@rose_roar
|
Koray Avcı - Gittin Gideli ile yazılmıştır. 🌼
Uzunca bir hastane koridoru düşünün. Duvarları beyaz ama içine hapsettiği koca bir karanlık. Sol tarafında bir kapı, kapının üstünde kocaman harflerle yazılmış 'ameliyathane' yazısı. O kapının hemen yanında saatler öncesinde ağlayamamaktan şimdi ise çok ağlamaktan gözleri kızarmış, kanlı gömleğinin üstten bir kaç düğmesi açık tükenmişçesine çöküvermiş duvar dibine çaresiz bir adam. O bugün düğün günü olan bir damat. O sadece birkaç saat önce tüm sevdiklerinin önünde güle oynaya sevdiği kadın ile - iki küçük can parçasının annesi ile evlenmiş bir adam. Aynı zamanda o, iki evladını daha bir kez bile koklayamadan kaybetmiş bir baba. O adamın karşısındaki koltuklarda oturan iki anne. Biri kendi evladının canının acısında kavrulurken biri evladının canında kavrulan iki gözü yaşlı, dili dualı anne. Ve iki baba. Birinin dizlerinde mecal kalmamışken çöküvermişti yoldaşının yanındaki duvarın dibine. Bir diğeri ise hala güçlü durmaya çalışan, bir sağa bir sola adımlayan bir koca yaşlı bir çınar. Ve ben. Ayakta dikilmiş, yaslandığım duvar dibinden öylece bu cansız ve çıt çıkmayan tabloyu izliyordum bomboş bakışlar ile. Zira ne yapılır, ne düşünülür benim haritamda yoktu buna çıkış bir yön. Bazen koridora birileri giriyor- çıkıyordu, ortamdaki tek ses bu oluyordu o anlarda. Onun dışında ölüm sessizliği kol geziyordu aramızda. Annem ve abim ise kafetaryaya inmişti su ve birkaç şey almak için. Yine en sakin onlar vardı. Ben de dahil aramızda... Çok değil sadece bir saat öncesinde duymuştuk doktorun dudakları arasından öylesine bir şeymiş gibi profesyonelce çıkan kötü haberi. Bebekleri kaybettik. Ortalık birden mahşer yerine dönmüştü sanki o iki kelime yan yana gelip de kulaklarda çınlayınca. Bir tarafta yere çökmüş sarsılarak ağlayan bir adam, diğer tarafta neler olup bittiğini anlamayan anneler- babalar. O ilk şokun getirdiği hiddetle Melisa'nın babası Rüzgar'ın üstüne atlamıştı beni bile umursamayıp. Yakasına yapışmış doktorun ne saçmaladığını soruyordu. Yalan de, diyordu. Doktor yanlış biliyor de, diyordu. Öyle çok istediği belliydi ki duyduklarını koca bir yalan olmasını istediği... Rüzgar'ın ise tek cevabı susmak ve daha şiddetli ağlamaktı ama. Aslında bu sessiz bir kabulleniş idi, herkes biliyordu. Hayır, demekti. Doğru, demekti. Bunu fark eden yaşlı adam ise hiç düşünmeden, hiddetle Rüzgar'ın yüzüne geçirmişti yumruklarını. Sanki acısını çıkarıyordu yumrukları ile Rüzgar'dan. Sanki daha henüz öğrendiği torunlarının intikamını alır gibiydi her hareketinde, kızının can acısını karşılıyor gibiydi. Bir süre belki kimse ne olduğunu anlayamadığından belki de hakkıdır diye düşündüklerinden kimse ne bir şey demişti ne de engel olmaya çalışmıştı. Ben ise zaten olanları ancak şimdi idrak edebiliyordum uzun uzadıya düşünürken. Zorlukla ayırabilmişlerdi sinirli ve üzgün babayı damadından. Sonrasında ise biraz çekişmeler, sorgulayışlar olsa da annemin birkaç sözü yetmişti ortamın yatışmasına. "Evet! Farkındayım, acınız büyük. Acımız büyük. Haklı olarak kimimiz sorgulamak, hesap sormak istiyor kimimiz de acısını yaşamak. Ama şimdi bunun sırası değil. Yapmayın! Bakın içeride hala Melisa. Bizim dualarımıza ihtiyacı var. Böyle hır gür ederek bir yere varamayız, siz de biliyorsunuz. Melisa için sakin olmalı ve dua etmeliyiz. Şimdi sırası değil kavga etmenin. Hisseder. Eminim ki bir yerde hisseder bu olanları. " Hangi cümleydi onları durultan bilmem ama herkes susmuş ve bir köşeye çekilmişti. O andan beri de şimdiki konumlarında idi herkes. Bir saat geçmişti çoktan, ikinci saat dolmak üzereydi. Zaman ilerledi asla durmadan. Çok kişi istedi eminim zaman dursun diye. Kimisi de hemen geçsin. Alalım kızımızı, evimize gidelim. Muallakta olan kalpler de vardı, görmek için açmaya gerek yoktu. Bazen ağlayışlar tekrar yükseldi bazen daha yüksek sesli dualar edildi. Kimisi dayanamadı boğucu havaya dışarı çıkıp geldi bir hava alıp kimisi elleri böğründe diz çöktüğü kapı dibinde sallandı durdu dudakları hiç durmadan kımıldayıp onu yaradana yalvarışlar dökerken. Umut etmek, hissedilen en net duygudan biriydi. Diğeri zaten korkuydu. Zaman akıp durdu belki hızla belki ağırca. Ama hiç durmadı. Saatler oldu. Gün aydı. Güneş ışıklarını yeni bir güne saçtı. Kimisine umut oldu kimisine ümitsizlik, kimse fark etmedi. Zaman çok geçti. Annem ve abim eve gitti geldi mesela o sürede. Beraberlerinde bir dua kitabı getirdiler. Annem geçti bir köşeye başını örtüp dualar okumaya, Allah'tan - o kişi kim olursa olsun- yardım istemeye başladı. Bir anneydi belki de o duaları ederken belki de sadece bir insan. Her ikisinde de istediği tek şey içerideki kadının sağ salim uyanması idi. Ben ise bir orada bir buradaydım yerim yurdum belli değilmiş gibi iki arada bir derede. Bir ara ifademi tamamlamak için gitsem de Melisa 'nın ve Rüzgar'ın annesine su verdim, ayakta dikilenlere bitap düştüklerini - az da olsa oturup dinlenmeleri gerektiğini söyledim. Bazen de çöktüm Rüzgar'ın yanı başına o sallanıp duruken onu izledim öylece. Onun derdine derman olamamanın feryadı düştü de içime sessizce boyun eğdim ben de. Kimi zaman yalvardım Allah'a kimi zaman ona bile gücüm yetmedi ama hep istedim Melisa kalksın o yataktan. Kalksın ki hiçbir annenin yüreğine evlat acısı çökmesin, hiçbir aşığın kalbini karalar bağlamasın. Ben hep güçsüzdüm de gücüm yetermiş gibi hiç durmadım, istedim bunu. Hiçbir kelamımda da ne kendi adım vardı ne de kendi sevdam. Dillerde dua, kalplerde korku, zihinlerde o acı görüntüler varken zaman yine hiç durmadı. O kapı ne açıldı ne bir haber çıktı dışarı. Vakit ne vakit oldu bilmem. Artık göz yaşları kurumuşken herkes belki ümitsizlikten belki haber gelmeyişini bile içeride bir mücadelenin olduğunu bildiklerinden vücutlarına sinmiş adı sanı olmayan bir sakinlikle saatler boyu beklediler. Sonra fark ettim ki saatler, hiç saatler olmamış. Bir hareketlilik oldu koridorun başında sessiz bir dinginliğin herkesi mesken bellediği bir saatte. Birileri geldi koştur koştur acele ile. O kapı saatlerin sonunda ilk defa açıldı. Herkes korku ile ayaklanırken kimse ne olduğunu bilememenin getirdiği paniğe çoktan kapılmışken kuruyan yanaklar saliseler içinde tekrar ıslandı. "Bir şey oldu. Kızıma bir şey oldu!" Bir annenin dudaklarından dökülen acıyı her duyanın hissedebileceği birkaç kelime de benim yanaklarımı ıslatandı. Ne olduğunu biz anlayamadık ama içeride bir çırpınış vardı, belliydi. Birileri bir insan evladını, bir yol arkadaşını hayata döndürmek için son çırpınışlarını verirken biri de... Ah... O, çoktan vedasını etmişti bu hayata. Ailesine, sevdiği adama, arkadaşlarına, yaşamına... O şimdi bu dünyada ellerine almanın, kokusunu duymanın nasip olmadığı iki yavrusunun yanına yola çıkmıştı bile. Bunu duyan her yüreğe birer ateş parçası düşse o aslında huzura erendi. İçinde bir kıymık parçası taşısa da anneliği ilk andan beri hisseden kalbi huzur için yolundaydı şimdi. Belki... Belki de. Kara haber tez duyulur derler ya. Doğruymuş diye hissettim. Bu nedir, bu mümkün müdür... Açıklayamam lakin sanki gördüm ya da hissettim. Melisa'nın ruhu huzura ermek için daha şu şimdi ölümü kendine hapis etmiş duvarlardan yükselmeden kara haberi duyuldu. Kapının önünde bir önceki kötü haberini verirkenki serin kanlılığını bu defa sağlayamayan doktor ellerinde bonesi ile boynu karşısında ona "Deme! Deme doktor bey. Deme... Yalvarırım kızın gitti senden deme. Anneyim ben! Anne! Dayanmaz bu yürek evlat acısına!" diye bağırarak ağlayan kadına karşı eğik duruken tek diyebildiği "Üzgünüm. Çok üzgünüm..." diye kısıkça mırıldanması idi. Bir anne gelinlikler içindeki evladını kaybetti. " Kızım! Yavrum! Annem! Annem nereye gidiyorsun!? Annem gitme. Gitme... Soğuktur oralar, üşürsün sen. Gitme yavrum !" Bir baba gözünden sakındığını en mutlu günü diye güler oynarken sonsuzluğa uğurladı. "Kızım... Göz bebeğim. Babam. Babam ne diyorlar? Ne diyorlar... Yalan deyin! Yalan! Benim kızım babasını bırakıp gitmez hiçbir yere! İzin almadan adım dahi atmaz o! Bilmezsiniz siz! Bilmez... " Ve bir sevdalı sevdasının diğer parçasını kaybetti. Rüzgar önce öylece bakakaldı karşısındaki ona 'sevdiğin kadın artık yok' diyen adama. Anlayamadı. Doktor ne dedi, ne demek istedi beyni algılayamadı. Anladı, inanmak istemedi bu defa. Melisa'nın babası ' yalan' diye bağırıp göğsünü tutarken o da fısıldadı "Yalan." diye. Yalandı tabii, gitmezdi ki Melisa 'sı ondan öteye. İnanmadı bundan sebep doktora. Etrafa bakındı durdu çaresiz. Kaşları çatılırken yardım bekleyen küçük bir oğlan çocuğu idi şimdi. Gitmek istedim buradan uzağa, onu böyle de görmemek istedim. Gitmek istedim yanına, sarılmak istedim ona sıkıca. Fakat ikisini de yapamadım. Vücudum beynimin emrini reddetti ama kendisi de bildiğini okuyamadı. Gücün çekildiğini hissettiğim bacaklarım adım atamadı hiç. Kaldım öylece olduğum yerde Melda Teyze oğluna benim yerime sıkıca sarılırken. Bir anne oğluna sarıldı sıkıca evladının yangısı ile, o oğul asıl limanı bulmuş gibi salıverdi serzenişlerini. Bağırdı, çağırdı, yardım istedi, yalvardı. Göz yaşları aktı, hıçkırıklarda boğuldu - soluğu çıkmadı. Annesinin bağrına sinip "Anne! Anne gitmez! Gitmez o benden!" diye ağlarken dağıldı herkes bir köşeye. Dün bir yerde demiştim ki : Çalsın sazlar, okunsun selalar. Bilemezdim. Bu dediğimin sadece sözde kalmayacağını bilemezdim. Ben o cümleyi kendi vedama kurdum ama Allah o cümleyi başka bir vedaya nasip eyledi. Ya da asıl veda nedir, bana gösterdi. Anladım ki bazen elveda demek veda değildir asıl. "Anne... Yardım et anne. Anne gitmesin. Melisa'm gitmesin anne benden. O da gitmesin. Daha koklayamadığım iki evladım gibi o da... Dayanamam... Anne yardım et. Sen annesin, sen her şeyi halledersin. Yardım et bana sevdam benden gitmesin!" Ve bir diğer anne de evladının acısından çaresizce sindi köşesine. Oğlu ağladı göğsünde, elinden hiçbir şey gelmedi. Tek yapabildiği evladına sıkıca sarılmak ike o da salıverdi göz yaşlarını şimdi sulamak gereken o mezara. Hatırlamam ben bugünün tarihini ama bugün bir insanoğlu daha göçüp gitti bu dünyadan. Arkasında koca koca enkazlar bıraktı. Arkasında bir daha asla eskisi gibi olamayacak harabeler bıraktı. Bilmem bildi bunları bilmem görmedi hiç. Lakin ben bilirim ki : Bir can gömülür, onlarcası ölür. 🌼 Zaman durdurulsun istedi yine çok kez olmayacağı biline biline ama yine durmadı. Aktı geçti gitti... Antalya'ya gittik, Melisa'nın bedeni sonsuz bir yolculuğa uğurlandı kasvetli bir günde. Orada kaldığımız süre boyunca baş sağlığına çok kişi geldi - gitti, mevlğtler okundu, dualar edildi. Günler geçti. Geri döndük İstanbul'a arkamızda yüreği yanan bir anne- baba bırakıp ellerimizden başka bir şey gelmezken. Biz geri döndük hepimiz bedenen de bir kişi ruhunu kilometrelerce uzaktaki bir toprak yığınının altına sevdiği kan ile gömdü de döndü geldi. Aradan birkaç gün daha geçti sonunda karşı evin kapısı polis memurları tarafından çalındı bir sabah erkenden. İşte o zaman öğrendik kimdi bu kadar acıya, bu vedaya sebep olan katil. Öğrendik ki Melisa'ya hala takık olan, ondan ayrıldığını bir türlü kabullenemeyen bir eski sevgili idi bunca şeye sebep. Kanım çekildi sanki yüzümden. Polis memurlarının dudaklarından çıkmaz her sözde vücudumdaki kanın çekildiğini hissettim. Hep gördük aslında haberlerde, duyduk. Ama belki de hiç inanamayışımızdandı ya da ihtimal veremeyişimizdendi bizim de başımıza bir gün bunun geleceğini. Aklım almadı duyduklarımı. Almak istemedi. İnsanoğlu bu kadar vahşi olabilir mi, demek istemedim. Bu kadar gözü kara, bu kadar kötü... Bir insanın canını almak kolay mıydı böyle? Değildi ki. Olmazdı. Olmamalıydı. Üstelik 'seviyordum' demiş o katil, seviyordum. Severken bile kıyılır mıydı bir cana, yapabilir miydi insan bunu halbuki sevdiğine... Yapamazdı ki! Bırak eline bir bıçak alıp sevdiğini deşmeyi, seven insan sevdiğinin tek saç teline bile dokunurken titreyerek dokunurdu. Kendi gözünden, kendi elinden sakınırdı! Ama o, 'seviyordum' demiş. Neden yaptın, demişler. Seviyordum bıraktı beni, demiş. Benşm aklım almadı, benim beynim bunu algılamaya yetmedi ama demişler ki bir de: Mutlu musun şimdi? Demiş ki : Çok! Bana yar olmayan kimseye olamaz. Lanet ettim, beddualar ettim, kahrettim! Ölün, dedim! Kendi pisliğinizde boğulun, bir köşede geberip gidin! Bu yaptıklarınızı, yapmak istediklerinizi size gücü yeten birileri de daha da kötüsünü yaşatsın sizlere! Akıttığınız kanda boğulun, dedim. Sebep olduğukları göz yaşlarında çırpınıp dursunlar da tek bir yardım eli uzamasın o elleri kanlı insan görünümlü katillere istedim. Ben istedim. Biz istedik. Biz her gün dua ettik, isyan ettik, bir yerlerde sesimiz duyulsun diye çok uğraş verdik ama yine bir yerlerde belki bizim de bir gün aynı yerden geçtiğimiz belki de hiçbirimizin uğramadığı - bilmediği bir yerlerde... Bizden birileri koparıldı bu hayattan. İzinsizce. Ne ona soruldu tek bir soru ne de izin istenildi o canı yaratandan. Aynı yaradanın yarattığı bir can bir başka canı hiç düşünmeden, acımasızca, canice bu hayattan koparabiliyordu. Ne büyük ironiydi ama. Ne büyük vahşetti bu böyle... 🌼 Çok değildi belki, belki de bir asırdı. Sanıyorum ki aradan bir buçuk - iki ay gibi bir süre geçmişti. Herkeste hala bir bitkinlik vardı ilk günki kadar olmasa da. Hayat bir yerden devam ediyordu sonuçta. Kimimiz işe gitmek zorunda idi, kimimiz yemek yapmak... Ben de ders çalışmak zorundaydım aslında da aradan geçen onca zamana rağmen tek katedebildiğim yol masanın başına oturmaktı. Oturuyordum, biraz çalışıyordum sonra gözüm bir yere takılıyor aklıma olanlar üşüşüyordu. Bazen ellerim tekrar tekrar kırmızı oluyordu. Bazen serzenişler kulaklarımda mesken ediyordu bazen Rüzgar gözlerimin önünde yere yığılıyordu. Rüzgar ise... O hep odasında idi. Ne odasına birilerini alıyordu ne de konuşuyordu. O odada tek başına sabahı gece, geceyi sabah eidyordu. Melda Teyze her öğün yemeğini odasına götürse de iki güne bir sadece bir öğün yiyordu. Kendini böyle mi cezalandırıyordu yoksa gücü mü yoktu bilinmez. O nasıl, ne kadarını atlatabildi... O da muamma. Ne anne- babası ne kardeşi ne de ben... Kimse bilmiyordu. Kimse onunla tek kelime edemiyordu. Geçen günler yüreğimdeki acı ile ilerleyip giderken bir muammaya bir gece, ben uyku ve uyanıklık arasında iken sanki odamın penceresi açıldı gibi hissettim. Ama ne buna gerçekten ihtimal verdim ne de o an günlerdir uykusuzluktan kıvranan gözlerimi açabilecek gücüm vardı. Hayal miydi değil miydi hiçbir zaman emin olamayacaktım sabaha kadar ama sanki saçlarım okşandı biri tarafından, küçücük de bir buse konduruldu kokum solunurken. Süresi belirsiz bir zaman sonra o pencere tekrar açıldı ve bu defa sonsuza kadar kapandı. Sabah olup da ben hala uyurken derince uzun zaman sonra dışarıdan kopan gürültü yattığım yerden sıçramama sebep oldu. Koşarak pencereme gidip açarken camı aşağıda aylar önce gördüğüm polis memurlarını tekrar görüyordum. Bu beni korkuturken açtığım camdan duyduklarım yerime çakılıp kalmama sebep olmuştu. Polisin dediklerine kulaklarım inanamazken Melda Teyze'nin dedikleri beni soğuk sulara mecbur bırakmıştı. "Dün tahliyesi yapılmıştı Melisa Boz'un katilinin. Bugün bir uçurum kenarında ölüsünü bulduk. Aynı Melisa'nın vücudunda açılan bıçak yaralarına onun vücudunda da olduğu tesbit edildi. İfade vermesi için Rüzgar Bey'i merkeze almamız gerekiyor." "Rüzgar... Rüzgar yok!" Size hep dedim o hep gitti, hep gider diye. Ama hep geri de dönerdi. Ya bana ya da sadece yanıma. Ama şimdiki gidişinde biliyordum ki araya yıllar girecekti. Araya yıllar girecek, ben büyüyeceğim, hislerimi gömdüğüm mezarın üstüne onlarca daha mezar gömülmüş olacak. Başkaları girecek hayatlarımıza, bizler değişeceğiz. Kimine göre daha da güçleneceğiz kimine göre de ayakta yaşattığınız beden tek birer kuru beden olacak. Ve o... Bir gün geri gelecek. Geri gelecek ve son kez bir savaş açılacak. Ya kazanan olacağız ya mağlup olan. Belki de bir mucize olur ve berabera kalırız. Bazen imkansızları da dilemek gerekir, öyle değil mi? "Özür dilerim Papatya'm. Bilirim ben seni. İçini, dışını... Her şey için, her dediğim için affet beni. En çok da sana susup gözünün önünde gülen gözlerimi affet." 🌼 |
0% |