@rubamsalepe
|
Bölümü beğenip yorun yapmayı unutmayalım, emeğimin karşılığı olarak görüyorum onları❤️ Bölüm müziği: ♟️ Yollar uzun gibi gözükse de menzil çok da uzak değildi, kurak sapsarı topraklar Orta Doğu cehenneminin renkleriydi biraz da. Üzerindeki araba meçhule gidiyordu, ne olacağı belli değildi her şey planlansa da. Ölüm ensedeydi, sessizlik de hakimdi ortamda. Kısa mesafe kalmıştı varacakları yere, oradan bir taksiyle meydana gideceklerdi. Tim ise çoktan yerini almış, beklemeye koyulmuştu. Cebinden çıkardığı telefona baktı Azra, yüzünü gözünü kontrol etti. Bir yabancıydı şimdi, kendine de yabancıydı aslında. Baktığı ona pek benzemiyordu. Baktığı kadın renkli giyinen bir gazeteciydi ve para için yapmayacağı şey yoktu. Kendisininse ülkesi için yapmayacağı hiçbir şey yoktu. "Alışamadın mı kendine, makyajını da ağır yapmadın aslında sadece kıyafetlerin değişik." Kıyafetler bambaşka hava katıyordu ama işte, saçları salıktı sivilde de ama şimdi nedense daha farklı geliyordu gözüne. Başını iki yana sallayıp telefonu geri koydu cebine. "Tuhaf hissediyorum kumaş pantolon ekstra tuhaf hissettiriyor. Kamuflaj yoksa benim olayım tayt yani." Rahatlık haricindeki tüm giyim onun düşmanıydı, rahatlık varken hangi aptal güzel olmak için o rahatsız kıyafetleri seçerdi ki? "Elbise giymen gerekirse o zaman ne yapacaksın?" Bilerek sormuştu bu soruyu, elbise onun için aşırı tuhaftı çünkü. "Eliza giyecek mecbur." Yanına aldığı siyah elbiseyi düşündü, giymemeyi umdu. O duruma düşmemek istedi. "Siz." diyerek baktı kıyafetlerine, normalden çok da farklı değildi aslında. "Siz bakıyorum da gayet rahatsınız, ne olurdu benim tarzım da görev olsaydı?" "Ben komutanım." diyerek geçiştirdi, alakası yoktu komutanlığıyla. "Sergio Vivaldi'siniz şu dakikadan sonra." Artık komutanım yoktu, Demir de yoktu, Demir Leydi de. Sergio ve Eliza vardı artık, görev tehlikeye atılamazdı. Sergio lafını duyduktan sonra güneş gözlüklerini kutusundan çıkartıp gözlerine yerleştirdi, iniş zamanları gelmişti. Adam oldukça havalı gözüküyordu, aksi mümkün değildi zaten bir gözlük onu bu hâle getirmemişti, yakışıklı bir adamdı. Güvenli bölgedelerdi ve tek yapmaları gereken bir taksi çevirip meydana gitmekti. "Eyvallah kardeşim, dönüşte dikkatli ol." diyerek indi arabadan adam, valizleri de bagajdan alıp sürüklemeye başladı. "Taksi hemen gelse bari." "Sabret Eliza Hanım, gelir birazdan." Yolun kenarında dikilmiş taksi bekliyorlardı, on beş dakika çoktan geride kalmıştı, sessizlikle geçmişti aslında. Azra onunla yalnız olmanın mutluluğundan konuşacak bir şey bulamamıştı. "Bir tane geliyor." diyerek elini kaldırdı üsteğmen. Şansına durdu taksi ve valizleri yerleştirip harekete geçti. Biraz sürecekti bu yol, şoförün terörist olup olmadığı belli değildi, öyle rahatça konuşamazlardı ama susmak da garip kalırdı. Hemen yabancı dile geçmişlerdi, Eliza ve Sergio'nun diline. Onu bilseler dahi dikkat çekmeyeceklerdi. "Hava çok sıcak oldu." dedi havadan sudan konuşmak gerekiyordu sanki. "Buralar sıcakmış gerçekten, dedikleri kadar varmış." Konuşma ilerleyemedi, bir başkasının yanında kendileri olmadan nasıl sohbet edebileceklerini bilemediler, Azra sırtını kapıya yaslayıp telefonunu çıkardı ve oynamaya başladı. Bir süre sonra o da sarmadı ve yanındaki adama döndü. O da kendisinden farksızdı, bir eksiklik vardı ve onun hallolması lazımdı. Parmaklarını adamın eline götürüp birkaç ritim tutturdu, mors alfabesi böyle durumlarda bire birdi. 'Az kaldı ama dikkat çekiyoruz gibi geliyor. Bir şeyler yapmalı.' Gülümsedi Mete kıza bakarak, şoföre bir şeyleri belli etmemek istiyordu. Elini omzuna doğru atıp kızı kendisine çekti yavaşça ve parmağını omzuna dokundurdu saçlarının arasından. 'Biraz böyle durup dışarıyı seyredersek normalmişiz gibi gözükebilir.' Bulduğu çözüm Azra'nın hoşuna gitmişti, işlerine de yarayacaktı. Adamın boynundaki boşluğa iyice yerleştirdi başını, yola doğru çevirdi gözlerini. Kalbi oldukça hızlı atıyordu ancak bir asker olarak kendini kontrol etmeyi başardı, Mete'ye hissettirmedi heyecanını. Görev için bu kadar yakın olabileceklerini bilseydi çok daha önceden burada olmak isterdi. Gözlerini kapamamak için zor tutuyordu kendisini, huzur bir boyunda gizli olamazdı. Ya kokusu, bu kadar yakından almış mıydı, bilemedi. Görevde her zaman yakın olsalar da sivilde hiç böyle yakın olmamışlardı, en son odasında birbirlerine silah tuttuklarında mı yakın olmuşlardı yoksa saç örgüsünü çözerken mi bilemedi. Bir de dans vardı tabii. Bu rahatlık için gerçekten kilometrelerce yol gidilirdi, huzur için, yıllardır içini dolduramadığı o yalnızlık için, beş sene için... İçi dolu gibi gözüken ancak hasret bitmek bilmeyen o beş sene için... O hastane odasının önünde kaç gece sabahlamıştı saymamıştı bile, kirli postallarıyla görevden döner dönmez ilk işi hastaneye gitmek, sağlığını öğrenmek oluyordu. O geceleri gündüze bağlayan acılı süreç hiç ummadığı anda kendisini bir çıkmaza sokmuş o gün vurduğu tavana asılı ip gibi bağlamıştı kendini. Başta zorlamıştı kendini, ast üst ilişkisi diye diye vurmuştu kafasına, yapamadı. Tutamadı kendisini, onca kişiyi vurmuştu ama böyle vurulacağını hiç düşünmemişti. "Eliza." diyerek sarstı kızı yavaşça, uyumuyordu gözleri açık etrafa odaklanmış hatta onca şeyi düşünürken tüm yolları ezberlemişti. "Geldik." dediğinde ayırdı bedenini adamdan. Gülümsedi hafifçe, teşekkür anlamındaydı bu. Şoföre parayı uzatıp indiler arabadan. Meydanda beklemeye koyuldular bu defa ne kadar bekleyecekleri meçhuldü. "Daldın gittin arabada." Ağzını arar gibi söylemedi bunu, sadece merak etmişti. "Öylesine düşünüyordum, ezberledim güzergahı." "Ona ne şüphe, cin gibi kızsın sen ezberlersin hemen. Ezberlersin de düşüncelere daldıran neydi seni, aklında soru varsa ortalık sakinken sor içinde kalmasın." Kara gözlerini adama odakladı, diyecek çok şeyi varken hiç şeyi olması ayrı bir ironiydi. "Konum, mesafe, fotoğraf makinesi falan düşünüyordum." Güldü adam, aşırı ikna olmuş gibi baktı kıza, yalandı. "Kaç kilometre geldik?" dedi onu zorlamak istemişti bu defa, bakalım sınırları ne kadardı? "Yirmi dokuz kilometre." Bu kadar net söyleyebileceğini tahmin edememişti hele ki yolda cihaz kullanmadan ve bir belirteç olmadan. "Oha çok iyi." "Vardır öyle özelliklerim." Kadının kulağına eğildi bu defa, Türkçe konuşmuştu. "Sana mareşallik verilmeli." dedi gülerek ardından geri çekildi. Hoşuna gitmişti bu dediği, hoş her dediği onun hoşuna gidiyordu o apayrı meseleydi. Gülümseyen yüzünü cebine doğru çevirdi, eliyle cebini yokladı alışkanlıktı. Şimdi sigara içemezdi, yolun ortasında hiç olmazdı. Güven testinden sonra istediğini yapardı ama şimdi olmazdı. "İçersin ama yarın." "Alışkanlık." Mete ekledi bu sözlerin üzerine. "Kötü bir alışkanlık." Tutamadı ağzını sabahki içme olayına getirdi. "Kötü alışkanlıkların çok fazla." "Hayat daha katlanılır hâle geliyor." Başını iki yana salladı, madem katlanamıyordu neden asker olmuştu ki? "Katlanmak istiyorsan savaşacaksın, böyle şeylere sarılmayacaksın." Ciddiydi yüzü ancak kızar gibi söylemiyordu sözlerini. Emredersiniz diyemedi bu defa başıyla onu onayladı sadece. Onunla savaşmak hiç de öyle kolay olmazdı ki. "Gelenler var, başlıyoruz." Yakınlarına araba yanaşmış, içinden iki terörist inmişti. Meydanda valizli başka bir kadın ve erkek olmadığından onların aradıkları kişi olduğu çok belliydi. "Eliza Oliver, Sergio Vivaldi?" Başını iki askere çevirdi ve onlar olup olmadığını onaylamak istedi. "Biziz." dedi Azra, konuşması gereken dilde konuşuyordu. "Arabaya binin." Gelen emir sert ve çok netti, çirkin adam valizleri arabaya alırken iki asker de içeriye bindirilmiş gözleri hemen siyah bir kuşakla bağlanmıştı. Azra korkar gibi yapıp Mete'ye yaklaştı, böylece her şey olması gerektiği gibi gözüküyordu. "Neden bağladınız gözümüzü?" Terörist ifadesini değiştirmedi, bacağını diğerinin üzerine atarak arkasına yaslandı. "Korkacaksan gelmeyecektin buraya." Psikolojisiyle oynamak istiyordu, eğer karşısındakinin başka bir amacı varsa panik ve korku halinde ortaya çıkabilirdi. "Berzan çağırdı beni, yine olsa yine gelirdim. Korkmuyorum." Korkmuyorum derken gayet de korkuyor gözüktü karşısındakilere, güzel bir oyuncuydu. Elini yavaşça Mete ile arasına yerleştirdi ve eklemiyle ona bir şeyler anlatmaya çalıştı yeniden. 'Doğu deposuna gidiyoruz.' Mete de ara yollara girmelerine rağmen durumu çözmüştü Azra gibi. Orada Hakan ve Orhan duruyordu. Küpeler aktif olsa da ses çıkartamıyorlardı, kulağına doğru mors sesleri çıkarması da mümkün değildi. Gittiklerinde birbirlerine haber ederlerdi artık, aksi mümkün değildi zaten. Araç önce yavaşladı, sonra durdu. Sessiz bir yerdi, merkezden uzaklaştıkları belliydi. Gözleri bağlı şekilde araçtan indirilip depoya alındılar. Bir anlığına dahi dışarısını görmelerine izin verilmedi, kendilerince güvenlik ve gizlilik işini hallediyorlardı. Halbuki bu ikisi koordinatına kadar çözmüştü bulundukları yeri. Dışarısına göre soğuktu depo, çok büyük değildi ancak işlevseldi. Camları yüksekteydi, tepeden ışık alıyor denilebilirdi. İçeride çok fazla bir şey yoktu aslında, adam kaçırıp ağırlamak dışında kullanılmıyor gibiydi. Teröristler beş kişilerdi, biri kadındı bunlardan. Terörist gibi giyinmemişlerdi, herhangi birinden farksız duruyorlardı. Demek ki Avrupa için imaj yaratmışlardı kendilerince, o kuş beyinlerince. Teröristin biri gidip ikisinin de göz bağını çözdü ve etrafında turladı. "Bugün buradasınız." Sesi çok sertti. "Ama Ber..." "Berzan sonra. Biz ne dersek onu yapacaksınız." Gelen valizleri açtırıp içlerini inceledi, teknolojik âletleri de açıp kurcaladıktan sonra bir şey bulamadı, yerlerine geri koydu hepsini. "Telefonlar." diyerek elini uzattı. Askerler ikiletmeyip telefonları teslim etti, şu güven testi bitene kadar ellerinde hiçbir şey olmayacaktı. "Soyunun." derken dedektörü üzerlerine tutmaya başlanılmıştı bile. Hayır dedektör tutuyordu neden soyun diyordu, madem soyun diyordu neden dedektör tutuyordu? "Arayın işte ne soyunması?" Bu defa Mete tepki göstermişti, Azra ürkek gözükürken o daha korumacı duruyordu. "Eliza böyle şeylerden hiç hoşlanmaz." "Biz soymuyoruz Eliza rahatsız olmasın diye zaten." Sözlerinde iğneleyicilik vardı, prosedür adını verdikleri zımbırtıdan başka bir şey yapmıyorlardı aslında. Onca adamın önünde soyunmak koymadı Azra'ya, teröristlere vücudunu sergilemek zorunda olması içine işlemişti. Hepsini aklına yazdı, görev biter bitmez kıçlarına Bora'sı ile tek kurşunluk ölüm hazırlayacaktı. Valizlerin üzerine doğru çıkardığı ceketini attı, ayakkabısını çıkarıp yanına koydu. Başını Mete'ye çevirdi, gözlerindeki rahatlatıcı ifadeyi görünce biraz daha iyi hissedebildi. Yanında olduğunu göstermişti tüm samimiyetiyle. Üzerindeki gömlekle pantolonu sıyırıp yerdeki hasır halının üzerine geçti, eğilip bükülmedi dimdik duruyordu. Üzerinde ekstra bir âlet edevat olmadığı belliydi. Kadın terörist gidip küpelerini çıkarmak için zorladı ancak sıkışmıştı, çıkmayınca umursamadı. Halbuki üzerlerinde bulunan tek önemli şey oydu. Mete de Azra'dan farksızdı, şansına don lastiği yarasını kapatmıştı aynen dediği gibi olmuştu. Teröristler yere yemek kapları bırakmıştı, bir günlük tüm ihtiyaçları da içindeydi. Baskı kurarken denge de kurmak istiyorlardı. Uzun boylu terörist Demir Leydi'nin ardına geçip bileklerini kavradı, soğuk kelepçeyi takıp hasır halıya itmesi çok da zor olmamıştı. Mete de yanına çöktüğünde dik dik baktı yüzlerine, muamele gerçek Eliza için de böyle mi olacaktı acaba diye düşündü, aynısı olacaktı hatta gerçek Eliza daha çok abartacaktı her şeyi emindi. "Bana bakın lan." diyerek kızı yiyecek gibi bakan teröristleri kendine odakladı kadın, "Şu kıza dokunmayacaksınız Berzan'ın o, hepinizi gebertir." Sizin de Berzan'ın da götüne girsin ne varsa. "Ama." "Ama yok, çıkın dışarıya işimiz bitti yarına kadar." Sessiz söylediğini düşünse de iki askerin keskin kulakları çok iyi işitmişti sözleri. Beş terörist dışarı çıkıp kapıyı iyice kilitledi, içerisi temizdi geldiklerinde bir dinleme cihazı yerleştirilmemişti, kamera da yoktu. Bunu onlar gelmeden önce Hakan ve Orhan da kontrol ettiklerinden rahat rahat konuşabilirlerdi. Tabii yine de kapıda bekleme ihtimali olanlara karşı olabildiğince sessiz olmalılardı. "İyi misin?" Dudaklarından ilk çıkan sözcük oldu adamın. "Bok gibiyim deme hakkına sahip olduğumu sanmıyorum." "Madem dedektörün var ne diye soyun diyorsun pezevenk?" "Aynaya bakman yeterli bir cevap olurdu buna." Üzerinde iç çamaşırlarıyla durmasından bahsetmiyordu, bir kez dahi olsa bakmamıştı rahatsız olmaması için. Dediği kendi güzelliğiydi. "Donla kaldık gerçekten şurada prosedürlerini siktiğimin şizofrenleri." Mete dizlerinin üzerinde doğruldu sonra da ayağı kalktı, yan tarafta duran iki battaniyeyi arkasından kelepçeli elleriyle alıp hasır halının üzerine koydu. "Kelepçeleri çıkarırsak yakalanabiliriz." Arkasındaki elleriyle battaniyeyi iyice açtırıp kenara koydu, ardından diğerini de açtı ve kızın bacaklarına doğru attırdı. Tekrar dizlerinin üzerine çöktü ve eliyle çıkarabildiği kadar yukarıya çıkardı, vücudunu büyük ölçüde kapamıştı, hem üşümeyecek hem de rahatsız hissetmeyecekti. Yere yaydığı diğer battaniyenin altına da kendi bedenini soktu, beline kadar sarabilmişti anca kendisini, bu kadar oluyordu bu kelepçeleri çıkarmadan ya da yardım almadan. Kıza sırtını yasladı, böylece üşümenin önüne daha da geçmiş olacaklardı. "Sergio." dedi, komutanım diyemezdi kapıda insanlar vardı. "Teşekkür ederim, şimdi çok daha iyi hissediyorum." Gülümsedi adam. "Ben de." dedi daha kısık bir tonda, yanındaki kadının rahat hissetmesi onu da rahat hissettirmişti ancak ilk adımda bu kadar rahatsız hissettilerse Berzan ile olası bir yakınlaşma ikisi için de çok sıkıntılı olacaktı, bunun farkındalardı. "Eğer bir şeye ihtiyacın olursa söyle, yemek falan da var burada." "Sergio varken başka bir şeye ihtiyacım olduğunu sanmıyorum." "Tabi Sergio kollar Eliza gibi bir kadını." Azra tek başına neleri aşmıştı, aşamayacağı hiçbir şey yoktu ki, Eliza öyle değildi kollanmaya ihtiyacı vardı. Azra dudaklarını adamın kulağına yakınlaştırdı. "Eliza da Sergio'yu kollar." Hep kollamıştı, hep de kollayacaktı. "Ona ne şüphe Eliza Hanım, tecrübeyle sabit." "O değil de sabahtan beri oradan buraya sürüklenip duruyoruz, akşam olacak donmasak bari. Valizleri de aldılar. Battaniye Orta Doğu depo gecelerini ısıtabilir mi, gündüz kadar sıcak olacağını sanmam." "Hiç dondun mu?" Dağda çok üşüdüğü zamanlar oluyordu ancak donup öleceğini düşünmemişti hiç. Başını iki yana salladı. "En fazla cırcır oluruz." Gülmeye başladı ikisi de, ses çıkarmamaya çalıştılar, işleri buydu zaten, gayet başarılıydılar. "Bakmayın bana boş yapıyorum sıkıldığımdan. Yoksa kaçtığımdan korktuğumdan değil." Bu defa adam başını kıza doğru eğdi, göz göze değil de sırt sırta konuşmak rahatlık açısından daha iyi gelmişti ikisine de, daha az çekiniyorlardı hiç olmazsa Azra daha cesur hissediyordu kendisini. "Sen hiç kaçmadın, korkmazsın da." Bir cümle iki kişiyi birden 5 sene öncesine götürebilir miydi? Zaman izafiydi değil mi? Götürüyordu işte, yumdu kız gözlerini başını arkasındaki omuza doğru iyice yasladı. Mete de hissetti o güne gittiğini, omzundaki başın yerini bulmasından çok netti bu. Sürekli hatırlıyorlardı o günleri, bir şekilde konu oraya gidiyordu. İkisi de yapıyordu ve istemsizce oluyordu. "Kaçmadım ama..." "Ama?" Silmeye çalıştı aklından her şeyi, yapamadı. "İlk defa korkmuştum." Buruk şekilde gülümsedi Mete, minnettarlığının göstergesiydi. Hayatta kalmasını ona borçluydu tamamen, onun inadına ve inancına. "Bir şey itiraf edeyim mi?" Sesleri fısıltıyla çıkıyordu, duyulması imkansız tondaydı, sadece ikisi işitebiliyordu sebebi de birbirlerine yapıştırdıkları bedenleriydi. "Edin." "Ben de ilk defa korktum." Beklemedi bunu, ölümden mi korkmuştu? Ölümden korkacak biri değildi ki, kurşuna gidip atlayacak kadar ahmak biri değildi gayet profesyonel bir askerdi, gereken hamleyi gerektiğinde yapardı, korkusu da yoktu. "Neden?" Mete gülümseyip başını hafifçe aşağıya eğdi, gözükmeyen yarasına bakıp tekrar doğruldu. "Ölseydim çaban boşa giderdi, seni o girdaba sokmaktan korktum." O girdap çoktan büyümüş ne varsa içine yutup çekip bitirmişti, adam habersizdi her şeyden. Yanındaki kız o girdabın tutsağıydı artık. "Ağladığını gördüm, ilk görüşümdü." Daha önce çok görevleri yoktu, o ilk büyük operasyonlarıydı. Sonrasında ortak operasyon ve timlerin birleşmesi derken iyice tanımıştı bu kızı. Ağladığını da güldüğünü de içine kapanık yanını da tanımıştı bir tek aşkını görememişti. "Ben genelde ağlarım." diyerek geçiştirdi, ağlamazdı genelde küfrederdi, sinirlenirdi, yeri gelir geyik yapardı, baktı üzülüyor o zaman ağlardı. Genelde öyle durup durup ağlamazdı, sığındığı liman gözyaşı değildi. "Ağlamazsın, güçlü durursun." Haklıydı, onu böyle iyi tanımış olmasına sevinse miydi? Madem iyi tanıyordu neden görememişti bir türlü onu? "Doğru. Beni böyle tanımanız hiç etik değil, yalanım hemen ortaya çıkıyor." "Gözlerine bakmadan bile anlayabiliyorum." Kibirli çıkmıştı sesi bu defa, gülümsedi. Nah anlayabiliyorsunuz. "Yine de Sergio bu hiç etik değil." "Sen bana Sergio dedikçe kendimi Romeo piyesinde hissediyorum aynı tonlamayı kullanıyorsun gülesim geliyor." Ah Sergio, Sergio. Neden Sergio'sun sen? "Kendimizi tutamayıp gülersek başımızdan bir keleş mermisi yermişiz gibime geliyor ve bu hiç komik olmaz gibi sanki galiba sanırım." Sırtını adamdan ayırıp ona doğru döndü yüzünü, böyle yapınca battaniye beline doğru düşmüştü. Ayağa kalkıp kelepçeli ellerinden önce kalçasını sonra bacaklarını geçirdi, işlerini hemen halledebilirdi böylece daha kullanışlı olacaktı. Öne aldığı elleriyle battaniyeyi askılarının arasına sıkıştırıp iyice sabitledi, bir elbise gibiydi şimdi çok daha rahattı. "Yemin ediyorum gençleştim, şu an çok daha rahatım." "Aşırı zekice, yemek falan yiyeceksen hemen at ağzına bir şeyler şuradan." Başını iki yana salladı, canı bir şey yemek istemiyordu. Tuvaletle de uğraşmak istemediğinden buradan çıkana kadar bir şey ağzına koymayı düşünmüyordu. "Ben iyiyim ama isterseniz..." Adam başını iki yana salladı, o da onun gibi düşünüyordu. Yanına eğilip adamın belinde duran battaniyeyi omuzlarına attırdı, iri bedenini örtmese bile kısmen ısınmasına yardımcı olacaktı bu. "Eyvallah." Devrem sanki, size eyvallah asıl! Devresi sayılırdı, asker arkadaşıydı sonuçta, yediremedi lafı. "Ne demek." diyerek yanına oturdu bu defa. Yüzleri birbirine bakıyordu, konuşacak şey varken yok gibiydi de. Ne konuşacaklardı sabaha kadar? Gece uyuyamazlardı, belki nöbetleşe denerlerdi ama Azra'nın gözüne uyku girmezdi. Mete de farksızdı aslında. "Biz sohbet etmeyi unutmuşuz sanki." Daha geçen gün beraber alışverişe gidip tüm günlerini beraber geçirmemişler gibi konuşmuştu, gayet de muhabbet edebiliyorlardı ancak Azra'nın göğsünde hızlı çarpan kalbi bazı şeyleri bastırmak zorunda kalıyordu, mesela dili lal oluyordu, kal geliyordu konuşamıyordu. Başını kulağına götürdü yine, bunun duyulmaması ekstra şarttı. "Demir okçular tepesi sende kıçımızı kolla demeyince tuhaf geldi demek ki ikimize de." "Zormuş bu işler, bir dahakine öbürlerine verilsin." dediğinden kastı görevin istihbaratçılara verilmesiydi sonuçta bu iş üzerine yoğunlaşmış binlerce personel vardı ama şanslarına askeri istihbarat bir tim üyesi yüzünden de işin içinde bulmuştu kendisini de. "Zordur ama zor olan çok şeyi aştık, bu ne ki?" Azra aşamamıştı, Mete'yi asla alamamıştı yalan söylüyordu. "Aştık değil mi? Düştüysek de hep kalkmayı bildik." Kapı sesini duyunca ellerini tekrar bedeninden geçirip arka tarafa aldı, birden doldurduğu gözleriyle kapıya doğru baktı. Sadece birkaç saat olmuştu, sabaha kadar burada duracaklarını düşünmüşlerdi. İki terörist vardı, karşılarındaki gözleri dolu kıza bakıyorlardı. Kız ürkek ve güçsüz duruyordu bu ikisine de zevk vermişti. Uzun olan başıyla işaret yapınca diğeri Azra'nın yanına gitti. Mete öne atılıp kızı arkasına aldı, kendince bir koruma yöntemiydi. O kelepçeli ellerle Azra bu iki iti gebertirdi rahatlıkla ancak görev önemliydi, görev her şeyden önemliydi. "Ne yapıyorsunuz?" Üsteğmen sinirli gözüküyordu her hâlinden belliydi, Sergio da aynı tepkiyi verirdi bu yüzden şüphe çekmemişti. "Kız bizimle gelecek." "Kız burada kalacak!" Belindeki silahı gösterdi ancak çıkarmadı terörist. "Bu kızı ondan önce biz gördük." Berzan'ı kastediyordu. "Defolun gidin yoksa bedeli ağır olur. Sizi tüm dünyaya rezil ederim." Eliza medya gücünden bahsediyordu Azra ise belindeki o silahı kıçlarına sokmaktan. Uzun adam Mete'yi tutmaya başladı, çok rahat alt edebilirdi ancak tüm gücünü göstermedi, direnir gibi yaptı sadece. "Eliza, korkma." "Bırak, bıraksana." Kendisini ayağı kaldırıp çekiştiren teröriste karşı direnç gösterdi, baktı zorluyor bacaklarının arasına sert bir tekme indirip adamı yere yığdı. İfşa olmamak için ürkek tavırlarla Mete'nin karşısındaki masanın ardına saklandı. "Kara şeytan." diyen uzun da ona doğru hamle yaptı, masanın köşesine kıstırdığı kızın saçlarını eline dolayıp çekiştirdi. Üzerine doladığı battaniyeyi fırlatırken askılarından biri kopmuştu ancak sütyeni hâlâ sabit duruyordu. "Bunun bedelini ödeyeceksin, Berzan bana dokunduğunuzu öğrenince sizi öldürecek." Yerde kıvranan adam yavaşça doğrulmaya çalıştı ancak başaramadı, Azra öldürücü bir darbe vurmuş olmanın verdiği keyfi gösteremediğinden üzüldü birazcık. "Berzan nereden anlayacak, kaç kişi dokunmuştur sana. Masum olmadığını bilmiyor muyuz biz, siz Avrupalılar..." Demir Leydi bu lafları onlara tek tek yediremediği için çıldırmak üzereydi, görev önemliydi, görev en önemlisiydi. "Kontrol mü ettin nereden biliyorsun?" Dolu gözlerini bir anda parıltı aldı, psikolojik üstünlüğü kendi eline almak istemişti. "Edeceğim." Nah edersin. Seni kevgire çevireceğim, şu iş bir bitsin ilk seni öldüreceğim. İç sesiyle başa çıkamadığından yumruklarını sıktı ayağı kalkıp yanına gitmeye yeltendi, silah kendisine doğrulunca durdu. Terörist çektiği saçlardan açıkta kalan boyuna doğru götürdü burnunu derin bir soluk çekti, açıkta kalan karnında parmaklarını gezdirdikten sonra da kızı masaya itip serbest bıraktı. Azra nefes nefese kalmıştı, kendinden iğreniyordu. Orospu çocuğu. "Alın şunları pansiyona götürün, temiz bunlar." Kız masadan doğrulunca ellerindeki kelepçeyi çözdü ve kendisine çevirdi Demir Leydi'yi. "Şu bedene sahip olmak çok isterdim Eliza ama üzgünüm prosedür gereği durmak zorundayım, şimdilik." Yanağına doğru elini götürdü ancak dokunmadı, hâlâ boynundan çektiği kokunun etkisindeydi. "Karşılaşacağız ve sen kendin isteyeceksin. Önümde diz çökeceksin, yalvardığında seni kabul edeceğim." Gelen diğer teröristlere bakıp kızı işaret etti. Azra bir şey söylemedi, sinirliydi. Üsteğmenin de ondan farkı yoktu. Üzerlerine kıyafetleri verildiğinde hızlıca geçirip bağlanılan gözlerle depodan çıkarıldılar. Ona dokunmaya çalışan uzunun adı Raman'dı, tiksindi bir kere daha. Baruttan farksızdı, keleşi enlemesine götüne sokmamak için zor tutuyordu kendisini. Mete de kafasında fanteziler kuruyordu, bu hadsizleri önce vuracak, sonra dövecek, sonra işkence edecek, sonra öldürecekti çok büyük zevk alacaktı. Öyle bir sıkmıştı ki kendisini yumruk yaptığı ellerine geçen tırnaklarını hissetmemişti bile. Yol kısa sürmüştü, pansiyon merkeze yakın bir yerdeydi. İçeride kamera ya da ses kayıt cihazı yoktu. İçeride yalnız kalır kalmaz kontrol etmişlerdi her yeri en ince ayrıntısına kadar, yanlarına aldıkları teknik malzemelerden bazıları da bunun varlığını anlaşılır hâle getirtiyordu. Oda temizdi, içeriye bırakılıp sabaha kadar yalnızlığa bırakılmışlardı. Kapı üzerlerine çekildi, Azra kendisini küçük lavaboya attı, çeşmeyi açıp yüzüne su tuttu. Yetmedi, duş başlığını açıp başından aşağıya doğru tuttu, o pis ellerin değdiği boynunu ve saçlarını ve gövdesini yıkamaya başladı. Gömleğini çıkarmamıştı, uzun olduğundan dolayı elbise gibi olmuştu, kızın yırtık askısını görmeye tahammülü yoktu. Mete başından ayrılmamıştı, orada olmaması ona daha kötü hissettirecekti biliyordu. Sabunsuz bir şekilde bitirmişti yıkamayı. Suyu kapayıp kendisini yerdeki paspasın üzerine attı. "Kendimden tiksiniyorum." Üsteğmen bir şey diyemedi, daha önce de teröristle yakınlaşmıştı bu kız, zorunda kalmıştı sonra da teröristin kafasını kırmıştı. Şimdi müdahale edememek canını yakıyordu görüyordu. İçi rahatlasın yaşadıklarını oraya gömsün diye köyü patlattırmıştı ona, şimdi yapabileceği hiçbir şey yoktu. Bu çaresizlik onu delirtecekti. "Sen mükemmel bir askersin." Sesini olabildiğince sakin tutmaya çalıştı, eğer ufacık bir kırılma bile olsa karşısındakinin kötü hissetmesine sebep olabilirdi. "Diz çöküp yalvaracakmışım. Bana dokunan dokunmuş zaten. Orospu çocuğu, ben sana bir dokunurum o belindeki silahın kabzasını bir sokarım kıçına aklın şaşar. Bırakın ya vallahi vurayım şunu yemişim görevini ya sikerim böyle işi." "Şşş bak bana, sakin ol. Derin nefes al başardın bak, başardık buradayız geçtik testlerini." İki ellerinin arasına aldığı başına sabitledi gözlerini adam, güven vermek istiyordu. "Yaptık değil mi?" "Yaptık, yaptın bak o orospu çocuklarına rağmen yaptın. Sen buradasın ve tertemizsin." Kızın başını okşadı yavaşça, ona böyle destek olabileceğini biliyordu, Azra da daha iyi hissetmişti bu destekle. Ellerini başından ayırmadan göğsüne yasladı. Derin derin nefes almaya çalışıyordu, daha sakindi. Tek başına olsaydı belki de kafayı yerdi, bu psikolojik savaşta onunla el ele galip çıkmıştı. Ağlamış gibi gözükse de ağlamamıştı, gözyaşı değil üzerine akıttığı suydu makyajını akıtan. "Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın." Bu söz onu kendine getirmeye yetmişti bile, 100 sene önce kendi birliğini kurup vatan için savaşan Kara Fatma'dan ne farkı vardı. O savaşmıştı onca şeye rağmen pes etmemişti, bir şerefsiz mi pes ettirecekti onu? Atasının sözünü adamın dudaklarından işitmek ayrı bir güzeldi, hem yerindeydi hem de ona kim olduğunu hatırlatmıştı. Türk kadını asla düşmemeliydi, başkomutanın emriydi bu. Adamın göğsünü ıslattığını fark ettiğinden geri çekildi usulca, Mete'nin elleri hâlâ kızın başındaydı, birini omzuna diğerini de yere indirdi. Demir Leydi Mete'nin omzundan destek alarak ayağı kalktı. Aslında kalkması için desteğe ihtiyacı yoktu, sadece desteğini hissettiğini göstermek istemişti bu temasıyla. "Atam emrederse bitmiştir komutanım. Başkomutan emretmiş bana dik durmak düşer." Karşısındaki aynaya çevirdi gözlerini, kendisine bakarken hiçbir şey hissetmedi, aklında o cümle dolanıp duruyordu. Sürünmeyen, omuzlar üzerinde yükselen bir Türk kadını... Güçlü bir Türk kadını... "Gören de ağladım sanacak." "Ben gördüm ağlamadın valla ama yani ağlar gibi yapınca dedim iyi bir oyuncu Eliza." "Eliza ve Esmalar ölmez şekil değiştirir. Bakınız fiili örnek." Mete'nin kenara koyduğu havluyla önce yüzünü kuruladı sonra da havluyu saçlarına doladı. İçeriye önce üsteğmen girdi peşinden gidip valizini açtı ve bir pijama çıkartıp geldiği yere geri girdi. Pijamaların arasına çamaşırlarını da sıkıştırmıştı, komutanı zaten o sırada yönünü çevirdi rahatsız olmasını istememişti. Tüm kıyafetlerini değiştirip tekrar odaya girdi, ıslak kıyafetlerini askıya asıp poşetlediği çamaşırlarını da valizine attı. "İşte görmek istediğim güçlü kadın." Gurur dolu gözlerle baktı ona, iyi hissedecekti. Kötü hissetmesine asla izin vermeyecekti kendisini ipten alan bu kadının. "Bu güçlü kadın koordinatları ezberledi, az kaldı SİHA'lara haber salacağım." Gülümsedi Üsteğmen, çay olsa ne de güzel olurdu. Avrupalılar ince belli bardakta çay içmeyerek aptallık ediyorlardı. "O füzeleri beraber ateşleyeceğiz sen merak etme. Rahatladın değil mi iyice, bir şeye ihtiyacın var mı?" Gülümseyip iki yana salladı başını. "Şu durumda daha iyi olamazdım. Tekrar teşekkür ederim." "Çok fazla teşekkür ediyorsun yapma, ben başlasam teşekkürlere yarışı açık ara önde kapatırım biliyorsun." Tekli yatağına yasladı sırtını ve parmağını kadına çevirdi. "Ve bu benim görevim." diyerek ekledi. Askeriyle ilgileniyordu, yanındaki onun adamıydı. Görev bunu istiyordu, Azra fazlasını istese de bunu talep edemezdi, bir kadın olarak ilgilenmesini çok daha fazla isterdi. "Yılın Oscar'ı size geliyor bu sene. Az önce kulaklıktan bilgi geçtiler." "Titreşim yollandı mı?" Ciddiydi bu defa, küpesinde bir titreşim hissedince bağlantı kurulduğunu anlayacaklardı. İstese şimdi de iletişim kururdu ancak olası bir baskında riske atmak istememişlerdi, tim muhtemelen her şeyden haberdardı ve gerekirse onlar iletişim kururlardı. Metelerin de iletişimlik işleri yoktu bu yüzden ekstra riske girmemişlerdi. "Yollanmadı, her şey yolunda gidiyor." "Bir tane de bana mı taksaydık acaba?" Hayal etti Azra, küçük bir kahkaha patlattı. "Zümrüt teyzenin elinde Bora'mı hayal ettim, kulağınıza küpe olacak bilgi bu bakın." "Aman aman." diyerek ellerini havaya kaldırdı, gerçekten küpe taksa vururdu onu, annesini iyi tanıyordu. "Zümrüt Sultan beni vurur, bak tam şuradan sıkar." Alnının ortasını işaret etti. "Yemin ediyorum tutturur, attığını hiç şaşırmaz zaten o, iki terliği aynı anda fırlatır Fatih ile bana ayrı ayrı isabet ettirirdi. Asıl göreve onu almalıydık biz." "Demek ki benden maharetli nişancılar da varmış hayran kaldım doğrusu, tek atışla iki ayrı kişiyi hiç vurmadım ben. Bir gün bana da öğretsin işime yarar belki." Kıstı gözlerini umutsuzca başını iki yana salladı. "Öğrenemezsin, o tekniğin sırrını kimseye vermiyor ve gerçekten senden maharetli tek nişancı anam." En Bursalı hâliyle dile getirmişti son sözcüğünü, annem değil anam demişti. Azra'nın da gülümsemesine yetmişti bu sözcük. "Tek nişancı kısmıyla övünmeyi tercih edeceğim bir süre." Övünmeliydi de, o ipi akşam vakti tek atışta vurup onu kurtarabildiyse bir ömür boyu yaptığıyla övünmeliydi. Askerliğe dair her şeyde iyiydi, görevlerde, nişancılıkta, istihbaratta, hatta tıbbi müdahalesi bile vardı. Sınıfta kaldığı nokta sivil hayatıydı işte. Canı acıyordu, o noktaya müdahale edemiyordu. "O konuda övünmek sonuna kadar hakkın. Plaketlerin bile var, ben olsam yakama asar gezerdim." "Yani siz de omzunuza asıyorsunuz daha çok." Parmağını iki yapıp salladı omzuna doğru, yıldızlarını kastediyordu. "Plaketi tercih ederim." diyerek gülümsedi, ortalığı iyice yatıştırmıştı. Geçirdikleri her zamandan verim almalılardı, görev ve akıl ruh sağlıkları için şarttı hepsi. "Dönelim kocaman bir plaket yaptırırız." Dalga geçtiğini bildiğinden o da güldü, anlamsız bir plaketi ne yapacaktı ki sanki? "Yılın komutanı nasıl?" "Sana da yılın delisi plaketi güzel giderdi." Bunu kabul etmedi hızlıca başını iki yana salladı. "Benden delileri de var hakkıma girmeyin." Orhan'ı ve Volkan'ı düşününce hak verdi dediklerine, hepsi deliydi de Orhan olağanüstü deliydi, Volkan hem deli hem de sinirliydi. "O ödül bizim Laz'a gider. Az zorlasak Volkan Üsteğmen'e gider, benden önce onlar var vallahi alınırlar." "Bu ödülü Volkan'a vermezsek hepinizi yüksek gerilim hattına çevirebilir, bu açıdan hiç düşünmedim." "Azra." dedi konuşmasına küçük bir mola vererek, aralarındaki mesafeyi koruyordu gidip yanına oturmadı ama güven verdiğini göstermek için gözlerini bir an dahi olsa ayırmadı ondan. "Biz burada gülüp eğleneceğiz ama konuşmamız da lazım. Rahat olmanı istiyorum ama o herif hiç iyi bakmadı sana, rahat durmayabilir." Sesi sıkıntılı çıkmıştı, zorunda kalmasa açmazdı bile konusunu ama her şey adım adım plana uygun gitmek zorundaydı. "Götüne keleş soktuğum." dedi sessizce, duyulmadığını düşünse de üsteğmen gayet de işitmişti sözlerini. Küfüre gülmemek için zorladı kendisini, hiç sırası değildi ama kulağa çok güzel gelmişti. "Kadın görmemiş ucube." Bu defa sesli söyledi, ağzından çıkan her söz komutana zevk veriyordu, çok güzel sövüyordu kadın. "O halde olmasaydın da yine aynısını yapardı." Kıyafetsizliğini dile getirdi üstü kapalı şekilde, sadece fiziği değil aurasının çektiğini göstermek ister gibiydi. "Yapardı, orospu çocuğu yapardı tabii." "Terörist kadınlar bitti mi de el âlemin kızlarına göz dikiyorlar?" Düşünmeden konuşuyordu, tansiyonunun yükseldiğini hissetti sinirden. "Normal biri bile bakacakken bu şerefsizlerin bakmaması abest bile gelebilirdi bize. Daha önce demiştim böyle görevlere Enes ve Göktürk'ü kadın kılığına sokup göndermeliyim diye. Hata ettim, Göktürk bu göreve çok daha uygundu." Güldü kız o sinire rağmen, bu adamın yanında çok uzun süre mutsuz ya da sinirli kalınmıyordu bir şekilde denge kuruyordu. Güzel olduğunu defalarca olduğu gibi yine belirtmişti, sadece belirtmişti ama başka yaptığı bir şey yoktu, hâlâ kördü mesela. Her boku bilip aşkı anlayamayacak kadar kör ve akılsızdı. "Yakamı bırakmayacak pezevenk ben de fark ettim ama beterin beteri de gelecek. Berzan'ın sağ kolu böyleyse Berzan nasıldır? O mesajlaşmalardan sonra kendime hamamda elli kat kese attırsam temiz hissedemem ben." "Sen su kadar berraksın, saçma sapan konuşma." "Gidip koynuna girecek değilim tabii ki de ama. Raman'ın elleri tenimde gezdi tiksiniyorum, iğrenç bir şey bu." Elini boynuna doğru götürecekken Mete yanına gidip kavradı yavaşça, kendisine böyle zulmetmesi hiç hoşuna gitmiyordu. "Aması yok Azra. Ne durumda olursan ol bir adım ardında olacağım." Elini çekmedi ve yanına oturdu. "Sen beni bıraktın mı? Ben seni neden bırakayım? Her ayrıntıyı konuşuyoruz ne düşünüyorsam bil istiyorum. Yaşadıkların ve muhtemel olarak yaşayacakların kolay olmayacak ancak bir adım ardında ben olacağım." Başını salladı, gergin değildi aksine bu konuşmalar onu rahatlatıyordu hissetti bunu derinden. "Biliyorum." Yutkundu, yakın olması nefesini kesmeye yeterdi. "Tanıyorum sizi." Gözleri elinin üzerindeki parmaklara takıldı, öylesine bir histi ki bu yaşamak bu kadar güzel miydi? O ellere değdiğinde beton duvarların arasında rengarenk çiçekler açmıştı. Mete ellerinin hâlâ onunkilerde olduğunu fark edince yavaşça geriye doğru çekti, Azra'ya kalsa ömür boyu hiç ayrılmayabilirdi. "Çay olaydı iyiydi." Gözlerine bakarken böyle söyleyeceği şey çay mıydı gerçekten? Çay mı istemişti şu anda canı ellerini daha şimdi üzerinden çekmişken? Çaya atılan Avrupa gübresinin konulduğu çuvalın ipliğini sikeyim. "Çay?" "He çay." Ya sabır der gibi iç çekti, o da seviyordu çayı, çay sigara o da yapmak isterdi de gerçekten şimdi denecek laf mıydı? "Lazlık var mı sizde?" Başını iki yana salladı adam. "Bursa'nın en eski köylerinden birinde köklü bir aileyiz Akıncılar olarak, 700 senedir falan göçmemişiz." Bu gereksiz bilgi karşısında şaşırdı ve ağzından bir yuh çıktı, fark ettiğinde hemen toparladı kendisini. "700 senedir hiç kıpırdamamış mısınız?" "Valla bizimkiler orada, ablam eşi biz de işimiz için dışarıdayız tüm sülale hâlâ orada, evlenen çalışan gidiyor anca. Mesela ben emeklilik sonrası kesin dönüş planlıyorum, tarlaya ekip biçerim mis gibi emeklilik." Ankara ve Yozgat'ın çorak arazisini düşününce gülümsedi burukça, burada anca buğday yetiştirirdi o emekli olunca. "Buldunuz bereketli toprağı, gariban Angaralılar Yozgatlılar ne yapsın bu bozkırda, kıskandırmayın." "Baktın bunaldın, atlar gelirsin be astsubayım mesafe mi kaldı artık?" Tam olarak şu an emeklilik planı yapıyorlar ve birbirlerini ziyaret etmenin zor olmadığından bahsediyorlardı, konu teröristlerin cinsel fantezilerinden buraya kadar evrilebilmişti, şaşkındı gerçekten kadın. "Torun torba salmayabilir şimdi onlara da sormak lazım." Bir de nene olmuştu, hikayede büyük bir boşluk vardı da tamamlayacak kişi biraz ahmaktı. "Bizim köy evleri geniş, yedi ceddini ağırlarız çıkın çıkın gelin. Hatta sonbaharda gelin kestane pişiririz sobada." "Kestane mi? O yaşta kestane mi toplayacaksınız?" "Ne varmış yaşımda ya bordo bereliyim ben yetmişimde de çıkarım ağaç tepesine dokurum kestanemi, çıkartırım dikenli yumaklardan bir de güzel sobamı yakar üzerinde kavururum." Gözgöze geldiklerinde hayallerle hayatların uyumsuzluğunu fark ettiler, ikisi birden gülmeye başladı. "Olur kavururuz." "Hayal kurmak güzeldi ama." Azra etrafına baktı ve ellerini açıp gösterdi içeriyi. "Hayaller çok güzel de hayatımız biraz kötü sanki." "Azıcık." Parmağının ucunu gösterdi. "Fazla değil ama. Hiç olmazsa aksiyonumuz var düz memur olduğunu düşün evraklarla uğraşsan kafayı yerdin." Almayayım ben der gibi başını iki yana salladı. Durağan bir hayat ona göre değildi, emekliliğinde bile komutanı gibi ağaç üzerinde hayaller kuruyordu. O hayallerin bir olmasını yeğelerdi de neyse deyip geçiştirdi içinden, onu fazla düşünmek aklına ve ruhuna zarar veriyordu. "Dağın tepesine konuşlanıp 72 saat uykusuz avlanmayı beklemeyi tercih ederim, hiç olmazsa heyecanı oluyor." "Hayat garip be, küçükken asker olup buralara kadar ulaşabileceğini tahmin eder miydin hiç?" Küçüklüğünde erkek gibi büyümüş birçok kişi tarafından dışlanmıştı. Lisede asker olmaya karar vermişti sonra da kendisini bulmuştu bu işte ama küçüklüğünde asla düşünmezdi asker olabileceğini. "Ne olacağımı hiç düşünmemiştim ama asker olacağımı hiç hiç düşünmedim." "Ben hep asker olmak istedim, Fatih'le askercilik oynar dururduk, ablam da bize katılırdı. İkimiz asker olduk o da asker karısı. İstikrarlı ve kararlı bir aileyiz." Askerlikle kafayı bozmuş bir aileye asker bir gelin ne de güzel yakışırdı, anlayana(!) "Ablası olan yaşamayı abisi olan hayatta kalmayı öğrenir derler ailecek hayatta kalmayı öğrendik biz aslında." Bunları söylerken gülüyordu adam, çocukluğu çok güzel geçmişti, bir anısından bile şikayetçi değildi, yaşadığı kötü şeyleri bile iyi ki yaşamıştı. Dibine kadar yaşamıştı. "Feride ablanın da istikrarı helal olsun be." "Ablam geç evlendi ama çok mutlu, onun yuvasını da sen yaptın sayılır he bak emeğin var." Bunu hiç anlatmamıştı üsteğmen, Azra habersizdi ve ilk defa işitecekti dudaklarından. "Ne emeğim olabilir ki?" Meraklı gözleri elalarına kaymış öylece cevabını bekliyordu. "Sen beni kurtardın, ablam hastaneye geldi, sonra komutan geldi. Şimdi beş senelik evliler." Vay amına koyayım herkese faydam olmuş bir kendime hayrım dokunmamış. Hamamda 50 kere keselenmek şart oldu kesin var bir cenabetlik. "O öyle mi olmuş ya?" Sevinmişti aslında, yuva kurmaya bir yeden yardımı olmuştu. O kötü günlerde Zümrüt'e değil Feride'ye haber verilmesi fikri Azra'dan çıkmıştı. Reşat Yarbay da onlara destek olup bir gün olsun yanlarından ayrılmamıştı. Sonra da demek ki o destek büyümüş bir aşka dönüşmüştü, geç olmuştu ama hiç güç olmamıştı. "Valla öyle oldu." "Kendim haricinde herkese faydam varmış, sevindim." Anlamadım der gibi kaşlarını çattı adam, Azra başını iki yana salladı bir şey yok der gibi. Uzatıp üstelemedi üsteğmen ama karşısındaki kadın üstelemesini isterdi kör olmasını değil. Mete denge kurmayı seviyordu, buna çabalıyordu genelde. Eğer ki o an karşısındakinin ince çizgilerine değeceğini hissederse kendisini frenlemeyi biliyordu. "Sigara içmedim ben biraz..." İzin vermedi üsteğmen, elindekilere bağımlı olmasından hoşlanmıyordu. "Emredersiniz." "Genelde emrederim, işim bu." Net bir üstünlük geliyordu sesinden, hatta rütbe akıyordu oluk oluk. "Yine de biraz..." Elini komodine götürünce üsteğmen ondan önce davranıp paketi aldı ve valize doğru fırlattı. "Emir mi tekrar ettireceksin bana?" "Ne haddime?" İkisi de gözlerini kaçırmadan bakıyordu ve birbirlerine meydan okuyordu, emir demiri keserdi ancak Demir sözleriyle itaat eder gibi gözükse de meydan okuyordu her hâliyle. "Gözlere bak fitne fücur akıyor ben nasıl ikna olayım şimdi sana?" Ayırmadı bir an olsun gözlerini, açık bir meydan okumayı. Ben buradayım yiyorsa oku diyordu adama. "Ne dediniz de aksini yaptım?" "Sayayım mı şimdi emre itaatsizliklerini? Sen zararda çıkarsın." "Gayet emre itaat eden bir askerim ben bence." Adam ciddiyetini daha fazla sürdürmek istese de aklına gelenlerden tebessümünü çok da saklayamadı. Beş sene önce peşimden gelme emrine uymayıp onu kurtarması ilk ve en büyük itaatsizliğiydi gerisini saymasına bile gerek yoktu. "5 sene önce baygındım ben ölü değildim astsubayım, her şeyi hatırlıyorum." Geldik yine beş sene önceye. Hiç gidemedik ki biz o beş sene önceden. "Tamam en isyankar en itaatkar olmayan asker benim. Herkes uslu yaramaz olan benim." Şu an komutanı değil de sevgilisi olsaydı kendisi yayık ağızla konuşan pembeler giyip aman tırnağım kırılmasın kırılırsa ağlarım havalarında olan bir kız olsaydı karşısında kollarını birbirine bağlar ve küsüyormuş gibi taklit yapardı, tam o andalardı ama ne o öyle biriydi ne de karşısındaki adam onun sevgilisiydi. Üsteğmen aklına Hakan'ın ve Orhan'ın itaatsizliklerini getirdi aklına sonra Volkan'ın kimseden emir almadan roket ateşlemesini düşündü, kızın üzerine fazla gidiyor gibiydi. "Volkan'ın bir tık altısın." "Roket ateşlemedim ben ya." Ateşlemişti, hem de Mete'nin yanında. "Ateşledin, yanımdaydın." "O sayılmaz siz emrettiniz." Ayağı kalktı adam kendi yatağına geçip uzandı. "Benimle tartışma, çayda dem askerde kıdem. Her zaman dediklerime uymak zorundasın." Sözleriyle bu kızla uğraşmayı seviyordu, hep uslu ve anlayışlı bir adam olmaya gerek yoktu, bazen böyle zıtlıklar daha güzel oluyordu. Bana bir âşık olursanız kim komutan kim asker olur ben size gösteririm. ♟️ Evvett göreve gelmiş bulunmaktayız çok heyecanlı bir süreç benim için, bu bölüm ve sonraki bölümler çünkü biz şu ana kadar okuduğumuzdan çok farklı şeyler okuyacağız. Farkında mısınız biz başımızı sevdiğimizin göğsüne yasladık😍 Üsteğmenim senin desteğine kurban olurum, nasıl da çektin kızı göğsüne, nasıl da sözlerinle verdin desteğini. Raman senin de Allah belanı versin. Azra bir psikolojik savaşa girdi ve maalesef kendisinden tiksinecek bir şey yaşadı. Güçlü kadın yazacağım diyorum hep ama terörün iğrenç yüzlerinden birini de görün istedim. Ben böyle bir sahne yazdım ama insanlar teröristler tarafından tecavüze uğradı, terörün kaçırdıkları da aynı şekilde. Terör bu dünyanın en acımasız yüzüdür, bunu asla unutmayalım. Yeni bölümler bize bolca temas bolca duygu vaad ediyor, okunurluğum çok az bu beni biraz üzse de (çok hevesle yazmıştım) size sahip olduğum için çok şanslıyım. Beni yalnız bırakmamaya devam edin olur mu?Bir de beni önermeyi unutmayın, buradan ve instagram rubamsalepe hesabımdan takip ederseniz çoookkk sevinirim❤️❤️ Sizleri çok seviyorum bir sonraki bölüme kadar görüşmek üzere❤️😘 |
0% |