@rose_roar
|
Çağan Şengül - Bir Avuç Yalan ile yazılmıştır.
Sanmıştım ki Gelip Geçici
O benim için hep özeldi de babamın bizden gittiği gün... O gün bana uzattığı elleri, bir daha hiç bırakmamak üzere söz vererek sımsıkı tuttuğu ellerim... Ve o an kendime itiraf edişim... Tüm bunlar onun bendeki yerini çok başka yerlere çekmişti ben istemeden. Zaten uzunca bir süredir de dinlenmiyordu ki benim sözlerim. Dinlenseydi kalbimce ben bu kadar çeker miydim o cefadan? O günden sonra ne yapacağımı bilememiştim. Sanki binlerce insanın oradan oraya koşturduğu bir meydanın ortasında tek başıma kalmışım gibi hissetmiştim. Üstelik koşturanların arasında ailem de vardı. O kadar yabancı, o kadar tanıdıktı işte. Artık eksiktim. Babam, ilk aşkım artık yoktu. O... Şehit edilmişti. Artık soframızda bir tabak eksikti. Nazlanabileceğim kişi sayısı bir kesilmişti. Arkamda, sırtımı yaslayabileceğim bir dağ yoktu artık. Dayanaksız kalmıştım... Bir papatya olarak oradan oraya savrulmak... Artık kolaydı. Çok kolaydı. Seni dalından koparabilirler ve oraya buraya atabilirler. Sanki başkalarının merhametine kalmıştım. Kahkahalarım yarım kalmıştı. Gülerken birden ağlamaya başlamalarım... O kısacık anlarda da hep içimde bir şeylerin kopması... Ağlarken... Ağlarken boğazıma bir şeylerin tıkanması, nefes alamamam bir anlık. Ama sonra hayatın devam etmek zorunda olması... Ama... Ama bir yandan da bir şeyler tamamlanmış gibiydi sanki. İçimdeki o garip şeyin artık bir adının olmasıydı bu hisse sebebiyet. O zamanlar hiç dememiştim içimden dahi, bir şeyleri artık itiraf etsem de kendime... Onu seviyordum. Her ne kadar kalbimde taşıdığım bir kayıp, bir acı olsa da bazı anlar kalbimin aniden teklemesine engel olamıyordum. Onun yanımda olduğu anlar. Bana gülümseyerek baktığı, bana varlığını hissettirdiği zamanlar. Onu seviyordum ama ona en çok da minnettardım ben. Beni... Beni o kalabalığın içinde bir başıma bırakmadığı için. Ve daha nicesi için. 🌼 Birbirimize her şeyimizi anlatırdık. Küçüklüğümüzden beri. Yaptığımız yaramazlıkları, aşırdığımız meyveleri, kapıları çalıp kaçmalarımızı, öğretmenden yediğimiz azarları... Benim çok olmazdı ama o karıştığı olayları da anlatırdı büyüdükçe , anlatırken de bir daha sinirlenirdi. İstemeden de olsa küfür eder sonra bana bakar ve özür dileyip önüne dönerdi saçlarını sinirle ve utançla karıştırıp. Şimdi gözlerimde canlanıyor da o anılar... O anlarda çok tatlı gelirdi gözüme. Utanmasam yanaklarını ısırmak isterdim. Sonra... Sonra arkadaşlarını da anlatırdı. Kız arkadaşlarını da. Sevgililerini. Küçükken - daha hiçbir şeyin farkında değilken - bunlara bilmeyerek de olsa engel olmak kolaydı. Ağlayıp zırlıyordum ve o hemen yanıma geliyordu. Ama büyüdükçe... Zorlaştı. Ve bir yerden sonra hiçbir şey yapamadım. İlk sevgilisini hatırlıyorum. Ya da bana söylediği ilk sevgilisi olsa gerek. Çünkü öğrenmiştim de sonradan aslında benden gizlediği ilişkileri de olduğunu. İlk sevgilisi sarışın bir kızdı. Mavi, cam gibi gözleri vardı. Düzgün bir fiziği de tabii. O zamanlar 20 yaşlarındaydı. Üniversiteye gidiyordu. Bana gelip demişti ki : Off Papatya, onu görmen lazım. Çok güzel, çok duru, çok iyi... Ona baktıkça daha çok bakasım geliyor. Onunlayken kendimi dünyanın en şanslı adamı gibi hissediyorum. Sanki benimle olması bir lütufmuş gibi. Bak! Resmi de bu! Bir heyecanla benim ne hissettiğimden habersiz cebindeki telefonu çıkarıp açmıştı önüme bir fotoğraf. İlk bakamamıştım birkaç saniye ekrana. Öylece Rüzgar'a bakakalmıştım. Sonra yavaşça aşağı kayan gözlerim o kızı görmüştü. Güzeldi. Gerçekten güzeldi. Ama bilirdim ki onu karşımdaki bu adam için bu kadar güzel yapan görünüşü değildi tek. İçindeki sevgiydi. Emindim ki ekrandaki kıza bakarken gördüğü saçı, yüzü değildi. O çok daha ötesini görüyordu. Sevgiyi. Aşkı. Huzuru. Mutluluğu. O güzel severdi. O çok güzel severdi. Öyle herkese kolay güvenmez, kolay kapılmazdı. Hayatına gerçekten zor insan alırdı. Zor değer verirdi. Ama bir kişiye değer verdi mi tam verirdi. Gözü gibi sakınırdı onu her şeyden. Yeri gelir kendinen bile uzak tutardı. Eline iğne dahi batmasın isterdi. Onun canı acısa kendi canı acırdı sanki. Onun sevgisine sahip olmak şu küçük yüreğim için eşsiz bir şeydi. Öyle ki bana hissettirdiği her an sevgisini göğüs kafesimde çırpınır dururdu dışarı çıkmaya çalışır gibi. Bu bile o kadar hiddetliyken bir de aşkına sahip olsa... Ahh! Düşüncesi bile beni uçurumlara sürüklüyor gibi delice! Ki bu yüzden çoğu gündüzüm onun sevgisini dinlerken gülümseyerek geçerdi, çoğu gecem de yorganın altında iki büklüm sessizce ağlayarak. Bazen öyle şiddetli olurdu ki bunlar ellerimi ağzıma sıkıca örterdim. Hani derler ya canım çıkana kadar... Gerçekten canım çıkana kadar. Can çıkmadan can çıkaranım. Yine öyle günlerden biriydi. İçeride ailemiz sohbet ediyorken biz bahçeye çıkmış, elimizdeki çayları içerken ayın gökyüzündeki hakimiyetini izliyorduk. Derin bir nefes almıştım burnuma dolan çiçek kokuları ve onun kokusu ile. Yanı başımdaydı. Sonra kolunu attı omzuma. Biraz daha yaklaştı bana "Üşümüşsün." diyerek kalbimin nasıl hızlandığından birhaber. Kafasını yasladı kafama ve öylece devam etti gökyüzünü izlemeye bir süre. Derin bir nefes aldı. Ve birden söyleyiverdi içinde tuttuğunu geldiğimizden beri. "Artık bir sevgilim var." Bekliyordum. Bunu duyacağımı biliyordum. Bir süredir konuşuyordu zaten onunla. Farklı bir şeyler hissettiğini söylemişti. Bense hep, her konuda olduğu gibi yüreğimin yarasına avcumu bastırıp onu gülümseyerek dinlemiş ve ona güzel şeyler söylemiştim. İyi bir arkadaşın yapması gerektiği gibi. İyi bir kardeşin belki de. "Biliyorsun zaten konuştuğumuzu. Melisa..." Doğruldu ve gözlerime baktı direkt. O göremedi. O anlayamadı benim gözlerimdeki 'Sus! Yalvarırım sus!' feryatlarını. O inandı yüzümdeki yarı şaşkın yarı mutlu ifadeye. Öyle heyecanlıydı işte. Öyle mutlu. "Eminim. Eminim ya. Papatya o, o benim gerçeğim. Eminim. Ahhh..." Derin bir nefes alıp küçük bir kahkaha koydu gecenin zifiri karanlığına. Ve devam etti yüreğimi lime lime etmeye. O konuştukça benim kalbim acıdı da bir kere bile ona küsmedim ben. Bir kere bile kızmadım ki ben ona. Kızamam ki... Yapamam ki... Demiştim. O öyle mutlu ya da şöyle mutlu benim için değil önemli. O mutlu mu, mutlu ; iyi mi, iyi. Tamam, bu kadardı işte. Kalbimi etse de un ufak her sözü ben ona yine gülümser, ben yine paylaşırdım onun mutluluğunu. Yeter ki o gülsün. Bir de yanımda ise mutlu... Yeterdi bana. Yeterdi. Yemin ederim, yeterdi. "Onu seviyorum. Ona aşığım. Ve ben onun hep hayatımda olmasını istiyorum. Bu farklı... Bu gerçekten farklı. Anlıyorsun değil mi beni Papatya? En iyi sen bilirsin beni. Sen anlarsın." Tek bir damla. Tek bir saniye. Bana aniden dönmeden o, hemen önce yanağımdan aşağı süzülen, gecede kaybolan tek bir damla. Beraberinde yüzüme öncekinden de büyükçe konan bir gülümseme. " Anlıyorum. "diye fısıldadım usulca ona. O mutlulukla telefonunu çıkarıp 'onun' ekran resmi yaptığı fotoğrafına bakarken ben sadece onu izlemekle geçirdim o saniyeleri. Hep yaptığım gibi. Sessizce. Anlıyorum, anlıyorum sevgili... Biliyorum. Seni en iyi ben biliyorum. Biliyorum da ne bileyim ben senin onunla evlenmek isteyeceğini. Hiç vermedim ki ben ona ihtimal. Hiç inanmadım ki ben. İstemedim ki inanamak. Ben sandım ki... Sandım ki gelip geçici... Kendimi hep bununla telkin etmedim mi ben... Ettim. Bile bile ettim. Bile bile...
***
Merhabalar! Okullar açıldığı için iki gün bölüm atamadım yurda yerleşme telaşından dolayı. :( Bölümü nasıl buldunuz? Yorumlarınızı merak ediyorum. Güzel günlerimiz olsun. :) |
0% |