Yeni Üyelik
57.
Bölüm

10. "Bakma Öyle"

@rubamsalepe

Selamm, öncelikle bölümü beğenmeyi ve bir tane bile olsa yorum bırakmayı unutmuyoruz değil miiiğ🥰

Haydi okumaya

️♟️

Toplantı odasında raporlu Orhan hariç tim eksiksiz olarak bulunuyordu, Reşat Yarbay da orada plan için bulunuyordu. Her ihtimale karşı Volkan Üsteğmen de toplantıdaydı, destek timi olarak olağanüstü bir durumda gelebilirlerdi, her ayrıntıyı bilmeliydi.

Yarbay ekrana koordinatları yansıttı, harita net bir şekilde gözüküyordu. Ekran ikiye bölünmüştü bir kısmında kaçırılan sporcunun resmi vardı kalanında da harita açıktı.

"Miray Kalyoncu, ülkemizin en büyük voleybol kulüplerinden birinin oyuncusu, milli takımda da oynuyor. Spor camiası için önemli bir isim. Kaçırılan sporcumuz Miray 25 yaşında."

Azra diğerlerine göre çok farklı ve şaşkınca bakıyordu olaya çünkü bir voleybol izleyicisiydi, bu kıza hayrandı aslında vakti oldukça takip ederdi ve hakkında çok şey biliyordu, onun düşman eline düşmesine üzülmüştü.

"Türkmen Kızı lakaplı sporcumuzun sayısız altın madalyası var, 10 numara formaya sahip. Olağanüstü bir smaçör ülkemizin yetiştirdiği en önemli isimlerden biri." Bu defa fotoğrafa hayranlıkla ve gururla baktı.

Bu kadar bilgi sahibi olmasını beklemiyordu tim. "O kadar ayrıntıyı nasıl biliyorsun?" Üsteğmene döndüğü sırada cevabı kendisi değil bir diğer komutanı verdi. "Azra Astsubay voleybol izlemeyi çok sever oradan biliyordur." Hakan izlemese de Azra'nın bu tutkusunu biliyordu kaç yıllık mesaileri vardı, bu ayrıntıyı kaçırmamıştı.

"Türkmen Kızı neden demişler komutanım?" Konudan gittikçe uzaklaşıyor olsalar da cevabı yarbay da merak ettiğinden müdahale etmedi.

"Dedesi Toroslarda yaşamış bir Türkmen olduğundan Türkmen Kızı diye lakap bulmuşlar öyle de kalmış, Kalyoncu seviyor o lakabı." Meraklı sorunun cevabını alınca Yarbay tekrar haritaya döndü ve bölgeyi gösterdi.

"Güney doğuda spora teşvik kampanyası için köylere giderken kaçırılıyor, onun burada olduğu istihbaratı Murat Türker'den geldi özel operasyonla alınması gerekiyor, kulübü kamuoyuna sakatlandı tedavi görüyor diye yansıttı eğer ki ortaya çıkarsa bu olay işler karışır."

Volkan sinirlenip yumruğunu masaya vurdu, herkes alışkındı ona komutanlarına saygısızlık için yapmadığını biliyorlardı sadece sinirini dizginleyemiyordu. "Koskoca milli sporcuyu koruyamadınız mı diyecekler. Bu kadın neden tehlikeli bölgede tek dolaşmış, yanına koruma falan vermemişler mi?"

"Haklısın üsteğmenim aynen öyle diyecekler, yanındakileri yollamış tek gezmek istemiş. O bölgede sıkıntılar olduğunu biliyoruz ama bu kadar göz göre göre adam kaçıracaklarını tahmin edemedik. Başka bir şey olmuş olmalı onu kaçırmaları için, şimdiye kadar haberlere düşmedi çünkü."

Dedikleri mantıklı gelmişti time, madem kaçırılmıştı üzerinden propaganda yapmak için bir haftada neden yapılmamıştı? Bölge çok da güvenli değildi, dimdik kayalık bir tepenin üstündeki mağaraydı burası, etrafı açıklıktı ve timin hep beraber rehine zarar görmeden oraya girmesi pek de mümkün değildi. Karşı tepede konuşlanmış iki nişancı ve arkadan tırmanıp tepeden halatlarla mağaraya müdahale edecek güvenliği sağlayacak askerler bunu başarabilirdi. Fırat da bu defa keskin nişancı olacaktı; Mete, Hakan, Göktürk ve Elvan da halatlarla müdahalede bulunacaklardı, Enes de Azralarla beraber olacaktı. Plan hazırdı ama tehlikeliydi de, bir çatışma sesi etrafa teröristleri toplayabilirdi.

"Plan böyle, Allah yardımcınız olsun eğer yaralanırsanız sizi vururum bozkurtlarım. Sıkıştığınız durum olursa Volkan Üsteğmen komutasındaki Gölge Timi desteğe gelir. Şimdi hazırlanın ve Türkmen Kızı'nı kurtarın."

Emredersiniz sesleri bir anda yükseldi ve operasyon için hazırlanmaya gidildi. "Abi sen iyi misin ya? Sabah bir baktım yoksun." Bir bakmıştı o da evde değildi ama konu bu değildi. Sessizce soruyordu hazırlanırken zaten diğerleri ayrı alemdeydi o sırada.

"Sorma ya en son beni sokağa atmış kime gittiysem sarhoş sarhoş evi zor buldum. Sonunda buldum ama merak etme." Tutamamış kendini gülmüştü, onu sokağa atmışlardı kendisi de sokaktan toplanmıştı neredeyse. Kendisi kadar şanslı olamamıştı başçavuş.

"Gülüyor bir de ya, senin için nelere katlanıyorum ben görüyorsun bir de gülüyorsun." Sahte bir ifade takındı yüzüne, küsmüş gibi davranıyordu. Azra elindeki kasaturayı bacağındaki yerine yerleştirdikten sona kollarını sardı ağabeyine. "Bir tanesin sen bir tane." Sırtına yavaşça iki kere vurup tepkisini sürdürdü. "Öyle miyim?"

"Vallahi öylesin." diyerek ayırdı bedenini adamdan.

"Sen ne yaptın, merak ettim ama işte anca kendimi toparlayıp burada buldum kendimi arayamadım. Sana yazdığım mesajı da Eslem'e atmışım." diyerek kıkırdadı, isimlerini karıştırmayı da bırakıp sarhoş haliyle kardeşi gibi gördüğü kıza atacağı mesajı diğer kızlardan birine atmıştı. "Ben de bir numara çevirmişim yanlışlıkla, gelip benimle ilgilendi. İyiyim şimdi sen merak etme."

"Aman iyi ol bak sonunu gördük." Silahını kurmaya başladı, kısa sürede Bora 12'yi toparladı. "Senin de Bora'n var bugün."

"Hepsini öpeceğiz bugün." Keskin nişancı olmak ayrı his veriyordu Fırat'a arada bir olması da özel hissettiriyordu görevini.

"Hazır mısınız Sancak Timi?"

"Hazırız."

"Helikoptere o zaman." Karargahtan çıkıp helikoptere binmeleri çok uzun sürmemişti, her zamanki düzenle binseler de içlerinde bir eksik vardı, Orhan'sız olmak tuhaflık hissettirmişti time. Parmaklarından birinin eksik olması gibi bir histi ancak iyi olduğunu bilmek yetiyordu hepsine, zaten bu süre zarfında toparlamıştı Orhan, sinirlerine zarar gelmemişti bundan sonraki görevlerde yer alması çok da geç olmayacaktı.

Azra tuhaf hisle büründü bir anda, Elvan hariç herkesin düne dair bildiği bir şey vardı. Fırat'la içmiş tüm derdini ona dökmüştü, sarhoşken üsteğmeni aramış sabah da onun evinde uyanmıştı, iki askeri de onu dağılmış halde görmüştü, yetmezmiş gibi sabah Hakan'a da Mete ile olduğunu ağzından kaçırmıştı. Sanki herkes ona bakıyormuş gibi hissettiğinden başını helkoptere dayamış ve dışarıya bakmaya başlamıştı.

"Herkes çok tuhaf davranıyor, benim bilmediğim bir şey mi oldu?" diyen ise Elvan patavatsızıydı, Azra başını hiç çevirmedi Göktürk konuyu yatıştırmaya yemin etmiş gibi atladı lafa. "Nereden anladın ya? Dün sensiz yemeğe gittik biz de yakalanırız diye susuyorduk, tüh bak yakalandık gördün mü devrem?"

Enes bıyık altı gülümsemelerinden birini yapıp başını Elvan'a çevirdi. "Sensiz çok eğlendik gerçekten."

"Siz ikinizi bir gün fena döveceğim." İşaret parmağını iki devreye götürüp bir ona bir ötekine doğru tuttu. "Gerçekten döveceğim."

"Teğmenim sen nasıl oldun? Annen nasıl bu aralar?" Teğmen iyiydi de annesinin sağlık durumu onu bu halde görünce biraz kötülemişti. Her döndüğünde vurulmuş gibi davranıyordu zaten ama şimdi gerçekten vurulduğunu görünce bayağı etkilemişti bu onu.

"Onca zaman geçti hâlâ tam olarak rahatlayamadı, bir yardımcı da bulamadık bari üst kata biri taşınsa arada kapısını çalsa bana yeter aklımda kalmazdı, onu da bulamadık."

"Senin de şansına teğmenim. Su akar yolunu bulur derler o iş de hallolur."

Helikopter yolculuğu bu defa sessiz geçmişti, Azra muhabbete girmemiş, diğerleri de çekingen davranmışlardı. Helikopter bir süre sonra timi uygun mevkide bıraktı, mağaraya ses gitmeyecek kadar mesafedeydi burası. Bir süre yürümeleri gerekecekti. İndikleri zaman adım adım ilerlemeye başladılar.

"Zeynep'imi özledim ben ya burnumda tütüyor." Zeynep'i daha dün görmüştü ancak ciddi ciddi özlediğini hissediyordu. Evlenmek istiyordu bu yüzden, daha çok doymak istiyordu sevdiğine.

"Lan daha dün görüştün."

"Dün görüşmüş olmam bugün görüşmek istemediğim anlamına gelmez ki." Göktürk'e vıcık vıcık gelen bir ilişkiydi bu, tepkilerini asla değiştirmiyordu. Yüzünü buruşturdu ancak ona dönmedi.

"Çok vıcık vıcıksınız kusacağım samimiyetinize."

"Lan aşk nedir biliyor musun devrem? Âşık olan insan bir an ayrı kalmak istemez, yanındayken bile özler. Sen ne bileceksin?"

Azra, Enes'in omzuna dokunup önlerine geçti. Öyle iyi bildiği bir duyguydu ki bu, beş senedir tek günü özlemeden geçmemişti. Bir an dahi bu saf duygularından da pişmanlık duymamıştı.

"Ne demiş Şah İsmail, bir derdim var bin dermana değişmem. Aşk öyledir Kırımlı, derdin senin devandır aslında. Sen sevmeye devam et eninde sonunda kavuşacaksın." Öyle güzel konuşmuştu ki timin geri kalanı da bu sözlerinden etkilenmişti, seven insanın derdinden ancak seven insanlar anlardı. Gerçekten sevenler de bazen şiir gibi konuşurdu. Türküler de öyle değil miydi? Neşet baba mevlam ayrılık vermesin gökte uçan kuşa Leyla'm derken tüm kalbiyle söylememiş miydi, sevdası yüzüne ve sesine yansımamış mıydı?

Hakan tutamadı kendini, bu teselliye sessiz kalmadı. "Sen bu kadar güzel cümleler kurma laf edemiyorum sonra içimde kalıyor." Azra gülümseyip komutanının yanına gitti bu defa.

"Ben aslında şiir gibi konuşabiliyorum da işte genelde dağdayız diye benden küfür duyuyorsunuz komutanım." Ciddiyetini bozmadı teğmen, onunla aynı hizada yürümeye devam etti.

"Küfür daha iyi bence." Taş atmasa ölürdü ama onca yıldır böyle anlaşmaya da alışmışlardı. Âşık hâlini bir tek Fırat'a göstermişti o yüzden kimse o hallerini bilmiyordu, hep sert Azra ile karşı karşıyalardı, hoş daha dün üç kişi de yıkık halini görmüştü ama o yıkıklığın sebebinin aşk olduğundan habersizlerdi. Mete biraz şüphelense de üstelememişti, derdi olduğunda ona anlatabileceğini bildiği halde anlatmıyorsa zorlamasına gerek yoktu. Kadın isteseydi kendisi anlatırdı.

"Siz bir de beni türkü söylerken görün." Mete görmüştü, beraber karadır kaşların söylemişlerdi ama teğmen pek görmemişti beraber geçirdiği yıllara rağmen Azra pek türkü söylememişti timinin yanında, en son Barış bebek için söylemişti. Aslında biraz çekingendi bunu yeni yeni aşıyordu hatta birinin yanında aşabilmişti.

"Bir gün bize de söyle o zaman, Demir Leydi'nin sesini özledik bizimkiler bayağıdır dinlemedi." Kendisi dinleyeli sadece birkaç gün olmuştu.

"Emredersiniz, ne zaman isterseniz söylerim."

"Demir ve Dörtyol." Mete sırtını Elvan'a dönüp sağlama aldı ve iki keskin nişancısına döndü. Önlerindeki tepeyi gösterip tekrar onlara döndü. "Kırımlı sen de dinle, mağaraya bakan kısmın karşısına geçip bize atış desteği sağlıyorsunuz, bir yandan da çevreyi gözetleyip bizi koruyorsunuz. Enes gözetleme sende, nişan da sizde."

Emredersiniz sesleri bir ağızdan çıkarken diğer adamlarına döndü yüzünü. "Nişancılardan güvenli yol güzergahı aldıktan sonra biz de harekete geçip bu tepeye arkadan tırmanacağız. Elvan, Göktürk ve ben düşmanı etkisiz hâle getiriyoruz Hakan sen o kolla yakın temastan kaçınacaksın, o yüzden ortalık temizlenince rehineye ilk sen gidiyorsun. Anlaşıldıysa siz önden gidin biz burada bekliyoruz." Son cümlesinde Fırat'a dönmüştü çünkü diğer ikisinden daha kıdemliydi başçavuş.

Üçü önden önden güvenlik tedbiri alıp gitmeye başladırlar. Azra kamufle olmak için gereken kıyafeti üzerine geçirdi böylece çalılık gibi gözükecekti uzaklardan. Bulunması çok zordu, o eğer saklanmak istediyse de imkansızdı. O istemediği sürece kimse onu bulamazdı. Diğer ikisi de aynısını yaptı, Enes'e özel bir tane daha alınmıştı yanlarına. Üçü de kamufle halde tepeye tırmanmaya başladılar. Çok yüksek tepeler değildi bunlar ancak dik olmaları birazcık insanları zorluyordu. Sarı toprakların arasında yükselen gri kayaların arasında yer bulmak çok da kolay değildi ancak ağaç üstünde bile işini yapabilen kişiler için zor da değildi. Her zaman ve her yerde daima hazırlardı. Azra kendine uygun gelen bir kayalığın yanına gizlenip tüfeğinin dürbününden etrafa bakındı, bu arada Fırat ve Enes de kendilerine yer bulmuştu. Etraf temiz gözüküyordu ve karşısı hakim bir tepe de olsa kör noktası olan yerler vardı, Azra orayı hızlıca tespit edip telsizini açtı.

"Komutanım."

"Söyle Demir."

"Yandaki kayalıkların arkasında bir patika var sürünerek geçerseniz görünmeyeceğinizi değerlendiriyorum, kör nokta orası." Mete baktığında mantıklı geldi, zaten bu işte güven en önemli faktördü. Askerlerine sonsuz güveniyordu işlerinde hataya yer yoktu.

"Tamam geçiyoruz şimdi, kaç kişiler." Fırat cevap vermişti bu defa, saymıştı hepsini çoktan.

"Girişte tam üç kişi var iki kişi de patikada, onları biz indiririz sizinle eş zamanlı olarak."

"Tamamdır dikkatli olun." diyerek harekete geçti, önden kendi gitmeye başladı, sürünerek ilerliyorlardı kayalıkların ardından. Enes de dürbünle onlara engel olacak bir şey var mı yok mu onu kontrol ediyordu, her şey olması gerektiği gibi ilerliyordu.

Kendini bildi bileli savaşan insanlar her yerde savaşabilirler miydi? Hep bir mücadele içinde olanlar vardı bu hayatta ve hedefleri sadece kazanmaktı. Dokuz yaştan mı başlamıştı bu savaş, yoksa daha sonrasında kendini göstermeye çalışırken mi, en büyük olmak isterken yapılan mücadeleler mi savaştı yoksa şimdi mi? Elleri kolları bağlıyken de savaşabilir miydi korkusuzca? Kaybetmekten kazanım çıkarsa bile kazanmayı sevenler hep mücadele edenler yine kaybedemezdi, ne olursa olsun bu savaşın da galibi olmalılardı.

Elleri sımsıkı bağlıydı, gözleri de ellerinden farksızdı. Normal bir kıza göre olağanüstü güce sahip olsa da bunun yaşadığı durumdan kendini kurtarmaya yeterli olmadığını çok iyi biliyordu. Başında birkaç kişi vardı ve başka bir yere götürülmek üzere olduğunu iyi biliyordu. Buraya geldiğinden beri hiç ağlamamıştı sadece dik durup kendini güçlü göstermişti, şanslıydı birkaç tokat dışında başına gelen bir şey yoktu şimdilik. Konuşması bekleniyordu ancak kızın konuşmaya niyeti yoktu.

Sadece iki kurşun, iki kurşun sesi yerinde irkilmesine yetmişti, ne olduğunu asla bilmemesindendi bu da, yoksa gözleri açık olsa rahatlayacaktı bir nebze. Yanındakiler dışarı çıktığında duymuştu bu sesi, birden onun için iyi şeyler olduğu içine doğdu, bir ışık vardı ancak o ışık umuyordu ki iyi yerden gelecekti. Birkaç ayak sesini duyması zor olmamıştı, birileri kendine yaklaşıyordu.

"Miray Kalyoncu?" Adını duymak kendini mutlu etmişti çünkü bu kurtulacağına işaretti.

"Benim, siz kimsiniz?"

"Türk askeri, Teğmen Hakan Batur." diyerek yanına eğildi adam, bağlı gözlerini çözdüğünde öncelikle bulanık gördü kız, ardından yeşil gözlerini karşısındaki kahramana kilitledi. Adam hemen ellerindeki ipleri kesti ve elini omzuna yerleştirdi.

"İyi misiniz? Size bir şey yaptılar mı?"

Bir hafta olmuştu buraya getirileli ama şanslıydı başına bir şey gelmemişti ancak tim yetişmemiş olsaydı gelmek üzereydi o bunu bilmiyordu. Soru soran adamın yanında iki kişi vardı, diğer adamları dışarıdaydı. Bulundukları yer tepe bir yerde olduğundan hepsinin açıklıktaki patikadan çıkması zordu bu yüzden arkadan tırmanıp tepeden halatla iniş yapıp düşmanı etkisiz hâle getirmişlerdi.

"Ben iyiyim, yapmadılar." derken gözlerini ovuşturdu. Hakan Teğmen çantasından çıkardığı mataradan avcuna su döküp kızın yüzünü yıkattırdı.

"Teşekkür ederim teğmen. Bizim takım son maçı kazandı mı haberiniz var mı?"

Sancak Timi bu soruyu beklemiyordu çünkü kim teröristler tarafından kaçırıldıktan sonra bunu sorardı ki? Karşılarındaki kızın çok da normal biri olmadığını o an anlamışlardı.

"Demir, son maçı kazandılar mı?" diyerek sordu Hakan telsizden çok da gerekli bir soruymuş gibi.

"Demir Sancak Kulübü son maçı da kazanıp ligte birinci sıraya yükseldi." Telsizden duyduğu cümleyi aynı şekilde tekrar edip sonuna Türkmen kızı lakabını ekledi.

Miray ellerini duaya kaldırıp "Çok şükür." dedi. Çok da normal değildi olanlar. Mete Elvan'ı, Miray'ı kontrol etmesi için yolladı yanına. Elvan önce kızın vücuduna göz gezdirdi sonra da başına ve gözlerine baktı. Biraz aç kalmak dışında hiçbir sorunu yoktu.

"Miray Hanım iyi olduğunuza emin misiniz?" diye sordu üsteğmen.

"İyiyim iyi komutan ama şuradan çıksak daha da iyi olacağım sanırım psikolojim bozuldu birazcık ve acıktım yani."

"Güvenli bir yer var oraya geçelim yersiniz ve yaşadıklarınız kolay değil psikolojinizin bozulması çok normal ama artık bizimle güvendesiniz. Sancak, çıkalım şuradan helikopterin gelişi biraz zaman alacak güvenli bölgede bekleyeceğiz. Hakan, Miray hanım sende." Kızın koluna girip kalkmasına yardım etti teğmen, kendisine nazaran kısa ve zayıftı. Biraz kafası dağılsın ve rahatlasın diye sorular sormaya karar verdi, asıl sorulara varmadan bu sorularla onu bir nebze rahatlatmayı düşündü.

"Demir Sancak Spor Kulübü, duydum adını ancak hiç izlemedim. Voleybol oynayıp izlemeyenlerdenim. Mevkiiniz neydi?" Kız gururla başını adama çevirdi ve "Smaçörüm ben." dedi. Camiası için önemli biri olduğunun kendi de farkındaydı. Hakan tutamadı kendini o soruyu sormak için.

"Smaçör olmak için kısa değil misiniz?" 1.75 boyu vardı bu smaçörlük için kısa bir boydu normalde anca libero olabilirdi ama o smaçördü. Kalyoncu olağanüstü bir sıçrama yeteneğine sahipti hatta bir doksanlık oyuncuların bloğunu bile geçip topu öldürebiliyordu. Çok yüksekten hücum edebildiğinden kulübü ve milli takım için vazgeçilmez bir isimdi Türkmen Kızı.

"Beni tanımadığınız belli komutan. Hakeme kadar sıçrayabiliyorum ben." Özgüvenini göstermiş oldu Türkmen Kızı, Hakan kendisine meydan okunmasını pek sevmezdi laf sokmak işinde iyiydi ona sokulmasından hoşlanmıyordu.

Adımlarını hızlandırdı, inmeye çalıştıkları patika tehlikeliydi hiç olmazsa Miray için tehlikeliydi. Sporcu olsa da kayalıklar üzerinde çalışma yapmıyordu. İnerken Hakan'ın koluna tutundu refleksen, buraya nasıl çıktığını da hatırlamıyordu nasıl çıkmıştı ki? Gözleri bağlı olduğundan muhtemelen çıkarılmıştı.

"Az kaldı Miray Hanım, biraz daha yürümeniz lazım." Üsteğmen arkasına baktığında sendelediğini görünce söylemişti sözlerini.

"Hanım demesek ben alışamıyorum o söze, Türkmen Kızı olur, Miray olur hatta Kalyoncu bile olur bunlara alışığım." Çenesi de düşüktü, garip bir rehineydi bu kadın, psikolojisinin bozulmasından mı böyle yoksa normalde de mi böyle bilemediler.

"Kalyoncu havalı soyad, milli takım formanızda yazıyordu değil mi?" Bazen milli takım maçlarına bakardı Mete, oradan biliyordu bunu da ama işte uzmanlığı daha çok futboldu üsteğmenin. O apayrı bir hikayeydi, küme düşen takımına çok bağlıydı ve acı çekiyordu.

Tepeden aşağı indiklerinde Azra karşıladı onları az önceki soruya da o cevap verdi. "10 numara Kalyoncu, Türkiye'nin en komple smaçörü ve dünyanın en yükseğe sıçrayıp hücum eden oyuncusu. Bu kadar yakından görebildiğime inanamıyorum, büyük hayranınızım."

Son kelimesini az önceki ricadan dolayı senli olarak çevirdi. Bu kadar büyük birinin yanında olduklarının yeni farkına varmıştı timin geri kalanı, daha anlatacaklardı ancak güvenli yere geçmeleri lazımdı. Azra arka güvenliği sağlamak için timin en arkasına geçerken en önde de Fırat vardı. Miray ve Hakan da Azra'nın tam önünde kalıyordu.

"Kadın askerlere de ben hayranım, iki tanesiniz bir de harika. Çok gurur duyuyorum sizinle."

"Biz de sizinle gurur duyuyoruz, siz de savaşıyorsunuz ve ben inanıyorum Filenin Sultanları bir gün o altını alacak, o madalya elbet gelecek." Gülümsedi Miray Demir Leydi'ye, bunu duymak mutlu ediyordu onu çünkü ülke daha önce a takımıyla hiç altın kazanmamıştı ve o ilki bizzat gerçekleştirmek istiyordu. Bronz ve gümüşü nasıl aldılarsa altını da alacaklardı.

"Ben de inanıyorum, o altını alıp her beraber bayrağımızı açacağız."

"Önüne bak Türkmen Kızı, düşersen sakatlanırsın kupa falan da alamazsın. Arkana bakma oturunca konuşursunuz, az kaldı." Somurtarak önüne döndü, çirkin olduğu kadar kaba bir adamdı da teğmen. Bir kelime daha söylemedi, gittikçe acıkması da artıyordu. Çabucak varmak istiyordu oraya.

Göktürk'ten uydu telefonunu istedi üsteğmen, hemen karargahı tuşladı. "Miray Kalyoncu'yu aldık komutanım, güvenli bölgeye geçiyoruz helikopteri beklemek için, yakındaki helikopterimizin kısa süreli arıza yaşadığını çok uzun sürmeden halledileceğini öğrendik. En kısa mesafede yine o var beklemek zorundayız."

"Çok dikkat edin Akıncı, sizi oradan çıkartmak için uğraşmayalım bir de. Temiz iş olsun çabucak dönün deli kurtlar."

"Emredersiniz." diyerek kapadı telefonu komutan, etraf güvenli gözüküyordu. Güvenli bölgeye geçmeleri için çok mesafeye ihtiyaçları yoktu, bir süre daha gittiklerinde bölgeye varmışlardı. Biraz ağaçlık ve yüksek bir bölgedeydi, yeşili görmek mutlu ediyordu askerleri çünkü genelde kurak yerlerde görev yapıyorlardı, Ankara da pek farklı değildi. Özellikle Bursalı olan Mete yeşil görmeye hasretti.

"Tim istirahate geç, Enes ve Göktürk çevre güvenliği sizde." diyerek yere çöktü üsteğmen, Miray'a da oturması için işaret etti.

Hakan çantasından konservesini çıkartıp kıza uzattı, çatalı da eline tutuşturdu. "Teşekkürler." diyerek bir hamlede açtı kapağı, sporcu olmanın faydaları bazı anlarda çıkıyordu gerçekten. Hızlıca ton balığına batırdığı çatalı ağzına attı, kötü koksa da umursamadı şu an her şeyi yiyebilirdi.

"Kaç kaç bitti maç?" Hâlâ aklı oradaydı ya da öyle davranmak istiyordu yaşadıkları kolay değildi. "3-0 devirdik ligte birinci sıraya yükseldik." Azra da Demir Sancaklıydı bu yüzden yükseldik kelimesini kullanmıştı, kulüp Ankara kulübü olduğundan görevde olmadığı zaman takip ediyordu maçları hatta sahaya bile gittiği oluyordu. Orada bu kadar yakından görme fırsatı olmamıştı, şimdi kanlı canlı yanındaydı. "İşte benim takımım ya harikalar kızlarım."

Teğmen öksürerek boğazını temizledi ve dikkati üzerine çekmeye çalıştı. Sorması gerekenler vardı ve belki de buradan gitmeden hallolması gereken şeylerdi bunlar. "Miray Hanım." Elini havaya kaldırdı Miray ve ağzındaki lokmayı yutmadan "Miray." diye düzeltti.

"Türkmen Kızı." diyerek girdi cümleye bu defa. "Seni neden kaçırdılar, nasıl kaçırdılar." Yüzü birden düştü ve elindekileri kenardaki taşın üzerine bıraktı. Her hâlinden belliydi bir şeylere şahit olduğu.

"Bir kadını öldürdüklerini ve gömdüklerini gördüm. Etrafta fotoğraf çekiyordum, kamerama yansıdı. Fark edildiğimde beni alıp götürdüler."

"Cinayete mi şahit oldun?" Mete'ye mantıksız gelmişti ancak aslında mantıklıydı olan bitenler. Tek başına tehlikeli bölgelerden geçerken fotoğraf ve video çekmeye başlamıştı, o sırada buna şahit olan teröristler onu alıp kaçırmışlardı.

"Telefonumdaki videoyu istediler, açamadılar telefonumu. Hafıza kartını da yuttum dedim, çıkarmaları için doktor mu ne gelecekmiş anlayamadım orasını tam. O videoyu silmek istediler sonra da şahit olan beni sileceklerdi sonra siz geldiniz."

"O hafıza kartını yuttun mu gerçekten?" İki yana salladı başını Türkmen Kızı ve Mete'ye baktı tekrar. "Hafıza kartım hiç yoktu ki, ölmemek için yalan söyledim. Telefonum mailime yedekleme yapıyor mailime girersem video ve fotoğraflar orada çıkacak." Adını söylemek istedi ancak bilmiyordu, buna çabaladığını görünce cevap verdi komutan.

"Üsteğmen Mete Akıncı." dedi ve ekledi.

"Çok zekice, tebrik ederim seni bak bu sayede hayatta kaldın ve bize ihtiyacımız olan bir ipucu vermek üzeresin. Öleni net bir şekilde gördün mü?"

Başıyla onu onayladı Miray. Esmer bir kadındı, üzerindeki kıyafetler çok moderndi. Toz pembe ceketi, beyaz pantolonu vardı. Saçları düzdü ve salıktı. "Konuşmaları bile duydum. Eliza Oliver dediler, sebebini bilmiyorum ama üstlerinden gizli bir infazdı bu, bir kısmı ayrıldı oradan benimle işte onları da siz öldürdünüz." Rengi soldu iyice, Azra yanına eğilip kolunu sıvazladı ona destek olduğunu görmesini istemişti, az önceki gibi soğuk kanlılığını koruyup gördüklerini tamamen unutması gerekiyordu ancak zaten yeterince dik duruyordu Miray, umursamamaya çalışıyordu ama üzülüp korkmuştu da.

"Belki daha önce oradan geçsem kurtulabilirdi." Cümlesiyle eş zamanlı birbirlerine baktı tim, aradıkları kadın öldürülmüştü ve timi Berzan ile Kolsuz'a götürecek o isim artık yoktu.

"İçin rahatlayacaksa bir nebze o kadın bir terör işbirlikçisiydi." Ölmese bile hapsi boylayacaktı ancak ölmüştü. Miray'ı bu cümle yine de rahatlatmamıştı, bir cinayete şahit olmak görmek isteyeceği son şeydi. Elindeki topa smaç vurup öldürmek gibi değildi insanı öldürmek.

Mete cebinden telefonunu çıkartıp internetini açtı, mail kısmına girip telefonu Kalyoncu'ya uzattı. Telefona mail adresi ve şifresini girip hiç. fotoğrafları açmadan komutana geri uzattı. İnfazı gerçekleştirenler net bir şekilde gözüküyordu ve bu kişiler çok tanıdıktı. Geçen operasyonda Azra'nın kafasını kırdığı terörist ve diğer öldürdükleri teröristlerin ta kendisiydi. Mete telefonu önce yanı başındaki Azra'ya sonra da teğmene gösterdi. Azra bu kişiyi çok iyi bildiğinden yüzünü buruşturdu Mete de başını salladı.

"Rahat ol Miray o katiller cezalarını buldu, sana zarar bile veremezler."

Murat'tan aldıkları istihbarata göre örgüt içinde bazı alanlarda sıkıntılar çıktığından arada baş kaldırıp kafasına göre iş yapan isimler oluyordu. Tam da öyle bir eylemdi bu, örgüt için önemli isimlerden biri Eliza daha Berzan'a ulaşmadan bunların eline geçmiş ve infaz edilmişti. Ancak bu baş kaldıranların hepsi öldürülmüştü yani daha önce de başkalarına haber etmediklerinden Eliza Oliver'in öldürülmesi olayından sadece Sancak Timi haberdardı ve en önemlisi bu kadının sosyal medya dahil olmak üzere hiçbir yerde fotoğrafı yoktu sadece mail kullanıyordu, Berzan'la da öyle haberleşmişlerdi bu yüzden kimse onu görmemişti, görenler de ölmüştü. Bu da demek oluyordu ki Eliza yerine biri geçirilip Berzan'ın yanına sokulabilirdi.

Ton balığına geri döndü Miray kendini az da olsa toparlayıp, birkaç çatalla dibini görmüş ve karnını doyurmuştu. Su rica etti, ondan sorumlu olan Hakan olduğu için suyunu uzattı, birkaç yudum yetmişti ona, kapağını sıkıp geri verdi.

"Bütün dengeler değişti şimdi." dedi time dönüp Hakan, Mete de ekledi.

"Miray bu bilgilerin bizim için önemini bilemezsin. Senden tek bir isteğim var o cinayet ânından itibaren Ankara'ya inene kadar hiçbir şey yaşamadın. Seyahatin sırasında küçük bir sakatlık gördüğün için antrenman ve maçlara çıkamadın, herkes öyle biliyor öyle bilmeli. Seni ele geçirdiklerini ve bu duyduklarını kimse bilmemeli. Bu bir devlet sırrı ve sen milli bir oyuncu olduğundan ülkene yardımcı olacağına inanıyorum."

Hiç düşünmeden "Canım feda, andım olsun." dedi, başka bir söze gerek duymadı. Aklındakini asla silemeyecek olsa da ağzını kapalı tutabilirdi ki tutacaktı da. O ay yıldızlı bayrağa sadece milli takımda değil her alanda hizmet etmek ona gurur verirdi.

"Helal sana be." diyerek tebrik etti Miray'ı başçavuş, karşısındaki kız çok güzel olsa da ona farklı gözde bakmadı zaten yaş standartının da altındaydı.

Elvan Miray'ı alıp güvenli bölgeden ayrılmadan timden biraz uzağa götürdü. Adam akıllı bir kontrol yapacaktı, onun fark edemediği bir şey olup olmadığını bilmiyordu mesela yaralanmış olabilirdi, düşmüş olabilirdi. Sendeleyerek yürümesi çok uzun süre bağlı kalıp oturması olabilirdi ama sakatlık da geçiriyor olabilirdi. Adrenalinden bunu anlamamış olabilirdi. Elvan kontrole başlarken tim kafa kafaya verip olayların hızlı bir değerlendirmesini yaptı.

"Örgütle ters düştüklerinden onları zora sokmak için Eliza'yi öldürdüler ve Miray'ı kaçırdılar sonra biz bu olaya dahil olan herkesi öldürdük, Miray'ı aldık. Bu haber onlara uçmadı, uçsaydı Murat da bize uçururdu onları habersiz bırakıp yüzüstü bırakmak istediler. Bir kişinin öldüğünü bilirsen başka bir bağ kurmak istersin ama o kişiden hiç haber alamazsan merak edip durursun. Bunu yaşatmak istediler. Herkes öldü tim, Eliza'yı kimse görmedi hiçbir yerde olmayan fotoğrafı bizim elimizde var artık. Sadece tarife uysak yeterli, Demir Leydi'ye sıra geliyor." Azra heyecanlandı bunun için, fiili istihbarat görevinde bulunmayı seviyordu iki işten de vazgeçemediğinden bu timdeydi zaten.

"Emredersiniz. Hepsinin çarkına sıçmayan ne olsun?" diyerek gülümsedi ellerini hafifçe birbirine vurarak.

"Manyak bu kız ya, nasıl da seviniyor ruh hastası." Başını çevirip karşısındaki sporcuyu görünce bu defa da Mete konuştu.

"Tek ruh hastası bizimki değilmiş Batur, kızın ilk sorduğu soru maçı kazandık mı oldu teröristlerin elinden kurtulduğunda."

"Gidene kadar rahat dursa bari çok arıza çok. Hiç hoşlanmadım." Hisleri karşılıklıydı da, 1.75 boyu küçümsenmişti bir kere izleseydi onu ne demek istediğini çok iyi anlayacaktı. Azra dönüp teğmene baktı ve başını iki yana salladı.

"Neden kafanı salladın şimdi?"

"Sizinle onun maçına gitmek çok isterdim sadece yüz ifadenizi görmek için. Harika biri o, biraz da tuhafmış onu da öğrenmiş olduk." Hakan hoşlanmadığı kişilerle alakalı şeylerle ilgilenmezdi de.

"Gideceksek futbol maçına gidelim ne işimiz var voleybolda." Lise yıllarında oynasa da futbol daha çok ilgisini çekiyordu. Gitmeyelim dememişti, gülümsedi astsubay.

"Unutmam ama bu sözünüzü." Unutmazsam unutma der gibi umursamaz bir tavır takındı yüzüne, bugün fazla bile konuşmuştu sadece işle ilgilenmek istiyordu böyle sosyal şeyler hoş gelmiyordu ona dağda, yine de onlara uyup konuştuğu da oluyordu çelişiyordu kendiyle.

"Çağlar." diyerek Elvan'a döndü üsteğmen. "Bitti mi işiniz?" Elvan başıyla onu onayladığında Mete onları yanına çağırdı.

"Miray senin tanınmaman lazım özellikle Ankara'ya indiğimizde. Astsubayım senin için tebdil kıyafet getirdi." Yaptığı baş işaretiyle Azra çantasına tıkıştırdığı siyah elbise, örtü ve güneş gözlüğü çıkartıp yanlarına geldi. Miray'ın üzerinden siyah bol elbiseyi geçirdi ardından başına örtüyü sarıp eline gözlüğü tutuşturdu.

"Bu güzelliği saklamak kolay olmayacak ama tanınmanı böylece engelleyebiliriz." Miray gülümseyip üzerindeki kıyafetlere baktı, farklı gözüktüğüne emindi.

"Çok iyi düşünmüşsünüz teşekkür ederim hepinize."

"Görevimiz."

Helikopter pilotundan uydu telefonuna çağrı geldi bir süre sonra, koordinat yeri güvenlik nedeniyle son anda değişmişti ve etrafları kalabalıklaşıyordu. Gidecekleri tek yol kısaydı ancak önlerinde bir gurup vardı, öteki yollar daha tehlikeliydi. Gurupta siviller var mı diye bilmediklerinden havadan müdahale de edemiyorlardı, oraya gitmek zorundaydılar.

"Sancak, çatışma olacak." diyerek elindeki cihazdan harita üzerindeki yol ve düşman mevziisini gösterdi timine.

"Keskin nişancılar iki ayrı yere konuşlanacak, guruplar halinde saldıracağız. Fırat ve Enes siz benimlesiniz, Elvan sen Azra ile, Göktürk sen de Hakan'lasın. Hakan Miray sende. Yaralanma istemiyorum, bölgede üstte olacağız o yüzden atış üstünlüğü de bizde olacak, hemen halledip çıkıyoruz. Miray'ın güvenliği çok önemli."

"Emredersiniz." dendikten sonra tim güvenli bölgeden gayet güvensiz olan bölgeye geçmeye başladı. Çok mesafe yoktu, sessizce yürüyorlardı. Miray zorlandığı yerde Hakan'a tutunuyor ancak yüzüne bile bakmıyordu. Azra ile Elvan da hakim ve daha gizli bir yer arıyorlardı. Azra yerini alınca Elvan da yanına çöktü hemen. Üçe ayrıldıklarından iki yandan keskin nişancı ateşine tutacaklardı teröristleri, ortada da Göktürk ve Hakan normal ateş edecek, ateş üstünlüğü kuracaktı. Kalabalık değillerdi, birkaç metre aşağıdalardı. Geri zekalı olduklarını düşünüyordu Azra, bu kadar açıklıkta durmaları gerçekten ahmaklıktı, öyle ilaçlar içiyorlardı ki robotlaşıyorlardı, yaptıklarının mantığı da yoktu çoğu zaman.

"Atış serbest, Azra okçular tepesi sende." İlk kurşunu sıktı ve tam isabet ettirdi, Fırat da attığını vurdu. Hakan ateş üstünlüğü sağlarken üzerlerine ateş edildiğini gördü. Bu açıklıkta duracak kadar salak olsalar da bazılarının onları karşıda bekleyip destek verecek kadar aklı vardı. Bir süre sonra atış üstünlüğü karşı tarafa geçti, Göktürk bile saymayı bırakmıştı. Hakan Miray'a döndü.

"Sakın ha başını çıkarayım deme, ölürsün bak şakası yok." Üzerlerine bir kez daha ateş edilince korkup Hakan'ın kolunu sıktı, o kadar şeyi kaldırması çok zordu ölü görmüştü, kaçırılmıştı ve çatışma ortasında kalmıştı. İstemsizce sıkabildiğince sıktı Miray, başını da kaldırmadığından Hakan'ın yüzündeki ekşimeyi fark edemedi. Yarası vardı ve intihaptan yeni kurtulmuştu, çok da vakit geçmemişti zarar görmesi normaldi böyle bir reflekste. Küçük bir sızlanma sonrasında başını ona çevirince gördü yüzünü, hemen elini çekip tekrar ona baktı sonra eline baktı. Yara çok fazla zarar görmese de kanamıştı.

"Kan bu."

"Sakin ol bir şey yok."

Göktürk bulduğu fırsatta sıkmaya devam ediyordu ancak hemen yan tarafında olmasına rağmen Hakan çıkamıyordu Sayaç daha kör noktadaydı. Timin geri kalanı keskin nişancılarla tek tek düşmanı temizlerken karşı ateş Hakan'ın üzerineydi.

"Nasıl yok ya, kanın bulaştı elime. Kolunu aç bakayım." Hakan başını iki yana sallayıp ateş için fırsat kollamaya devam etti bir el daha sıkıp hemen geri çekildi. Çok fırsat bulamıyordu. Kız ellerini uzatsa da ellerini geri itti ve başını iki yana salladı.

"Teğmen sana buradan bir smaç vururum aklın şaşar. Aç şu kolunu da sarayım. Çantanda vardır sargı bezi çıkar hemen." Susmayacaktı eğer dediğini yapmasaydı, sağlam koluyla çantasına uzanıp sargı bezini çıkardı ve kolunu sıyırdı yaraya kadar.

"Komutanım burası bende az kaldı üstünlük bize geçecek siz tedavinize bakın." deyip ekledi Sayaç. "Altı."

Miray yarayı görünce yüzünü buruşturdu önce sonra da hâlâ nasıl bitmediğine şaşırdığı Hakan'ın matarasından suyu pamuğa döküp yarayı temizledi, arkasına baktığında delik olduğunu gördü ve şaşkın gözlerini ona çevirdi.

"Delip geçmiş, nasıl dayandın?"

"Hiç sakatlandın mı?" Başıyla onayladı karşısındaki dev adamı. "Sakatlandığımı düşün, bir şeyim yok sadece bir yara." Söylemesi ne de kolaydı öyle, kolunu bir kurşun delip geçmişti ve adam rahat rahat sadece yara diyordu. Aldığı sargı bezini yavaşça kolunun etrafında çevirmeye başladı ve sıkmadan bağladı. Hafifçe ayağı kalkmaya yeltenince başının yanından bir kurşun geçti, Hakan'ın hemen onu geri çekmesi büyük şanstı.

"Türkmen Kızı ölmek mi istiyorsun? Senin maçlarına benzemez burası kaybeden ölüyor burada. Sakın ha bir daha kalkayım deme sakın." İki dakikada bin tane olay yaşatacak bir baş belasıydı bu kız onu çözmüştü, hem yarasını kanatıyordu hem sarıyordu sonra ayağı kalkıp kendini öldürtmeye çalışıyordu.

"Komutanım temiz." Son kurşun da Miray'ın başından geçmişti, etraf temizdi. "Tim dikkatlice iniyoruz aşağıya." Hakan çatık kaşlarla silahını alıp temkinlice ayağa kalktı ve Miray'ı arkasına çekip küçük adımlarla inmeye başladı aşağıya.

"Boş bulundum kusura bakma."

"Dağda boş bulunamaz, bir daha olmasın."

"Fazla kaba olduğunu düşünmüyor musun teğmen?"

"Kaba olsam da haklıyım."

"Haklı olsan da kabasın." Adımlarını yavaşlattı ve önündeki kaya parçasının üzerinden atlayıp aşağı tarafına indi. Elini kıza uzatınca tutmadı.

"338 cm'den smaç vuruyorum ben sıçrarım buradan." diyerek dediğini yapıp bir hamlede sıçradı, hatasızdı. Hakan tepki vermeden önüne döndü ve yoluna devam etti.

Azra ve Elvan üç teröristi canlı yakalamış ve başına dikilmişti. Teröristler cins cins bakmışlardı onlara, kadın asker hiç mi görmemişlerdi?

"Senin gücün bize yetmez." Sözü Azra'nın damarını attırdı, omzuna astığı tüfeği çıkartıp Enes'e uzattı, çantasını da yere attı. Kasatura ve beylik tabancasını da komutanına teslim edip gözüyle müsaade istedi, Mete gülümseyince okullarda okutulması gereken ders niteliğinde olacak bu müsabakaya izin vermiş oldu.

"Bok yetmez kalk lan it!" Üçü birden kalkınca Elvan da silahsızlanıp teröristlerin karşısında geçti. Azra kasketini de çıkartıp çantasının üzerine koydu. Biraz ilerisi kayalıktı, istese tutup atabilirlerdi aşağıya ancak şimdi yumruklar konuşacaktı. "Gel gel." Yüzüne doğru gelen yumruğu geri adım atarak boşa çıkardı ve boşta kalan kolunu tutup dizini karnına geçirdi. O sırada bir yumruğu daha savurup gözüne bir yumruk geçirdi. Elvan da dövüşüyordu, gayet de iyiydi, karnına doğru gelen tekmelerden kaçınıp bacağını kavramış sonra da çevirip devirmişti düşmanını.

"Kadınlar istediği her şeyi yapabilirler." Fark etmeden Mete'nin sözünü tekrarlamıştı Demir Leydi, ona gelen bir hamleyi de çömerek bertaraf edince saldıran kişi diğerine yumruk atmış oldu.

"Sizi sikerim, öyle bir sikerim ki götünüzü kesmek zorunda kalırsınız." Bir yumruk daha çaktı, zevk ala ala dövmek istiyordu bunları yoksa şimdiye kadar elli kere öldürmüştü elleriyle.

"Bu kadar mı gücün?" Sözüyle yanağına çok sert bir yumruk yedi bir tanesi. "Ufff çok iyiydi bu." Göktürk kendini tutamamış hayranlığını dile getirmişti.

"Valla devrem hayran kaldım sanata bakar mısın? Elvan da döktürüyor onu bile övebilirim şu an."

"Şimdi çay olacaktı şu kareyi zevk ala ala izleyecektik, çekirdek de yok." Fırat'a gülse de yüzünü ona çevirmedi üsteğmen çünkü gözlerini iki askerinden ayıramıyordu.

"Koy müfredata ders diye okutulsun bu nasıl dövüşmek böyle Demir Leydi?" Hayranlıkla baktı kadına, gerçekten sanatsal çalışıyordu.

Ayağı kalkıp üzerine gelen teröristin kolunu çevirip çenesine aparkat koyduktan sonra Elvan da üzerine gelen diğer kişiyi tekmeyle uzaklaştırdı. Üçüncü terörist Azra'ya hamle yaptığında kolunu kavrayıp onu arka tarafına doğru takla attırdı ancak teröristin dengesi bozulunca önce kayalıklara doğru yuvarlandı sonra da aşağıya uçtu. Tim gülmemek için kendini zor tutarken Azra şaşkınca komutanlarına döndü.

"Fazla mı kaçırdım ayarı ya, neden uçtu bu şimdi?"

"Hevallere uçmayı öğrettin Demir." diyerek repliğini çaldığı devrelere döndü ve küçük bir tebessüm etti üsteğmen. Bu anlara şahitlik eden Miray da keyifsiz değildi aslında başından kurşun geçiren bu teröristlerin dayak yediğini görmek mutlu ediyordu onu ama yani terörist uçunca bir garip hissetmedi değildi.

"Uç uç terör böceği Azra mezarına toprak atacak."

Fırat'a baktığı için küçük bir tekme yiyip sendeleyince de oflayarak bir yumruk daha indirdi. "Kadının yeri koc..." Bu defa da kafa indirdi böylece burnu kanamaya başladı, lafını tamamlayamadı.

"Kocam yok." Bir tekme daha indirip yere serdi teröristi. "Ama istersen seni az önce uçanın karısı yapabilirim." Elvan da gelen tekmeyi tutup kendine doğru çekince terörist yere düştü ve yüz üstü döndü.

"Aferin kız harikasın." diyerek kucakladı Elvan'ı, hâlâ teröristleri tutarak yapıyordu bunu. İki teröristin de gizlediği bıçakları çekip saldırıya devam edeceğini bilmiyorlardı. Birkaç çırpınış ve denge bozuşla ellerinden kurtulup üzerine doğru bıçakla yukarıdan hamle yaptı, Azra yana çekilip kavradığı bileği döndürüp teröriste sapladı, Elvan'a saldıran da kendisine dönen ve boğazını kesen bıçak darbesiyle yere yığıldı. O sırada Hakan elini Miray'ın gözlerinin önüne doğru getirip bu kanlı sahneyi görmesine engel oldu, Türkmen Kızı da yummuştu gözlerini zaten, bir adım yana kayıp Hakan'ın arkasına geçti kamuflajından tutarak, görüş mesafesini tamamen yok etti.

"Kirli çalıştın astsubayım." Azra dönüp kirli kanın bulaştığı ellerine baktı, üsteğmen matarasının kapağını açıp dökmek için ona doğru uzattı, o da yere çömelip ellerini yıkadı.

"Kirli ama güzel bir çalışma oldu." Öyleydi, Mete onları izlerken gözünü kırpmamıştı bile. Hayrandı güçlü kadınlara, ona da.

"Kırk yıllık sanatçıyım böyle eser görmedim ben." diyerek başını cansız bedenlere çevirip matarasının kapağını sıkarken ayağı kalktı.

"Kadının gücünü gösterdim." Tüfeğini alıp dürbününe bir öpücük kondurdu. "Bora'm ile yapmayı tercih ederdim aslında."

"Canına okudunuz diyebilirim dişi kurtlar aferin size, işte benim askerlerim." İki kızı da kollarının arasına alıp küçük çaplı sarıldı başçavuş. Ağabeyinden ayrılan Azra omzunda bir el hissetti ve o yöne doğru döndü. Bir çift ela göz ona hayranlıkla bakıyordu. Üsteğmen kadının omzuna yerleştirmişti parmaklarını, istemsizce askerinin gözleri omzuna dönmüştü.

"Seni övmeye kelimelerim yetmiyor benim."

"Çok övülecek biri değilim aslında ama teşekkür ederim." Yeniden omzuna döndü gözleri, oraya takılı kalmıştı.

"Rahatsız olduysan..."

"Olmadım." dedi bir anda, sesi biraz yüksek çıksa da timin kalanı onları umursamamışlar ve teröristleri incelemeye başlamışlardı.

"Kendine nasıl haksızlık ettiğini bir bilsen..." Övülecek biri değilim demesine karşı söylemişti sözlerini.

Bana nasıl haksızlık edildiğini bir bilseniz... Kalbimin nasıl yerinden söküldüğünü, acıdığını bir bilseniz...

"Neden öyle bakıyorsun, dövüşürken darbe mi yedin yoksa?" Diğer elini de koluna yerleştirip sanki anlayacakmış gibi vücudunu yokladı sonra da yüzüne döndü. Parmaklarıyla yüzünü yokladığında da ifadesi değişmemişti, öylece bakıyordu ona.

"Yemedim." Yutkundu, üsteğmen de hissetti bunu. Adam bir adım daha atıp kulağına eğildi. "Miden mi bulanıyor, olabilir dünden sonra."

"Ben iyiyim komutanım."
Değilim.

"Madem iyisin neden öyle durmuyorsun?"

"Zorlayacak mısınız beni böyle?" Üsteğmenin bu defa niyeti bu yöndeydi, her zaman Pandora'nın kutusu kapalı kalamazdı. Başını olumlu anlamda salladı.

"Heyecandan." demesi ikisinin gözlerini yeniden buluşturdu. Esen havanın rüzgarları saçından fırlayan telleri uçuştururken mesafeleri çok azdı. Kalbi öylesine hızlı atıyordu ki yerinden çıkacak gibiydi.

"Ne heyecanı?" Geri zekalı.

"Türkmen Kızı'na bu kadar yakın olmanın heyecanı."

Mete ellerinin hâlâ onun üzerinde olduğunu fark edince geri çekti ancak mesafelerini açmadı, sabit duruyordu.

"Tim." Sesi profesyonelceydi, bir anlam barındırmıyordu içinde. "Helikoptere gitmemiz lazım." derken gözlerini Azra'dan ayırmamıştı. Tim harekete geçince gözlerini kaçırıp öne düşen ise Azra oldu. Sancak helikoptere doğru güvenle ilerlemeye başladı.

Miray için kolay değildi ama çok güçlü bir kızdı o, Toros kızıydı bir kere, ne kadar zorluk onu yıkabilirdi ki? Biraz zorlanacak sonra normale dönecekti, inandırdı kendini. Sahaya geri dönünce her şey düzelecekti inancı tamdı buna.

"İyi misin Miray?" Üsteğmen sporcunun yanına gidip hâlini sormak istemişti, kendisi onun yerinde olsa o kadar rahat davranamazdı emindi buna.

"İyiyim, dönersek daha iyi olacağım. Sahalara dönmem lazım acil beni toparlayacak en etkili şey bu."

"Döneceksin ve çok da başarılı olacaksın, timimi kapıp maçına geleceğim sana destek olmak için." İçtenlikle söylemişti sözlerini, zor zamanlardan geçen birine destek olmak için azıcık olan vaktini bile harcayabilirdi. Hakan biraz huysuzlansa da komutanı emredince gelmek zorunda kalırdı, Fırat'ın canına minnetti oyuncu ya da taraftar fark etmezdi onun için, Azra zaten seviyordu bu sporu o da gelirdi.

"Gerçekten mi? Beni böyle desteklerseniz çok sevinirim üsteğmenim."

Gülümseyerek başını tekrar önüne çevirdi, futbol maçına gitmek daha cazip gelse de voleybolu da izliyordu. Ama şimdi bir Bursaspor maçı olsa daha çok isterdi izlemek. Kalp yarası Bursaspor... İkinci lige düşen ama asla sevmekten vazgeçilmeyen o takım...

"Ben gelirim ama takımdan senin 10 numaralı formanı benim için imzalamasını istiyorum. Maçta kendi formamı giyeceğim imzalıları da çerçevelettirip asacağım. " Miray gülümseyip başını salladı ancak Azra onu görmedi önüne baktığından.

"Forma sana feda olsun." Hem onun kurtulmasına sebep olmuştu hem de kendisinin hayranıydı, hoş kendi de ona hayran kalmıştı da o ayrı konuydu.

"Azra seninle dışarıda tanışsaydık iyi anlaşırdık bence."

"Bence de iyi anlaşırdık, eğer uslu bir çocuk olursan bir gün sen de Azra'yı tribünde görebilirsin." Gülerek önce karşısındaki helikoptere baktı sonra da başını Miray'a çevirdi, birbirlerinde gülümsedikten sonra helikoptere bindiler. Hakan kızın helikoptere çıkması için yardım ettikten sonra kendisi de bindi.

"Ben gelmem bu arada." Konunun üzerinden asır geçmesine rağmen cevap verdi teğmen, Miray'ın tepkisi gözlerini devirmek oldu. "İsabet olur." Başını yanına çevirip yeşillerine baktı sertçe.

"Bana teşekkür edeceğine dediğine bak."

"Ne teşekkür edeceğim ya teğmen, görevindi bu."

"Başından kurşun geçiyordu, kolumu da sıktın zaten." Bu defa yarasına baktı, o bakınca Miray da baktı ve yüzünü buruşturdu. Aklına o yara geldikçe kötü olacaktı emindi, kendisinin kanatması da mutsuz etmişti.

"İyi mi şu an?"

"İyi." Bakmaya yeltenince de gerekirse Elvan'ın bakabileceğini söyledi.

Fırat Azra'yı gözlemliyordu, Azra'nın gözleri olması gereken yerde olmadığından tutamadı kendisini ve kulağına eğildi.

"Çok belli ediyorsun, bakma öyle." Bir refleksle ona doğru dönmek istese de kendisini belli etmek istemedi, bu yüzden sessizce cevapladı.

"Ne diyorsun abi?" Küçük bir tebessüm yerleştirdi dudaklarına adam, çabucak sildi bunu.

"Öyle bakarsan anlayacak." diyerek yineledi kendisini. Azra başını hafifçe iki yana salladı.

"Yok öyle bir şey." Son sözünü de söyleyip geri çekildi.

"Yine de sen bakma öyle bir şey yoksa da. Yine de ben bu kadar aşkla bakan bir kadın daha görmedim hayatımda, bil istedim."

Uçuş çok da uzun sürmemişti, Ankara'ya iniş sağlandığında hava hâlâ aydınlıktı. Helikopter durduğunda tim aşağıya inmiş hangara doğru gitmişti. Hangar önünde duran yarbay, Sancak Timi kendisine selam verince karşılık verdi.

"Üsteğmen Mete Akıncı. Sancak Timi iki subay, beş astsubay ve bir siville geri dönüşü vukuatsız sağlamıştır komutanım."

"Kurtlarım benim, yiğitlerim. İyi iş çıkardınız, Miray Hanım'ın sağlığı yerinde mi revirde kontrol edin sonra da ifadesini alıp gideceği yere kadar bırakın. Sonra toplantı salonuna gelin durumu değerlendirelim.

"Emredersiniz."

Miray'ın durumu gayet iyiydi bu yüzden revire gidilmedi, öncelikle boş bir odaya geçip ifadesi alınacaktı, iki subay da burada bulunacaktı. Azra da olanları bilgisayarda yazıya geçirecek kişi olarak seçildi. Özellikle seçilmişti ki Miray onu sevdiğinden daha rahat olurdu.

Odanın kapısını açıp içeriye ilk önce onun girmesini sağladı üsteğmen, ardından sırasıyla üçü de girdi. Mete ve Hakan tam karşılarında otururken Azra da yan tarafa bilgisayarın başına geçti.

"Bu resmi bir görüşme olacak Miray, daha önce ne anlattıysan yine anlatmanı rica ediyorum, son kez." Azra'ya dönüp artık yazmaya başlaması için işaret verdi. "Miray Hanım başınızdan geçen olayları anlatır mısınız?"

"Tabii. Demir Sancak Spor Kulübü olarak spora teşvik kampanyaları yapıyoruz. Kulübüm beni ve birkaç sporcuyu ülkenin birkaç yerine yollayıp ailelere teşvik ve fırsatlar sunuyor. Ben de sınır illerinden birine yollandım ve kendim gezmeyi sevdiğimden bana eskortluk edecek kişileri yanımda istemedim. Arabadan inip durduğum oldu etrafı çekiyordum, izliyordum. O sırada yan tarafta bir tuhaflık gördüm. Bir gurubun esmer bir kadını öldürüp kazdıkları çukura attıklarını gördüm." Rengi attı birden, o kötü an gözünde canlandı ve ağzından derin bir nefes alıp verdi. Hakan yanında getirdiği şişenin kapağını açıp Miray'a uzattı, biraz su içerse rahatlayabileceğini düşündü. Rahatlamıştı da teşekkür ederek şişeyi masaya koydu ve anlatmaya devam etti.

"Etrafı çektiğim için telefonuma yansıdı bu görüntüler, fark edildiğimde telefonumdan videoyu silmek istediler hafıza kartımı yuttum diyerek yalan söyledim, video yedeklenmişti mailime. Beni oradan alıp götürdüler, midemden çıkaracaklarını söylediler sonra sizler geldiniz, kurtuldum. Olay sırasında Eliza Oliver diye bir isim geçti, bu kadının adıydı ve bu infaz üstlerinden izinsiz ve gizliydi, bir kısmı beni götürürken bir kısmı da başka yana gittiler. Bunlar dışında giderken gözlerim bağlıydı, gittikten sonra birkaç kere açıldı yaklaşık bir hafta soğuk bir yerde kaldım yemek yemedim sadece su içtim." Son kelimesi cümleyi bitirir gibi olduğundan Mete ifadenin sonuna geldiğini anladı ve Azra'ya bitti işaretini verdi.

"Türkmen Kızı, bu kadardı artık serbestsin. Askerlerden birine seni evine bırakmasını söyleyeceğim, rahatlıkla git ve bir sorunla karşılaştığın an buraya haber ver, tehlike geçti evet ama yine de her ihtimale karşı tedbir almamız lazım." Miray başıyla onu onayladıktan sonra ayağı kalktı ve Mete'nin elini sıktı ardından da Hakan'ın. Azra çıktı aldığı ifadeyi ve kalemi Miray'a uzatıp imzalattırdı ardından kısa bir bakışma yaşandı aralarında, Azra sarılmak istesde de bunun doğru olup olmadığı arasında tedirgin olmuştu, Miray da sarılmak istediğinden ilk adımı o atıp sardı kollarını esmer kıza. Belki de Azra'nın tek kız arkadaşı olabilirdi, zaman gösterirdi o maça mutlaka gidecekti.

"Her şey için teşekkürler." diyerek ayırdı bedenini önemli değil anlamında sallanan başlardan sonra çıktı odadan, kapıda güneş gözlüğünü tekrar takıp onu bekleyen asker ile arabaya gitti.

Azra kendisine bakan iki adana baktı, bir şey diyeceklermiş gibi bakıyorlardı. Ona oturması işaret edilince oturdu.

"Konuş bakalım Demir Leydi."

"Ne konuşayım komutanım?"

"Sana güvenelim mi?" Hakan sorguya tutuyordu sanki, Mete de kenarda durmuş onları izliyordu. "Beş senedir güvenmediniz mi?"

Küçük bir tebessüm edip toparladı kendisini. "Soruya soruyla cevap verme."

Ellerini masaya koymuş üstünlük kurmaya çalışıyordu sözlerinde ama işte Azra elinde belgelerle kara gözlerini hiç kaçırmadan ona diktiğinde çok da başarılı olmadığını anladı.

"Güvenebilirsiniz." dedi hiç tereddüt etmeden, canını ona emanet ediyorlardı nasıl bunu sorgulayabilirlerdi ki? Keskin nişancıydı o, gerektiğinde arkada kalıp hepsinin kıçını kolluyordu madem güvenleri yoktu neden bu timdeydi?

Hakan masadan doğrulup komutanına baktı buz gibi duran ifadesiyle başını iki yana salladı. "Şu kızla uğraşmaktan bıkmayacak mısın sen?" Başını iki yana sallayıp önüne döndü. "Komutan bekliyor düşün önüme toplantı odasına gidiyoruz."

Mete'yi dinleyip ayağı kalktı ve toplantı odasına kadar sesini çıkartmadan gitti. Orhan'ın da orada olacağını kimse bilmiyordu, önlerindeki göreve çıkamayacak olsa da son durumu öğrenmek istemişti ona göre geri kalmayacaktı.

"Vay, gardaşım." diyerek kucakladı arkadaşını Azra. "İyi misin?"

"Bomba gibiyum bomba." Bombaları özlediğini asla belli etmeden ona doğru gelen komutanlarını ve diğer arkadaşlarını da kucakladı.

"Raporun bitmedi daha adam akıllı iyileşmediğinden seni göreve götürmem ona göre baştan anlaşalım." Başıyla onu onayladı Orhan, timine yük olamazdı zaten sadece karargahta olmak bile ona iyi gelecekti.

"Anlaştuk karargah baa dağlar da Sancak'a emanet."

"Dikkat!" Sesi üzerine ayağı kalktı herkes, yarabayın oturun komutuyla yerine çöktüler. Azra'nın masaya koyduğu ifadeyi okudu önce ve timin önüne bıraktı, herkes hızlıca göz gezdirip durumu tekrar etti.

"Üsteğmenimle konuştuk ve Eliza Oliver olayından haberdar olan herkesin öldürüldüğünü tespit ettik, Ayakçı'dan aksi bir istihbarat da gelmediği için bunu teyit etmiş oluyoruz. Siz iniş sağlamadan hemen önce mail adresine girmeyi başardık, tüm mailler elimizde. Biliyorsunuz bu kadının hiçbir yerde fotoğrafı yok, tanıyanı da pek yok zaten tanıdıklarını kimse de tanımıyor öyle gizlemiş kendini ama haber sitesi dünyanın en çok okunan sitelerinden biri. Berzan ile iletişimi bu mail adresinden sağlamış onu da tespit ettik, birkaç gün sonra ilk defa buluşacaklarını biliyoruz ama elimizde Eliza Oliver yok."

Mete bu esnada Azra'ya dönüp parmaklarını birbirine kenetledi ve sözü üzerine aldı, kendisine sıra geldiğini biliyordu. "Ama Eliza Oliver gibi esmer olan İngiliz aksanıyla İngilizce konuşabilen istihbarat eğitimli bir astsubayımız var." Bu onu heyecanlandırdı, fiili istihbarata çıkacaktı mutlu olmuştu, bu timle beraber istihbarat faaliyetinde ilk defa yer alacaktı.

"İstihbarat teşkilatımızla işbirliğiyle halletmek yerine bu işi içimizdeki istihbaratçıyla yapmak istiyoruz, Hakan senin için kefil oldu beraber askeri istihbaratta birçok şey başardığınızı da okudum. Bu göreve seni atamayı düşünüyoruz, Berzan basamağından tırmanıp en üstteki Kolsuz kod adlı finansçıya ulaşmak zorundayız, bu görevin kilidi sen olacaksın."

"Emredersiniz komutanım ben ne gerekiyorsa yaparım."

"Bu görev tehlikeli Demir, eğer göze alamam dersen istih..." Yarbayın sözünü başını iki yana sallayarak kesti. Eğer ki tehlike için vazgeçecek olsaydı asker olmazdı. Ülkesi için ne gerekiyorsa onu yapacaktı, gerekirse silah alacaktı eline gerekirse silahı bırakıp fotoğraf makinesiyle görevi gereği gazeteci olacaktı.

"Göreve ne zaman başlıyorum?" Yarbay gülümserken diğer iki subay da ondan farksız değildi hatta Fırat bile gururlu bir abi olarak bakıyordu ona.

"Üsteğmenim bu görevde seninle olacak, mail dökumanları birazdan elimize ulaşır satır satır okuyup hazırlan. Bir gazeteci gibi kıyafetler ayarla kendine. Dört gün sonra buluşma sağlanacak, her şey için dört gününüz var."

♟️

Merhabaaaa, haftalar birbirini kovalıyor ve 10. bölüme geldik şaka gibi...

Azra o nasıl terörist dövmek öyle ya, bir de herifi uçurumdan attı hayranım be sana. (Sadece ben değil)

Yeni bir isim Miray Kalyoncu yani Türkmen Kızımız... O en sevdiğim yan karakterlerimden biri diyebilirim. Enerjisi çok yüksek ve olağanüstü biri bence. Çok sevdim Miroşum maçına da geleceğiz bir gün heyecanla bekliyorum. Ruh hastası biraz da fark ettiniz mi maçı soruyor o halde ahsjshsdhd

Bu arada ben bu bölümü 5-6 ay önce yazdığımda Türkiye'nin voleybolda uluslararası turnuvalarda hiç altını yoktu. Ben bunu yayımlamadan yaklaşık 20 gün önce ilk altın madalyamızı kazandık, bunu buraya gururla yazıyorum. Kitabımın sahnesini değiştirmek istemedim ama buraya da yazmadan edemedim.

Bu arada Miray Kalyoncu için hakeme kadar sıçrama tekniği ve boyu Mireya Luis'den ilham aldım (Adı tesadüf oldu). Yine kısayken sıçraması, ayakla top çıkarması ve 10 numara forma giymesini Gabi'den ilham aldım. Çok sert smaçlarını da gerçek Demir Leydi Neslihan Demir'den...

Dağ görevlerimiz biraz başka yere evriliyor ve biz biraz Azra ve Mete'nin istihbarati yönlerini tanıyacağız. Çok farklı bölümler geliyor ki ilki bir sonraki bölüm, çok heyecanlıyım o bölüm için çünkü bu bölümdeki az Azra sahnelerini %100 telafi edecek biliyorum.

Haftaya görüşmek üzere, yorum ve beğeniyi unutmayalım. Öpüldünüz canlarımmmm😘

Loading...
0%