@rubamsalepe
|
Herkese selam canlarım, beğeni ve yorumu unutmayalım az olunca üzülüyorum. Bir butoncuk basılacak sadece❤️❤️
Müzikler:
♟️
İnsanın sadece kendi canı yanmazdı, başkasının canının yanması bir çok şeyi değiştirebilirdi insanın ruhunda. Acının yanında bir bağ da verirdi, herkes acıları bağa dönüştüremezdi kimilerini de acılar büyütür, olgunlaştırırdı. Tam beş sene önceydi, yine güneş doğudan doğuyordu her zamanki gibi bir gün değildi o gün, farklıydı. Beş senede çok şey değişmez sanıyordu insan ama bir gece bile çok şey değiştirebilirdi insanda. Bir ses, bir felaket, bir acı her şeyi değiştirebilirdi.
Gökyüzüne karanlık çökmemişti daha, Demir Leydi'ye dur emri gelmişti, inanmıştı ve ihtar yeme ihtimalini bile önemsememişti. Belki disiplin cezası bile alabilirdi, umursamadı, bir inanç bir canı kurtarmıştı. Gözlerinin önünde vurulan bir adamın ölüsü zaten alınacaktı ancak şimdi bölge müsait değildi, inat etti ölmemiş olma ihtimalini tekrarladı, ikna edemedi kimseyi. Başından kurşun yemiş gibi gözüküyordu dürbünden ancak sıyırıp geçmişti, ona büyük zarar veren başından geçen değil karnına saplanan kurşun olmuştu.
"Öldü artık dur!" Yapılan tüm uyarıları hiçe saydı kadın, zaten askerlerden uzakta duruyordu, yakınında teröristlerden kalma bir araba da vardı, onu beklememelerini emre itaat etmeyeceğini gerekirse istifasını sunacağını söyleyip kimse onu durduramadan arabaya atladı ve gazı kökledi. 20 şehide bir tane daha eklenmesine izin vermeyecekti, asla yapamazdı bunu.
İçindeki umudu öldürmedi, ölmüş olamazdı hep bir ihtimal vardı ya hani o da bu ihtimale tutundu sıkı sıkı ve belki de ölüme yürüyordu, kendi ölümüne, birazcık bile korkusu yoktu. Çatık kaşlarını bir an olsun indirmedi, indirirse gözlerine hakim olamayabilirdi, güçsüz olamazdı hiç olmazsa şimdi. Ölmemişti, ölmeyecekti, yetişecekti. "Ölmedi." dedi biraz daha gaza basarak, sonunda öndeki konvoya yetişti ancak takip mesafesini korudu, kalabalıklardı ve o tek kişiydi, ona şimdi ulaşamazdı.
Hava kararmaya başladığında yol bitmiş dağın ortasında terk edilmiş eve varmıştı. Büyük camlı olsa da ev büyük değildi. Azra geriden indi bölgeye, mesafesini azaltmadı. Kısa bir çevre değerlendirmesi yaptı keskin gözleriyle. Karşıda evi gören kayalıklar vardı, çok yüksek değildi ancak saklanılabilirdi. Çantasındaki kamuflaj kıyafeti çıkartıp üzerine örttü, doğaya daha uyum sağlıyordu böylece. Kaya üzerindeki otlara benzeyecekti uzaktan. Fark edilmeden aştı tüm engelleri ve kayanın üzerine konuşlandı.
Ne olur yaşıyor olun, öylece gidemezsiniz, sizi bırakmayacağım.
Sadece ortak görevde bir araya gelseler de liderliği, vatan sevgisi, kişiliği ve askerlerine davranışıyla oldukça dikkatini çekmişti adam. Öyle gidemezdi izin vermeyecekti, ölmemiş olmasını umdu. Besmele çekip tüfeğinin dürbününü gözüne yerleştirdiğinde hava iyice kararmıştı, içerisi bir şekilde aydınlatılmıştı ve net bir şekilde gözüküyordu. Oradaydı, elleri bağlı bile değildi öyle bitmişti ki adam ölü değildi ama ölüden farksızdı. Yarı baygındı ancak olanları idrak edebiliyordu, konuşturulmaya çalışılıyordu ancak başarısızlardı bu işte, asla konuşmazdı.
Azra yaşadığını görünce bir oh çekti, kıstı gözlerini dudaklarını birbirine bastırdı bir duygu patlaması yaşamak istemedi, şimdi sırası değildi. Komutanlarına uysa onu kurtaramazdı ancak şimdi bir şansı vardı, ölü dedikleri adam kanlı canlı karşısında duruyordu, gerçek anlamda kanlı...
Konuşmadı adam, ne yaptılarsa konuşmadı. Amaçları onu öldürmekti başta diğerleri gibi ancak çatışmada ölmediğini gördüklerinde konuşturmak istemişlerdi, konuşmayınca da yine öldürmek istemişlerdi. Odanın tavanında bir kanca vardı, kancaya asılan halat çok şeyi anlatıyordu. Vurdukları bu adamı bir de asacaklardı vicdansızca.
"Asla izin vermem!" diyerek dürbününü ayarladı, mesafe ayarını yaptı rüzgar yönü ve şiddetini elindeki cihazla hesaplayarak. Hata payı yoktu, hata yaparsa onu öldürebilirdi, kendisi de ölürdü ifşa olup. Olmazdı, dikkatli olmalıydı, attığı yerini bulmalıydı, her zaman bulurdu ya yine bulacaktı.
Adam sandalyeden kaldırılıp ipe götürüldü, ayakta duramıyordu yanındakiler tutuyordu onu, yaptıkları iş zordu neden bunu tercih ettiklerini bilmiyordu Azra ancak bildiği tek şey her şeyi değiştireceğiydi. Kollarından tutulan adamın boynu ipe geçirildi iyice sıkılınca kollarından teröristler çekildi, yaralı adamın vücudunun kendini salması çok da zor olmamıştı, altında bir tabure yoktu vücudu kendi kendini asıyordu bir yara onun gücünü elinden almıştı. Azra paniklemedi, ne kadar süresi olduğunu biliyordu. Hareket etmeye çalışan adamın urgana etkisini hesaplamak çok da kolay değildi ancak tek bir hakkı vardı, onu boşa harcamayacaktı.
"Dayanın, ölmeyeceksiniz yemin ederim yaşatacağım sizi, yemin ederim. Onlara yetişemedim, size yetişeceğim." Nefesini düzene soktu hata yapmamak için, ayarları yapılmıştı tek yapacağı tetiği çekmekti. Tetik üzerindeki parmağını bastırdı, kara kaşları çatık değildi artık. Eli titrememiş, attığını bulmuştu. Boynuna dolanmış urganla yere düşmüştü üsteğmen, o zamanlar teğmendi.
"Allah'ım şükürler olsun, çok şükür." Tam sekiz kişi saymıştı Mete haricinde, üçü dışarıdaydı, ikisi de tüfeğin sesiyle kendini dışarıya atmıştı. Karşısına çıkan ilk kişiyi vurdu. Nişancı tüfeğiyle camdan gözüken bir kişiye daha sıktı, daha fazla sıkamazdı herkes gizlenmişti. Hareket etmesi lazımdı, tüfeğini sırtına asıp beylik tabancasını çıkardı. İyi kamufle olduğundan kimse onun yerini tespit edememişti.
Dizini kırıp kayalıkların arkasından yürümeye başladı, eve doğru gidecekti bu sırada kalan altı kişiden sadece ikisi içerideydi, susturucusu zaten takılıydı arkasından yaklaştığı teröristi başından vurup kenara çekti. İki kişi karşısında duruyordu.
"Sikerim belanızı bitin artık." Sözlerini söylerken karşısındaki iki kişi de ölümle yüzleşmişti, beklemiyordu bir makine gibi hatasız işliyordu, zorundaydı. Son dört kalmıştı. Arkasından gelindiğini hissetmişti, tabancasını bir tanesine çevirdi ancak kendine dönük iki keleş vardı.
"Sınır ihlali yapan olmuş." dedi uzun boylu olan.
Ölümün kokusu burnundaydı kızın, ölüme meydan okuyan yaradan dışında neyden korkardı ki? Gülümsedi bu sözlere sadece, hamlesi çoktan belliydi sadece birkaç saniye ortamın uygunluğunu beklemişti.
"Sınır Türk onu geçene kadardır size hiç söylemediler mi bunu?" Gözü seğirmemişti hiç, dudağında küçümseyici bir gülümseme ve kendine inanmışlık vardı sadece.
"Öleceksin Türk, diğerleri gibi."
"Öldür o zaman." Başına dayanan keleşlerden birini çekip ötekine doğrulttu ve ateş edip uzun olanı etkisiz hâle getirdi. Diğerine ise kurşun harcamak istemese de içeride bekleyeni olduğundan göğsüne sıktığı kurşunla devirdi.
"Ama ben senden önce öldürürüm." diyerek ekledi sözlerine.
İki kişi kalmıştı ve içerideki yaralı adamın ardına saklandığından emindi Demir Leydi, girmekten başka çaresi yoktu. Camdansa kapıdan girmek daha temkinli olurdu, küçük adımlarla açık kapıdan girdi içeri. Oldukça eski bir evdi, içerisi harabeydi ancak işlevi ölümcüldü. Silahını önünde tutup temkinli halde yürüdü, kimse yoktu görünürde. Arkadan bir hamle gelebilirdi küçük bir baş hareketiyle kontrol etti, temizdi. Adım adım yürüdü sessizliğe, son odaydı oradalardı emindi. Tabancası doluydu ama iki kurşun hakkı vardı, o da kendi de ölmemeliydi diğer iki kişi leş olmalıydı. Hızlıca yapmalıydı ne yapacaksa. Telefonunu çıkartıp kamerasını açtı, kapının arasından hafifçe çıkartıp içeriyi gözetledi, kapının biçimsizliğinden şansına telefon fark edilmemişti.
Mete yerde yatıyordu, başında da iki terörist diz çökmüş biri kapıya biri de Mete'ye nişan almıştı. Önce kapıya nişan alanı vuracaktı çünkü refleksen Mete'ye silahını tutan da hareketlenecekti, ilk şansı bu olacaktı. Telefonunu cebine atıp tekrar kavradı silahını, parmağı tetik üzerindeydi. Kapıyı hızlıca itip kendisine doğru silah tutana sıktı önce, ardından hiç vakit kaybetmeden yanındakine sıktı. Bitmişti sonunda, bu zor yol ona varmıştı sonunda. Dizlerinin bağının çözüldüğünü hissetti, güvenliydi artık burası kendini salabilirdi. Mete'nin başucuna çöktü ve ilk defa titreyen ellerini boynuna götürdü, gözleri kapalıydı böyle olmamalıydı.
"Sizin için geldim, ölmeyin." Eli gibi sesi de titriyordu, nabız vardı ancak karın yarası kötü gözüküyordu. Nabzı aldığında derin bir oh çekip adamın yüzünü avuçlamadan önce boynunu sıkan ipi çözdü.
"Sizi bırakmayacağım."
Kıyafetine gizlediği temiz bezi karnına bastırdı. Kanamayla başa çıkamayınca o an aklına gelen ilk şey Mete'nin boynundaki fular olmuştu, askeri fuları alıp diğer bezin üzerine koydu. Çantası çok uzakta değildi hızlı adımlarla alıp hemen geri geldi. Etrafındaki leşleri kenara atıp ikisi için de daha rahat ortam sundu. Çantasına koyduğu acil yardım setini çıkartıp temiz alana koydu, başka çaresi yoktu kimse onlara yardım edemezdi. Hepsi gibi o da sağlık dersi almıştı, ilk yardımın ötesinde bir şeyler yapabilirdi biliyordu. Bu adamı kurtarabilirdi. Tek bir kurşun çıkacaktı, yapacaktı.
Yaranın üzerindeki bezi çekip dezenfekte etti, sandığı kadar derin değildi ancak uzun süre orada kalması zarar vermişti Mete'ye. Tıbbi malzemeleri çıkartıp yaraya odaklandı iyice, kurşuna uzattı elindeki cerrahi aleti, adını bile unutmuştu o sırada. Sızlandı adam kurşun çıkarılmaya çalışılırken, baygın diye bayıltmamıştı, vakti yoktu buna gözlerini araladığını sızlandığında fark etmişti.
"Şşş az kaldı, sakin olun ölmeyeceksiniz, izin vermem."
"Azra." Koluyla alnındaki teri sildikten sonra kurşunu kavradı. "Bitti komutanım, buradayım." Adamın bilinci yerine gelmeye başlamıştı kurşun çıkarıldığında, kanama yeterince olmuştu kan da veremezdi. Yarayı dikip dezenfekte etmekten başka yapabileceği kalmamıştı. Zaten yapmıştı yapacağını, öldü sanılan adamın peşinden gidip ipten almış bir de kurşununu çıkarmıştı.
"Neden geldin?"
Sorduğu ilk soru buydu, askerini düşünmek zorundaydı bu halde bile, emre itaatsizlik etmişti ve ceza yiyecekti muhtemelen, umurunda değildi kızın.
"Sizi bırakamazdım, bırakmadım. Beraber çıkacağız bu cehennemden." Yarayı dikmişti bile konuşurken, kısa sürmüştü adam zaten pek bir şey hissedemiyordu. Adamı hafifçe doğrultup kamuflaj üstünü çıkardı, canını acıtmamak için çok dikkat ediyordu. Makasla kesmişti yarasının etrafını, kanı yapışıp canını yakmayacaktı böylece. Haki atletini de çıkarınca yarası iyice göz önüne gelmişti, palaskasının biraz altındaydı, mermi kemeri bile parçalamıştı. Yaraya tampon yapıp sargı bezini etrafına doladı. Adam zor duruyordu, her an düşecek gibiydi. Çok kan kaybetmişti. Aynı grup olsalar kanını da verirdi aynı onun için canını verebileceği gibi.
"Askerlerim?" diyebildi adam, Azra'nın sözleri boğazına dolandı, başını iki yana salladı hüzünle. Gözleri de dolmuştu, hem şehit askerler hem de adamın bu hâli içindi. Şehit askerler Mete'nin askerleri değildi, sadece bir görev için onlarla beraberdi, bu haberi duyduğunda ise kahroldu. Şunu duymamak için kulaklarının sağır olmasını tercih ederdi.
Kenara koyduğu kanlı atletini yeniden giydirdi, üsteğmen kendini zorladı, daha ayıktı bu defa canı acımaya başlamıştı.
"Çok acıyor mu?" Çok acıyordu.
"Çok az." Yüzü hiç öyle demiyordu adamın, gözleri doluydu ve bitkin bakıyordu.
"Geçecek. Bu da geçecek." Adamın başından geçirdiği üstün kollarını da geçirdi yavaşça. Gözü sürekli yüzüne gidip duruyordu. Canını acıtmamak için çabalıyordu.
Hâlâ yarı oturur haldeydi, yatmaya yeltendiğinde Azra sırtından tutup düşmesine engel oldu. Sırtına çantasını yaslayınca daha rahat durabilmişti. Adamın dalgalı saçlarına elini götürdü, bu yara çok hafifti, izi bile kalmayabilirdi. Yine de tedbir alması gerekiyordu, enfeksiyon kapmasını istemezdi. Yaraya pansuman yapıp başını da sardı.
"Eyvallah." dedi Mete, yüzünde acı bir tebessüm vardı. "Görevimdi." Görevi bu değildi. "Değildi." dedi adam. "Beni ipten aldın, ölümden kurtardın."
"Konuşmayalım şimdi bunları, gitmemiz lazım acilen." diyerek adamın üzerinden çekti ellerini, çantası ona destek oluyordu. Arabayı kapıya çekti giderken de tüfeğini yerleştirdi içeriye. Sıra komutandaydı. Ağlamak istemesi hiç de normal değildi, askerdi o, istihbaratçıydı da aynı zamanda. Neden bu kadar duygusal hissediyordu, kurtulmuştu işte gitmişti peşinden. Diğer adamları kurtaramasa da onu kurtarabilmişti. Dolu gözlerini yaralı adama çevirdi, tutuyordu kendisini ancak sanki bir dokunsalar tüm yaşlar sel olacak gibiydi.
"İyi misiniz?" Sesi titremişti yine, yutkundu adamın kolunun altına girerken. Mete iri gövdesini iyice doladı kıza, fazla gücü yoktu ona yüklenmek zorundaydı.
"Hangimiz yaralandık?" Bir yaralıya göre fazla kinayeliydi, fazla düşünceliydi. Tutamadı kendisini, birkaç damlayı serbest bırakıp adamı yüklendi, yavaş adımlarla iri bedenini yürütmeye başladı. Gözyaşını silmesine fırsatı da yoktu öyle kalmıştı gözlerinde, gözyaşlarına da bayık bir çift göz takılı kalmıştı.
Yapısına göre güçlü biriydi Azra, kendisinden çok daha iri bu adamı arabaya kadar taşıyıp içeriye yatırmayı başardı. Üzerine doğru eğilip ışık tuttuğu gözlerine baktı, iyi olacaktı. Bilinci yerindeydi, kurşun çıkmıştı, ipten kurtulmuştu ve yaşayacaktı. Mete titreyen parmaklarını kızın ıslak gözlerine doğru götürdüğünde birkaç damla daha serbest bıraktı kendini.
"Şşş." Kendi içi yanmıyormuş gibi onu teselli etmeye çalışıyordu. "Kurtardın beni, iyiyim." Akan birkaç damlayı sildikten sonra gücü daha fazla yetmedi kolunu kaldırmaya, koltuğa doğru düştü. "İyisiniz." Adamı koltuğa sabitleyip içeriden çantasını aldı ve şoför koltuğuna geçti.
Kontağı çevirdikten hemen sonra gazı köklerken adamı kontrol etmeyi ihmal de etmedi, zarar görmemeliydi ama acele de etmeleri gerekiyordu.
"Gaza bas, iyiyim." Sesi mırıltı gibi geliyordu arabanın sesinden.
"Daha fazlası olmaz. Zarar görürsünüz."
"Sen buradasın ya bana bir şey olmaz." Biraz daha bastı gaza kız, bir daha araba kullanmaktan kaçacağını hiç düşünmemişti bunları yaparken. Roket diplerinde patladığında araba biraz sürüklenmiş, tam başlarının yanından şarapnel parçaları geçmişti. Üsse yakın bölge olduğundan müdahale gecikmemişti ancak olan olmuştu, Mete baygınlık geçirirken Azra da şoka girmiş adamın öldüğünü düşünmüştü. O günden sonra zorunda olmadıkça araba kullanmamıştı.
Sıçrayarak kalktı oturduğu sandalyeden, gözlerinde yaşlar vardı, kabusları başlamıştı yine. Abisi yanı başındaydı hemen omzunu sıvazladı.
"İyi misin Azra?" Başını iki yana salladı kadın. "Abi ölebilirdi ya ölseydi ne yapardım?" O ip o gün Mete için çözülmüştü ancak Azra'yı bağlamıştı sımsıkı.
"Sakin ol kabus gördün."
"Abi yemin ederim çok seviyorum. Ya ölseydi?" derken göğsüne dayadı başını, ilk defa bu kadar açık dile getirmişti.
"Taşıyamıyorum artık gözümün önüne geliyor o kötü anlar, delirecek gibi oluyorum."
Fırat meseleyi çözeli uzun zaman olmasa da iyi biliyordu içinde taşıdığı bu sevgiyi, bazen sözler dile gelmeyince yürek isyan ederdi sonra da gözyaşları. Tüm bedeniyle isyan etmişti Azra hem de hiç istemeden.
"Ya ölseydi?" Başını iki yana salladı gözyaşlarını bir yandan silmeye çalışarak. "Öldü mü peki? Daha sabah omuz omuza değil miydiniz?"
"Ben öldüm abi o ölmedi ama ben öldüm." Düşünmeden konuşuyordu, kabus onu fazlasıyla etkilemişti ve ne dediğini bilmiyordu.
"Ne 5 sene öncesini ne de onun sevgisini hapsedebildim içime. Bak durmuyor, ben sussam uykularım zindan oluyor bana. Her adım her söz her bir bakışta onu hatırlıyorum." Elini kalbine götürdü, oradan söküp atmak istedi, hapsettiği ne varsa bırakıp gitmek istedi. Yapamazdı, öylesine bir sevgi bırakılamazdı. Karşılığının olmadığını bile bile sevmek bile korkutmuyordu onu, seviyordu, çok seviyordu Mete'yi. Onun ölme ihtimaliyle ölmeyi göze alacak kadar seviyordu.
"Ne ağlak kız oldun sen ya? Askersin azıcık ciddiyet, komutanının yanında zırıl zırıl ağlıyorsun. Kendine gel valla 50 tur tam teçhizat koşu yersin karargah etrafında."
Yandaki bardakta olan suyu avcuna döküp kızın yüzünü yıkattırdı. "Daha iyi misin şimdi?" Başıyla onayladı onu, "Gibi." diyebildi. Değildi, hiçbir zaman iyi değildi. Onunla da onsuz da iyi değildi. Varlığı da yokluğu da acı veriyordu kalbine.
"Gelir şimdi üsteğmen toparla kendini sonra bir rakı gecesinde ağlaşırız bol bol ama sırası değil şimdi biliyorsun."
Her zaman toparlanmak zorundaydı zaten görevi buydu, Azra toparlardı genelde insanların arkasını toparlardı, kıçını kollardı, konu kendine gelince işler biraz terse dönüyordu.
"Demir." Tok sesiyle elinde çaylarla gelen üsteğmendi, planların üzerinden bir kez daha geçilecekti böylelikle her şey garanti olacaktı. Azra komutanının işlerinin bitmesini beklerken uyuya kalmıştı ve sonunda bu hâle gelmişti. Gözleri kızarıktı, yüzü ıslaktı muhtemelen rimeli de bulaşmıştı ağabeyi yüzüne su çarparken. Fırat'a bir baş işaretiyle çıkmasını söyledi istifini bozmadan, yanındaki boş kalan sandalyeye yerleşip çayları masaya koydu.
"Bu ne hal?"
"Bir şeyim yok komutanım." Gözleri hiç de öyle söylemiyordu, toparlanmış gibi dursa da etkisinden çıkamamıştı kabusun.
"Kendini görsen hiç öyle demezsin bence." Telefonunu çıkartıp ön kamerasını ona karşı tuttu. Azra kızaran gözlerinin altındaki rimeli küçük dokunuşlarla temizledi, şansına batmamıştı genelde facia olurdu çünkü.
"İyiyim bakın." Gülümsedi, daha doğrusu denedi.
"Biri seni kıracak bir şey mi dedi yine?" Hakan'ı kastetmişti aslında ama isim vermedi. Başını iki yana salladı astsubay.
"Konuşman için sorgu odasına mı gitmemiz lazım asker bana emir tekrar ettirme." Görev öncesi ne varsa çözülmeliydi ona göre, akılda bir şey kalırsa görev tehlikeye girerdi bu da hem kendi canlarına hem de ülke için çok önemli bilgilere mâl olabilirdi.
"Kabus gördüm hemen atlatmam lazımdı benim hatam." Kırmızı gözlerini ayırmadı elalarından, zaten buna karşı koyabilmesi pek mümkün değildi.
"Ne gördün?" Bu defa sesi yumuşaktı, askerden ziyade bir arkadaş gibi sormuştu.
"İp, roket..." Bu iki kelimenin yan yana gelmesi yeterliydi ne olduğunu anlaması için, başını öne eğdiğinde eliyle konuşmasına engel oldu kızın. Arada bir tekrar etse de kabusları Mete ile yakınlaşıyor gibi olup bir arpa boyu yol alamamasına da bağlıydı her şey.
Başını kaldırdı usulca pembeye dönen gözlerine baktı, siyahlığı hâlâ yerinde duruyordu, asil bakıyordu bu kız her halinden belliydi.
"Ben buradayım ölmedim, beni sen kurtardın ve ölmeye de hiç niyetim yok."
Yüzü düşüktü hâlâ, o acı hiç geçmemişti, bazen küçük şeyler bile tetiklenmesine neden olabiliyordu.
Yeniden elini kızın çenesine yerleştirdi ve yukarıya doğru kaldırdı, iyice dik durmasını istemişti.
"Hepsi geçmişimizde kaldı, geçti." Bizim geçmişimiz mi? Bende hiç geçmedi, bizim olan hiçbir şey geçmez ki.
Bu söz yeniden göz yaşının akmasına neden oldu, tutamamıştı kendini, öyle dokununca nasıl tutabilirdi ki zaten?
"Bazen canım yanıyor, size ve şehitlerimize bunu yapanı bulamamak kanıma dokunuyor."
"Şehitlerimize bunu yapanı, seni bu hâle getireni bulamamak beni de üzüyor ama Azra emin ol askerlerimin intikamı olmasa senin yüzünün gülmesi benim için çok daha önemli olurdu inan."
Burukça gülümsedi, onun sözlerinin epey faydası olduğunu da göstermek istemişti. Kendisi mutsuzdu en azından onun mutsuzluğu sevdiği adamı da mutsuz etmemeliydi. Gözündeki yaşı hesaba katmamıştı. Üzerinde dolanan parmaklardan anladı ağladığını, fark bile etmeden akıvermişti.
"Hem ben daha eğitimlerde işkence edeceğim sana. Üzgün olman ya da böyle ağlıyor olman hiçbir şeyi de değiştirmez haberin olsun." Son cümlesine seslice güldü, eğitim miydi işkence miydi tartışılırdı gerçekten. Dayak mı yemediği kalmıştı dayak mı atmadığı kalmıştı timine herkes birbirine giriyordu yakın muharebede. Üsteğmene kafa attıktan sonra karşılık olarak boynunu kolunun altına kıstırıp ters takla attığı geldi aklına, sırtının ağrısından üç gün yürüyememişti doğru düzgün. Gülümsedi bu defa samimiydi.
"Çekin beylik tabancanızı sıkın kafama, boşaltın şarjörü ikimiz de huzura erelim." Elini silahına götürür gibi yaptı ancak dokunmadı.
"Eğitimde merhamet vatana ihanettir Demir Leydi. Yok öyle bir şarjörle kurtulmak sana, daha ne işkenceler göreceksin?"
Kızın son gözyaşını da sildi. "Ağlarsan daha büyük işkence ederim görürsün." Elini geri çekerken dudaklarında samimiyet belirmişti. Masadaki soğumaya yüz tutmuş çayları alıp tekini ekine tutuşturdu. "Berzan'a söyleyeyim o sıksın bari." Kinayeli bakışları vardı, nah sıkardı ona.
"Bir de o mevzu var tabii." Kızın iyice toparlandığını gördüğünden konuşmaya başlayabilirdi, durum değerlendirmesi yapılacaktı. Yarın ise yola çıkacaklardı. Bölük pörçük gözüken ancak uzun vadede çıkar sağlayacak plandı yaptıkları.
"Adamları buluşma noktasından bizi alacaklar, böyle dağ bayır bekleme şehirden alınacağız iyi de aranacağız. Sonra ne derlerse onu yapıp Berzan'a ulaşacağız." Soğuyan çayını bir yudumda içince yüzünü ekşitti, bu kadar çabuk soğuması haksızlıktı. Cebine koyduğu birkaç çift küpeyi çıkardı yavaşça ve kızın dizlerinin üzerine koydu.
"Kulaklık olduğu anlaşılmayacak teknolojiye sahip küpelerin. İletişimimiz bunlarla sağlanacak, tek bağımız senin bu küpelerin olacak."
Gülümsedi güzel küpelere karşı, hem güzel hem de işlevsellerdi. Birbirleriyle iletişimi yan yana sağlayacaklarından karargahla ulaşımı bunlar sayesinde yapacaklardı.
"Aşırı profesyonel hayran kaldım."
"Yakışır sana küpe zaten, takar çıkarmazsın." Yakıştırdıysa yakışırdı tabii ki de, o beğenirse yakışır diye düşündü.
"Bu görevler kısa sürede de tamamlanabilir ancak bir süre silahlı görevde olmayacağız gibi gözüküyor. Müdahale gerektiğinde Hakan Teğmen Sancak ile harekete geçecek biz gerekmedikçe görev sonuna kadar silaha dokunmayacağız." Üzerindeki yeşillere baktı, bir süre özleyecekti, sabretmesi lazımdı.
"Bu görev timinden ayrı çalışmaman için ikimize verildi yoksa göreve başka bir istihbaratçı da verilebilirdi ancak komutanlar bizzat senin dahil olmanı istediler. Malum son beş yılda hem dağda hem de istihbarati sahada iyi faaliyetlerin var, bunlara dayanarak yeni bütünleşen timi dağıtmak da istemediler. Bu işte de beraberiz anlayacağın."
"Biraz timin kıçını kollamasam gidip tatil yapsam diyordum ben de iyi oldu aslında, siz de kafa dinlemiş olursunuz bıkmıştık tak tuk hep silah hep bir aksiyon." Kafa dinlemiş olursunuz dediği de düşman tarafından ele geçirilip sahte haberler yapması için terör hanelerinde gezmekti.
"Yaa çok iyi olur hatta şey yapalım biz yıllık izni de kullanalım dağ tırmanışı falan yaparız."
"O en büyük hayalim biliyor musunuz? Hiç dağa tırmanmadım ben hatta hiç dağ da görmedim zaten harika olur." Evden çok dağda bayırda vakit geçiriyor olması hatta keskin nişancı olarak en tepede bulunması sözlerinin ne kadar da gülünç olduğunu gösteriyordu.
"Şaka bir yana komutanım ben sivil yaşamı bayağı unutmuşum nasıl olacak o iş?" Berzan'la karşılaşacağı zamandan sonrasını kastediyordu, erkeklerle iletişimi askerlikten ibaretti, ağabeyi ve kardeşi gibi gördüğü askerler ve ayrı bir yere koyduğu üsteğmenden.
"Yani çok da bir şey yapmana gerek kalmayacak gibi geliyor bana, kadın düşkünü herif kendi yolunu yapar huyuna gideceksin."
Bu sözleri ondan duymak tuhaf hissettirmişti, daha farklı konuşmasını isterdi mesela 'Mesafeni koru seni öyle görmeye dayanamayacağım.' Duymadı bu sözleri onun dudaklarından, içinden de geçirmediğini biliyordu.
"Emredersiniz." Elindeki boş bardağı masaya koyup daha önce ayarladığı kağıtlara doğru döndü, üsteğmen de aynısını yaptı ve kağıtları kurcalamaya başladı.
"Sivilken alınacağız demiştiniz, şehir içinde bir yerde. Sabah koordinasyon ekibinden tespit belgeleri geldi siz toplantıda olduğunuzdan bana verdiler." Hakan Teğmen ikinci komutan olsa da görev ayrıntıları Azra ve Mete'yi ilgilendiriyordu, komutan ortada olmadığından Azra'ya teslim edilmişti belgeler.
"Bunlar iyi oldu işte, yokuş aşağı giden tekeri patlamış kamyon gibi savrulmayacağız." Kağıtlardan harita olanını öne doğru çıkardı Azra, bir noktayı işaret etti.
"Sizin daha önce belirttiğiniz bir meydan vardı, burası orası tam olarak buradan alınacağız ve gidiş için birkaç seçenek var."
Eliyle durması için işaret etti üsteğmen ve parmağını Ankara'ya doğru çevirdi. "Sivil helikopterle bölgeye en yakın güvenli bölgede iniyoruz, oradan istihbaratçılar tarafından alınıp güvenliği sağlayarak meydana gidiyoruz." Bu zaten daha önce belirlenmişti ancak tekrar edip ayrıntı atlanmamak istenmişti.
"Aynen öyle, meydana güvenli halde vardığımızda biraz turist havasında olacağız valizlerimizle falan. Sonra gelip bizi alacaklar, muhtemelen gözlerimiz bağlı olacak aracın yönünden ve ezberleyeceğimiz güzergahlardan tespit yapmamız lazım."
Biri diğerine anlatmıyordu aslında bunları, ikisi de olacakları tekrar edip akıllarında iyice oturtuyordu aksi bir şey olmaması için.
"Yer yön konusunda senin kadar iyiyim bakalım hangimiz önce tespit edecek?" diyerek güldü, kız istihbaratçı olabilirdi ama Mete de çok başarılı bir askerdi. Gülümseyen dudaklara değdirmedi gözlerini Demir Leydi, kağıtlara döndü tekrar tebessümüyle.
"Meydanın uzandığı üç ana yol var tespiti onlar üzerinden yapmaya çalışacağız. Ara yollara girecekler zaten ama bizi götürecekleri yer şehrin tam merkezinde olamaz. Sorgulanacağız, şehrin yanı başında ama tam da içinde olmayan bölgeler önemli."
Azra komutanının sözünün üzerine üç ayrı kağıt çıkardı ve haritanın altına dizdi. "Ayakçı'nın selamı var." Teröristlerin depo olarak kullandıkları üç önemli mekandı bu görseller, caddelerin sonundan ulaşılan hem de merkeze yakın ve mesafesi olan yerlerdi. Üçünden birine gidecek olmaları yüksek ihtimaldi, tabii aksi de olabilirdi ancak yüzlerce evi tek tek soruşturamazlardı.
"Her zaman yanımızda kardeşim benim, emeğine sağlık Murat'ım."
"Bu üç yerin etrafına Sancak yerleşecek, iyi kamufle olacaklar zaten üç ayrı yere bölününce de az olacaklar. Olası bir ifşa durumumuzda müdahale edecekler, eğer her şey yolunda giderse zaten o depodan çıkıp rahat rahat hareket edeceğiz. Bu sadece güven testi."
Başını salladı Azra, muhtemelen fiziksel olarak aranıp bir süre stres altında bırakılacaklardı soğuk ortamda. Böylelikle psikolojik üstünlük ve baskı onlara geçecekti, istediğini yaptıracaklardı ve kontrol sağlanmış olacaklardı kendilerince. Güveni güvensizlikle sağlamayı tercih ediyorlardı.
"Güvenlerine sıçayım."
Ağzından çıktığının farkında değildi, komutanın varlığı küfür etmesine engel olamıyordu. "Şu küfür meselesi biraz ağzını tutman gerekecek." Kibarca uyarıydı bu, azarlamadı sadece söyledi. Toparladı kendisini kız, başını iki yana sallayıp kara gözlerini yanındaki adama çevirdi.
"Burada kaçıyor, görevde asla komutanım. Can veririm de kimseye söz vermem ben."
"Can da verme." demesini beklemiyordu, kendisini kurtaran kadının ölmesini istemezdi, yanında ölmesini hiç istemezdi.
"Kinaye şey etmiştim ben."
"Sen yine de ölme, emrimdir." Gülümsememek için tuttu kendisini, daha yarım saat önce ölümden kurtardığı kâbusları görüyorken şimdi aynı adam ona ölme diyordu ve bu defa uyanıktı.
"Ölmem, ölürsem çok kişi ölür."
Bir bilgi birçok insanın hayatını kurtarırdı, Kolsuz kod adlı finansçı tespit edilince silahların önü kesilecekti, böylelikle daha çok insan yaşayacaktı.
"Ölürsen kıçımızı kim kollar?" Tebessüm etti hafifçe, toparladı kendini hızlıca.
"Yani tabii bir Demir Leydi zor yetişiyor siz de haklısınız."
"Gözü kara olduğun kadar mütevazisin de." Kara gözlerini ayırmadı elalarından, "Öyleyimdir." dedi. Stresli iş yapıyorlardı ve bazen böyle şakalaşmalar onlara iyi geliyordu, her günü cehennemden farksızdı bu askerlerin, sayısız ölü görmüşlerdi, öldürüyorlardı yaşatmak için. Gülümsemek zorundaydılar bir yerde, tim birbirine iyi geliyordu. O sert yapılı buz dolabı teğmen bile yeri geldiğinde gülüp güldürebiliyordu, hoş genelde somurtup kızmayı tercih ediyordu.
"Benim aklıma bir şey takıldı, bu Eliza kuzeyli bir kadın genelde soğuk olarak bilinirler kuzeyliler. Berzan'la sadece konuşarak meseleyi nasıl cinselliğe getirdiler?"
"Para bir çok kapıyı açar astsubayım." Az önce kurcaladığı belgelerden birini çıkartıp kızın önüne koydu.
"Eliza finansal sorunlarla yüz yüze bu işlere de bu yüzden girişmiş, parasını idareli kullanamayınca batma ihtimaliyle karşılaşmış ve elinde kalan tek güçle yani medyayla tekrar gücünü elde etmek istemiş. Bence bu birçok soruya cevap oldu."
Azra başıyla onu onayladı, cevap onu tatmin etmişti. Soğuk kuzeyli bir kadın bile bu hâle gelebiliyordu demek ki para için, hoş bunun kadını erkeği de yoktu. Terörün de alçaklığın da ne dili ne milleti ne dini ne de cinsiyeti vardı.
"Özel bir şey sormam gerek." Kapının kapalı olmasına rağmen başını istemsizce oraya çevirdi. Sorusunun cevabını ancak kısmen bilebilirdi o yüzden sormak zorundaydı.
"Nasıl desem, bu herifle belli bir yakınlaşma yaşamak zorunda kalabilirsin Azra. Askersin sen vücudunda yaralar olabilir." Cümlenin devamını getirmesine izin vermedi Demir Leydi, anlamıştı demek istediğini. Gazeteci bir kadının vücudunda kurşun ve bıçak yarasının ne işi olurdu ki?
Üsteğmen görevlerde denk geldiği kadarını bilebilirdi, acil müdahale gerektiği zamanı bilirdi yoksa bacağında olma ihtimali olan bir yarayı bilemezdi. "Ciddi bir yaram yok, birkaç çizik de kalıcı makyajla kapatılabilir endişelenmeyin." Aynı şeyi o düşündü bu defa, kendi diktiği yara geldi aklına.
"Bizi soyup bekletebilirler, ben neyse kalıcı makyajla kapatırım da ya sizin yaranız?" Öyle yılların geçireceği bir iz değildi bu.
"O yara benle kalıcı, herhangi bir makyaj da kapatmaz." Bu germişti kızı, nasıl olacaktı bu açıklanamazdı ki?
"Ama beni donsuz kontrol edeceklerini sanmıyorum don lastiği saklayabilir." Bu cevabı beklemediğinden küçük bir kahkaha fırladı dudaklarından, yara karnında olsa da biraz aşağıdaydı yani çırılçıplak soymadıkları sürece görmeleri pek de mümkün değildi.
"İyi bari bir don lastiğiyle yırttık." Gözlerini bu defa başına çevirdi adamın. Bir şey söylememişti ancak Mete anlamıştı. "O da geçti diye biliyorum, kontrol et istersen iz var mı yok mu?"
Azra önüne doğru eğilen adamın başına parmaklarını götürdü. Yaranın yerini çok iyi hatırlıyordu, parmaklarını dalgalı saçları arasından geçirip açtırdı. Bir iz kalmamıştı, bu konuda şanslıydı, karnındaki gibi bir yara olabilirdi başında, bu görevi tehlikeye sokardı.
"İz kalmamış." İz başınızda kalmamış, sizin de kalbinizde o 5 sene öncenin yaraları kaldı eminim. Peki ya o nasıl geçecek?
"İyi bari, emin olmuş olduk." Azra parmaklarını çekerken üsteğmen de yeniden dik pozisyona geldi.
"Toparlıyorum o zaman astsubayım, buradan helikoptere biniyoruz indiğimiz yerde bizi istihbaratçılar alıp meydana gidebileceğimiz yere bırakıyorlar sonrasında taksiyle hallediyoruz. O sırada Sancak Timi üç bölüm halinde depoların çevresine gizleniyorlar olası bir ifşa halinde bize müdahale etmek için. Bizi meydandan teröristler alıp götürüyorlar, yön tespiti yapıp olası bir kötü senaryoda çıkışları tespit ediyoruz muhtemelen gözlerimiz kapalı halde. Gittiğimiz yerde sert karşılanacağız biraz korkuyor gibi yapıyoruz, baskı kuracaklar üzerimizde. Bir gün sonra gelip normal insanlarmışız gibi muamele etmeye başlayacak ve bunun prosedür olduğunu söyleyecekler. Muhtemelen bir yer tahsis ederler bize, istedikleri zaman gelip bizi kamplara köylere götürüp haber yaptırırlar. Bölge birçok kampa yakın çok uzun sürmez sonrasında ülkeye dönüş adı altında geri geleceğiz haberleri istedikleri gibi servis edeceğiz böylece Berzan'a bir kapı açılacak o kapı da bizi Kolsuz'a götürecek."
Uzun bir özetti ancak bir aksilik olmadığı sürece bu böyle gidecekti, her şey hesaplanmıştı, planlanmıştı. "Sonrasında iş biraz sana düşecek ne kadar güvenini kazanırsan o kadar faydası olur bize." duraksadı bu defa, sabahtan beri tutmuştu kendisini ama şimdi dile gelmek üzereydi o iki kelime.
"Yakın olman lazım görevin bu ama..." Gözlerini kaçırmadan doğrudan siyahlarına baktı. "Yine de fazla yakın olma."
Onu sevdiğini söyleseydi belki bu kadar etki etmezdi, kaldı öylece bir şey diyemedi, tebessüm etmeye çalıştı başaramadı. Bir çift sözüyle yerle bir etmişti onu ama bu defa mutluydu ne tepki vereceğini bilememişti. Bu söz ona şahsi ilgisinin olduğunu göstermezdi aslında, bir arkadaşın ricası ya da bir komutanın emri de olabilirdi ancak hangisiyse umursamadı, o an onu düşünmüştü ya dünyaları vermişti avuçlarının içine. "Olmam." Sesi netti aynı keskin bakışları gibi, bu kadar teslim olmamalıydı ona, böyle olmazdı.
"Bir sorun varsa sorabilirsin." Başını iki yana salladı, her şey planlıydı görev hakkında soracak bir şeyi yoktu. "Yok." Kısa cevaplarına devam ediyordu, şoku biraz zor atlatacaktı, Üsteğmen onda oluşturduğu etkiyi fark etmişti bu defa ama üstelemedi.
"O zaman hangara geçelim tim bekler." Başıyla onaylayıp ayağı kalktı, hızlıca masadaki belgeleri dosyaya sokuşturdu ve küpeleri cebine attı.
♟️
"Lan göt laleleri gelin buraya!" Sabahın ışığı gökyüzüne yeni yeni dolmuşken erken kalkan her zamanki gibi üsteğmen olmuştu, bu defa her zamankinden daha sinirliydi. Buz dolabının kapağına kolunu yerleştirmiş içeriden koşuşturacak adamları bekliyordu.
"Ne oluyor yine ya sabah sabah?" Enes'in ayılmışlığının aksine Göktürk devresinin omzuna asılmış ayakta bile durmakta güçlük çekiyordu. "Abi bizi bir sal."
"Lan Sayaç ben sizi salsam siz beni salıyor musunuz oğlum?" Bir hışımda buz dolabının kapağını çarpıp elindeki kâseyi kenardaki masaya vurdu. "Ne yaptık lan devrem?"
"Bilmiyorum ki oğlum ben uyuyordum en son." Ellerini göğsünde birleştirip ayakta uyuyan ikisine baktı dikkatlice, bu kadar beceriksiz olup da işlerinde mükemmel olmaları çok saçmaydı.
"Mutfaktaki kâseye saç jölesi koyup buz dolabına koymak hangi dâhinin fikriydi?"
Enes ağabeyine şaşkınca bakarken Göktürk devresinin bedeninin ardına gizlenmeye çalıştı, gözleri yarı kapalı olsa da algısı açıktı artık o kadar bağırmaya zaten kimse uykulu kalamazdı. "Göktürk!"
"Açıklayabilirim vallahi." Ellerini havaya kaldırdı teslim olur gibi.
"Bozulmak üzereydi buz dolabında kıvamlı olur diye düşündüm." Cevap üsteğmeni tatmin etmemişti, çatık kaşlarını üzerinden ayırmadı.
"Ekmek bandım lan, oğlum göreve gidiyorum bugün ben görev zayiatı olacaktım senin yüzünden." Birkaç adım atıp yanlarına kadar gitti ve sıktığı parmaklarını askerinin başına vurdu usulca.
"Azıcık çalıştırmanı rica ediyorum sivil hayatımın içinden geçiyorsun çünkü."
"Abi ne desen haklısın valla özür dilerim. Şey yapalım, reçel bal falan yemek istiyorsan dolapta olacaktı ondan koyalım sana. Hatta bizzat ben ellerimle sana güzel bir sofra kurayım, besleyeyim."
"Manda mıyım oğlum ben, beni besleyeceksin? İstemez kalsın iştah falan kalmadı bende, gidin hazırlanın bugün erkenciyiz." Sanki normalde geç gidiyorlarmış gibi konuşmuştu.
"Giderken yeriz bir şeyler." diyerek de ekledi, sakindi son sözleri. Bunlar adam olacaktı da Mete de görecekti, ne zaman görecekti hiç bilmiyordu.
Yanlarından geçip odasına gitti, valizini son bir defa daha kontrol etti, gömlekleri tamamdı zaten genelde gömlek severdi. Yanına alması gereken belge, pasaport, kimlik, malzeme ne varsa yerindeydi. Bir valizle hazırdı, bir valiz de Azra getirirdi muhtemelen, iki valizle göreve gideceklerdi. Üzerine aynada bir kere daha baktı, lacivert gömlek ve kot bir pantolon vardı üzerinde, daha az resmi duruyordu yolculuk yaptım imajı vermek istemişti.
Saatine baktı, evden çıkma vakitleri gelmişti. İki askeri de yedikleri fırçadan sonra hazır olmuşlardı çoktan kapıya varmışlardı. "Yükleyin arkaya bunu, Demir Leydi'yi de alalım öyle geçelim."
"Emredersin abi."
Arabanın bagajına valizin konulup Azra'nın evine varması çok da uzun sürmemişti, dakikalar almıştı. Üsteğmen kıza haber vermemişti geleceğini, kapısından çıkarken yakalaması da güzel bir tesadüftü. Mete kapıdaki kızı görünce Enes'e çevirdi gözlerini, git al demesine gerek yoktu Enes çoktan inip komutanının valizini sırtlanmıştı.
Ön koltuk boşalmıştı onun için, rütbeliler genelde arka koltukta otururdu ancak biri öndeyse diğeri de onun yanında olmalıydı, Mete arabayı kendi kullandığından yanındaki koltuk da ona ayrılmıştı.
"Geleceğinizi bilmiyordum, teşekkür ederim bu saatte biraz sıkıntı olurdu." Yanına aldığı poşeti dizlerine koyup kemerini bağladı.
"Aynı yere gidiyoruz sonuçta acelemiz de var, haber vermeliydim."
Azra cevap vermedi bu defa, dizlerine koyduğu poşeti açıp daha önce boş vaktinde yapıp buzluğa attığı gece de çıkarıp pişirdiği börekleri uzattı yanındakilere.
"Börek mi o?"
"Kıymalı börek." Mete gülümseyip uzatılan böreğin yarısını ağzına tıktı, bir yandan da araba kullanıyordu aşırı profesyoneldi.
"Abi bak bir de jöle için kızıp yemek yememiştin bak nelere sebep oldum ne güzel börek yiyeceğiz şimdi."
"Bu defa haklısın Sayaç, bu defa haklısın oğlum aferin böyle." Başını kısa bir anda kıza çevirip yola döndü. Kapanan iştahı açılmış, yemek yeme isteği doğmuştu birden
"Harika olmuş ellerine sağlık."
"Afiyet olsun." diyerek diğer dilimleri de arkadaki iki askerinin eline tutuşturdu, bir yandan da kendi yiyordu. Başını arkadaki iki askerine çevirdi.
"Baksanıza ben normalden farklı gibi miyim?"
"Saçlar salınmış." diyerek yorumlamaya başladı Göktürk, Enes devamını getirdi.
"Beyaz bir gömlek altına da pembe pantolon giyilmiş, spor şık bir görüntü ve Demir Astsubay'a aşırı aykırı bir görüntü. Size pek benzemiyor yani olmuş."
"Ve ekliyorum." Ağzına biraz daha börek tıktı ve konuşmaya devam etti Sayaç.
"Genelde siyah giyersiniz bambaşka bir havanız var şimdi, Eliza oldunuz."
"Eliza Oliver astsubayımın eline su bile dökemez." Kastettiği güzellik algısı değil karakter algısıydı, simsiyahlar içinde bile olsa o karaktersiz kadından çok aydınlıktı.
"Ona ne şüphe abi."
Azra kendi ağzına börek tıkıştırdıktan sonra komutanına bir tane daha uzattı, bu defa elini uzatmamış kadının elinden yemişti, bir eli direksiyonda bir eli viteste olduğundan az öncekinin aksine yiyememişti kendisi. İki ısırık daha alınca bitirmişti. Kadın ne yaptığının farkına varmadan parmaklarını dudaklarına götürdü ve börek kalıntılarını toparladı. Bir anda üsteğmeni fark etti, elini indirip arkasına yerleştirdi sanki görse her şey başka olabilecek gibi.
Bu börek tek bir kişiye göreydi bu kadar aç asker için yetersizdi ancak şimdilik bununla idare etmeleri gerekiyordu garip bir şekilde tokluk hissi de böreklerin bitmesiyle gelmişti.
"Siz valizleri alıp helikoptere yüklüyorsunuz hangar önünde buluşuyoruz, Reşat Yarbay'a son bir kere görünmem lazım." diyerek indi arabadan, anahtarı da Enes'e teslim etti. Burada yokken kullansın istemişti. Tim hep yanlarında olmayabilirdi, işlerin gidişine göre karar verilecekti buna.
Tim hangarda toplanırken Reşat Yarbay ile görüşmeye gitti Üsteğmen, kapıyı çalıp içeriye girdi. "Enişte." dedi bu defa komutanım dememişti, ablasının eşiyle konuşuyordu.
"Ölüm her zaman bir ihtimal ama istihbarat belli değil sen de bilirsin, Fatih zaten sahada akılları onda kalıyor bir de bende kalmasın idare et onları. Ablam annemden daha mantıklı sen bilirsin işini aklım bir de onlarda kalmasın."
"Sen hiç merak etme, Akıncı kadınlarıyla başa çıkmayı iyi bilirim ben aklın hiç kalmasın burada." Gelip kayınçosunu kucakladı sıkıca.
"Kendine de o deli kıza da dikkat et bu görevin hakkından çok iyi geleceksiniz, üsttekiler size çok güveniyor."
"Güveninizi boşa çıkarmayacağız komutanım. Müsaadenizle helikopter havalanacak vakit geldi." Eliyle kapıyı gösterdi müsaade senin der gibi. Üsteğmen temposunu hiç düşürmeden hangar önüne gitti, timi de sivil giyinmişti bu defa, bölge insanıyla da uyumlu giyinmişlerdi. Volkan Üsteğmen de onları yolcu etmek için bekliyordu.
"Komutanım." diyerek elini şakaklarına götürüp selam verdi adam, "Üsteğmenim buralar sana emanet." Başını timine çevirdi timi Hakan'a emanetti, ona güveni tamdı eksik kaldığı anda da Volkan Üsteğmen'in müdahale edeceğini çok iyi biliyordu.
"Gözünüz arkada kalmasın, Sancak sıkıştığı an Gölge hep diplerinde olacak."
"Eyvallah." diyerek omzuna dokundu, timine çevirdi başını tekrar. "Sancak Timi, helikopter bin."
Helikopter havalanmıştı, timde bambaşka bir hava vardı. Bir kere tam kadrolardı ve sivillerdi. Garip bir histi bu, sanki lahmacuna gidiyor gibilerdi.
"Ne güzel olmuşsun kız sen?" Şımarır gibi yaptı Demir Leydi, düz saçlarını hafifçe burmaya çalıştı ancak beceremedi.
"Teşekkür ederim komutanım."
"Fırat abi haklı komutanım bu kadar şıkken kendinizi siyahlara gömmüşsünüz hep." Elvan'ın sözlerini Mete de desteklemişti, renkli kıyafetler hele elbiseler ne de güzel yakışıyordu ona ancak Azra genelde siyahçıydı.
"Ne yalan söyleyeyim ben bile katılıyorum." Hakan her zamanki umursamazlığıyla dile getirmişti sözlerini.
"Bu kadar övmeyin beni alışkın değilim." Başını Elvan'a çevirdi. "Asıl ona bakın, prenses bu kıyafetler içinde bile çok güzel." Özgüvensizliğini defalarca kanıtlamamış gibi yine yapmıştı aynısını, okları başka yöne çevirip dikkatleri dağıtmak istemişti. Kimse onun yönlendirişine gelmeyince susup önüne döndü.
"Sancak Timi, hangarda vaktimiz olmadı şimdi konuşmamı yapacağım sizinle." Başını adamlarına çevirdi en son da Hakan'a baktı.
"Ben yokken emir komuta teğmenimde bunu hepiniz biliyorsunuz zaten. Bilmenizi istediğim ise şu, zora düştüğünüz an Volkan Üsteğmen ve Gölge Timi yanınızda olacak. Bizim görev bu defa farklı, sahadan istihbarata verildik siz işin silahlı ve güvenlik boyutuyla ilgilenirken biz de saha boyutuyla ilgileneceğiz, sizden uzak olacağız, operasyonlarda bir süre olmayacağız ve uzunluğunu da bilmiyoruz."
Kısa bir bakışı Azra'ya atıp tekrar timine döndü. "Keskin nişancı Fırat olacak zaten diğerlerinin görevi belli. Ben yokken siz her şeyi emir komuta zincirine uygun şekilde idare etmek zorundasınız, aksilik istemiyorum tim, gözüm arkada kalmayacak bunu da biliyorum. Bu süreç biraz ayrılık getirecek bize, düzeniniz bozulmuş gibi gelebilir ancak sabredersek hem timimiz tekrar toparlanır hem de onlara büyük bir darbe vurmuş oluruz." Bu görev istihbaratçılara değil de askerlere verildiyse vardı sebebi, bu da Azra'nın askeri istihbarat başarılarıydı. Timinin bütünlüğü korunsun diyeydi her şey.
"Emredersiniz." Tek bir ağızdan çıkarken "Gözünüz arkada kalmasın biz her şeyi şimdiye kadar nasıl yola koyduysak şimdiden sonra da koyarız." diyen timin ikinci komutanıydı. Başını askerine çevirdi bu defa, daha önce konuşma fırsatı bulamamıştı helikoptere kalmıştı.
"Ne olursa olsun sen iyi bir askersin ve iyi bir istihbaratçısın bunu asla çıkarma aklından, bu görevi de diğerlerinin altından kalktığın gibi halledeceksin. Ne kuyulardan çıktık seninle şimdi de Akıncı Üsteğmen'le çıkacaksın." Onunla daha önce kör kuyulardan iple çıkmışlığı sonra da ipi koparmışlığı vardı zaten, fark olmayacaktı yine savaşacaktı.
Hakan ile ikili görevleri çok olmuştu, timden bağımsızdı bu görevler. Askeri istihbaratın görevleriydi bir çoğu, zaten daha güçlü bir tim ortaya çıkarabilmek için askeri istihbarat ile Sancak Timi birleştirilmişti böylelikle yenilmez bir güç ortaya çıkmıştı, bunu sahada ilk defa test edip kanıtlayacaklardı.
"Sağ olun komutanım, ben şimdiye kadar dağ gibi durdum şimdiden sonra da öyle dururum. Şimdiye kadar siz vardınız şimdi Akıncı Üsteğmen var. Beraber savaşıp karargaha döneceğiz ve hep beraber maça gideceğiz."
Ortalığı yumuşatmak istemişti çünkü gergin havayı sezmişti, bu gerginlik aslında yeni bir şeye atılan ilk adım gerginliğiydi, çok uzun sürmeyecekti bu helikopter durmadan bitecek bir şeydi çok iyi biliyordu herkes ama yine de dumanları dağıtmak istemişti.
"Futbola gideriz evet konuşmuştuk."
Başını iki yana salladı Azra. "Fitbol demiyur velibol diyur." Konuya hakimmiş gibi cevap vermişti Orhan, telaffuzu da bir o kadar komikti. Tim velibol lafına gülerken Hakan ciddiyetini sürdürmeye devam etti.
"Orhan'ın dediğini kastediyorum. 10 numara Kalyoncu bizi bekliyor tribünde."
"Ne Kalyoncu'ymuş arkadaş, kendisi yetmedi bir de hayranları çıktı başıma."
"Valla Batur kız efsane oynuyor ben de izlemiştim hiç laf etme." Eliyle istemem kalsın der gibi bir hareket yaptı istifini bozmadan.
"Efsaneliğine lafım yok, sinirimi bozuyor sadece. Biz futbol maçına gidelim en iyisi."
Futbol planı yapan birileri vardı aslında ama timce gitmek isterler miydi orası tartışılırdı. Ankaragücü-Bursaspor maçına gidecekti Azra kim bilir ne zaman olacaktı bu kısa sürede olmasını diledi, teğmenden de daha önce söz almıştı onunla da giderdi ama Mete ile gidecek olduğu bambaşka olacaktı.
"Tim komutanı artık bensem emrimdir, voleybol, 10 numara, Türkmen Kızı ve Miray Kalyoncu lafları kesinlikle yasaklanmıştır."
"Ya Kalyoncu dememiz gerekirse." Göktürk'e Enes de destek çıktı. "Devrem haklı, ya 10 dememiz gerekirse." diyerek ekledi. Elvan da ilk defa aşağıda kalmak istemedi ve bir laf da o attı ortaya.
"Ya voleybolla alakalı bir şey konuşmak zorunda kalırsak?"
Timin kalanı gülmekten kırılmıştı, Fırat başını dışarıya çevirmiş saygısızlık yapmak istememişti. Orhan iki elinin arasına başını alıp kıkırdıyordu, Mete kendini hiç saklamadan kahkaha atarken Azra da ardına gizlenmiş gülüşünü saklamaya çalışıyordu.
"Batur." dedi hâlâ gülüyordu aksine çabalasa da. "Ya Türkmen kızı demek zorunda kalırlarsa?" Bu defa kendisini tutan kim varsa salmıştı, eğer burası hangar olsaydı herkes yerdeydi de işte helikopterden atlamak olmaz diye çok da şey yapamıyorlardı.
Hakan da güldü bu defa, herkesin üstüne gelmesinden sonra komutanının olayı kapatacağını sanmıştı ama aksini yapıp daha da ısıtmıştı ortamı üsteğmen.
"Bunlar üzerime kurulmuş komplolar."
"Komutanumun yüki ağirdur zate, koskoca time babalık edecek uğraşmayin da."
"Bu ayarsız haklı, atarım kendimi aşağıya paraşütsüz, komutansız kalırsınız." Fırat gülümseyip pozisyonunu dikleştirdi, askerde kıdem önemliydi, Hakan'dan sonra timin en kıdemlisi başçavuş olarak Fırat'tı. "Bu da dünden niyetli. Hayırdır Fırat abi, yerimde gözün mü var?" diyerek tekrar döndü önüne buz dolabı yüzüyle.
"Benim öyle fikirlerim yok yanlış anlamayın ama kızlar rütbe daha çok seviyor. Geçmişe dönseydim harbiyeye giderdim kesinlikle."
"Abiciğim şu işi de kızlara bağladın ya ne diyeyim ben sana?"
"Abim bir şey deme bana aşk acısı çekiyorum ben." Sanki karşısındaki kız çok normalmiş gibi aşk acısını ona anlatıyordu. Aşk acısını bilen tek kişiye gönül eğlencesini aşk diye kakalayacaktı zorla.
"Görev bitsin ben alacağım derdini kederini birkaç kadehle biraz sabret."
Dik bakışları üzerinde hissetti, yanındaki adam daha önce onu içmemesi için tembihlemişti, toparladı kendini sesini çıkarmadı, bakışlar da üzerinden gidince uzatmadı kelimelerini, sustu ve helikopterin mevkiiye varmasını bekledi.
♟️
Azra'm, sen o 5 seneyi sırtında ve kalbinde nasıl taşıdın kıyamam sana ya. Bir ip onun boynuna o ipin ucu da senin kalbine dolanmış... Biz hem 5 sene öncesini hem de Demir Leydi'min kalbini gördük bugün, öyle güzel seviyor ki bu sevginin tek yönlü olması benim de canımı acıtıyor. Sen çok güzel seviyorsun be...
Mete, karnından ve başından yaralanmasına rağmen ağlayan askerinin göz yaşlarını silen Mete, içi acırken yaralarını saran kadının yaşlarını sarmaya çalışan Mete... Yıllar sonra kabus görünce ağlayan kızın göz yaşlarını silip onu teselli eden, ellerinden de börek yiyen Mete...
Azra'yı çatıda boğmaya çalışmışlardı, Mete de defalarca kontrol etmişti hatırlarsanız, altında yatan olay buydu.
Aşk acısıyla geçmişin acısını beraber sırtlanan herkese selam olsun.
Bir sonraki bölüme kadar görüşmek üzere, beni buradan, instagram, tiktok ve twitter Rubamsalepe hesabımdan takip etmeyi unutmayın❤️ |
0% |