Yeni Üyelik
4.
Bölüm

dört: gözlerim gözlerine

@rose_roar

 

 

Sanırım Sona Yaklaşıyorum

 

 

"Sen beni en güzel gülüşünle,
Bir sahil köşesinde,
Mahkum eder gibi..."

"Acıyor. Allah'ım, acıyor! Allah'ım Allah'ım..."

"Yemin ederim! Yemin ederim bu defa olmuyor."

"Dayanamıyorum."

"Dayanamıyorum!"

"Allah'ım al! Al canımı! Yalvarırım al! Fazla! Yemin ederim fazla! Artık çok fazla. Bu acı..."

"Yoruldum..."

"Çok yoruldum."

"Dayanamıyorum... Artık değil. Artık. Olmuyor. Olmuyor..."

"Al canımı... Al."

"Kalbinde sakla.
Kolaysa..."

🌼

Ne dedim de oradan alalacele çıkıp eve geldim bilmiyorum. O merdivenleri nasıl tırmandım da kendimi buz gibi suyun altına koydum hatırlamıyorum. Şimdi vücudum zangır zangır titrerken; içim, dışımın aksine kaynıyordu. İçimde bir volkan vardı sanki kaynayan. O fokurdadıkça ben yıkılıyordum. Dizlerim tutamadı aciz bedenimi. Yığıldım kaldım soğuk fayansa bir ceset hissizliğinde.

Başımdan aşağı soğuk sular akarken ne kadar kaldım orada öylece hesaplayamıyorum. Ama biliyorum ki ağlamadım. Tuhaftır belki ama kalbim ağlarken kendi haline, gözlerim bomboş duvarları izledi uzunca bir süre.

Aşağıdan kapının açılma sesi geldi. Beni de harekete geçiren bu oldu. Hala titreyen ellerimle duvardan destek alıp doğruldum.
Bir an tekrar yıkılacak gibi olsam da dengemi sağlayabildim. Musluğu çevirip suyu kestim ilk. Kabinden çıktım ağırca. Tüm hareketlerim o kadar yavaştı ki şu iki hareketi yapmak bile dakikalarıma mal olmuş olabilirdi.

Odaya girip üstüme kuru bir şeyler geçirebilince sonunda kendimi yorganın altına gömdüm. Başımın üstüne kadar çekip alışık olduğum pozisyonu aldım. Dizlerimi çektim kendime, kendimi kilitledim. Bir süre öyle kaldım birazdan açılacak olan kapı için. Çok da sürmedi bekleyişim. Kapı açıldı yavaşça. Yanıma adımlanıldı ağırca, ses çıkarmadan. Üstüme eğildi annem. Yorganın üstünden başıma bir öpücük koyup geldiği gibi terk etti odamı babamın gidişinden beri her gün aksatmadan yaptığı gibi. Bir tık daha küçüldüm. İşte şimdi yalnızdım. İşte şimdi sadece ben ve duygularım kalmıştık baş başa.

Önce birkaç damla. Sonra onları takip edenler birbir aktı gitti yanaklarımdan. Dişlerim birbirine geçti sanki. Çene kemiklerimdeki o sızıyı hissettim.

Gözlerim yanmaya başladı, daha çok kapattım. Sıktım.

Alnım kırıştı, şakaklarımdaki damarların belirginleştiğini hissettim.

Ellerim daha çok sıktı yorganı. Uzun tırnaklarımın çarşafı deldiğini duyumsadım. Dizlerim daha çok yanaştı karnıma. Küçüldükçe küçüldüm. Yok olmaya çalışır gibi. Hiç var olmamış gibi. Öyle olmadığını bile bile, çaresizce ummak...

Kalbim tekledi. Sanki bir attı ve durdu bir saniye. O bir saniye... Bir ölüm gibiydi. İçimde büyüttüğüm sevdanın ölümü. O sevda belki gerçekten ölmedi. Belki de hep sonsuza kadar benimle var olmaya devam edecekti ama bitti. Bitirilmişti. Bugün o çocukça kurulan hayaller bitti. Umut yok derken bile beklenilen o umut bitti.

O sevda, bu gece canlı canlı tabuta gömüldü göz yaşlarım - hıçkırıklarım ile sabaha kadar can çekişe çekişe. Adına da öldü denildi.

Canlı bir ölü.

Bir sevda. Amansız.

🌼

Sabah annemin gelip zorla kaldırmasıyla inmiştim aşağı. Şimdi de kahvaltı yapıyorduk. Gerçi ben sadece orada oturuyor gibiydim.

"Papatya'm. Annem niye bir şey yemiyorsun? Bak, patates kızartması var. Sen çok seversin."

"Canım istemiyor anne. İzninle odama çıkıp dinlenmek istiyorum." diyebildim sadece. Boğazıma tıkanan bir şeyler vardı, konuştukça acıtıyroud ve gözlerim bana ihanet etmeye yeminli gibiydiler. Sulu sulu.

Annem sesimdeki cansızlığı anlayıp elini alnıma uzattı.

" Papatya! Yanıyorsun kızım! "

Doğru anne, yanıyorum. Kor ateşlerde...

"Gece üşütmüşüm sanırım. Bir ara pencereyi açmıştım."

Sözlerimi duyan abim elindeki çatal bıçağı bırakıp bana baktı öylece. Sanki öyle olmadığını biliyor gibiydi. Sanki... Sanki o gözlerde çok daha fazlası var gibiydi. İmkan yoktu da hani bilmesine, yine de bakamadım fazla. Çektim gözlerimi ondan hemen. Anneme çevirdim.

"Bir doktora gidelim. Olmaz öyle. Hay Allah! İki güne de doğum günün var. Hasta hasta... Olmaz ki. En mutlu günün!"

En mutlu günüm...

Bu güne kadar öyleydi belki de. En mutlu günümdü. Deli dolu kutladığım, her şeyi unutup sonuna kadar eğlendiğim gün. En çok da onun varlığıyla doldurduğum.

Ama anne... Sanmıyorum ki bundan sonra da öyle olsun.

Ben, ben nasıl unutabilirdim ki doğum günümden iki gün önce gömülen sevdamı. Unutamazdım.

"Yok annem, gerek yok doktora. Öyle çok kötü de değilim zaten. İyileşirim doğum günüme. Sıkma canını."

Annemi ikna etmem biraz zamanımı alsa da sonunda masadan kalkabilmiştim. Merdivenleri çıkıp odamın önüne gelince arkamdan gelen adım sesleri ile bir an duraksasam da elimi kulpa atıp kapıyı açtım. Tam bir adım atıyordum odamdan içeri duyduklarım ile donup kaldım o şekilde. İhtimal vermediğim şey karşımdaydı şimdi tüm çıplaklığı ile. Kapıyı tutan ellerim, beyazlayana kadar sımsıkı tutundu bir dayanak ararcasına.

Bildikleri ile bozguna uğrasam da dediklerinin verdiği ağırlık, omuzlarımın çökmesine sebebiyet vermişti çoktan. Zar zor kuruttuğum gözlerim tekrar dolarken kapıdan içeri girip sıkıca kapattım kapıyı. Kaçmak istercesine. Aşağı sürükleyip bedenimi çöktüm yere. Gözlerimden akarken birbir damlalar ben yine sessizce geçip gitmesini bekledim. Kendimi kandırmaya çalıştım.

"Zamanla geçer. Geçer. Her şey geçer."

Halbu ki der ki şarkıda da: Geçmez zamanla.

"İki güne bedenini iyi edebilirsin belki de. Ya... Ya iki haftaya ruhunu? Onu iyi edebilir misin?"

🌼

Üzerimde beyaz, cıvıl cıvıl bir elbise ile dışarıdan bakanın memnun kalacağı şekilde hazırdım kendi doğum günüme. Yüzümdeki canlı makyaj ruhumun en büyük maskesiydi bugün. Tek yapmam gereken birkaç saat mutluymuş gibi davranmaktı. Benim için zor olmasa da gerekti. Alışıktım ben neticede. Canım acırken bile gülmeye.

Son kez aynadaki mutlu kıza bakıp kapıda beni bekleyen anneme ilerledim hızlıca. Beni enerjik, mutlu görsün istiyordum.

"Oyy benim güzel kızım! İyi ki doğmuşsun annem. Iyi ki seni doğurmuşum."

Annemin sabahtan beri üstüne bir gelip bir giden sevgi seli ile yanaklarımı tutup öptü sıkıca yine bugün kaçıncı olduğunu bilmeden. Onun bu canlılığı bir an için bana da uğruyordu. Yüzümdeki sahte gülümseme yerini gerçeğine bırakıyordu bir an için dahi olsa. İçim kısacık da olsa huzur ile doluyordu. İyi geliyordu. Çok çok.

"İyi ki anne. İyi ki annemsin."

Benden ayrılınca merdivenlerden inmeye başladık ellerimiz birleşik. Salonun ışığı yanmıyordu. Ama biliyordum ki orası çok kalabalıktı bugün. Tanıdığımız, sevdiğimiz herkes vardı. Beni bekliyorlardı. O da...

Ayaklarım adım atmayı kesecek gibi oldu, annemin sırtımdaki eli olmasa da dururdum orada. Belki geri döner, odama sığınırdım.

Ama hayat devam etmek zorundaydı. Her şeye rağmen üstelik. Dur, ölüyorum! Desen dahi...

Bir adım daha atmamızla birlikte ışıklar açıldı ve herkes hep bir ağızdan 'iyi ki doğdun' demeye başladı. Arkada çalan hareketli bir parça, elle tutulan alkış sesleri, bana dönük onlarca gülen yüz, ortada kocaman bir pasta ve o. Yine en ön sırada durmuş ellerini birbirine çarparak, kocaman gülümseyerek bana bakıyordu. Ve yine birhaberdi. Her şeyden.

İçim ezile ezile mutlu oldum o gece ben. Gözlerim dolarken herkes mutluluktan sandı ben de devam ettim oyunuma. Gülerken gözlerimden yaşlar aktı, daha fazla güldüm. Ama kimseye belli etmedim içimdeki yıkımı.

Pastam kesildi, hediyeler verildi, tebrikler edildi, oyunlar oynandı. Sıra dans etmeye gelince ise üstümdeki o enerji birden sömürüldü sanki.

Her yıl doğum günümde ilk onunla dans ederdim. Ve ben bunu her yıl sabırsızlıkla beklerdim. Şimdiki gibi elimdeki içeceği masaya neredeyse fırlatıp lavaboya doğru ilerlemezdim hızlıca. Ama... Ama geç kalmıştım.

Kollarımdan tutulmam ile onunla göz göze gelmem kaçınılmaz oldu. Şu yaşıma kadar gözüne bakabilmek için çırpınıp durduğum adamdan bugün delicesine kaçmıştım. Rast gelen denkler olmasa bugün onu hiç görmezdim de...

"Nereye küçük hanım, ilk dansınızı bana lütfetmeden."

Benim konuşmamı bile beklemeden beni salonun ortasına çekip müziğin ritmine uyum sağlamaya başlamıştı bile. Taş kesilen bedenimin çözülmesi biraz zaman alsa da sonunda ona ayak uydurabilmiş dans etmeye başlamıştım onunla üstümüzde olan bakışların elverdiğince.

Onunla bu anın içinde dahi rol yapacağım hiç aklıma gelmezdi oysa ki...

"İki gündür konuşmuyoruz küçük. Zaten o gece de hemen çıkıp gittin. Hiçbir şeyi dinlemedin. Halbu ki en çok sana anlatmak istiyordum."

Dudaklarım aralandı ona cevap verebilmek için lakin dışarı çıkan sadece bir soluktu. Ne diyeceğimi bilemedim. Ne yapacağımı.

Sen en çok bana anlatmak isterdin de benim günden güne solmamdan habersiz... Kuruyordu köklerim. Sen yine de yapraklarımın güzelliğine kanıp devam ederdin.

Kalbimden geçip gidenler yüzümdeki maskenin bir an için düşmesine sebepti. Sadece bir an ama. Yemin ederim sadece bir an. Kısacık. Çok kısacık.

Ona ilk defa kalbimin dediği gibi baktım. Kalbimden ne geçiyorsa gözlerimden de onun geçmesine izin verdim.

Acı. 

Özlem.

Çaresizlik.

Aşk. 

Gözlerim sulanırken benim, duygularımın ağırlığından, onun gözleri bana uğramadı ama.

Ben ilk defa duygularımın tüm çıplaklığı ile baktım da ona korkusuzca, onun gözleri bende değildi. Ne baktı ne gördü. Yine yine yine... Olmadı.

Kendimi toparlayıp "Biraz hastaydım, üşütmüşüm ama şimdi iyiyim." diyebildim. Bakışları saatinden kalkıp bana dönünce kaşlarını çatarak elini uzattı alnıma. Ateşime bakarken o ben gözlerimi kaçırdım ondan. Kaçırdığım yerde de abimle göz göze geldim. Bana üzülür gibi bakıyordu. Canım yandı. Sanki hiç yanmamış gibi.

Allah'ım... İmtihanın. İmtihanın.

Rüzgar'dan uzaklaşıp onun konuşmasına müsaade etmeden tekrar iyi olduğumu belirttim. O da daha fazla zorlamadı. Tam rahatlamış ve ondan uzaklaşıyordum ki bileğime dolanan parmakları ile vücudumun tekrardan gerildiğini hissettim. Bana bakıp "Hediye zamanı." dedi sadece ve beni bahçeye sürüklemeye başladı. İstemesem de onunla gittim. İnsanlardan uzak bir köşeye gelince karşıma geçti ve konuşmaya başladı.

"Papatya. Ahh... Bu nasıl söylenir bilmiyorum."

Rüzgar gerçekten de şu an karşımda ne yapacağını bilmiyor gibiydi. Eli ayağı birbirine dolanmıştı. Gözleri bir bana değiyor bir etrafa çevriliyordu. Elleri ile arada ensesindeki saçlarını karıştırıyordu. Bir an için her şeyi unutup endişelendim ve ellerim ellerine uzanıp onları tuttu. Ateşe değmişim gibi bir histi yayılan parmaklarımdan vücuduma. Yine de çekmedim ellerimi. Çekemedim. O da zaten buna ihtiyacı varmış gibi en başından beri sıkıca tutundu ellerime. Gözlerini sonunda gözlerime kenetledi.

Unuttum.

Elaları, elalarıma o kadar güzel bakarken neden ellerini tuttum, neden tüm gece ondan kaçtım... Hepsini unuttum. Onun o güzel gözlerindeki kıpırtılara dalıp gittim onunla. Onun mutluluğunu kendi mutluluğum saydım daha o ağzını açmadan. O bana heyecanla bakarken ben de onunla heyecanlandım. Iki gündür süren kalp acım kırılıverdi sanki. Yok oluverdi. İçim bir ferahladı, bir duruldu.

Ta ki o cümlelerine başlayıp da beni gerçeğe döndürene kadar.

Belki parmaklarım gevşedi, belki yüzümdeki gülümseme küçüldü... Ama hiçbirinde ayırmadım gözlerimi ondan. Ne derse desin. Kimden derse desin. Sıkıca tutundum gözlerine. Bunun bir son olacağını bilmeden hem de.

Gözlerimin gözlerine bu denli tutunuşunun son olacağını bilmeden hem de.

"Senden şu zamana kadar hiçbir şeyimi saklamadım. İyimi de kötümü de geldim sana anlattım. Sen de bana tabii... Benim için nasıl bir yere sahip olduğunu az çok biliyorsun ama az biliyorsun. Senin bendeki yerin çok başka Papatya'm. Seni kalbimden gelen sonsuz bir bağ ile seviyorum, sana değer veriyorum. "

Kafasını aşağı eğip dudaklarını ısırırken gülümseyerek alına dökülen saçlarına baktım ben de tebessümle. Bana tekrar bakana kadar.

Derin bir nefes alıp devam etti.

" Yine bir iklimi anlatmak istiyorum sana. Doğum gününde. Çünkü biliyorum ki sen de en az benim kadar sevineceksin buna. Saat tam da senin doğum saatine gelirken sana bir hediye vermek istedim. Bana günler öncesinde verilen bir hediyenin haberini aslında. Ahh... Papatya! "

Yerinde duramayan halleri kalbime bir korku salarken ellerim titremeye başlamıştı bile. O ellerimi bırakıp omuzlarımdan sıkıca tutup bana eğerken başını ben bir robotmuşçasına hala gülümseyerek bakarken ona... Dedi. İçindeki heyecanın sebebini.

Verdi. Doğum günümde bana o müjdeli haberi verdi. Bana hediyemi verdi.

Bana unutamayacağım bir doğum günü verdi.

Ölsem de unutamayacağım bir on sekizinci yaş günü hediyesi. Hem de doğduğum saatte.

"Baba oluyorum! Hala oluyorsun Papatya!"

Tam da doğduğum anda yıllar önce, üstüme bu kez gerçekten atılan onlarca kürek toprak.

Doğum günün kutlu olsun Papatya. Toprağın bol olsun.

***

 

Okul yüzünden atamadığım için bugün ikinci bölümü de atıyorum.

Bölümü nasıl buldunuz?

Loading...
0%