortadaydı zaten ona farklı bir ilginin, bağının olduğu. Küçükken de onu benden çok sever, onunla benden çok oyunlar oynardın. Benim sizi kıskanmama rağmen. Gidip onu döverdim, gelir senin saçını çekerdim. Ama yok! İlle de o ille de o!"

 

Sesine kattığı muziplik ile kendime engel olamadan birkaç kıkırtı fırlayıvermişti dudaklarımdan. Gözümde canlanan geçmiş beni hem eğlendirirken hem de daha farklı duygulara sürüklerken devam ettim onu dinlemeye. Daha çok sığındım kollarına.

 

" Hiç kimse de yadırgamazdı bunu. Babamız bile. Halbuki en çok o kıskanırdı seni. Ama işte o senin abindi ya... Hiç kimse yadırgamazdı."

 

Bir nefes alıp saçlarımdan bir öpücük daha bıraktı saçlarıma.

 

"Ben de tabii. Belki o zamanlar kafamızın ermeyişinden. Gerçi sanmıyorum ki sen de o zamanlar buna başka bir şey diyordun..."

 

Kafamı sağa sola sallayıp ona cevabımı verdim birnevi.

 

"İlk ne zaman anladın dersen, bilmiyorum ki ben de. Çok tuhaf belki ama onun on sekizinci yaş gününde senin ona olan bakışlarını gördüğümde kafamın içinde dönen bir cümle vardı: Papatya onu seviyor. Daha önce hiç böyle bir şey düşünmemiştim ki nereden çıktı geldi girdi aklıma ya da o 'seviyor' kelimesi nasıl oldu da bana bir sevgiliye duyulan sevgiyi anımsattı bilmiyorum. İnan ki... Ama o gün emin olmuştum. Sen daha on iki - on üç yaşlarındayken belki senin bile neyin ne olduğundan haberin yokken. "

 

" Yoktu. " diye fısıldadım usulca. Kafamı kaldırıp abimle göz göze gelmeye çalıştım, istediğimi verip kafasını geri çekti başımdan. Bana baktı.

 

" Babam. Babamızın gittiği gün koydum ben ismini. O kulübede karşıma geçip bana sarıldığı an. O an sadece onun sarılmasına ihtiyacım olduğunu anladığım an."

 

"Hiçbir şey yapmadım. Sandım ki basit bir hoşlantı. Hayranlık. Gelir geçer. Ama seni ne zaman onu başkalarından kıskanırken gördüm dedim ki kardeşimi korumalıyım. Seni olabildiğince ondan uzak tutmaya çalıştım. Onun yanına gitmene izin vermedim, onun olduğu etkinliklere gelmemen için uğraştım... Ama sen hep uysal, sessiz, sakin bir kız olmana rağmen bana her defasında diklendin. Sonra babamızı kaybetmemiz sonra... İşte sonra ilgilenemedim seninle. Her şey üst üste geldi. "

 

Sonra benim sevdiğim kadının can dostum dediğim adamla mutluluğunu izlemek zorunda kalışımdı engel....

 

" Göremedim senin içindeki duygunun ne kadar büyüdüğünü. Geçen güne kadar. "

 

Kollarının arasından çıkıp öyle dinlemeye devam ettim onu. Elleriyle yüzünü sıvazlayıp toparlamaya çalıştı kendini. Muhtemelen aralanan kalbinin kapısının gıcırtısından.

 

"Ahh!" diye bir feryat koptu dudaklarından ama bana mı kendine mi etti o feryadı çözemedim o an.

 

"Senin donakalmışlığını fark ettim o gece. Tebrikler havada uçuşurken senin öylece koltuğa bakakalışından. Normalde olsa ilk senin kalkıp tebrik etmen gerekirdi. Etmedin. O kadarını da yapamadın değil mi kardeşim? Ne kadar şu zamana kadar saklasan da hislerini, örtsen de acılarını ağır geldi değil mi diline? "

 

" Geldi. " diye soluklanılan sessiz bir fısıltı çıkan dudaklarımdan.

 

" Bilirim. "dedi yanaklarımı alırken avuçlarına, alnı yaslanırken alnıma.

 

" Bilirim ben. "

 

Bilirsin abi... Belki de en iyi sen bilirsin. Bilirim.

 

" Bilirsin. "

 

" Bilirim. "

 

" Geçer mi? "

 

Ürkekçe sorduğum soruyla önce onun sonra benim gözlerim kapandı. Beraberinde onun göz pınarlarından akan, benim göz yaşlarıma karışan bir damla...

 

"Bilmem. Bir gün geçer mi bilmem ama uzunca bir süre geçmediğini bilirim. Yüreğinin hep sanki taptazeymiş gibi uzunca bir süre kanadığını bilirim."

 

"Ama derler ya hep zaman her şeye ilaç diye. Olmasa gerçek bu kadar insan der mi ki bunu?"

 

Gözlerimiz tekrar birbirine tutunurken ikimiz de buna inanmak ister gibiydik. İkimiz de bu bir yalandan ibaret olsa da sadece, kendimizi buna kaptırmak ister gibiydik. Biz iki yaralı kalbin buna çok ihtiyacı vardı. Çünkü bizim bizi iyi edecek gerçeklerimiz kalmamıştı.

🌼

 

"Ay neredeyse geldiler ama hala hiçbir şey hazır değil! Sena! Kızım onu şuraya koy. Ay ayıp olacak şimdi. Onları önemsemediğimizi düşünecekler. Hiçbir şey hazır değil ki! Haklılar valla!"

 

Aslında her şey hazırdı sofrada da salonda da. Sadece Melda Teyze gelecek olan misafirleri için çok heyecanlıydı ve her şeyin en iyisi olmasını istiyordu. Oğlunun sevdiği kızı ve onun ailesini en güzel şekilde ağırlamak için elinden geleni yapıyordu.

 

"Ahh, Papatya! Kızım annenin yaptığı tatlıları lütfen mutfağa götür. Ve rica etsem onları tabaklarına koyar mısın? Sana güveniyorum."

 

Melda Teyze arkasını dönüp annem ile birlikte yeni bir düzeltme çabalarına girerken ben elimdeki tepsi ile öylece kalakaldım kapının önünde. Buraya gelirken biliyordum bunun olacağını ve daha nicesini ama işte... Elimde olmuyordu bazen vücudumu kontrol etmek. Fazla geliyordu.

 

Sırtıma değen bir el ile kendime gelip abime döndüm.

 

"Sana gelme demiştim. Bir şey bulurduk uyduracak. Hatta git şimdi Papatya. Derim ben bir şeyler. Yapma. Daha fazla yapma bunu kendine. Bu kadar acı çekiyorken zaten bir de onun bir başkası için olan mutluluğuna yardım mı edeceksin sahiden?"

 

"Kendi ağzınla diyorsun. Onun mutluluğu. Kim ile olmuş, nasıl olmuş... Önemli değil. O mutlu olsun da ben gerekirse onu kendi ellerimle de hazırlarım düğününe. Ben onu benimle olan mutluluğu için sevmedim abi. Onu o diye sevdim. O diye."

🌼

 

Mutfağa birileri sürekli girip çıkarken, içeriden sürekli bir telaş dolu adımlar duyulurken ben ellerim titreye titreye dilimledim tatlıları. Özenle yerleştirdim tabaklara. Onun mutluluğunu düşünerek süsledim üstlerini. Ne zaman son tabağı da alıp servis tepsisine koydum o zaman dışarıdan bir araba gürültüsü duyuldu. Hemen ardından Melda Teyzenin " Geldiler geldiler!" diye kapıya koşma sesleri geldi.

 

Bir an başım döndü sandım. Ellerim tezgaha tutunurken derin nefesler alıp vermeye çalıştım. Sakin olmalıydım. Bunu yapabilirdim. Yapabilirdim.

 

"Hadi Papatya, bak geldiler. Gel karşılayalım biz de." diyerek mutfaktan çıkan Sena ile kapattığım gözlerimi açıp son kez derin bir nefes çektim içime. İçeriden tanışma sesleri, hoş geldin - hoş buldum cümleleri duyulurken kapıdan geçip salona ulaştım. Direkt olarak kalabalık görüş alanıma girerken önümdeki üç basamağı çıkıp onların yanına adımladım. Ayaklarım sanki geri gitmek istiyordu ama ben onlara inat ilerlemeye devam ettim. Altmışlı yaşlardaki bir kadınla göz göze gelince otomatikman gülümseyen yüzüm ile selam verip ona yaklaştım ve "Merhaba efendim, ben Papatya." deyip eline uzandım. Kadın da bana aynı şekilde karşılık verirken bir an arkamdan birine bakıp tekrar bana çevirdi başını. Ve o an arkamdan bir ses yükseldi. Onun güzel sesinden bir cümle.

 

"Papatya, benim kardeşten de ötem."

 

Yüzümden silinmek isteyen gülümsemeye inat daha da çok gerdim dudaklarımı. Dişlerim görünecek kadar. İçimde yer yerinden oynarken, kalbimden kırık sesleri yükselirken yüzüm hiçbir şey yokmuşçasına ifadesiz, sessiz, sakindi. Gülümsüyordu. Çok mutlu gibi. Çok memnun gibi.

 

"Yaa, memnun oldum kızım tanıştığıma. Adın ne kadar güzel."

 

"Teşekkür ederim. Abim sağ olsun. O koymuş. Rüzgar abim."

 

Ona hayatım boyunca ilk defa abi dedim. Onu bir abi olarak görürken bile abi dememişken şimdi herkesin içinde, o sevdiği kadınla buradayken ona abi dedim. Bunu söylerken dilimdeki acıyı ben hissettim de sesim sanki hep dediği bir şeyi tekrar eder gibi düzdü.

 

Arkamdaki bedenlerin bile üzerinde bir şaşkınlık varken dudaklarım farklı bir dili ezbere konuşuyor gibiydi.

 

Kadının yanındaki adamla da tanışıp büyükler yavaşça içeri geçmeye başlayınca dedim ki : İşte zamanı geldi.

 

Gizliden gizliye ellerimi yumruk yapıp açarken bir kere amacım kendime dirayet sağlamaktı. Usulca arkamı dönerken abimin de hala burada bizimle oluğunu fark ettim. Onunla teğet geçerken gözlerimiz sonunda oldu. Direkt onunla karşı karşıya kaldım.

 

Melisa ile.

 

Sevdiğim afamın sevdiği kadın ile.

 

O bana gülümseyerek bakarken kocaman benim tek ettiğim dua içimden yüzümdeki maskenin düşmemiş olmasıydı. Öyle olmalı ki karşımdaki kadın birkaç adımla bana daha da yaklaşıp birden beklemediğim bir şeyi yaptı.

 

Bana sarıldı.

 

İki yanımda kalan kollarımla ne yapacağımı bilemedim. Ben beklemediğim bu şey karşısında afallarken o kulağımın dibinde bana konuşmaya başladı.

 

"Rüzgar senden o kadar çok bahsetti ki... İnanır mısın bilmiyorum ama daha seni tanımadan sana kanım ısındı. Seni kardeşim yerine koydum ben de."

 

Harekete geçen Rüzgar ile bakışlarım abime kayarken o da benim gibi öylece duruyordu. İzliyordu. Bir şey yapmak istiyordu, beni buradan çekip kurtarmak. Ama yapamazdı. O çaresizliği bilen gözlerim onu gözlerinden anlıyordu.

 

Biz sadece izlerdik önümüze konanı.

 

"Melisa! Güzelim bir izin mi versen Papatya 'ya. Kız şoka girdi."

 

Gülerek söyledikleri ile Melisa' yı benden ayırmıştı. İşte şimdi karşımdaki resimde ikisi de vardı. Yan yana duruyorlar ve bana gülerek bakıyorlardı.

 

Zoruma gidiyordu. Yemin ederim.

 

"Ahh, kusura bakma Papatya. Seninle tanışmayı o kadar çok istiyordum ki. Bir de Rüzgar hep senden çok güzel bahsedince... Engel olamadım kendime. Bana izin ver baştan alayım."

 

Kıkırdayarak biraz da utanarak söyledikleri ile sağ elini bana doğru uzatıp bana kendini takdim etti. Onun arkasından sevdiğim adam sevdiği kadının hitabının yanına bir hitap daha ekledi ben bana uzanan ele bakarken.

 

" Ben Melisa. "

 

" Benim sevgili müstakbel eşim."

 

***

 

 

Merhabalar.

 

Bölümü nasıl buldunuz? Oy ve düşüncelerinizi görmekten mutluluk duyarım.

 

Güzel günlerimiz olsun. :)

Loading...
0%