Yeni Üyelik
4.
Bölüm

•|Ruhta Hissedilen Şüphe Göze Yansır Mı¿

@roza_russell

 

Bir ruh bir beden, etrafımı sarmış duvar şüpheden. Bir bilinmezliğin içindeyim, kim bilir neredeyim...

 

 

ʕ≧ᴥ≦ʔBeğenmeyi ve yorum yapmayı unutma lütfen, desteğin çok önemli! ʕ·ᴥ·˵ʔ

 

 

Gözlerimi açtığımda Bayan Myron' ın evindeki tavanları gördüm. Neler oldu bana! Yavaşca uzandığım yerden doğruldum. Hâlen ıslak kıyafetlerim üzerimdeydi. İyiki değiştirmeye kalkmadılar, yani umarım kemiklerimin görünmesini istemem. Kendimi toparlayıp etrafıma bakınınca bana merakla bakan Kontes ve Lord' u gördüm.

 

Derin bir nefes alıp konuşmaya zorladım kendimi. Nerden başlayacağımı ne diyeceğimi bilmiyordum.

 

"O-orada noldu pek hatırlamıyorum?

 

"Suya çiçek bırakırken birden heykele doğru yürümeye başladın. Ve bayıldın ne olduğunu anlayamadık." Dedi Lord endişelenmişti benim için. Sonra konuşmaya devam etti. "Hemen ardından seni buraya getirdik. Şifacı çağırdım senin için, henüz ge-"

 

 

"Şifacı mı!! " Lord' un sözünü kestiğim yetmemiş gibi sesimde yüksek çıkmıştı. Verdiğim tepkiye şaşırmış bana bakıyorlardı.

 

 

"Şifacı geldi mi? Beni buraya kadar getirmişsinizzate şifacıya gerek yoktu Lord'um."

 

 

"Henüz gelmedi Şifacı fakat görünmen sağlığın için iyi olacaktır Küçük Hanım senin için bu kadarını yapabilirim." Diyerek gülümsedi. Oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Yatağın başındaki sandalyeye oturdu. Kendimi toparlayıp oturur vaziyete geçtim. Oturduğum yer yataktı. Etrafıma bakındım burası Kontes' in bana verdiği odaydı. Yatağım ıslaktı, kıyafetim gibi. Üzerimi değiştirmem gerekiyordu. Kıyafetimi incelerken Lord' la göz göze geldim.

 

 

"Sen üzerini değiş aşağıda seni bekliyor olacağım." Diyerek odadan çıktı. Bana olan bakışları ürpertiyordu. Kemiklerimi mi görmüştü? İçimi kaplayan korku ruhuma bir endişe prangası takmıştı bile.

 

 

Yaşadıklarım fazla geliyordu bana. Hiç kimseye yaşadıklarımı anlatamadan hayata devam etmek kendimi aramak kolay değildi. Derin bir nefes alıp buğulu gözlerimle odaya baktım. Bayan Myron uyandığımdan beri orda öylece oturup konuşmadan duruyordu. Ona baktığımı görünce ayağa kalkıp bana yaklaştı..

 

"Roza üzerini değiştirmeye çalıştım fakat ellerinle elbiseni sıkıca kavradığın için başaramadım, elini zorlamakta istemedim incitirim diye." ürkek ve titreyen tiz sesiyle konuştu. Ona gülümseyip önemli olmadığını belirterek kıyafetlerimin olduğu dolaba yöneldim.

 

 

Açık mavi tonlarında boğaza kadar yükselen tül detaylı fırfırlı bir elbiseyi dolaptan aldım. Etek kısmı aşağı düz uzanıyor eteklerindeki fırfırla son buluyordu. Arkamı dönüp Kontes' e baktım. Yatağımın ıslak örtüsünü çıkarmıştı. "

 

 

"Senin için yeni bir örtü getireceğim diyerek odadan çıktı." Kapıyı ardımdan kapatıp sandalyeye bıraktığım elbisenin yanına geldim. Soyunmaya titreyen ellerimdeki eldiveni çıkarmakla başladım. Tamamiyle soyunup kurulandıktan sonra hızla giyindim. Saçlarımı havluyla kurularken bakışlarım pencereden görünen meydana kaydı. Yavaşca pencereye yöneldim. Meydanda yaşadığım olayları aklım almıyordu. Atmayan kalbimdedi sızıyı tarif edemiyordum. Bilinmezlik...Yalnızlık... Ne de zordu.

 

Kapımın çalınmasıyla içeri girmesi için cevap verdim. Yeni yatak örtüsüyle gelen bir hizmetkârdı. Bir hizmetkâr? Saçımı toparlayıp aşağı indim. Güçsüz bedenimi taşıyan ruhum yorgundu. Alt kata inen her basamak bir öncedinden daha yüksek geliyordu. Merdivenlerin korkuluğuna dayanarak zemin kata indim.

 

 

Aşağıda, ikisi oturmuş beni bekliyorlardı. Salona geçerken pencereden dışardaki muhafızları gördüm. Sürekli muhafızlar ile dolaşmanın hiç de rahat olmadığını düşündüm. Tüm gün seni izleyen gözler... Salona yanlarına gelene kadar Lord' un bakışlarını üzerimde hissettim. Ne kadar bitkin olduğum dışardan görülüyor muydu? Ya ruhumun hissettiği ızdırap? Yanlarına gelip Lord' un karşısındaki koltuğa-Bayan Myron' ın yanına- yöneleceğim esnada elimden tutup yanına oturttu.

 

 

Arada bir sandalye kolu olmadan Lord' un yanına oturmak garip hissettirdi. Sessizce oturdum. Konuşmaya mecalim yoktu. Öne eğik olan kafamı, ince biçimli parmaklarıyla çenemden tutup kendine çevirdi. Yanaklarımın yandığını hissettim. Ona baktım. Bakışlarında merhamet ve şüphe birbirine karışmıştı.

 

 

"Şifacı geldi küçük Hanım, seni muayene etmesine müsade et. Bir şeyin olmadığına emin olmak istiyorum." Kalbi atmayan birini muayene etse ne derdi?

 

 

"Ben gayet iyiyim Lordum. Sabah pek kahvaltı etmemiştim bu yüzden bayıldım. Şifacıya gerek yok, Lütfen." Israr etmemesini umuyordum. Israr ederse haklı olarak nasıl bir bahane öne sürebilirdim bilemiyordum.

 

 

"Israr etmeyeceğim Küçük Hanım, Bir daha böyle bir şey olursa seni dinlemeden şifacılar getirtirip muayene edeceğime temin ederim." Başımı onaylarcasına salladım.

 

 

"Desteğiniz ve ilginiz için teşekkürler Lordum." Diyebilmiştim sadece. Bana bakıp gülümsedi ardından yüzünü yüzüme yaklaştırdı.

 

 

"Her zaman Leydim." diyerek bakışlarını gözlerimden dudaklarıma kaydırdı. İstekle aralanmış dudakları gittikçe yaklaştı nefesini dudaklarımda hissedebiliyordum. Usulca yaklaştım o esnada odada yalnız olmadığımız aklıma gelince kendimi geri çektim. Utanarak Bayan Myron' a baktım. Verandaya çıkmış sallanan sandalyesinde oturarak sepetindeki çiçekleri elindeki tele geçiriyordu. Lord kafasını eğdi, hoşnut bir ifadeyle sırıtıp bana baktığını gördüm. Gülerek kulağıma fısıldadı

 

 

"Dışarı çıkmıştı. Seni utandıracak bir duruma sokmam inan bana." hafifçe kafamı sallayıp tebessüm ettim. Kontes ses çıkarmadan bu kadar hızlı nasıl çıkabilmişti?

 

 

Dudaklarını ıslatıp yüzüme eğildi. Dudağımdan öptü. Öpmesine karşılık verdim. Sıcak dudakları kurumuş dudaklarımı kavrayıp ıslatmıştı. Gözlerim istemsizce kapandı. Gözümde canlanan sahneye odaklandım.

 

 

Bir kadın, yüzünü seçemiyordum. Elbisesinin tasarımı çok hoştu yeşil tonların hakim olduğu bir elbiseydi. Kadının turuncu saçlarını okşayan bir el belirdi, ardından bir adam slüeti. Giydiği kıyafet yeşil tonlarında altın işlemeliydi. Kadınla uyumlu giyinmişti. Adamın elinde gördüğüm, kadına doğru hareket ettirdiği hançerle gözlerimi açtım. Lord' dan hızla ayrılıp derin bir nefes aldım. Gördüklerimle dehşete düşmüştüm.

 

 

Bu gördüğüm sahne de neydi, turuncu saçlı kadında kimdi?

 

 

Yüzümde hissettiğim elle Lord' a odaklandım. Bana endişeyle bakıyordu.

 

 

"Noldu öperken canını mı yaktım?.. Özür dilerim. "

 

 

"H-hayır Lordum, afedersiniz. " Daha fazla konuşamadım ayağa kalkıp uzaklaştım. Gördüğüm adam kadını neden öldürüyordu? Sapı yakut taşlarla süslenmiş siyah bir hançer... Gördüğüm sahne beni boğuyordu. Pencereye yaklaşıp açtım. Kasabanın mistik kokusunu içime çektim. Havada çok yoğun çiçek kokusu vardı. İçime çektiğim her koku zerreciği, ruhumun yaralı kısımlarına ufak dokunuşlar yapıyordu. Bahçeye bakarken sahneyi yine zihnimde canlandırdım. Kimdiler benimle ne ilgisi vardı, neden böyle şeyler görüyordum? Gördüğüm sahneyi unutmaya çalışarak dışarıya odaklanmayı denedim.

 

 

Zihnimin duvarlarını sarsan bir çok soru vardı, en önemliside Lord' un bana olan tutumlarıydı.Şuan sorgulamam gereken durum buydu diğerlerini sonraya erteleyebilirdim.

 

 

Daha bugün tanıştığım bir Prens' le bu kadar yakın olmak garip geliyordu. Bana karşı bu denli ilgili olması normal miydi? Çevresinde onca güzel kadın varken. Ben...Ben merazından uyanmış ölü bir bedendim.

 

 

Diğer kadınlara göre soluk tenli ve zayıftım. Arka bahçeye bakan pencerinin önünde bunları düşünürken açık omzuma konan bir kelebekle irkildim. Kadifemsi siyah kanatları güneş ışığıyla parlıyordu. Parmağımı uzatıp dokundum. Uçmak yerine parmağımın üzerine çıkmıştı. Parmağımı kaldırıp yüzüme yaklaştırdım. Güzel kokuyordu. Bir kelebek kokar mıydı? Üzerime düşen gölge ile uçup pencereden çıktı. Omuzlarımdan tutup demin kelebeğin konduğu yere minik bir öpücük kondurdu Lord.

 

 

"Yarın saat 10.00 da seni almaya geleceğim Leydim. Yüksek kayalık şelalesine birlikte gidelim istiyorum. Şimdi gidiyorum. Görüşmek üzere Küçük Hanım. " diyerek omzumdaki ellerinin baş parmağıyla omzumu okşayıp benden uzaklaştı. Tek yaptığım onu arkasından izlemekti.

 

 

Bir süre öyle durdum, aklımda birçok soru vardı yaşadıklarımın mantıklı bir açıklaması olmalıydı. Salona geçip oturdum, bu esnada kapı sesi gelince o yöne baktım. Gelen Bayan Myron' dı. Ona baktığımı görünce konuştu,

 

 

"Prens'e yola kadar eşlik ettim. İnanabiliyor musun bir Prens'i evimde ağırladım. Senin sayende. Bana ne kadar da iyi geliyorsun Roza." dediklerine tepkisizdim. Tepki vermediğimi görünce yüzündeki mutlu ifadenin yerini endişe aldı. Hızla yanıma gelerek

 

 

"Roza, n'oldu, neden mutsuzsun? yoksa hasta mısın!? Bak Prens'e demesende bana her şeyi diyebilirsin sana elimden geldiğince yardım edeceğim."

 

 

"Bayan Myron sizede Lord' un bu tepkileri garip gelmiyor mu? Daha bu sabah tanıştığı bir kadına bu denli samimi olması ilgi göstermesi?" yüzünü inceledim sorduğum soruya kayıtsız kalmıştı. Hafifçe çatıldı kaşları. Öylece yere bakıyor düşünüyordu, birden gülümseyip neşeli bir sesle

 

 

"Ah Roza'm o bir Prens bu konuda düşünmek için fazla vakit harcamaz. Beğenmiş ilgisini çekmişsin işte bu kadar, başka sebebe gerek duymaz. Hemen harekete geçer. Eşi ile tanıştığında da böyleydi iki günlük tanıştığı kadınla evlendi. Bu olay baya ses getirmişti burada. Selenit Krallığın Prens'i de aynı şekilde şuan nişanlı ve nişanlısı ile sadece 1 hafta önce tanıştı."

 

 

"Nasıl yani Lord evli mi? " Duyduklarıma inanamamıştım. Lord un evli olcağı aklıma dahi gelmezdi.

 

 

"Evliydi ama geçen yıl eşini kaybetti o yıl evlenmişti ve ne yazık ki eşi vefat etti." Evleneli 1 yıl bile olmadan eşini kaybetmek mi ? Sevdiğin insanın acısı ruhda farklı izler bırakır; silinmeyen, yeri dolmayan...

 

 

"Neden? "Nasıl vefat etmişti, önceki eşi kimdi?

 

 

" Amansız bir hastalığa yakalanmıştı. Cenazesine bile sadece kraliyet ailesi katılmıştı." Amansız bir hastalık mı? Sarayda nasıl böyle bir hastalığa yakalanmış olabilir ki, biri kasten mi hastalanmasına sebep oldu?

 

 

"Selenit Prens'i nişanlı dediniz ama kutlamada nişanlısını göremedim. Nişanlısı nerede? "

 

 

"Duyduğuma göre uzak bir yere bir akrabasını ziyarete gitmiş." Uzak bir akraba demek. Başka bir şey diyemedim.

 

 

Duyduklarım şaşırtmıştı beni. Evet Lord 29 yaşındaydı fakat evlenmiş olacağı aklıma gelmemişti. Nedense içimde bir şey evlenmiş olduğu gerçeğini kabul etmiyor aksine kendi yalanına inanmaya devam etmek istiyordu.

 

 

Müsade isteyerek bana verdiği odaya çıktım. Hislerim bu işte bir terslik olduğunu söylüyordu. Yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Odama girip kapıyı kapadım. Pencerenin önüne gelip dışarıya göz attım. Prens kutlamaya geri mi döndü acaba?

 

 

Kutlamayı incelerken heykeli gördüm. Orda yaşadıklarım yine aklıma geldi. Bana bakmıştı. Siyahın arasındaki kırmızı gölgeler...

 

 

Birden aklıma kütüphane geldi. Açıldı mı acaba? Saat daha erkendi hemen aşağı inip Kontes'e seslendim.

 

 

"Bayan Myron! Bayan Myron!"

 

 

"N'oldu Roza bu ne acele?"

 

 

"Kütüphane açıldı mı acaba?"

 

 

"Ah! evet kütüphanenin sorumlusu Bayan Julia, kütüphaneyi açtıklarını söylemişti."

 

 

"Oraya gidelim lütfen!"

 

 

"A-ama bugün kutlamadan ötürü kapalıdır hem senin dinlenmeye ihtiyacın yok mu? Bayıldın orda, kütüphaneye gitmek yorabilir seni."

 

 

"Hayır kendimi gayet iyi hissediyorum. Kütüphaneye gidelim lütfen"

 

 

"Sanmıyorum Roza ama senin için bir uşak göndereceğim. Açık olup olmadığına bakıp bizi bilgilendirsin." diyerek cevap vermemi beklemeden dışarı çıktı. Bu evde kaldığım sürece hizmetkârları hiç görmemiştim ama bahçede bir tanesi duruyordu. Ve bir tanesi odamda yatağımın örtüsünü getirmişti.

 

 

Merak edip dışarı çıktım. Bayan Myron hızlıca ona bir şeyler söyledi. O esnada hizmetkâr bana kaçamak bir bakış atıp başını onaylarcasına salladı. Ardından atına binerek hızla uzaklaştı. Bayan Myron sert bir yüz ifadesiyle arkasını döndü beni görünce yüzüne yumuşak bir ifade yerleştirerek yanıma yaklaştı.

 

 

"Gönderdim Roza'm, gelince sana haber veririm. Git dinlen sen."

 

 

"Hayır dinlenmek istemiyorum. Bahçeyle ilgilenmek istiyorum. Bahçe malzemelerinin yerini gösterir misiniz Bayan Myron lütfen?"

 

 

"Tabi, Roza şu depoyu görüyor musun? Laura' nın kulübesinin yanındaki." görüp görmediğimi anlamak için duraksayıp bana baktı. Onaylarcasına başımı sallayıp oraya yürüdüm.

 

 

Elbisemin kollarını yukarı çektim. Laura geldiğimi görünce ayağa kalkıp sevinçle kuyruğunu salladı. Depoya gitmeden onu sevdim. Siyah yumuşak tüyleri bakımsızdı. Yeterli beslenemediği derisinin altındaki sayılabilen kaburgalarından anlaşılabiliyordu. Bayan Myron neden gerektiği gibi beslememişti?

 

 

Eve gidip bir fırça ve sabun aldım. Daha doğrusu evdeki hizmetkârdan bunları isteyip vermesini bekledim. Laura' nın yanına eşyaları bırakıp depoya yöneldim.

 

 

Depo ahşaptan yapılmış, açık mavi renkli, kir içinde çatısının bir kısmı çökmüş haldeydi. Uzun zamandır depoya girilmediği halinden okunuyordu. Kapı menteşeleri paslanmıştı. Kapıyı açıp içeriye baktım. Depo toz içindeydi. Boğazıma kaçan toz taneleri öksürmeme sebep olmuştu. Deponun kapısını ardına kadar açıp havalanmasını sağladım. İçeri ye temkinli adınlarla girdim. Ne kadar sağlam olduğunu bilemiyordum.

 

 

Dışına nazaran içerisi düzenliydi. Her alet yerli yerindeydi. Laura' yı yıkamak için bir hortum aradım. Kapının arkasında beklentilerimi karşılayacak bir tane bulup aldım. Deponun yanında bulunan çeşmeye yaklaştım. Akmasını umuyordum. Uzun süre kullanılmadığı paslı başlığından belliydi. Eğilip çevirdim su geliyordu. Bir süre akmasını bekledim. Paslı suyun akıp gitmesini beklerken Laura' yı yanıma çağırdım.

 

 

Yanıma kuyruğunu sallayarak geldi. Bu haline gülmeden edemedim. Hortumu çeşmeye takıp Laura' nın patisini ıslattım suya ne tepki vereceğini merak ediyordum. Önünde akan suya başını koyup ıslattı. Suya olan tepkisini anlamış oldum böylece. Sevmeyen bir köpek başını suyun altına sokmazdı.

 

 

15 dakikada Laura tertemiz olmuş kirlerinden arınmıştı. Suyu fazlasıyla seviyordu. Yıkandıktan sonra klübesinin arkasınaki bir yere gidip bana bakarak havladı. Yanına gidip baktım. Bu minik bir havuzdu. İçene dolan kurumuş dal ve yapraklar ilk baktığımda görmemi engellemişti. Havuzun içini temizleyip hortumu buraya koydum.

 

 

Doğrulup depoya yöneldim. İçinden bahçedeki çalıları budamak için makas aldım. Ellerime geçireceğim bir eldiven aradım. Eşi olmayan tek bir eldiven buldum 5 dakika sonra.

 

 

Nedense Kontes ile şuan konuşmak içimden gelmiyordu bu nedenle tek eldivenle idare etmeye karar vererek dolan havuzun yanına gidip hortumu aldım. Laura dolan havuzun içinde keyifle yüzüyordu. Onu sevmeyi ihmal etmedim. Ardından bahçenin arka kısmına ilerledim. Düzenlemeye oradan başlamak istiyordum. Kurumuş ağaçların dibine hortumu bıraktım toprak yumuşadıktan sonra kurumuş ağaç köklerini çıkarmayı düşünüyordum.

 

 

Eğilip çalıları budamaya başladım. İrice bir çalıyı budamak için yöneldiğimde hareket ettiğini gördüm. Korkarak geri çekildim. İçinde yırtıcı bir canlı mı var? Derken arkasından çıkan kedi ile rahatladım. Bu gördüğüm beyaz kediydi. Öylece bana bakıyordu. Bir tasması olduğunu fark ettim. Kediyi ürkütmemeye çalışarak tasmasına elimi uzattım. Benden korkmuyor aksine kendini sevdirmeye çalışıyordu. Kafasını kaşıyarak sevdim.

 

 

Tasmasına baktım sadece ismi yazıyordu "Urien"

 

 

İsmini sesli şekilde tekrar ettim kafasını kaldırıp bana baktı. Ardından bakışları benden yukarıya çevrildi. Arkamı dönüp baktığı yöne baktım. Bayan Myron üst kattan bana bakıyordu. Baktığımı görünce hemen geri çekildi. Bu kadının sorunu neydi, ne zamandan beri bakıyordu?

 

 

Elimi yalayan Urien ile önüme dönüp ona odaklandım. Arkasını dönüp çalının yanına gitti. Yeri kazıyor bana bakıyordu. Kazdığı yere yaklaştım. Toprağın içinde parlayan kırmızı bir şey vardı. Uzanıp yerinden çekip baktım. Bu kırmızı narin bir bileklikti. Kırmızı taşı gördüğüm yakut desenli hançeri anımsattı. Yutkundum. Bileklik yabancı gelmiyordu. Acaba Bayan Myron' da mı gördüm? Fakat arka bahçeye hiç gelmiyorum demişti.

 

 

Elbisemin cebine yerleştirdim. Urien çalının arkasında bir şeyi tırmalıyordu. Çalıyı yana eğip baktım. Çitte geçebileceğim büyüklükte bir delik vardı. Urien ordan geçip gitti. Bende eğilip baktığımda Urien' i göremedim. Gözden kaybolmuştu. Seslendim fakat gelen olmadı. Peşinden gitmek istesemde ön taraftaki at sesiyle hizmetkârın geldiğini düşünüp olduğum yerden doğrularak üzerimi çırpıp ön tarafa yürüdüm. Kütüphane açıktır umarım.

 

 

Ön tarafa geldiğimde doğru tahmin ettiğimi anladım. Hizmetkâr atından inerken ona yaklaşıp kütüphanenin açık olup olmadığını sordum

 

 

"Merhaba, kütüphane açık mı acaba?"

 

 

"Merhaba Bayan Roza, Evet evet kütüphane açık." Hizmetkâra tam teşekkür edecekken beni geçip arkama yürüdü. Bayan Myron' ın geldiğini görmüş hemen oraya doğru yürümüştü. Kulağına fısıldayıp geri çekildi. "Tamam şimdi gidebilirsin." Bayan Myron' ın emri üzerine hızlıca geldiği gibi gitti. Ne demişti ki kulağına? Bayan Myron'ın hizmetkârının ne dediğini söylemesini beklesemde tek kelime dahi etmedi. Bende üstelemedim.

 

 

Bayan Myron' a dönüp "Kütüphaneye gitmek istiyorum." Dedim. "Artık geç oldu yarın gideriz." dediğinde kaşlarımı hafifçe çatarak

 

 

"Sizin gelmenize gerek yok ben kendim gidebilirim." Dediğimde anında

 

 

"Hayır Roza senin için tehlikeli olur, gidemezsin." Bu dediğiyle daha çok sinirlenerek

 

 

"Neyin tehlikesi!?" Diyerek gözlerine baktım. Ben zaten tehlikenin içindeydim. Kendi hakkında hiçbir şey hatırlamıyor kime güveneceğimi bilmiyordum.

 

 

"Buraların çiçeklerine, renklerine aldanma Roza geceleri gerçekten korkutucu ve tehlikeli olur."

 

 

"Bayan Myron" dedim bıkkın bir sesle "Lütfen ben gitmek istiyorum."

 

 

"Ahh Roza yeter ama gitmen doğru olmaz."

 

 

"Gideceğim Bayan Myron." Diyerek kararımı sürdürdüm.

 

 

"Peki, Roza gidelim. Bende geliyorum." başımla onaylayıp hazırlanlanmasın beklemeye başladım.

 

 

15 dakika sonra

 

 

Bayan Myron' ı tam 15 dakikadır bekliyordum fakat gelmemişti. Biraz daha bekeleyeceğim eğer gelmezse bende kendim giderim. "Roza seni çok bekletmedim değil mi?" diye sesi geldi. Gülümseyerek "Beklediğimden daha uzun sürdü işiniz ama önemli değil. Hadi daha fazla beklemeden gidelim." Dediğimde Yüzünde endişe vardı. Nedense içimden bir ses endişesinin benimle ilgli olduğu yönündeydi.

 

 

Önde yürüyerek bahçeden çıktı. Kütüphaneye yürüyerek gidecektik. Bayan Myron yukarı yönde yürümeye başladı. Oysa hizmetkâr aksi yöne gitmişti. Bayan Myron'a seslendim.

 

 

"Bayan Myron, o yönde mi gidicez, kütüphane o tarafta mı? "

 

 

"Evet Roza, hadi gel, geç olmadan gidelim." konuşmama fırsat vermeden arkasını dönüp ilerlemeye devam etti. Bende temkinli bir şekilde onu takip ettim.

 

 

Yürürken etrafımı inceledim. Çiçekli döşenmiş evler boy boy uzanıyordu. Geçtiğimiz yollarda pek insan yoktu. Kutlamada olduklarını tahmin ediyordum.

 

 

İlerledikçe insan kalabalığının sesini duydum. Kutlamanın yanından geçiyoruz herhalde. Müzik sesi çiçekli evler arasında yükseliyor, ruhları âdeta dans etmeye teşvik ediyordu.

 

 

Yolda yürürken ufak ufak dans ediyor bildiğim bir şarkıyı mırıldanıyordum. Etrafımda dönerken çarptığım bir genç adamla sendeledim. Kahve saçlarına eşlik eden kahve gözleriyle merakla bana bakıyordu. İri yapılı bedenini bana doğru tam çevirdi. Kirli sakallarını kaşıyıp

 

 

"Yardımcı olabilir miyim Hanımefendi?" diye sordu.

 

 

"Ah! kusura bakmayın lütfen yanlışlıkla çarptım. Sizi işinizden alıkoymak istemezdim."

 

 

"Hayır önemli değil, pek bir şey yaptığım yok zaten. Bu dışarda gördüğünüz kasaları içeri taşıyordum o kadar." diyerek gülümsedi. Ardından aklına gelir gibi hızlıca konuştu

 

 

"Ben Rex, siz değerli hanımefendi bana adını bahşeder mi?" karşımdaki adam gerçekten kibar ve sempatikti. Gülümseyerek

 

 

"Ben de Roza." dedim.

 

 

"Roza demek, çok güzel bir isim." diyerek önümde nazikçe eğilip doğruldu. Eteğimden tutup aynı şekilde eğildim. Elimde ki bilekliğe bakarak konuştu

 

 

"Bu bilekliği nerden buldunuz Bayan Roza?" Bahçede Urien' in bulduğu bilekliğe bakıp

 

 

"Eee ben, bunu hediye olarak bir akrabamdan aldım." yalan söylemekte hiçte iyi değildim. Ama bu bilekliği yerde bulup taktığımı söylemek gelmedi içimden. Bileğimi nazikçe kavrayıp yaptığı şeyden rahatsız olup olmadığımı anlamaya çalışır gibi yüzüme baktı bir şey demediğimi görünce kendine doğru kaldırıp bilekliği inceledi.

 

 

"Hımm, şey bu bileklik bizim ailemizde bir gelenektir. Çok değer verdiğimiz kişilere bundan hediye ederiz. Fakat çok nadir olur bu, sizde görünce bizim ailemizde sizi tanıyan biri var mı diye merak ederek sordum." bilekliği çıkaracağı esnada Bayan Myron' ın tiz sesini duydum

 

 

"Roza, gidelim artık." Rex'le vedalaşıp Kontes'in yanına koşar adımlarla yürüdüm. Arkamı döndüğümde öylece durmuş bize merakla bakıyordu. Bilekliğimi çıkarıp bir şeye bakacağını tahmin ettim ve aynısını yapmayı sonraya erteledim.

 

 

Kütüphaneye vardığımızda karanlık çökmek üzereydi. Kütüphane gerçekten çok uzaktaydı. Garip dönemeçlerden geçip varmıştık. Kütüphanenin kapısındaki kocaman kapalı yazısı ile karşılaştım. Rex'in yanında en fazla 5 dakika durmuştum. Yol boyunca Bayan Myron bir kaç kez oturmuş dinlenmişti. Bunun dışında hiç oyalanmamış kütüphaneye yürümüştük ama yetişemedik ve öylece kapıda bekliyordum.

 

 

Bayan Myron yüzünde memnun bir ifadeyle

 

 

"Bak Roza kapalı hadi gidelim başka gün gelirsi-"

 

 

"Yarın...Yarın Bayan Myron. Yarın geleceğim." Diyerek kapalı yazısının altında açılış saatine baktım. Yarın saat 7.00 de açılıyordu. Ardından arkamı dönüp geldiğimiz yoldan yürümeye başladım. Tüm yol boyunca tek kelime dahi etmedim. Tüm yolda Bayan Myron tek bir kere dahi dinlenmemiş aksine daha çevik ve hızlı adımlarla yürümüştü. Benim kütüphaneye gitmemi istemiyordu ama neden? Rex'in olduğu yere yaklaşınca gözüm onu aradı.

 

 

Tüm eşyaları taşımıştı. Kontes önümde yürüyordu. Adımlarımı yavaşlatarak aramızdaki mesafenin artmasını sağladım. Rex'in dükkanının önüne gelince durup dükkanı inceledim. Burası büyükce bir manavdı. Tezgâhlardaki meyveler sebzeler duruyordu hâlâ. Demek ki kapatmamıştı manavı. Tezgâhtaki dolgun sulu bir şeftali dikkatimi çekti. Gerçekten leziz görünüyordu. Tüm gün hiçbir şey yememiştim. Elime alınca param olmadığını hatırladım. Bayan Myron' a baktım. İleride bir kadınla gülerek konuşuyordu. Uzun zamandır eşinin yasını tutan bir kadına göre çok neşeliydi. Bunları düşünürken omzumda hissettiğim elle irkilip elin sahibine baktım. Rex tüm içtenliğiyle bana bakıyordu.

 

 

"Çok leziz değil mi?" dedi, elimdeki ısırdığımı fark etmediğim şeftaliyi işaret ederek. Bayan Myron' ı incelerken fark etmeden ısırmıştım. Isırdığımı görünce utanarak

 

 

"E-evet gerçekten çok leziz. B-ben özür dilerim senden habersiz bir tane aldım."

 

 

"Haha bunun için özür dilemene gerek yok Roza. Şeftalinin tadını beğenmene sevindim. Onları kendim üretiyorum da." Gururlu bir bahçıvanın bakışları vardı gözlerinde. Ona bakıp gülümsedim.

 

 

Birden suratı endişe kaplayıp

 

 

"Ah afadersiniz, size direkt isminizle hitap ettim." sanki bir suç işlemiş gibi endişeliydi. Bu haline dayanamayıp güldüm. Bu hareketime şaşırmış bana öylece bakıyordu.

 

 

"Rex lütfen bana Roza de olur mu?" diyerek bu lezzetli şeftaliden minik bir ısırık daha aldım. Bu cümlem üzerine rahatlayıp güldü. Tezgahtan aldığı bir şeftaliyide kendisi ısırıp manavın içine girdi. Elinde iki tabure ile geri geldi birini yanıma koyarak oturmamı işaret etti. Mezardan uyandığımdan beri ilk kez birinin yanında kendimi bu denli rahat hissetmiştim. Tabureye oturup şeftalimi yemeye devam ettim.

 

 

"Ee Roza Kontes ile nasıl bir bağınız var?"

 

 

"Benim uzaktan bir akrabam. Yalnızdı ve bende bir süreliğine yanına geldim." Kontes' in yalanını sürdürmeye karar verdim.

 

 

"Çok iyi gelmişsin ona, Kont vefat ettikten sonra hiç güldüğünü görmedim ve siyah dışında bir renk giyindiğinide hatta dışarı çıktığınıda." diyerek güldü.

 

 

"Hımm aslında geleli birkaç gün oldu ama etkimi göstermeye başladım bile." başını dediğime katılırcasına salladı.

 

 

"Roza nerden geliyorsunuz bu saatte? Tabi bunu sormak haddime değil benimki sadece bir merak" diye sorup başını kaşıdı.

 

 

"Rex benim karşımda rahat ol lütfen. Ve biz kütüphaneye gittik fakat gidene kadar kapanmıştı."

 

 

"Yol üzerinde başka bir yere uğrayacak mıydınız?"

 

 

"Hayır, hiçbir yere uğramadan gittik." kaşlarını çatmış bana bakıyordu.

 

 

"Şöyleki gittiğiniz yol uzun yol, şu ilerde-evin olduğu yönü işaret ederek-bir sokak var ordan geçip gitseydiniz 30 dk' da orda olurdunuz. Bu gittiğiniz yol en az 25 dk daha uzatıyor." Rex in son sözüyle şaşırıp kaldım. Bayan Myron bu kısa yolu bilmiyor olamazdı. Beni gerçekten kütüphaneye götürmek istemediğine artık emindim.

 

 

"Rex, Kontes' in bu yolu bilmeme ihtimali var mı sence?"

 

 

"Hayır tabikide, Kont ile bu kısa yolu sık kullanırlardı. Kütüphanenin karşısında bu kasabanın en güzel tatlıcısı var. Ve oraya tatlı yemeye neredeyse her hafta giderlerdi. Babam Kont'un uşağı idi bu yüzden biliyorum." diyerek. Şeftalisinden kalan son kısmı ısırdı. Birden ayağa kalktı. Arkamı dönüp baktığımda Kontes buraya kadar gelmişti.

 

 

"Roza, burda fazla oyalanmadın mı? Çok geç oldu eve gidelim artık." emir verir gibi konuşup Rex' e ters ters baktı. Ardından tekrar konuştu

 

 

"Sen, bu saatte bir bayanı oyalayıp lafa tutmaya utanmıyor musun?" sözleri Rex'e idi. Böylesine hesap sorması kabul edilebilir değildi. Ayağa kalkıp konuştum

 

 

"Bayan Myron, konuşmak isteyen bendim Rex değil ve biraz daha sohbet etmek istiyorum. Siz eve gidebilirsiniz. Rex beni eve bırakır." son cümlemle Rex'e baktım. Olur manasında kafasını salladı.

 

 

"Roza, karanlık çöküyor bu saatte dışarda olman doğru değil lütfen gidelim." Rex'e baktığımda Bayan Myron' ın daha fazla bekletmeden gitmem gerektiğini kafasıyla işaret etti. Bende kabul ederek vedalaşıp eve doğru yürüdüm. Eve geldiğimizde odama gitmek için merdivenlere yöneldiğimde

 

 

"Roza bir şey yiyip içmeyecek misin? Bize güzel bir kahve yapabilirim." Kontes' e öfkeliydim onunla konuşmak istemiyordum. Sadece odama gidip en kısa sürede nasıl kendimi bulabileceğimi düşünmek istiyordum. Teklifini reddederek odama çıktım. Üzerimi değişeceğim esnada duş almanın daha iyi olacağını düşündüm. Geceliğimi alıp alt kattaki banyoya indim. İnerken Bayan Myron' ın dışarda biriyle konuştuğunu gördüm. Kimdi bu?

 

 

Temkinli adımlarla yaklaştım konuştuğu kişi bir adamdı. Yüzünü göremesemde üzerindekilerden Lord' un muhafızlarından biri olduğunu anladım. Bu saatte burda ne işi vardı? Kulağımı kabartıp duymaya çalıştım. Roza... Kütüphane... Nişan... Kutlama gibi birbirinden alakasız kelimeleri duyabildim. Kontes muhafızla vedalaşır gibi hareket ettiğinde hızla banyoya girip kapıyı kapadım.

 

 

Elimdeki geceliği dolabın üzerine bırakıp soyundum ardından saçlarımı açarken bileğimdeki bileklik gözüme çarptı. Rex bu bilekliği çıkarmak istemişti yüksek ihtimalle arkasına bakacaktı. Bilekliği çıkarıp arkasını çevirdim taşın arkasında bir isim ve tarih yazıyordu. Tarih, 101 yıl öncesini gösteriyor alt kısmında ise R.R yer alıyordu. R. R de ne? Yarın Rex' e sormaya karar verip duşumu aldım. Odama giderken Kontes' i göremedim. Günün yorgunluğuyla kendimi yatağa attım tek istediğim biraz uyumaktı... Gözlerimi kapamadan son baktığım halen solmayan mezardan kopardığım kırmızı güldü.

 

 

 

 

 
























 

 

 































































































































































 

Loading...
0%