Yeni Üyelik
64.
Bölüm

17. "Gönlüm Yara"

@rubamsalepe

Merhaba canlarım, bölümü beğenip yorum yapmayı unutmayalım lütfen❤️

Wattpad hesabımı ve instagram rubamsalepe hesabımı takip ederseniz de ileride spoiler paylaşacağım, kaçırmamış olursunuz. 💃🏻

Bölüm Müzikleri:
•Hazal Çağlar- Değmen benim
•Kerim Yağcı- Siyah Zülfün Tellerine
Pera- Unut

♟️

Toros arkada onları bekliyordu, Hakan eliyle arabayı gösterince onunla beraber o tarafa doğru gitti. Fırat telefon numarasını aldığı kızlardan birinin peşine takıldığı için onlarla gelmeyecekti. Dörtlü yemeğe gidiyorlardı, bir yakıştırdığı çift ve kendi sevdiği adamla yemeğe gidecek olmak Azra'nın hoşuna gitmişti.

Ön koltuk rütbe durumundan dolayı Hakan'a ait oldu, kızlar arka koltuğa geçtiler, yeninden yanında oturmayı tercih ederdi ancak bu defa böyle olmuştu, yanında hayranı olduğu sporcu vardı. Miray çantasından bir forma çıkartıp Azra'ya uzattı, yüzünde samimi bir tebessüm vardı ve içten bir şekilde uzatmıştı formayı.

"10 numara formadır." Güldü, kendisine yapılan espriler gibi o da formasına yapmıştı. "Tüm arkadaşlarıma ve koça imzalattım." Daha önce takımına imzalatmıştı bu formayı, sahibinin gelip almasını bekliyordu. Söz vermişti bu kadına ve sözünü tutmuştu.

"Oha, gerçekten mi?" Miray başını salladı gülümseyerek. "Sarılabilir miyim?" Gözlerinin içi gülüyordu mutluluktan, eline çikolata verilmiş bir çocuğun mutluluğu ve heyecanı vardı yüzünde.

"Sorman hata." diyerek kendisi sarıldı hayranına, hoş kim kime hayrandı tartışılırdı. Gücünü görünce kendisi de hayran olmuştu ona. "Teşekkür ederim ya çift taraflı çerçeve yaptıracağım buna salonun ortasına asacağım." Avize niyetine sallandıramaz mıydı? İlle duvara mı asmak lazımdı, arkasını da görmek istiyordu bu kız evinde en uygun yeri bulacaktı.

"Senin," Önde oturan iki adama baktı ve tekrar ona döndü. "Sizin yaptıklarınız yanında hiçbir şey."

"Görevimizdi."

"Sen hakemi mi bayılttın?" Mete dağdaki defterlerin açılmaması için konuyu değiştirmişti. "Komutanım bayıltmayı bırakın adam kafasının üzerine düşüyordu da çizgi hakemi yetişti tuttu."

"Manşeti alan smaçör de an az benim kadar suçlu ama yönü o belirledi ben sadece sert vurdum." İki dudağını birbirine bastırıp masum bir çocuk gibi gözükmeye çalıştı, bazen böyle küçük kazalar olabiliyordu ve buna engel olamazdı, bilerek yapmıyordu.

"Hiç smaçörde suç arama, fizik diye bir şey var, senin vurma hızın daha çok etkili. Ayarsızsın gerçekten." Söylerken bir yandan da gülüyordu, komikti çünkü o an, topa vuruşu sonra hakeme dönüşü fazlasıyla komikti.

"Yine de Kolyoncu'nun 10 numara bir smaçör olduğu gerçeğini değiştirmiyor bu değil mi teğmenim? Kızın bir havada takla atmadığı kaldı ya ayakla top çıkardığını ne çabuk unuttunuz? Tusubasa'nın Türkiye şubesi..."

"Sağ ol Mete abi, panolardan atlarken kenarda masa vardı ona çarpsaydım sakatlanabilirdim de Allah korudu işte." İki koltuğun arasına uzandı, başını üsteğmene çevirdi.

"Üsteğmenim demek toplum içinde doğru olmaz diye düşündüm, abi dememde bir sakınca yok değil mi?" Mete başını iki yana salladı, hoşuna da gidiyordu bu, timindeki bazı askerlerin abisiydi zaten, bir kere daha abi olmak onun hoşuna giderdi.

"Bir ablam var, bir de kız kardeşim olur fena mı?" Herkes çok çabuk benimsemişti onu, sanki yıllardır tanıyorlarmış gibi anlaşmışlardı. Onların yaşamı bir yapbozdu ve eksik parçası Miray'dı sanki. Aslında eksik kalan kalpsel meseleler vardı ama işte o taşlar yerinden oynarsa çok duvar yıkılırdı ve bazıları o duvarın altında kalabilirdi.

Azra ön kamerasını açtı ve formasıyla bu defa hayran olduğu oyuncuyla fotoğraf çekindi. Bugün daha ne isterdi ki, hem sevdiği adam hem de en sevdiği sporcuyla fotoğraf çekinmişti.

"Daha gidecek miyiz komutanım?"

"Az kaldı Demir Leydi, neden sordun?"

"E demediniz yemek yiyeceğiz diye ben de formayla gitmeyeyim. Neyse ki içimde siyah badi var, formamı çıkarayım bari." derken saçlarını bozmadan formasını çıkarttı bir hamlede, diğer forma ve atkısıyla beraber onu da çantasına koydu.

"Yine kapkara oldun, içim karardı. Bu da kapkara." Bu derken işaret parmağıyla Hakan'ı gösterdi üsteğmen. "Siyahı sevmeyen anlamaz komutanım." diyerek cevap verdi adam, Azra da ekledi üzerine. "Bizimkisi kara sevda."

Benimkisi de kara sevda sadece kıyafetlerim değil.

"Bence sizinki kara sevda değil kara bela, ruhum emildi, içim karardı. Bir daha yasak koyacağım siyah giyemezsiniz diye."

"Görevde değilken dışarıda da emir verebiliyor musunuz?" Miray meraklı gözlerle soruyordu bunu, askerlikle alakalı şeyleri sormak uygun değildi ancak bunlar tüzüklerde yer alan devlet sırrı olmayan şeylerdi.

"Tüzüğe göre her emrime uymak zorundalar, sadece verdiğim emir kanunsuzsa uygulayamazlar. Yani ben ne dersem o olur."

"Çok havalıymış, sen de emir veriyor musun Azra?" Önde oturan iki adama baktı, iki adam da onun komutanıydı. Timinde sadece üç kişiye emir verebiliyordu onlar da kendisinden düşük rütbelilerdi. "Kendimden düşüklere evet, önde gördüğün iki adam da komutanım benim, onlar ne derse o olur." İki adam dediğine bir anda pişman oldu, ayıp mı etmişti acaba? Ayıp olsa laf sokarlardı demek ki etmemişti, böyle değerlendirip toparladı aklını.

"Askerlikle alakalı çok bilgi veremiyoruz, bunlar internetten de öğrenebileceğin şeyler diye söyledim." diyerek de ekledi. Araba yemek yiyecekleri mekana varmıştı.

Güzel ve sakin bir yerdi, Miray tanınan biriydi, bir milyonun üzerinde takipçisi vardı. Öyle her ortamda birileriyle gözükmek istemiyordu. "Ee ne yiyoruz?"

"İskender yiyelim bence, canım et istiyor. Hem memleketini özleyenler vardır belki." Gözlerini bir anlığına adama değdirdi sonra menüye tekrar döndü. "Özlemem mi ya, bana her türlü uyar, siz?" Hakan da başını salladı bu defa Miray'a döndü. "Bana da uyar. Yanına ayran alalım, salata. Mis gibi menü."

"Kardeşim bir bakar mısın?" diyerek yandaki garsona seslendi Mete. Garson yanına gelince istediklerini saymaya başladı. "Miray sen bir porsiyon mu yersin?" Onayı alınca tekrar garsona döndü. "Kardeşim bize orada ikişer porsiyondan 3 tane, bir porsiyondan da 1 tane iskender çek. Sekiz tane de ayran getir şimdilik, iki tabak da salata."

Aslında iskenderin yanında yoğurt vardı, Bursalılar o yüzden kola tercih ederdi ama ayran istemişti Miray, itiraz etmek istemedi.

"Şimdilik derken? Ordu mu doyuracaksınız Mete abi? O kadar şeyi nasıl yiyeceksiniz?" Şaşkınlıkla yanındaki askerlere baktı, tamam iri yarılardı da yani insan biraz yerdi. Şimdilik demesi daha da korkutmuştu onu. Karşısında iki metrelik adam oturuyordu aslında kolay doymayacağını hesaplaması lazımdı.

"Kardeşim getir sen." Tekrar Miray'a baktı. "Yanında oturan kızın bir oturuşta sekiz lahmacun yiyebildiğini bilseydin böyle konuşmazdın." Sekiz lahmacunu duyunca diğer iki asker de gülmeye başladı. "Oha sekiz mi? Nerene yedin onları?"

"Biraz hareketlidir kendisi o yüzden yakıyor." Günde bilmem kaç kilometre yürüyordu tabii ki eritecekti.

"Bu iki porsiyon bizim giriş menümüz doymayız ki, ikinci postada farklı bir şey deneriz." Gururla söylemişti ne kadar obur olduklarını Azra. Her şeyi yiyebilirlerdi, yılan yemişti ötesi mi vardı? "Ve mideme değil bileğime yediğimi düşünüyorum ben. Var mı itirazı olan?"

Üçü de başını iki yana sallamıştı, Miray bile nasıl adam dövdüğüne şahit olmuştu, o bileğin nasıl güçlü olduğundan hiç kimsenin şüphesi yoktu.

"Ee başka ne var ne yok, neler yaptın Miray anlat bakalım."

"Günde üç saat antrenman yaptım, başka da bir olayım yoktu. He şey oldu az önce bir kiracı oldum, üç gün içinde taşınıyorum." Antrenman, maç, salon ve ev arasında dönen bir hayatı vardı, çok yoğundu ancak iyi para kazanıyordu.

"Aa hayırlı olsun ne tarafa?" Üsteğmenin sorusunun cevabını kendi de bilmiyordu, gözlerini teğmene çevirdi. "Sizin ev ne taraftaydı?"

Azra'nın içtiği su genzine kaçtı, öksürmeye başladı, Miray da refleksen hemen sırtını ovuşturdu. Şaşkın gözlerle bir ona bir yanındaki kıza baktı. "Nasıl ya, o kısa sürede ne yaşadınız da bu karara vardınız? Evin yerinden bile haberin yokken kiracısı mı oldun?"

"Eve gidince görürsün yerini, tarif etsem karışık gelebilir senin saraya uzak değil ama merak etme."

"Yakınmış." diyerek eliyle Hakan'ı gösterdi.

Mete Azra'ya çevirdi gözlerini. Biri salaktı da diğeri de salak olur muydu diye bakıyordu. Hiçbir şeyi konuşmadan nasıl anlaşmışlardı? "Yahu siz kafayı mı yediniz? Kız daha evin yerini bilmiyor 3 güne taşınacağım diyor."

"O tam olarak şöyle oldu, evden üç gün içinde çıkması gerekiyormuş, e bizim üst kat boş ve kiracı arıyordum biliyorsunuz. En azından Azra biliyordu. İkimizin birbirine ihtiyacı var dedik neden olmasın?"

"Madem açtık konuyu konuşalım yemek gelmeden, evi zaten görürüm. Kira olsun şartlar olsun nedir bilmek isterim." Biraz geç kalmış olsalar da Hakan'a makul gelince saymaya başladı. "Tek şartım var benim, işimden dolayı param var ama pek harcayamıyorum kira önemli değil yani. Şizofreni hastası annem var, ilaçlarını pek almıyor yokluğumda. Evde olduğun sürece ilaç takibini yapsan yeterli. Ben yokken hiç almıyor çünkü, biliyorum şehir dışı hatta yurt dışı maçların olacak ama işte sen gidince en fazla üç gün sürüyor yazın hariç, benim bir iki ay sürdüğü oluyor."

Miray'ın güler yüzü düşmüştü birden, üzüldü annesine. Ev alma komşu al derken bunu kastediyorlardı galiba. Hakan bakıcılara güvenememişti zaten sürekli yanında kalmalık bir durumu yoktu. Sadece akşam ilaçlarını alması onun için yeterliydi bir de arada bir oğlunun öldüğünü düşünüyordu onu teselli etmesi yeterliydi. "Arada bir benim de şehit olduğumu sanıp panikliyor, karargahı basıp ortalığı galeyana veriyor, o anlara denk gelirsen sakinleştirirsin. Tek isteğim bu benim."

"Ben üzgünüm, dediğin gibi hep burada olamam ama burada olduğum her zaman ilaç takibini yaparım. Benim hayatım sıkı bir düzenden ibaret, bir fazlası bana etki etmez ve ben işimden dolayı zenginim kira benim için de önemli değil."

Evi görmeden pazarlık yapmışlar bir de anlaşmışlardı. Fiyat ikisi için de önemsizdi. "Belli noktalarda anlaşabildiğimizi anlamış oldum." Azra'nın ortak nokta dediği şey ev olmuştu, duasının bu kadar kabul olacağını bilseydi kendisi için kullanırdı.

"Alan razı satan razı bize de hayırlı olsun düşer. Fiyatı piyasaya göre belirle de sonra didişmeyin." Çenesini kenara doğru çevirerek "O iş bende komutanım. Eyvallah." dedi.

Kebaplar hazırdı, önce salata sonra kebaplar geldi. En son da ayranlar masaya kondu. Azra çatalı iskendere daldırdı yoğurda bandırdıktan sonra ağzına attı, bir yandan da çalkalayıp açtığı ayrandan yudumladı. Yuttuğu gibi koca bir çatal salatayı da ağzına tıkıştırdı. Hızlı yiyordu, yerken kendinden geçiyordu.

Diğer iki adam da farklı değildi iki porsiyonluk iskenderin içinden geçmeleri dakikalarını almıştı, üzerine yetmezmiş gibi bir buçuk da köfte söylemişlerdi. Miray şaşkınlıktan yemeyi unutmuştu. "Yesene."

"Yemiyor muymuşum? Öyle bir yediniz ki ben kendim de yedim sandım." Azra gülüp kızın omzuna dokundu. "Aramıza hoş geldin Kalyoncu, bize alışman biraz zaman alacak ama alışınca alışmış olursun."

"Komik miydi bu?" Hakan'a çevirdi başını. "Ona alışmak biraz daha fazla zaman alabilir." Bu defa hak etmişti, hak ettiğinin farkında olduğu için de cevap vermedi. Miray bir porsiyonluk iskenderini diğerlerinin bir buçuk köfteleri biterken bitirmişti. Kişi başı onlara beş ayran düşmüştü, kendisi sadece iki tane içmişti. "Şiştim sonunda bitti." dediğinde üsteğmen önündeki boş tabaklara bakıp gülmeye başladı. "Biz de doyduk galiba, ben doydum da yanındaki hanımefendiye hiç güvenmiyorum."

Ellerini silmişti çoktan, temiz elini saçlarına götürüp bir hanımefendi pozu verdi. "Teessüf ederim, beni aç biri olarak tanımlıyorsunuz yanlış tanıyacak."

"Azra yok ben seni tanıdım, gerçekten senin anlatmana gerek yok. Yani ikinciye görüşüyoruz ama kişilikleriniz zor değil. Hakan biraz zor biri sadece onu da artık yapacak bir şey yok."

"Ev sahibinle iyi geçinmeni tavsiye ederim."

"Huysuzdur biraz da o da içinde çok şey gizli, biraz tanımak lazım." Mesela komutanım da görüyor ama kendisi kördür.

"Şu ortam bana çok iyi geldi biliyor musunuz? Yine gelin maça, yine maç çıkışı yemeğe gidelim, yemek olmazsa kahve içelim. Tabii müsait olduğunuzda ama şimdi eve bakmaya gitmem lazım oradan katalog çekimine yetişeceğim." Takipçisi çok olunca işbirliği de çok oluyordu, sponsorları ve ortaklık yaptığı markalar oluyordu.

"Olur." dedi Mete, reddetmedi gerçekten onu kız kardeşi gibi görmüştü. "Müsait olduğumuz zaman maça da geliriz, kahve de içeriz inşallah. Siz eve bakmaya gidin."

"Aracım sarayın orada, taksiyle geçelim oraya oradan ben götürürüm."

"Spor sarayının oradan geçeceğiz zaten, geldiğimiz gibi döneriz. Siz geçersiniz oradan." Mete'yi onaylayıp ayaklandı, kasaya doğru gitti önden. Mete hemen yetişti ve çıkardığı kartını tuttu. "İstediğin kadar zengin ol bizde kural ben ne dersem o olur, bugün bendeniz."

"Mete abi ama..." Kaşlarını havaya kaldırdı adam. "Abi dediysen senin için de bu geçerli, ben ne dersem o Türkmen Kızı. Bir dahakine belki o da canım isterse." Adam kolunu çekiştire çekiştire aşağı indirince bir daha da kaldırmadı kartı geçirmek için. Tek çekimde halletti hesabı, bakmadı bile faturaya. Onun da çok parası vardı, harcamaya hiç vakti yoktu ki tüm maaşı onun içerisindeydi. Annesine harca deyip duruyordu o da genç adamsın biriktir evlenince lazım olur diyordu.

"Mete Üsteğmen böyledir, o kartı indir dediyse indirmen lazım. Kendisi biraz yıldızlıdır, otoriterlik veriyor kendisine." Omuzlarındaki yıldızlar gerçekten de bir ağırlık bindiriyordu. Otoriter olurdu askerler ama rütbesi, görevi ve komutanlığı gereği ekstra bir otoriterdi ama baskıcı değildi; uzlaşılır, iyi anlaşılır biriydi; arkadaş, kardeş, dosttu; düşünceliydi ve iyi bir kalbi vardı ama kördü. Tek sorunu gerçek bir kör olmasıydı.

"Bence büyük sorun o değil öteki, ev sahibim." Son iki kelimeyi sonradan ekledi. Arabanın arka koltuğunda fısıldaşıyorlardı. Arabanın sesi olmasa önden gerçekten de duyulabilirdi. Kulakları hassas olsa da Toros bangır bangır gidiyordu. "Biraz sorunlu ama uzun zamandır tanıyorum onu, iyi biri sen de gördün. Kan çıktığını görünce gözlerini kapatacak kadar düşünceli."

Miray başını salladı, doğru söylüyordu. Hakan o lanet günde hem psikolojik hem fiziksel olarak zarar gelmesin diye elinden geleni yapmıştı. "Seninle tanıştığım için şanslıyım."

"Asıl ben şanslıyım, hayran olduğum voleybolcu ile arkadaş oldum." Telefon numaralarını birbirlerine verdikten sonra spor sarayına vardılar. İkisi Toros'la diğerleri de Miray'ın lüks arabasıyla yola devam ettiler. Şoför koltuğunda Hakan vardı, çok uzun değildi yol.

"Kaçırılma işindeki hayır sizinle tanışmaktı galiba, baksana evim oluyor bir de."

"Her şerdeki hayrı arıyorsan evet ama keşke sokak sokak ev arasaydın da o cehenneme düşmeseydin." Gözlerini kapayıp başını iki yana salladı. "Sildim o cehennemi ben, hatırlatma."

"Silmen güzel." Kısa ve netti, fazla bir şey söylemedi ve arabayı durdurdu. "Neden durdun?" Adam emniyet kemerini çıkartıp kapıyı açtı. "E geldik."

"Oha bu kadar yakın mıydı? Yeni bindik ya. Bir de yol karışık diyordun."

"Yanda çıkmaz sokak var orasıyla burası karıştırılıyor genelde o yüzden dedim. Şu ev işte." diyerek indi araçtan, kapıyı kapatıp inen kıza karşısındaki bahçeli evi gösterdi. "Oha çok iyi, hemen kontrat yapalım."

"Dur acele etme önce bir içini gör." Başında sanki çok yavaş ilerlemişler gibi gibi şimdi acele etmemesini söylüyordu. "Görelim madem."

Aracı kilitleyip anahtarı kıza teslim etti. Evin bahçe kapısını açıp içeriye attı adımını. Çok büyük bir bahçesi olmasa da evin çevresini sarıyordu, insan o beton yığınlarında bunalıyordu burası huzur veriyordu. "İçeride anahtarlar, iki dakika bekle geliyorum hemen."

İçeriye girdi hızlıca anahtarları alıp geri geldi. Yandaki merdivenlerden çıkıp üst katın kapısını açtı. 3+1 daireydi, gayet modern ve ferahtı içerisi. "Oha hiç görmeden aldığım karara bak, mükemmel. Ben hemen taşınırım."

"Uzun zamandır boş biraz temizlik istiyor." Sakin ol der gibi el hareketi yaptı aşağı yukarı. "Yarın bir temizlik şirketinden elemanlar yollarım, sonra da bir taşıyıcı firmayla anlaşırım onlar hem taşır hem yerleştirirler. Para bol vakit de az olunca böyle oluyor." Yani dünyanın en iyi voleybolcusunun kazandığı para çok rahat dediklerini karşılardı. "İyi madem, al anahtarı. Kontrat da şurada." Arka cebinden kağıt ve kalemi çıkartıp ona doğru uzattı. Elle doldurulacak yerler vardı. Kağıdı cama yapıştırıp kira sözleşmesini doldurup imzaladı. Hakan da imzalayınca kızla tokalaştı.

"Hayırlı olsun Türkmen Kızı."

♟️ Azra'dan ♟️

Arabanın içerisinde yolun sonunun nereye çıkacağını bilmediğim bir yöne doğru gidiyorduk, yolun nereye varacağı değil de yolda kimin yanında olduğum benim için önemliydi, onun yanındaydım, nefesim gibi bir şeydi artık, onsuzluk zor bir şeydi, yakın olunca kendimi varlığıyla teselli ediyordum varlığının bile yokluk olduğunu bildiğim halde.

"Komutanım ben bugün için teşekkür ederim. Benim için nasıl anlamlı olduğunu bilemezsiniz." O yola bakmakla meşguldü ama yüzündeki tebessümü yandan net bir şekilde görebilmiştim, çok güzel gülüyordu, saatlerce izlemelik bir gülümsemeydi. Bazen kendimi tutamayıp öpme isteği doğuyordu içime, güzel gülüyordu.

"Sana bir sözümüz vardı." Sözüm demedi. Hakan Teğmen de söz vermişti sözümüz demişti ama ben emindim hepsini kendisi düşünüp planlamıştı, Hakan Teğmen'in böyle ince düşünemeyeceğini iyi biliyordum.

"Bir adet 10 numara imzalı Kalyoncu formam oldu ekstra, onun için ayrıca mutluyum. Unutmamış bir de herkese imzalatmış. O beni takım arkadaşlarıyla da tanıştırır ki, sadece ona değil arkadaşlarına da hayranım." Heyecanımı ve mutluluğumu onunla paylaşmak istedim, ondan başka söyleyebileceğim biri de yoktu ki, etrafımda onca kişi varken herkese susup sadece ona konuşmak istiyordum ben.

"Sen çaya da gidersin artık, malum Hakan'ın kiracısı oldu, hem yüzünü görmek istemiyorum diyor hem kiracı olarak alıyor. Değişik herif." Yani evi görmeden taşınmayı kabul ettiğinden dolayı en az teğmen kadar Miray da değişikti benim gözümde, iki değişik birbirlerini bulmuştu.

"Ortak nokta bu olur belki." Bu defa bakışlarını bana doğru çevirdi. "Bakalım aralarındaki enerjiyi ne zaman fark edecekler?"

Ya siz, siz beni ne zaman göreceksiniz? İlle kollarınıza düşüp kanımın akması mı gerek? İlle beni görmeniz için acı mı yaşamam gerek?

"Bazıları vardır görmez komutanım, ne yaparsanız yapın görmezler. Hakan Teğmen inşallah onlardan değildir. Tabii biz kendimiz yakıştırdık o da var ama yani bazıları var daha ötede şeyleri görmüyor." Tutamadım kendimi, laf sokmak, bir anlığına dahi olsa kafasına bir şeyleri kakmak istemiştim, yine de anlayacağını sanmıyordum ama denedim. Mete Üsteğmen yola bakıyordu yine başını bana çevirdi yüz ifademi görmek istemişti.

"Ne demek istiyorsun?"

Gözlerimden anlamadınız mı? Böyle severken hiç hissetmediniz mi? Bu kadar mı körsünüz aşkıma karşı?

"Yok bir şey." Üsteleyecekti bu defa farkındaydım ancak telefonu çalmıştı, açıp kulağına götürdü. Bu arama beni kurtarmıştı.

"Alo, aaa tamam alırım ben seni. Gideriz ya, zaten biraz daha seni ihmal edersem dayak yiyecekmişim gibime geliyor. Tamam hadi arabadayım şimdi yarım saate sendeyim, öptüm görüşürüz."

Bir açıklama bekliyordum, kimi öpmüştü kime gidecekti merak ediyordum. Eve dönmeden bir kahve içebileceğimizi düşünmüştüm oysa ki, şimdi birisi onu çağırmıştı bu biraz canımı sıkmıştı, planlarım iptal olmuştu.

"Güzel bir hanımefendiden davet aldım, seni bırakıp ona geçeceğim."

Güzel bir hanımefendi...
Davet...
Ona geçmek...

Yutkunamadım, dünyam başıma yıkıldığı gibi bu gerçekle yüzleşmeye kalkmam çok canımı yakmıştı. Daha çok canımı yakamazdı, o an kalbime bir kurşun sıkıp öldürmüştü beni. Gülen yüzüm soldu, birden ışık gibi parlayan gözlerimin feri söndü, bir saniyede bambaşka birine dönüştüm. Sadece öyle durdum, yola bakıp cevap veremedim bir süre. Ne diyecektim ki sevdiğim adama? Hayırlı olsun mu diyecektim ya da yanında deliler gibi ağlayacak mıydım?

"Benim işim vardı, ineyim ben burada." demekten başka bir şey gelmedi aklıma, dünyam yıkılmıştı ve o buna şahit olmamalıydı.

"Nereye gideceksen bırakayım." dedi, yine beni düşünüyordu amına koyayım kafamı karıştırmadan durmuyordu ki bu adam, düşünme artık bırak ne hâlim varsa göreyim işte.

"Tam şurada işim var inmem gerekiyor."

Mete Üsteğmen arabayı sağa çekti ve gözlerini donmuş yüzüme çevirdi. "İyi misin sen?" Başımı iki yana salladım yavaşça, bir kelime daha edemedim ve arabadan aşağıya attım kendimi. Şurada işim var dediğim yer tekeldi, saat yaklaşık birdi. Gündüz değil gece olmasını dilerdim, bir şişe rakı ve su aldım, adamdan bir de bardak rica ettim. Parası neyse veririm diyerek de ekledim, cebime daha önceden tıkıştırdığım paralarla ödedim, bunun olacağını hesap edememiştim.

Karşıda bir park vardı, sessiz bir yerdi. Çoluk çocuğun oynamadığı genelde köpeklerin gezdiği küçük ama benim sığınabileceğim, gerçeklikten uzaklaşabileceğim bir parktı. Kendimi yeşillerin içine attım, soğuk olup olmamasını umursamadan yere oturdum bağdaş kurarak.

"Ne bekliyordun Azra, 5 sene sustun o anlasın istedin, hiç elinden gideceğini düşünmedin mi geri zekalı?" Doldu gözlerim, önümdeki poşettekileri çıkartıp hazırladım. İlk yudumumu alırken aktı gözyaşım.

Öylesine seviyordum ki onu başka birini sevme ihtimali beni yerle bir etmişti, karanlıkta kalmıştım artık. Bana yaşattığı en güzel günü berbat etmişti. Bir yudum daha aldım, sigaramı da yaktım derin bir nefes çektim ciğerlerime, bir gün içki ve sigara bitirecek beni sanıyordum, onun bitirebileceğini hiç düşünmemiştim. Havaya yükselen dumana takıldı gözlerim, bunu hak etmiş miydim? Kör adam beni görememişti ama ben de kendimi göstermemiştim bende de kabahat vardı.

Bir insan neden beni severdi ki zaten? Güzel değildim, ağzım da bozuktu. Kalbimin içini de kimse göremiyordu zaten. Beni neden anlamadı ki kimse? Sevmediler beni, başımı okşanmaya, elimi tutulmaya layık görmediler. Bilmiyorum belki de kendim işleri buraya kadar getirdim. Her insan sevgiye layıktı ama ben değildim. Bilmiyorum sebebini, ben bugün ağlamaktan ve içmekten başka bir şey bilmiyorum. Kalbim zayıf belki de, bir aşka tutunup kendini unutmuş ondan ötesini düşünmeyen bir kadındım ben.

"Saçımı neden okşadı ki? Ben nasıl üzülmeyeyim şimdi?" Bir yudum daha aldım, öncekine nazaran daha büyük bir yudumdu. Sigara üç çekişte biter miydi? Bitirdim. Yenisini çıkardım onu da bitirdim. Sonra rakımı bitirdim onu da yeniledim, bir sigara daha yaktım. İçimdeki yangından daha az yanıyordu sigaram.

Dizlerimi karnıma çekerken aklımın hafiften bulandığını hissettim, sarhoş değildim ama rakı etkisini biraz göstermeye başlamıştı. Bir elimde sigara bir elimde rakı bardağı kollarımı yere doğru uzattım. Rakıdan mıdır bilmem daha çok ağlıyordum, sürekli ağlamak geliyordu içimden, engel olamıyordum buna.

"Söyleyemedim amına koyayım, hep yuttum. Sizi seviyorum diyemedim. Gözlerine baktım, sinirden delirecekken sarıldım. Dizine yattım ya, ağladı bakarken bana. Babasının hediye ettiği o değerli kalemi verdi bana ya. Hiç mi sevmedi be hiç mi?"

Sevmemişti demek ki, onun için herkes gibi olmak istememiştim hiçbir zaman ama öyle olmuştum galiba. Güzel değilim diye sevmemişti belki de beni ama güzel bakıyordum hiç mi etkilenmedi benden? Kalbini hiç kıpırdatamadım mı ben?

Yüzümü buruşturarak elimdeki bardağa baktım, yarısı bitmişti, bir içişte kalanını da bitirdim. Fazla acıydı, yüzüm buruşuktu biliyordum ama eminim ki üzgün de duruyordu. Bu birden hamlem beni daha da sarsmıştı, hissettim. İçkinin etkisiyle daha da yıkılmıştım. Sigaramın tüten dumanına baktım, nasıl da titriyordu bir başına, onun gibi yalnızdım işte.

O gün o ipe ben bağlı olsaydım keşke, o ip benim boynuma geçseydi ve kimse beni kurtaramasaydı. Belki 5 sene acı çektikten sonra buna şahit olmak durumunda kalmazdım ben.

Bir bardak daha doldurdum, bardağı dudaklarına götüreceğim sırada telefonum çaldı. Küfredesim geldi efkarımı bozdu diye, üzerinde geçen adı görünce yapamadım, burukça gülümsemekten başka hiçbir şey yapamadım ben.

"Geri zekalı arıyor." Başımı salladım iki yana. "Güzel hanımefendi varken beni neden arıyor?" Kaydır tuşunu çektim ve telefonu kulağıma götürdüm. Ne söylemek istiyordu merak ediyordum, başkasının yanında beni düşünecek ne olmuştu?

"Azra formaları çantana koyarken cüzdanını düşürmüşsün, seni bıraktığım yere geldim. Eve dönmekte sorun yaşama, neredeysen getireyim."

Beni böyle düşünürken böyle delik deşik etmesi mahvediyordu. Hiç düşünmese umursamasa daha az yanardı canım. Düşünceli bir geri zekalıydı. En kötü yürürdüm eve, sanki dağlarda saatlerce yürümüyorduk. Amına koyayım aklımı karıştırıyor hep, ne yapmak istiyorsunuz ben çözemiyorum sizi?

Onunla kısa sürede görüşebilmek için bilerek düşürmüştüm cüzdanımı, sonra ön koltuğa geçince ve inince tüm olaylar başka yöne evrilmiş, bir daha da uzanıp alamamıştım. Bunu dert edinip beni bıraktığı yere gelmişti aptal.

"Parkta." diyerek telefonu yüzüne kapadım. Elimdeki rakı bardağına baktım, bir iki çevirdikten sonra dudaklarımın arasına götürdüm yeniden. Kocaman bir yudum aldım, aklım henüz kaybolmamıştı ama biraz bulanmıştım farkındaydım.

"Değmen benim gamlı yaslı gönlüme,
Ben bir selvi boylu yardan ayrıldım ayrıldım ayrıldım oy." Bir yudum daha içtim rakımdan. Gözlerimdeki birkaç yaşı daha serbest bıraktım. Onun yaklaştığını fark etsem de umursamadım bu defa, inceldiği yerden kopsun istedim. Eserini görmesini istedim.

"Evvel bağban idim dostun bağında,
Talan vurdu ayva nardan ayrıldım, ayrıldım, ayrıldım oy." Karşımda beliren adamı görünce birkaç damla daha süzüldü yanaklarımdan. Yutkunmakta güçlük çekiyordum, o bana acı veriyordu. Mete Üsteğmen şaşkınca dağıtmış olduğu her halinden anlaşılan bana baktı, böyle bir görüntü beklemiyordu, yarım saatte ne değişmiş olabilirdi ki? Çok şey değişmişti üsteğmenim, siz çok şeyi değiştirdiniz.

"Garip kaldım şimdi gurbet ellerde,
Ben gönlümü çalan yardan ayrıldım, ayrıldım, ayrıldım oy." Son dizeyi onun gözlerinin içine baka baka söyledim, çekinmedim bu defa, aman anlar diye korkmadım, bilsin istedim. Sonra da rakımdan bir yudum daha aldım. Ne yapacağını bilemedi öylece izledi beni. Bu defa izleme sırası ondaydı, yıllarca ben onu izlemiştim, susmuştum.

"Gökyüzünde turna gibi dönende,
Baykuş gibi viran yurda konanda, konanda, konanda oy." Bir yudum daha alacakken üsteğmen yanıma çöktü ve elimdeki bardağı zorla alıp arka tarafa koydu. Cüzdanımı yarı açık çantamın içine koyup fermuarını çekti. Bu hâlime rağmen unutmamış gelme amacını tamamlamıştı. Belki de giderdi beni burada bırakıp.

Gitmezdi.
Biliyordum asla gitmezdi.
Allah kahretmesin biliyordum ve bu beni daha çok yaralıyordu.

"Çok ağladım Mecnun gibi çöllerde,
Ferhat gibi Şirin yardan ayrıldım, ayrıldım, ayrıldım oy." Son dizeleri söylerken başımı yana eğdim derin derin baktı elalarına. Öyle güzel gözleri vardı ki, biraz kızarmış mıydı anlayamadım, o kadarını çözebilecek bilinçte değildim. Benim için ağlamazdı ki. Bir kere vicdanından ağladı ben ağlarım diye ağlamazdı.

"Madem beni sevmediniz saçımı neden okşadınız ki? Belki o zaman daha kolay dayanırdım." Sonra başımı iki yana salladım, ne dediğimi biliyordum. Sarhoş değildim ben.

"Yalan söyledim dayanamazdım, onca sene sevmişken..." İlk defa dudaklarımdan onu sevdiğim çıkmıştı, gönlün ferman dinlemediği gibi dilim de fermuar dinlemiyor konuşmadan edemiyordu işte, 5 sene susup ilk defa patlamıştım. Bu sözler ikimizi de yakacaktı biliyordum ama duramadım, durduramadım kendimi.

"Azra çok sarhoşsun, konuşma böyle." Tereddütle elini uzattı yanağıma, gözyaşımı parmaklarıyla sildi, bir kez daha yumdum gözümü. Değen parmakları daha çok yaşımın dökülmesine sebep olmuştu. Dokunmayın işte, dayanamıyorum yapmayın. Acıyor anlamıyor musunuz?

"Ağlama şşş." Yakından görüyordum onu, gözlerinin dolduğunu fark ettim, acımış mıydı bana, ondan mı böyle yapıyordu? Sarhoş demişti bana ama ben ne dediğimi biliyordum, sarhoş değildim.

"Ya ben sizi öyle sevdim ki, o 5 sene öncesini aşamadım. Ben sizi aşamadım. Görün beni diye çok bekledim, siz gözüme bakınca her şeyi anladınız da bir sevgimi anlamadınız."

Kalbim acıyordu, onun acıyor muydu bilmiyordum ama beni görmemesine rağmen çok iyi bir kalbi vardı. Muhtemelen bana yaşattıklarına üzülmüştü, fazlasını beklemiyordum ondan.

O sustu, sadece dinledi beni. Onca zaman susmuştum ben, bu defa konuşma sırası bendeydi, susacak kişiyse oydu.

"Ben size kavuşamayacağımı bile bile sevdim, sizden başkasını sevemezdim ki, sevemem ki? Nasıl seveyim. Kalbim böyle sizin için atarken bir başkası için nasıl atabilir?" Siz nasıl sevdiniz demeye getiriyordum, buna dayanamazdım, dayanamamıştım zaten ortalık birbirine girmişti, rakıyla dağıtmıştım iyice. Bitmiş bir kadın vardı karşısında, asla görmediği ona körkütük âşık bir kadın.

"Ben sizi o ipten aldım ama kendim bağlandım, kendimden geçtim de sizden geçemedim. Türkülerde aradım bir orada buldum, şimdi o..." Acı bir şekilde yutkundum, işaret parmağımı kaldırıp onun göğsüne götürdüm. Orada bir başkası vardı, beni öldürmüştü yaşarken.

"Burada başka biri varmış, söyleyin nasıl dayanayım? Güzel değilim diye mi sevmediniz beni?" Çok sarhoş gibi gözüksem de bunların tamamı bir sarhoşun söyleyeceği sözler değildi, bunlar bir âşığın sözleriydi. Ben içimden gelerek söylüyordum bunları.

Başımı yana eğdim, çenem titriyordu hissedebiliyordum. Siyah gözlerim buğulanmıştı. Berbat halde olduğumun farkındaydım, güzel değilim diye sevmemişti beni. Küfreden çirkin bir kızı kimse sevmezdi, sevmemişti kimse beni Mete Üsteğmen mi sevecekti?

"Gözümde güzel olduğunu anlaman için benim daha ne yapmam gerekiyor?" Sözlerini söyledikten sonra başını iki yana salladı, onun gözünde ben sarhoştum, belki de onun için değil de beni umursamadığı için susmuştu. Göğsündeki parmağımı tutup yere indirdi, farkında değildi ama elimi bırakmamıştı. Sesimi çıkarmadım, çekmedim elimi. Ona kızsam da bana ne yaparsa yapsın yine bana dokunsun istiyordum. Biliyordum o kötü bir şey yapmazdı kimseye, o kimse içine ben de dahildim.

Güzel olmadığımı biliyordum, ben üzülmeyeyim diye böyle söylüyordu. Ben üzülmeyeyim diye bir şeyler yaparken ben her zaman üzülen taraf nasıl oluyordum bilemiyorum. Sarhoş değilim ben her şeyin farkındayım.

"Geri dönülmez yollara girmek üzereyiz, ayılınca konuşalım ne olursun. Mahvetmişsin kendini be kızım ablamla dışarı çıkalım dedik ne yapmışsın kendine böyle?"

Güzel bir hanım dediği ablası mıydı? Ben her şeyi dökmüştüm meydana bunu bilmeden. Umursamadım, iyi bile oldu, bu kadar taşıyabildim ben yüreğimdekileri biraz da o taşısın istedim. Ben tek başıma ölüyordum, beraber ölürüz şimdi.

"Ben güzel hanımefendi dediğinizde..." Başımı iki yana salladım ne fark ederdi ki görmemişti beni yıllarca. Şu günün sabahına kadar görmemişti.

"Ne fark eder ki, ben çok yıkılmam, yıkılınca da kalkarım en iyi siz bilirsiniz. Bir tek size yerle bir oldum ben. Ablanız olsa ne olacak ki, yine beni sevmiyorsunuz." Gözlerim onun tuttuğu elime takıldı, daha çok ağladım. Bunu isteyerek yapması için her şeyimi verirdim, farkında bile değildi. Beni yerle bir ettiğini bilmiyordu.

"Biz çoktan o dönülmez yola girdik siz görmediniz. Ben o yola o ipe sıktığım gün, o dikişi attığım gün, o hastanenin kapısında geberene kadar ağladığım gün girdim."

Karşısındaki güçlü kadını bu kadar dağıttığı için küfretmiş miydi kendine bilmiyordum, gözyaşlarım onun canını yakıyor muydu bilmiyordum. Öyle bir bakış attı ki gözlerime, akan damlaları öyle hızlı sildi ki yüzümden sanki onlardan nefret eder gibiydi, yok etmek istemişti onları.

"Sarhoş olmasaydın oturup seninle konuşurdum ama şimdi konuşursam hatırlamayabilirsin. Tek bir şey yapabilirim." Sesindeki küçük titremeyi hissettim, hüzünden miydi onu da bilmiyordum. Yanımdaydı, gitmemişti ama susuyordu. Bana seni seviyorum demeyeceğini bilsem de bir umut beklemiştim. O yine susmayı tercih etmişti, sevmiyordu beni ve asla sevmeyecekti.

Tam karşımda duruyordu, yan tarafıma doğru geçti. Ela gözlerini ağlamaktan kıpkırmızı olduğunu düşündüğüm kara gözlerimden ayırmadı. Bir kere daha boştaki elini yüzüme götürdü, yaşlarımı sildi. Yapmayın daha çok canım yanıyor diyemedim, gözyaşımı silmesine bile hasrettim ben, manyak etmişti beni.

"Bu yaşlar benim de canımı acıtıyor, ağlama gözünü seveyim." Ayırmadı elini yüzümden, biraz daha yaklaştı, bacağının birini altına alıp diğerini arkamdaki boşluğa attı. Göğsüne çekti başımı, itiraz etmedim, ona nasıl hayır diyebilirdim ki? Döndüğüm yer kaçtığım liman olmuştu yine.

Göğsünde huzur, ellerinde mutluluk vardı ama bana bunları çok görmüştü, sevseydi her şey başka olurdu. Sevseydi göğsünde ağlıyor değil gülüyor olurdum. Sevmemişti, beni gözyaşına mahkum etmişti.

Bazen kelimelerden daha çok şey ifade eden şeyler vardı, sarılmak da öyle bir şeydi. Bana ne dese teselli edemeyecekti ama sarılınca bir nebze olsun beni sakinleştirmeyi başarabilmişti. Yine ona sığınmıştım, yine ona teslim olmuştum. Yine beni yenmişti ve ben yine onu seviyordum.

"Hem sevmeyin hem ağlatın hem sarılın, siz de ne istediğinizi bilmiyorsunuz." Bunu söylerken ayrılmadım ondan, hiç de ayrılmaya niyetim yoktu, yerim çok güzeldi ve huzurluydu. Beni o yıkmıştı ama derdimin devası da ondaydı.

"Ben ne istediğimi çok iyi biliyorum da şimdi yeri değil. Bu kadar sarhoş olana kadar aklın neredeydi?"

"Sizdeydi, bir gram aklım vardı onu da siz aldınız. Sizi sevsem de nefret ediyorum ağzıma sıçtınız benim." Hak etmişti tüm sözlerimi, onu kızılcık sopasıyla dövsem yeriydi, dövmediğim için şükretmesi lazımdı. Kalbimi kırıp parçaladıktan sonra ona ne yapsam mübahtı.

"Şu an ayık olmanı gerçekten çok isterdim, kim kimin ağzına sıçıyor görürdün o zaman." Ağlamalarım sarılmanın etkisiyle küçük bir sataşmaya dönmüştü. Nasıl başardı bilmiyorum ama gözyaşım akmayı bırakmıştı.

"Bari türkü söyleyin, bir de rakı."

"Rakı kalmadı elimizde türkü var." Sırtımı yavaşça sıvazladı daha da sakinleşmemi ister gibi ama sesi zaten o etkiyi yapacaktı bana biliyordum. Bir insan ancak bu kadar güzel türkü söyleyebilirdi, ona ayrı sesine ayrı âşıktım.

"Siyah zülfün tellerine,
Siyah zülfün tellerine,
Muhabbetin yellerine,
Kurban olam dillerine." Siyah zülüflerime geçirdi parmaklarını, hafif esintide uçuşan tellerimi seyretti, görüyordum bunu.

"Canım yar ruhum yar hayranım yar,
Yar senin kaşın yar senin gözün,
Kapkara kapkara gönlüm yara." Yeniden gözyaşı dökmeye başladım, neden olduğunu bilmiyordum, sarhoş falan da değildim ki.

O ağır rakı kokusuna rağmen bu adam bana nasıl sarılabiliyordu bilmiyordum. Ben bugün ona olan aşkımdan başka hiçbir şeyi bilmiyordum galiba.

"Yar senin kaşın yar senin gözün,
Kapkara kapkara gönlüm yara." Son iki kelimeyi duyunca başımı daha da yasladım göğsüne. Sanki oraya sığınınca tüm acılarım geçecek gibiydi, geçmiyordu.

"Daha gençken benim yaşım,
Daha gençken benim yaşım,
Ağarıyor saçım başım,
İnci gibi senin dişin." Madem sevmiyordu neden sarılıyordu, neden zülüflerimi parmaklarına dolamıştı? Vicdan mı yapıyordu?

"Canım yar ruhum yar hayranım yar,
Yar senin kaşın yar senin gözün,
Kapkara kapkara gönlüm yara." Göğsündeki ıslaklığı hissettiğinde parmaklarıyla yeniden gözyaşımı sildi. Hem ağlatıyor hem de merhem olmaya çalışıyordu. Aşk böyle bir şey miydi?

"Yar senin kaşın yar senin gözün,
Kapkara kapkara gönlüm yara."

"Bir de kara kaş kara saç türküsü söylüyor ya."

"E sana türkü söylememi istedin sarışın mısın sen? Sarı gelin mi söyleyeydim, nenen mi ölsün?" Komutanımın bacağına bir tane yumruk geçirdim, hafif bir yumruktu bu saçmalama der gibiydi. Ayıktım ben sarhoş değildim normalde ona böyle vurmayacak olmam sarhoş olduğum anlamına gelmezdi.

Üsteğmenin telefonu çaldı. "Abla benim işim çıktı gelemiyorum, bir dahakine artık. Kızma ya kocana sor onu Allah Allah. Öptüm hadi görüşürüz."

"Yalan söyledim senin yüzünden." dediği sırada bir kere daha telefonu çaldı. Bu defa gerçekten karargah arıyordu.

"Hemen mi, biraz uzaktayım hemen yola çıkıyorum. Emredersiniz Komutanım. Ben hemen timi toparlıyorum." Yalanı gerçek olmuştu ablasının kocası acil göreve çağırıyordu bizi. "Da seni ne yapacağız?" Beni yavaşça ayırdı göğsünden.

"Ben sarhoş değilim attığımı vururum elim asla titremez."

"Bir önceki sarhoşluğunda beni Mete Han sanan kız mı diyor bunu?" Başıyla parmağımı aynı anda salladım adama.

"Han olan Meteleri sevin üsteğmen olanları sevmeyin. Asla sevmeyin kalpleri yok."

Benim mi kalbim yok der gibi baktı yüzüme, aklından neler geçiyordu acaba? Hislerim hakkında hiçbir şey söylememişti, kalpsizdi işte. Beni reddetmeye bile değer görmemişti.

Bu göreve ben de gitmek zorundaydım biliyordum, hemen karargaha çağrılmıştık ve dediklerini duymuştum, göreve çıkacaktık karargaha ayık gitmeliydim. Sarhoş olmasam da biraz daha ayılmak iyi olabilirdi, bazen bir noktaya sabit bakıp konuşmuyordum çünkü.

"Ben biliyorum yapacağımı."

"Ne yapacaksınız öpecek misiniz?" Ayağa kalktığında beni de kaldırdı, sendeliyordum. Yerdeki bardağı poşete koyup çöpe attıktan sonra çantamı da alıp beni yürütmeye başladı. Ben yürüyebilirdim ama kolumda o varken yürümek çok daha güzeldi.

"Hıhı öpeceğim ben seni çok güzel birazdan görürsün." Parkın yanına çektiği aracının kapısını açtı, bu ânı daha önce de yaşamıştım ben, o zaman sarhoştum ama hatırlıyorum. Yolcu koltuğuna beni oturtup emniyet kemerine uzandığında elini itekledim. Yaz dizisi çekmiyorduk burada. "Ben yapabilirim." dediğimde beni dinlemeyip takmaya uğraştı, bayağı yakınıma girmişti. "Bozuk, yoksa takabileceğini biliyorum."

"Şöyle yakın durmayın nefesim kesiliyor." Söyleyemediklerimin acısını çıkartıyordum, 5 sene susmamın bedeliydi sözlerim.

"Sen bu dediklerini hatırlamayacaksın ama ben hatırlayacağım." Umurumda değildi, omuzlarımı silktim, her şeyi bilmesini istedim. Ben sarhoş değildim bunu bir türlü anlamamıştı.

Direksiyona oturdu ve ciğerlerine derin bir nefes çekti sonra da bana döndü. Başımı koltuğun başlığına yaslamıştım yan şekilde, yüzüm ona dönüktü her bir zerresini aklıma kazımak istiyordum fırsatım varken.

"Nesimi'ye sormuşlar yarin ile hoş musun, hoş olayım olmayayım o yar benim kime ne demiş. O sevsin sevmesin ben sevmişim kime ne?"

"Sen benim askerimsin değil mi?" Başımı salladım. "O zaman emirlerime uymak zorundasın. İstediğini söyle bana ama şu gözyaşın bir daha akmasın. Emrediyorum." Üzerimdeki badiyi parmaklarımın arasına sıkıştırıp çektirdim ve yanaklarıma götürüp sildim yaşlarını.

"Emredersiniz." Böylelikle dikkatini yola verebilirdi, aksi takdirde buradan gidemeyecektik, benimle uğraşacaktı biliyordum.

Kontağı çalıştırıp sürmeye başladı arabasını. Ben de kapamıştım gözlerimi, kaşlarım çatıktı, canım acıyordu. Sazın kırılan teli gibiydim, kopup gitmiştim bir yana.

Sarılsa ne yazardı ki, sevmiyordu sevseydi beş sene gözlerimin içine bakan hiç gelmez miydi? Şimdiden sonrası daha zor olacaktı. Artık onu tamamen kaybetmiştim, arkadaş da kalamazdık sadece komutandı o artık hayatımda. Demir onu yap şunu yap diyebileceği biriydim, Azra değildim artık sadece Demir Astsubay'dım.

Onu sevmiyor diye suçlayamıyordum da. Kalbinde başka birisi de olabilirdi, olduysa da benim de hatam vardı, 5 sene içinde tuttuğum duygular asla dile gelmemişti, o bilmeden ne yapabilirdi ki? Yine de bakışlarından her şeyi anlarken bunu da anlamasını beklemiştim ben, o anlamamıştı. Sitem de edemiyordum içten içe, sebebi buydu. Nefret ediyorum desem bile bu iki kelimeden öte bir şey değildi, anlamsızdı.

Belki de Mete Üsteğmen de tutuyordu kendisini, sarhoş olduğumu düşünüp susuyordu, bizden olmaz diyemeyişi belki de bundandı. Şu saatten sonra konuşmasını istemiyordum zaten, bu beni yıkmaktan başka bir şey değildi. Beni bu hallere düşürdüğü için belki de iyi hissetmiyordu kendisini. Benim gibi güçlü kadını gerçekten yerle bir etmişti, o akan yaşlar canını yakmıştı ama benim canım daha çok yanmıştı. Her şeyin çaresini bulan ben ilk defa çaresiz kalmıştım ve aşk yaramın çaresini bulamamıştım.

Açtım gözünü yine. "Ama ben ağlamak istiyorum." Komutan bana hiç taviz vermiyordu, emir veriyordu. Ben ağlıyordum ama o emrediyordu. Vicdansızdı. Ciddi duruyordu.

"Emrime karşı mı geleceksin? İdari işlem başlatırım hakkında sakın cüret etme."

"Halden de anlamıyor, bu kadar vicdansız değildiniz siz ya. Sevildiğinizi duyunca değiştiniz mi?"

"Ben hâlâ aynı adamım." Sadece konuşuyordu, benim bildiğim Mete Üsteğmen bana bu halde emir vermezdi.

"Bok aynı adamsınız, ben böyle işin feriştahını..." Son kelimeyi söylemedim yuttum. "Şuram acıyor." Parmağımla tam kalbimi işaret ettim.

"Keskin nişancı ben değilmişim sadece, siz de iyi nişancıymışsınız."

Kamyon arkası sözlerimle romantiklik arasındaki ince çizgide adımlıyordum. "Susuyor ya bir de, ağlamamı da yasakladı. Gözümden yaş akmıyor olabilir içime içime ağlıyorum şu an."

"Zamanı gelince ben konuşacağım sen dinleyeceksin, tabii bugünü hatırlarsan. Eğer hatırlamazsan bugünü hiç yaşamadık." Arabanın kontağını çevirip aşağıya indi. Yarısında uyukladığım için kısa gelmişti yol bana, aslında çok da kısa değildi. Ben de onu beklemeden indim aşağıya, dengemi korumaya çalışarak kapıyı kapadım. Mete Üsteğmen kilitledikten sonra beni kollarından tutup merdivenlerden çıkarttı, bu biraz zor olmuştu ikimiz için de.

"Merdiven bile çıkamayan kıza tüfek tutturmak zorundayım, tam da sırasıydı görevin gerçekten."

"Ben sarhoş değilim." dedim yeniden, beni geçiştirip anahtarımı istedi, hiç uğraşmak istemediğimden çantamı uzattım direkt. Gayet fermuarı açabilirdim ama arada bulanık görüyordum.

Bir kadın çantasında anahtar bulmak kamufle olmuş teröristi bulmaktan daha zordu. Üç dakikanın sonunda anahtarı bulunca deliğe sokup çevirdi üç kere, kapı açılınca önce benim sonra da kendisinin ayakkabılarını çıkartıp içeriye gitti. Ben de seke seke yürüyüp kendimi koltuğa attım.

Acelemiz vardı biliyordum ama sonunda pes edip iki dakika benimle konuşmak istemişti, yanıma oturmasını buna yorumladım.

"Yiyorsa seversiniz hodri meydan." dedim ona laf hakkı vermeden. Onu oldukça zorluyordum bunu yüzündeki karmaşık ifadeden görüyordum.

"Azra şu an sana ne söylesem beni anlamayacaksın ki. Bu görev çıkmasaydı çok daha rahat konuşabilirdik ama gitmemiz gerekiyor. Bunu biraz ertelememiz lazım." Beni reddetmeyi kendi kendine ertelemişti, bana sormamıştı neyi duyup duymak istemediğimi. Kafasına göre karar vermiş beni de buna zorlamıştı.

"Söyleyin işte bitsin gitsin." Uzadıkça canım daha çok yanacaktı, beni sevmediğini duyarsam o şimdi olmalıydı.

"Öyle kolay değil." Ayağa kalktı bir şey söylememi beklemeden. "Banyo ne tarafta?"

"Ne işiniz var orada? Konuşuyorduk işte neden kaçıyorsunuz?" derken parmağıyla içeriyi işaret ettim. "Öpeceğim ya seni hazırlık yapacağım." Başını iki yana salladı. "Konuşacağız ama sonra. Kaçmıyorum." Banyoya gitti, içerisi derli toplu haldeydi o yüzden rahattım, iki günlük tatilde evi temizlemiştim, her yer pırıl pırıldı. Tekrar yanıma geldiğinde kolumdan tuttuğu gibi banyoya götürdü beni, küçük tabureye oturttu.

"Korkaksınız." Dinlemedi sözlerimi, üzerimdeki badiye bakıp gözlerime baktı, izin ister gibiydi. Başımı salladığımda çıkartıp kenara attı. Suyun direkt tenime temas etmesini istediğini fark ettim, neden yıkanıyordum? Pis miydim ben?

Suyun ısısını ayarlayıp duş başlığını üzerime tuttuğunda donduğumu hissettim, çok soğuktu ve bu adam neden bana soğuk su tutuyordu? Vicdansızdı, beni soğuk suyla yıkayacak kadar vicdansızdı.

"Çok soğuk." Ayaklanmaya çalıştığımda beni tekrar yerime oturttu. Zorbaydı da, komutan diye her istediğini yapabileceğini mi sanıyordu?

"Kaçarsan seni atletle karlı göreve yollarım."

"Siktir götüm dondu." Sesim biraz yüksek çıkıyordu. "Alt komşu duyacak bağırma." Benimkinin aksine onun sesi daha sakindi.

"Sağır o teyze duymaz, yeter ayıldım tamam." Sarhoş değildim ben. Tam beş dakika oradan çıkmak için çırpındım, Mete Üsteğmen 1.90 boyuyla kabinin önüne duvar oluşturduğundan başaramadım. Soğuk su bir yerden sonra hissizlik getirdi vücuduma, bakışlarımın değiştiğini ayıldığımı hissettim. Ben sarhoş olmuştum ve komutan benim üzerime su tutup beni ayıltmıştı. Üşüyordum, hasta olmak istemiyordum. Bakışlarımdan anladı yine sordu.

"Şimdi daha iyi misin?" Değildim, beni yerle bir etmişti, nasıl iyi olabilirdim ki?

"İyiyim komutanım." Ben Azra'ydım işte, ayılmıştım, karargaha gidince bir de revirden ilaç alırsam göreve toparlanmış olarak gidecektim, fiziken. Suyu kapayıp önümden çekildi, ayağa kalkıp bornozumu üzerine geçirdikten sonra yatak odama attım kendimi. Önce soyundum, sonra iyice kuruttum vücudumu, saç kurutma makinesini de üşütmemek için tenimde gezdirdim iyice ısıttım bedenimi. Sonra siyah tayt ve polarımı giyinip saçlarımı kuruttum. Hâlâ kokuyordum, kendimden rahatsız oldum, çaresini bildiğimden rahattım. Karargahta hiç kimse içtiğimi anlamayacaktı. Saçlarımı tarayıp ördüm ve başımı kapıya çevirdim. Aşkımı haykırdığım adam kapıda bekliyordu. Yavaşça adımladı kapıya doğru, elini kapı koluna uzattım sonra açıp karşımda bekleyen adama doğru yürüdüm. Yorgun hissediyordum ama bedenim değil ruhum yorgundu, kalbim yorgundu. Onun yüzünden yorgundum ben.

"Gidelim mi?" Sorusundan başka hiçbir şey söylemedi bana, arabada da hiç konuşmadım. Mete Üsteğmen de üstelemedi, benimle konuşmamaya kararlıydı. Her şeyi hatırlıyordum, her ayrıntıyı hatırlıyordum. Hatırladığımı da tavırlarımdan belli ediyordum, anlamıştı. Sarhoştum ama âşıktım, beni reddedilmeye bile layık görmeyip susmuştu. Onun için hiçbir şey ifade etmediğimin iyice farkına varıp susmayı tercih ettim. 5 sene nasıl sustuysam yeniden aynısını yapacaktım.

Yoldan bir an olsun ayırmadık gözlerimizi, o soğuk duşun soğuk etkisi ikimize de geçmiş gözüküyordu. Karargaha ulaşmak kısa sürdü, revire gidip ilaç aldıktan sonra görev için hazır bir Azra vardı artık, savaşmaya ve tüm dertlerimi bu kapıda bırakmaya hazırdım. Kamuflajları giyinip toplantı salonuna geçtim.

"Solgun gözüküyorsun, makyaj yapmadın mı sen?" Beş senelik aşkın yükü omuzlarımdan kalkmış olsa da karşılık alamamıştım, solgun gözükmem çok normaldi.

"Yapmadım abi, cildimi dinlendireyim biraz dedim." Keşke dinlendirmem gereken tek şey cildim olsaydı ağabey.

"Ne güzel tatildeydik, görev nereden çıktı şimdi?" Zeynep'le vakit geçiriyordu bol bol, şimdi tekrar görev çıkması çok çabuk olmuştu. Bir de çift olmayanlar vardı onlar da Mete Üsteğmen ve benim gibi dağılıyordu işte.

"Sana özel çıkarttılar devrem, komutanlar senin benimle vakit geçirmeni daha çok istiyorlar."

Göktürk, Enes ve Zeynep'in ilişkisinde yırtık çoraptan fırlayan parmak gibiydi her yerden çıkıp onları bıktırmıştı. Benim ilişkim bile yoktu ki araya biri giremezdi şakasına bile. Değer bile görmüyordum. Beni teselli için iki şey söyleyip iki şey yapıp gidiyordu. Boğazımda takılı kalan bir şeyler vardı, yerinden kımıldamıyordu, o hep oradaydı.

"Kiracı gelecekti yarın be."

"Evi kiraya mı verdiniz?"

"Verdi, Miray Kalyoncu'ya hani adı yasak olan." Timde bundan haberi olmayan herkes Hakan Teğmen'e döndü.

"Karşılıklı çıkarımız vardı bakmayın öyle."

"Demek ki şu dünyada imkansız diye bir şey yokmuş, Türk'e imkansız de otur izle." diyerek güldü Sayaç, o kadar nefret söyleminden sonra bunu yapması şaşırtmıştı herkesi. Biz de en başında şaşırmıştık, değişiklerdi ama bizim kadar da imkansız değillerdi gözümde.

"İmkansız vardır Sayaç, imkansızın da olmayışını oturup izlersin." İmalar yerini bulmuş çaprazımda oturan komutanıma saplanmıştı. Bu sözlerin ona gittiğini sadece o ikimiz biliyorduk, bir de Fırat abi. Canı yanmış bir kadındım ben susamıyordum işte.

Reşat Yarbay içeriye girince hepimiz ayağı kalktık, o oturunca da oturduk. Önündeki dört dosyayı da ikişer kişi bakacak şekilde öne doğru uzattı.

"Bu yakaladığınız Louis Berger'in silah sevkiyatını fotoğraflamak için bölgeye davet edildiği istihbaratını aldık, Louis'i sıkıştırınca da doğruladı. Bunu Eliza'ya vermemiş olmaları da ona daha yeni güvenmiş olmaları. Yani Eliza tam güveni sağladığı sırada Louis çoktan bölgeye gelmişti. Sevkiyatı durdurup silahları imha etmek göreviniz Sancak Timi. Louis'in geri dönüşüne güzel gerekçe bulup karşı tarafı ikna ettik. Sıra şimdi sizde. Gidin ve o silahların kardeşlerinize tutulmasına mâni olun."

Arkasına dönüp haritayı gösterdi, lazerle bölgeyi işaret etti. "Bölge maalesef sivillerin de olduğu bir köy, o kamyonu ne yapıp ne edip sivillerden uzak bir yerde imha edin. Bir de güzel haber vereyim, koordinatlar sınıra yakın bölgede, yani o Berzan ile karşılaşma ihtimaliniz yok, zaten sizi o boyalı yüzlerle tanıyamaz da sizin için daha iyi olur bu diye düşündüm."

"Sıkıntılı bir süreçti komutanım, gerçekten bu bizim için daha iyi oldu. Astsubayım da ben de bir süre o olaydan uzak kalırsak daha iyi olacak." Bir anlığına gözlerini bana değdirdiğini hissettim. Dosyaya bakıyormuş gibi yaptım, okuduğumu o an anlayamadım, aklım yaşadıklarımızdaydı.

"Benim bu time inancım tam, yapamayacağınız hiçbir şey yok sizin."

Aşk işlerini yapamıyoruz be komutanım o işleri ne yapacağız?

"Nasıl bir strateji belirleyecekseniz çalışın üzerine sonra yola çıkacaksınız. Sevkiyat saat 5'te olacak." Ayağa kalkınca tim de ayaklandı, yarbay çıkınca herkes yerine geri oturdu.

"Sayaç koordinatları gösteren geniş bölge haritasını getir oğlum." Göktürk koordinatlara baktı ve klasörlerin içinden koordinatlara uyan haritayı çıkarıp önümüze yaydı. Silinen kalemi eline aldı ve ayağı kalkıp bölgeyi incelemeye başladı.

"Görevimiz aslında imha etmek değil kamyoni imha edebileceğimiz bir yere çekmek. Gerisini SİHA halleder." Orhan'a yapacak bir şey yok bakışı attı, onu tehlikeye atamazdı SİHA gibi bir seçeneği varken.

"Yine de imha için gereken malzemeleri B planı olarak yanımızda tutacağız bakma öyle."

Kalemle haritadaki tepe sırtındaki bir bölgeyi işaretledi. "Köye yakın olan ama kontrolümüz altında olan iniş sağlayacağımız bir bölge burası. Köy tam şurası, Türkmen köyü. Silah sevkiyatını burada yapıp Türkmenler bize destek veriyor demek istiyorlar, bu silahların yok olması hem bizim hem onlar için önemli. Dereburnu Köyü, daha önceden çalıştığım bir bölge." Bu kadar ayrıntıyı oradan biliyordu, o bölgede operasyonlar yapmıştı.

Bölge oldukça engebeliydi, köyün bir giriş bir de çıkışı vardı, toprak yollar geçiyordu. Kuzeyden gelmeyeceğine göre güneyden gelecekti kamyon, dağların eteklerinden gelen bir yoldu burası, köye varmadan yollarının kesilmesi gerekiyordu.

"Tam şuradan gelecekler, bizim de şu bölgede imha işlemini gerçekleştirmemiz lazım. Kamyona birkaç pikap da eşlik eder, hâkim bir yerde olacağımız için müdahalemiz zor olmaz. Kamyonu güvenli bölgeye çekip imha ederiz. Sorusu olan?" Ses çıkmadı hiçbirimizden.

"İki nişancı çalışacağız, Dörtyol ve Demir okçular tepesi sizde. Enes ve Göktürk de rüzgar mesafe ayarları için yanınızda olacak."

İki elini masaya koydu ve timindeki herkese tek tek baktı, bu timin yapamayacağı hiçbir şey yoktu, hepimize inanıyordu.

"Bu hem bizim milli güvenliğimiz hem de Türkmen köyünün onuruyla alakalı bir görev, size inancım tam Sancak Timi, Allah yardımcımız olsun."

♟️

Merhaba canlarım, Azra'nın ağzından aşkını acısını ve itirafını okuduk. Yazarken üzüldüğüm ve o acıyı hissettiğim bir bölümdü bu. Daha önce düz yazmıştım düzenleyip son kısmı Azra'nın ağzından yazdım bence çok daha anlamlı oldu.

Sen ne güzel seviyorsun be Demir Leydi'm...

Mete sussan da çok güzel sarıyorsun sarmalıyorsun. Ne olursa olsun ince düşünmekten vazgeçemiyorsun.
Siz çok güzelsiniz❤️

Mete ve Azra'ya söylemek istediklerinizi buraya bırakabilirsiniz.

Bir sonraki bölüme görüşmek üzere😘

Loading...
0%