Yeni Üyelik
1.
Bölüm

•|Ruh Bedene Geri Döner Mi¿

@roza_russell

Merhaba ben Roza, eğer bu yazıyı okuyorsanız geçmişten geleceğe mesajımı aktarabilmişimdir. Burda kapana kısıldım. Nasıl mı? Gelin anlatayım.

ʕ'•ᴥ•'ʔ Beğenmeyi ve yorum yapmayı, hikâyeme destek olmayı unutmayın ฅ^•ﻌ•^ฅ


Saat 23.50

Küçük kasabanın üzeri kara bulutlarla kaplıydı, soğuk ürpertici bir hava hakimdi. Minik bir damla düştü yere, ve bir tane daha ardından düzinelercesi. Bulutlar öfkeliydi, sanki kusuyorlardı nefretini. Kasaba sessizdi. Değen damlaların oluşturdu ses yankılanıyordu etrafta. Dışarda hiç bir canlı yok gibiydi. Gece avlanan canlılar dahi bugün uyumayı seçmişti.

Cennetin tasviri olan bu kasaba şuan cehennemi andırıyordu. Bu küçük kasabanın büyük mezarlığında minik bir canlı sağanak yağmura rağmen uçuyordu. O bir kelebekti. Kırmızı özel bir kelebek...Diğer türlerden çok farklıydı. Yağmurda ıslanmadan uçabiliyor, ne acı ne de açlık hissediyordu. Onun bir amacı vardı ve vakti gelmişti. Görevinini yerine getireceğinin heyecanı vardı üzerinde.

100 yıldır bu anı bekliyordu. Şimdi başlatmanın zamanıydı. Uçtu tüm gücüyle, mezarlığın ücra köşesine varmıştı artık. O, ordaydı işte. Etrafı çiçeklerle kaplıydı. Nazikçe siyah gülün yaprağına kondu. Gülün siyah rengi akıyordu âdeta. Ardından kan kırmızı yaprakları belirdi. Kelebek görevini yapmıştı; artık, siyahtı kanatları. Sıradan bir kelebekti. Yağmur damlaları narin kanatlarını incitiyor ıslatıyordu. Çiçeklerin altına sığındı. Uzun zamandır kasabada yaşayan insanlardan gizleniyordu kimse onu görmemişti, göremezdide. Şimdide yağmur damlalarından ötürü çiçeklerin altına gizlenmişti. Hayatta olmanın bu kadar acı verdiğini bilmiyordu. Görevini tamamlamadan önce ölüydü ama şimdi yaşıyordu. Tıpkı O' nun gibi.

Saat 00.00

Tenine değen damlalar canını acıtmıştı. Gözlerini kırpıştırdı. Göz kapakları birbirine yapışmıştı açmakta zorlandı. Çevresine bakınmak istesede çiçekler ve sarmaşıklardan ötürü başaramadı. Elini kaldırıp çiçekleri kenara çekmeye çalıştı. Kolunu kaldırmakta zorlandı, uzun zamandır hareket ettirmemişti sanki, her yeri ağrıyor sızlıyordu. Uflayıp puflayarak olduğu yerden doğruldu. Etrafını net göremiyordu karanlıktı her yer. Yağmurdan ötürü çamur üzerine bulaşmıştı.

Ayağa kalkmaya çalıştı dengede kalamıyor, uzun hareketsizlikten ötürü güçsüzleşmiş bacakları titriyordu. Yürümeye çalıştı ıslanmış çamura bulanmış elbisesinin eteği yürümesini zorlaştırıyordu.
Yağmurun şiddeti azalmış şimdi usul usul yağıyordu kasabaya. Kara bulutların öfkesi azalmıştı, bu ana tanıklık etmek mutlu etmişti onları. Dolunay göründü bulutların ardından. Cömertce aydınlattı etrafını.


Artık etrafını görebiliyordu burası bir mezarlıktı. Bedenini bir endişe kapladı mezarlıkta ne işi vardı? Etrafına bakındı kocaman bir mezarlıktı burası. Az ileride sokakları aydınlatan ışıkları görebiliyordu. Oraya gitmeye karar verdi. Gitmeden önce doğrulduğu yere baktı. Bir mezardı. Gömmüşmüydüler kendisini, ölmüş müydü? Mezarlığın üstü toprakla değil sarmaşıklarla kaplıydı, toprak olsa çıkamazdı belkide.

Uzun zamandır burda yatıyor olmalıydı. Ama nasıl ve neden aklında onca soru vardı. Esen rüzgâr üşümesine sebep olmuştu. Elbisesinin grileşen mavi renkli eteği uçuşuyordu. Kıyafeti yer yer yırtılmış parçalanmıştı. Çürümüştü bazı kısımları. Korkmuştu. Bedeni soğuktan titriyordu ruhu ise korkuyla. Kollarını birbirine doladı. Sağ elinin parmağı sol kolunda sert bir şeye değmişti. Elbisenin kolunu yukarı kaydırdı. Gördüğü manzara ile mezarlık, ufak bir çığlıkla yankılandı.

Sol kolu dirsekten itibaren kemikleri görünüyordu. Bazı kısımlar deri ile kaplıydı olması gerektiği gibi ama bazı yerlerde o deri yoktu. İşaret parmağı ve serçe parmağını oluşturan kemik ve eklemlerini görebiliyordu bu inanılmazdı. Kendini toparladıktan sonra elini bedeninde gezdirdi. Sağ kaburgalarını hissedebiliyordu. Üzerinde deri yerine ince bir zar vardı. Yüzüne dokundu sol yanağında kulağa yakın ufak bir yarık vardı. Arka dişlerine dokunabiliyordu.

Kendinden korkmuştu. Bu nasıl mümkün olabilirdi. Birden hiçbir şey hatırlamadığını fark etti. Kimdi, nereden gelmişti buraya, adı neydi, bir ailesi var mıydı? Doğrulduğu yere yaklaştı. mezar taşına eğildi. Adı yazıyor olmalıydı dolunayın ışığından görebildiği kadar okumaya çalıştı. Roza yazıyordu, adının bu olduğunu düşündü . Ölüm tarihine baktı. Şuan hangi tarihteydi ki, kaç yıldır ölüydü? Hiç birini bilmiyordu. Olduğu yere çöktü. Bu mezar kendisine mi aitti ölüp yeniden mi dirilmişti. Üşümüyordu artık, bir şey hissetmiyordu. Bilinmezlik bu kadar mı korkutucuydu yoksa kendisi mi? Yutkundu göz pınarlarını yakan göz yaşları toprağa düşüyordu. Bir süre yağmura karışıp toğrağa düşen göz yaşlarını izledi.

Kendini toparlamaya çalıştı. Ne yapmalıydı şimdi? Karar veremiyordu. Başını kaldırıp mezara göz attı. Kırmızı yapraklı bir gül dikkatini çekti uzanıp kemikli eliyle çekip aldı. Koparırken hiçte zorlanmamıştı. Titreyen eliyle gülü burnuna yaklaştırdı çok güzel kokuyordu. Gülü bir refleksle kulağının arkasına yerleştirdi. Bunu sanki daha önce defalarca yapmıştı.

Yağmur durmuştu. Kara bulutlar bir bir kasabayı terk ediyordu şimdi. Roza etrafını daha iyi görüyordu artık. Ayağa kalktıp kasabaya doğru yürüdü. Mezarlık ürkütüyordu onu onlarca ölü bedenin arasından sendeleyerek geçti. Mezarlığın sonuna geldiğinde arkasına dönüp bir kere daha mezarda uyuyanlara baktı daha 10 dakika önce oda onlar gibiydi. Uzun parmaklık kapıyı itip aralıktan ince bedenini geçirdi. Kasabaya yöneldi. Nasıl göründüğü hakkında en ufak bir fikri yoktu. Başka insanlar görse nasıl tepki verirdi bu halde kimden yardım isteyebilirdi?

Kasabın içerisinde gezindi; her yer, mezarının başındaki gibi çiçeklerle doluydu. Buradakiler daha canlıydı daha hayat dolu. Evler birbirine sık konumlanmıştı tüm ışıklar kapalıydı. Kasabanın dar sokakları minik gaz lambalarıyla aydınlanıyordu. At arabaları dikkatini çekti. Kasabanın bir çok yerinde vardı. Çevresini incelerken arkasında duyduğu miyavlama ile irkildi. Hızla arkasına dönüp sesin sahibine baktı. Beyaz bir kedi oturur vaziyette ona bakarak duruyordu. Kendisine sesleniyor gibiydi, Roza temkinli adımlarla yaklaştı. Kedi, arkasını dönüp diğerlerine nazaran dar bir sokağa girdi. Kendisini takip etmesini istiyordu. Roza hiç düşünmeden Kedinin ardından yürüdü.

Dar sokak sonunda geniş bir yola varmıştı. Kedi yolun karşısındaki diğer evlerden farkı olmayan iki katlı ahşap, ufak bir bahçesi olan eve yöneldi. Roza hızlı adımlarla kediye yetişmeye çalıştı. Bahçe kapısının önünde durdu. Paslı eski kapıya kemikleri görünen eliyle dokunup itti. Kapı cızırdayarak açıldı. Bu kapının yağlanması gerek diye düşündü.

Bahçeden içeriye ürkek adımlarla girdi. Kedi onu evin verandasında oturmuş bekliyordu. Eve baktı, birinin yaşadığına dair belirti arıyordu. Bahçesi, gördüğü diğer evlerin bahçeleri gibi canlı, bakımlı ve çiçek dolu değildi. Temkinli adımlarla ana kapıya yaklaştı. O esnada bir havlamayla ürküp bağırmıştı. Evin yanındaki depo olduğunu düşündüğü yerden bir köpek ona bakıyordu. Bağlı olduğunu görünce rahatladı.
Demek ki birileri yaşıyor bu evde dedi kendi kendine. Evin alt katında bir ışık belirdi ardından ana kapıdan kilit açılma sesi gelmişti. Roza irkilip bahçenin kapısına yöneldi.

"Kim var orda?" Yaşlı tiz bir kadın sesiydi bu. Roza duraksayıp arkasına baktı. Saçları beyazlamış 45-50 civarında orta yaşlı bir kadındı. Elinde gaz lambası, çevresi kırışmış kısarak baktığı mavi gözleriyle Roza' yı merakla inceliyordu.

Roza konuşmak için zorladı kendini, çatlamış dudaklarından kısık bir tonda "merhaba" kelimesi çıkmıştı.
Yaşlı kadın anlamamıştı. Roza boğazını temizleyip daha gür sesle

"Merhaba ben kayboldum sanırım, hiçbir şey hatırlamıyorum, kasabada doşalırken kediniz beni buraya getirdi. Rahatsız etmek istemezdim sizi, lütfen kusuruma bakmayın." Demişti.

"Aa hayır hayır ne kusuru, gel lütfen gir içeriye sana sütlü bir kahve ikram edeyim hava soğuk dışarda kalma üşütüceksin."

Diyerek Roza'yı içeri davet etmişti. Kadının tiz ama rahatsız etmeyen bir sesi vardı. Roza rahatlamıştı bu saatte nereye gideceğini düşünüyordu. Teklifi ikiletmeden içeriye girdi. Ev sıcaktı. Hızlı adımlarla ısınmak için hâlâ sönmeyen şömineye yöneldi. Orta yaşlı kadın yaklaşıp şömineye bir kaç odun attı.

"Teşekkür ederim efendim." Diyebilmişti Roza. Kadın ona bakıp gülümsedi.

"Senin gibi genç bir hanımefendinin bu saatte dışarda olmaması lazım."

"E-evet ama ben hiç bir şey hatırlamıyorum. Uyandı-" yaşlı kadın sözünü keserek,

"Imm.. Çok kötü bir haldesin saçın kıyafetlerin çamur içerisinde kötü de kokuyorsun, üzerini değiştirip yıkanman lazım, hadi gel banyoyu göstereyim."Diyerek arkasını döndü. Roza doğrulup yaşlı kadını takip etti.

"Adınızı öğrenebilir miyim, size nasıl hitap etmeliyim?"
"Bana Myron diye hitap edebilirsin."

Banyoya gelmiştiler Myron Roza'ya dönüp
"Sıcak su var yıkan, ben kuru kıyafetler getireyim." diyerek üst kata giden merdivenlere yöneldi.

Roza banyoya girip kapıyı kapadı. mumlarla aydınlanan banyoya bakındı. Ufak, yer yer yosun tutmuş küçük bir pencereyle havalandırılan sade bir banyoydu. Elini yosun tutmuş duvar üzerinde gezdirdi. Sıcak suyun bulunduğu depoya yöneldi. Suyu açtı. Küvet suyla dolarken banyoyu incelediğinde görmediği aynayı fark etti.
Yosunlarla kaplıydı bu yüzden görememişti. Çamurlu kıyafetinin temiz olan kısmıyla aynayı temizlerken yansımasına baktı, aynanın karşısında öylece kaldı. Gördüğü şeye inanamıyordu. Bu yansımanın kendisine ait olduğunu kabullenememişti. Hortlağa benziyordu. Gerçi mezardan kalkıp gelmişti. Fakat bu kadar ürkütücü göründüğünü düşünmemişti. Yansımasındaki tek güzel şey mezarın yanında kopardığı kırmızı güldü.
Göz pınarlarına hücum eden gözyaşlarına engel olamamıştı. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Bilmediği ne çok şey vardı: Adı, kim olduğu, nerden geldiği, nasıl bu halde oldu, şu saatten sonra ne yapacağı...

***

Myron, bahçesinde karşılaştığı bu yabancı kadına yardım etmek istemişti. Bir zamanlar kendisininde yardıma ihtiyacı vardı ve bir Kont ona yardım etmiş hayatını kurtarmıştı. Şuan o kontun eşiydi. Eşi 15 yıl önce vefat etmiş ardında büyük bir miras bırakmıştı. Çiftin çocukları olmadığından tüm miras Myron'a kalmıştı. Eşi vefat ettikten sonra kendini eve kapamış sosyal hayatından uzaklaşmıştı. Bir daha hiç evlenmemişti şuan 48 yaşındaydı.
Eşinin ölümünü hala kabullenemiyordu. Yalnızdı, yalnızlık onun seçimi değildi o hep yanında birileri olmasını isterdi. Ve şimdi genç bir kadının yardıma ihtiyacı vardı. Ona yardım etmekte kararlıydı. Kont onun hayatında büyük değişikliklere sebep olmuştu. Hayatın yaşanmaya değer olduğunu hissettirmişti. Bu etkiyi bir nebzede olsa genç kadına yardım ederek hissettirmek istedi.
Gençken giydiği elbiselerinin bulunduğu sandığa yöneldi. En sevdiği siyah dantel işlemeli elbisesini aldı. Genç kadının siyah saçlarına yakışacağını düşündü. Temiz bir havlu alarak aşağı indi.

Banyoya yaklaştıkca hıçkırık seslerini duydu. Seslenmek için ağzını açtığında genç kadının ismini bilmediğini fark etti. Hafifçe kapıyı tıklattı. Ağlama sesleri kesildi. Kapının kolu yavaşca sağa döndü. Genç kadın, kapının ardından yüzünün bir kısmı görünecek şekilde ona bakıyordu. Gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Elindekileri genç kadına uzattı.

Titreyen eliyle kıyafetleri aldı Roza. Karşısındaki nazik kadının samimi gülüşü güven veren bakışları onu rahatlatmıştı. İstemsizce gülümsedi. Teşekkür edip yavaşca kapıyı kapattı. Temiz kıyafetleri ve havluyu kahverengi eski dolabın üzerine bırakıp aynaya yaklaşarak kendine son bir kere baktı. Kırmızı gülü kulağından çıkarıp kıyafetlerin üzerine koydu nedense ona zarar gelsin istemiyordu. Kopardığından beri hiç solmamıştı. Üzerini çıkarıp küvete girdi. Kaburgaları üzerinde ince şeffaf bir zar vardı. Suyun içerisi girmesini engelliyordu. Çamurla kaplanmış bedenini yıkamaya başladı. 15 dk sonra tamamiyle temizlenmiş küvetten çıkmıştı. Kurulanıp giyindi kıyafetin uzun kolları olması onu çok mutlu etmişti. Elinin üzerini kapatan koyu sık danteller vardı. Solgun kuru saçını tarayıp sol yanağını kapatacak şekilde düzeltti. Saçları siyah ve dalgalıydı. Çökmüş göz altları, zayıf yanaklarıyla görüntüsü hiçte hoş değildi. Gülü sağ kulağına yerleştirmişti. Derin bir nefes alıp banyodan çıktı.

Myron, şöminenin yanında koltukta oturmuş onu bekliyordu. Myron' ın karşısındaki koltuğa geçip oturdu. Masada kahve ve bir tabak dolusu kurabiye vardı. Aç olduğunu kurabiyeleri görene kadar fark etmemişti. Kahveyle birlikte kurabiyeleri iştahla yedi. Myron bu esnada hiç konuşmamış Roza' nın kulağında ki güle odaklanmıştı. Bunu fark edince sordu Roza

"Deminden beri kulağımdaki güle bakıyorsunuz, hoşunuza gittiyse size verebilirim?"

"Hayır, sana çok yakışıyor çok güzel fakat bakma sebebim bu kasabada neredeyse her tür yetişir ama kırmızı gül yetişmez, çok iyi bahçıvanlar botanikçiler dahi yetiştirememişti. Siyah gül nadirde olsa yetişebiliyor fakat kırmızı rengini hiç görmedim. Onu nerden buldun?"

"Şşey ben onu mezarlıkta gördüm, beğenince kopardım."

"mezarlıkta mı?"

"Evet uyandığımda ordaydım."
Bu cümleyi söylerken istemsizce sol elini kapatmıştı. Bacaklarının uyluk kısmında kemikleri görünüyordu. Elbisenin altında görünme ihtimali düşüktü.

"Demek mezarda..." Myron irkilmilşti ama masum görünen bu genç kadına bunu yansıtmak istemedi. Dış görünüşü zor durumlardan geçtiğini gösteriyordu. Kim bilir neler yaptılar genç kadına diye düşündü Myron.

"E-evet, niçin ve nasıl burda olduğumu bilmiyorum. Kimim onuda bilmiyorum. "

Roza'nın bedenini yeniden endişe kaplamıştı.
Elinde hissettiği sıcaklıkla irkildi. Myron güven verircesine elini sıkıyordu. Bu yalnızlığın buz kestirdiği ruhunu ısıtmıştı. Roza dayanamayıp sarıldı. Aynı sıcaklıkla karşılık vermişti Myron.

"Küçük hanım adınızı bilmiyorum sana nasıl hitap etmeliyim?"

"Benim adım Roza." demişti İkilemde kalarak, Mezarda ismini okuduğu anı hatırlamıştı. Gerçek adının bu olup olmadığını bilmiyordu. Ardından yeniden konuştu

"Bugünün tarihini öğrenebilir miyim? " Mezarının başında gördüğü tarihten ne kadar süre geçtiğini öğrenmek istiyordu. Gömüldüğünden bu yana kaç yıl geçtiğini... Myron gün ay ve yıl olarak tarihi söylediğinde Roza afallamıştı. Yaşadığı şokla bedeni kaskatı kesildi.

100 yıl önce, 100 yıldır ölüydü. Bu saçmalıktı mezar ona ait değildi belkide. Ölüp nasıl dirilebilirdi ki, ya görünen kemikleri? Bu her şeyin kanıtı değil miydi? Yutkundu. Neyin içindeydi böyle? Göz yaşları usulca yanaklarından aşağı süzüldü. Myron Roza' nın böylesine bir tepki vermesine şaşırmıştı. Sadece bir tarih söylemişti o kadar. Dikkatlice genç kadının omzuna dokundu.

Omzuna dokunulmasıyla eğik olan kafasını kaldırıp kendine endişeyle bakan Myron' a odaklandı Roza. Derin bir nefes alıp göz yaşlarını sildi. Her şeyin mantıklı bir açıklaması olmalıydı ve o bunu öğrenecekti.

" Bayan Myron, kim olduğumu nasıl hatırlayabilirim? buraya öylesine gelmiş olamam geçerli bir açıklaması olmalı değil mi?"

"Evet tabikide ama ben adını ilk kez duydum fakat yaşlılık unutmuş olabilirim. Kasabanın merkezindeki kütüphanenin arşivinde bu kasabada yaşayan her birey için tutulan bir sayfalık minik notlar var. Adın orda geçebilir."

"Çok iyi bir haber şuan oraya gidemez miyiz?" Myron bu istek üzerine şaşırmıştı, karşısındaki genç kadının şuan gece vakti olduğunu bilmemesi garip gelmişti.

"Roza, şuan saat gece yarısını geçiyor; kütüphane açık değildir." Saatin gece yarısını geçtiğinden haberi yoktu Roza'nın. Zaman kavramını yitirmişti.

"Ah! Doğru söylüyorsunuz, bu saatte kütüphanenin nasıl açık olacağını düşünebildim ki yarın gidebilir miyiz lütfen?"

"Kütüphane birkaç gün kapalı olucaktır. 4 gündür kasabaya sağanak halinde yağan yağmur kütüphaneye zarar verdi." birkaç gün beklemesi gerektiğini duyunca yüzü asılmıştı Roza' nın. Myron genç kadının yüzünü astığını görünce hemen açıklama yaptı

"Üzülme Roza, bir kaç gün içinde kütüphane açılacaktır. O zaman gidersin."

"O zamana kadar nerde kalabilirim, bana yardımcı olabilecek birileri var mı Bayan Myron?"

"Ah tatlım, karşında tek yaşayan dul bir Kontes var. Benimle kalabilirsin. Uzun süredir yalnızım bana da iyi gelecektir burda benimle kalman." Hiçbir şey hatırlamayan Roza için bu teklif kulağa harika gelmişti. Ama evine alan bu Kontes' e güvenebilir miydi? Neden tanımadığı birine bu denli yardım etmek istesin ki?
Bu soruları sonra düşünmek üzere erteleyerek kadına cevap verdi.

"Ah, çok teşekkür ederim Bayan Myron."
Myron Roza' nın bu tepkisine karşı gülümsedi. Roza' nın titrediğini görünce, arkasındaki kanepede duran battaniyeyi almak için yerinden yavaşca doğrulup o yöne yürüdü.

Roza, şöminede yanan ateşe odaklanmışken midesinin ağrıdığını hissetti. Kasılıp karnını tutmadan edememişti. Myron Roza' nın bu ani hareketiyle korkmuştu. Kurabiyeler mi dokundu diye soracakken Roza aniden ayağa kalkıp banyoya koştu. Midesi bulanmış, evde bildiği tek yer banyo olduğu için oraya koşmuştu. Canı yanıyordu tüm bedenini bir ağrı kaplamıştı. Midesi bulanmış yediklerini kusmuştu. Midesinin kasılmaları durduktan sonra doğrulup temizlendi. Sendeleyerek banyodan çıktı. Kendisine endişeyle bakan Myron'ı gördü.

"Roza iyi misin, kurabiyeler mi dokundu? Daha bugün yaptım bayatlamış olamazlar, yoksa kahve mi?" diyerek kendi düşüncelerine odaklandı, kendi kendine konuşuyor genç kadına neyin dokunduğunu düşünüyordu.

"Kontes Myron, kurabiyeler ve kahve çok lezizdi onlardan kaynaklandığını sanmıyorum, üşüttüm sanırım bu yüzden oldu. Lütfen kendinizde hata aramayın."

"Ah demek üşüttün bir saniye bunun için çok güzel bir bitki karışımım var sana iyi gelicektir."
Roza' nın cevap vermesini beklemeden mutfağa yürüdü. Tek düşündüğü Roza' ya yardım etmekti. Artık yalnız değildi biri vardı ve yanında durması için elinden geleni yapacaktı.

Roza güçsüz düşmüş bedenini koltuğa bıraktı. Şöminenin bulunduğu odayı incelerken, kendisini buraya getiren beyaz kediyi hatırladı. Geldiğinden beri ne o kediyi görmüştü ne de sesini duymuştu.
Koltuktan hafifçe doğrulup etrafına bakındı. Karışımı yapıp titreyen elleriyle dökmemeye çalışan Myron' ın dikkatini çekmişti. Koltuğa gelip oturdu. Karışımı Roza' ya uzattı.

Roza teşekkür ederek sağ eliyle aldı. Burnuna yaklaştırıp kokladığında yüzünü buruşturmuştu. Acı bir kokusu vardı. Myron kıkırdayarak

"Kokusu çok kötüdür ama iyi gelir." Roza gülümseyerek karışımdan bir yudum aldı. Tadı beklediği kadar kötü değildi. Bir yudum daha aldı.

"Karışımı sana getirdiğimde bir şey arıyor gibiydin yardımcı olabilir miyim?"

Myron endişeleniyordu. Yoksa evine gelen diğer insanlar gibi miydi? Serveti için mi gelmişti. Tek yaşayan bir duldu. Birçok kişi Kont'un bıraktığı mirası istiyordu. Bunun için birçok kez farklı yollara başvurup denemişlerdi. Kontes artık kimseye güvenemiyordu. Yalnızlığını kullanıp kandırmıştılar onu. Mirasın büyük kısmı güvendiği insanlar tarafından çalınmıştı. Roza'yı sevmişti farkı bir havası vardı. Masumdu Myron' ın hislerine göre fakat yinede geçmişte yaşadığı olaylar onu endişelendiriyor güvenmesini engelliyordu.

"Beni buraya kediniz getirdi. Onu takip ettim evin verandasında gelip durdu. Daha sonra hiç göremedim. Ona bakıyordum belki bir yere kıvrılıp uyumuştur diye."

"Roza benim bir kedim yok ki. Hiç kedi beslemedim evimin çevresinde de pek kedi yoktur. Köpeğim Laura kedileri sevmez."
Roza afallamıştı. Beyaz bir kedi görmüştü ve kedi onu buraya getirmişti. Kendisi hayal görmüş olabilir miydi? Myron Roza' nın endişeli yüzünü görünce konuyu yumuşatmak istedi.

"Olabilir aslında, kasabada kediler çoktur onlardan biri denk gelmiştir, o kadar önemli değil. Karışım iyi geldi mi miden rahatladı mı?"

"Evet, evet iyi geldi teşekkürler." Gecenin geri kalanında pek konuşmamış ateşi seyretmiştiler. Kontes, Roza'ya uyuyacağı odayı gösterip kendi odasına girmiş kapıyı kilitlemeyi ihmal etmemişti.

Roza, Myron'ın gösterdiği odada ufak bir gezinti yaptı. Odada iyi durumda bir yatak, yatağın solunda giysi dolabı, ve karşısında aynalı bir masa vardı. Odanın ortasında ufak bir sehpa duruyordu. Yere serilen halı eskimişti. Etrafı inceledikten sonra yatağa uzandı. Pencereden dolunaya baktı. Gökyüzü çok sakindi, saatler önce yağmur yağmamış gibiydi. Yatağından doğrulup pencereyi biraz açtı. Hâlen yağmurdan sonra toprağın o mistik kokusu vardı. Bu kokuyu içine çekti. Sevdiği tanıdık bir kokuydu. Belkide mezarda bu kokuya fazlasıyla maruz kalmıştı, bilemiyordu. Pencereyi ardına kadar açıp yatağa uzandı. Gözlerini kapayıp uyumak istedi.

 

Zihnini meşgul eden onlarca soru uyumasına engel oluyordu. Yataktan kalkıp aynanın önündeki sandalyeyi alarak pencerenin kenarına koydu. Şuan tek istediği dolunayın bu muhteşem görüntüsünü seyre dalmaktı. Kollarını pencere pervazına dayayıp başını kollarına yasladı. Yarın onu nelerin beklediğini bilmiyordu. Düşünmek istemedi. Dolunayın aydınlattığı bu çiçeklerle süslenmiş kasabaya baktı. Kasaba derin bir uykudaydı...

***

Sabahın ilk ışıkları Roza' nın incelmiş göz kapaklarını aydınlatıyordu. Gözlerini ovarak uyandı. Sabah olmuş her yer aydınlanmıştı. Gökyüzü berraktı. Havada baharın taçlandırdığı çiçeklerin kokusu usulca geziniyordu. Mükemmel bir karışımdı bu koku. Kokuyu her içine çektiğinde vücudundaki tüm negatif enerjinin aktığını hissediyordu Roza. Yüzüne yerleşen kocaman gülümsemeyle kasabaya baktı. Kasaba çoktan uyanmıştı. Her yer rengarenkti. Cıvıl cıvıl neşe doluydu. Evlerin renkli çiçeklerle donatılmış oluşu hoşuna gitmişti. Kimi mavi kimi mor kimi pembeydi.

Meydandaki çeşme dikkatini çekti burdan rahatlıkla görebiliyordu. Bronzdan yapılmış etrafı kelebeklerle çiçeklerle çevrilmiş bir kadın heykeliydi. Oturan kadının ellerinden sular akıyordu. Aniden Bu heykeli yakından görme isteği doğmuştu. Görmesi gerekiyormuş gibi hissediyordu. Görmeliydi. Meydan kalabalıktı rengarenk insan topluluğu akıp gidiyordu.

Kapısının tıklanmasıyla kasabanın büyüsünden sıyrılıp kapıya yöneldi.

Myron uyanmış kahvaltıyı hazırlamıştı. Roza yatağını toparlayıp aşağı indi. Ellerini ve yüzünü yıkarken aynaya küçük bir bakış attı. Göz altları aydınlanmıştı. Koyu halkalar azalmış gibiydi, buna sevindi. Öcüye benzemeyi kim isterdi ki?

Gülümseyerek mutfağa yöneldi. Büyük kullanışlı bir mutfaktı. Myron' ı mutfakta bulamayınca seslendi.
Kontes' in sesi dışardan geliyordu. Tezgâhtaki ekmek sepetini alıp dışarı yöneldi. Gece yağmurdan çamurlaşan yer kuruydu. Gözünü bahçede gezdirdi. Dün deponun karşısındaki çardağı görmemişti. Myron, orda onu bekliyordu. Usulca oraya yürüdü. Myron mükemmel bir kahvaltı hazırlamıştı. Uzun bir zamandan sonra evinde kendisi dışında biri vardı. Dün bir şey yiyememiş olan Roza' ya güzel bir masa hazırlamak istemişti.

"Günaydın Roza umarım rahat uyumuşsundur."

"Günaydın Kontes Myron, gece dolunay eşliğinde rahat bir uyku çektim."

"Bunu duyduğuma sevindim."

" Kahvaltı çok iştah açıyor. "

"Beklemeden başlayalım o zaman." Demişti çayları fincana doldururken Myron.
Kahvaltı masasına oturdular. Masada çeşit çeşit yetiştirilen çiçeklerden yapılan reçeller vardı, kasabanın bir gelir kaynağıda buydu. Çiçeklerden elde ettikleri reçeller ve bunlarla tatlandırdıkları çörekler, kurabiylerdi.

Myron'ın lavanta reçeli ile yaptığı çöreklerin mis kokusu etrafı sarmıştı. Roza bu iştah açıcı kokuyu içine çekti. Çöreklerden birine uzandı çekinerek. Roza' nın çöreği alırken çekingen davranışını fark eden Myron, Roza' ya sitem etti.

"Ah Roza, çörekleri çekinerek alman üzdü beni. Ben bunları senin için yaptım, çekinme lütfen çekinme benden."
Roza mahcup bir edayla başını hafifçe salladı. Çörekten ufak bir ısırık aldı. Yanağındaki açıklıktan dökülmemesi için özenle çiğnemişti. Ağzında parçalanan lavanta çöreğin enfes tadını çıkardı baharın mistik kokusu eşliğinde. Yüzünü okşayan hafif bir meltemin etkisiyle dikkatini topladı. Yanağını örten saçını düzeltti. Masadaki renkli reçellerin arasında siyah renkli bir reçel dikkatini çekti.
" Kontes Myron, bu hangi çiçekten yapıldı?"
"O çok özel bir reçel Roza, siyah gülden yapılıyor. Bu reçel için siyah gülü kasabanın dışından getirtiriyorum."

"Burda çok nadir yetiştiğini söylediğinizi hatırlıyorum."
Merakla siyah gülün tadına baktı. Muazzam bir tadı vardı. Masadaki bir çok reçeli denemişti fakat siyah gül reçeli onda çok farklı hisslere sebep olmuştu. Bir çörek daha almak üzereyken karnına giren kırampla eli havada kalmıştı. Midesi bulanınca bahçedeki bahar olmasına rağmen kuru olan bir kavak ağacının altına koşmuştu. Acıyla midesi kasılıyor her yediğini kusuyordu. Kasılmalar azaldığında doğruldu. Yanı başında bir sürahi su ve havluyla bekleyen Kontesi gördü. Kafasını diğer yana çevirdi yanağını görmesini istemiyordu. Myron' ın yardımıyla yüzünü temizleyip kuruladı.

Masaya oturdu yeniden. Kendine lezzetli gelen kahvaltı masası şimdi hiç iştah açıcı durmuyordu. Kontes' ten müsade isteyip bahçeyi dolaşmaya başladı. Gözünde akmak için bekleyen yaşları daha fazla tutmadı. Buğulu gözlerle baharın uğramadığı bakımsız bahçeyi izledi. Bahçeyi düzeltme isteğine karşı koyamıyordu. Bu bahçenin bakıma ihtiyacı vardı ve o burda kaldığı sürece- nedense uzun süre burda kalacağını hissediyordu-bu bahçeye bakım verecekti. Tabi bu konuda onay alması gerekiyordu.

Gözlerini silip hızla çardağa yöneldi. Myron orda değldi. Kahvaltı masasını bu kadar kısacık sürede nasıl toparlayabilmişti?
Yaşından ötürü belli bir hızı aşamayacağını düşünüyordu.

Masada kalan siyah gül reçelini ve ekmek sepetini alıp eve yöndeldi. Eve giderken dayanamayıp ufak bir ekmek parçasını reçele bandırıp ağzına atmıştı. Mutfağa geldiğinde Myron' ı şarkı söyleyip reçelleri yerleştirirken gördü. Kontes' in söylediği şarkı tanıdık gelmişti. Biliyordu kelimeleri ve eşlik ediyordu farkında olmadan. Şarkıya kaptırdı kendini. Zarif bedeni ağzından çıkan kelimelerin büyüsüyle ahenkle hareket ediyordu. Sesi ne kadarda güzel diye geçirdi içinden Myron. Roza' nın ince ve zarif dansı dikkatini çekmişti. Soylu kesimin dansı gibiydi zarif ve etkileyici. Soylu bir ailenin üyesi mi acaba diye aklından geçirdi.

Roza' ya eşlik ederken kapı tıklanmıştı. Roza susmuştu merakla Myron' ın kapıya gidişini izledi. Genç bir erkekti kapıyı tıklatan.

Kontes' i, öğleden sonra meydanda gerçekleşecek olan kutlamalara davet ediyordu. Myron teşekkür edip geri gelmişti. Pencereden gidişini izledi gelen yabancının. Roza gidip gitmeyeceğini sordu

"Bilmiyorum Roza, eşim vefat ettikten sonra hiç bir kutlamaya katılmadım, bu yüzden davet etmek için göndermişler. Bu kasabada herkes birbirini tanır önemser." diyerek mutfaktaki işine geri dönmüştü. Gözleri dolmuştu. Eşiyle katıldığı kutlamaları anımsamıştı. Onu çok özlüyordu.Yokluğundaki boşluğu dolduramıyordu. Her şey ona eşini hatırlatıyordu. Omzunda hissettiği elle derin düşüncelerinden sıyrılıp Roza' ya baktı. Yüzündeki buruk gülümseme Roza' yı etkilemişti. Atmayan kalbi sıkışmıştı sanki. Kontes' in gözlerindeki özlem ve acıyı tarif edecek bir kelimesi yoktu fakat çok derinden bu iki duyguyu hissediyordu. Yabancı değildi bu duygular ona.

"Kontes Myron, bence bir ilk yapıp o kutlamaya gitmelisiniz, bu sizin için güzel bir başlangıç olucaktır yıllardır kabullenemediğin bu duygularla baş etmek adına."

Myron öylece Roza'ya baktı. Genç kadının dediklerini düşündü.

"Güven bana lütfen iyi gelicek sana." Teşvik etmek adına Kontes' in omzundaki elini sıktı.
"Sende benimle gelir misin? Yalnız gitmek istemiyorum." Kontes Myron'ın bu teklifi şaşırtmıştı onu. Meydandaki o heykeli görmeyi çok istiyordu. Sadece onu değil tüm kasabayı.
"Evet gelmeyi çok isterim." Diyebilmişti. Ne denli istekli olduğunu belli etmemeye çalışarak.

İlk bölümüm bitti. Umarm beğenmişsinizdir, buraya kadar okuyanlara teşekkür ederim.

 

Loading...
0%