Yeni Üyelik
58.
Bölüm

11. "Ben Zaten Yandım"

@rubamsalepe

Selammm, bölüme bir tane bile olsa yorum bırakmayı ve beğenmeyi unutmayalım, onlar benim motivasyonum. İyi okumalar❤️😘

Bölüm Müzikleri
•Aytekin Ataş- Ha Bu Ander Sevdaluk
•Fahriye Evcen- Bahçada Yeşil Çınar

♟️

Savaşın birçok boyutu vardı, silahla savaş mesela insanlar ellerine aldığı silahlarla tarih boyunca birbirlerine saldırmışlardı. İlk kemik uçlarını yontarak başladıkları bu silahlar mızrak, kılıç, ok yay ve tabanca tüfeğe kadar gelmişti. Bir de kalemle savaş vardı, insanlar yazdıklarıyla tarihin seyrine yön vermişlerdi mesela Kurtuluş Savaşı yıllarında gazeteler yardımıyla milli mücadele duyurulmuş ve büyük fayda sağlanmıştı. Hitler kalemi ki buna medya da dahil, propaganda aracı olarak kullanmıştı.

Teknolojiyle de savaş vardı, günümüzün en büyük savaşı buydu. İlerleyen teknoloji savaşlara da yön vermişti, Türkiye özellikle SİHA konusunda bu savaşa dahil olmuş ve gücünü Karabağ Zaferi'nde kanıtlamıştı. Ve bir savaş türü daha vardı ki insan onu elleriyle kaza kaza yürütmeliydi, istihbarattı bu, kişiye çok iş düşüyordu. Adım adım yol almak, inandırmak, ikna etmek ve ifşa olmamak gerekiyordu. Yol uzun muydu kısa mıydı bilmiyordu ancak Azra bunun için de eğitim almıştı, savaşacaktı ama bu defa istihbaratla.

Toplantı odasında kendilerine getirilen belgeleri alıp daha küçük bir odaya geçmişlerdi, odada iki kişinin rahatlıkla çalışabileceği bir masa, klasörlerle dolu raflar, bir bilgisayar vardı. Geri görevdeki birilerinin kullandığı odaydı burası ama araştırma yapıp dökumanlara çalışmak için ideal bir yerdi. Yorgun olmalarına rağmen üzerlerini değiştirip masa başına geçmişlerdi, çayları da yanındaydı.

Azra çayını yudumlamadan önce biraz gerindi ve esneyecekken ağzını kapadı ardından sıcak çaydan bir yudum çekti içine. Ah sigara ne de güzel giderdi şimdi, tuttu kendini kapalı mekanda içemezdi. "Hayırdır?" diyerek gözlerini yanındaki askerine çevirdi Mete.

"Sigara istiyor canım, yorgunluğa şimdi iyi giderdi."

Adam gülümseyerek başını iki yana salladı, anlamıyordu bir şeylerle baş edebilmek için başka şeylerden medet ummayı. "İşimiz bitsin içmene izin vereceğim, şimdi odaklanalım sonra dinleniriz bol bol." Elini başına koyup yoksunluk hissini çıkarmaya çalıştı aklından.

"Emredersiniz." diyerek önüne yığdığı kâğıtları ayrıntısıyla inceleyebilmek için fosforlu kalemi eline aldı. Ayrı ayrı gitmeyeceklerdi okumada, beraber çalışıp beraber öğrenmeleri gerekiyordu içeriği.

"İlk mesaj bu, kronolojik gidiyor hepsini okuyup kayda değer şeyleri söyleyeceğim, not alıp bir karakter profili oluştururuz." Neden ikisi bu işi yapıyordu diye düşündü bir an sonra timin kalabalıklığını aklına getirince vazgeçti düşüncesinden.

"Tamam biraz bana da yaklaştır ben de göreyim."

Azra kâğıdı sağına doğru yaklaştırdığında Mete de sandalyesini onunkine dayayıp omuz omuza geldi.

"Selamlaşmalar, kimliğini doğrulama, asıl konuya geliş." Yabancı dili çevirmek onlar için çok kolaydı, metni kendi dilleri gibi okuyorlardı.

"Anladığım kadarıyla Berzan öyle bizim düşündüğümüz gibi bir terörist değil, Kolsuz ile bağlantı sağlarken bölgede sivil hayatını sürdüren, dağa sadece gerektiğinde giden birisi. Eliza ile dağda faaliyet gösterip haber yapacaklarmış." Dağda sürekli bulunan biri değildi Berzan, eli kolu uzundu her yere girip çıkardı, Avrupa'ya gidip gizli faaliyetler yürütür, Orta Doğu cehennemine gelip buraları da karıştırırdı. Ülkemizde kırmızı kodla aransa da Avrupa oralı değildi, zaten şu saatten sonra onun üstündekini öğrenmek onu ele geçirmek çok daha önemliydi. Terörün finans ve medya olayı onun elindeydi bu yüzden Berzan'a ulaşmak istiyorlardı ancak ona ulaşmak öyle kolay da değildi. Yazılanlara göre en başta yüz yüze görüşmeyeceklerdi, Eliza kampları ve köyleri gezip haber toplayacak, Berzan'ın içine sineni sitesinde paylaşacak tam anlamıyla güvenini sağladığında yüz yüze gelip parasını alacaktı ancak durum sadece bununla sınırlı değildi.

Azra cümleleri seslice okuyordu kaçırdıkları bir şeyin olmamasını istiyordu. "Geldiğinde seni aldıracağım, kontrol edilip kimliğin doğrulanacak ve yanına vereceğim isim seni gezdirecek." Buna benzer birçok mesajın yanında başka mesajlar da vardı.

"Üzerimde hiçbir şey yok. Beni böyle görmeni çok isterdim." Okuduğunu algılayınca duraksadı Demir Leydi, başını yana çevirip çay bardağını başına dikledi, bu sözleri komutanının yanında söylemek onu utandırmıştı, görev bile olsa inanlardı onlar da.

"Yavaş iç yanacaksın."
Ben zaten yandım.

Boğazını temizleyip başını salladı ve okumaya devam etti, zorundaydı. "Fotoğraf paylaşmama işi canımı sıkıyor seni kilometrelerce öteden bile doyu..." Elini kâğıtlara götürdü ve yana doğru kaydırdı.

"Siz okumaya devam etmeye ne dersiniz?" Gülmemek için zor tuttu kendini üsteğmen, kâğıtları net bir şekilde zaten görüyordu ancak Azra tamamen görüş açısından çıkarmak istemişti.

"Oku sen ben not alıyorum." diyerek kâğıtları geri verdi. Emir Demir'i gerçekten de keserdi o yüzden bir şey diyemedi, yalnız olduğunu düşünerek okumaya devam etti.

"Doyururdum." Eksik kalan cümlesini tamamlayıp alt satırlara doğru geçti.

"Geldiğimde beni doyurmazsan seni gazeteme koyarım." Çıplak fotoğraf birbirlerine yollamadıkları için kendisini şanslı saydı çünkü yollasaydı görmek zorunda kalırdı.

"Dağları inleteceğiz." Sözlerinden sonra konuşma biraz daha makul olmaya başladı, şükretti Azra. Üsteğmen de tutamamış kendini iki çift laf etmişti.

"Bunlar azmış, tek gitmeyeceğin için içim rahat yoksa bu yamyama yollamazdım seni." Düşünmeden söylediği bir sözdü, emredildiğinde ikisi de gitmesi gerektiğini biliyordu ki zaten bunu emreden de kendisi olacaktı.

"İçiniz rahat olsun benimle en fazla tokalaşabilir." dese de bu konuşmaların tokalaşmayla devam etmeyeceğini iyi biliyordu. Yardımcısı olarak Mete de onunla gidecekti, Mete'nin gitmesinin sebebi dillerini iyi bilmesiydi aslında, yerel dili ikisi de biliyordu ancak sınır komşumuzun resmi diline daha hakim olan isim Mete'ydi, her ihtimale karşı o da yanındaydı. Bir de yarbay öyle uygun görmüştü, kimse emir sorgulayacak değildi, tim komutanı istihbarat faaliyeti yürütemez diye bir kural yoktu. Timin lideri Mete yokken Hakan'dı.

Mesajları okumaya devam etti usulca. "Dans sever misin demiş Eliza, Berzan severim seninle edeceğim günü bekliyorum yazmış." Berzan çapkındı ama ikisi de yoklukta olacaklardı ki birbirlerine yürümüşlerdi.

"Şu mal karı yüzünden olan Miray'a oldu be amına koyayım böyle işin ben pezevenk karı." Ağzını tutarak komutanına döndü.

"Özür dilerim ben kaybediyorum kendimi." Başını iki yana salladı adam.

"Hak ediyorlar söv istediğin kadar kız korktu bayağı saçmalıyordu yani nasıl şoka girdiyse." Teröristlerin elinden kurtulur kurtulmaz skor sorması kanıtlıyordu her şeyi.

"Maçına gideceğim burada olursam, biraz kafası dağılsın içim de ısındı kıza iyi arkadaş oluruz belki diyeceğim de onun ve benim işimizden fırsat mı bulacağız? Arkadaş markadaş yok bize."

"Olabilirsiniz neden olmasın? Arkadaş yok derken Miray'ı kastettiğini farz ediyorum." Başını eğip söylemişti sözlerini aslında bir soruydu bu. Başını iki yana sallayıp kara gözlerini elalarına kilitledi.

"Benim hiç arkadaşım yok bir tek Sancak var işte, gördünüz içmeye bile komutanımla gidiyorum ben."

Fırat'ı kastetmişti, kıdem olarak Azra'nın çok üstündeydi ancak aralarındaki ağabey kardeş ilişkisi kıdem olayını sadece görevde bırakmıştı. Birkaç erkek çocukluk arkadaşı vardı onlar da evlendiğinden eşleri izin vermediği için Azra ile görüşemiyordu, yalnızlığın dibini sıyırıyordu ekmekle.

"Sen yine de çok içme sonra Han olan Metelerin eli ayağına dolaşıyor." Yalnızlığını yüzüne vurmak istemediğinden olayı geçiştirmişti, aslında bu kadar kolaydı onunla yakın olmak ama işte kimse çabalamıyordu onun için, çekingen yapısından adım da atamıyordu.

"O günü silsek mi aklınızdan?" diyerek sitem etti, başını iki yana salladı.

"Asla unutmam, mümkün değil unutmam." Küçük bir gülüşmeden sonra kaldıkları yerden devam ettiler.

"Dans demiş bu puşt sen dans etmeyi biliyor musun?" Başını şöyle böyle der gibi salladı. Bu defa aynı soruyu o sordu. "Şöyle böyle." cevabını aldı. Ayağı kalkıp elini uzattı karşısındaki kıza, Azra anlam veremese de tutup ayağı kalktı.

"Deneyelim madem bu önemli bir ayrıntı olabilir mesajlarda çok geçiyor."

Bırakmadığı eli iyice kavradı ve diğer elini de kürek kemiğine koyarak aralarındaki mesafeyi iyice azalttı. "Bir Bursalı atasözü der ki çalmadan oynar bizim ayılar." Birden patlattığı kahkahasıyla başını öne doğru eğdi.

"Bir Ankaralı atasözü de der ki Angara havasının dadı pavyonda cıkar." Gülse de sesini çıkarmadı üsteğmen bu defa, karşısındaki kıza bir adım attı, Azra o adımın olduğu tarafındaki ayağını geri çekti ve bir adım daha attı, karşılıklı adımlar bu defa Mete tarafına doğru oldu.

Müziksiz de olsa kendilerini dansa teslim edebilmişlerdi, sağa sola adımlayıp dansı çeşitlendirdikten sonra dönme hareketini de ihmal etmemişlerdi. Mete elini sırtından çektiği zaman Azra'nın dönüş hareketini yaptırmış bu defa ellerini beline koyup karşısındaki kızın da boynuna dolanmasını sağlamıştı. Bu hareket ikisini de oldukça yakınlaştırmıştı. Etrafta ne şarkı çalıyordu ne de dans için müsait bir yerdelerdi ancak bunlar tam da şimdi oluyordu.

"Biliyormuşuz." derken ellerini çekti belinden üsteğmen, bu halde çok az dans etmelerine rağmen uzatmamıştı zaten bilip bilmediklerini kontrol etmek istemişlerdi ancak farkında bile olmadan dansın şeklini değiştirmişlerdi. "Evet." diyerek boynuna uzattığı kollarını geri çekti yavaşça, zaten bu hâle müzik olmadan nasıl gelmişlerdi ikisi de bilmiyordu. Komutanı bir şey demeden masaya geri oturdu ve kalemi yeniden eline aldı.

"Kendisinden bahsetmiş biraz." Sözlerin sahibi üsteğmendi. "Spor severim ben, sanata da ilgim vardır." Metinde yazanları tekrar ediyordu, duraksayıp düşündü. Yanındaki kızın voleyboldan anladığını yeni öğrenmişti ancak diğer sporlar ve sanata ilgisi var mıydı?

"Voleybol dışında takip ettiğin spor var mı?" Aslında futbolu kastetmişti çünkü dünyanın en çok izlenen ve taraftarı olan spordu. Azra ise her spordan anlıyordu aslında, futbol da izliyordu, basketbola da bakıyordu. Voleybol kadar olmasa da kanalları değiştirirken denk gelirse durur değiştirmez izlerdi.

"Futbol ve basketbol ama basket çok az genelde futbol." Gülümsedi üsteğmen, böyle harbi bir kızın futbol izlemiyor olması onu şaşırtırdı zaten.

"Hangi takımlısın?" diye sordu konunun dışına çıkarak, cevabı aslında tedirgin ediyordu tam taraftar tipi vardı onda kendi takımının ezeli rakibini tutmamasını umdu.

"Başkent tabii ki Angaralıyım ben." Bu cevaba çocuk gibi sevinen bir adam göreceğini hiç düşünmemişti Azra, kendi takımının kardeş takımına mensuptu üsteğmen o bilmiyordu ama.

"Ankaragücü helal be, başkent kardeşliği."

"Bursasporlu musunuz?" Bursalı bir adama sorulması gereken son soruydu bu ancak Mete bunu başıyla doğruladı, cevapsız bırakmadı.

"Kardeş takımları tutacağımızı hiç düşünmezdim."

"Valla seni malum takımlı sandım ufak çaplı kalp krizi geçiriyordum son anda kurtardın. Sivilde bir gün gideriz o zaman maça." İki komutanından da maç teklifi almıştı, değer gördüğünü çok iyi biliyordu. Mete de onun arkadaşsızlığını gördüğünden daha bir üzerine titremişti. Demir Leydi'nin canına minnetti bu teklifi de geri çevirmedi.

"Hatırlatırım ama. Bursaspor Ankaragücü maçına gideriz Bursa Süper Lig'e çıktığı zaman."

"Unutmam ben zaten, Bursa'm elbet bir gün çıkacak Süper Lig'e. Hem Ankaragücü-Bursaspor maçına gideceğiz hem Demir Sancak maçına gideceğiz hem de göreve gideceğiz."

Hayallerin yanında hayatların dağ ve görev olduğu yüzlerine bir kapı gibi çarpılmıştı. Yüzünü düşürdü Azra, maçlara gitmek yerine o Berzan'ın yanına gidecekti.

"Böyle işin çarkına sıçayım, teröristler rahat durmadığı için maçlara gidemiyoruz." Sitemi mesleğine değil o şerefsizlereydi. Küfrün ağzından çıktığından bile habersizdi, Mete hepsini aklına yazsa da sesini çıkarmadı.

"Bu şerefsiz sorduğunda Barselona dersin az çok bilgin olduğunu düşünüyorum." Azra onu onayladıktan sonra kalemini bir kelimeye doğru götürdü Üsteğmen.

"Sanat?"

"Vermeer miydi neydi o bebe vardı hizmetçi süt döken kızlar vardı, eski kulağı kesiklerden Van Gogh var onun çoğu tablosunu biliyorum, Leonardo emmimizin ağzını yamuk çizdiği Mona abla tablosu var, uçan melekli resimler rahmetli Rafeel yetmez mi ya bu kadarı?" Üsteğmen gülmeye başladı, Leonardo emmiden sonra kopmuştu zaten. Bu kızla gülmemek elde değildi hep yapacak bir şey buluyordu, ciddi kalamıyordu bazı zamanlar.

"Sen yine de biraz daha bakın evde emmi demezsen operasyon daha iyi gidebilir." Önüne çektiği kağıtların kalanını incelemeye başladı, diğerlerinden farklı olacak bir şey söylenmemişti çıkarımlar doğrultusunda Berzan'ın kadın düşkünü olmasını anlıyorlardı. Onun dilinden en iyi anlayacak kişi Fırat'tı ve Fırat çok da güzel taktikler verebilirdi.

"Farklı bir şey yok dökumanlarda. Soracak sorun yoksa ben buradan alışverişe gideceğim birkaç parça almam lazım, dolaptakileri doğru dürüst giymeden eskittim."

"Benim de kumaş pantolonum yok, sanırım siyah dışında üstüm gömleğim de yok zaten klasik kıyafetim de yok. Sizinle gelsem ben de olur mu, aynı yere gidecekmişiz zaten."

Sorması bile hataydı, tabii ki de gelebilirdi gelme demezdi kimseye. Siyah dışında bir üstü vardı belki de tek üstüydü onu da Mete vermişti ona, Laz böreği olmayan Laz böreğine dökecekleri sodayı açarken kendi üstünü mahvettiğinden dolabından vermişti, açık rengin onu açacağını düşünüp o renk vermişti.

"Gel tabii, hatta kıyafeti sen seçme sen seçince cenaze kombini yapıyorsun kara kara."

Azra esmer olduğundan ona açık renkler daha çok yakışıyordu hatta güzelliği ortaya çıkıyordu her ne kadar aksini düşünse de. "Emredersiniz." Biraz kinayeli bir kelimeydi bu, ayağı kalkıp kapıyı gösterdi kıza, onun peşinden de kâğıtları alıp odadan çıktı. Soyunma odasında üzerini bir çırpıda değiştirip karargahın kapısına attı kendini, beklemeye başladı komutanını.

İkinci defa mı olacaktı beraber gittikleri, üç olacaktı. İkincisinde kahvedelerdi, ilkinde de alışveriştelerdi. Her bir adım değişikliğe götürüyordu onu ama...
Önüne dikilen adamı fark edince durdu ve gerçek dünyaya geri döndü.

"Postalları giymemişsin iyi iyi aklın yerinde, hazırsın." Çook.

"Daima hazır." diyerek marş kelimelerini kullandı ve ekledi. "Taksi çevireyim." Anahtarını havaya kaldırıp salladı adam ve ona doğru uzattı.

"Bizimkiler arabayı bana bırakmışlar, sen kullan hadi." Mete'yi yıllar önce kurtardığında arabanın önünde patlayan roket geldi aklına, başının yanından geçip arka camdan çıkan şarapnel parçaları daha dün gibiydi. Müdahale etse de arka koltukta öleceğini sandığı adamı kurtaramamaktan korkmuştu, o arabayı o yoldan çıkarıp gidebilmişti ancak bir daha çok zorunlu olmadıkça araba kullanmamıştı.

"Hâlâ devam mı ediyor?" Başını aşağı yukarı salladı gözlerini kaçırarak.

"Hayatta kalmam için kendinden bir şeyi feda etmiş oldun."

"Hayatta kalmanız için her şeyi feda ederdim." Kendi ölümünden bahsediyordu, yapardı da. Sırtları birbirine boşuna mı dayamışlardı? Kara gözleri bunu söylerken en emin hâlinde bakıyordu, keskindi, değdiği yeri kesecek gibiydi. "Yine de bunu aşman gerektiğini düşünüyorum, boş zamanlarında destek al bu konuda. Rica değil emir bu, düş önüme şimdi."

Cevap vermeye bile fırsat vermemişti adam, kırmızı Toros'un sürücü koltuğuna oturdu ve arabayı çalıştırdı, hava güzel olduğundan Toros'un cam çevirme koluna uzandı, hızlıca çevirdikten sonra elini yan koltuğun arkasına attı ve arkaya bakmaya başladı, klasik Toros hareketiydi bu. Aralarındaki mesafe de istemsizce azalmıştı, başını çevirmedi Azra aldığı derin nefesi sezmemesini umdu. Mete geri geri gitmekle meşgul olduğundan fark edemedi arkaya bakarken de önüne dönerken de. Üstçavuş hemen yana dönüp cam kolunu çevirmeye başladı aşağıya kadar açıp durdu.

"İç hadi iç duramıyorsun yerinde." Sevmezdi kokusunu ama görevden döndüklerinden beri zorlandığının da farkındaydı. Başını sallayıp teşekkür ettikten sonra küçük sırt çantasından paketi çıkartıp içinden bir tane aldı ve dudaklarının arasına yerleştirdi. Ay yıldızlı çakmağını çıkartıp yaktı. Arkadan çalmaya başlayan müziğin eşliğinde derince çekip dışarıya doğru üfledi, sigarasını da camdan dışarıya doğru çıkardı komutanına rahatsızlık vermemek için. İkisi de sessiz kalmıştı bu kısa yolculukta. Azra, komutanının da mırıldandığı müzik eşliğinde sigarasını bitirmiş kendini ahengin dalgalarına bırakmıştı. Kendilerini mağazanın önünde bulmaları çok uzun sürmemişti.

"Önce size bakalım madem, kadınlarda çok seçenek var çünkü sizin işiniz çok daha kolay hallolur." Adam elini kapıya doğru uzattı ve kızı içeriye buyur etti. Birçok gömlek ve tişört vardı, pantolon çeşitleri de vardı ama üstlere göre çok daha azdı. Azra ellerini gömleklerin üzerinde gezdirdi, genelde kareli gömlekler vardı, oduncu gömlekleri gayet hoş duruyordu. Düz gömlekler daha resmiydi belki de daha uygundu. Mete hep gömlek giydiğinden onun uzmanlık alanıydı ancak Azra ilk iş olarak gömleklere gidince seçimi ona bırakmak istedi.

Elini buz mavisi bir gömleğe götürdü, kumaşına baktı biraz ovuşturdu, anlayacağını sanmıştı ama annesinden gördüğü bir alışkanlıktı bu, içindeki etikete bakıp kumaş türünün pamuklu olduğunu öğrendi, tahmin ettiği bedeni bulup çıkardı diğer yığınların içerisinden.

Arkasına dönünce pantolon kısmındaki adamı gördü ve yanına geldi, gömleği üzerine tuttu. "Size yakışır bu bence, deneyin isterseniz." Çok spor çok da resmi olmayan bir kombin yapmalılardı, takım elbiseyle gidemezlerdi gömlek ve ona uygun pantolon yeterliydi. "Siyah getirmemene şaşırdım şu an." Tebessüm etti karşısındaki gülüşe ve "Sizi pek siyahla görmüyorum o yüzden bunu seçtim. He beğenmediyseniz söyleyin yeşil getireyim." dedi.

Tek elini havaya kaldırıp başını iki yana salladı adam, ana karnından yeşillerle doğduğuna inanmak üzereydi zaten sivilde yeşil pek de istemiyordu. "Sen bak yine birkaç tane daha ben giyip geleyim şunları." Mete hemen yandaki soyunma kabinine girerken Azra da gömlek seçmeye devam etti. Seçtiği beyaz gömlek biraz daha klasikti, bir de keten kumaşlı lacivert bir gömlek aldı eline daha spordu. Üç farklı havada üç farklı gömlekti bunlar, hepsi de yerine göre güzel duracaktı.

Üsteğmen kabinden çıkıp aynanın karşısında onu bekleyen kızın yanına geldi; aynaya döndü ve başını salladı, gözlerini aynadan onun gözlerine çevirdi. "Bayağı iyi bir tercih tebrik ediyorum." Sadece tercihin değil de giyenin de iyi olduğunu söyleyemedi tabii ki, bayağı yakışmıştı üzerine.

"Gayet iyi oldu üzerinizde." diyerek elindeki diğer gömlekleri de üzerine tuttu. "Bunlar da yakışacak çünkü ben seçtim, bilirsiniz attığımı vururum bunlar da benim nokta atışlarım."

Etrafa bakındı biraz insan olduğunu sezince kulağına eğildi usulca. "Ona ne şüphe, bizzat tecrübe ettim başımın üzerinden geçen bir kurşunun ipe nasıl isabet ettiğini." Gülümsedi dolgun dudaklarıyla, ona minnet duyulduğunu çok iyi hissettiriyordu üsteğmen. "Görevimdi." Görevinin gerektirdiğinden çok daha fazlasını yapmıştı oysa ki, diyemedi.

Mete geri çekilip elindeki gömleklerden birini daha aldı ve içeriye gidip değiştirdi. Beğendiğini ifade eden bir baş sallamayla geri dönmüştü çok kısa sürede. Beyaz gömlek onu çok daha asil göstermişti, klasik bir gömlek ne kadar güzel taşınabilirse öyle taşıyordu. Sesini bile çıkarmadan gidip son gömleği üzerine geçirdi.

"Beğendim hepsini alıyorum." diyerek kendi bulduğu iki gömleği de kollarının arasına sıkıştırdı. "Taşıdınız hepsini, olması gereken gibi kıyafetler zaten. Her ihtimale karşı yanınıza ceket ve kumaş pantolon da alırsınız tamamdır bu iş." Doğru dediğini söyleyerek üzerini değiştirdi ve Azra'nın kucağından aldığı kıyafetleri kasaya gidip ödedi.

Poşetleri arabasına bırakıp hemen geri döndü, üst kat da kadın kıyafetleri vardı. Hatta üstteki üç kat sadece kadınlara aitti. Şık, spor, klasik hatta abiyesine kadar kıyafetler bulunuyordu mağazada. Üzerlerindeki etiket Türkçe olacağından bu ve evden götürecekleri diğer kıyafetlerin etiketinin sökülmesi ve göreve uygun etiketler takılması işini karargahtaki terzi halledecekti.

Azra üst kata çıkar çıkmaz kendini siyah kıyafetlerin arasına atmış bakınmaya başlamıştı. Üsteğmen kolundan tutup daha renkli kıyafetlerin yanına sürükledi onu. "Siyah yok Azra Hanım siyah yok." Her kıyafeti koyu renk olan bu kız için zor olacaktı ancak daha farklı şeyler denemek zorundaydı. Kadın ölürken Miray'ın çektiği videoya göre spor değil klasik giyinen bir kadındı Eliza. Seçecekleri kıyafetler daha klasik olmalıydı, daha kadınsı duracaktı.

"Benim işim sizinki kadar kısa sürmeyecek gibi sanki. Sıfırdan valiz hazırlamak zorundayım ben."

"Hazırlarız vaktim var benim." Annesi bir süre önce gelmişti bir iki defa görüştükten sonra vakti olmamıştı ve oğluyla görüşmek istiyordu ancak Mete işi olmadığını söyleyerek onu yalnız bırakmak istememişti. Klasik bir yüksek bel beyaz kumaş pantolonu eline alıp üzerine tuttu ardından koluna arttırdı.

Gömlekleri kurcalayan isim bu defa Mete oldu, Azra sade düz hatta siyah seven biri olduğundan pek beğenmeyeceğini hissetti, yanına gidip baktıklarına bakmaya başladı. Daha dökümlü gömlekler vardı, ağırdı, klasikti ama bir işyerine uygundu biraz daha hafif gömlekler lazımdı. Üsteğmen gördüğü bir gömleği çekip kızın üzerine doğru tuttu. Güzel bir mordu bu, dökümlü beline uzanan bir kalıbı vardı. Düğmeleri metaldi. "Nasıl?"

"Mor." Siyah vermeyecekti ona, anca elbisede verebilirdi ama normal kıyafetlerde vermeyecekti. Biraz renkli giymesini öğrenmeliydi.

"Mor olduğunu ben de biliyorum klasik diye beğenmedin sanırım ama işte senin beğenmen önemli değil burada maalesef."

Üzerine tutulan mor kıyafeti alıp bedenine baktı, uyduğunu görünce kabine gidip değiştirdi. Bu kadar mı fark ederdi bir insanın görünüşü, bir iş kadını gibi gözüküyordu çok şıktı, yanda gördüğü asmalı krem rengi çantayı da eline aldı, gayet güzel bir kombin olmuştu.

"Toplantıya girecekmişsin gibi, valla harika oldu al bunu."

"Neyse ki o kadar çok göreve gidiyoruz ki maaşımı harcayamıyorum yoksa üzülürdüm boşa gideceğine." Cümlesini gözden geçirip bir eksiklik olduğunu fark etti. "Teşekkür ederim."

"Rica ederim ne demek." derken birkaç gömlek daha baktı, içlerinden birini saha çekip ona uzattı. Kiremit rengi kolları fırfırlı bir modeldi daha klasik giymesi gereken yerde giyebilirdi. Eline aldıktan sonra gidip üzerini değiştirdi, az önce de kombinine uyacağını düşündüğü ayakkabıyı almıştı babeti de ayağına geçirip yeni kombiniyle karşısına çıktı adamın. Bu kombin de gayet şıktı, iki üç çeşit pantolon yeterliydi, bir siyah bir krem bir de lacivert alırsa üzerine ne giyse uyacaktı ona.

"Bu da oldu bak, sen beni dinle böyle mis gibi kombinler çıkartacağız." Başka yere çekemeyeceği cümlesine gülümseyerek karşılık verdi, zaten ona gülümsememek pek de mümkün değildi. Mete bu defa başka üstlere çevirdi başını, Azra da ekose bir ceket alıp üzerine geçirdi. "Bir ceket yeter bence, dolabımda siyah bir tane daha var klasik kıyafetlerimden onu da alırım etti iki. Bir iki gömlek daha alırım . Heh o elinizdekilere de bakayım yeterli gibi." Yanına gidip eline aldığı üstlere baktı sonra kendi üzerine doğru tuttu, uyacağını düşündüğünden ceketin içine geçirdi. Bedeni de tamdı denemeye lüzum görmedi.

"Güzel bu ikisini de alayım. Bitti işimiz uzun sürmedi çok şükür böyle mağazalar beni darlıyor."

Başını iki yana salladı adam, sadece bunlarla gidemezdi evet günlük için yeterli olabilirdi ancak Berzan bir yemek yemek isterse baş başa bunları mı giyecekti? O samimiyette konuştuğu bir kişi elbette onunla vakit geçirmek isteyecekti, bir bu kadar da elbiseye ihtiyacı vardı.

"O it seninle yemek yemek isterse bunlar eksik kalır elbise de bakmamız lazım." Bunu söylerken hayal de ettiğinden kaşları çatıldı adamın, göz göre göre askerini o herif için gösterişli hâle getiriyordu, zorundaydı.

"Haklısınız da ben elbise pek giymem böyle kuzenim falan evlenecek anca öyle."

"Görev abla kuzen fark etmiyor." Alışık değildi ama idare etmek zorundaydı. Başıyla onu onayladığında kendilerini elbiselerin arasında buldular. Kısa, uzun, taşlı, sade her türlü elbise vardı.

Azra sarı renk askılı yakası da göğüslerinin üzerinde biten dizden bir karış yukarıda olan üzerine oturacak yırtmaçlı bir elbiseyi beğenip eline aldı, Mete de onun aksine uzun elbiselere bakıyordu, ayak bileklerine kadar uzanan askıları göğsünden omuzlarına doğru yükselen çok açık olmayan ama zarif siyah bir elbiseydi bu. Şimdi siyaha dönmüştü işte.

"Bunu da dene." Gülümsedi Demir Leydi, rengi içine sindiğinden asla denemem demeyecekti. "Renkli şeyler sana daha çok yakışıyor ancak siyah elbise zarif durur diye düşündüm."

"Siyah her zaman kurtarıcıdır." Yandaki siyah stilettoları da alıp içeriye gitti siyah elbiseyi üzerine geçirdi, gerçekten çok zarifti, kırmızı bir rujla güzel kombinlenirdi ancak o terörist için böyle süslenecek olması canını yakmıştı. Onu böyle bir kişi görseydi yerdi, o da bakıyor ancak göremiyordu işte.

Yakasını düzeltip içerideki aynaya bir daha baktı ve kabinden dışarıya çıktı. Üsteğmen gelen kıza bakıp yüzüne kocaman bir tebessüm yerleştirdi, siyah her zaman giyiyordu ancak başka güzel olmuştu böyle. "Çirkin kıyafetler baksak görev sakata girer mi?" Güzel olduğunu söylemenin başka bir yöntemiydi bu. "Girer bence, iyi olduysa bunu da alayım bari son bir elbise kaldı geriye."

"Tamam git giy bakalım nasıl olacak o sarı şey." Elbise demeye dili yeltenmemişti çünkü biraz açık gelmişti, giyince nasıl olacağını düşünemedi bile. Sarı elbiseyi giydi bu defa Azra, vücudunun tamamını sıkıca sarmıştı, göğüs dekoltesi yoktu ancak elbise modelinden dolayı göğüsleri iri ve belirgin duruyordu, açık bacakları ile elbise bambaşka bir hava kazanmıştı. Bir yırtmacı da vardı, yıkıcı bir elbiseydi. Aslında ilk defa iyi hissettirmişti bir kıyafet onu, bunun içerisinde güzel kadın gibi hissetmişti kendisini. Gülümsedi kendisine bakıp, yüzüyle çok ilgilenmese de vücudunda güzel duruyordu. Örgülü saçını düzeltip kabinden son defa dışarıya attı kendini.

Üsteğmen gözlerini alamadı, konuşamadı sadece bakabildi. Baştan aşağıya süzdü kızı ve yutkundu. Çok güzel olmuştu ve bunu söylemesine gerek bile kalmamıştı. Azra aralarındaki mesafeyi azaltıp karşısına geçti.

"Olmuş mu?" Cevap yine veremedi, olmuş ne demekti ki? Mükemmeldi bu hâliyle, kendini neden siyah tişört ve taytlara mahkum etmişti anlayamadı bir türlü.

Nutkum tutulmuş diyemedi, yaklaşıp arkasına geçti ve kızı aynaya doğru çevirdi yavaşça. Ellerini saç örgüsüne götürdü ve usulca çözmeye başladı, salık çok daha güzel olacaktı. "Sen kendini güzel bulmuyordun ya, hastaneden akıl sağlığı raporu isteyeceğim adına." Azra duymuyordu dediğini, bulutlarda yürüdüğünü hissetti adım adım. Gözlerini yummuş, saçlarında dolanan parmakları iliklerine kadar hissetmeye başlamıştı.

Kızın saç örgüsünü çözüp üstteki tel tokayı da çıkardı canını acıtmadan, saçlarını düzeltmek için birkaç yerine dokunup aşağıya doğru tarattırdı ve tuttuğu bir tutamı önüne doğru attırıp kulağının arkasına sıkıştırdı. "Sen güzelsin ama bu güzelliği kimse görmemiş."

Omuzlarından tutup onu kendine, kendi güzelliğine bakmaya zorladı. Mete güzel olduğunu bu kıyafeti giymeden de biliyordu, bu da kanıtlamış olmuştu güzelliğini.

Yavaşça ona doğru çevirdi bedenini, kömür gözlerini elalarına kilitledi. Aralarındaki mesafe bir adım kadardı. İlk defa araladı dudaklarını, "Bir tek siz gördünüz." dedi ve kaçırdı bu defa gözlerini.

"Sen bunu al ama orada giyme, bir tane daha uzun bulalım onu giyersin." dediğinde tekrar baktı yüzüne. "Hı?" Duymamıştı dediğini, Mete tekrarladı kendini. "Bunu görevde giyme dedim, neden daldın gittin yine?"

"Dalmadım ben dalsam dalmış olurdum." Aynanın önünde olduklarından kadının biri onlardan müsaade istedi, kenara çekildi onlar da.

"O kadar mantıklı ki bu cümle (!) Hayatımda daha mantıklı cümle duymadım." Sesinde kinaye vardı ve gizlemiyordu kendini. "O zaman ben şeyi şey edeyim, bir tane annemin alıp zorla dolabıma tıktığı vardı onu giyerim. Değiştirip üzerimi geleyim hemen."

Başını salladı Mete, gözleriyle git işareti yaptığında telefonunu açıp oyalanmaya başladı, üzerini değiştirip kıyafetleri satın alması biraz vakit alacaktı. Tekrar siyahlar içinde geri dönen kıza baktı, kıyafetler gerçekten gizliyordu insanı bunu iyice anlamıştı. Mete'nin elindeki kıyafetleri alıp kasaya gitti, üsteğmen yanında duruyordu ödeme sırasında. Parayı kadına uzatıp poşeti aldığında satıcı "Çok yakışıyorsunuz." dedi. Başlamışlardı yine, bu insanlar neden hadsizdi sussalardı ya biraz.

Başını özür diler anlamda komutanına çevirdikten sonra kadına döndü. "Kendisi patronum!" Para üstünü uzatan kadın tek kaşını havaya kaldırıp limon yemiş gibi bir ifadeyle baktı Azra'ya. Mağaza politikası gereği sadece nakit çalıştığından kartından para çekmiş nakit ödemişti.

Para üstünü bir hışımla alıp arkasına bile bakmadan giderken bir ses duydu. "Metresmiş." dedi. Elini belindeki tabancaya atmamak için zor tuttu kendini, kavga için arkaya döneceği sırada üsteğmen kolundan tutup çekiştirerek mağazadan çıkardı Demir Leydi'yi.

"Bırakın şu kadının elindeki bozuk parayı koyduğu kasayı, kasanın yapıldığı fabrikayı, fabrikanın içindeki makineyi, makinenin contasını, contanın yapıldığı demiri si..." Elini ağzına götürdü adam yanından geçen teyzeleri görünce. "Sakin ol, şş sakin." Elini dudaklarından çekerken kolunu da bırakmıştı. "Ama duydunuz yani ben..." Yakıştırmadan utandığı yetmemiş bir de aşağılanmıştı. "Allah'ından bulsun bırak değmez canını sıkmaya."

Emri duymuştu, kendini sakinleştirmeye çalıştı. Bir süre hiç konuşmadan durdu yerinde. İçinden sövdü, volta attı, yumruğunu sıktı sonunda rahatlattı kendini. "İyiyim." Başıyla yandaki kozmetik dükkanını işaret etti. "Birkaç malzemem eksik."

"Gidelim o zaman." Otomatik kapıdan girdikten sonra karşılarında makyaj malzemeleri belirdi hemen, fondöteni bitmişti, her zaman kullandığı markanın koyu rengini bulup az önce eline aldığı sepetin içine attı. "Gereksiz bir şey senin için, yüzünde bir benek bile yok."

"Ten rengini eşitliyor bu onun için kullanıyorum." diyerek elini yandaki rujlara attı. Pastel renkleri çok seviyordu, hepsinden kullanmalık örnek ürünler vardı, kolunu sıyırıp sürdü. Tonunu beğendiği için onu da sepete attı. Bir tane de kırmızı ruj gördü, siyah elbise için uygundu bu, kıyafette değil de makyajda patlatabilirdi kendini. Daha önce kırmızı ruj sürmemişti çok fazla, ona özgüveni de yoktu zaten. Yanındaki adam sayesinde dolup taşan özgüveniyle elini kırmızı ruja götürdü, küçük aynaya bakarak örnek üründen dolgun dudaklarına sürmeye başladı. Sürme işlemi bitince dudaklarını birbirine sürüp ruju yedirdi iyice sonra da komutanına döndü.

"Siyahla güzel durur mu ki acaba bu ruj." Adam yine duraksadı sonra başıyla onayladı onu, operasyonda bunu sürmesini istemiyordu ancak sürme diyemedi bu defa, giyme demişti zaten buna da karşı gelemezdi öyle bir hakkı görmedi kendinde. Komutanı olarak da müdahale etmek istemedi.

Bordo ruja gitti bu defa eli, siyaha o da giderdi, denemek istedi bu yüzden, kırmızı ruju parmaklarıyla silmeye başladı, dağılmıştı iyice. Çantasına baktı ancak ıslak mendil almamıştı yanına. Ne ara kaybolduğunu anlamadığı Mete gidip ıslak mendil alıp yetişmişti ona.

Aynaya bir başkası geçince "Yaklaş biraz." dedi Mete, ona demesine rağmen kendisi yaklaştı. Bir elini çenesine yerleştirip kendisine doğru kaldırdı. Yavaşça dudaklarında gezdirmeye başladı mendili. Sanki yara temizliyordu, alışkanlık olmuştu onda.

"Şey böyle çıkmaz ama bastırmak lazım biraz." Biraz daha bastırarak sildiğinde geriye bir şey kalmamıştı. "Şimdi deneyebilirsin ama kırmızı gibi bu da yakışır sana."

Azra teşekkür bakışı atıp yeniden boşalan aynanın karşısına geçti, aynı Mete'nin dediği gibi yakışmıştı. Alması için onun beğenmesi yeterliydi zaten.

"İyi madem bunu da alayım." diyerek sepete attı ruju. Bir adamdan ruj sildi diye bu kadar etkileniyor olmak haksızlık değil miydi? Hiç vicdan da yoktu ki adamda, olsaydı dudaklarına dokunmazdı, ne yaralar açtığını bilseydi asla dokunmazdı.

Azra kasaya doğru giderken üsteğmen bu defa onunla gitmedi üçüncüye aynı şeyleri yaşamak istememişti, kapıya gidip bekledi bu defa. Kadının yanına gelmesi çok da sürmedi.

"Teşekkür ederim her şey için, ben geçeyim buradan eve, yarın karargahta görüşürüz."

"Bizim müessesemizde evlere servis var biliyor muydun?" diyerek Toros'un kapısını gösterdi başıyla. "Zah..."

"Olmuyor zahmet falan bin hadi bırakayım seni, evlerimiz yakın değil mi sonuçta." Hayır diyemedi bir kez daha, aynı yere gidiyorlardı zaten. Başını sallayıp ön koltuğa oturdu tekrar.

Geçirdiği günü gözden geçirdi, komutanıyla dans etmişti, beraber alışveriş yapmışlardı, bir de saçlarını salmıştı o da vardı, günü değişik geçmişti her zamankinden. Bir sigara daha çıkardı çantasından, daha önce izin aldığından tekrar izin alma gereği duymamıştı. Çakmağını çakıp yaktığı tütününden derin bir soluk aldı ve açtığı camdan dışarıya dumanı üfledi. Dışarıdan ikisinin de işittiği melodiyi söylemeye başladı bu defa.

"Bahçada yeşil çınar
Boyun boyuma uyar
Ben seni gizli sevdim
Bilmedim âlem duyar."

Son kısmı tekrarlarken yanındaki gözlerin kendi üzerinde olduğunu fark etti, sesi çok muhteşem olmasa bazı şarkıları güzel söylüyordu, her şarkıyı söyleyemese de sesine uyanları kaçırmazdı.

"Aman gülüm nanay
Top kaküllüm
Nanay nanay kibar yarim nananay
Nanay nanay esmer yarim nananay."

Direksiyondaki adam arada başını çevirip gülümseyerek bakıyordu ona, sazsız da güzel söylüyordu. Sigarasından derin bir soluk daha çekti.

"Bahçalarda gül vari
Var git ellerin yâri
Sen bana yâr olmazsın
Yüzüme gülme bari" derken gözlerini yanındaki adama çevirdi bir anlık sonra tekrar dışarıya döndürdü başını. Üsteğmenin tebessümü yüzüme gülme bari kısmıyla solmuştu. Kız sigarasından biraz daha çekip son sözleri mırıldandı.

"Aman gülüm nanay
Top kaküllüm
Nanay nanay kibar yarim nananay
Nanay nanay esmer yarim nananay."

"Sesine, yüreğine sağlık." Gülümseyip başını çevirdi tekrar, kız da sigarasından bir soluk daha aldı ve dumanı dışarıya üfledi. "Çok iltifat duydum sizden bugün, hiç alışık değilim."

Direksiyonu çevirip yandaki sokağa döndü Mete. Harita üzerinden kendisine gösterilen adresi bulması onun için hiç de zor değildi. "Sana çok haksızlık etmişler." Azra başını sallayıp sigarasından son bir soluk çekip söndürdü. "İçime kapandım işte, kırmızı rujla bile özgüvenim yok benim."

"Kimseye hiçbir şey kanıtlamak zorunda değilsin, o sarı elbiseyle seni görselerdi bambaşka konuşurlardı ama mesele seni siyahlarla görebilmekte. Takma desem de takacaksın biliyorum o yüzden seni her halinle kabul edenlerle muhatap ol." diyebileceği tek şey buydu ona. Azra zaten hayatında sadece kendine değer verenleri tutuyordu, işiyle de kendi hayatını karıştırmadığından bu içine kapanıklık sosyal hayatını etkiliyordu.

Yavaşça sürmeye devam etti arabayı adam. "Tekrar teşekkür ederim." Kendi evine doğru yaklaşmıştı. "Ne demek ne demek, askerlerimin psikolojisini düzeltmek her görevden önemli." Evinin önünden geçerken iki kadın arabanın önünü kesti. Heh ben de diyorum ne eksikti?

Yaşça büyük olan kadın Mete'nin camına doğru yanaştı ve başını eğdi cama doğru. "Oğlum kaç kere mesaj attım neredesin sen?"

"Buradayım anacım." Gelen Zümrüt ve Feride'ydi, baskın basanındır deyip oğulları onlara gitmeyince onlar oğullarına gelmişlerdi. Babayı da karargaha yollayıp çifte baskın yapmışlardı ancak şanslı şekilde kapıda onu yakalayan kadınlar olmuştu.

"Görüyorum onu hayırsız oğlum. İn hadi seni görmeye geldim." Başını Azra'ya çevirdi, o da şaşkınca bakıyordu ona tuhaftı çünkü olanlar. Annesi de yandaki kızı görmüştü ancak Mete'nin açıklama yapmasını bekliyordu.

"Astsubayımı evine bırakıp geleyim anacım." Zümrüt başını iki yana salladı ve başıyla in işareti yaptı. "Sofra kurduk ekmek için dışarı çıkmıştık açsınızdır gelin ikiniz de." İki devreden anahtarı almıştı onlar dışarıya çıkmadan önce, onlara da yemek için ısrar etmesine rağmen işleri olduğunu söyleyip kaçmışlardı, aslında Enes Zeynep'le buluşacaktı, Göktürk de biraz kafa dinlemek istemiş kütüphaneye gitmişti. Üsteğmen başını tekrar askerine çevirdi.

"Gitmeme izin vermez ikisi de yolu kestiler bence inelim en iyisi." Olur verdikten sonra indi arabadan Azra, Mete de aracı geri geri sürüp evin önündeki yere park etti.

Azra gidip kadının elini öpüp başına koydu sonra da Feride'yle tokalaştı. "Ben müsaadenizi isteyeyim."

"Sen benim oğlanın askeri misin?"

"Evet Mete Üsteğmen'in askeriyim."

"Ben de annesiyim, sen o ne derse onu yapmalısın o da benim dediğimi yapmak zorunda o zaman sen de benim dediğimi yapmak zorundasın. Düşün bakalım önüme." Dediği oldukça mantıklı geldi Azra'ya, peki diyerek üstelemedi zaten çok acıkmıştı komutanı gibi. "Neydi kızım senin adın."

"Azra Demir, Zümrüt teyze memnun oldum." Eliyle mutfağı gösterip kızın sırtını sıvazladı. "Ben de kızım, geçin hemen içeri açsınızdır. Oğlum al şu ekmekleri kes hemen. Dur önce elinizi yüzünüzü yıkayın işten geldiniz."

Azra öncelikli davranıp daha önce gittiği lavaboya attı kendini, elini yüzünü yıkadı sonra aynada kendine baktı. En son kendini burada felaket halde görmüştü şimdi yüzünde çok makyaj yoktu ancak kırmızı rujun büyüsüyle yüzü aydınlıktı epey. Lavabonun yeri söylenmeden gitmesi Feride ve Zümrüt'ün dikkatinden kaçmamıştı, buraya daha önceden geldiği belliydi. Mutfağa girince mükellef sofrayı gördü karşısında. Ezogelin çorbası, karnıyarık, pilav, cacık, şekerpare ve baklava vardı masada. Uzun günün kısa kârıydı bu, masayı görünce kocaman gülümsedi Azra.

"Geç canım otur." Feride'yi dinleyip daha önce Mete'nin pişirdiği çorbayı yediği yere oturdu. Hemen karşısına diğer iki kadın oturmuş yan tarafı da Mete'ye bırakılmıştı, çok geçmeden üsteğmen de geldi. "Valla sofrada bir kuş sütü eksik gözlerimi alamıyorum ben."

"Azra kaynanan seviyormuş bak annem gelmez gelmez geldiğinde de böyle döktürür." Bu defa annesine döndü. "Ellerine sağlık Zümrüt Sultan, ablacım tatlılar da senden gelmiş muhtemelen elleriniz dert görmesin."

"Hadi başlayın soğutmayın çorbayı, afiyet olsun çocuklar." Azra çorbaya biraz ekmek doğrayıp kaşığını daldırdı, birkaç hamlede bitirdi. Mete çoktan pilav üstü karnıyarığa geçmişti bile, diğerleri hâlâ çorbadaydı. Meslek alışkanlığıydı biraz bu, hızlı oluyorlardı genelde. Demir Leydi ayağa kalkmaya çalışınca Feride onu oturttu, kendisinin koyacağını misafire iş yaptırmayacağını söyledi. Geniş tabağa yemekleri koydu, getireceği sırada üsteğmen "Abla biraz daha koy asker insana az yemek konur mu ya?"

"Koyayım koyayım da, Azra yiyebilecek misin hepsini tabaklar büyük çünkü." Azra cevap vermeden Mete cevap verdi gülerek. "Bu kız dokuz tane içi dolu lahmacun yiyebiliyor."

"Ciddi misin?" Başını Azra'ya çevirdi şaşkınca. Bir kızın bu kadar çok yiyebilmesi onu şaşırtmıştı. "Koyuyorum hemen."

"Teşekkür ederim Feride abla." diyerek tabağı aldı elinden ve çatalla pilav ve karnıyarığı yemeye başladı. Arada cacık da yedi tabağın dibini görene kadar konuşmadı. "Harika olmuş ya ellerinize sağlık."

"Afiyet olsun, bir tabak daha koyayım mı?" Azra sesini çıkarmadı ancak Mete koy dediği için yine bir dolu tabak gitti önüne. İki asker çorbadan sonra iki koca tabak yemeği gömdükten sonra tatlılara geçtiler. "Baklava ah nasıl özlemişim." Çatalı umursamayıp parmaklarını daldırdı tabağa ve ağzına götürdü. "Geçen görevde nasıl da çekmişti canım iyi denk geldi." Bu defa lokmayı ağzına atan Mete oldu.

"Canın çektiyse söyleseydin açardık onca adam varız." Bir an dağda yeşil kamuflajlı adamların yer sofrasında yufka açtığını hayal etti ve gülmeye başladı. Yeşilsizlerini içeride görmüştü de dağda ayrı bir komik olurdu.

"Ona ne şüphe, özellikle Enes yapmalı çok iyi bu işte(!)" Küçük bir gülüşmenin ardından Zümrüt çok da fazla tutamadı kendini, bir şeyler sormak istiyordu.

"Ee kızım neler yapıyorsun?" Yaptığı bir şey yoktu kendi için, arada boş günü olduğunda dinlenmeyi tercih ediyordu sosyalleşmeye vakti de pek yoktu ki. Komutanı ne derse onu yapıyordu.

"Komutan ne derse onu yapıyorum ben, pek sosyal hayatım yok siz de bilirsiniz." Feride başını salladı onu anlıyordu bir asker karısıydı çünkü. "Bilmez miyim Reşat'ı az beklemedim ben."

"Zor be kızım sizin işler de, ben Mete'm görevdeyken hop oturup hop kalkıyorum seninkiler kim bilir ne haldedir?" Anne babası merak etse de kendileriyle daha çok meşgullerdi, Sivas'ta ikinci baharlarını yaşıyorlardı.

"Burada olduklarında eve gelmediğimden merak ediyorlardı, şehir dışındalar şimdi aramadıkça haberleri olmuyor daha rahatlar."

Feride kalkıp dolaptan maden suyu çıkartıp tezgaha doğru gitti. "Açacak nerede, yoksa bıçakla açarım." deyince Azra "Dur açma." dedi kendi yaşadığını hesaba katıp, iki asker birbirine bakıp gülmeye başladı bu defa. Mete çekmeceyi gösterip tekrar Azra'ya döndü bıyık altı gülümsemesiyle. Bayağı üzerine bocalanan soda geldi akıllarına, bıçakla açmak çalkalanmış olma ihtimali olan bir soda için iyi olmazdı tecrübeyle sabitti.

"Bıçakla açmıştım bir defa da fazla çalkalanmış üzerime dökülmüştü ondan dedim." diyerek toparladı ortalığı Demir Leydi. Güzel başlamasa da güzel biten bir olaydı o gece ve sabahı.

Zümrüt konuyu tekrar kendi konuşmasına getirmek istedi, devam etti konuşmaya. "Sadece ailen değil insanın sevdiği de merak eder yani, sevgilin falan merak etmiyor mu?" Klasik çöpçatan annelerden biriydi ve her annenin merakı gibi o da merak etmişti bunu. Parmağında yüzük yoktu nişanlı ya da evli değildi ama sevgilisi olabilirdi, sormak istedi.

"Sevgilim yok teyzeciğim, o yüzden merak edenim de yok." Tabağa koyduğu şekerpareleri oğlunun ve kızın önüne koydu. "O da olur kızım bak ne güzel kızsın." Mete'ye baktı önce sonra tekrar karşısındaki kıza döndü, oğluna yakıştırmıştı aslında eve de girip çıkıyordu parçaları birleştirince bunu anlamıştı ama işte bunu dese fırça yiyeceğini biliyordu, kızı kaçırmak da istemedi tutamadı kendini.

"Bursa'da Nurten teyzenin oğlu Fehmi var hatırlar mısın oğlum, pek yakışırlar Azra ile. Kızım madem sevgilin yok bak çocuk doktor, yapayım aranızı bir görüşün."

"Anne sümsük Fehmi nerden çıktı şimdi ya?" Askerinin kulağına eğildi bu defa. "Annemin kusuruna bakma çöpçatandır biraz." Zümrüt aklına koydu mu üstelerdi de, Mete laf etse de kovalayacaktı peşini. "Bak yakışıklı da, parası da evi arabası da var. Sen düşün hemen hayır deme."

Ne diyeceğini bilemedi, karşısındaki kadına karşı kötü imaj da çizmek istemedi hayır diyecekti kesinlikle ama kırmadan nasıl diyeceğini bilemedi. Üsteğmen durumu fark edince müdahale etme gereği duydu sanki hiç müdahale etmemiş gibi. Saatine baktı, epey ilerlemişti daha dinlenememişlerdi bile, görev hazırlıkları vardı.

"Azra sana görev vermiştim değil mi, saat epey yaklaşmış."

Azra unutmuş gibi yaptı şaşırdı yalandan, elini ağzına götürüp telefonunun saatine baktı. "Nasıl yemeye daldıysak ben unutmuşum. Komutanım kızardı sonra iyi ki hatırlattınız." Komutanım dediği Mete'den başkası da değildi. "Kesinlikle kızardım bu ne sorumsuzluk?" Ayağı kalktı oscarlık oyunculuğuyla.

"Şu işe bak ya biri görev verir unutur biri görevi alır unutur. Valla Reşat'a şikayet edeceğim sizi olur mu böyle iş?" Feride de aleve benzin döküp harlamıştı olayı, daha da gösterişli olmuştu.

"Komutanım ne deseniz haklısınız ben hemen gidip hallediyorum. Zümrüt teyze, Feride abla her şey için çok teşekkür ederim ama emir Demir'i kesmeden gitmem gerekiyor." Kalkıp hızlıca iki kadına da sarıldı ve kendisini kapıdan dışarıya attı, Mete de anahtarını alıp peşinden gitti. Onların konuşmasına fırsat bile verilmemişti.

"Şu performansınıza terfi almalısınız hatta size mareşallik verilmeli o kadar iyiydi." Toros'un kapısını açıp içeriye bindi hızlıca. Mete arabayı çalıştırıp kendi sokağından çıkar çıkmaz arabayı sağa çekip kapadı kontağı.

"Annem sever çöpçatanlığı sen bakma ona, hem o Fehmi de sevimsiz bir herif sana olmaz." Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı Azra. "Valla ilk defa tanıştığı birini hemen baş göz etmeye çalışması şaşırttı beni."

"Kanı ısınmıştır sana yoksa yapmazdı böyle. Ablam destek vermedi anneme Allah'tan kaçırdım seni hemen."

"Valla çok teşekkür ederim, kırmamak için bir şey diyemedim çünkü. Sağ olsun Feride abla da bir kere daha kurtardı ortalığı." Bir kere daha kısmına takıldı aklı üsteğmenin, daha önce ortalığı nasıl kurtarmıştı ki? "Bir daha derken." O gün aklından nasıl çıkmıyorsa dilinde de yer etmişti kızın. Gülen yüzü ciddileşti yavaşça.

"Sizi hastaneye getirdiğimizde perişan olmuştu ancak ailenize haber etmedi onlar da mahvolmasın diye, her şeyi kendisi halletmişti. Biz de o gün tanışmıştık."

"Ablam öyledir halleder her şeyi." Kara gözlerine baktı usulca. "Her gün uğradığını hatırlıyorum." Oraya gitmek istemeseydi bile ayakları yine ona götürürdü, bütün yollar ona çıkacaktı, bırakamazdı öylece onu.

"Uğramasaydım..."

Toros'un camına kedi fırlayınca ürktü birden. "Sikeyim la ödüm bokuma karıştı." Üsteğmen gülmeye başlayınca kendisi de gülmeye başladı. Tekrar navigasyona baktı ve yerden emin olunca kapatıp sürdü arabayı. Çok uzak mesafede değildi evleri, bulması da zor olmamıştı. Kapının önüne park edene kadar kediye gülmüşlerdi, uzun uzun gülmelerinin sebebi sadece kedi değildi tabii ki. Hayatları ince bir keskin bıçak üzerinde gittiğinden psikolojileri yıpranıyordu bu yüzen bazen böyle sinir boşalmaları yaşayabiliyorlardı.

"Geldik." diyerek başını oturduğu iki katlı evin ikinci katına çevirdi. "Yakınmış, bir daha sarhoş olursan seni evine getirebilirim. Hoş sarhoş olmamanı tercih ederim ben yine de ayran falan iç bence." Sarhoş olunca yine onun yanında olabileceğini düşünmüştü Mete, Azra bunu yadırgamamıştı, parmakları yine onu tuşlayabilirdi ama işte bu hallerini görmesi iyi olmuyordu. Aklını kaçırmayacak kadar içmek lazımdı.

"Bir daha sarhoş olursam sizi aramam umarım, rezil oldum."

"Valla kendini yıpratmışsın olan sana olmuş ben gayet güldüm komiktin rezil falan da olmadın." Konuyu değiştirmek istedi. "Her şey için teşekkür ederim, biraz dinlenelim yarın karargahta görüşürüz."

"Görüşürüz." Azra arabadan inip evine girdi, Mete de aracı sürmeye başladı. Sonra durdurup arka koltuğa baktı, poşetler buradaydı hâlâ. Yandaki yol ayrımından geri dönüp tekrar evin önüne geldi. Aklı bir karış havada bu kızın poşetlerini arka koltuktan alıp indi aşağıya. Evin merdivenlerinden üst kata çıkıp kapıya uzattı elini, aralıktı. Tedirgin oldu adam, poşetleri kenara koyup çıkardığı beylik silahını kurdu, bir yandan da bir şey yoktur belki evi batırmaya gerek yok diyerek ayakkabılarını çıkartıp eşikten geçti, sanki birini öldürse ev kirlenmeyecekti.

Büktüğü dizleriyle sırtını sağlama alarak adım adım yürüdü sessizce, askeri tehlikede olabilirdi etrafta gözükmüyordu kız. Yavaşça ilk kapıdan başını içeriye soktu, bomboştu mutfak. Adımını hızlandırıp diğer kapısı açık odaya baktı, aynıydı. Acaba çıkarken giderken kapıyı açık mı unutmuştu? Profesyonel askerler için çok da mümkün değildi bu. Bir kapı daha vardı, kapı aralıktı. Yavaş adımlarla kapıya yöneldi ve bir hamlede içeriye dalıp silahı karşısındakinin alnına dayadı, onun da aynısını yapacağını düşünmemişti, Azra'yı böyle hiç düşünmemişti.

Odanın ortasında birbirlerinin yakasını tutmuş başlarına silah dayanmış iki kişi hiç de normal bir görüntü değildi, şaşırdı ikisi de, Mete eve giren birini bekliyordu, Azra sadece kimsenin duyamayacağı kadar sessiz olan ayak seslerini duyunca silahını çıkartmış ve adımların kendisini yaklaşmasını beklemişti. Aralarında mesafe yoktu bedenleri bütünüyle birbirine değiyordu hatta o anki adrenalinle dans ettiklerinden daha yakın pozisyondalardı, gözlerdeki şaşkınlık birbirlerine kenetlenmişti. Silahlar yavaşça inerken eller de yakalardan çekildi, adrenalinin zirvelerinde olduklarından nefes alış verişleri hızlanmıştı, düzenlemeye çalıştı üsteğmen.

"Siz?" Cümlesini nasıl kuracağını bilemedi. "Siz neden buradasınız?" Kabalık içermiyordu soru, hesap da sormuyordu sadece açıklama bekliyordu. Mete kendisini biraz geriye çekip kapı girişindeki poşetleri gösterdi.

"Kıyafetleri unutmuşsun getirdim, kapı açık." Bir asker olduğundan aklından neler geçtiğini çok iyi bildiğinden eve yaptığı baskını sormadı. "Şerefsiz kapı, ille kilitlemek mi lazım kapanması için. Birbirimizi vuruyorduk neredeyse." Elini alnına götürüp nefesini düzene soktu, silahını eski hâline getirip şarjörünü çıkartıp yatağının üzerine fırlattı.

"Aklım çıktı." diye ekledi sözlerine. "Sen bir de bana sor içeriye baskın yaptılar sandım." Olmayacak şey de değildi yani, bazı durumlarda intikam amaçlı geri dönüşler olabiliyordu tabii bu olsaydı da başarısızlıkla sonuçlanırdı. Gözleri birbirine değince gülmeye başladılar yeniden.

"Aksiyon yaşam tarzımız olduysa demek. Neyse bana kim ne yapabilir Allah aşkına?"

"Yani orası öyle de... Ben öldürme adalete teslim et diye geldim yoksa biliyorum tek başına 10 erkeğe bedelsin. Ama sen yine de kapını kilitle olur mu?"

"Teveccühünüz. Olur kilitlerim." Üzerinde atletleydi, kenarda duran krem kapüşonluyu üzerine geçirdi sahibinin gözleri önünde, gülümsedi üsteğmen, hoşuna gittiğini belirtmişti tek kelime etmeden, silahı beline sıkıştırıp odadan dışarıya çıktı.

"Bu kadar aksiyon yeter ben eve gidip anamları da evden kovup sabaha kadar uyuyacağım."

"Alın benden de o kadar duş almaya bile halim yok yarına kadar aralıksız uyku çekeceğim." Kapıya doğru gitti adam poşetleri tam olarak içeriye soktuktan sonra tekrar başını esmer kıza çevirdi.

Duvardaki rafa ilişti gözleri, ahşap camlı ince uzun kutunun içindeki kaleme takıldı.

"Sizin kaleminiz, maneviyatı var diye öylece kalemliğe koymak içime sinmedi hiç."

Üsteğmen gülümsedi, onun için değerli olan bir şeye en az kendisi kadar değer veren birine vermişti, kıymeti bilinmiş hatta kendisinden daha iyi muhafaza edilmişti.

"Sanırım o kalemin yeri hep burası olmalıymış. Verdiğin değer için teşekkür ederim."

Siz verirsiniz de ben değer vermez miyim? Elimde olsa altın bir kutuya hapsederdim onu ama altından bile değerli ki o kalem.

Gözlerinin içine baktı, gülümsedi. "Rica ederim, onun yeri hep güzel olacak emin olabilirsiniz."

Başını salladı üsteğmen, zaten bundan asla şüphesi yoktu. "Yarın görüşürüz o zaman."

"Görüşürüz."

♟️

Ya Mete sen şaka mısın aşkım bebeğim, eridim bittim kızın saçına dokununca. Dans da ettik... Evine giriyor kapı açık diye silah tutuyorlar, kalemi görüyor yeri hep burasıymış diyor. Beni kalpten götürecek bu adam😍😍

Peki ya özgüvensiz Azra'm... Çok üzülüyorum ona ama bunları aşmak zorunda.

Zümrüt'ün çöpçatanlığı jsjdjdjd ben bu kadına hastayım sebebini ileride çok iyi anlayacaksınız😄

Küfür kızım Azra'm ne güzel sövüyorsun sen öyle😄

İnstagram Rubamsalepe hesabımdan beni takip edebilirsiniz, bölümle alakalı gönderiler atıyorum, takipçim arttıkça da spoi vermeyi düşünüyorum. Komik storiler atıyorum eğleniyoruz siz de buyrunuz geliniz😍

Haftaya görüşmek üzere😍😘

Loading...
0%