Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@roseeown

Sarsılma ile uyandığımda ait olmadığım bir yerde olduğumu anımsadım. Evet, haklıydım; 23 yıl yattığım yatağın üzerinde olmak yerine dar ve karanlık bir alanın içindeydim, ama kendimi hiç olmadığım kadar özgür hissediyordum. Aracın hâlâ hareket halinde olduğunu titreyen dolap kapağından anlayabiliyordum. Oksijen yetersizliği beni sıkıştırmaya başladığında, ayağımın dibinde olan valizimi ileri ittirdim ve dolabın kapağını sessizce araladım. İçerisi karanlık olmasına rağmen kimsenin olmadığını tahmin edebiliyordum. Işıkların yansıdığı pencereye doğru hareket ettim. Kaç saatten beri uyuduğumu bilmediğimden saate dair en ufak bir tahminim yoktu, ama çekimler öğlen saatinde bitmişti; manzaram karanlıktı. Eğilip daha dikkatli bakmaya çalıştım. Tabelalardan anladığım kadarıyla İstanbul’a giriş yapmıştık. Ölüm uykusuna mı yatmıştım acaba?

Arkadan duyduğum sesle yerimden dehşetle sıçradım.

- Sonunda uyanabildin demek.

Etrafıma korkuyla bakarken karanlıkta kimse gözüme takılmıyordu. Dolabın içinde nefessizlikten ölmüş olabilir miydim? Ya konuştuğum kişi Azrail'se ve beni almak için geldiyse? Hayır, ama ben daha gencim. Titreyen sesimle:

- Sen kimsin? Tamam, tamam, söyleme ama lütfen bana biraz izin ver. Ben hemen ölmek istemiyorum.

- Hatırladığım kadarıyla seri katil değilim.

- Evet, haklısın yani haklısınız; değilsiniz. Kesin ecelimle ölmüşümdür. Aslında aptallıktan gitmişimdir, yat yatakta; niye dolaba giriyorsun ki?

- Yatağa yatamazdın.

- Neden?

- Çünkü ben yatıyordum. Ayrıca tek kişilik. Ayrıca ölmedin. Bildiğim kadarıyla olduğumu düşündüğün kişinin teknik olarak bir telefonu olmaz, değil mi? Ve telefonunda feneri de yoktur.

Yüzüme tuttuğu ışık yüzünden gözlerim kamaştı, sonrasında kendine çevirdi. Bu bildiğin insandı ve ben onu Azrail sanmıştım; off, ne utanç verici.

- Ne zamandır buradaydın?

- Sen koştur koştur dolabın içine saklanırken ben bu köşede yatakta yatıyordum.

- Şey, acil bir durumdu.

- Evet, fark ettim. Yamaç seni arıyormuş her yerde ama burada olduğunu söylemedim.

- Ne zamandır uyuyorum peki?

Telefondan saate baktı.

- Yaklaşık 12 saattir.

- Olmuş mu o kadar ya? Ayrıca anlamadığım bir şey var: Neden burada olduğumu söylemediniz, madem Yamaç beni arıyordu, gerçi neden arıyorsa?

- Bu sorunun cevabını merak ettiğim için. Neden kaçıyordun? Adın neydi?

- Gül.

- Neden kaçıyordun, Gül?

- Buraları anlatmasam olmaz mı?

- Burak.

- Lütfen zorlama beni, Burak. Karavana izinsiz girdiğim için özür dilerim. Zaten durur durmaz kendi yoluma bakacağım.

- Karavan benim değil, dolayısıyla izinsiz girmedin. Ben Nergis’in menajeriyim ve uçak korkum olduğu için buradayım.

 

 

-Anlıyorum ama daha fazla rahatsızlık vermeyeceğim. Dediğim gibi ne zaman durursanız o zaman gideceğim.

- Zorunda değil…

Ani bir fren sebebiyle durduk tabi ben ayakta olduğum için sırtım makyaj masasına sert bir şekilde çarptı. Burak da öne savrulmuştu ama yatağın önü kapalı olduğu için benim kadar canı acımadığına eminim. Hemen ayağı kalktı ve yanıma geldi.

- iyi misin?

- Evet sadece biraz sert oldu.

Dışarıdan korna sesleri yükseldi karavanı çeken aracımız başka bir arabaya vurmuştu ama Kavganın büyüyeceği aşikardı. Burak kapıyı açıp kavga eden insanlara bakarken bana,

-sen bekle geleceğim birazdan, dedi

Dışarda kavgayı yatıştırmaya çalışırken ben doğruldum ve yere savrulmuş çantamı ve valizimi elime aldım. Sırtım acıyordu ama dayanılmayacak kadar kötü değildi. Sonuçta durunca gideceğime söz vermiştim ve bu yaşadığım olaylardan sonra birinin daha beni kandırmasına tahammülüm yoktu. Karavandan adımımı attım güneş yavaş yavaş doğmaya başlamıştı. Etrafıma doğru bakarken geride bir yol ayrımı gördüm. Oraya doğru ilerlerken kavga ayırmakla meşgul Burak beni görmemişti.

Gün doğumuna karsı bir saatten fazla yürüdüm vücudum çok yorgundu çarptığım kısım arada sızlıyordu ama şu an en küçük derdim oydu. Nereye gideceğim bile belli değildi. Hata mı yaptım acaba diye düşünerek bir süre daha yürüdüm. Binalardan anladığım kadarıyla şehir merkezine gelmiş bulunmaktaydım. Yorgunlukla kafamı kaldırdığımda bir hastane gördüm mutluluktan gözüme dolan yaşları sildim burası dinlenmek için çok güzel bir yer olabilirdi.

Acil girişinden içeri girdiğimde büyük bir kalabalıkla karşılaştım. Sabahın bu saatinde bu kadar insan nasıl olabiliyordu? Tekerlekli sandalyede sıra bekleyen teyze ve eşinin konuşmasına şahit oldum,

Ya hanım, çok kötü değilsen dönelim yeşil alana verdiler zaten.

O kadar geldik Mustafa hem tansiyonum hep yüksek çıkıyor. Hastalık hastasıymışım muamelesi yapma.

Öylesin ama

Teyzenin gözünü döndürmesiyle adam sus pus oldu. Bu yorgunluğumun arasında böyle bir çifti görmek iyi gelmişti ama anladığım kadarıyla ayaklı hasta geldiğinde , yani benim gibi biri, direk bu sıraya yolluyorlardı ve beklememin hiçbir anlamı olmayacaktı.

En azından elimi yüzümü yıkamak istedim ve kalabalıktan uzaklaşarak hastanenin tenha kısımlarına ulaşmak için üst kata çıktım. Burada yatılı kalan hastaların katıydı. Koridorun sonunda gördüğüm tuvalet tabelasına doğru ilerlerken yerdeki beyaz taşları sayıyordum çünkü elimdeki yükleri ağrıyan kollarıma rağmen bırakmak istemiyordum ama hedefime ulaşamadan bir sandalyenin üzerine bıraktım. Önünde durduğum odanın numarasına baktım “47” Aralık olan kapı yüzünden konuşma sesleri dışarı geliyordu. Biri hemşireydi diğeri de hastabakıcı olduğunu tahmin ettiğim bir adamdı.

Hemşire hanım gelmeyecek mi bu adamın refakatçısı?

Bilmiyorum ki Hikmet abi. Bakımevinin görevlileri getirdi daha gelen giden yok.

Konuşabilseydi bir numara alırdık arardık yakınını ama ne kadar ketum bir adam ya numara yazmak için elini bile hareket ettirmiyor.

Haberleri vardır ya. Bence kimse görmek istemiyor tabi insan yaşlanınca yük olurmuş derler.

Neler görüyoruz, artık derim kalınlaştı vallahi.

Aynen benim de alışmam lazım sanırım. İlaçlar öğlene kadar uyutur, gidelim hadi.

Odadan dışarı doğru çıktılar ve ben kapının önünde gördüklerinde hemşire,

- Siz Yavuz amcanın yakını mısınız?

Asla bir alakam yoktu ama dinlenecek bir yere çok ihtiyacım vardı. Ayaklarım artık beni taşımaz bir hal almıştı. Adam zaten konuşamıyormuş. Öğlene kadar uyursa ben de şu yan boş yatağında uyurum; sonra tekrar kaçabilirdim. Altını bozdurunca da kalacak başka bir yer bulabilirdim.

- Evet, yakınıyım.

- Neyi oluyorsunuz?

- Torunuyum.

- Hanımefendi, o zaman ben size biraz bilgi vereyim. Yavuz amca da damar tıkanıklığı var, biliyorsunuzdur; birkaç hafta onu burada tutmak durumundayız, ameliyat süreci dahilinde.

- Anladım, sağ olun.

 

Bir an önce gitmeleri çok iyi olurdu; içinde bulunmayacağım gereksiz bilgilerle kafamı doldurmama gerek yoktu. Hastabakıcının ters bakışları eşliğinde uzaklaştılar. Ben de odaya girdim. Boş yatak şu an daha bir iç açıcı gelmeye başladı. Yanda yatan amcanın başına gittim; deliksiz bir uyku çekiyordu.

- Korkma amca, ikimiz de yalnızız ama ben doğuştanmışım, yani benim durumum daha vahim. İyi uykular.

Yan tarafta olan yatağa uzanıp perdeyi çektim; gece uyumama rağmen üzerimde büyük bir ağırlık vardı. Tekrar dinlendikten sonra yeni hayatım için çabalayabilirdim.

 

Ayak seslerini duymamın ardından gözlerimi araladım; bu sabah gelen hemşirenin ta kendisiydi. Yavuz amcanın serumunu kontrol ediyordu. Bana bakıp,

- Yorgunsun galiba ama artık kalk, bak Yavuz amca uyandı. Yemek saati, hasta bakıcı çağırmamı ister misiniz?

Yattığım yerden doğrulurken Yavuz amcaya baktım. Gözlerini bana dikmiş bakıyordu; 70 yaşlarında olan bu adamın gözlerinden resmen zeka fışkırıyordu, konuşabilse direkt beni tanımadığını ele verirdi.

- Ah dedem, kalkmış! Teşekkür ederim, ben hallederim.

Masanın üzerine bırakılmış yemek tabağına doğru uzanırken hemşirenin gidişinden emin oldum. Bakışlarından bir açıklama beklediği kesindi. Yemek masasını önüne doğru çektim ve,

- Yavuz amca, sen beni tanımıyorsun ama ben bunu yapmaya mecburdum; yani senin torunun gibi davranmaya, çünkü şu an çok zor bir durumdayım. Evim yok, gidecek yerim yok, saçma bir hayalimin peşinden takılıp geldim buralara; sonra tek başıma kaldım, senin de kimsen yokmuş.

Adamın gözleri sinirden kızarmıştı, yanlış bir cümle kurduğumu anladım.

- Biraz dinlenmeye ihtiyacım vardı, sonra hayallerime ulaşacaktım. Çocukça gelecek ama benim çocukken tek hayalim bir oyuncu olabilmekti; şimdi ise elimde bir fırsat var, 23 yaşındayım ama bunu gerçekleştirmek ve beni küçümseyen herkese bunu kanıtlamak istiyorum. Şimdilik elimde sadece küçük bir miktar param var ama istersem çoğaltabilirim.

Çok konuşup adamın başını mı şişirmiştim acaba?

- Ah! Doğru, yemeği unuttum; yedireyim ben sana.

Kaşığı elime alıp çorba doldurmaya çalışırken elimden aldı ve kendi yemeğe başladı. Benim burada olmamdan rahatsız olmuştu sanırım. Tabii alışık olduğum şeyler.

- Sen beni istemedin sanırım, haklısın; zaten ben gideyim.

Çantalarımın olduğu kısma yöneldim. Haklıydı; tabii burada durup saçmalıyordum anca. Elini şıklatmasıyla arkama döndüm, dikkatimi çekmesinin ardından eliyle ceketini işaret etti. Sandalyede duran ceketini ona uzattım. Cebinden bir broşür uzattı. “Sultanbeyli Tiyatro Okulu” bana buraya gitmemi söylüyordu resmen. Sevinçle broşürü öpüp havaya kaldırdım.

- Çok teşekkür ederim, Yavuz amca. Eşyalarımı akşama almaya geleceğim; çok teşekkür ederim.

Koşturarak odadan çıktım.

 

---

 

Hayatımda yaşadığım en büyük ikileme sahiptim; bozdurduğum bilezikle 30.000 TL elde etmiştim. Bununla acilen kalacak bir yer ayarlamam gerekti ama şimdiye kadar emlakçıda kaporasını karşılayabildiğim evlerin depodan farkı yoktu. Büyük şehrin her şeyi büyük oluyormuş. Uygun fiyatlı bir otel bile yoktu. En büyük sıkıntımı ise şu an içeriden yeni çıktığım tiyatro okulunun önünde yaşıyordum; aylık ücreti 25.000 TL olan bir okul mu olurmuş?

Fiyatı sorduktan sonra düşünmek için süre isteyip ayrıldım. Kapıda bütün ihtimalleri düşünüp planlar kurarken tanıdık bir yüzün yaklaştığını gördüm. Bu karavanda karşılaştığım adamdı; adı Burak olmalıydı, yanlış hatırlamıyorsam.

- Gül, sürekli karşılaşıyoruz; buna kader mi desek, ne yapsak?

- Her zaman da beni zor zamanımda yakalıyorsun, Burak.

- Eğer tekrar kaçmazsan şimdi yardım edebilir miyim?

- Düşünebilirim. Sen neden buradasın peki?

- Menejerliğini yaptığım biri var. Onun çalışmalarına bakmaya geldim. Elimizde çok büyük bir fırsat var, onu değerlendirmeye çalışacağız.

- Nasıl bir fırsat?

- Bu tiyatro okulundan bir yıldız çıkaracaklar. Yamaç’ın yeni projesinde partnerini buradaki oyunlardan birinden seçecekmiş yapımcı. Öyle bir haber aldık.

- Öyle mi? Ne güzel, ben de içeri geçiyordum zaten; beraber girelim.

Evet, bu benim için elde edemeyeceğim kadar büyük bir şanstı ve ben bunun peşini asla bırakmazdım. İçeri girip kayıt ücretini yatırdım. Sonra bir görevli etrafı görmem için beni provaların yapıldığı sahneye götürdü. Bu ay çıkacak tek oyunun provaları yapılıyordu. Geç kalmıştım işte! İçlerinden biri partner seçilecekti. Sinirden buğulanan gözlerimle sahneye bakarken Burak bana sahneye yakın yerden el salladığını gördüm; yanında orta yaşlı bir kadın vardı.

Yanlarına doğru indiğimde hayal edemeyeceğim kadar büyük bir haber aldım. Oyunda yan karakterlerden biri ayağını kırmış, onun yerine birini arıyorlarmış. Burak da bu kişinin ben olabileceğimi söylemiş. Elime tutuşturulan bir kâğıt parçasıyla beraber küçük bir prova verdim. Dram dolu bir oyun olmasına rağmen kendimden emindim. Bence bazı yetenekler insanın içinde olabiliyor. Daha ilkokula giderken bile okuduğum hikayelerin kahramanlarıyla empati yapabiliyordum. Oynayacağım karakterin de babasını kaybeden arkadaşına yardımcı olmaya çalışırken yaşadığı çaresizliği iliklerime kadar hissetmiştim ve bu durum rolü kapmama sebep oldu.

Artık bir amacım vardı; gidecek bir yerim yoktu, param azdı ama ben başarmak zorundaydım. Ana karakter olmasam da kendimi gösterebilirdim.

Tekrar dışarı çıktığımda Burak da benimle geldi, ısrarla gideceğim yere bırakmak istiyordu. Sonunda hastaneye bırakmasını kabul ettim; şimdilik en azından eşyalarım için gidebileceğim tek yerim orasıydı. Burak’a da bir akrabamın yanına gideceğim yalanını söylemek zorunda kaldım. Arabanın içinde giderken,

- Burak, çok sağ ol, yaptıklarını ödeyemem, gerçekten.

- Eğer kaçıp gitmeseydin, bunlar çok daha erkenden olurdu. Sen zorlu yolları seviyorsun sanırım.

- Laf sokmaktan asla vazgeçmeyeceksin, değil mi?

- Doğru tahmin. Şimdi, kolay yoldan artık numaranı verecek misin?

İstediği gibi kolay yoldan numarayı verdim. Aradığında ulaşılamıyor olarak çaldı.

 

- AA, doğru ya, telefonu açmayı unutmuştum. O kadar şey üst üste geldi ki...

- Ararım tekrar o zaman; kaydedersin. Geldik zaten, yardıma ihtiyacın olmadığına emin misin?

- Yeterince yardım ettin, sağ ol. Yarın prova da olacak mısın?

- Hayır, sahne günü geleceğim; yani ertesi gün, Gül.

- Efendim.

- Elinden geleni yap. Ben sana güveniyorum.

- Teşekkür ederim.

Burak’ın gitmesinin ardından çalan telefonumu açtım. Muhtemelen tekrar arıyordu.

- Tamam, Burak, kaydediyorum.

- Burak mı?

Bu Burak’ın sesi değildi. Bu tanıdık ses Yamaç’a aitti.

- Yamaç?

- Evet, ben; beklemiyordun sanırım.

Sessiz kalmıştım.

- Neredesin sen, Gül? Çocuk musun sen? Biz dünden beri seni arıyoruz.

- Sen neden beni arıyorsun ki? Vicdan azabı mı çektin, yoksa verdiğin sözü tutamayınca; ama benim sana ihtiyacım yokmuş, bak!

- Mesele o değil. Enişten çok endişelendi senin için ama sen iyiymişsin, duyduğum kadarıyla.

- Evet, iyiyim!

- Tamam o zaman… Kerim, hadi gidiyoruz; boşu boşuna uğraşmayalım burada.

- Yamaç?

- Ne!

- Bugün seçmelerin vardı.

- Online verdim, aldım.

- Biliyordum; enişteme merak etmemesi gerektiğini söyle. Ben kimsenin yardımı olmadan halledebilirim. Şimdi kapatıyorum ama yakında görüşeceğiz, Yamaç.

Telefonu kapattım ve numarasını kaydettim. Hayat ne kadar ilginçti; iki gün önce olduğum yerden nerelere gelmiştim. Tekrar gelen çağrının sahibi bu sefer belliydi; onun da numarasını kaydettim. Yine gidecek bir yerim yoktu, Yavuz amcaya ise edilecek çok içten bir teşekkür borcum vardı.

Odaya çıktım; kapının ucundan girip girmesem mi diye bakarken göz göze geldik. Eliyle beni çağırmasının ardından içeri girdim.

- Benim yine kalacak yerim yok; birikimimin çoğu tiyatro okuluna gitti. Acaba bu gece de refakatçin olabilir miyim?

Gülümsemesinden anladığım kadarıyla izin veriyordu.

- Tamam o zaman. Yavuz amca, sana anlatacaklarım var. Bugün neler oldu biliyor musun?.....

Uzunca bir tek taraflı sohbetten sonra biraz yarın için ezber yaptım. Aklımda bir plan vardı; gerçek hünerlerimi sahne günü gösterecektim ve herkesi şaşırtacaktım. Provada ise sönük oynayarak rolün sahibi olduğunu zanneden kıza minik bir şov yapacaktım.

Eğer tüm dediklerim gerçekleşirse, Sayın Yamaç Demir’i büyük bir sürpriz bekliyor olacaktı.

 

Loading...
0%