Yeni Üyelik
12.
Bölüm

on iki: bir katilin kalp atışları

@rose_roar

 

Sezen Aksu- Git ile yazılmıştır.

 


Rüzgar


Gitme! Dur , ne olursun...

Çok özledim!

Aramızda yaşanacak yarım kalan bir şeyler var.

🌼


Er ya da geç ... Bir gün herkes gidecekti bu topraklardan ötede bir yerlere . Gün gelecek bedenleri örtülecek kürekler dolusu toprak taneleri ile. O gidecek, arkasında onu sevenler ve onun hatıraları kalacaktı. Bu bir gerçek bu bir kuraldı. Ve bilirdi bunu her dünyevî varlık. Lakin yetmezdi ki hiçbir zaman bilmek. Gün gelecek ,bilinen kapıyı çalacak ve o çatı başına yıkılacak. Hep böyle idi hep böyle olacak.

Gitmek, kolaydır. Yürüyen ayaklar senindir, alınan kararlar sana aittir, o cesaret senin kalbindedir ya da artık o havayı solumayacak kişi sensindir - o yerin altına gömülen.

O hava, acıdan kavrulan yangın. Gün geçtikçe daha da çok , her gün biraz daha fazla hissedilen o çaresizlik ve gelecek olan gün o kafayı yediğin an...

Kalmak . Hayır hayır, geride bırakılmaktır doğrusu ya da terk edilmektir. Zira dersen ki kalmak diye, o bir seçimdir. Gidenin yaptığı gibi. Lakin bırakılmak bir mecburiyettir. Zordur.

Mecburiyettir.

Gidenin ,giderken arkasında bıraktığı hatıralar ile yaşamak zorundasındır canın ne kadar acısa da, bazı anılarda nefesinin yetmediğini hissetsen dahi. Geçersin mesela bir gün onunla iken de geçtiğin bir sahilden. Onunla oturduğun bankı görürsün, onunla olan mutluluğun canlanır hafizanda. Ne kadar mutlu olduğunu düşünürsün o zamanlar, onun bir gülümsemesinde bile. Işte ta orada! Bir yumru gelir boğazına, oturur. Nefesini keser, boğazın yanmaya başlar, gözlerin kızarmaya... Utanmasan herkesin içinde salıverirsin kendini.

Gideni özlersin hepsinden öte. Güzel yüzünü, sana bakarkenki gözlerinde oluşan o ışıltıyı, cıvıl cıvıl sesini... Sana dokunurkenki şefkatini, seni öperkenki sıcaklığı... Hepsini özlersin. Sen özlersin , ihtiyaçtan - ona duyduğun panzehirmişçesine ihtiyaçtan- kafayı yersin de elden bir şey gelmez. Yalvarırsın sen yaradana bir hal çare için - en çok da istersin gidebilmek onun arkasından- her gün ama gözünü sabahına açtığın her gün... Günün sonunda odandaki pencere köşesinden gökyüzüne bakar sevdana akıtırsın gözlerindeki dermansızlığı.

Ama işte ,bunun adı artık mecburiyet.

Kişiler değişir, olaylar evrilir ama o his hep oradadır. Tıpkı Rüzgar gibi...

Yoktu artık. Ne onun bir adı ne yurdu ne yuvası... Ne sevdası. O ,o değildi ki artık Melisa'sı ondan gittiğinden beri.

Sığamıyordu hiçbir yere. Üstündeki giysiler bile ona fazlalık gibi geliyordu, bunalıyordu. Nefes alamadığını hissediyordu. Içinde bir şey vardı zira durmadan dışarıya çıkmak için uğraşan, vücudunu içeriden yumruklayan... Dermanı yoktu aslında lakin bu içindeki acının vücut bulmuş hâli gibi olan şey onun oturmasına dahi izin vermiyordu ki... Kendini kapattığı dört duvarın arasında bir oraya bir buraya gidip duruyordu elleri kafasında - elleri boğazında - elleri göğsünde.

Kafayı yediğini hissediyordu. Kendi ismi yoktu şimdilerde öyle ki. Beyninde raks eden onlarca kelime ,onlarca isim ve olay vardı lakin kendi adı yerini bir başkasınnkine bırakmıştı.

Melisa.

Sabah kalksa o, gece yatsa o. Yemek yese, duş alsa o. Adını sorsan yine o.

Melisa ,Melisa , Melisa...

Her bir onun adını zikredişinde vücuduna yayılan bir titreme , kalbine tüneyen bir ağırlık olsa da bazı anlar zihni başka şeylere de izin veriyordu. Düşünüyordu. Aklına düşenler sağlıklı mıydı, değildi. Lakin doğruydu onun yüreği için. En doğrusu onlardı.

Çok düşünmüştü elinde tek bir fotoğraf karesi ile. Melisa'nın kocaman gülümsemesi varken elindeki tek karede çok kurmuştu kafasında. Yüreğinde yangınlar başlamıştı, hemen arkasından gelen koca bir sel... Kendi saçlarını yolmuştu acısından, çaresizliğinden düşündükçe. Kızmıştı da sonra kendine ama. Çünkü en çok saçlarını severdi ki sevdiği. Bu yüzden de çok özür dilemişti ondan , affetsin diye yalvarmıştı geceler boyu. Tek sebebi saçlarını yolmak idi.

Tek sebebi saçlarını yolmak idi.

Ölmek istedi. Tek yol buydu çünkü bildiği sevdiğine kavuşmak için.

Ölmek istedi. Çünkü kafayı yemek üzereydi ama bu kez sebep yalnızlığı değildi. Sebep, hiçbir şey yapmamak idi. Bir insan bedeni vardı çünkü koca sebep diye. Ve o beden sevdiğine kıymıştı. Onu ,ondan almıştı beraberinde iki bebeği. Ve o... Ve o canavar mutluydu. Huzurluydu. Gülerek konuşabiliyor, alay edebiliyordu. Yaşayabiliyordu! Nefes alabiliyordu! Onun sevdiğinin ve bebeklerinin yaşayacağı günler , soluyacağı nefesler belki de o canavarda can buluyordu.

Ölmek istiyordu, onsuzdu.

Ölmek istiyordu, çaresizdi.

Ölmek istiyordu, bir katilin kalp atışlarını duyar gibiydi.

Ölmek istiyordu çünkü kafayı yemişti.

Beyninin içinde hiç susmayan sesler vardı. Çoğu çığlık , geriye kalan birbirinden canice emirler.

Çığlıklar bir kadına aitti, çok iyi tanıdığı - çok sevdiği bir kadına. Yardım istiyordu. Kurtar beni, diyordu. Beni kurtaramadın - bizi kurtaramadın bari ruhumuzun azat olmasına yardım et, diye isyan ediyordu. Ve onun yüreği her bir çığlık sesinde atmayı bırakıp acıdan kıvranıyordu.

Emirler , o kadını seven kalbine aittti. Istiyordu ki o şimdi yapayalnız kalmış kalbi o cani hak ettiği yere gitsin. Diğer yarısından çaldığı nefesleri o cani soluyamasın. O, ölsün.

O , ölsün. Onu , biz öldürelim. Alalım intikamımızı, sevdiğimiz huzur bulsun.

Birkaç cümle. Beyninde yankılanan birkaç cümle yetmişti her şeye işte. Düşünmüş , araştırmış ve bir yolunu bulmuştu. En güvenliksiz anda o adamı hak ettiği yere göndermişti öncesinde yüreği az da olsa soğuyana kadar ona eziyetler ederken , bedenini parçalarken. En sonunda da şu anda oturduğu uçurum kenarından aşağı atıvermişti çöp torbasını. Ve o ,kafayı yemiş olsa dahi , zeki bir adamdı. Arkasında bir iz bırakmayacak, kendini açık etmeyecekti herkes buna sebep olanın o olduğundan emin olsa dahi. Ona kalsa girerdi aslında içeri. Zira yapacak hiçbir şeyi de yoktu ki bu günden sonra bu dünyada. Yapacağı tek şey beklemekti , ölümün kapısını çalıp onu almasını beklemek. Ama zine de kıyamazdı ki o. Kıyamazdı arkasından ağlayacak bir iki kişiye dahi. Kıyamazdı o gökyüzündeki ailesine. Onları üzmek istemezdi ne olursa olsun. Bu yüzdendi ya zaten bunca planı, hazırlığı, vedaları. Şimdi oturduğu koca kayanın üzerinde iken , dalgalar aşağıdaki sivri kayalara şiddetle çarpıp neredeyse ona ulaşırken vücudunu donmak üzereydi ama tekrar edip duruyordu yapacaklarını. Gidecekti. Bu ülkeden gidip bambaşka bir yerde bekleyecekti o günü. Aslında çok isterdi şimdi şu sivri kayalara kendini bırakıvermeyi. O zaman beklemek zorunda da kalmazdı o kadar, hemen de kavuşurdu yıldızların üstündeki küçük ailesine. Ama kıyamazdı işte. Gitmeden önce de üzemezdi ki onu sevenleri zira gidişi bile beraberinde onlara derin yaralar bırakacaktı , biliyordu.

Annesi , babası, kız kardeşi ve Papatya. Onun gidişi ile yüreklerine koca koca yaralar açılacak olan kişilerdi bunlar. Ve Rüzgar onları canından çok seviyordu ki bu yüzden bu dünyada kalarak ölmeyi kabul ediyordu.

Ailesi mahvolurdu. O caninin ölüm haberini aldıktan sonra bir de kendi ölüm haberini alsalar yıkılırlardı. Darmadağın olurlardı. Şimdi en azından onun sağ olduğunu bilip bir kalmayı başarabilirlerdi.

Papatya... Ama o , o küçük kız sabah duyacağı haberde dahi parçalanacaktı. Biliyordu, emindi. Onun o güzel , naif yüreği kırıktı ki zaten. Ve tüm o kırıkların ve aralarından doluşan kan damlalarının sebebi de kendisi iken , o bunu biliyor iken koca bir mezar bırakmak olmaz mıydı geriye çekip gitmek? Olurdu. Ve bu kez bunu yapamazdı. Çünkü bu kez o da biliyordu sevdiğinin yokluğunun ne demek olduğunu. Ona ulaşamamanın verdiği ızdırabı.

O bilirdi Papatya 'yı, tanırdı. Hatta en çok o. Ama şimdi düşünüyordu da o hep anlamazdı ki onu. Anlayamazdı. Çünkü bazen kapatırdı kendini Papatya. O zamalarda da onu anlamak , ne hissediyor - ne düşünüyor bilmek imkansız olurdu. Ve bu ne zamandan beri vardı şimdi hatırlamak çok güçtü. Ama ezelden beri olmadığını bilecek kadar da aklı başında idi.

O hiç bilememişti ki o hisleri, hiç duymamıştı Papatya'dan. O iyi bir kızdı. Iyi bir insan , evlat , dost ,kardeş. O mutlu ise Papatya da mutlu idi. O üzgün ise Papatya da üzgün idi. Bunu herkes bilirdi onun gibi ve o hep buna güvenmişti gelip ona mutluluklarından , heyecanlarıdan bahsederken. Belki de o mavi gözlerden geçmişti birer keder ama o , o kadar mutlu idi ki hiç bakmamıştı onun gözlerine. Onun gözleri hep gülerken mutluluktan belki de o küçük kızın mavi taneleri acıdan kıvranıp duruyordu karşısında ağlamamak icin. Işte bu yüzden fısılamıştı ya o cümleyi de. Bunu hissedemediğinden

En çok da sen ağlarken gülen gözlerimi affet.

Aklına düşen tek şüphe tanesi sağlamıştı Papatya'yı anlamasını. Sanki Papatya son zamanlarda - kendisinin en mutlu olduğu zamanlarda - eskisi kadar mutlu değildi, enerjisi sömürülüyor gibiydi. Kendisini zorluyordu sanki fark edilmesin diye ama onu çok iyi tanıyan birinin anlamaması da imkansızdı er ya da geç. O tükeniyordu. Günden güne yok oluyordu sanki.Aklına hiçbir şey gelmemişti sebep. Bir şey olduğu aşikardı ama ne olduğu meçhul. Ta ki onu odasındaki yatağın dibine çökmüş ağlarken görene kadar. Hayır , onun ağlarken dediklerini duyana kadar.

'Allah'ım nasıl dayanayım? Ben onsuzluğa nasıl dayanayım ki? O mutlu diye mutluyum , valla . Kendime o kadar da sözler verdim susacağım diye. Ama gel de gece çökünce beraberinde kalbime çöken isme anlat bunu. Kalbimdeki Rüzgar ' a anlat.'

Onunla Melisa ile yaşayacağı evi boyadıktan sadece bir gün sonrası idi. Ona sürpriz yapmak için açık pencereye tırmanmıştı sessizce cebinde Papatya ' nın en sevdiği sütlü - fındıklı çikolatalar ile. Amacı ona sürpriz yapmak iken en büyük sürprizi o yaşamıştı. Beyninden vurulmuşa dönmüş iken o an her şeyin sorgulandığı andı. Ilerleyen günlerde aklına düşen anılar, sözler... Tekrar tekrar canlanmıştı Papatya ile olan her bir anısı. Bazen sinirlenmişti ona, nasıl severdi onu diye. Sonra kendine kızmıştı, insan seçebilir miydi ki aşık olacağı kişiyi? Bazen de üzülmüştü onun için, kim bilir ne kadar canı yanmıştı ona Melisa'dan bahsederken. Karşısına geçip 'Ben evleniyorum!' demişti. Yetmemiş gibi, sanki inat eder gibi ' Baba oluyorum!' da demişti. Ve daha neler neler... Onun tek isteği o mutlu ise mutlu olacağından şüphe duymadığı kişi ile de heyecanını paylaşmaktı oysa ki. Yemin de ederdi ki bunun için. Nereden bilirdi ki hem onu istemeden de olsa parçalara böleceğini... Bilemezdi. Bilemezdi ama şimdi üzülmemek de kendini yiyip bitirmemek de elinde değildi. Neticede o sebep olmuştu çok sevdiğinin göz yaşlarına. Lakin elden gelmezdi hiçbir şey . En çok nefret ettiği bu olsa da doğruydu. Bu yüzden susmuş ve zamana bırakmıştı. Derler ya zaman her şeye çare diye. Yapacak başka da bir şeyi yoktu zira.

Öfkeliydi ama. Melisa'ya , Papatya 'ya , en çok da kendine.

Bir başına kalmıştı.

Limanı sular basmıştı. Sığınacak yeri yoktu.

Bir saate yakındır oturduğu soğuk taşın üzerinden zor da olsa kalkmıştı omuzlarına binen koca koca yükler ile. Düşündükçe çıkamıyordu düşüncelerden. Bir çare bulmak yerine iyice karanlığa gömülüyor gibiydi. Vaz geçti bu yüzden düşünmekten. Kısa süreli de olsa kaçtı bundan. Şimdi aklındaki tek şeyi yola koymak vardı. Ayakkabıları çakıl taşlarını ezerken üzerindeki ağırlığa rağmen hızlı adımlar ile onu bekleyen araca ulaştı . Kapısını açmak için uzanan kolu bir süre orada asılı kalırken son kez gökyüzünü kaplayan yıldızlara baktı ve belki bundan sonra sık sık yapacağı gibi özür diledi.

Annesinden, babasından ,kız kardeşinden.

Melisa'dan , bebeklerinden.

Ve Papatya 'dan.

🌼

Loading...
0%