@roseeown
|
---
**Bora** Sabah kurduğum alarm sesiyle uyanmayı çok isterdim, ama acı bir çığlıkla uyandım. Ses Can'ın odasından geliyordu. Koşarak alt kata indim ve gördüklerim karşısında şok geçirdim. Oda darmadağın haldeydi, Can'ın bakıcısı ise yerde, üzerine dökülmüş kahvaltı tabağı ile uzanıyordu. Can'a ters bir bakış atmamla duvarın dibine sindi, 22 yaşındaki koca çocuk! Kadına yardım etmek için atıldım ama o birden ayağa kalkarak geri çekildi ve "Ne yapıyorsanız yapın, bu deli çocukla ben baş edemiyorum artık. Laftan anlamıyor, itti beni, görüyor musun?" dedi. Ben hâlâ olayın şokundayken Can, "İtmedim, itmedim! Ben sadece salatalık yemek istemedim, itmedim, itmedim," diyerek ağlamaya başladı. Kadının adını hatırlamaya çalışarak (çünkü bu kaçıncı bakıcı olduğunu saymayı bıraktım), "Bak, Esra abla, çok özür dileriz. Şu an nasıl telafi ederiz bilmiyorum," dedim. Esra abla, "Ben gidiyorum, canımı yolda mı buldum ben be!" diyerek eşyalarını aramaya başladı. Saate baktım, ders saatim yaklaşmıştı. Yoklama takıntısı olan hocanın dersine imza atmazsam bu sene de beni bırakırdı kesin. Ne kadar önem vermesem de aynı hocayı bir dönem daha görmeye tahammülüm yoktu. Annem, benim tavsiyemle kafasını toplasın diye teyzemin yanına gitmişti. Onu telaşlandırmak benim için en son seçenekti. Babam ise seçeneklerden biri bile değil, çünkü onun Can'ı görmeye tahammülü yok, ayrıca evde olması imkânsız, bir işkolik. Tek bir yolum vardı. "Bak Esra abla, bugün idare et. Ben senin ödemeni fazlasıyla yapacağım. Acil işim var, gitmem gerek," dedim. "Bana trilyonlar versen 5 dakika durmam! Çocuk hasta diye daha fazla bir şey demiyorum. Hadi, kolay gelsin sana," deyip kapıyı vurdu ve gitti. Gitti, inanabiliyor musunuz? İş görüşmesine gelince, "Onu yaparım, bunu yaparım," diyorlar ama en ufak zorluğa gelince kayboluyorlar. Harika, şu an sakinleştirmem gereken bir baş belası var. Bıkkınlıkla odasına doğru gittim. Evden çıkmam için 15 dakika kaldığını görünce gerildim. Ne yapacaktım şimdi? Can'a baktım, ağlayarak "İtmedim," diye sayıklıyordu. Onu alttan almaktan başka çarem yoktu. "Evet Can, biliyorum, itmedin," dedim. Gözleri parladı birden. "İnandın mı bana, gerçekten? İlk defa bana bağırmadın abi," dedi. Onaylamak için kafamı sallamak zorunda kaldım, çünkü şu an başka yolum yoktu. Etrafta sevinç hareketleri yapmasını izledim. Ve hazırlaması için kıyafetlerini çıkardım. Evet, ani bir kararla benimle geliyordu. Ben gelene kadar giymesini söyledim ve odama çıkıp hızlıca hazırlandım. Aşağı indiğimde Can'ı gördüm, okula gideceğimiz için yanına küçük bir çanta da almıştı. Ben hayatım boyunca okul için bu kadar heyecanlanmamıştım. Bunun komik olduğunu itiraf etmeliyim. Ama yüz bulamaması için gülüşümü gizleyerek "Koş bakalım arabaya," dedim ve koşarak ön koltuğa oturmasını izledim. 20 dakika içinde üniversiteye yaklaşmıştık ama ben arabayı içeri sokamazdım, aslında Can'ı kimseye gösteremezdim. Yerleşkenin çıkış kapısına park ettim. İnmek için hareketlenen kardeşimi durdurup, "Can, şimdi oyunu değiştirdik. Ben seni askerim ilan ediyorum. Senin görevin arabayı ben gelene kadar korumak, anladın mı?" dedim. Biraz üzüldü ama sonra, "Tamam, bu oyun daha güzelmiş!" diye sevindi. Görev tamamdı. Şimdi tek yapmam gereken şey şu imzayı atıp dersten çıkmaktı. Hızlıca binaya doğru yöneldim.
---
**Meltem** Gözlerimi açıp tavanla bakıştım bir süre. Telefonumdan saate baktım, alarma 5 dakika kalmıştı. Yavaşça kalkıp mutfağa gittim. Kahvaltı hazırlamaya başladım. Kahvaltı olmadan gün başlamazdı bana göre. Annem ve babam sabah iş için erken çıkmıştı. Sofrayı kurup kahvaltımı ettikten sonra hazırlanmaya odama doğru çıktım. Çok sessiz olmam gerekiyordu çünkü evde cadaloz bir ablam vardı ve en ufak gürültüm güzellik uykusundan kalkmasına sebep olurdu. Dolaptan klasik siyah pantolonlardan birini aldım; malum, kilolu insanlar siyah giymeyi çok sever. Üstüme bir bluz giydikten sonra makyajımı yaptım ve işte, evet, hazırdım. Aslında güzel olmuştum. Nereye gittiğimi söylemedim evet, üniversiteme gidiyordum. Bana çok yakın olan tek vasıtayla ulaşabildiğim bir yer; bence bu bir ayrıcalık.
Otobüsten sonra okula doğru yürürken bir kargaşa sesi duydum. Lüks bir arabanın önünde oluyordu. Birkaç serseri tip, bir çocuğun etrafını sarmıştı. İçlerinden biri, "Sarı kuşa baksanıza, arabasını ne kadar seviyor! Bir tur atarız diyoruz, geri veririz. Gerçi bu aptala vermemek de olur," diyerek kahkaha atıyordu. Yanındaki de isyankar bir şekilde, "Allah'ın değişiğinin altındaki arabaya bak, bir de bize bak! Bu nasıl adalet be?" diye bağırdı. Ben bile rahatsız olmuştum. Aradan çocuğa baktım, "Hayır vermem, vermem! Bu benim görevim. Ben asker oldum. Abim bana koru dedi. Ben vermem, olmaz, gidin!" diye bağırıyordu. Çocukta bir engel vardı ve şu an ona zorbalık yapılıyordu. Eğer benim kardeşim olsaydı, bunlara gösterirdim gününü. Dur bir dakika, dedim kendi kendime. Sonuçta birinin kardeşi ve onu kurtarmam gerekiyordu.
Yanlarına yaklaştım. "Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" diye bağırdım ve tam beklediğim cevabı aldım. "Şişkoya bak sen ya, sana ne? Yürü git!" Tepemin tası attı; "Ne kadar kolay ya! Haksız olduğun konuda insanların dış görünüşüyle alay et. Basit yol. Asıl bu senin acizliğini gösterir. Bana bak, görmüyor musun, korkuyor çocuk. Yürüyün gidin işinize!" Evet, bağırmaya başlamıştım. Uzun olanı yaklaşarak, "Asıl sen bana bak, dombili! Gitmezsen, kız mız dinlemem, yapıştırırım bir tane," dedi. "Yiyorsa yapsana," dedim. Eli yakamdan tutmuştu ki okulun güvenlikleri bir sorun olduğunu anlamış olacak ki bize doğru koştu. Güvenliklerin ardından çok tanıdık bir yüzde koşarak geliyordu. Bora Soyalp, okulun kızları arasında meşhur zengin çocuk. Evet, 10 saniye önce tanımadığım bir serseri beni boğmaya çalışıyordu ve ben şimdi Bora'dan bahsediyorum. Güvenlikler benim yanıma geldi, Bora ise çocuğun yanına. Dur bir dakika, "Abim" dediği adam o muydu? Ama Bora tek çocuk diye biliyorum. Ama önce güvenliklere sormam gereken bir hesap vardı. "Abi ya, kaç saatten beri bağırıyoruz burada, neden müdahale etmiyorsunuz ya?" Okul dışında olay olduğu için gelemeyeceklerini, ama beni sima olarak tanıdıklarını ve müdahale etmeye karar verdiklerini söylediler. Kendilerince haklılardı; dışarıda olan olaya müdahale etmelerine gerek yoktu. Durumu tatlıya bağladık. Yine de geldikleri için teşekkür ettim ve yanımızdan ayrıldılar. Bir mesele daha vardı: Şu an çocuğu hem sakinleştirmeye hem arabaya sokmaya çalışan Bora Bey. Yanlarına yak
laştım ve sessizce, "Bırak nefes alsın çocuk önce," dedim. Hareketi yavaşladı, bana döndüğünde gözlerinden ateşler çıkıyordu. "Sen her şeye karışır mısın böyle?" dedi. "Aslında normalde hiç karışmam biliyor musun? Ama eğer karışmasaydım, ne arabanı ne kardeşini bulabilirdin burada. Neden içeri, güvenli bir yere koymadın arabanı? Neyi saklıyorsun?" Ben soru sordukça yüzü sinirden daha da kızarıyordu. Altında yatan sebebi tahmin edebiliyordum. Arabaya dönerek, "Can, içeri gir, otur. Ben geliyorum," dedi. Adının Can olduğunu öğrendiğim çocuk, "Tamam abi," dedi. Dudaklarım kıvrıldı. Demek ki bir şeyler saklıyordu. Kapıyı kapatıp kolumdan tuttu ve arka tarafa doğru çekti. "O benim kardeşim değil. Sadece işim acildi ve burada beklemesini söyledim. Olay bu, abartma." Normalde yeri gelip kendi hakkımı savunmayan ben, bu zavallı çocuğu savunmaya karar verdim. Kendisi ısrarla abisini sayıklıyordu ve onun gerçek abisi olmama ihtimali yoktu bana göre. O zavallı çocuk savunulmalıydı, çünkü hasta diye bunları yaşamayı hak etmiyordu. Ona bunu yaşattığı için o kadar hayal kırıklığına uğradım ki, "Böyle yaptın çünkü ondan utanıyorsun..." dedim ve gözlerim doldu. Eğer benim kardeşim yaşasaydı, ben ondan utanır mıydım, böyle bir şeyi yaşatır mıydım ona? Cevap almak için gözlerine baktım. Önce şaşırdı, söyleyecek bir şeyler aradı, artık sinirden eser yoktu; bir kabulleniş vardı. "Anladım ben," dedim ve arkamı dönüp gittim. Böyle bir karakteri varsa, yakışıklılığı batsın, diye söylenmeyi de unutmadım. Durun bir dakika, sesli mi söyledim ben? Gerçekten sinirle ağzımdan kaçmıştı, umarım duymamıştır.
---
Bora Evet, duymuştum. İlki sıkıcı olsa bile diğeri gururumu okşamadı desem yalan olur. Ama duruma baktığımda, o da kendince haklıydı; bizim yüzümüzden saçma tiplerin saldırısına uğradı sayılır. Asıl soru: Ben Can’dan utandığım için mi bunu yaptım?
Böyle söyleyince gerçekten çok kötü, ama ben ondan utanmıyorum. Sadece aile sırrını korumaya uğraşıyorum. Ayrıca, zaten sırtımda yeterince yük var ve bu yüklerin temel sebebi Can. Hayatımı zorlaştırmaktan başka bir şey yapmıyor. En azından benden uzak dursun diyorum, ama o da olmuyor. Annesinin her zaman el üstünde tuttuğu çocuk, benim için tam bir işkence sebebi.
Merhamet duygularım yıllar sonra kabaracak zamanı bulmuştu, gerçekten. Çizelgeyle belirlenmiş zorlu bir yaşamın ortasında çırpınırken, bugün yapmam gerekenleri ertelemem gerekiyordu. Hikmet Soyalp’in kulağına gideceğinden de hiç şüphem yoktu. Benden beklenen şey, saçma derslere girdikten sonra şirkete gidip sıkıcı duvarların arasında önüme gelen işlerle ilgilenmem, bıkkın suratlı insanlarla ve en önemlisi ortamı buz gibi hissettiren babamla toplantılara katılmamdı. Ama bu zamana kadar kaçtığım bu durum, son birkaç senedir peşimi bırakmıyordu. Üstelik bugün işiteceğim azarlar kulağımı şimdiden çınlatmaya başlamıştı ve acıyla onuncu kez çalan telefonum bunun bir habercisiydi. Ekranda yazan asistanın numarasını meşgule attım. Açıklama yapacak modum yoktu. Yan koltukta oturan Can’a baktığımda ise artık mantıklı düşünmenin zamanı geldiğini hissettim. Şirkete gidecektim ama malum durumlar yüzünden tekrar eve gitmek en iyisi, annem gelene kadar idare edecektim artık bir günlüğüne.
Arabaya sıkıntıyla bindiğimde bir terslik olduğunu fark ettim. Çünkü Can’ın olduğu bir yer asla sessiz olmazdı. Yanımda uslu uslu oturan kardeşime baktım, keşke hep böyle olsa.
Arabayı çalıştırdım, biraz yol almıştık ki Can’ın sözüyle dünyam başıma yıkıldı.
“Sen benden utanıyor musun abi?”
O kızı bir elime geçirirsem! Durduk yere Can’ın aklına saçma sapan şeyleri sokup beni delirtmeye çalışıyordu. Şimdi uğraş, uğraşabilirsen. Keşke hiç burnunu sokmasaydı her şeye. Aklıma gelen şeyle gözlerimi yumdum çünkü olmasaydı durumlar belki daha kötü olacaktı. En azından çok bilmişlik yapıp şu soruyu duymama sebep olmasaydı.
Ne cevap vereceğimi düşünürken Can birden ağlamaya başladı. Kulağımın dibinde bebekten farkı olmayan tiz ses karşısında giderek artan sinirimi kimseye zarar vermeden yatıştırmak için direksiyonu sıkıyordum. Ama omzumda hissettiğim darbeden sonra işlerim hiç yolunda gitmeyecek gibi gözüküyordu. 22 yaşında olan ama aklının bir çocuktan farkı olmayan kardeşim, aynı zamanda gücünün de farkında değildi. Eli bir kez daha koluma çarptı; ne yaptığını bilmiyordu.
“Utanıyorsun işte, sevmiyorsun beni!” Son darbesi o kadar sert oldu ki direksiyonun hakimiyetini kaybettim. Arabanın boş yolda çizdiği zikzaktan sonra zorlukla kontrol altına almayı başarabildim ve ani bir manevrayla sağa çektim. İşte şimdi delirmiştim. Yanımda korku dolu gözlerle bana bakan çocuğu yok etmemem için tek sebep, yarın onu görmeyi bekleyen annesiydi.
Kendimi arabanın dışına attım. Derin nefes almam gerekiyordu, yoksa ortada Can diye biri kalmazdı. Ceketin cebindeki paketime uzandım, içinden bir dal çıkarıp yaktım. Belki biraz olsun beni rahatlatırdı. Yaslandığım kaputa iyice yerleştim ve başımı kararmış bulutlara çevirdim. İçleri o kadar doluydu ki çakan şimşekler bunun bir göstergesiydi. Yüzüme değmeye başlayan yağmur damlaları da artık boşalmanın zamanı gelmişçesine hızlanmaya başladı. Yarısına geldiğim sigaradan bir yudum daha içime çekmek istedim ama ıslanan dal istediğimi vermeyince fırlatıp attım. Zaten ne zaman istediğim bir sonucu almıştım ki şimdi alacaktım?
Bıkkınlıkla arkama döndüğümde hala ağlamakta olan Can’ı gördüm. Acımadan daha farklı olan bir duygu içimi kapladı ve annemin yıllar önce söylediği sözü aklıma getirdim:
“Kendini bir kez onun yerine koy Bora. O zaman onun ne kadar sevgiye ihtiyacı olduğunu göreceksin.”
Peki ya o? Bir kez olsun o, kendini benim yerime koysa. Belki benim ihtiyaçlarımı görürdü. Mesela her çocuğun isteği olan sevgi, benim de hakkımdı. Aklı yerinde olan çocukların ilgiye ihtiyacı yok muydu?
Tüm bunları düşünmek zaman kaybından öteye gitmeyecek bir durumdu. Yine mantıklı olanı yapıp kendimi onun yerine koymalıydım, böylece onun gibi hissedebilirdim. Adımlarımı onun bulunduğu kapının oraya yönlendirdim. Camdan benim ne yaptığımı izleyen Can’ın kapısını açtım ve yere çöktüm. Böylece onunla aynı hizaya gelip onu ikna edebilirdim. Kendi ruh sağlığım için anlayışlı bir abi gibi davranmak zorundaydım. İkimiz için de kötü sonlu binlerce planı aklımdan geçirmiştim. Bunları uygulamaya koymaktan kaçınmam lazımdı. Sahte bir sevgi ifadesi takınıp:
“Bak Can, ben senden utanmıyorum. Sen çok akıllı bir çocuksun, neden senden utanayım ki?” dedim, zoraki bir gülümsemeyle.
Burnunu çekerek, “Ama ben de okuluna gelmek istemiştim, en sevdiğim defterimi yanıma bile aldım,” dedi. Evet, yol boyu elinde sıkıca tuttuğu şey o muymuş?
“Anlıyorum seni ama ben okula ders için gitmedim ki, sadece imza atmam lazımdı. Başka zaman gideriz, defterini unutmayacaksın o zaman, ama anlaştık mı?” Kafasını salladı. İşte, bu kadar kolay.
“Şimdi tak bakalım kemerini, gidiyoruz.” Sözümü dinlemeye başlamıştı sonunda.
Ben de yerimi aldım, şarkı açmasına izin verdim. Saçma dans hareketleriyle eğlenirken eve doğru yol aldık. Artık annemi beklemekten başka seçenek yoktu.
Eve geçince Can odasına gitti, zaten zamanının çoğunu orada geçiriyordu. Kafamı dinlemek için iyi bir zamandı. Yatılı hizmetçilere izin verdiğimizi hatırlayınca, bu akşam dışarıdan yesek sorun olmaz diye düşündüm. Pizza siparişi verdikten sonra telefonumda dolaşırken, tanıyor olabileceğim kişilerde sabahki kızı gördüm. Hesabı gizliydi, tahmin ettiğim gibi. **MELTEM GÜL**.
Profil fotoğrafında kızıl dalgalı saçları ve gülümsemesiyle parlıyordu. Böyle kızları çirkin bulurdum genelde, ama telefonu elimden bırakamamı sağlayan çözemediğim bir şey vardı. Kapalı olan hesabında 7 tane fotoğrafı ve az takipçisiyle gözlerden uzak takılmayı seven biri gibi gözüküyordu. Profiline “güllerden nefret ederim” yazmış. Soyadına karşı yapılmış çok manidar bir açıklama. Sanırım birilerine vereceğim teşekkür hediyesi için çok fazla düşünmeme gerek kalmayacak. Ayrıca bir link de eklemişti. Tıkladığımda bir müzik listesi karşıma çıktı. Başlığı “Kafam Kadar Karışık” olan listeden şarkıları incelemeye başladım. Güzel bir zevki vardı ve gerçekten çok karışıktı. Çalışma masamda dosyaları düzenlerken, yıkıcı bir şarkıdan sonra Roman havasına geçiş yapılınca kahkahamı tutamadım. Kafasının bu kadar karışık olması beni de şaşı
rtmıştı, gerçekten. İlginç bir karakteri vardı, gerçekten çok ilginç. Telefonu tekrar elime alıp, takip et butonuna basarken aklımdan geçen şey, yarın için yapacağım minik sürprizdeydi. |
0% |