Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. "Demir Sancağın Gölgesindekiler"

@rubamsalepe

Yepyeni bir hikaye ile karşınızdayım. Hem güleceğinize hem aksiyona doyacağınıza hem de gördüğünüz aşklarla duyguların en zirvesini garantisini verebilirim. Ben aşkla yazdım siz de aşkla okursunuz umarım, iyi okumalar.

Hadi bakalım herkes buraya kitaba başladığı tarihi yazsın.
24.09.2020

Yayımlanma tarihi: 02.06.2023

♟️

Ölüm sessizliği...

İki kurşun sesiyle açtılar gözlerini, defalarca burun buruna geldikleri ölümden de karşılarındaki terörden de gram korkuları yoktu.

Türk demek töreli demekti, töresine bağlı olanın da korkusu olmazdı. Kaç kurşun yemişlerdi tenlerine, boyunlarından kaç ip geçirmişlerdi onları vatanlarından kopartmak için? Sayısını bile bilmiyorlardı, yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgide savaşıyorlardı.

Vatan için...

Vatan için ölene şehit deniyordu, yaralanana gazi peki ya yaşayana? Yaşayana sadece asker denmesi haksızlık değil miydi? O demir sancağın altında dimdik duran yiğitler kahramanlardı.

"Uyuyun diye mi geldiniz buraya? Kalkın lan!"

Sadece sesli bir uyarıydı, fiziksel olarak çok fazla şiddet göstermemişler iki askeri de alıp bu kulübeye getirmişlerdi.

Kadın sımsıkı bağlı olan kollarını hareket ettirdi, herkes bu askerlerin o zincirlerden kurtulabileceğini biliyordu, iki kolunu ayrı yere kelepçelemek işlerini sağlama alıyordu.

"Denedim çıkmıyor," dedi Mete, o kadından önce uyanmış zincirleri zorlamış ancak bir kurtuluş çaresi bulamamıştı. Bir eli açıkta olsaydı, ah o eli oradan çıkarabilseydi her şey başka olurdu.

"Kime diyorum asker? Rahatlıklarına bakın sanki çay kahve içmeye geçmişler. Esir aldık biz sizi esir!" İki asker de aynı rahatlıktaydı, teröristin yüzüne bile bakmamışlar onu umursamamışlardı.

"Bir bardak olsa ne güzel olurdu değil mi komutanım? Üf şimdi nasıl giderdi dağ havasına karşı."

"Varsa alırız çayınızı, kaçak olmasın ama bak bizim Rizeli var bir tane çok kızıyor. Anam topluyor o kadar siz kaçağını içiyorsunuz diyor hiç çenesini çekemem." Ellerinden asla çay içmezdi, sadece onları ne kadar da dikkate almadıklarını göstermek istiyorlardı.

Savaşın birkaç türü vardı, istihbaratla da silahla da psikolojiyle de savaşmayı Sancak Timi çok iyi öğrenmişti. Bu adamların görevi çok basitti, silahla savaşacaksın ve emir gelirse silahını bırakıp aklınla savaşacaksın.

Akılla savaştıkları, silahı bırakıp düşmana göre esir düştükleri andalardı. Görevdi sadece, Ayakçı'yı kurtarmanın başka yolunu bulamamışlardı.

"Ulan sizi çok fena döverdim de başkan sizi sağlam istiyor. Hele bir sizi bana versin o zaman ne hâle getiriyorum sizi."

Sinirlenip kendi kendine söylenerek çıktı kulübeden, kapıyı kilitlediğinde ikisi de birbirine bakıp gülümsedi. Başardık ifadesiydi bu, her şey olması gerektiği gibi ilerliyordu.

"Ne diyorsun Azra, çay böyle demli olsa güzel olurdu değil mi?"

"Olmaz mı komutanım, zaten acıktı karnım iyice. Çayla da dürüm iyi giderdi şimdi."

Gülüştüler yeniden, sonra gözleri birbirine değdi, Mete sormadan edemezdi, burada olmaması gerekiyordu.

"Neden geldin Azra? Tek gelecektim ama o vadide arkamı döndüğümde sen de vardın, bu itlere yem ben olacaktım sen değil." Mete komutanlarını bu plana ikna etmek için çok uğraşmıştı ve sonunda ikna edebilmişti, emrine uymayan biri hariç diğer herkes uymuştu ona. Azra duramamış o vadiye inmişti.

"Bana ihtiyacınız olacak. Tabancayla uzun mesafe atışını benim kadar iyi yapamazsınız."

Yapamazdı evet, bir keskin nişancı kadar iyi ateş edemezdi Azra bu konuda en iyisiydi ama burada olmamalıydı.

"Demir!" dedi, yüksek değildi sesi ancak otoriter çıkmıştı. "Sana her zaman ihtiyacım var benim ama sana sorduğum soru bu değildi. Neden buradasın, neden emrimi çiğnedin?"

"Duramadım, bu defa okçular tepesinde duramadım geldim. O gün de gelmiştim, bugün de geldim. Sebebi aynı."

Mete sustu, buna diyebileceği bir şey yoktu, nefes alıp onunla konuşabiliyorsa bu Azra sayesindeydi.

"Yine de bu emrime uymamanı gerektirmez." Sesi çok daha yumuşaktı. "Gözümü açtığımda seni baygın görmek korkuttu beni, iyisin değil mi?"

"Bu piçler bana bir şey yapamaz komutanım, iyiyim ben."

"Ona ne şüphe astsubayım, yüz bin tanesi bir tane sen etmez, etmez de sen yine de dikkat et gördüğün her şeye atlama. Bu bir emirdir."

"Emredersiniz."

Buraya geldikleri saati bilmiyorlardı, o herifler onları aldığında saat tam olarak 12'yi 13 geçiyordu. Doğru anı kollayan Sancak Timi baskın verip panik havası yaratacaktı, plan doğru işlerse Murat kurtulurdu, onun getireceği istihbarat sayesinde çok can kurtulacaktı. O yüzden Murat kurtulmalıydı.

"Ellerimizi ayrı ayrı kelepçelemeselerdi parmağı çıkarır kurtulurduk timi alet etmeden. Hakan'a güveniyorum ama aklım yine de onlarda, bir aksilik olursa kendimi affetmem."

Omuzlarındaki iki yıldızın bazen çok ağır geldiğini hissediyordu üsteğmen. Verdiği kararlar hatasız olmalıydı, her zaman doğru olmalıydı böylece kimse zarar görmez zafer de kaçınılmaz olurdu.

Hatası hiç olmamış bir askerin asla hata yapmayacağını söylemek büyük bir yanılgıydı, risk alıyorlardı sık sık aynı şimdi olduğu gibi. O an öldürülebilirlerdi ama Mete birçok can kurtulsun diye bu riski almayı seçmiş herkesi de ikna etmişti.

"Timlerimiz birleşeli uzun zaman olmadı ama sizi tanıyorum. Başı boş bir hata yapmakla risk almak çok farklı şeyler. Siz hata yapmazsınız yani, beni kandıramazsınız." Bileklerine döndü, parmağını çekip çıkartarak kelepçelerden kurtulduğunu hayal etti. Mete yapsa da Azra yapamazdı. "Ve benim parmağımı çıkarırsak yerinden ben nasıl bu itleri avlayacağım? Hedefi şaşırırsam..."

"Şaşırmazsın, o hedefe bakıp vuramadığın tek bir ana bile şahit olmadım ben. Senin isteyip vuramayacağın bir hedef yok."

"Yani şimdi mütevazı olamayacağım, attığımı vururum evet. Bana Demir Leydi demeselerdi kemankeş falan derlerdi herhalde." Kemankeş lafı güldürdü adamı, bundan 500 sene önce yaşıyor olsalardı at üzerinde geriye dönüp ok atabilen, akrobatik hareketlerle ata hükmedebilen savaşçı bir Türk kadını olurdu emindi bundan. Savaşçı olmak ona çok yakışıyordu, bir kadının savaşçı olması gücünü göstermesi diğer kadınlara da hep örnek olmaz mıydı zaten? Her kadın biraz savaşçı değil miydi? Güç sadece bilekte olmazdı ki, kiminin bileğinde kiminin kalemindeydi güç.

"Kemankeş Kara Azra Paşa falan da derlerdi değil mi?" Azra başıyla onu onayladıktan sonra kendisini bir savaş meydanında orduya böyle takdim edildiğini hayal etti, fazlasıyla komikti. At binebiliyordu, ok da atmışlığı vardı ama kendini geçmişte hayal edebilmek garip bir histi.

"Ne zaman gelecekler komutanım? Geç kalırsak..."

"Öyle bir şansımız yok, yetişmek zorundayız." Ağrıyan kollarını umursamadan sırtını duvara yasladı, bacaklarının birini karnına çekip diğerini de öteki bacağına doğru kırdı. "Acıktın diye mi bu kadar söyleniyorsun?"

"Ama vallahi acıktım ya, bu kumanyalar beni doyurmuyor."

"Avlayalım sana bir geyik tam da buluruz ya burada." Bulundukları bölgede pek yenilebilecek hayvan yoktu, en fazla kuş yiyebilirlerdi onu da yakalaması sıkıntıydı.

"Tek geyik olmaz yanına mezeler de isterim, dereden dereotu toplarız meze yaparız sevmesem de."

"Tamam mezeleri sen yaparsın geyiği de ben pişiririm."

Zaman geçmek bilmedikçe muhabbet böyle saçma yerlere gidiyordu, ikisi de halinden memnundu, şu dağda hayat başka türlü çekilmiyordu. Kan ve leş kokularını kahkahalarla bastırmak zorundalardı.

"Ay akşamdan ışıktır," diye bir ses geldi dışarıdan, çok uzak değildi, gelmişlerdi ve gerçekten de bu dikkat dağıtıcı bir girişti. Bir ateş sesi duyuldu ardından, MPT-76 sesiydi, bu sesi ne zaman duysalar hoşlarına gidiyordu. Keleş sesini bastıran tüfek gibi tüfekti.

"Yaylalar yaylalar," diye bağırdı Mete, Azra'ya baktığında geldiler demeden geldiklerini ve planın başarılı olduğunu söylemişti bile.

"Yüküm şimşir kaşıktır."

"Dilo dilo yaylalar." Azra söyledi bu defa, marş varsa o da vardı.

"Komşu kızını zapteyle."

"Yaylalar yaylalar."

"Bizim oğlan âşıktır."

Mete'nin yüksek sesi time ulaşmış yerleri tespit edilmişti, diğerleri teröristleri temizlerken Orhan ve Enes içeri girerek askerleri kurtaracaktı.

"Dilo dilo yaylalar."

"Ay akşamdan aş da gel."

Tüfek sesleri bile bastıramamıştı timin sesini, gerçekten dağları inletmişti dağların erleri.

"Yaylalar yaylalar."

Kapının kırılmasıyla içeri sendeleyen iki asker diğer ikisine döndü, sonunda onları kurtarmışlardı.

"Cılga yola düş de gel."

"Dilo dilo yaylalar."

Marşın yarıda bitmesiyle silah sesleri susmuş çatışma sona ermişti. Şimdi kaçanların arkasından takip eden istihbarat üyeleri Murat'a ulaşıldığı an time haber edecekti. O bu bölgedeydi ve etraf bir çember altına alınmıştı, teröristler bu çatışmadan sonra panik havasıyla kaçmaya çalışacaklar ve yerlerini ifşa edeceklerdi.

"Ula bulduk sizi ya vallahi ha bu Hakan Teğmen odumuzi kopardi. Eyi misinuz?"

"İyiyiz Orhan, çözün hadi bizi?" Orhan Azra'nın ellerini çözerken Enes de Mete'ninkileri çözdü.

"Abi bir şey yapmadılar değil mi size?" Riskli bir plandı bu ve herkesin iyi olduğundan emin olmak istemişti her ikisi de.

"Yok Kırımlı, iyiyiz. Azıcık oturup sohbet ettik o kadar. Nerede bizimkiler?"

"Dışarıda sizi bekliyorlar. Herkes hazır komutanım."

"O zaman Sancak Timi, düşün önüme kardeşimizi kurtaralım."

Çatışma seslerinden dağılan teröristler gözlerden iyice uzaklaşmışlardı ancak yön belliydi, peşlerinden gidip onları yakalamak ve Murat’ın yerini bulmak istiyorlardı. Dağ tepe gidiyorlar kaçan grupların yer tespitini yapmaya çalışıyorlardı. Etraf bir anda ıssızlaştığında üsteğmenin içine bir huzursuzluk çöktü.

"Azra, çantanı bırak ve kendine iyi bir yer bul. Bu vadiyi hiç sevmedim. Tam pusuluk nokta, burası bana hiç güven vermedi."

Bu kadar hızlı kaçıp pusuya yatabilirler miydi? Yatabilirlerdi. Söz konusu onlarsa her şeyi yapabilirlerdi ya da daha önceden bölgede olanlar olabilirdi. Bir çok seçenek mevcutken bunu öğrenmenin bir yolu yoktu, yaşayacak ve göreceklerdi olan biteni.

"Emredersiniz komutanım." dedi ve çantasını çıkarıp yere bıraktı. "Ve dikkatli ol sen bana lazımsın. Burnun bile kanarsa savunma yazmak zorunda kalırsın" diyerek ekledi, keskin nişancının güvenliği çok daha önemliydi. "Emredersiniz."

"Hakan ve Enes, siz de Azra Astsubay'la kalın. Eğer ki bir durum sezerseniz beklemeden müdahale edin. Beyler biz iniyoruz. Vadiyi geçtikten sonra diğerlerinin geçmesi için diğer uçta önlem alacağız."

Geçebilecekleri başka bir yer olmadığından iz takibini sadece oradan geçerek yapabilirlerdi. O tehlikeli ve pusu atılabilir yerden. Adam askerlerini ateşe atmak istemiyordu ama bir yandan da ilerlemek zorundaydı.

Mete'nin hamlesi çok ustacaydı. Bu hareketi onları kayalar ardında kamufle olup saklanabilecek teröristlerden korurdu. Canlarını da adamlarına emanet etmişti, arkasını sağlama alıp yola çıkacaktı bu yüzden tüfeğin dürbünüyle etrafa baktı ancak yine bir şey göremedi.

"Gözünüze çarpan bir şey var mı?"

"Ben göremedum komutanum."

"Temiz."

"Ben de bir şey görmüyorum."

Yanındakiler bir şey görememişti ancak belki arkasını sağlama alacak adamları bir şeyler görebilirdi.

"Azra, Hakan, Enes. Sizde bir şey var mı?" Bu sözleri söylediğinde çoktan vadi boğazına inmişlerdi. Bir an duyulan silah sesiyle hepsi siper aldı.

"Komutanım yaklaşık yirmi beş kişilik gurup size doğru yaklaşıyor. Etrafınızı sarıyorlar. Gördüğümü indiriyorum."

Ateşten sonra kendilerini göstermişlerdi, erken davranamamıştı Azra. Hakan Teğmen de silahına davranıp gördüğü herkesi indirmeye başladı.

"Komutanım kayaların arasına gizlenmiş olduklarını değerlendiriyoruz. Bu grup onlara desteğe gelmiş."

Bu kişiler kaçanlar değil buraya son anda gelenlerdi. Bir tanesini bile yakalasalar Murat’ın yerini söyletmek için çok güzel konuştururlardı onu.

"Teğmenim onları bulun ve imha edin. Bizim görüş açımızda hiçbiri gözükmüyor. Gören var mı beyler?"

"Olumsuz," deyip termal dürbün ile etrafa baktı Göktürk ancak bulunduğu yere uyarı ateşi açılınca yerine tekrar gizlendi.

"Bunlari bir goreyim hepisini havaya uçuracağum. Yetti da. Vallahi darlandum."

Elvan ise sözlerini dile getirmedi ve etrafa bakınmaya devam etti. Başını kayanın ardından hafifçe çıkarmaya çalıştığı an başının yanından bir Sniper kurşunu teğet geçti.

"Komutanım keskin nişancı var. Başımı teğet geçti, bizi canlı ele geçirmek istiyorlar."

Bir Türk askeri mensubunu ele geçirmek örgüt için ödül gibiydi, birkaç saat önce bu ödülü kaçırmışlar ve kara propaganda şansını kaybetmişlerdi. Bu yalanlarla harmanlanan propaganda haberler milletin aklına sokulur, kafalar karıştırılırdı ancak bir Türk esir alınamazdı anca onlar isterse esir düşerdi aynı bugün olduğu gibi, Sancak Timi buna izin vermezdi, sadece Sancak değil hiçbir Türk buna izin vermezdi.

"Kurşun tam olarak hangi yönden geldi?"

"Saat on bir yönü ama onu göremedim."

"Azra bul şunu." Sesi bakışları kadar sertti. Söz konusu görev olunca kimseye taviz vermiyordu, ciddiyet fazlasıyla önemliydi ki kardeşim dediği Göktürk ve Enes'e de böyleydi. "Komutanım göre..."

"Göreceksin. Sen görünmeyeni görmek zorundasın. Bul şunu Demir, diğerlerini Hakan ve Enes halleder."

Azra vurup indiremeyeceği hedef yoktu ancak önce görebilmesi lazımdı, teröristi görmeden vuramazdı. Burnunu bile çıkarsa yeterliydi.

"Arıyorum komutanım. Bulacağım, bulmayanı yatırıp Keleş ile siksinler."

Yeşilleri giydiğinde kendini kaybediyordu, dilinin bağı da çözülüyordu. Umurunda değildi ağzından çıkan hiçbir küfür. Bu inanç üsteğmeni keyiflendirdi, kendilerine uzanmış bir Sniper vardı ama o tepedeki kadına gülümsüyordu şimdi.

Bu da böyle bir deli işte, gaza geldi hepsini temizleyecek kurtaracak bizi her zamanki gibi.

Azra iyice etrafı kolaçan etti. Gizlenmiş birkaç tane teröristi fark ettiyse de onlara müdahale etmedi. Aldığı emir açıktı, keskin nişancıyı bulması lazımdı ve bu hemen olmalıydı.

"Neredesin orospu çocuğu, neredesin? Seni bir bulayım ebene seni doğurttuğu için söveceksin. Hatta yetmeyecek... Aha buldum seni."

Sniper'li terörist kayaların arasındaki oyuğa saklanmış üstünü de çalılarla kamufle etmişti ancak Azra tüfeğin namlusundan onu fark etmişti. Başının çok az bir kısmı çalıların arasından gözüküyordu. Namluyu görmeseydi o bile fark edilecek gibi değildi. Hava rüzgarsızdı, attığı hedefin şaşma payı çok azdı. Dürbününü ayarladı ve teröristin kafasına doğru hedefi sabitledi.

"Bismillah," diyerek tetiği çekti. Hedef o an etkisiz hale geldi. Derin bir nefes verip az önce belirlediği teröristlere doğru ateş etti. Peş peşe üç tane daha leşi yere serdi. Parmakları birilerinin canını vermesine neden olurken birilerine de can oluyordu.

"Hedef imha edildi. Bulunduğunuz yerden ateş edebilirsiniz." dedi ve ekledi. "Türk kadınından korkmanız gerektiğini kimse size öğretmedi mi, piç kuruları? Ha pezevenkler?" Az önce vadidekilere doğru yaklaşan terörist grup da yerlerini almıştı. Üsteğmen Azra'nın yaratıcı küfrüne samimiyetle gülümsedi. "İyi işti her zamanki gibi astsubayım. Hadi bakalım beyler şunların bize sıktığı kurşunları götlerine sokalım." Kadın güçlüydü, parmakları arasında ölümü tutabiliyordu ve ölüm canilerin tam alnında bitiyordu.

Başını siperden çıkaran Elvan tüfeğinin dürbünüyle ilk gördüğü hedefi imha etti. "Kalabalıklar ama ölüme yürüyorlar haberleri yok," dedi gülerek.

"Bir. Aynen öyle Elvan. Bu hevaller anca ölmekten anlıyor." Başını sağa doğru çevirdi ve vadiye inmeye çalışan bir teröristi tam da alnından vurdu. "İki."

"Heh bizim Sayaç da çalişti. Çok merak ediyurum. Ha bunlari boyle sayinca ne oliyur?" Karşısındaki iki hedefi daha imha etti. "Dünyadan kaç pislik gitti onu hesaplıyorum. Bakın üç oldu."

"Orhan, sen bir de bunu evde gör. Operasyondan dönünce kaç adam öldürdüğünü not alıyor bu, hayır bir durum olur da anlaşılır diye de teknik bulmuş kendine. Öldürdüğü adam kadar kitap sayfasına getiriyor ayracı. Kitapla tutuyor çeteleyi anlayacağın." deyip iki tane daha teröristi indirdi Mete. "İşsizsun Gokturk işsizsun, bu kadar hesapli işsuz olamazsun ya."

"Komutanım, sizin hizanızda birkaç kişi sızmaya çalışıyor. Bence şu hevallere uçmayı öğretin." Sayaç'ın sözleriyle Orhan'ın gözleri parladı, şu bomba işini fazlasıyla seviyordu. Yapısı ve sesi değildi sevdiği, bir şeyleri uçurmayı seviyordu. Kendisi gibi delilikti bomba işi, imhasını da atmasını da seviyordu. Tüfeğini kayalıklara dayadı ve hücum yeleğinin üst cebinden el bombasını çıkarıp pimini çekti. Teröristlerin geldiği yöne doğru hafifçe başını çevirdi ve hedefi belirledi. "Hayde oturmaya mi geldinuz? Patlatalum mi hevalleri?" deyip üzerlerine fırlattı. Attığı hedefteki beş teröristin parçaları kaya parçalarıyla beraber etrafa savrulunca havai fişek izlemiş çocuğa döndü adam.

"Komutanım sizin tarafınız temizlendi."

"Tamamdır astsubayım. Teğmenim sen de şunlardan birini canlı ele geçir. Bakalım bu misafirperverliklerini neye borçlularmış, öğrenelim."

"Emredersiniz," dedi ve silahını toparladı. "Ben inene kadar bitirin şunların işini."

"Emredersiniz."

"Lan şerefsizler bir bitmediniz. Komutanım bu itleri seri üretimle yapıp buraya mı yolluyorlar? Sıkıyoruz sıkıyoruz geri geliyorlar." Bant üretimi olsa bu kadar hızlı olmazdı, biz onları öldürdükçe birileri sırtını daha çok sıvazlıyor daha da çoğalıyorlardı.

"Amma naz ettin sende be Enes. Bitti bak işte şu ikisini de indirdik mi alttaki de komutana hediyemiz olsun." Tüfeği hafifçe yana çevirip geriye kalan son hedefe ateş etti ve dürbünüyle etrafa bakmaya başladı. "Alttaki paket dışında temiz," dedi ve tüfeği öptü. "Bora'm be harikasın yeminle."

"Tüfeği mi öptü o?" Yıllardır tanısa da timinde yeni sayılacak bu kadının bu hallerini bilmiyordu, ortak görevlerine rağmen bu ayrıntı gözünden kaçmıştı, kendine has bir tarzı vardı ve Mete'nin timi gerçekten renkliydi.

"He öpti komutanum. Tüm teroristleri ope ope temizledi, kiçimizi kolladi." Mete güldü ve timdekilerin çoğunun manyak olduğunu bir kez daha aklından geçirdi. Aklı başında, sessiz sakin bir adam yeterliydi zaten. Geri kalanı deli olacaktı ki zaten bu meslekte akıllıya pek yer yoktu.

Hakan Teğmen ise çoktan aşağıya inmiş ve teröristin bulunduğu yere sızmıştı. Aniden teröristin ateş ettiği tüfeği çekip kenara fırlattı. "Seni bu defa ben döveceğim, bayağıdır elime terörist kanı değmiyor." deyip kafasına bir tane yumruk geçirdi.

"Hakan Teğmen şova başladı yine devrem. Öyle buz dolabı bir adam bile terörist görünce nevri dönüyor ya şaşıp kalıyorum ben." dedi Göktürk. Bu sözler Enes'i de güldürmüştü. Sanki yıllardır beraber operasyondaydılar, insanlar her ânını beraber geçirince tanıyordu işte, az gibi dursa da hep bir aradalardı.

"Nush." dedi ve bir yumruk indirdi. "İle." deyip bir tane daha yumruk attı. "Uslanmayanın." Bir yumruk daha attı, adam neye uğradığını şaşırmıştı. "Hakkı tekdir değil kötektir." deyip bu defa okkalı bir tokat indirdi.

"Yavaş lan yavaş. Öldüreceksin herifi sakin ol." Elini havaya kaldırdı ve durmasını işaret etti. "Bir rahatlama geldi ama komutanım."

"Gelir ya o şey böyle keklemsi tat derler ya böyle sıkıntılı anda çakal avladığımda ben de öyle hissediyorum." deyip teröriste yaklaştı. "Kim gönderdi lan sizi?" Bu sözleriyle ortamı tekrar ciddileştirdi, terörist sesini çıkarmadı.

"Lan cevap versene komutana, sıkarım kafana bak pezevenk piç. Affedersiniz komutanım."

"Konuşsana lan. Bak ben sabırlı adamımdır ama askerlerim pek öyle değiller."

Çok doğru sayılmazdı bu çünkü emir komutaya uymak için ne kadar kendini tutsa da, disiplinli biri de olsa aynı Hakan gibi terörist görünce huyu suyu değişiyordu.

"Az önce yüzünü renkten renge sokan askere veririm seni. Sonra artık seni döve döve mi yoksa az önce bize karşı ateş ettiğin keleşi bir taraflarına soka soka mı konuşturur bilemem."

Terörist, son sözden tedirgin olmuştu. Hakan Teğmen'in de gözlerinin içi parlıyordu. Hayatta en sevdiği şey terörist avlamak ve onlara içinden geldiği gibi davranmaktı. Hele ki sınır dışında ise tadından yenmezdi. Geri mi döndüler, soran olursa yüzüne kapı çarptı derdi çok mu zordu bunu söylemek?

"Teğmenim al şunu soka soka mı sike sike mi, nasıl konuşturuyorsan konuştur sonra getir bana."

Mete Üsteğmen de yerine göre davranırdı. Şu durumda Azra'dan aşağı kalır yanı olmamalıydı çünkü laflarıyla üstün bir baskı oluşturup psikolojik olarak teröristi konuşmaya itmeliydi.

"Zevkle komutanım. Kalk lan. Kalk da ben seni bir güzel öttüreyim."

"Komutan yiyecek bu herifi demadi demayin. Çok pis bakiyur. Ben terorist olsam hemen oterdum. Bakişlara bak bakişlara. Ula oldurdi adami oldurdi gözleriyla."

"Yok ya teğmenim dur, bu böyle konuşmaz şimdi. Ne yapsak ki? Aa buldum. Bombacı getir bakayım emaneti." Orhan derhal emre uyarak hücum yeleğinden bombayı çıkardı ve heyecanla komutanına teslim etti. "Sok şunu götünde patlasın. Madem konuşmayacak bu, bu bomba da ağırlık yapıyordu sokalım gitsin." Hakan pis pis sırıtarak teröristi kolundan çekiştirdi onu dizleri üzerine ittirdi. Terörist ise Hakan'ın kolunu bırakmadı, titriyordu. Bu defa gerçekten korkmuştu.

"Tamam konuşacağım. Bir şey yapmayın, konuşacağım. Kaldır beni asker." Yola gelmişti işte. Hakan Teğmen'in büyülü köteği ve Mete Üsteğmen'in bomba etkisiyle hizaya girmişti. Geri zekalılar. Gerçekten beyin yerine patates taşıyor kafalarında bu aptallar.

"Söyle bakalım."

"İçimizdeki ajanı infaz etmeye gidiyorduk. Gittiğimizde gördük ki herkes öldürülmüş, hain kaçmış. Çatışma çıkmış. E kuzeye giden yol da bu taraftan geçer hepimiz biliriz. Hem ajanı hem de askerleri yakalamak istedik."

Murat kaçmış bu teröristlerin elinden kurtulmuştu. Mete’nin onu kurtarmak için esir düşme oyunu da boşa yapılmıştı anlaşılan.

"Ne ajanı ne haini lan? Sizden büyük hain mi var bu dünyada?" Ulan bana kalsa seni burada kötek manyağı yapardım da sen komutana dua et.

"Sakin ol teğmenim," deyip eliyle dur işareti verdi sonra da esirine döndü. "Bizi neden öldürmediniz? Keskin nişancı vardı ama bizi vurmadı."

"Mermilerinizi bitirip sizi ele geçirecektik, sonra da sizi Demokratik Barış Yargı Konseyi'inde yargılayıp kamera önünde infaz edecektik." Tim sinirden gülmeye başlayacaktı neredeyse zor tuttular kendilerini, kendi kıçlarından konseyler uydurup Türklerle uğraşmaya bayılıyorlardı.
"Ne konseyi ne konseyi? Ne diyor komutanım bu?"

"Duydun teğmenimi, ne diyorsun lan sen? Ne konseyi bir daha söyle?" Teröristin sesi titreye titreye çıkıyordu.

"D-d-demokratik Barış Yargı Konseyi."

"Lan siz cin misiniz adam çarpıyorsunuz?" Siniri yüzündeki her bir zerreden fışkırıyordu.

"Devrem sakin ol. "

"Ne sakin olacağım ya? Heriflere bak yasadışı ne varsa yapıyorlar üstüne hukuk sistemi çakması bir şey kurup yargı dağıtıyorlar millete. Sikerim lan yargınızı. Bir de kamera önünde infaz edeceklermiş. Komutanım izin verin infaz neymiş gösteriyim şu göt kurusuna."

"Lan sus hayvan herif. Komutandan azar yeme şimdi." deyip arkadaşını çekiştirdi Enes. "Devrem gel kardeşim hadi. Bak sıkıntı çıkarma yoksa komutan sıkıntı çıkaracak. Gel biz de çevre güvenliği alalım komutanlarımız gibi." Enes, Göktürk için emniyet pimiydi ve ne zaman Göktürk böyle duygu değişimi yaşasa Enes onu düzeltiyordu. Göktürk devresinin peşinden gitti, başı hâlâ arkaya dönüktü.

Mete ise teröriste yaklaşarak içinde biriktirdiği birkaç şeyi yüzüne tokat misali vurmak istedi. "Askerim baştan sona haklı bir. Sizin konseyinizi sikerim iki. Sizi o yargı masasına oturup ananızdan emdiğiniz sütü burnunuzdan getiririm üç. O kamerayı da alır götünüze sokarım dört." Saydıkça bir rahatlama da gelmiyor değildi insana, karşısındaki teröristin patates kafasına iyice kazımak lazımdı bunları.

Anlarlar mıydı?

Hayır.

Hiçbir zaman anlamamışlardı.

"Son olarak şunu da söyleyeyim, bizi ele geçiremezsiniz, öldüremezsiniz. Biz gidersek yerimize başka bir yiğitler gelir. Bize sıktığınız o kurşunu alır sizin götünüze itinayla yerleştirir yetmez üstüne iki kurşun sıkarız. Lan siz bizi ne sanıyorsunuz? Bizi öldürsen de ölmeyiz, biz şehit oluruz ama siz kalleşler ne anlarsınız, siz geberip gider leş olursunuz." deyip birkaç saniye soluklandı, nefes alış verişleriyle sakinleştirmeye çalıştı kendisini.

Koluna yerleşen el onu kendisine getirdi. "İyi misiniz?" dedi Azra, onun en kötü hallerini görmüş olsa da bu hallerini görmek istemiyordu. İyi olmalıydı. "İyiyim." Adamı kolundan tutup teröristin görüş açısından çıkardı. Parmağını yeni tıraşlanmış bıyıklarının olduğu bölgeye götürdü, Mete anlamamıştı ama burnu kanıyordu. Kadın parmağına bulanan kanı komutanına gösterdi. "Burnunuz kanıyor." Mete sanki buna şahit olmamış gibi parmağını değdirip kendi elinde gördü.

"Stresten olmalı, yetişememe ihtimali beni gerdi. Endişelenme benim için." Omzuna elini yerleştirip teşekkürünü böyle dile getirdi.

Hücum yeleğinin cebinden peçeteyi çıkartıp burnuna doğru götürdü. "Kirlenmesin," dedi Mete mendili onun parmaklarının arasından alırken.

"Kirlenmez. Sizin kanınız benim mendilimi kirletmez. Türk kanı kirli değildir komutanım."

Gülümseyerek mendili burnuna doğru götürdü, arka taraftaki teröriste bakıp çattı kaşlarını.

"Ben iyiyim. Paketle şu şerefsizi gözüm görmesin, Murat’ın peşinden gidiyoruz."

“Beni mi çağırdın üsteğmenim?”

Sesi her zamankinden kısık çıkıyordu, yaralandığı belliydi ama her şeye rağmen tim için gerekli bilgileri yanında getirmişti.

“Ulan neredesin sen, aklımız çıktı bizim.”

Adam son birkaç saatini çok kötü geçirmişti, istihbaratçıydı ve açığa çıkmıştı. Neyse ki sırtına ustura darbeleri indiren o herifi etkisiz hâle getirerek kaçmayı başarıp üst düzey örgüt yönetici ve destekçileri hakkındaki bilgileri time iletmiş olacaktı. Yapmış mıydı peki? Her zaman başarırdı bunu, hiçbir zaman imkansıza yenilmemişti.

“Benim de canım çıktı, çok fenayım. Neymiş ben muhbirmişim de beni şeyde yargılayacaklarmış.”

“Demokratik Barış Yargı Konseyi mi?”

“Heh o ağzımdan aldın. Neyse kaçtım işte lavuktan. Çay koyayım mı size, yeni geldiniz siz ikramsız olmaz.”

“İkramımızı aldık biz eli kolu bağlı kardeşim.”

Dışarıdaki teröristi gösterdi, Murat’ın yerini öğrenmek zorunda kalmamışlardı. İşe yarayan bir şey biliyorsa da karargahta öğrenirlerdi.

“Çaya asla hayır demem ama maalesef biz az önce içtik geldik.”

Gülümseyerek Demir Leydi’ye döndü, hayali dünyalarında beraber avladıkları geyiği de yemişlerdi.

“Üsteğmenim beni nasıl buldunuz?"

"Kılı kırk yardık be oğlum, senin için düşman eline esir düştük bir anlatsam destan olur." Murat ona anlamsızca bakınca üsteğmen gülmeye başladı.

"Bölgenin güvenliği için açığa çıkmaman gerekiyordu, biliyorsun. Biz de bir plan yapıp sana ulaştık ayrıntısını boş ver kafan dolmasın şimdi." Murat başını salladı ve yüzünü biraz ekşitti. Canı yanıyordu.

"Elvan, bak bakalım şu Ayakçı'ya belli ki canı acıyor, iyice bir bak. Kaput sağlam değilse bilelim yani.”

Elvan, Murat’ın yanına gelip diz çöktü. Elini sırtında kan izleri olan gömleğine götürdü. Hiçbir şey demeden yavaşça kanlanmış gömleği üzerinden sıyırdı. Birkaç kesik vardı ancak sadece biri birazcık derindi.

“Şuraya bak ya, her gün tıraş olan adamların yanağında bile böyle kesikler görmedim ben, resmen deşmişler seni. Yarayı temizleyip dikiş atacağım. Nasıl geri döneceksin sen bu halde?”

Bu sorun değildi onun için, her zaman bir yolunu bulmuştu, yine bulurdu. Temiz kıyafet bulup güvenilir köylerden birine gidecek, sonra da orada güvendiği kişilerden yardım alacaktı. O hep böyle yapardı.

“Astsubayım ben bulurum çaresini sen merak etme. Beni zaten erzak almaya indi biliyorlar o iş birkaç gün sürüyor o yüzden sorun yok. İçlerine sızanın ben olduğumu bilen kimse de kalmadı.”

“Timde yeni yüzler görüyorum sanırım. Kusura bakmayın sizi biraz kanlı karşıladım.” Orhan başıyla onayladı.

“Astsubay Ustçavuş Orhan Kutay.”

“Astsubay Üstçavuş Azra Demir.”

“Murat Türker," deyip başıyla selam verdi gördüğü yeni yüzlere.

Mete, Enes, Göktürk ve Elvan Sancak Timi’nin eski üyeleriydi, istihbarat görevi almış diğer askerler timine dahil edildiğinde çok daha güçlü olmuşlardı. Daha önce de birçok kez beraber görev yapmalarına rağmen aynı timden değillerdi, artık tek bir yumruk olacaklardı. Böylelikle saha faaliyetleri ve istihbarat bir tim üzerinden yürütülecekti, hassas meselelerde onlar bizzat dahil olacaklardı. Sonunda da önemli bir görev verilmişti onlara ancak görevi yerine getirmek için Murat’ı kurtarıp istihbaratı almak zorundalardı. Çünkü o olmasa bilgisiz yol alınamazdı.

Timdeki iki kadından rütbeli olanı Azra’ydı, güçlü bir kadındı. Hele ki elinde keskin nişancı tüfeği varsa, o zaman iğne deliğine saklanan biri bile olsa onu tam isabet vururdu. Eli titremezdi, soğuk kanlılığı ile hareket eden ne varsa durdurur, sessizliği sağlar, nefesini tutup mesafe ayarını yaptıktan sonra hedefi vururdu.

"Ne o ? Korktun mu ölmekten?" dedi Mete Üsteğmen. Murat acısını kenara bırakıp gülmeye devam etti.

"Yok be üsteğmenim ne korkacağım ama vurulup ölmezsem beni geri hizmete alırlar diye ödüm bokuma karıştı."

"Herife bak, ölecek diye korkmuyor ifşa olur da geri göreve alınır diye korkuyor. Senin iş aşkını sorgulamayacağım bugün kardeşim. Ee bu defa hafıza kartı yok mu ileteceğimiz?"

"Ayıpsınız, olmaz olur mu hiç? Astsubayım bir saniye." Ayakkabısını ve çorabını çıkarttı. "Cımbız gibi bir şey var mı?" Elvan ilk yardım kitinin içindeki cerrahi setten penseti çıkartıp ona verdi. "Eyvallah, iş görür." Bu yaptığına bakarken insanın içi almazdı ama ne kendi ne de yanındaki bu askerler normal bireylerdi.

Penseti ayak baş parmağının tırnağının altına sokup biraz uğraştı ve hafıza kartını çıkardı. "Ayakkabı çok durdu ayağımda. Kokarsa benden değil. Hemen yedekleyin de geç olmadan gideyim."

"Gün geçtikçe kendini geliştiriyorsun sen Murat. Helal olsun. Kırk yıl düşünsem o hafıza kartını orada saklamak aklıma gelmezdi."

Ayakçı gülümsedi ve elindeki hafız kartını Hakan Teğmen'e uzattı. Daha önceden birkaç görevde beraber yer almışlardı bu yüzden Murat ile tanışıyorlardı.

"Göktürk."

"Emredin komutanım."

"Yedekle bakalım şunları koçum."

"Emredersiniz komutanım."

Göktürk, karttaki verileri hızlıca yedeklemeye başladı. Genelde teknolojik şeylere bakardı, iyi anlıyordu onlardan.

"Lan Sayaç, düzenli yedekle bak sana hiç güvenmiyorum."

Sözlerin sahibi Mete, tüfeğinin dürbünüyle etrafı kolaçan etti. Ev arkadaşı olduğundan iyi biliyordu, birçok konuda ona güvenilmezdi. Temiz değildi mesela, dağınıktı. Yaramaz bir çocuk gibiydi ama söz konusu vatan olunca akan sular duruyordu. Tabii bu kısmını söyleyip de onu şımartacak da değildi.

"Komutanım ayıp ediyorsunuz ama. Ne düzensizliğimi gördünüz?"

"Ne düzenliliğini gördüm acaba?" Acele etmeleri gerekmese konu uzar giderdi ancak çene değil eller çalışmalıydı şimdi çünkü her ne kadar güvenli bölgede olsalar da ne kadar güvenli olduğu tartışılırdı.

"Komutanım yedekleme tamamlandı," deyip hafıza kartını Murat'a uzattı. "Uydu telefonundan çağrı var." diye ekledi, karargah arıyordu.

"Üsteğmen Mete Akıncı, emredin komutanım."

"Durum bildir üsteğmenim, istihbaratçımızı sağ salim alabildiniz mi?"

"Görev vukuatsız tamamlandı komutanım. Gerekli bilgileri de cihaza aktardık. Dönmek için emrinizi bekliyoruz."

"Size koordinatlar birazdan geçilecek. Sağ salim dönün, dikkat edin kendinize. Allah'a emanet olun."

"Emredersiniz."

Uydu telefonunu Göktürk'e verdi ve etrafına baktı. "GPS cihazına gir. Sancak Timi, buluşma noktasına gidiyoruz." deyip Murat'a döndü. "İyi olduğuna emin misin kardeşim?"

"İyiyim üsteğmenim. Siz yola çıkın geç olmadan."

"İyi bakalım. Dikkat et kendine. Bir gün sen de gel çaya he, börek çörek de yaparım." Murat bilmiyordu ama bu adam dediğini yapardı hele böreği çok güzel yapardı. Gülüştükten sonra Murat başıyla selam verdi ve üzerini giyip yola koyuldu.

Tim ise yine yollara düşmüştü. Dağ, taş demeden durmadan yol almak onların önemli göreviydi. Sırtlarında kırk kilo çanta, üstündeki çelik yelek, silah ve mühimmatlarla taşıdıkları ağırlık altmış beş, yetmiş kiloyu buluyordu. O yükle normal bir insan bunları asla başaramazdı ama belki de askerler insan değildi. Onlar birer vahşi kurttu, ülkesini korumak için yetiştirilmiş kurtlardı, bozkurtlardı.

“Komutanım.” dedi Göktürk, yüzünü çevirmemişti ama Orhan’a dediği her hâlinden belliydi.

“He.”

“Bu piçler Mete abime çay ikram etmişler, çay da kaçak çaymış. Abim de çok beğenince eve alalım dedi.”

Rütbe olarak düşük olması komutanıyla uğraşmayacağı anlamına gelmezdi, eğlenmek timin en düşük rütbelilerinin de hakkı değil miydi?

“Bak şimdi gör cümbüşü,” diyerek Mete Azra’yı dürttü. “Şunlara neden ceza verip duruyorum anlıyorsun değil mi beni? 5 yaşındaki çocuk gibiler hiç rahat durmuyorlar.”

Gülmemek için dudaklarını bastırdı Demir Leydi, gülerse bu defa Orhan ona da patlardı aynı hücum yeleğinde taşıdığı bombalar gibi, o topa asla girmezdi.

“Valla haklısınız komutanım, bizim bombacı fena patlayacak. Güldürmeyin aman.”

“Ula hadi komutan alurum dedi da siz iki kafaduz da he mi dedinuz? Benum anamlarun cani çikiyur o çaylar içun da siz karşi duramadunuz mi? Bak sinirlenmaya başladum yine.”

Timde taramalı tüfek kullanan yoktu ama Orhan’ın bazen çenesi bu görevi görüyordu. Gençler seviyordu Orhan ile uğraşmayı çünkü çok çabuk sinirleniyordu, yaşları da yakın olduğundan yaptıkları saygısızlık da olmuyordu. Orhan tipik bir Karadenizliydi.

“Lan devrem sinirlendirmesene komutanı valla kıçımızdan bomba sokar GPS çıkartır, sus.” Göktürk daha da çok gülmeye başladı.

“Yaparum, ha bu kafasuz hakli. O eve kaçak çay sokmayun, bozuşmayalum. Çay onemlidur. Çay namustur ula!”

“Şimdi ben ikinize de bir sokacağım göreceksiniz dedenizin 45 numara tuvalet terliğini.”

Fırat gülerek söylese de bu söz iki devreyi ürkütmeye yetmişti. Gözleriyle etrafını taradıktan sonra yoluna devam etti.

“Fırat abiyi bile sinir ettiniz ya helal size.”

“Şu timde beni bir tek sen anlıyorsun zaten Demir Leydi, sen de olmasan...” dedi Azra için, soyadından dolayı olsa da Demir Leydi lafını yaptıklarından kazanmıştı daha çok. Timde Türk kadınının gücünü çok iyi göstermişti.

“Aşk olsun komutanım, hadi bu ikisi neyse,” diyerek Enes ve Göktürk’ü gösterdi Elvan sonra da devam etti. “Biz de mi anlamıyoruz?” Fırat’tan önce Göktürk cevap verdi.

“Bu ikisi senin komutanın, kendine gel hadsiz.”

“Sadece bir dakika önce diplomayı aldınız, abartma istersen.”

“Ee çayda dem askerde kıdem demişler.”

“Aşk olsun be Elvan, aşksız iş mi yapılır? Mesela ben birazdan senin bu bir dakikalık komutanlarını aşkla pataklayacağım. Hatta öyle şeyler yapacağım ki aşkımdan zevk alacaklar.”

Bu dağların dertlerini ancak gülerek aşabiliyorlardı, gülmek ihtiyaç değil miydi zaten? Omuzlarındaki rütbe arttıkça dertleri de artıyordu, görevler ağırlaşıyor bazen de imkansızlaşıyordu.

Ama Türk askeri imkansızı başarmak için vardı.

40 atlıyla Çin sarayını basıp imparatoru kaçırmaya çalışan Kürşat vardı mesela, imkansız olduğunu bilse bile bu uğurda savaşıp ölmüştü, ölümünün ardından Türkler ayaklanıp özgürlüklerine kavuşmuşlardı.

İmkansızı aşmak Türk için kolaydı. Boğazdan geçemedikleri için karadan gemi indirten Fatih Sultan Mehmet vardı, o gemilerin uçması gerekse Fatih onu da başarırdı.

İmkansızlık Türk’ün her meselesiyle kol kola girmişti. Hiçbir şeyi kolay olmamıştı Türk’ün, ne seferi ne de zaferi.

Ülkenin işgal edilmemiş yanı kalmamış, askerler dağıtılıp silahlarına el konmuştu. Haberleşme dahil olmak üzere her şey düşmanın eline geçmiş topraklarımız parsel parsel onlar tarafından pay edilmişti.

Gözleri gök mavisi bir adam çıkageldi, aynı gözleri gibi parlayan denizde yüzen toplarını saraya çevirmiş düşman gemilerine baktı. Geldikleri gibi giderler dedi. Anadolu’ya ayak basıp bir milletin talihsiz geleceğine önce umut sonra çare oldu.

Adı mı?
Adı Mustafa Kemal’di.

Yine imkansızı başarmıştı Türkler her zaman yaptıkları ve yapacakları gibi.

♟️

"Şu herif ne ötecek çok merak ediyorum devrem." Ellerini masaya koyup ritim tutturuyordu genç adam.

"Al benden de o kadar. Ulan ben böylelerinin te..."

"Sus lan komutanların yanında. Senin canın eğitim çekti sanki. Vallahi başımıza eğitim kilitlerler. Hatta mıntıka temizliği falan kilitlerler görürsün gününü."

Enes böyle felaket tellalıydı, komutanları da onu duyduğu an sıraladığı ne varsa ceza olarak verirdi her ikisine de. Sonradan pişman olsa da kendi başıyla beraber Göktürk'ü de yakıyordu. Neyse ki bu sefer felaket tellallığını sadece Azra duymuştu, ceza vermedi, aklı o itin söyledikleriyle meşguldü.

"Yok Enes, Göktürk haklı. Söv sen rahatlarsın, benden sana izin. İnsana en huzur veren şey küfretmek zaten." Şu an Azra'ya iyi gelecek başka bir şey daha vardı. "Ya bence siz ne yapın biliyor musunuz? Gidin gazinodan ayran zulasını patlatın. Hatta koliyle getirin. Vallahi bir oturuşta yedi bardak içeceğim. Çayların dibini bulduk demlik bitti, yenisi demlenene kadar bari ayran içelim."

"Komutanım valla ben de aynı hissediyorum ama Mete Üsteğmen geldiğinde fırçayı çeker ben size diyeyim."

"O niye?" dediğinde Enes parmak uçlarında yürüyüp mühimmat kutularının arkasına gizlediği bir koli ayranı kaldırıp masaya koydu.
"Lan az önce ne dedim ben? Komutan gelince..." Enes Göktürk'ün ağzını kapadı ve bir bardak ayranı çalkalayıp Azra'ya uzattı. "İşte asker gibi asker. Aferin asker. Beyler hadi gömülelim."

"Enes, oğlum baa ne getureceğini bilmiyur musun? Ha oradaki kavanoz gibi buyuk bardaği kap, içuni çayle doldur. Açik koyma, tavşan kani olsun. Oncekiler yetmedi orada vardur bir bardakluk daha, az daha içeyim taze demlenene kadar hayde firla koçum." Enes kavanoz kadar büyük çay bardağını kapıp gazinoya giderken Azra ayranı bir dikişte içti, sonra yan tarafına döndü. "Komutanım almaz mısınız? Valla kalmaz sonra ben içerim hepsini."

Hakan ne kadar aklı selim davransa da ayran onun da zaafıydı, çay bitmişken demlenene kadar ayran güzel gidiyordu.

"Bu herifler yok mu? Seni de kendilerine benzetmesinler aman dikkat et. Ver hadi bana da bir bardak."

Azra iki ayranı çalkalayıp Hakan'a, Elvan'a ve Fırat'a uzattı. Hakan iki dikişte ayranı bitirip yenisini aldı. Fırat ise ağır ağır içip duygusal şarkılar mırıldanıyordu.

"Telefonun başında çaresiz bekliyorum."

Azra, komutanının neden bu kadar melankolik takıldığını iyi biliyordu, çok uzun zaman onunla görevlere çıkmıştı, iyi tanıyordu onu.

"Aramadı mı abi?" dedi gülerek. Fırat tekrar telefonuna bakıp kilitledi.

"Hayır madem aramayacaksın neden benimle gece geçiriyorsun?"

Azra gülmemek için ağzını kapadı ve başını yana çevirdi, Fırat'ın odağı o olmadığından yaptığını görmemişti. Hakan ise görüp onu dürtükledi uyarmak adına. "Komutanım kusura bakma da yani kızla diğer kızın evinde gece geçirirsen o kız da sizi basarsa aramaz ikisi de bence, ben olsam aramazdım yani. Bu nasıl bir amatörlük?" Elvan'ın yüzüne başını çevirdi ve kaşlarını çattı. "Sarışındı be, ikisi de sarışındı. Ölüp bitiyorum sarışınlara." diyerek ayranı bir dikişte daha bitirdi, yenisini açtı ve ekledi. "Kız evde olmayacağım memlekete gideceğim dedi, anahtarı bendeydi meğer gitmemiş." Yirmi yedi otuz yedi yaş arası sarışınlar onun hedef kitlesiydi, kadın varlığını seviyordu ve derin bağlar kurmuyordu. Aşk ona göre hiç değildi. Elvan sarışın olsa da yaş kriterine uymuyordu onu değerlendirmeye bile sokmamıştı, Azra ise kız kardeşi gibiydi onun için, zaten esmerdi.

"Komutanım hepimiz biliyoruz başka birçok kıza mesaj attığını, cevap geldiği an unutacaksın bu yaşadığını. Şey düşün ettiğini buldun." Göktürk'ün başına bir şaplak attıktan sonra "Dikkat!" sesiyle ayağı fırladı, hemen hazır ola geçti.

Herkes ayranları arkasına saklarken Azra'nın bir elinde ayran vardı, tam önünde de koli duruyordu. İçi ayran dolu koli. Herkesin gizlemek aklına gelmişti de Azra o anlık yapmamıştı, hoş diğerleri de neden yaptığını bilmeden diğerlerinden görerek yapmışlardı bunu. "Sancak bu ne?" Kimseden ses çıkmadı. "Teğmenim bu ne?" Hakan Teğmen başıyla Azra'yı işaret etti. Azra da bunu fark edince bir Göktürk'e bir de Mete'ye baktı. Üsteğmen çenesiyle hayırdır der gibi koliyi işaret etti. "Ayran komutanım."

"Ayran." Azra başıyla onayladı. Biraz da tedirgindi. Sanki ayran değil de rakı içiyor gibi bakmıştı ona. Başını Azra'dan diğerlerine doğru çevirdi.

"Hadi onlar aramızda yeni, siz bilmiyor musunuz karargahta ayran içmenizi istemediğimi?" Hepsi hafifçe başını çevirdi ancak yeniler hâlâ şaşkın şaşkın ona bakıyordu, özellikle de Azra. "Ayran yasağı mı koydunuz?"

"Bu herifler bir oturuşta en az beş bardak ayran içtikleri için sersemleşiyorlar, uyukluyorlar. Ayık adam lazım bana. Ben de karargahta ayran içmelerini yasakladım. Anca ben istediğimde içiyorlar." Çay aslında ayık tutuyordu onları ama bazen çaydan da fazla kaçırınca sıkıntı başlıyordu işte o zaman.

Bu Azra'ya biraz komik gelmişti. Biraz tebessüm etti ve peşinden hemen toparladı. "Ben bilmiyordum. Kusura bakmayın. Diğerlerine de içmesi için ben ısrar ettim, bir daha olmaz." dedi. İçer miydi peki? O görmeden elbette içerdi. Bu konuda Mete Üsteğmen'i dinleyemezdi, hiç olmazsa o burada yokken ayranı içip kanıtları yok edebilirdi çünkü operasyonun hararetini ayran alıyordu. Gitmeden çay, gelince de ayran sonra yine çay ve çay...

"İyi oturun bakalım." Komutuyla herkes yerine çöktü. Mete birkaç adım atıp bir bardak ayran aldı ve Hakan'ın yanına oturdu. "Komutandan istirahat emri geldiğine göre şimdi içebilirsiniz," dedi ve gülümsedi. Ayranı iyice çalkalayıp açtı ve tek hamlede bitirdi. "İçim yanmış iyi geldi. Bu kimin eseri?" dedi koliyi göstererek.

Geçenlerde gazinodan bir koli ayran alabilmek için tim içinde gizlice para toplayıp ortaklaşa almışlardı. Koliyi de hangarda mühimmatların arkasına saklamışlardı. Elebaşları ise Enes'ti.

"Komutanım, çayınız, çaylarınız geldi sefanız olsun." Sözleriyle çay tepsisiyle içeri dalan Enes, karşısına bile bakmadan büyük bardağı Orhan'a teslim etti. "Hass... Komutan gelmiş. Hoş geldiniz komutanım." deyip Göktürk'ün yanına geçti. "Ne yapacağız lan şimdi, karargah etrafında tam teçhizatlı koşu kilitlemesin başımıza."

"Enes ve Göktürk." Mete tek kaşını havaya kaldırdı. "Çenen çıksın devrem."
"Allah da benim cezamı versin." deyip ekledi. "Emredin komutanım." Sırıttı bu defa. "Karargah etrafında tam teçhizatlı yetmiş tur koşu."

İkisi de birbirine baktı ve yüzlerini ekşittiler. Çenem çıksın benim. Bu şom ağızlılığım yakıyor hep beni. Yetmiş tur ne lan. Operasyonda bu kadar koşmuyoruz biz.

"Hemen mi komutanım?" Mete kaşlarını havaya kaldırdı. Sanki "Emir mi sorguluyorsunuz?" der gibiydi. "Emredersiniz." deyip az önce yerleştirdikleri hücum yeleklerine doğru gittiler. Mete bu defa gülemeye başladı. Bu oğlanlarla uğraşmayı seviyordu, disiplini böyle sağlamak da iyiydi. Korku bazen gerçekten iyi olabiliyordu. "Tamam lan oturun için ayranlarınızı sonra doğru eve."

"Yureklerune indi oğlanlarun. Komutanum siz da az fena değilsinuz." deyip çayından uzunca bir yudum aldı.

"Enes yasak değil mi bunlar, nasıl aldın kantinden?"

"Kantinci er de öyle dedi satmak istemedi koliyle, emrime karşı mı geliyorsun sen deyip cezalı ağacın önünde nöbete diktim onu." Cezalı ağaç... Askeriyede hiçbir şey sorgulanmamalıydı, baharda diğer erik ağaçları çiçek açarken bu ağaç açmadığı için ona ceza verilmiş üzerine cezalıdır konuşmayınız yazısı asılmıştı. Eskiler sorgulamayı bıraksa da yeniler hâlâ şaşırıyordu bu olaya.

"Aferin oğlum dinlet sözünü böyle."

"Rize çayi burdadur. Ayran burdadur. Tek eksiğimuz tulumdur. Ah bi çalaydi. Ay bi duyaydim tulumun sesini. Çok ozledum memleketumi."

"Ulan sen var ya... İç hadi iç, soğutma çayını. Annen sana Rize'yi birkaç güne yollar sanki bilmiyoruz," diyerek timin diğer kalanına baktı. Fırat'ı önündeki birkaç boş bardağı görünce o da duraksadı. "Hayırdır başçavuşum, Orhan'ın denizinde gemilerin mi battı?"

"Aldatırken basılmış," dedi Azra gülerek. Fırat çatık kaşlarla ona bakıp yumruğunu gösterdi sıkıca.

"Sevgili olmadığım insanı aldatamam Azra değil mi?" Mete küçük bir tebessüm gösterdi, gülmemek için tuttu kendini.

"Aşk hayatını bilmesem dediklerine inanacağım Fırat."

"Kıskanmayın sizin yok diye."

Çevresine döndü ve Orhan ve Enes hariç hepsinin sap olduğunu bir kez daha yüzlerine vurdu. Elvan da birazcık Fırat'a benziyordu bu konuda.

"Hayat yeşillerden ibaret değil, yaşamak lazım." diyerek omuzlarını silkeledi. Ona destek çıkan da Elvan oldu.

"Önemli olan para kazanmak ve onu yemek."

"Yemek ama yalnız yememek," diyerek bu tezi destekleyen Fırat'ın yüzü bu defa gülmüştü.

"Abi yaşamak lazım da böyle değil yani, sevdiğimizle olmalı. Sen kızların adını karıştırıyorsun ya öyle hayat mı yaşanır?"

"Katılıyorum ve arttırıyorum, böyle Kazanova olacağıma Bakire Elizabeth olurum daha iyi." Mete'nin bu vurgusu timi güldürmeye yetmişti. Fırat ise tekrar başını salladı, Azra ve komutanını parmakla gösterdi. "Biri çıkar gelir yerle bir eder sizi o zaman bana uymadığınız için pişman olmayın da. Hele sen Azra, rakı masasında bana ağlarsın ben bilmiyor muyum seni?"

"Abi dökmese miydin özelimi acaba?" Elini dudaklarına götürüp sessiz ol işareti yaptı ancak ağabeyi bunu umursamadı.

"Sen benimkini çarşaf gibi yaydın ama."

"Siz rakı masasında mı dertleşiyorsunuz?" Soru Hakan'dan gelmişti, o ayrıntıyı merak etmişti. Fırat gülerek başını salladı.

"Dertleşmek ağlaşmak ohho hiç birini de hatırlamıyor."

"Abiciğim güzel abim, ben neden ağlayayım seni dinliyorum ya işte."

Sözleri kimseye inandırıcı gelmese de inanmalarını umdu, sorgulanacağını hissediyordu ve bunun içinden sıyrılamama ihtimali ürpertiyordu onu.

Bu defa soru Mete'den gelmişti. "Ne derdiniz var söyleyin çözelim, rakıya sarılmanız size zarar verir bana sağlam adam lazım."

O meseleler öyle kolay kolay çözülmez be komutanım. Şimdiye kadar çözülmediyse şimdiden sonra hiç çözülmez.

Azra sessiz kalsa da Fırat bu defa sessiz kalamadı. "İnce meseleler." Azra'nın son yudumu boğazına kaçtı bu itirafa karşı, Hakan refleksen sırtına vurup iyi olup olmadığını sordu. "Boğma kendini." diye de ekledi ardından.

"Komutanım, bizden habersiz sevgili mi yaptınız hiç haberimiz olmadı halbuki yedi yirmi dört beraberiz ne ara yaptınız?"

Bu timin çenesiyle alakalı çok büyük bir problem vardı, anahtarı yoktu ve çene kapıları kesinlikle sürekli açık kalıyordu.

"Göktürk yok öyle bir şey, sevgilim falan yok benim." Netti sesi, yüzü hafiften kızarmıştı zaten az önce de boğuluyordu bu kızarmasına sebep olmuştu.

"Neden bu kadar gerildin yani olabilirdi de." Hakan'ın sözlerini duyunca Fırat keyiflendi, öyle değil böyle uğraşılırdı adamla, oh olsun dedi içinden.

"Yani oradan bakınca gergin mi gözüküyorum?" Bir teğmene bir de üsteğmene döndü, gerginliğinden taviz vermeden "Asla gergin değilim bakın." dedi ve gülümsemeye çalıştı.

"Gülmeye mi çalıştın az önce?"

"Bence dişlerini gösterdi böyle bir gülüş hiç görmedim."

Fırat yüzündeki saçma ifadeyi görünce daha çok gülmeye başladı, diğerleri ondan bir tık daha ciddiydi.

"İyi güldünüz yani."

"Sevgilinin olması mı olmaması mı seni gerdi anlayamadım?"

Hakan normalde böyle fazla didiklemezdi ama bu defa sorgulayası tutmuştu.

Siz de sıkıştırın komutanım ya bir siz eksiktiniz.

"Komutanım konuyu kapatsak mı?"

Yüzünü Mete'ye dönmüş ümitli şekilde bakmıştı, gözlerindeki ışık bile ısrar ediyordu ona, biliyordu ki o adam rahatsız olmasını istemezdi, Mete onu kurtarırdı.

"Sancak Timi çok gittik Demir Leydi'nin üzerine, astsubayım ne diyorsa doğrudur uğraşmayın o bana lazım kafasını bulandırmayın. Ayranlarınız bittiyse herkes evine. Yarın izinlisiniz ve ben ondan sonraki gün karşımda sağlam adam görmek istiyorum. Bu hafıza kartından önemli şeyler çıkmaya başladı. Uzun bir operasyon bizi bekliyor, ona göre iyi dinlenin."

♟️

Evet ilk bölümün sonuna gelmiş bulunmaktayız, umarım sevmişsinizdir ve umarım daha çok güzel bölümlerimiz olur birlikte. Birkaç bölüme daha şans vermenizi rica edeceğim sizden ne aşklar (gelecekten geliyorum beni benden alıyor) ne savaşlar bizleri bekliyor çünkü. Ben her şeyi yavaş yavaş işlemek istiyorum özellikle de aşk konusunu çünkü öyle birden pek bir anlamı kalmıyor. Yani ileride alev alacak buralar diyorum😄❤️

Şunu da belirtmem gerekiyor kitap distopya olarak değerlendirilmelidir; gerçek kurum, kuruluşla alakası yoktur. ♟️

Hikayeye karşı ilk izleminizi buraya bırakabilirsiniz.

En sevdiğiniz karakter kim oldu?

Azra'm, bu kitabın dişi kurdu ve ben en çok ona hayranım. Sahip olduğu güç yazarken beni kendisine her geçen gün daha çok bağlıyor, siz onu çok okumadınız ama ben söyleyeyim o çok güçlü bir kız ve hikaye onun üzerinden gidiyor. Siz de ona hayran kalacaksınız tanıdıkça❤️

Siz daha Mete Üsteğmen'i çok fazla tanımıyorsunuz ama 3 5 bölüm giderseniz hayatınızın aşkı olabilir demedi demeyin çünkü benim aşkım oldu kendisi😄 Beni nasıl yaktıysa sizi de öyle yaksın zalımın oğlu🔥

Beğeni ve yorum yapmayı unutmayalım, size çok daha güzel bölümler vaad ediyorum, okumada kalın❤️ Sonraki bölüm haftaya olacak, görüşmek üzere hoşça kalın.😘

Beni şu hesaplardan takip edebilirsiniz:

İnstagram
Twitter
Tiktok

rubamsalepe

 

Loading...
0%