Yeni Üyelik
62.
Bölüm

15. "Bir Damla Gözyaşı"

@rubamsalepe

Merhaba canlarım, okuduğumuz bölüme oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmuyoruz değil mi?

Beni instagram rubamsalepe adresinden takip edebilirsiniz

Bölüm Müzikleri:
•Elveda Rumeli- Çalın Davulları
Yeşil Ördek Türküsü
•Müzeyyen Senar- Bir İhtimal Daha Var

♟️

Elde silahla savaşmak bazıları için çok kolaydı, akılla savaşmak çok daha zordu. Hele psikolojiyle savaşmak en zoruydu. İki asker psikolojik olarak şimdiye kadarki en büyük savaşını vermişti, 5 sene önce verdikleri savaştan çok başkaydı bu. Susup yutmak zorunda kalmışlardı her ne varsa. Adam ilk defa kendini kaybettiğini, aklını yitirdiğini hissetmişti. Kontrol mekanizmasının son demlerini yaşamıştı, koluna sarılmış o el olmasaydı asla tutamazdı kendisini. Sonra gözlerine derin derin bakmıştı, çok şey anlatmıştı o bakışlarla, sarılmıştı tüm samimiyetiyle. O ana kadar ne yaşadıysa eritmeyi başarmıştı kız, üsteğmen bilmiyordu nasıl olmuştu ama olmuştu işte.

Pansiyona geri dönmüşlerdi, şanslarına dönüş yolunda Raman onlara eşlik etmemişti işi çıktığından gitmişti. Bir travmayı daha kaldıramazdı Mete. İçeri gider gitmez yüzünü yıkadı soğuk suyla, bu defa başında bekleyen Azra'ydı. Evet her şeyi silmişti yine de kendine gelmesi gerekiyordu. "Ben." diyerek yüzünü çevirdi kıza. "Ben kendimi hiç bu kadar zorlanmış hissetmemiştim."

"Ben de çaresiz..." Sevdiği adam öyle zorlanırken elinden hiçbir şey gelmemişti, sadece sarılmıştı, yapabileceği başka hiçbir şey yoktu. "Sen olmasaydın görev çöptü şimdi, benim emniyet pimim oldun." Sizi de görevi de tehlikeye atamazdım ki ben, bir bilseniz siz ölürken ben nasıl öldüm?

Yüzünü kuruladıktan sonra içeriye geçti ve kendisini sırt üstü yatağına attı, Azra da yatağına geçip sırtını duvara dayadı bedeni tamamen ona dönüktü. "Biz birbirimizi düştüğü zaman kaldırıyoruz, hangimiz daha kötüyse o yapıyor bunu. Dün o banyoda ben vardım şimdi siz sadece roller değişti."

"Eksik kalmaktan iyidir, birimizin sağlam kalması gerekiyor." Keşke kalbimi de beni bırakmadığınız gibi bırakmasanız.

"Büyük işti ama nasıl başardın bilmiyorum durdum Azra. Ben o lafları yedikten sonra durdum ve sen de durdun. Başardık." Son kelimesini heceleyerek söylemişti sanki birden söyleyince anlaşılmayacak gibi. Sakin kalabilmesini Azra'nın sağladığının farkındaydı, bu defa bunu görebilmişti ve dile getiriyordu.

"Başardık, benim için emin olun daha zor. Bir teröristin ağzına orospu olmadığım kalmıştı onu da oldum sonunda. Aklıma getirmeyeceğim duyduklarımızı unutacağım, aksi taktirde gerçekten bunu hazmedebilmek kolay değil." Gözlerinin önünden silinmeyen anlar vardı ve bunu kendi akıl ve ruh sağlığı için bir şekilde silmeliydi.

Üsteğmen gülmeye başladı, iyice psikolojileri bozulmuştu. "Sinirim bozuldu ya. Tövbe ya Rabb'im. Timimde olduğun için şanslıyız Demir Leydi, Süleyman Paşa iyi ki bu kararı almış bizim sana ihtiyacımız var."

Bizim sana ihtiyacımız var. Peki ya sizin üsteğmenim, sizin bana ihtiyacınız var mı? Benim size ihtiyacım var çünkü.

"Timlerimizin birleşmesi bence hakkımızda alınan en mantıklı karardı." Bizim birleşme de ahirete kalmasa bari.

"Hakanlar Louis'i almışlar, rahatız. Muhtemelen yarın gitmemizi söylerler kısa sürdü şimdilik." Döneceklerdi, bir daha buraya gelmemeyi umdu, ikisi için de cehennem olmuştu her şey. Ama işte şimdilik döneceklerdi bunu dillendirmeseler de ikisi de farkındaydı. Buraya yeniden gelmek zorundalardı.

"Çay içmeyi özledim." Yastığı kucağına alıp kafasını gömdü üzerine. "Çay sigara yapmayı özledim, evet sadece iki gün oldu ama it gibi özledim. Her zerreme kadar nefret ettim buradan bence yeterli bir gerekçe çayımızın olmaması."

Ağabeyiyle yaptığı rakı gecelerini de ayrı özlemişti, bir gitse bir ağlasa ona sığınsa geçecek gibiydi her şey. Zaten artık o da kim olduğunu biliyordu, bir tek o geri zekalı değildi. Bu kız öyle derin bakarken bir tek o anlamıştı, kalan herkes kördü. Kör olmaması gereken tek kişi de kördü.

"Semaverle içeceğiz çayı, maça da gideceğiz, börek de yiyeceğiz. Her şeyi yapacağız hak ettik bunu." Yatağında doğruldu bu defa adam, aynı kız gibi bağdaş kurdu onun yatağına geçip, Azra ona doğru döndüğünde yüz yüze kaldılar.

"Ben sana hatırlatmak istemiyorum ama döndüğümüzde sırtında buradan hiçbir yük kalsın istemiyorum o yüzden ilk ve son kez konuşacağım seninle." Çekinerek söylemişti, gözlerine bakmamıştı o an parmaklarıyla oynuyordu. Sonra kara gözlerine baktı usulca, yumuşaktı bakışları merhametliydi.

"Canın çok acıdı mı?"

Beklemiyordu bu soruyu, nefessiz kaldı, sustu cevap veremedi. İlk defa gözlerinin dolduğunu hissetti, yaşadığı zorluklardan değildi bu sadece böyle merhametle ilgiyle yaklaşmasındaydı. Sustu ancak dolu gözleri yine çok şey anlatıyordu, kaçırmadı bir an olsun. O an dünya dönmeyi bıraktı sadece bir kara gözdeki birikmişlikler vardı bir de onu seyreden elalar. Bir an olsun damlamadı, akmasın diye kırpmadı gözlerini. Mete baktı, o baktı, ikisi de sustu ama çok şey konuşmuşlardı.

İyi misin dememişti, nasılsın da dememişti. Canının acıdığını görmüştü ve canın çok acıdı mı diye sormuştu. Bir kadın başka ne isterdi ki? Kalbini vermese de merhametini teslim etmişti avuçlarına.

"Sakın." dedi üsteğmen. "Ağlarsan kendimi bu defa tutamam." Yavaşça iki yana salladı başını. "Ağlamam, bir kez daha sizi tutamam."

Tutamam, bana bu kadar güç verirken beni bu kadar güçsüz bırakmanız nasıl mümkün oluyor ki? Bir sözle yine darmaduman ettiniz beni, merhametiniz canımı yakıyor, kırgınım.

"Ama içinde bir şey varsa söyle, ağlamadan." Son kısmı vurgulamıştı. Kızın demek istediği çok şey vardı ama diyemiyordu, sarılmak istiyordu bir defa daha, bu defa kendisi için ama yapamıyordu.

"O herifin sözleri senin canını acıttı mı?" diyerek yineledi sorusunu. "Özgüveni olmayan bir kadın için fazlaydı. O an size odaklandığımdan sizi kışkırtmak için söylediğini düşünmüştüm ama şimdi düşündükçe bu bana çok rahatsızlık veriyor. Bunları sizin yanınızda söylemesi daha da rahatsız ediyor." dedi. Kaçırdı gözünü, fazla bile bakmıştı.

"Özgüvenli olman için çok sebebin var aslında. Sen kendini çok görmezden geliyorsun bunu kendine yapma."

Öyle demeyle olmuyor işte siz sevin sonra konuşun, kolay oradan öyle konuşması.

Konuşmadı, adamın devam etmesini bekledi. "İyi bir askersin, nişancısın hatta istihbaratçısın. İyi bir insansın." Gözlerine baktı Demir Leydi yeniden.

"Ve güzel bir kadınsın, özgüvensiz olman aşırı saçma kendine dünyayı dar ediyorsun."

Siz böyle konuştukça ben daha dibe batıyorum, güzel diyorsunuz da neden sevmediniz ki beni? Bana güzel diyen tek adam da beni sevmiyor.

Akmayan gözyaşları yerinde duruyordu, ne bir eksik ne bir fazlaydı. O yutkundu, Mete o acı yutkunmayı kendisinde hissetti. "Emin olun kolay değil." O sırada ona her şeyi söylememek çok zordu, o varken hiçbir şey kolay değildi ki. Her şeyi bu kadar iyi idare edip bir kalple başa çıkamamıştı, haberi dahi yoktu. Kalbi gerçekten acıyordu ama acıtan o terörist değildi.

"Aslında kolay ama çıkmaza sokan sensin."

Kör olan sizsiniz körkütük âşık olan da benim.

"Burada bırakacağım her şeyi ama emin olabilirsiniz, sırtımda götürmeyeceğim. O saçmalıkları unutmaya çalışacağım."

"O sözleri beni kışkırtmak için söylediğini kabul edelim, böylesi ikimiz için de daha sağlıklı olacak." Yüzündeki güven ifadesine ömür boyu tutulu kalabilirdi, öylesine güzel bir histi ki arabada yaşanan berbat anları unutturabilirdi.

"Ben götürmeyeceğim siz de götürmeyin." Adam gözlerini kırpıştırdı iki kere. "Ben de götürmeyeceğim. Akıncı sözü."

Telefonuna bir bildirim geldi Azra'nın, şu ortamın üzerine mi gerçekten diyerek elini telefonuna attı. Önemli olabilirdi ki önemliydi de. Berzan'dan sonunda mail gelmişti. "Berzan'dan gelmiş." Üsteğmen kıza doğru yaklaştı mesajı okumak için, saçları birbirine değecek kadar yakınlardı.

"Bu akşam yemeğe bekliyor. Çok erken olmadı mı, dönüp haberi yayımlayıp bizi çağırmasını beklemeyecek miydik?" Gözlerini dibindeki adama çevirdi, bu kadar yakın durması haksızlıktı, bu kadar yakın olup ona dokunamıyor olmak gerçekten delirtiyordu onu.

Öpsem beni vurur mu acaba? Yok canım kıyamaz bence, en fazla sürer. Öpmeyecekseniz bu kadar neden yakınımdasınız? Sadece bir nefes uzağımda...

"Bu işin içinde bir iş var, plan böyle değildi. Hesaplamadığımız bir şey daha oldu." İlk hesaplamadıkları Louis'in gelişiydi ikinci neydi peki?

"İfşa olmuş olamayız değil mi?" Bu ihtimal bütün operasyonu bozacağı gibi canlarını da tehlikeye atacaktı, bunu asla istememişlerdi.

"Sanmam." Başını geriye çekti adam, fazla yakınlardı çünkü. "Biz başka bir ayrıntıyı kaçırdık." Azra'nın kalp atış hızı yavaşlamıştı bu geri çekilmeyle beraber. Şu an sadece onun yanıyor olması haksızlıktı. Bu adamın bu kadar yakınlıkta hiçbir şey hissetmemesi yaprak bile kıpırdamaması haksızlıktı.

"Ne yapacağız peki?" Yapacak bir şey yoktu oraya gideceklerdi, Mete de gizli bir şekilde başka yerden onları izleyecekti. Daha doğrusu buna katlanacaktı. Berzan'ın konuşmaları tek tek aklından geçti sonra Raman'ın yaptıklarından sonra Berzan altta kalmaz dahasını yapar diye düşündü, gerildi. Bu teröristleri öldürmemek çok zordu.

"Gideceğiz, ben uzaktan bakacağım size her ihtimale karşı. İletişim halinde olacağız." Yumruğunu sıktı ve Azra bunu fark etti. "İyi misiniz?"

"Şu an benim seni sakinleştirmem gerekiyor, senin beni değil."

Sen ben yok ki bizde...

"Seni beni çoktan geçtiğimizi düşünüyorum komutanım, burada bir amaç uğruna birlikteyiz, birbirimizi desteklemek zorundayız." Rahatsızlık duyduğu konuyu çok iyi biliyordu.

"O lavuk abuk subuk konuşursa kendimi nasıl frenleyeceğim onu düşünüyorum."

"Vatanımızı düşünün, o paralar ve silahlar ellerine geçerse yitireceğimiz masunları düşünün. Bu sizi durdurur."

"Baktın kendin yapamıyorsun taktik veriyorsun. Peki ya senin durumun? Sen iyi olacak mısın?" Deneyecekti, başka çaresi yoktu. Saatine baktı, hava kararacaktı gün epey ilerlemişti. Hazırlanması gerekiyordu. O şerefsiz için süslenmesi gerekiyordu. "Son bir eşik kaldı, sen çok güçlü bir kadınsın bunu da başarabilirsin." dedi sorusu cevapsız kalınca, desteğe ihtiyacı olduğunu anlamıştı. Kolunu sıvazlayıp sözlerini destekledi.

Ben çok güçlü bir kadınım, şimdiye kadar başardım şimdiden sonra da başarabilirim. Yaparım, değil mi üsteğmenim yaptım şimdiye kadar yine yaparım.

"Ben hazırlanayım, geç kalmamamız lazım." Yüzünü buruşturdu. "Şu orospu çocuğuna süslenmek çok koyuyor." Mete küfür kısmına gülümsedi, küfür kimseye yakışmazken onun ağzında hiç de kötü durmuyordu. Kız çantasından siyah elbisesini çıkartıp banyoya gitti. Mete ile aldığı elbiseydi bu, dizinin altında biten o zarif elbise bu kadına çok yakışıyordu. Bedenini sarmıştı güzelce. Hafif bir göz makyajı yaptı, far falan sürmedi, sadece gözünün üzerine kalem çekip rimel sürdü. Dudaklarında patlatacaktı makyajı, kırmızı ruju sürdü aşırı uyumluydu gerçekten de o varken ayrı bir makyaja gerek yoktu. Bir kadın kırmızı ruj sürdüyse gemileri yakmış demekti. Saçlarına baktı nasıl yapacağını bilemedi. İçerideki adam belki bir fikir verirdi, kapıyı açıp içeriye girdi.

İlk gördüğünde de büyülenmişti adam, ikincisinde tam hazırdı saçları yapılı olmasa bile bir bütünlük ve asalet vardı. Kaldı öylece baktı, böyle gitmemesi gerektiğini düşündü, bu elbiseyi seçtiği için içinden kendisine küfretti sonra şükretti o sarı elbiseyi de giyebilirdi, hiç olmazsa bu uzundu.

"Ve Türk kadını..." Beğenildiğini hissetti, şu yarım cümleden önce bakışlarında vardı o his. Asla gözlerini ondan ayıramıyordu. "Başka elbise mi giysen? Gömlek pantolon olmaz değil mi?" Bu teröristleri Azra yüzünden fena pataklayacaktı az kalmıştı.

"Maalesef, elimizde kalmadı. Olmuş mu sizce?"

"Olmamış diyene göz nakli yapmak lazım." Gülümsedi karşısındaki adama, ondan iltifat duymak dünyanın en güzel hissiydi.

"Teşekkürler, saçlarımı nasıl yapacağıma karar veremedim. Kulaklığın gözükmemesi lazım."

Adam kızın yanına gitti ve düz saçlarını incelemeye başladı, arkaya tarasa kulakları açıkta kalırdı, öne alsa elbise izin vermiyordu buna. Bu kadın askerken zaten hep topuz yapıyordu ancak bu elbiseye şu koşullarda yine topuz giderdi. Arkasına doğru geçip saçlarını elleriyle toparladı, ensesinde çevirip masada duran ince lastikle sabitledi sonra da tel tokaları kenarlardan sokuşturdu, dağınık bir hava kattı. Gayet güzel durmuştu, kızın önüne geçip yüzüne baktı. Yine durmuştu öyle, mimik oynatamıyordu şaşkındı. Kulakları sıkıca kapanmasa da büyük oranda örtülüydü. Önden bir iki tutam saçı da serbest bırakıp saça bir hava kattı.

"Böyle güzel oldu. Siyah zülüflerinin orada bağlı kalmaması lazımdı."

Her seferinde nefesini kesmeyi nasıl başarıyordu, şaşkındı. Saç yapmayı da biliyordu, koskoca üsteğmen askerinin saçlarını yapmıştı, halbuki kız sadece akıl istemişti. Azra başını yavaşça yandaki aynaya çevirdi, gerçekten güzel olmuştu. "Hıhı." Uzun uzun baktı adamın ellerinin değdiği saçlarına, kadın kendine baktı, adam kadına baktı. Sessizlik sürdü, kendine gelmesi lazımdı durup durup böyle şeyler yapınca aklı karışıyordu işte.

"Kulaklığı da tak." Eline tutuşturdu, Azra bunu algılayabilmişti, taktı kulaklığını tekrar adama döndü. Öyle bakıyordu sadece, bir şey diyemedi, adam da diyemedi. Baktılar konuşamıyorlar biraz da oturup susmaya karar verdiler. Vakit geçmek bilmedi, onlar konuşmak istemedi. Sonra Üsteğmen duramadı birkaç şey söylemek istedi.

"O herif seninle yakınlaşmak isteyebilir, dayan tamam mı?" Bunu söylemek kendisi için de zordu, askerinin hele kadın bir askerinin bu durumda olması canını sıksa da ülke için bazı fedakarlıklar gerekiyordu.

"Kendimden nefret etmeme izin vermeyeceğinizi biliyorum o yüzden dayanırım komutanım." Adam başını salladı.

"Asla izin vermem. Ben yanındayım hep." Şu cümleyi tekrarlamayı seviyordu, aklı hep 5 sene öncesine gidiyordu ikisinin de, 5 sene önce nasıl onu bırakmadıysa o da kızı bırakmayacaktı.

"Ben de dayanacağım Demir Leydi sözü."

"Akıncı sözünden sonra en güvenilir söz gibime geldi." Ortalığı yumuşatmak gerekiyordu biraz şimdi, ikisinin de rahatlaması lazımdı.

"Şey soracağım ya, siz saç yapmayı nasıl biliyor olabilirsiniz ben bile zor yapıyorum?" Bu gerçekten de merak ettiği bir şeydi, bir erkek hele ki bir askerin bu kadar mükemmel olabilmesi mümkün müydü? Mete her şeyde iyiydi ve buna bir yenisi daha eklenmişti. Kızların hayallerini süsleyen bir erkekti.

Gözlerini duvara çevirdi, ufuklara bakar gibiydi. "Sana söylemiştim asker, ablası olan yaşamayı öğrenir diye. İki erkek kardeşini oyuncak bebek gibi kullanırdı zalım, önce askercilik sonra kuaförcülük oynardık." Tekrar gözlerini Azra'ya çevirdi ve gülümsedi. "Ondan kalma bir şey, fena mı oldu bak kuaföre para falan ödemedin."

"A bir de para isteseydiniz." Cık cık cık yapıp kollarını birbirine bağladı. "Parasını isterim." dedi aynı edayla.

"Komutanımdan alın kendisi çok yüce gönüllüdür ödeyiversin benim artık çıkmam gerekiyor."

"Oh yazdırdın hesabımıza kaçıyorsun ne hoş. Evet saati gelmiş, bir taksi çevirip gidelim artık. İstihbarattan elemanlar valizlere sahip çıkar, resepsiyon bizden."

Kulaklığı aktif etti Azra, Mete'ninkine bağladı önce sonra da Hakan'a bağlandı. Net bir şekilde çoklu iletişim sağlanmıştı.

"Hakan, Berzan'dan mail geldi yemek işi bu gece olacak planda değişiklik oldu haberiniz olsun tetikte olun. Ben mekanda olacağım siz de çevresinde olun her ihtimale karşı."

Azra ayağı kalkıp yerdeki topuklu ayakkabılara eğildi, bir hamlede geçirip kendisini dışarıya attı. Şimdiden sonra başka isimlerle ve başka bir dilde hareket etmek zorundalardı.

Taksi gelmişti, arka koltukta gerginlikle oturuyorlardı. Mete hissetti, daha önce nasıl yaptıysa yine aynısını yapacaktı taksidelerdi yine ve normal görünmeliydiler. Elini kızın arkasından geçirip başını boynuna yasladı. Sarılıyor gibi değillerdi ama yine de dip dibelerdi ve adamın boynundaydı yine. Nasıl bugün sarılıp onu sakinleştirdiyse şimdi de boynundaki huzuru veriyordu ona. Bu defa gözlerini yumdu, hava karanlıktı, yolları Mete de ezberliyordu bakmasına gerek yoktu kaldı ki bakmasa da kafasından yön takibi yapabiliyordu.

Biraz huzura ihtiyaç yok muydu? Saçlarına değen ellerinden sonra boynu da değmişti, bitlenene kadar yıkanmasa olmaz mıydı? Bir kere teni saçlarına sinmişti, yıkansa da gitmezdi değil mi?

Yine o koku, çeksem içime sizi kullanmış olmam değil mi? O kadar yakınken kokunuzu almamak için nefesimi tutmam gerekir. Sonra ölürüm falan hiç gerek yok, sizi soluyarak ölmek çok daha güzelmiş ben bunu anladım. Rezil iki günden bana iyi gelen tek şey siz oldunuz.

Hayal etti sonra, burada değillerdi. Ankara'da hatta birkaç defa gittiği Bursa'dalardı. Beton yığınlarından arta kalan yeşilliklerdelerdi. Ulu bir çınar vardı, o dev çınarın gölgesinde beraber çay içerlerdi belki. Karşılıklı değil yan yana otururlardı, başını yine boynuna yaslardı bu defa adamın eli belinde olurdu. Sonra çayından bir yudum alıp başını yasladığı çınarın elalarına bakardı. Biraz öyle dururdu, kokusunu içine çeker huzuru bulurdu. Her şey bu kadar imkansız olmak zorunda mıydı?

Araba rampadan geçince açtı gözlerini. İçinden bir küfür savurdu tümseği koyan mühendisin diplomasına kadar. Tüm anın büyüsünü bozmuştu ama bozulmasa zaten çok yakında olacaktı. Yemek yiyecekleri mekana gelmişlerdi, ikisi göz göze geldi, iyiyim demekti bu, iyilerdi ve hazırlardı.

Önce Azra girdi içeriye, Mete arkadan girecekti ve görünmemek için uğraşacaktı, biraz beklemesi gerekiyordu. Kulaklık aktifti ve her şey net olarak duyuluyordu.

Loş ışıklarla aydınlatılmış bölgenin lüks denilebilecek mekanlarından biriydi burası. Birçok masa vardı içeride, kapıda onu karşılayan garsona Berzan adını verince cam kenarındaki manzaralı masayı gösterdi adam. Biri oturuyordu, kız gerildi, başlamak zorundaydı. Derin derin nefes aldı ciğerlerine. Bu gecenin sabahı elbet olacaktı, biliyordu. Yavaş yavaş adımlarını attı masaya kadar gitti. Tanıdık bir yüzle karşılaşacağını asla beklemiyordu.

"Raman?"

"Eliza'm." dedi gülümseyerek, aitlik eki onun bir kez daha iğrenmesine yetmişti. Biri aitlik eki kullanacaksa o Mete olmalıydı başkası değil.

"Hoş geldin, çok güzel olmuşsun büyülendim." Taşları yerine oturtmaya çalışıyordu, o taşları oturtmadan adam onu sandalyeye oturttu elinden tutarak.

"Berzan ile buluşacaktım ben." Parmakları masada ritim tutmaya başladı, bu ortamı daha da gergin hâle getirmişti.

Karşısındaki adam kollarını birbirine bağladı ve ukalaca gülümsedi. Bu adam Raman falan değildi, başından beri oyun oynamıştı, Berzan bizzat test etmişti onu. Öyle bir ikna olmuştu ki dönüp haber yapmalarını beklemeden onunla yemek yemek istemişti. Azra ellerini şaşkınlıkla dudaklarına götürdü.

Mete de tim de işitiyordu sözleri, üsteğmen tahminini doğrulamak için mekana girip kör noktaya oturdu. Sessiz bir küfür etti. Korktuğundan daha da beteri olmuştu, o sözleri söyleyen hain şimdi askerinin karşısında oturmuştu ve neler söyleyeceğini tahmin edebiliyordu.

"Raman sandığımız Berzan'mış. Oynadı bizimle orospu çocuğu. Sikeyim belasını." Ellerini çenesine getirmişti konuşurken, dudaklarının okunmasına engel oldu böylelikle. Gelen garsondan bir tabak makarna istedi ve izlemeye koyuldu. Böylece dikkat çekmeyecekti.

"Dedim sana, eninde sonunda yanıma geleceksin diye ama inat ettin. Beni öğrenmeden gitmene dayanamazdım, biraz erkene çektim tanışmamızı. Ben Berzan." Elini uzattı kadına, Azra hâlâ şaşkındı, öylece kalmıştı karşısında. Uzattığı eli tutup tokalaştı iğrenerek, bunu yapmak zorundaydı. Yıllarca istihbarat görevlerinde bulunmuştu ancak böyle bir sapıkla ilk defa karşılaşmıştı.

"Test ettim seni biraz, zorladıysam üzgünüm. Her şeyi telafi edeceğim söz veriyorum." derken kadını süzdü her ayrıntısına kadar. Üsteğmenin o sırada silahı olmadığı için şükretti, bu herifi vurabilirdi gerçekten.

"Bu kadar güzel olman haksızlık Eliza, kuzeyli asaleti taşıyorsun gerçekten."

La bebe kuzeyini sikeyim senin güneyine yumurtla emi.

"Komutanım sakin olmaya çalışın, sadece bir yemek sonra döneceğiz. Görevi düşünün." Hakan yine yatıştırmaya çalıştı ortalığı, yüzünü görmüyordu hiçbirinin ancak hepsi fena haldeydi.

"Sakinim ben, o da sakin olacak. Sakin ol kızım, sakin." Kulaklığın öbür ucunda Azra vardı, gerilmesini istemedi, kendi de gergin gibi davranamazdı. "Ben iyiyim sen de iyi ol."

"Ben biraz şaşırdım, bunu beklemiyordum." Masadaki ellerine uzandı, Azra çekmeden yetişti ve sıkıca kavradı. Baş parmağıyla bileklerini okşamaya başladı, kusmamak için zor duruyordu.

"Ne tepki versen haklısın ama beni de anlaman gerekiyor."

"Biraz zamana ihtiyacım var, bu yaşadıklarımdan sonra hemen kollarına koşamam." derken sıkıca kavranan ellerine baktı, bıraksan iyi olur demekti bu. Kendi içinden de elini mangalda kızartırım pezevenk diyordu.

Berzan ellerini çekti yavaşça, çekerken tenini yeniden okşamayı ihmal etmedi. Azra'yı ürpertti bu, Mete yapsaydı içinin eriyeceği hareketleri bir başkasından görünce gerçekten kusası gelmişti. Berzan ise yaptığı her hareketten zevk almaya bakıyordu, olayı buydu. Bu kadın onu çıldırtmaya yetiyordu bile. Gerçekten bıraksalar düz duvara tırmanacaktı. Seni bir sikerim dürtülmüş kurbağa gibi nilüferden nilüfere zıplarsın.

"Beklerim, beklerim ama bana birkaç sus payı bırakman gerekiyor." Kadının kırmızı dudaklarına baktı dik dik. Sonra gözlerini kadının göğüslerine değdirip yeniden gözlerine odaklandı. Üsteğmen bir küfür daha savurdu. Benim ellerimde öleceksin, yemin ediyorum seni şu kıza bile bırakmayacağım kendim geberteceğim. Amına kodumun piçi.

Berzan garsona döndü. Yemeklerin gelmesini istedi. Önce çorba gelmişti. İştah miştah kalmamıştı ki kadında, nasıl yiyecekti bu yemeği, çok zordu her şey.

"Güzel güzel ye yemeğini, hep beraber yediğimizi düşün. O yok biz varız öyle düşün." Üsteğmen karşısındaki kızı sakinleştirmeye çalıştı az önce ettiği küfürleri duymadığına şükretti, yoksa daha da gaza geleceğini iyi biliyordu. Bu gece ikisi için de hiç kolay geçmeyecekti. Güven üzerine bir ilişki kurmaları gerekiyordu Berzan'la, bu ilişkinin Berzan kısmı tamam olsa da Eliza kısmı çok sorunluydu. Tamamen erotik düşünceleri olan bu teröristle normal bir iletişim kuramayacak ve kendinden taviz vermek zorunda kalacak olması çok can yakıyordu ve tek canı yanan Azra değildi.

Çorbasından birkaç yudum içti, konuşmadı. "Olanları sindirmen kolay değil ama söz veriyorum her şeyi düzelteceğim." Söz veriyorum öleceksin. Ben yapmasam Sancak yapacak söz.

"Bugün yaşadıklarım ağırdı Raman." Başını iki yana salladı. "Berzan." diye düzeltti. Ondan tahrik olduğunu söylemiş kemeriyle oynamıştı, daha iğrenç bir an yaşamamıştı hayatında.

"Senden biraz toparlanmak için süre isteyeceğim." Gözlerini ondan bir an dahi olsa ayırmadı, tüm odağı oydu. Aylardır bu buluşmayı bekliyordu ve bu kızı biraz kızdırdığından biraz daha beklemek zorundaydı, bu canını sıksa da yolu kendisi tercih etmişti. Bekleyecekti ama bu gece onu birazcık mutlu etmeliydi.

"Önce yemeğini bitir." Çorbasından sonra gelen yöresel ana yemeğe geçti, gerçekten lezzetliydi zaten Orta Doğu cehenneminin cennet yanlarından biri mutfağıydı ancak bu kız tat alamıyordu bir türlü.

"Lezzetliymiş." dedi, tamamen ilgisiz de kalamazdı biliyordu. Yaptıklarıyla ikisini de tuhaf hâle sokmuştu. Yemek bitti, gelen yan yemeklere dokunmadı, yiyemedi midesi almıyordu. Yediklerini de kendini timiyle yediğine inandırdığından yiyebilmişti.

"Senin gibi." Bakışları çok rahatsız ediciydi, sanki karşısında çıplak bir kadın dans ediyor gibi duruyordu.

Orospu herif, durman lazım Mete, ülken için durmak zorundasın oğlum, az daha sabret çıkacaksınız buradan. O kızın şimdi sana ihtiyacı var, senin sakin olmana ihtiyacı var.

"Dinleme onu, evimize döneceğiz. Birlikte başaracağız." Şu aldığı desteği hiçbir şeye değişmezdi, tim her zaman ona aile olmuştu ama şimdi gerçekten bir yumruk gibilerdi, sekiz parmaklı yumruktu onlar.

"Bu Sergio Vivaldi, daha önce sana dokunmuş olması beni delirtse de ayrılmış olduğunuzdan göz yumacağım. İşiniz bu biliyorum ve ben geri kafalı bir adam değilim." Masada parmaklarıyla ritim tuttu. Bu onun düşünceli olduğunu gösteriyordu.

"Ama aklıma ikiniz gelince fena oluyorum. O yatakta ben olmalıydım o değil. Ben seni çok daha mutlu edeceğim. O herif benden iri olabilir ama sana ondan daha iyi yeteceğim söz veriyorum. Sana bunu kanıtlayabilirim." Gözleriyle arka tarafı işaret etti. "Bizim için boş bir oda var ve istersen dokunabilirsin."

Mete parmaklarının arasına aldığı kaşığı yamulttuğunu bile fark etmemişti, elinde olsa bu herifi de yamulturdu.

"Sakin ol." Kendisi asla sakin değildi ama sesini sakin çıkartmayı başarmıştı, onu sakinleştirmek zorundaydı. "Geçecek sakin ol. Ben yanındayım."

Mete gerginliğinin zirvesinde gezerken Azra adamı yemek bıçağıyla kesme planı yapıyordu, maalesef kesmiyordu bu bıçaklar.

"Sergio benim yardımcım. Başka bir yere de gitmek istemiyorum burada yemek yiyelim." Onunla o odaya gitmeyecekti, giderse onu öldürürdü. Burada plana sadık kalabiliyordu.

"Yattın ama onunla Eliza. Her bir zerrene dokunmuş olması normal mi sence? Gel benimle işte." Aşkından öldüğü adamla yatmış taklidi yapıyordu, hayat daha nasıl çıkmaza girecekti acaba? Sevdiği adam onu dinlerken onunla asla yaşamadığı yatak muhabbetini kendisine yavşayan herife mi yapacaktı?

"Geçmiş geçmişte kalmaz mı Berzan?"

"O senin bac..." Azra elini havaya kaldırdı. "Yeter ben bu konuyu seninle konuşmak istemiyorum sus artık." Bir de bu herifin kıskançlığını mı çekecekti?

"O adamın altında inledin sen, zevk aldın. Düşündükçe deliriyorum. Dahasını bana borçlusun Eliza, gel işte sana bunu ispatlayayım. Canını acıtmam kibar olacağım söz veriyorum. Sen hızlan demeden hızlanmam."

Azra elindeki çatalı hızlıca masaya vurdu, belki böyle anlardı. Boğazına saplamayı tercih ederdi ama şimdi onu öldürmenin hiç sırası değildi. "Sadece bekleyeceğim. Seni bekleyeceğim Eliza." İki elini göğsünün hizasına kaldırıp sakinleşelim hareketi yaptı.

"Bak." dedi doldurduğu ciğerlerindeki nefesi serbest bırakarak. "Yemeğimizi de yedik ben artık gitmek istiyorum biraz sakinleşmeye ihtiyacım var." Bu konuda ciddiydi, sakinleşmeye ihtiyacı vardı gerçekten. Mete'nin yanında olması onu bir tık daha ayakta tutuyordu.

"Gideceksin Eliza'm, şu mekandan çıktığın anda dönmek için serbestsin ama şimdi benimle kalacaksın." Ayağı kalkıp kızın başına dikildi, sandalyesine doğru eğildi. Kırmızı dolgun dudaklarına baktı büyülenmiş gibiydi. İyice yaklaştı, zehir gibiydi. İnsan bile isteye zehir içer miydi? Bu zehir içilirdi. Azra başını yana doğru çevirip gözlerini sımsıkı kapadı, sanki bunu yapınca başka bir yere ışınlanacaktı. Keşke öyle olsaydı, olmadı. Boynu açıkta kalmıştı bu defa, biraz daha yaklaşıp boynundan öptü, dudaklarını ayırmadı, derin derin içine çekti kokusunu, sol elinin parmaklarını boynundan aşağıya doğru indirdi, göğsüne gelince durdu, çıplak tenine değerek göğsünü örten kumaşın altına inmek istedi. Biraz ilerleyince durdu, şimdi yapmayacaktı o geldiğinde her bir zerresine sahip olacaktı, şimdiden hevesinin geçmesini istemedi ve parmaklarını çekip daha da aşağıya indi. "Bu elbise parmaklarıma izin vermiyor Eliza, daha derinlere ulaşmama izin vermiyor. Bir dahakine artık." En sonunda yeninden elini göğsünün üzerine koydu, kalbinin hızlı atıp atmadığını kontrol etmek istiyordu. Azra kendinden iğrendi, şu adama bu fırsatı verdiği için küfretti kendine.

Mete izledi uzaktan, doğrultabileceği bir silahı yoktu, çekip çıkaramazdı, sözleri de yapacağı şeyler de hiçbir işe yaramazdı. Azra bakamadı ama Mete izledi, her anı kazıdı aklına kasaturasıyla. Saçlarını topuz yaptığı için küfretti kendine, salsaydı belki de o herif bunu yapmaya yeltenmeyecekti. Alnındaki damar yine ortaya çıktı, gözleri kızardı sinirden. Elleri her zamanki gibi yumruktu. Ona bu defa el uzatamamıştı. Küfretti, konuşmadı ama kulaklıktan sızma ihtimali için konuşmadı. Kimse o an konuşmadı, Azra'nın bir şeyleri öldürmesi gibi ölüm sessizliği olmuştu. Birileri olmasa da orada bir şeyler ölmüştü, kendine saygısını ayaklar altına almıştı bu kız.

Dudaklarını çekince başını dayadı yanağına, hızlı nefes alışverişi tenine çarpıyordu, o nefesi hissedeceğine nefessiz kalmayı tercih ederdi. Mete'nin boynuna sığındığı yere şimdi bir başkası dokunuyordu, bitlenene kadar yıkanmak istemiyorum diyordu şimdi derisi yüzülene kadar keseleyecekti kendisini. Vücudunda gezdirmişti parmaklarını, tacize uğramıştı ve buna karşı gelememişti.

"Bu kadarı bile beni çıldırtıyorken ilerisi... Sabırsızlanıyorum. Kalbini daha da hızlandıracağım." Bir kez daha şehvetlice öperek geri çekildi, parmaklarını bedeninden ayırmak zor gelmişti. Azra üzerindeki baskının yok olduğunu hissedince gözlerini açıp başını çevirdi.

"Artık gidebilir miyim?"

"O kırmızı rujun tadına bakmak isterdim ve sadece orasıyla sınırlı kalmazdım ama seni de düşünmek zorundayım bu kadar bencil olamam. Git, ardından gelmeyeceğim yolun açık olsun. Bana toparlandığında yaz, bekliyor olacağım." Başını sallayıp hızlıca kalktı masasından, Mete çoktan dışarıya çıkmıştı, Berzan takip etmedi, bir daha başını çevirmedi bile. Arkasına yaslanıp kendi gururunu tatmin etmişliğinin zaferiyle manzaraya karşı gülümsedi.

Elinde küçük çantasıyla yürüyen berbat halde bir kadın vardı, ayakkabılarını çıkarıp eline aldı, bir de onlarla düşerse kalkamayacağından korkmuştu. Mete'ye güçlü duracağına dair söz vermişti, neden böyle olmuştu ki şimdi? Adımlarını hızlandırdı ama boş bakışlarla yürüyordu, sonunda kapıyı buldu, kapının sonunda onu bekleyen adamı da buldu. Kulaklıktaki ses gitmişti, Mete bağlantıyı kestirmişti. Hiç olmazsa kendisini herkesin içinde ifade etmek zorunda değildi.

Karşısındaki adam ondan farksızdı, o arabada nasılsa şimdi de öyleydi, bir güne çoktu bu olanlar. Ne vardı sanki biraz daha bekleseydi, her şeyin üst üste olması ikisini de darmaduman etmişti. Mete elini uzatamamıştı, tutup oradan çıkaramamıştı. O herifi durduramamıştı diye içi içini yiyecekti ömür boyu.

İstihbaratın sağladığı bir araba kapıda bekliyordu, önce onları pansiyona götürecekti sonra eşyalarla beraber dönüş sağlayacaklardı.

Adamın yanına kadar gitti, bir şey diyemedi sustu. Mete de sustu, iğreniyordu şu an kendinden farkındaydı. O gelmeden aldığı suyla avcunu ıslatıp kızın yüzüne sürdü yavaşça, biraz kendisine gelmesini istemişti sanki kendi ihtiyacı yokmuş gibi. Yine o dolu kara gözler kızarmış halde karşısındaydı, güçsüz değildi biliyordu ama üst üste bu kadarı taş olsa çatlardı da onlar dayanmıştı. Eline biraz daha su döküp kızın boynuna götürdü yavaşça, bunu yaparsa daha iyi hissedeceğini biliyordu. O suyla istenmeyen izleri temizledi, Azra yumdu gözünü bu defa, sıktı kendini ağlamayacağım demişti söz vermişti. Bir damlanın aradan sızacağını hesap edememişti.

Kalan suyu kendi başından aşağıya döktü, karşısındaki kız gözlerini araladığında tamamen ıslak yüzlü bir adam görmüştü. Ağlama yoksa kendimi tutamam demişti, kız ağlamıştı Mete de tutamamıştı kendisini, gözyaşı belki o kadar çok akmayacaktı ama o su damlacıkları arasında saklanmak istedi. Azra ayırt edebilmişti ki bunu, başını öne eğip onları bekleyen araca ilerledi. Önce Mete oturdu sonra Azra geçti yanına. Görev şimdilik bitmişti ancak onlar da bitmişti, o bitmişlik tükenmişlik yüzlerinden okunuyordu.

Arkasına yaslanıp yola baktı boş boş, buraya gelmeden önce ne kadar da mutluydu. Yolda bile yaslanmıştı adama, teni saçlarına ve boynuna sinmişti.

İki üç günde çok yakın olmamışlar mıydı, önce başını Mete'nin göğsüne yaslamıştı sonra Azra ona sımsıkı sarılmıştı, iki kere de boynuna yaslanmıştı. Şimdi bakıyordu da boynuna yaslanması görev içindi, dikkat çekmemekti amaçları, diğerleri ise biri düştüğünde ötekisi kaldırmıştı. Şimdi ikisi birden düşmüştü. Ve birbirlerini kaldırmaktan başka çareleri yoktu aksi takdirde onları kimse kaldıramazdı. Onların çaresi bu defa kendileriydi.

Mete Azra'ya döndü, çaresizliğini gördü kendisi de ondan farksızdı ancak bu kadın her zaman onun elinden tutmuştu, o da yapacaktı, her zaman yapacaktı, az önce yapamamıştı ama şimdi o düştüğü yerden kaldırmak zorundaydı onu. Parmaklarının tersiyle kadının usul usul akan yaşlarını sildi. Gözyaşını hak etmiyordu bu kara gözler, her zaman gülmeliydi, ağlamak yakışmıyordu işte.

Elini omzuna götürüp kendisine doğru çekti, yavaşça dizlerine yatırdı. Daha önce kendi topladığı saçlara götürdü ellerini, küçük bir kız çocuğunun saçlarını okşuyordu sanki. O kız çocuğu sevdiği adama sığınmış ağlarken, onun saçlarını okşayan adam da ona sığınmıştı. Birbirlerine şifa olmak zorundaydılar.

Camlar sıkı sıkıya kapalıydı, taksici de istihbaratçıydı, rahatça konuşabilirdi. "Sana bir türkü sözüm vardı, şimdi tam sırası gibi." Yeniden akan gözyaşını sildi, o gözyaşları kalbine saplanıyordu birer mermi gibi. Sesinin titrememesi için uğraştı, büyük ölçüde de başarılı oldu. Azra başını hafifçe sallayınca gülümsedi burukça. Bu türküyü böyle söylemek istemezdi. Zaten batmışlardı, bir türkü tam anlamıyla batırıp kendilerine gelmeleri için fırsattı. Bu arabada ağlayıp zırlayacaklar sonra dimdik ayağı kalkacaklardı birlikte. Başkomutanın sevdiği türküyü söyleyecekti, Selanik Türküsü.

"Çalın davulları çaydan aşağıya aman, mezarımı kazın bre dostlar belden aşağıya." Azra başını adamın yüzüne doğru çevirdi, söylerken onu izlemek istiyordu.

"Suyumu da dökün boydan aşağıya aman, aman ölüm zalım ölüm üç gün ara ver. Al başımdan bu sevdayı götür yare ver." Bu defa kendini tutamamıştı, bir damla da o bırakmıştı, kızın yaşlarına karıştı.

"Selanik Selanik viran olasın aman, taşını toprağını seller alsın.
Sen de benim gibi yarsız kalasın aman, aman ölüm zalım ölüm üç gün ara ver. Al başımdan bu sevdayı götür yare ver."

Önce kendi yaşını sildi, çok değildi sadece demişti ya kıza tutamam kendimi diye gerçekten de onu öyle görünce tutamamıştı. Sonra kızın yüzüne götürdü baş parmağını, kendi yaşıyla karışmış olan o yaşları sildi.

"Tutamadık kendimizi ama bu yaşlar burada kalsın. Bitti bak, başardık Demir Leydi, başardık dişi kurt, bu savaşın kazananı sensin."

"Her düştüğümde elimden tutmayı nasıl başarıyorsunuz?" İlk defa konuşmuştu, hayranlıkla bakıyordu ona. "Ben her düştüğümde sen de beni tutmuştun, şimdi ben bu elleri nasıl bırakayım sen söyle?"

Gözlerini bu defa kendisi sildi, başını koyduğu dizilerden hafifçe destek alarak doğruldu. Adama bakmayı bırakmadı, hâlâ gözleri üzerindeydi.

"Burada kendimizi tutamadık, bugün çok yıprandık. Şu kapıdan adımımı attığım anda her şeyi geride bırakacağım. Siz tuttunuz ya elimi ben de hakkını vereceğim."

Gururla baktı yüzüne, bu kadının çok güçlü olduğunu biliyordu ama bir kez daha şahit olmak hoşuna gitmişti. "İşte benim askerim." diyerek gülümsedi. Sancak Timi'nde olmayı en çok onun hak ettiğini tekrar göstermişti.

"Şanslı bir askerim ben, komutanım sizsiniz." Bir başkası olsaydı da farklı davranmazdı aslında, o sert yapılı Volkan Üsteğmen o buzdolabı Hakan Teğmen asla düşmesine izin vermezlerdi. Hakan kulaklığa fısıldamış Azra'yı teselli etmişti mesela ama Mete kadar iyi anlayamazlardı onu. Kimse gidip boynunu yıkamazdı mesela, kimse başını dizine yatırıp türkü söylemezdi, Mete'ye hastı hepsi.

"Özür dilerim Azra. Bir şeyler yapıp seni bu durumdan çıkartmam lazımdı. Görev elimi kolumu bağladı. Yapamadım."

"Dilemeyin, ben kendimi görev için koruyamamışken siz hiç koruyamazdınız. Vatan içindi, belki ben ruhumu yitirdim ama her şey ülkem içindi." Yumdu gözünü derin bir nefes aldı.

"Deme öyle, hiçbir şeyi yitirmedin. İzin vermem asla." Keşke dediği gibi olabilseydi, keşke her şey basit olabilseydi. Mete de böyle yanında olmak istemişti ancak ne kadar mümkün olabilirdi ki bu?

Azra sesini çıkarmadı başını dışarıya çevirdi, Mete'nin gözleriyse ona takılı kalmıştı. Araba pansiyonun önüne gelmişti, içeriden valizleri almaları gerekiyordu. Sancak timi başka bölgedeydi, araçla güvenli alana geçecekler oradan da helikopterle Ankara'ya gideceklerdi. "Sen dur burada ben eşyaları alıp geleyim." Cevabını beklemeden hemen atladı arabadan. İçeride kıyafetleri zaten valizin içindeydi ekstra toplayacakları bir şey yoktu. Valizlerin fermuarını çekip çıktı odadan, taksinin bagajına yerleştirdikten sonra Azra'nın yanındaki kapıyı açtı. Ellerinde spor ayakkabı vardı, çorap ve ıslak mendil de vardı. Her şeyi düşünmüştü yine, ıslak mendiline kadar düşünmüştü.

"Ayakkabısız olmaz, hasta adam istemiyorum ben." Ayakkabıları arabanın zeminine koyup ıslak mendili kıza uzattı. Azra önce yerde yürüdüğü kirli ayaklarını sildi sonra ona uzatılan beyaz çorapları geçirdi ayağına. Ayakkabıları da geçirdikten sonra kapısını kapadı, adam da yerine geçti yeniden. "Teşekkür ederim komutanım. Yine beni düşündünüz."

"Düşünürüm tabii, sen benim yaşamama sebep olan kadınsın. Askerimsin, silah arkadaşımsın, nasıl düşünmeyeyim?" Hayatta kalmasını ona borçluydu. "Ayrıca şu teşekkür şeysini kaldırmamış mıydık?" Başını salladı Azra, üstelemedi. Çok da hâli yoktu, saatlerce uyusa her şey geçer gibiydi. Uyanıktı yanında sevdiği vardı, o da biraz sarıyordu yaralarını.

"Kardeşim timin yanına sür sen, bizi indirip yerimize güzel bir paket alacakmışsın." Louis'i kastediyordu. İstihbarat onu Ankara'ya ayrı bir yöntemle yollayacaktı, timin daha fazla açığa çıkmaması için böyle bir güvenlik tedbiri almışlardı.

"Tamamdır üsteğmenim, yol çok sürmez bir depo ayarlamışlar orada sizi bekliyorlar. Sonrası çıkış prosedürü."

"Dalıp gitme öyle, içinde kalacağına vur dışarıya, daha inmedik arabadan buna izin verebilirim." Dalıp gittiğinin farkında bile değildi o söyleyene kadar. Ne diyecekti ki? Ne anlatacaktı her şeye şahit olmamış mıydı zaten?

"Diyecek bir şey kaldığını sanmıyorum." Adama çevirdi yeniden gözlerini. "Ama belki de sizin gibi yapmam gerekir." Türkü söylemeyi kastediyordu. Neşet Usta, biz çekmediğimiz acının türküsünü yakmadık dememiş miydi? Boşuna mı yakmıştı o türküleri, acıdan yakmamış mıydı? Türkünün amacı buysa o da kullanabilirdi, daha önce Mete'nin yaptığı gibi.

Saz yoktu bu defa söz vardı yine, yanındaki adamın saz tellerine eşlik etmeyi o da isterdi ancak şimdi öyle bir imkanları yoktu.

"Yeşil ördek gibi daldım göllere,
Sen düşürdün beni dilden dillere,
Başım alıp gidem gurbet ellere,
Ne sen beni unut ne de ben seni."

Üsteğmene bakmamıştı bu defa sırtı ona dönüktü yüzü camdan dışarı bakıyordu.

"Sevdiğim, cemalim, güneşim, ayım,
Seni seven âşık çekerler ezvahın,
Getir el basayım kelamullahın,
Ne sen beni unut, ne de ben seni."

Sözlerinden anlam çıkarmak değildi amacı, sevda içermeyen türkü yoktu ki ne söyleyecekti? İçinden o anda o geldi, o yüzden de o türküyü söyledi.

Siniri gerçekten bozuktu gülmeye başladı. "Bu dertli türkünün üstüne gülmen de biraz korkutucu yani." Yüzüne döndü tekrar adamın. "Amına koyayım hani dertliydin diye enseme patlatsanız yeridir." Gülmeye devam etti. Üsteğmen de güldü. "Yapmayacağımı ikimiz de biliyoruz."

"Bu Berzan bizi eski sevgili sanıyor herife travma yaşattık. Bizim yaşadığımız kadar olmasa da onun da canını acıttık." Sadece eski sevgili olduklarını değil yattıklarını da sanıyordu bayağı kıskanmıştı, yedirememişti kendine takıntı haline getirmişti. Hatta öylesine içerlemişti ki arkadaki odaya çağırmıştı Azra'yı. "O öyle oldu değil mi?" Azra başıyla onayladı onu.

Böyle görevlerde eninde sonunda birbirleriyle oluyorlardı. Esma Hüseyin'in kardeşi olacakken karısı olmuştu, Sergio Eliza'nın sadece yardımcısıydı ancak yattığı eski sevgilisi olmuştu. Kaderin cilvesi denilen şey buydu galiba, sürekli bir araya geliyorlardı. Bir şekilde rolleri ilişki rolüne dönüyordu ve bunu kasıtlı yapmıyorlardı. "Görev yani, böyle şeyler olabilir." Keşke görev gereği flört etmesi gereken kişi Mete olsaydı. Berzan kadın olsaydı Mete sınırını bilir ona göre muamele ederdi. Bunları yaşayacağına sevdiği adamı biraz kıskanmak daha az ağır gelirdi ona.

"Mete üsteğmenim." dedi bu defa komutanım dememişti, daha samimi söylemek ister gibiydi. Normalde bunu yapamazdı, yaptığı için tepki almayacağını bildiğinden içinde tutmamış söylemişti. "Bizim ipten almalar terazide eşit gelmeye başladı artık."

"O kantar bozuktur, sen öyle bir ağırlık bastın ki bizim durumumuz asla eşitlenmeyecek." Vefa duygusu vardı ya hani, son demine kadar bu adamda mevcuttu. Asla unutmuyordu ve unutmayacaktı ve o terazinin eşitlenmesi çok zordu.

Kadın gülümsedi, o gülümseyince adam da gülümsedi. "Şurada hüngür hüngür ağlayalı yarım saat bile olmadı ama yüzümü güldürdünüz." Hep gülsün o yüzün, hiç ağlama bir daha olur mu?

"Beraber ağladık, beraber gülüyoruz şimdi de. Kim kimi güldürüyor o tartışılır." Beraber düşüp beraber kalkmak böyle bir şeydi işte, Azra yaşadıklarını unutmayacaktı ama Mete ona karşı tüm kozlarını oynayıp onun yüzünü güldürecekti. Madem müdahale edememişti bunu ona borçluydu.

Şoför koltuğundaki istihbaratçı dikiz aynasından ikisine de baktı, o ikisi birbirine bakmaktan fark edememişti bunu. Aralarında büyük bir enerji vardı ve görmemek mümkün değildi. Bir türlü çözülmeyen şeyler vardı ama bu da belliydi. Sevgili değillerdi, adam onca şeyi yapmasına rağmen çizgiyi geçmiyordu. Evet saçını okşaması o çizgiyi aştığı anlamına gelmezdi. Kız körkütük âşıkken adamın merhametinin ortaya çıkışından başka bir şey değildi olanlar. Bunu anlamak için çok bir şey bilmeye gerek yoktu.

"Astsubayım." Ses istihbaratçıdan çıkmıştı. "Sizin gibi güçlü bir Türk kadınıyla karşılaştığım için şeref duydum." Tutamamıştı kendisini, tutmasına da gerek yoktu zaten aynı taraftalardı. Söyleyeceği iki kelimenin bile bu kadına güç vereceğini düşünerek yapmıştı.

"Sağ ol kardeşim, o şeref bana ait. Eyvallah."

"Geldik sayılır, burası sakin bir bölge kimseler yok. Sancak Timi sizi bekliyor ben paketimi alıp gideceğim. Üsteğmenim, astsubayım Allah'a emanet olun."

"Sen de dikkat et kendine, paketi güvenle adrese teslim edin bekliyor olacağız."

Eyvallah dedikten sonra durdurdu arabayı, araba sesi duyulunca Göktürk paketi getirdi. Elleri gözleri ve ağzı bağlıydı adamın, ayıktı. Azra ve Mete arabadan inince arka tarafa paketi bindirdi, valizler de aşağıya indirildikten sonra istihbaratçı oradan ayrıldı tim bir aradaydı.

"Var mı bir sıkıntı?" Hakan başını iki yana salladı, gözleri Azra'nın üzerindeydi. Çok güzel görünmenin yanında yorgunluğu her halinden belliydi. Ağladığı belli olmuyordu, gözlerini silmişti inmeden.

"Kızım çok güzel olmuşsun be, gel bir sarılayım." Gel demesine rağmen kendisi gitti kardeşini kucakladı. "Sağ ol abi."

"Valla yalan söyleyemeyeceğim bu defa olmuş yine de şımarma diye uzatmayacağım." İri bedenine doğru çekti kızı, başını göğsüne yasladı bir ağabey gibiydi orada dimdik duruyordu. "Biz yanındayız."

Ayrılınca Orhan gitti, devresine sımsıkı sarıldı omzuna iki kere vurup ben buradayım havası verdi. Sonra Enes ve Göktürk gitti bir tarafına biri diğer tarafına diğeri girdi. "Komutanım böyle gezerseniz insanların kalp krizi geçirmesine neden olabilirsiniz."

"Devrem haklı, sonra tek tek ölenleri saymak zorunda kalırım bu benim için zor olur." Gülümsedi Azra, kendisine gelen son askere sarıldı, Elvan'a. "İdolümsünüz."

Bu sarılmalar bir başkasını o durumdan sonra rahatsız edebilirdi ancak Azra'yı sarmalayan timi onun iyi hissetmesine neden olmuştu.

"Ee bittiyse astsubayımı rahat bırakın yapıştınız kaldınız be." Başını ona çevirdi. "Sen de üzerini değiştir böyle dağın ortasında helikoptere seni anca halatla bindiririz." Azra güldü, o gülünce tim gülümsedi. "Elvan bana valizden bir gömlek pantolon ayarlasana, şu arkaya getir ben anca çıkartırım dar biraz."

"Emredersiniz komutanım." İlerideki odacığa gitti üzerindeki elbiseye baktı, kötü anılar biriktirse de bu elbise onun için özeldi. Mete seçmişti, bakıp dalmıştı bu elbiseye, saçı ona göre yapmıştı sırf bu yüzden bu elbiseye dair kötü şeyleri aklından silecekti.

Arkadaki fermuara uzanırken Elvan ili parça kıyafetle yanına geldi, kızın arkasına geçip fermuara götürdü elini. Beline kadar olan kısmı açtı ve çıkarmasına yardım etti, gerçekten zor bir elbiseydi. Bir an yardım almadan nasıl kapattığına şaşırdı, hem denerken hem de görev için giyerken kendisi kapamıştı. Belki de şimdi gücü yoktu. Pantolonu altına gömleği de üzerine geçirdi hızlıca, ilikleri tek tek geçirmeye başladı.

"Saçınızda tel tokalar vardı, rahatsız ediyorsa onları da sökeyim."

"Yok kalsın onlar." Anısı vardı, gidene kadar öyle kalmasını istedi, ondan bir şeyleri üzerinde taşıyor olmak mutlu edecekti. Son düğmesini de ilikledikten sonra timin yanına gitti dişi kurtlar.

"Araba dışarıda bekliyor, çıkıyoruz bu cehennemden eve dönüyoruz."

♟️

Azra yıkıldı Mete bitti, biz bittik...

O nasıl tesellidir Mete ya? Dizine yatırıp türkü söyleyen adam nasıl âşık olmaz? Çok özelsin çok güzelsin.

Berzan Allah belanı versin tez zamanda ya şerefsiz.

Kuaför Mete Han'a selamlar olsun.

Bölüm için ya da karakterlere söylemek istediklerinizi buraya bırakabilirsiniz.

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere❤️

Loading...
0%