@roseeown
|
Yine soğuk bir sabah ve yine battaniyem yerde uyandım çünkü üzerimden attığımda üşümeyeyim diye örtecek kimsem yok ve yine uyandım. Saat tam 06.00'da döşeğimin altına sakladığım aynayı alıp yansımama baktım; saçlarım karışmış, dün gece yorgunluktan örmeden uyumuşum. Ayağa kalkıp başımı odanın penceresinden çıkardım. Burada yaşamanın en güzel yanı olan manzaraya bakıp temiz havayı ciğerlerime doldurdum. Yağan çiğ damlaları yeşil ağaçların üzerini kaplamıştı. Köyde sessizlik vardı çünkü fındık hasadı zamanı gelmemişti ama bugün içimde oluşan mutluluğa engel olmak imkansızdı; geçen hafta okuduğum haberdeki yazılar hala beynimde yankılanıyordu. Yamaç Demir'in reklam çekimi için Karadeniz turu sonrasında yeni bir projesinin bulunduğu bilgisi alındı. Reklam çekiminin ikinci durağı Kümbet Yaylası olacaktı yani bu neredeyse benim ayağıma gelecek demekti. İki ay önce duysam çok saçma derdim ama şimdi delicesine sevdiğim kişi bana gelecekti yani ilk defa kendi çabam olmadan bir isteğim gerçekleşti. Aynayı tekrar elime aldım, - Ah! Merhaba Yamaç Bey, umarım beğenmişsinizdir buraları. Geleceğinizi öğrendikten sonra size bu atkıyı ördüm. Buralar çok soğuktur, üşü- Kapı bir anda açıldı. Kuzenim gelmişti; kendisi 15 yaşında bir cadıdır. -Gül, ben acıktım, kahvaltıyı hazırla artık. Annemler öğleden sonra gelecekmiş dayımlardan. - Sen hazırla Zeynep. -Sen varken neden ben hazırlayayım? Hem sen yine rollere mi giriyorsun? İşe yaramayacak ama Yamaç sahneyi çeker çekmez gidecekmiş, zor verirsin hediyeni. -Hayır, girmiyorum! Diğerleri de umurumda değil! Çık şimdi odamdan. -Senin odan yok, bu evin tamamı benim, anladın mı? Şimdilik çıkıyorum.
Biricik kuzenim Zeynep, beni deli etmekten asla vazgeçmiyordu ama onun sözlerine üzülecek aşamayı çoktan geçmiştim. Teyzem ve eniştem evde yoklardı; dayımlara gidip dönmemişlerdi anlaşılan. Teyzem de kendi klonu olan kızını başıma atmıştı. Eniştemse hayatımda tanıdığım en saf ve temiz kişiydi. Teyzem bana çok temizlik yaptırdığı zaman gizliden yardım etmeye çalışır, sofrada yere kırıntı dökülmesin diye masadan biraz olsun uzaklaşmazdı. Kulağa garip geliyor ama bu ailede en sevdiğim kişi kan bağım olmamasına rağmen odur. Yatağımın altı benim gizli depomdur; oradan sıradan bir defter gibi görünen ama benim için çok şey ifade eden günlüğümü aldım, günün tarihini atıp yazmaya başladım.
"Her zaman yazdığım gibi yazıyorum sana sevgili günlüğüm ama bugün hiç iyi değilim. Yamaç Demir Karadeniz’e reklam çekimi için gelmiş ve gidecekmiş, hemen terk edecekmiş beni. Zaten kim yanımda oldu ki... Zeynep’in tekrar seslenmesinin ardından günlüğü kapatıp yerine yerleştirdim. Odadan çıkıp mutfağa doğru gidip sıradan bir kahvaltı hazırladım. Zeynep gelmeden biraz atıştırıp odama hazırlanmak için döndüm. Dolabımda bir ay boyunca bu günü bekleyen kırmızı çiçekli elbisemi giyip saçlarımı eniştemin hediyesi olan düzleştiriciyle düzleştirdim. Çok nadir kullandığım birkaç parça makyaj malzememi de en verimli şekilde kullandıktan sonra artık çekimin olacağı alana gitmek için hazırdım. Hediye kutusunun içine ördüğüm kahverengi atkıyı yerleştirdim. Tıpkı Yamaç’ın göz rengi gibi ballı bir kahveydi.
Yaylaya doğru yürürken hayatımda ilk defa bu kadar zorlandım; koşarak geçtiğim yolları ayağımdaki beyaz ayakkabılarla yürümek işkence gibiydi. Alana vardığımda gözlerime inanamadım, aşırı kalabalıktı ve herkes bir yerlere koşturuyordu. Zaman bir tek bana durmuş gibiydi. İnsanları tek tek incelerken yönetmen olduğunu tahmin ettiğim top sakallı ve salaş hırkalı biri gözüme takıldı ama asıl aradığım kişi Yamaç’tı. Yönetmene doğru biraz daha yaklaştım, kendimi görünmez gibi hissediyordum. Birkaç kişiyle konuşurken yanına görevli bir kız geldi; ona söylediklerinden sonra adamın gözü döndü.
- Ne demek Nergis Hanım, üşüdüğü için çıkmıyor? Bu kadar insan sırtında ısıtıcıyla mı geziyor? Söyle ona şu meşhur karavanından ayrılsın gelsin prenses hanım. Yamaç’a karavan bulamadık, adamın sesi çıkmadı, servis arabasında hazırlandı ya! (Eliyle beni işaret ederek) Şu kız bile ondan iyidir ama mecburuz artık. - Tamam, söyleyeyim Levent Bey. - Dur! Sen şey de... Ekibimiz sizi bekliyor, her şey hazır. Eğer gelirse bir saat sonra çekim bitecek. - Tamam. Kız bilgiyi vermek için ayrıldı. Bu duyduklarımın anlamı bir saat içinde Yamaç’ın buradan kaybolması demek olacaktı ve ben onu görememiştim bile. Etrafa bakarken onu bir servis aracının önünde gördüm; hayranlıkla bakarken set görevlisi Nergis’in hazır olduğunu söyledi ve tekrar bir koşturmaca başladı. O sırada Yamaç tekrar kayboldu. Kalabalığın yoğunlaştığı bölgeye bakınca çekim alanının orada olduğunu anladım. Birkaç adımımla Yamaç tekrar gözüktü. Çekime başlamışlardı. Nergis’in elinden tutuyordu ve yürüyorlardı; yolun sonunda durup ellerindeki içecekten bir yudum almaları gerekiyordu ve tamamlanınca yine apar topar gideceklerdi.
Aklıma her zamanki dahiyane planlarımdan biri geldi. Çocukluğumda bu köy benden çok çekmişti ve ben istediğimi asla bu kadar kolay bırakmazdım. Koşar adımlarla etrafta bulunan tek yer olan Hamdi amcanın derme çatma ahırının kapısına geldim. Tek hamlede kapıyı araladım, keçilerin özgürlüğe koşmasına izin verdim. Bu alan ise pür dikkat çekim yapılan alanın ta kendisiydi. Etrafta bana bakan kimsenin olmaması ise içimi rahatlatmıştı; derken çığlık sesleri yükselmeye başladı. Yönetmenin tok sesi kulaklarıma doldu.
-Nereden çıktı bu hayvanlar? Nergis bağırma... Aa... Mahfettin kıyafetleri... İn Yamaç’ın kucağından... ALLAH KAHRETSİN HER YERLERİ ÇAMUR OLDU! Şimdi ise kahraman olmanın tam sırasıydı. Koşar adımlarla alana giderken telefonumla Hamdi amcayı aradım. - Ayy Hamdi amca, koş! Senin kuzular, keçiler şehirden gelelere saldırıyor ama kaç kere dedik sana tamir et diye. Telefondan yanıt gelmeden kapandı ve görüş alanıma yatağından yeni kalkmış atletiyle koşan Hamdi amca ve oğlu geldi. Keçileri iki koldan toplayıp ahıra tekrar kapatmaya boğuşurlarken ben yönetmene doğru yaklaştım. Nergis ve Yamaç’ın etrafı insanlarla kaplıydı; çamur kaplı üzerlerini temizlemeye çalışıyorlardı. -Nergis’in karavanında su çok azmış, anca onu temizlermiş. Yamaç’ı ne yapacağız?, dedi birisi yönetmene. -Yapacak bir şey yok, yarına kalacak. Herkes otellere. -Olmaz, yani hocam yarın Yamaç Bey’in seçmeleri varmış. İstanbul’a dönmesi gerekmiş. -Ben ne yapayım Kerim, he, ben ne yapayım? Sesi yükselmeye başlamıştı; adam haklı tabi. Tüm bu derdi başlarına ben açmamışım gibi, - Pardon, acaba küçük bir öneride bulunabilir miyim? - Sen kimsin? dedi yönetmen. - Ben Gül. Anladığım kadarıyla zor durumdasınız. Yamaç Bey'in şehre dönüp tekrar buraya gelmesi uzun sürer. İsterseniz bizim evlerden birinde tekrar duş alıp hazırlanabili... - Tamam, hadi Kerim, çağırsana Yamaç'ı. Doğruyu söylemek gerekirse, bu kadar ani gelişmeler olacağını asla düşünmezdim. Dur bir dakika, Yamaç mı geliyor, hem de duş almaya ve bizde ne? Kalbim, biraz yavaş atabilir misin? Bin kere deneme yaptın, hadi başarırsın. Ve Yamaç gözlerimin önünde bana doğru geliyor, yani teknik olarak yönetmene ama… - Bu nasıl bir gün ya? Nereden çıkmış bu keçiler birden? Tabi benimki de soru; benim ne işim var bu dağ başında? - Yamaç, sakin ol. Bir çözümümüz var. Kerim, sen yeni kıyafetleri al, gel çabuk. Sen duş alıp geleceksin, bu gün bu iş bitecek. - Nerede? - Tanıştırayım, bu Gül. Onların evinde. Gözünün ucuyla bana baktıktan sonra itiraz etmek için tekrar ağzını açacaktı ki, - Başka çaremiz yok, eğer yarın audition vermeye yetişmek istiyorsan, zorundasın. Bak, Kerim de geldi. Hadi gidin. Dedikten sonra yanımızdan uzaklaştı. Kerim, ellerinde kıyafetle bize bakarken, artık konuşmanın zamanının geldiğini anladım. - Yamaç, ben… yani Yamaç Bey, ben Gül, siz…
- Evet, o aşamaları geçtik Gül. Artık hadi gidelim. - Şey, tamam o zaman, beni takip edin. 5-6 dakika mesafe zaten.
Bir iki adım önden giderken beni takip ettiklerini hissediyordum. Giydiğim dolgu topuk ayakkabılar sayesinde ayağım sendeledi ama hemen toparladım. - İyi misin? - Evet, iyiyim. - Yola aşina değil gibisin. Burada yaşamıyor musun? Beni mi kaçırıyorsun yoksa? - Ah, keşke... Sessizlikten yanlış bir şey söylediğimi anladım, aklım başıma geldi. - Yani, keşke burada yaşamasam. Kerim, bizim arkamızdan yürüyordu, sonra bir anda, - AA! Yamaç Bey, telefonumu sette unuttum. Çok önemli bir arama bekliyordum. Beni iki dakika bekleme şansınız var mı? Hemen dönerim. -Ah Kerim! 3 dakika olursa beklemem, haberin olsun. - Tamam, hemen döneceğim. Gül, sen tut bunları. Elime kıyafetleri verdi ve koşar adımlarla geldiğimiz yere yöneldi. - Bunları taşımana gerek yok, zaten yeterince iyilik yapıyorsun. Elimdeki kıyafetleri almaya çalışırken benim iyilik yaptığımı sanıyordu ama başına bütün bu dertleri benim açtığımı bilse tekrar böyle düşünür müydü, emin değilim. - Hayır, üstün çamurlu, bunlar da kirlenmesin Yamaç. Adıyla hitap etmiştim; bu durum ikimizi de gerdi sanırım. - Seni buraya bağlayan şey ne? - Efendim? - Keşke burada yaşamasam dedin. Neden kalıyorsun peki? Ailen için mi? Annen, baban? - Hayır, benim bir ailem yok. Teyzemle yaşıyorum, yani onun ailesiyle. Annemi göremeden ölmüş, babamı tanımıyorum bile. Yani beni buraya bağlayan bir şey yok. Gözlerimi yakan bir acı ile başederek gelen yaşlarımı silmeye boğuşuyordum. Kolundaki saate bakarak ve belki de konuyu değiştirmeye çalışarak, - 5 dakika olmuş, bence çok bile bekledik. Hadi gidelim. - Ama... - Aması yok, yeterince bekledik.
Yola devam ettik ve evin önüne vardık. Bahçeyi geçip içeri girdik. - Geldik işte. Evde kuzenim var sadece... Zeynep nerdesin... Zeynep... Zeynep... Arkadaşına gitmiş olmalı. Harika, yanımızda kimse yokken düştüğüm duruma bak; biri görse nasıl bir açıklama yapacaktım ben, kara kara düşünürken bana bakan Yamaç sıkılmaya başlamıştı ve benim ilk defa hiçbir alternatifim yoktu. - Artık banyoyu göstersen diyorum. - Heh, ay pardon. Dur, ben önce sana temiz havlu vereyim. Dolaptan havlu çıkarıp verdim ve temiz kıyafetlerini de verdikten sonra, - Banyoda makine var. Kirlileri yıkayabiliriz istersen. Ben dışarda, yani bahçede bekliyorum. Tekrar sete döneriz. - Tamam, Gül. - Efendim? - Sağ ol. - Rica ederim. Bahçeye çıktım, kapının yanındaki masada otururken Emine teyze görüş açıma girdi.
- Gız, ne edeyisin urda? Beline yel girer da. - Emine teyze, oturuyorum işte. Sen nereden? - Ayağımı açmaya çıktım. Bi geliyim, gahve yap bağa. Hayır teyze, hayır. Gelemezsin. Sen içerde adamı görsen neler neler yaparsın hatta. Pencerenin camından gördüğüm yansıma, Yamaç'ın kapıya yaklaştığını gösteriyordu. Can havliyle kapıya yanaştım ve inen kolunu teyzeye belli etmeden tekrar kaldırdım. - Yok teyze, kahve yok, bitmişti dün. Kapının kulpunu bir daha indirdi, var gücümle sabit tutmaya çalıştım. - O zaman bi soluklana... - Teyze, eğer kapıyı bırakırsam Zeynep içerden kaçar ve kavga ederiz, çok sinirli şu an. Tek çare Zeynep'i öne sürmekti,o bütün köyün korkulu rüyasıydı. - Uyyy, hiç çekemeyeceğim şimdi. Nasıl bir hızan çözemedim da oni. - Boş ver Emine teyze, hadi görüşürüz. Anlamış olacak ki kapıyı zorlamayı bıraktı. Ellerim kulpun üzerindeyken derin bir nefes verdim. Derken kapıyı bir anda bir daha çekmesiyle içeriye savruldum. Düşmemek için kolumdan tuttu ve o an ben bir kez daha bu adama vuruldum.
- Neden kapıyı tutuyorsun sen? - Neden mi? Eğer kimse yokken seni eve aldığımı biri görseydi, özellikle bir teyze, yarın kendini kafanda silahla nikah masasında bulabilirdin. - Abartıyorsun. - Uygulamalı göstermemi mi isterdin? - Göstermek ister miydin? Hop, burada artık kendime gelmem gerekiyor. Fazla mı yakınız ne? Nergis gibi adama atlayacağım ama keçiler eksik. Gerçi ben keçileri çoktan kaçırmışım. - Bunu açıklayamam, sete dönmen gerek sanırım. - Evet, öyle. Buralar her zaman soğuk mu olur? - Sıcak olduğu günler de var ama bugün gerçekten soğuk. Ama benim sana bir hediyem var, yani sabahtan beri yanımda gezdiriyorum. - Neymiş o? Atkıyı koyduğum kutuyu uzattım. Açtı ve atkıyı eline aldı. - Buna gerçekten ihtiyacım vardı. - Beğenmene sevindim. Şimdi dönelim istersen. - Tekrar gelmek zorunda değilsin, ben bulurum, dönebilirim. - Olmaz öyle şey. - Bak, zaten Kerim Bey beni almaya geliyor, biraz geç kaldı ama.
Gösterdiği yöne baktım. Kerim, Hamdi Amca ve Zeynep üçlüsünü görünce işlerin biraz çığırından çıkacağını anladım. Kerim, - Yamaç Bey, ben sizi bulamayınca evin yolu için Hamdi Bey'e danıştım. Sonra Zeynep'i yolda gördük. İyi halt ettin Kerim. Başıma açtığın derdi bilsen, Zeynep hemen teyzeme ispiyonlar, kesin bütün köyde öğrenir. Yamaç’a döndüm. - Kerim de geldiğine göre bırakabilirim sanırım. Cüzdanından bir kart çıkarıp verdi, kulağıma eğilip, - Eğer kaçmayı düşünürsen, sana yardım ederim. Ait olmadığın yerde yaşamak zorunda değilsin. - Teşekkür ederim. Elinden kartı aldım ve gitmesinin ardından bakarken Zeynep, - "Anneme çoktan söyledim, buraya geliyorlar. Senin için hiç iyi değil."
Dediği de oldu. Odama geçip teyzemin gelmesini ve yiyeceğim azarları düşünürken kapı kırılırcasına açıldı. - Gül, ne duydum ben? Sen gidip elalemin uşağı kirlensin diye ahır kapısını kırıp sonra banyoya mı götürdün? O kadar büyük bir istihbaratı nasıl aldınız ya! - Yok teyze, öyle değil (tamamen öyle). - Sen anan gibi mi olacaksın? Azıma aldırma, bak senin içinde mi var? - Ne diyorsun sen teyze? - Ben seni acıdım, baktım. Sen bizi cümle aleme kepaze ettin! - Sadece karın doyurmak, bakmaksa baktın ama ben de yediğim her lokmanın karşılığını verdim. Yıllarca hizmetçiniz gibi davrandım, hayvanlarınıza bile baktım. Sen Zeynep’e sor bakalım bir kere ineği yakından görmüş mü? Ben 7 yaşında süt sağacağım diye hayvanların altında eziliyormuşum ya. Ben bir kerecik sevgi bekledim senden. Annem gibi olmaz ama hani teyze anne yarısıdır ya. İşte o yarım sevgiyi bile vermedin bana! Haykırmıştım. Hayatımda ilk defa kalbimden geçenleri söyleyebildim ama pişmanlık duyan bir ifade yerine nefretinin ateşi hala yanan bir yüz görünce bütün gücüm kesildi. Olmuyordu, işe yaramıyordu işte. - Seni annen bile istemedi ki sen neyin tam, yarım sevgisinden bahsediyorsun? Bilinmeyen bir baban var, anneninse sen doğduktan sonra ilk lafı “Alın şunu benden” olmuş. Birkaç gün kaybol… Dedi ve kapıyı çarparak çıktı. Gözümden akan damlalar eşliğinde günlüğümü tekrar buldum ve davam ettim Annem bile istememiş beni ölmeden önce son sözü “alın şunu benden” olmuş Annesi sevmeyeni kim severmiş? Tek yaptığım şey boş işlerle uğraşmakmış. Oysa bir parça ekmek uğruna senelerce köle gibi kullanılmaya razı olmuştum ama artık gözlerim açıldı ya da aşktan kör oldum. Ben biraz da kendi hayatım için sürünmek istiyorum, ben onun peşinden gidiyorum. O ise beni tanımıyor bile. ---
Artık kalmayacaktım; kendimi daha fazla ezdirmeyecektim çünkü hayal ettiğim sevgi asla beni bulmayacaktı. Derme çatma olan dolabımın içinden bezden yapılma valizimi çıkardım, içine birkaç parça eşyamı koydum ve bana ait olan tek şeyim olan altın bileziği de içine yerleştirdim. Bunu bahçelerde çalışarak biriktirdiğim paralarla almıştım ve artık bir işe yarama zamanı gelmişti. Unuttuğum bir şey var mı diye bakarken, günlüğümü almadığımı fark ettim. Onu da taktığım çantanın içine sıkıştırdım ve pencereye doğru ilerledim. Tabii ki kapıdan çıkmayacaktım çünkü kimseyi görecek halim yoktu. Ayağımdan çıkaramadığım topuklu ayakkabılarla aşağı sarkarak atladım. Neyse ki kimse onları fark edecek boşluğu bulamamıştı. Sete doğru yol aldım. Yamaç bana söz vermişti; beni kurtaracaktı ve ben ona güveniyordum. Sebebi sadece onun hayranı olmam değildi. Bugün bana numarasını verirken o kadar samimiydi ki en azından arkadaş olarak bile bana yardım edebilirdi. Onu bulacaktım ve bütün dertlerim bitecekti. Set toparlanma aşamasındaydı; etrafta gözüm onu ararken Kerim ve yanında başka bir adamla konuştuklarını gördüm. Ayaklarımdaki son güçle ona adım attım ama adımı duymamla duraksadım. - Yamaç abi, sen bu Gül’e neden numaranı verdin? Normalde yapmazsın, hoşlandın mı yoksa? - Yok be! Ne hoşlanması, öylesine verdim. Etrafımdaki tek fan o değil. Ararsa engel atarız. - Ya yayarsa? - Zannetmiyorum. Duyduklarıma inanamadım; bu gerçek olabilir... Evet, bu gerçekti. Ne sanmıştım ki? Beni koruyup kollayacağını mı? İmkansız, bu hayallerde yaşamayı bırak artık. Arkamı döndüm; görüşüm bulanıklaşırken kendimi ait olduğum deliğe tekrar tıkacak olmanın acısıyla adımlarımı hızlandırdım.
- Aptal, aptal, aptal! Her duyduğuna neden inanıyorsun? Seni aptal. Sen anca hayallerde yaşa. Arkadan Kerim'in seslenişini duydum. - Abi, Gül değil mi o? Bizi mi duydu? - Gül! Yamaç’ın sesi arkadan geliyordu ve ben artık onu görmek istemiyordum bile. Pembe rüyalar buraya kadarmış. Bir aracın arkasından dolaştım. - Nergis Hanım'ın karavanı İstanbul’a çekilecek, bağlantısı tamam mı? - Evet abi. Tamam, çekici şoförünü bul, ben de bizim aracı getireyim. Karşımda gördüğüm karavan İstanbul’a çekilecekti ve etrafta kimse yoktu. Arkadan tekrar Yamaç’ın seslenişini duyunca adımlarımı karavana yönlendirdim. Kapı açılınca ilk işim valizimi ve kendimi dolaba yerleştirmek oldu. Her ihtimale karşı önlemimi almalıydım. Aracın hareket sesini duyunca içimde oluşan yorgunlukla mutluluk karışımına engel olamadım. Kendimi kendim kurtaracaktım ve beni bu duruma düşüren herkesten intikamımı alacaktım.
--- Yazarınızdan küçük bir not umarım beğenmişsinizdir.Hikayenin yeni bölümleri haftada bir gelecektir.Oy vererek destek olursanız çok sevinirim. Gül hakkında ne düşündüğünüzü merak ediyorum? Sizce kendi çıkarımız uğruna bazen bencil davranmak hata mıdır?
|
0% |