Yeni Üyelik
65.
Bölüm

18. "Kırılmış Yüreğin Yangını"

@rubamsalepe

Beğenip yorum yapmayı unutmuyoruz değil mi canlarım😍🤭

Bölüm Müzikleri:
•Ender Balkır- Beyaz Giyme Toz Olur
•Kerim Yağcı- Gönlüm Ataşlara Yandı Gidiyor

♟️

Helikopterde derin bir sessizlik vardı, kimse sebebini çözememişti. Konuşan da olmamıştı bu yüzden tuhaf bir hava hakimdi. Yüz boyalarını çıkarmıştı Azra, boyanın küçük aynasından yüzüne baktı, bitkin gözüküyordu. Onu bu hallere sokan adam tam karşısındaydı, ve üzerinde gezinen gözleri hissedebiliyordu.

Üç parmağını yeşil boyaya daldırıp yüzünü boyamaya başladı, çizgi çizgi gidecekti. En altta yeşil kısmı vardı. Birkaç kez boyayı parmakladıktan sonra o kısmı boyamayı bitirdi. Bir üst kısmını siyaha boyadı tam burnunun üzerinden ise yine yeşil geçmişti, en tepedeki açıkta kalan küçük kısma ise bordoyu sürdü. Parmak uçlarında kalan boyaları ise Elvan'ın yüzüne sürdü, ziyan etmedi.

Sert bakışlarını kaldırıp kendisine bakan adamı yakaladı, kırgındı ona. Şimdiye kadar bakmamıştı şimdiden sonra baksa ne olurdu ki? Dışarıya çevirdi gözlerini, sessizliğini korudu.

"Devrem çok sıkıcı değil mi şu an ya?"

"Haklısın biliyor musun kardeşim, sıkıntıdan helikopter pervanesinin dönmesini falan saydım ben."

"Bu sabah gayet de eğleniyorduk yani ne oldu da herkes sus pus oldu, maça da gittiniz ne oldu maçı mı kaybettiniz?"

Fırat başını iki yana salladı, "Yok ya gayet kazandık, maçı kazandık, forma kazandı bizim Demir Leydi, Hakan Teğmen de kiracı kazandı. Her bakımdan kazançlı bir gündü ben de yeni kızlarla tanıştım." Çok kazançlı be ağabey, o kadar kazançlı ki mutluluktan ölüyorum şu an.

"Asıl kazancı sen sağlamışsın gibi başçavuşum, en son bizi bırakıp gittin onlarda. Senin hızın bu gidişte SİHA atış hızına yetişecek inan ki."

"Komutanım beni bilirsiniz bir uçan bir de kaçan derler ben onları da yakalarım. Asla acımam." Kollarını birbirlerine bağlayıp gülümsedi. "Ben de öyle sanıyordum ama öyle olmuyormuş komutanım, hayatımda ilk defa bir erkeği tavlayamadım ben ya, asıldım dönüp bakmadı bile."

"Sana bakmadı diye adamı boğamazsın be kızım."

"Enesciğim bana bakmadı diye değil götürmek için boğdum, hatta bayılttım."

Fırat omuzlarındaki tozu attırdı havalı bir şekilde. "Herkes Fırat Dörtyol olamaz, ben olmak için çok fırın ekmek yemen lazım."

"Yine da başçavuşi ornek almayun ha bire basiliyur, hep başka kizlara gitmek olmaz. Tek olsun has olsun." Meryem ile o kadar mutluydu ki o mutluluğun diğerlerinde de olmasını çok istiyordu, ona göre bu şekilde davranarak Fırat kendine zarar veriyordu, ciddi ilişki kurmalıydı. Fırat ciddi ilişki insanı değildi hiç.

"Tek bir kadına bağlı kalamam ben halimden memnunum." Diğerlerine döndü Elvan hariç. "Sen onlara söyle bak, hepsi bekar Enes de olmasa ilişki göremeyeceğiz."

"Duğun de goremeduk zate. Enes bari sen evlen da oynayalum bunlarun hiç niyeti yok." Acı bir ifadeyle baktı adama, Zeynep istese şimdiye çocukları bile olmuştu da niyeti yoktu işte. "Komutanım demeyin öyle canım acıyor, evlenmek istiyorum ben de."

Ben sevilsem yeterdi başka bir isteğim yoktu, onun da amına koydu çok sevgili komutanım.

"Abim varken bize düşmez zaten değil mi Kırımlı, evlenemezsin kardeşim." Gözler bu defa üsteğmene çevrildi. Otuz iki yaşındaydı ve bekardı. Yakışıklı ve lider oluşuyla dikkat çekiyordu, onlara göre ideal eşti acilen evlenmeliydi de üsteğmenin niyeti var mıydı bilmiyorlardı.

"Bana ne ara geldi taş ya?" Öldürücü bakış attı Göktürk'e. "Oğlum siz evi dip köşe temizlemek mi istiyorsunuz?"

"Abi daha yeni temizledik ya, neden temizleyelim?" Safa yatıyordu, Mete'yi biraz konuşturmak istemişti sadece. "O zaman 50 tur koşu lazım size."

"Hay çenen çıksın devrem senin. Abiciğim sen bakma buna." Çenen çıksın cümlesini genelde Göktürk kurardı, şimdi tam tersi olmuştu. "Konuşun aranızda bana dokunmayın."

"Abi bir şey mi oldu gerçekten? Sen çok durgunsun." Başını sessiz sedasız oturan Demir Leydi'ye çevirdi bu defa. "Azra Astsubay da çok durgun, bir şey mi oldu?" İkisi yavaşça birbirine değdirdi gözlerini, çok oyalanmamışlar bakışlarını başka yöne çevirmişlerdi yeniden. "Ne olacak Sayaç, yorulduk bugün maça gittik sonra bu Berzan görevi için biraz çalışma yaptık psikolojik olarak yorulduk ondandır." Ânı kurtarmıştı böylelikle, Mete de rahatlamıştı kızın ağzı iyi laf yatıyordu ikisini de çıkarmıştı işin içinden.

"O zaman katılın muhabbete kafanız dağılsın." Bu teklifi reddederlerse daha da dikkat çekerlerdi. Bir şekilde konuşmaları gerekiyordu zaten de işte tuhaftı şimdi her şey.

"Ne konuşuyorsunuz?" Azra dinlememişti bile, kafası başka bir yerdeydi, tam karşısındaki adamda. "Evlilik. Komutanlarımızdan Fırat Başçavuş sırasını komutanlarına savdı. Siz, Mete Üsteğmen ve Hakan Teğmen'de sıra. Zaten biz yaşça daha çok genciz hele devrem o çok genç evlenemez yaşı falan bile tutmayabilir o derece." Enes devresinin ensesine yapıştırdı yavaşça.

Hakan Teğmen Kalyoncu ile olur siz merak etmeyin de Mete Üsteğmen... Evlenirse görev değişikliği talep etmek zorunda kalırım, belki de istifa... Evlenemez ki dayanamam.

"Ben de sıramı Demir ve komutana salıyorum, onlar benden büyük." İkisi yeniden birbirine baktı, bugün aşkını itiraf ettiği adamla evlilik önceliği mi konuşacaktı? Biz evlenip bu sorunu kökten çözebilirdik geri zekalı.

"Başka konu mu yoktu lan? Nasip bu işler." Nasip karşınızda da işte körlere kapılar kapalı be komutanım.

"Abi nasip de yani evden karargaha da olmaz evde kalacaksın." Otuz iki yaş gayet evde kalmış bir yaştı ama üsteğmen bunu hiçbir zaman umursamamıştı. Evlenmek için evlenecek biri değildi, kendi hayatını da o kızın hayatını da yakmak istemezdi. Sevmediği biriyle olmak onun da hayatını zehir etmek demekti. O zehri kimsenin içmesini istemediğinden annesinin zorla gösterdiği hiçbir kızı kabul etmedi, ısınamamıştı da kimseye öyle gösterdiklerinden. "Geziyoruz ya daha ne yapalım, maça gittik bugün." Maça gittik dediği Azra'yı götürdüğüydü aslında.

"Abi tek gitmekten bahsediyorum, anlatıyorum da kime anlatıyorum ya. Belki Azra Astsubay anlar beni, he komutanım?"

"Aşkın matematiği olur mu be oğlum, hesap kitap tutmaz aşk dediğin. Bir gülüşüne dünyalar senin olur, yüzü bir düşse kalbine hançer saplanır. Bir bakış dünyayı değiştirir Göktürk, aşkın hesabı olmaz. Nefes alamazsın ama o olmasa ölürsün, görmesen ölürsün görsen yine ölürsün." Yarası kaşınmıştı bir kere kanatmadan duramadı. Kimse konuşamadı, hesap kitap ne varsa bozuldu. Aşk böyle tanımlanırken kimse bunun üstüne çıkacak bir şey söyleyemedi.

Mete eğdi başını öne, tutuğu tüfeğine baktı. Karşısındaki kadının gözlerine bakabilecek gücü bulamadı o anda. Görev girdiği için kızla konuşamamıştı, bitene kadar da konuşamazdı. Burası yeri değildi, görev her şeyden önemliydi, duyguların çok çok önündeydi. Azra ise onunla parkta konuşmasını beklemişti, öfkesi kızgınlığı en çok bundandı. Ne vuracaksa yüzüne orada vurmalıydı, sonraya bırakmak ikisi için de yıpratıcı olmuştu, Mete onun hatırlamayacağını düşündüğünden susmuştu ama Azra her şeyi hatırlıyordu.

Helikopterdeki sessizliği anca iniş anonsu bozabilmişti. Tim dağın sırtına iniş sağlayacaktı, vadiye ayrıca inmeyecekti. Dağ hizasından bölgeye doğru ineceklerdi. Her şey planlandığı gibi gidecekken şiddetli bir fırtına çıktı, uçuş için hiç de iyi değildi bu. Helikopter zor da olsa sırta yaklaşabilmiş tim de savrularak da olsa halatlarla iniş yapabilmişlerdi, bayağı zor olmuştu bu. Yağmur da artmıştı fırtınayla birlikte.

"Tim birbirinize sahip çıkın, bu fırtına bayağı sıkıntılı. Sarplardan geçeceğiz." Mete bu sözleri duyduktan sonra büyük bir gürültü duydu, bu gürültünün teröristler tarafından duyulmaması en büyük şanslarıydı. Başını hemen sesin geldiği yöne çevirdi temkinlice. Helikopter fırtınayı yenememiş vadiye düşmüştü, alev alma gibi bir durum yoktu ancak kuyruğu büyük hasar almıştı. Düşmenin etkisiyle içindeki üç havacı askerin durumu nedir bilmiyorlardı, telsizle iletişim kurmaya çalışsalar da başaramadılar.

"Komutanım, o kamyonu oradan bir şekilde alırız da bu üç askeri burada ölüme terk edemeyiz."

"Öyle başçavuşum, Sancak çok dikkatlice aşağı iniyoruz. İnşallah hiçbir şey olmayacak göreceksiniz." Timinin önüne geçti, fırtına zorlasa da patikaların o kısmı normalde yürüyecekleri yerden daha güvenli olduğundan biraz daha rahat inmişlerdi aşağı, zaten aşağıya indikçe tepeler rüzgarı kesmiş etki iyice azalmıştı. Mesele yukarıdaydı, hâlâ fırtına devam ediyordu ancak onlara etkisi kalmamıştı, olan olmuş düşen düşmüştü.

Helikopterin kuyruk kısmı büyük hasarlıydı, bu haldeyken tekrar havalanması mümkün değildi. İçeride pilot üsteğmen ve iki teknisyen astsubay vardı. Teknisyenlerden biri baygındı diğerleri de sıkışan kapılardan birini açmayı başarıp dışarıya çıkmışlardı, teknisyen astsubayı da çıkarmışlardı.

"Elvan hemen müdahale et astsubaya." Yere oturmuş üsteğmen de başını tutuyordu, baygın olmasa da düşmenin etkisiyle başını çarpmıştı belli ki. Diğer teknisyen daha sağlıklı duruyordu. "Üsteğmenim iyi misin? Astsubayım ya sen?"

"Ben iyiyim komutanım ama komutan başını vurdu." Elvan baygın askeri kendine getirirken Mete de elini adamın omzuna koydu. "Başımı vurdum üsteğmenim, ağrıyor biraz siz astsubaylarıma bakın. Bir de karargaha haber geçin toparlamak lazım burayı, fırtına dinmeden de gelemezler."

"Sen hiç merak etme bak Elvan Astsubay müdahalesini yaptı ayıldı astsubay. Buraya müdahale biraz sıkıntılı olur hava düzelmeden dediğin gibi ama belki karacılar gelir üsse yakınız."

Uydu telefonunu arayıp karargaha durumu anlattı, helikopter bu fırtına bölgesine giremezdi. Karacılar üsten yollanacak, helikopter toparlanacak, askerler de götürülecekti. Burada çok uzun süre kalamazlardı travma almışlardı, sağlıkları çok önemliydi. Yürüyemezlerdi de, astsubay ayılsa da pek iyi değildi. Ölümcül bir şey gözükmüyordu ancak yürüyecek gibi de değildi.

"Akıncı Üsteğmen'im." dedi elini başından ayırmadan. "Sizin görev çok daha önemli, geç kalıyorsunuz."

"Siz daha önemlisiniz üsteğmenim. Biz bir yolunu buluruz sizi tek bırakamayız."

"Burada yapacak işiniz yok, motor kontrolünü teknisyenim yaptı patlamayacak. Terörist bölgesinde de değiliz, aramızda sağlam biri de var. Beklerseniz geç kalırsınız daha yürüyeceksiniz."

"Telsizler de çekmiyor yukarıda jammer etkisi galiba buraya etki etmiyor. Sizden haber alamayacağız, aklım kalacak." Gitmesi gerektiğini kendisi de biliyordu ancak onları burada böyle bırakmak içine de sinmiyordu.

"Başım ağrıyor zaten zorlamayın beni gidin hadi. Mühimmatımız da var içeride bekleriz daha fazla ıslanmayalım."

"Çok dikkatli olun, yarım saatte bir karargahla iletişim kurun." Elvan yerdeki üsteğmen ve diğer astsubayı da kontrol etti, görünürde bir şeyleri yoktu, yapabileceği bir şey de yoktu. Sadece uyumamalarını söyledi ardından tim tekrardan yola çıktı. Geldiği yerden yukarı da çıktıklarında epey vakit kaybetmişlerdi.

"Komutanum saat 5'e geliyur, yolda kesemeyeceğiz bellidur." Fırtına hafiflemişti, daha rahat yürüyorlardı ancak yağmur devam ediyordu. "Haklısın Orhan, haklısın. Planı değiştiriyoruz herkes iyi dinlesin durmadan yürümek zorundayız çünkü."

Yağmur yağmaya devam ediyordu, adımları hızlı ve dikkatli atmaları gerekiyordu. "Aracın köyde olduğunu farz ediyoruz. Harita aklınızdadır, dediğimi canlandırın gözünüzde. Kamyonu alıp yolun alt girişinden güvenli bölgeye kaçırmamız lazım. Bunu gören teröristler peşimize düşecek, köyden uzaklaştıklarında hem silahları hem teröristleri imha edeceğiz, böylece köydeki kimseye zarar gelmeyecek."

"SİHA için hava şartları uygun değil, kendimiz patlatacağız mecbur komutanım." Üsteğmen başını sallayıp onayladı askerini. "Aynen öyle teğmenim, Orhan'ın şovunu seyredeceğiz bugün."

"Uçuracağuk hevalleri, vallahi çok sevindum ya. Azra gordun mi bak patlatacağuk?" Onun aklı başka yerde olsa da kulakları buradaydı, operasyona veriyordu kendisini. "Özlemişsindir Orhan, sen seversin patlatmayı kardeşim. İyi ses getirsin iyi patlat ama."

Mete arkasına dönüp uzun süre sonra sesi çıkan kıza bakmak istese de yapamadı, nasıl gözüküyordu yüzü, gülüyor muydu? Kalbi kırıktı biliyordu da belki operasyon dağıtırdı aklını.

"Ben kamyoni sen da kafalarini patlatacağuk, bugün bayramdur."

"Hem de nasıl bayram." diyerek ekledi, Mete bakmasa da cevabını almıştı. Sevkiyatı bugüne koyan teröristlere küfretti. Neden yarın değil de bugündü, şu kızla bir türlü konuşamamıştı.

"Yaklaşıyoruz Sancak, herkes hazırda olsun." Attıkları adımda bir kurşun gelirse nereye siper alacaklarını bile hesaplıyorlardı, gözleri sürekli etrafı tarıyor bir tuhaflık var mı diye iyice bakıyorlardı. Köy gözükünce daha da gizlenerek vardılar köye bakan yamaca, kayalıkların arkasına gizlendiler. Kamyon tam o sırada köye giriş yapmış, tam da giriş kısmında durmuş onları alacak kişileri beklemeye başlamışlardı.

Mete başını çevirdi yan taraftaki bölgeye baktı, anlayabilmek için yavaşça o tarafa doğru ilerledi ve bölgeyi keşfetti ardından geriye döndü. "Yan taraftan baktığımda toprak yolun ikiye ayrıldığını gördüm. Biri geldikleri yol biri de yokuş aşağıya giden sonra da düzlüğe çıkan bir yol. Düzlüğün etrafı bomboş, patlamanın etkisi köye ulaşmaz. Şu kamyonu bir şekilde oraya götürmemiz lazım. Tam da düzlüğe bakan kısımda dağın eteğinde olup gelen teröristlere müdahale edip patlatacağız."

Başını uzun zaman sonra Azra'ya çevirdi, gözleri bu defa görev ciddiyetiyle bakıyordu, orada Mete değil Akıncı Üsteğmen vardı. "Demir." dedi görevde olduklarını göstermek istercesine. "Emredin komutanım." O da aynı bilinçteydi, Azra değil Demir Leydi'ydi. "Enes'i yanına alıp tepenin doğusuna konuşlanacaksın. Sana çok iş düşüyor önceliğin pikap üzerindeki makineli tüfekçileri öldürmek olacak, onlar işimizi zorlaştırır." Başını tekrar kamyona ve yanındaki pikaplara çevirdi. Üç pikap vardı ve yaklaşık 30 kişilerdi. "Yaklaşık 30 kişiler, üç makineli var çok iyi gizlenmen lazım sen işin ehlisin okçular tepesi sende. Çok dikkatli ol, burnunuz kanamayacak." Orada ona aşkını itiraf eden kadınla değil de askeriyle konuşmuştu. "Anlaşıldı."

"Fırat, Sayaç da seninle batı eteklerinde olacak. Siz de arabaya yaklaşan kim varsa indireceksiniz, iyi gizlenin yara alırsanız topuklarınıza sıkarım." Başını diğer askerlerine çevirdi. "Biz de kim varsa yok edeceğiz, bu silahlar bizim askerimize doğrulmayacak, ölümle bile savaşmaları gerekir vermem, vermeyeceğiz. Üçümüz bir arada ateş hattı oluşturacağız, Orhan da araçtan çekilince yanımıza gelecek."

Bu kısmı çok da karışık değildi ancak kamyonu oraya götürmek meseleydi, onu nasıl yapacaklardı? Köy çok da çorak değildi, ağaçlar vardı. Orhan gizlenerek nereye kadar gidebilirdi? İyi bir hesap yapmak lazımdı.

"Heç duşunmeyun ben buraa sizarum, kamyoni da alur kaçirirum."

"Plansız olur mu oğlum hiç?" Orhan başını iki yana salladı. "Arazi buradan ne kada anlaşulur, gidup gormek lazumdur. Ha en kotusi ha burdaki iki nişanci kurtarur bizi, ha bu kiz ip vurmuş beni mi kurtarameyecek?"

Bugün Azra Mete'den ne kadar uzaklaşmaya çalıştıysa o kadar yakınlaşıyordu, dönüp dolaşıp ona geliyordu tüm yollar. "Kurtarır ondan ne şüphe." Mete küçük bir tebessüm yerleştirdi yüzüne, çok kısa sürdü bu, ciddiyeti dağıtmak istemedi. "Mesafe de menzilimizde ama yine de bir plan lazım Orhan böyle olmaz rastgele dayı diyerek balığa çıkmıyorsun."

"Başka seçeneğunuz var mi? Bendan delisi var mi ha o kamyonu kaçurabilecek?" Üsteğmen başını iki yana salladı. "O zaman?"

"Bak kurşun değmeyecek demiyorum yanından geçse bile kabul etmiyorum duydun mu beni? Tim telsizler çekmiyor bundan sonra plana sadık kalıyoruz, ilk atış hakkı bende olacak duyduğunuz an sesi atış serbest olacak. Orhan sen kendini korumak için ateş edebilirsin zorda kalırsan."

"Duydum komutanum, anlaşuldi, başlayalum mi?" Başıyla git işareti yapmadan önce hafifçe gülümsedi. "Akıllı köprüyü arayana kadar deli suyu geçermiş. Seninki de o hesap olacak." Orhan da güldü bu defa, aşağıya dikkatlice inerken tim daha harekete geçmemişti. "Fırat tedbiren burada kal Göktürk'le, acil müdahale gerekebilir. Kamyona bindikleri an derhal planlanan yere gelin." Bulundukları tepenin hemen arka tarafıydı, köye patlama etkisi olmamasının sebebi de bu tepenin köyü koruyor oluşuydu. Zaten batı tarafına konuşlanacakları için kamyon oraya varana kadar yetişebilirlerdi.

Orhan kamuflaj örtüyü üzerine örttü elinde tüfeğiyleydi, çantasını arkadaşlarına bırakmıştı. Herkes öldükten sonra patlayıcıyla işleri olacaktı. Adımları hızlı ve dikkatliydi, gözü karaydı, ne yapıp ne yapmaması gerektiğini çok iyi biliyordu.

"Demir." dedi Mete aynı komutanlık ciddiyetindeydi. "Fırat yetişemezse Orhan'dan önce makinelilerin yanında Orhan'ı korumak da görevin. Teröristler peşinden geleceği için kaçmaya fırsat bulamayabilir."

"Makineli işimizi zorlaştıracak, bir de yerlerimiz anlaşılırsa çok daha zor olacak." Gülümsedi bu defa, kendinde olan inancının gülümsemesiydi bu. "Ama biz Türk'üz, zoru severiz." Zoru sevmişti her zaman, zor bir adamı sevmişti, zoru başarmayı sevmişti.

Bu söz üsteğmeni de gülümsetti, iki anlam yattığını hissettirmişti ona. "Yine de dikkatli ol. Başka nişancı bulmakla uğraştırma beni." Demir Leydi başını salladı ama adam onu görmemişti, tempolu yürüyüşüne devam ediyordu. "Emredersiniz."

Herkes kamyonun geleceği istikamete konuşlandı, Orhan da tepeden aşağıya inmeyi başarmıştı. Ağaçların bulunduğu yerden ilerlemeyi tercih etti, yolun sonu kamyona çıkıyordu. Bir iki leşle işi bitirecekti en kötü. Başını ağacın arkasından çıkartıp tüfeğinin dürbünüyle bakındı. Kalabalıklardı ancak kamyon yolun dış tarafında duruyordu. Sevkiyatı yapacak kişiler geldiğinde ise üst yoldan çıkıp ayrımdan batı istikametine gideceklerdi. Bilmedikleri bir şey vardı, askerler gelecek o kişileri çoktan ortadan kaldırmıştı. Bu kısmın işi ise Sancak timine düşmüştü.

Dizlerini kırıp yürümeye devam etti Orhan, sesler yaklaşıyordu, daha doğrusu o seslere yaklaşıyordu. Kamyonun önünde otuz kişi vardı ve onlara gözükmeden kamyona binmesi hatta ondan önce şoförü ortadan kaldırması gerekiyordu.

"Poh yiyenler azicuk ayrilun da rahat rahat geçelum ya la ilahe illallah ya." Kendisi bile sesini zor duymuştu, mırıldanmıştı. Yolun başına geldi, buradan gözükebilirdi, yere yatıp sürünmeye başladı, kamyonun arkasına kadar gitmeyi başardı. Başını hafifçe dışarıya çıkardı, kamyonun kapısı açıktı. Direksiyondaki terörist bacaklarını aşağıya sarkıtmış telefonla oynuyordu. Kapı açık olduğundan da ön tarafı kısmen kamufle ediyordu, bacaklar hariç.

Kamyonun altına girdi ve sürünmeye devam etti, ön tekerleğin yanına gelince durdu, gövdesini oradan dışarıya çıkartıp yukarıya döndü. Şoförün bacakları yanına doğru sarkıyordu. Birden teröristin bacaklarını tuttu ve yere çekti adam neye uğradığına şaşırıp yüzüstü yere kapanmıştı. Başını o şiddetle vurunca da baygınlık geçirdi. Şansına kimse fark etmemişti, dudaklarını kenara kıvırdı, onları alt etmişti. Yerdeki adamı bırakıp hızlıca kendini şoför koltuğuna attı. Yan koltukta da biri vardı, öndekiler daha durumu fark etmemişti.

Kontağı çevirip arabayı çalıştırdı direksiyonu çevirirken de ensesinden tuttuğu teröristin kafasını arabaya doğru vurmaya başladı. "Enunde sonunde bayulacaksun uğraştirma beni." diyerek yumruğunu geçirdi, hâlâ bayılmamıştı. Geri geri giderek bir iki teröristi ezdi ardından gaza basıp yanındaki teröristin boğazını sıkmaya başladı. Öyle hamleleri vardı ki cılız terörist ellerinde hareket edemiyordu, kurtulamadı, kesti nefes almayı. "Bayulseydin şimdi olmezdun geri zekali."

Silahlar zarar görmesin diye ateş gelmiyordu arkadan ancak rampayı aştığında arkasından gelen pikaplardan birinden bir terörist tekerleğe sıktı. Kamyon sağa sola kayma başladı, Orhan önce direksiyon hakimiyetini kaybetti sonra ne kadar uğraşsa da kamyon sağa sola yalpalanarak bayır aşağı hız arttırmaya başladı. Orhan dikkatle önüne bakıyordu, soğuk kanlıydı. Atlasa ölürdü ancak bu kamyon o düzlükte eninde sonunda duracaktı ya da devrilecekti. Ondan bile kurtulma şansı vardı. Yağmurun etkisi geçmiş olsa da yerlerin ıslaklığı kamyonun kayışını daha da arttırıyordu.

Fırat da geçmesi emredilen yere geçmiş Orhan'ın inişini beklemişti. Tim gerildi, bu lastik patlaması iyi olmamıştı ancak onlar profesyoneldi, her zorluğun üstesinden gelmeyi çok iyi öğrenmişlerdi.

Kamyon düzlüğe ulaşınca biraz daha ilerledi sonra durdu, Orhan ayağını çoktan gazdan çekmişti. Arkasındaki pikaplar ona yetişmek üzereydi, araçtan indiği anda makineliden kaçmak zorundaydı. Koruma ateşi açılacaktı, başlarını çıkarmalarına izin verilmeyecekti. Üsteğmen yanındaki iki askerine döndü. "Koruma ateşi açıyoruz sonra normale geçeceğiz." Diğer iki nişancı seslerini duymasa da komutanının ne yapacağını iyi biliyordu, onlar ise kendilerine verilen görevi gerçekleştireceklerdi.

Kamyonun arkasındaki üç araca doğru koruma ateşine başladı üçü, diğer iki nişancı da mesafe ayarlarının yapılmasıyla ateşe başladı. Koruma ateşi bir yandan da keskin nişancı ateşiyle saklanmak zorunda kaldılar. Orhan çoktan kamyondan inip timinin yanına gelmişti. Ellerindeki tüfeğini derhal düşmana doğrulttu ve "Atış serbest." Verdiği emirden sonra normal atışa geçti. Koruma ateşinde üç kişi eksilmişti.

Enes gerekli hesaplamaları yapmıştı, havanın durumunu da hesaba katıp hedefi ayarlamıştı. Gizleniyordu ancak onu vurmak Azra için çok rahattı, tam açısındaydı. "Başının ucunu biraz dahi çıkarırsan ne olur biliyor musun Kırımlı?" Enes gülümsedi ve ona çevirdi başını. Azra parmağıyla tetiği kavradı ve sıktı. Teröristin azıcık gösterdiği başının tam üzerinde bir delik vardı artık. "Ölürsün." Gülümseyip ikincisine çevirdi başını, o daha iyi saklanmıştı. Üçüncüsüne baktı bu defa.

"Türk'ün özü var olsun Kırımlı, Türk var olsun." Bir el daha ateş etti diğer makinalının başındaki de imha olmuştu. Bu defa ilk araçtakinin yerine biri geçmeyi başardı ve time doğru ateş etmeye başladı.

"Siper alın, başınızı dahi çıkarmayın." Tehlikeliydi bu, yerleri anlaşılıyordu çünkü ateş ettiklerinde toplu haldelerdi. Onların aksine Azra ve Fırat çok iyi kamufle olmuşlardı. "Demir ve Dörtyol halleder, bir Bora sesine bakar halleder benim askerlerim." Emindi bundan tek bir an dahi şüphe etmemişti. Özellikle Azra işinde çok ustaydı kendisi tecrübe ettiğinden de iyi biliyordu.

Bu defa Fırat odaklandı makinelinin başındakine. Onun daha çok görüş alanına giriyordu. Göktürk mesafe rüzgar ayarlarını söyledi, Fırat da ayarlamaları yaptı. "Geber soysuz." diyerek dudaklarını kenara kıvırdı Göktürk. Fırat tetiği ateşlediği zaman makineli sesi kesilmiş terörist de yere düşmüştü. "Bir." Sayaç modunu açmıştı.

"Bir değil koçum iki." diyerek arkadaki Azra'nın vuramadığı teröristi de indirdi. Tim tekrar atışa başladı. Yirmi terörist kaldığında daha da rahatlamışlardı. "Oraa kada uçsa salarduk bombayi. Aha vurdum bir tane daha. Bitmiyurler ya."

"Orhan biter birazdan kamyonu uçurunca rahatlarsın az daha sabır." Bir kişiyi göğsünden birini de başından vurdu Hakan, gizlenecek yerleri bile yoktu, arabanın arkasına kendini atamamıştı kimse. Zaten atsalar da etki etmezdi, bir keskin nişancı tüfeği çok rahat arabanın arkasına saklanan bir kişiyi vurabilirdi. Arabaların en güvenli yerleri jantların olduğu yerlerdi. Gafil avlanmışlardı burada.

"Amına kodumun puştları." Bir el daha sıkıp arka pikapta sadece üç kişinin kalmasını sağladı. O aracı kendine seçmişti, hepsini öldürecekti. İçip ağlamam gereken saatlerde sizlerle uğraşıyorum pezevenkler.

Ayarlar hali hazırda yapıldığı için Enes de eline tüfeğini alıp atış yapmaya başladı, o arabadaki üç kişiden ikisini öldürdü diğerinin de tam boynundan Azra vurmuştu, Bora'sına küçük bir öpücük kondurmayı da ihmal etmedi. "Özlemişim Bora'm."

Göktürk de tüfeğini eline alıp atışa başladı. Kendisi için sayacaktı şimdi. "Bir." dediğinde ayakta durup kendini kurşunlara atan geri zekalı teröristi indirmişti. İlk atışlarda şoförler öldürüldüğünden araçlar hareket edemiyordu, oraya kimse de geçemiyordu çünkü ateş altında gizlenmeleri gerekiyordu. Yan koltukta oturan kişilerden biri koruma ateşinde diğer ikisi de Fırat'ın ateşleriyle öldürülmüştü.

"İki." dediğinde de makineli için yelteneni vurdu, gurur duydu bununla, çok güzel vurmuş yere düşmüştü.

"Son kişi bana kalsa keşke." Mete iyice ayarladı tüfeğini, sanki bir nişancı edasıyla ruhunu verdi tüfeğine ve son kalan teröristi tam alnından vurdu. "Aha bitti, temiz." Orhan ve Elvan'a döndü. "Gidip kontrol edin yaşayan var mı, dikkatli olun yoksa da kamyonu kontrol edip patlayıcı yerleştirin." O ikisi sahaya inerken diğerleri de yanlarına gelmişti.

"Temiz işti Tim ellerinize sağlık." Başını iki nişancıya çevirdi, onlarsız bu operasyon olmazdı. "Kıçımızı kolladınız yine."

"Gereken neyse onu yaptık komutanım, asıl sizin ellerinize sağlık." Fırat'tan sonra Azra'nın da konuşması gerekiyordu. Gözlerini elalara değdirdi. "Görevimizi yaptık." Netti, başka bir şey deme ihtiyacı hissetmemişti. Mete gözlerini yumup başını salladı.

Orhan ve Elvan da teröristlerin nabzını tek tek kontrol etmişti, hepsi ölmüştü. Kamyona gitti hızlı adımlarla. Arkasındaki kapağı açınca içerideki sandıkları gördü. Kendine yakın olan birkaç tanesini açtı, içerisindeki silahları gördü. Keskin nişancı tüfeğinden makinelisine, piyade tüfeğine hatta tabancasına kadar her çeşit silah vardı.

"Gordun mi Elvan, koca kamyoni silahle doldurmuşlar. Bize kullanacaklardi hepisini." Elvan silahlara sonra da Orhan'ın çıkardığı bombalara bakıp gülümsedi. "Patlatırız komutanım, siz hep ne dersiniz uçuracağuk hevalleri diye uçuracağuk ha bu silahlari."

"He hepisini uçureceğim, al bunlari on tarafa doşe." Elindeki patlayıcılardan bir kısmını kıza verdi kalanını da kendi yerleştirmeye başladı. Aynı zamanda etki alanını ve kumanda alanını hesaplıyordu. Uzaktan kumanda kurtarıyordu, iyice yapıştırdıktan sonra bombaları aktifleştirip son kontrollerini yaptı. "Hazirdur." Başını karşı tepenin eteklerindeki askerlere çevirdi, izlendiğini biliyordu. Kollarıyla abartılı gel işareti yapınca tim ona doğru harekete geçti.

"Hazır mı Orhan?"

"Hazirdur, ha bu kamyonu patlattukten sonra ha bunlarle döneceğuk yakitleri de doludur, hadi yine iyiyuk." Bunu iyi akıl etmişti, üsse gideceklerdi buraya üs yakındı oradan hava şartlarının tamamen düzeldiğinde harekete geçip helikopterle döneceklerdi, bir de üç araç ele geçirilmiş olacaktı.

"Bugün senden alabileceğim tüm verimi aldım ya, aferin Kutay." Gururla baktı askerine, kafasını çok iyi çalıştırmıştı. "Şu leşleri hemen indirin, etki alanından çıkar çıkmaz patlatacağız."

Tim topluca harekete geçti, araçlar şanslarına zarar görmemişti, camları kırılmıştı ve delikler almıştı sadece onda da sorun yoktu. Tim otuz kişiyi de aşağıya indirmişti, leşleri çekmek normal insanları çekmekten daha zordu, ölüler ağır olurdu ancak onlar Türk askeriydi.

"Bu büyük bir zafer gelmesin mi bir komando marşı?" Gülümsedi, kendisine zafer kazanmış gözlerle bakan askerlerine baktı. "Sancak Timi karşımda toplan, yüksek tutuş!" Mete dahil kalan yedi asker silahlarını havaya kaldırdı. Sözlerini bir o söyledi bir tim tekrarladı.

"Korku nedir bilmeyiz,
Biz dağların erleri.
Yuva yaptık göklere,
Baş döndüren yerlere."

Artık bölgenin güvenliğinden emin olduklarından çok rahat söylüyorlardı marşlarını.

"Engel tanımaz aşarız,
Yüce engin dağları.
El verir uzanırız,
Mor siyah bulutlara."

Öylesine duygularla okuyorlardı ki o an ne hayatın derdi ne kalp acısı ne başka duygular vardı içlerinde, tek hissettikleri vatan aşkı ve görevin getirdiği büyük zafer duygusuydu. Binlerce kişi kurtulmuştu sayelerinde, bu basit bir durum değildi, bir kamyon silah az sonra imha edilecekti.

"Ben Türk Komandosuyum.
Düşmanı çelik pençemle ezerim.
Her yerde ben varım.
Havada, karada, denizde, çölde,
Çatakta ve batakta,
Her zaman ve her yerde." Her mısra tekrar ediliyordu, en güzel yere geldiğini hissetti Üsteğmen.

"Hazır." dedi, askerleri ona bakarak "Daima hazır." dedi.

"Kim?"

"Komando."

"Kim?"

"Komando."

Duyulan bu ses bir gürültü değil vatanın evlatlarının aşklarını çığırdığı bir ses bütünüydü. İliklerine kadar hissediyorlardı ve hak etmişlerdi.

"Olamazsın."

"Yahh."

"Olamazsın."

"Yahh."

"Komando!"

"Allah."

Üsteğmen gururla askerlerine baktı, kurdun dişisi de erkeği de kurttu, bu kurtların hepsi bu ülke için savaşıyordu ve ne görev yaparlarsa yapsınlar başarıyorlardı.

"Allah Türk komandosunu korusun."

Keyifleri iyice yerine gelmişti timin, bu görevde planlarının aksaması onları iyice germişti, zaten gergin bir hava vardı böylelikle iyice gerilmişlerdi.

Askerler silahlarını indirip rahat ola geçtiler. Mete yola çıkmadan son defa askerlerine döndü. "Üç araç var madem ayrılmamız lazım. Enes, Göktürk ve Hakan bir araca, Elvan, Fırat ve Orhan da bir araca binsin." Başını Azra'ya çevirdi. "Sen de benimlesin." Kimsenin itiraz etmeye hakkı yoktu, kadın da bunu çok iyi biliyordu. Sesini çıkarmadı diğerlerinin yanında. "Sancak timi araç bin, menzil dışına çıkınca da durdur arabayı."

Herkes dediği gibi yapmıştı, görev daha sona ermemişti. Belli bir mesafe gittikten sonra araçlar durdu ve tim tekrar aşağıya indi. Orhan elindeki kumandayı Mete'ye uzattı ancak Mete almadı. "Bugün en çok sen hak ettin bunu deli Laz. Bas hayde de uçuralum şunları." Onun gibi söylemeye çalıştı pek beceremese de. Orhan bu kumanda jestinden dolayı çok mutlu olmuştu, bayağıdır hayalini kuruyordu. Parmağını kırmızı butona götürdü ve "Bismillah." diyerek bastı. Kamyonda büyük bir patlama meydana geldi, sadece silahlar değil aracın parçaları da havaya savruldu. Artık o silahlar hurdadan farksızdı hiçbir işe yaramazlardı, görev tamamlanmıştı.

Timin gözlerinin içi parladı, patlamanın ışığı gibi gözükse de sadece büyük zaferin rengiydi bu. Herkes yüzünde mutlu bir ifadeyle araçlara bindi ve toprak yoldan kuzeye doğru çevirdiler yönlerini, köyü aşıp düşen helikopterin yanındaki yoldan geçip kuzeydeki üsse gideceklerdi. Jammer etkisinin olmadığı yerde de uydu telefonuyla karargaha haber vereceklerdi.

Mete'nin kullandığı araçta sessizlik hakimdi, ne üsteğmen ne de Azra konuştu ilk başta. Mete önce diyeceklerini toparladı zihninde sonra başını hafifçe kıza çevirip baktı. "Konuşmamız lazım." Sesi sakin çıkmıştı, az önce 30 teröristi öldürüp koca kamyonu patlatma emri vermiş bir adama benzemiyordu.

"Siz konuşmanız gereken zamanda konuşmadınız, geçti o tren."

Üsteğmen onu nasıl konuşmaya ikna edecekti bilmiyordu, kolundan eğitim alanında elleri kolları bağlansa bir de ağzı tabii ki anca dinlerdi gibi duruyordu aksi takdirde bu adamı konuşturmaya niyeti yoktu. "Sarhoştun, dediklerini hatırlamazsan hiç söylememişsin gibi davranacaktım bu yüzden konuşmadım."

"Daha kötü bu, resmen bilip bilmezlikten gelecekmişsiniz duygularımı. Ayrıca ben her ayrıntıyı hatırlıyorum ve dediğim her şeyin arkasındayım" Mete konuştukça batıyordu, geriliyordu da.

"Konuşacağız ama kahretsin ki yeri şimdi de değil, dönelim konuşacağız." Bu konuşma yapılırken etraf dikkatle izleniyordu, ihmalkarlık asla yoktu, gözleri kocaman açıktı.

Azra sesini çıkarmadı, konuşmasına fırsat vermeyecekti ancak bunun kavgasını şimdiden yapmaya da gerek yoktu. "Ama şu kadarını söyleyeyim canını yakmayı hiç istemedim, ağlamanı hiç istemedim."

"Keşke emrinize karşı çıkıp başka araca binseydim, susmuyorsunuz asla."

"Yemin ediyorum tersin gerçekten çok pismiş ya. Sıçtın ağzıma sıçtın. Karı koca gibi kavga edip duruyoruz." Son kısmını düşünmeden söylemişti ancak Azra'nın içine oturmasına yetmişti de. "Siz konuştukça canım yanıyor benim, konuşmayın." Sustu üsteğmen, haklıydı. Yaptığı konuşma zaten bir konuşma yapacak olduğunu söylemekti. Burada hem zaman yetmezdi hem de gerçekten böyle şeylerin ciddiyeti vardı özeldi, o özelliği böyle heba etme niyetinde değildi.

"Böyle yol da geçmez bana tavırlısın, sus pus mu gideceğiz?" Umurumda değil dermiş gibi kaşlarını havaya kaldırıp başını yana yatırdı.

Bu yol böyle bitmezdi, konuşarak da geçmiyordu zaten. Gözünü yoldan ve çevreden ayırmadan başladı yine söylemeye.

"Beyaz giyme toz olur,
Siyah giyme söz olur." O gece giydiği siyah elbise geldi aklına, Mete de beyaz giymişti. Bugün de biri siyah biri beyazdı.

"Gel beraber gezelim,
Muradımız tez olur.
Salına da salına da gel haydi yavrum
Dön dolaş yine bana gel" Bir yol bakıyor bir gözünü yanındaki kıza kaydırıyordu söylerken, içtenliği çok belliydi. Yanındaki siyah sever kız çevirmişti ona gözlerini, bu ses gerçekten büyüleyiciydi ve duyduğu zaman karşı koyamıyordu aksini ne kadar denese de.

"Beyaz giyme tanırlar,
Seni yolcu sanırlar.
Zaten bende talih yok,
Seni benden alırlar." Kısmında Azra'ya döndü tekrardan, kara gözlerine bakıp tekrar başını yola çevirdi. Bir yol bir kara gözler arasında dönüp duruyordu.
"Salına da salına da gel haydi yavrum
Dön dolaş yine bana gel."

Susamayışına bile âşık olabilir mi insan? Olabiliyormuş.

"Alçak ceviz dalları,
Sıva beyaz kolları.
Yar nereden geleyim,
Hep sarmışlar yolları." Her söz içine işliyordu, bir adamın sesi bu kadar güzel olabilir miydi?

"Salına da salına da gel haydi yavrum
Dön dolaş yine bana gel."

Türkü bittiğinde bir çift kara göz onun üzerindeydi, kendini tutamamış onu seyre dalmıştı. Şimdi de farkına varamamış türkü bitmiş olsa da onu seyretmeye devam ediyordu.

Araçlar epey ilerlemişti. Sessizliği ilk bozan cızırtı sesi duyan Azra oldu. "Komutanım." dedi görev ciddiyetini takınarak. Üsteğmen bu ses tonunu çok iyi biliyordu. "Söyle Demir." diye karşılık vermesi de ondandı. "Telsiz çekiyor, uydu da çekiyordur." Jammer etkisi geçmişti, artık konuşabilirdi karargahla.

Başını sallayıp tek eliyle direksiyon tutarken tek eli üst cebine götürdü ve uyduyu çıkarmaya çalıştı, gittikleri yol biraz kötüydü bata çıka gittiklerinden tek elle kavraması zorlaşmıştı. Azra uzandı bu defa, adamın cebine giden elini tutup indirdi, uydu telefonunu cebinden güzelce çıkartıp boşta kalan eline götürdü. Kısa bir bakışma geçti aralarında, nabız bir anda artmıştı, sadece elini cebine götürmesi yetmişti bunun için.

"Tuşlamayacak mısınız?" Mete anın etkisinden çıkıp önce yola sonra telefona baktı, tuşladıktan sonra da kulağına götürdü.

"Üsteğmen Mete Akıncı, görev plan değişikliği yaşanmasına rağmen vukuatsız tamamlanmıştır komutanım. Hava şartları olumsuz olduğundan en yakın üsse ele geçirdiğimiz üç pikap ile intikal etmekteyiz, hava şartları elverdiğinde dönüş sağlayacağız, Arz ederim."

"Kurtlarım benim, yiğitlerim. Harika iş çıkardınız. Üsse derhal bilgi geçilecek. Üsteğmenim düşen helikopterdeki askerlerimizin durumu görünürde iyi sizin gideceğiniz üste bakılmışlar, aklın orada kalmasın diye söylüyorum." Bunu söylediği sırada helikopterin yanından geçmişlerdi. Başında üsten gelen teknisyenler vardı, onunla ilgileniyorlardı ya sökülüp taşınır ya da tamir edilirdi bilmiyordu, bildiği tek şey düşman eline geçmeyecek olmasıydı. "Sağ olun komutanım."

Uydu telefonunu kapatıp Azra'ya uzattı. Kız bu defa kendi cebine koymuştu. Sonunda helikopterin düştüğü yere de ulaşmışlardı, oradan toparlanıp üsse taşınacaktı. Yarım saatlik yol ya var ya yoktu.

"Komutanının konuşmasına da izin vermiyor, nasıl kızsın sen ya inada bak?" Bu yarım saat susarak geçmezdi, didişerek geçirebilirlerdi vakitlerini, bilerek damarına basmayı seçti Mete.

"Komutanım az önce konuştu ben sevdiğim adamın konuşmasına izin vermiyorum." Sevdiğim adam demekten her zaman kaçmıştı, bu defa kaçmadı madem her şeyi açıkça söylemişti başka şekilde ifade etmesine gerek yoktu ki.

"İç tüzüğe göre sivilde ya da üniformalıyken her emrimi yerine getirmek zorundasın. Konuşacağız döndüğümüzde. Sana olumsuz ya da olumlu bir yanıt vermedim, beni yargılayamazsın."

İlk cümlesini aldırmadı, sadece onunla konuşmak için böyle söylediğini biliyordu. Sivil hayatında gayet arkadaşlık edebilen biriydi. "Sorun bu zaten anlamıyor musunuz?"

"Anlamıyorum ama sen beni anlayacaksın."

"Anlamayacağım da dinlemeyeceğim de." Müstahak size ne yapsam.

"Kolundan tutup zorla götürür elini ayağını bağlar yine de dinletirim kendimi." Çatık kaşlarını adama çevirdiğinde gözleri buluştu. Kadın o an zamanın durmasını çok isterdi ama mümkün değildi adam kaza yapabilirdi, başını tekrar yola çevirdi.

"Oradan kurtulabileceğimi ikimiz de çok iyi biliyoruz."

Kızgın ve didişirken de ayrı bir havası vardı, ağlarken de güzeldi, her hâli özeldi aslında. Dudaklarını kenara kıvırdı o bakıştan sonra, gizleyemedi.

"Neden gülüyorsunuz?"

"Onca şey söylüyorsun yine de vazgeçemiyorsun." Neyden vazgeçemiyorum diye sormadı, cevabını çok iyi bildiği bir şeydi bu. İnada bindirirse her şeyi yapardı da sonunda yine ona varırdı yollar, öyle sevgi kolay kolay bitemezdi. Yine sustu, kollarını birbirine bağlayıp oturdu bu defa.

"Güzel seviyorsun." İlk defa sevgisi hakkında konuşmuştu, bu kadarını ona borçlu hissetti. Konuşmanın Ankara'ya kalması ikisinin de canını sıkıyordu, Azra konuşmayacaksınız deyip dursa da içten içe meraktan ölüyordu, susmasını istemesinin tek nedeni duyacağı o acı cevaptı, deli gibi korkuyordu.

Çok seviyorum.

Tek kelime daha çıkmadı ağzından ikisinin de, son kelimenin etkisi ikisini de pençesi altına almaya yetmişti. Zaten kısa sürede de üsse varmışlardı. Şanslarına koca demlik çay onları bekliyordu. Aç hissetmiyorlardı kendilerini pek, çaya açlardı ama her zaman.

"Acil çay bana." diyerek getirdikleri arabayı görevli erlere teslim etti. Koca bir bardak çay ise içerideki masaya geçtiğinde önüne kondu. Daha hava bile kararmamıştı ancak askerler saz eğlencesi yapıyordu, buna ayrıca keyiflendi üsteğmen.

"Yani öyle teğmenim, helikopter bekliyoruz hava şartları düzeldi biraz sonra bizi alacak helikopter gelir." Onlarla oturan teğmen ile konuşuyordu bu üste görevliydi, durumlarından onlara bahsetmiş getirdikleri araçların anahtarlarını teslim etmişti.

Çayını yudumlarken ilerideki askere doğru baktı, göz göze gelmişlerdi. Eliyle gel işareti yaptı. "Emredin komutanım." Mete bir saza bir de adama baktı. "Bir türkü de ben tıngırdatayım emaneti verirsen."

"Tabii buyurun komutanım." diyerek sazını uzattı asker. Bugün ikinciye türkü söyleyecekti, ruhun yansımasıydı derdi olan türkü çığırırdı. Mete sandalyesini biraz geriye çekti ve sazı dizine yerleştirdi, bir iki deneme vuruşu yaptı ayarlarını yaptı, hazırdı.

"Ben bu yıl yârimden ayrı düşeli,
Her günüm bir yıla döndü gidiyor." Sesi her zamanki gibi insanın yüreğine işleyen bir tondaydı, dinleyeni başka yerlere sürüklüyordu hele ki saz varken.

"Yine zindan oldu dünya başıma,
Gönlüm ataşlara yandı gidiyor,
Ömrüm boş hayale daldı gidiyor." Gözlerini karşısında onu dinleyen kadına çevirdi, kara gözlerinin en derinine baktı, oraya ilmek ilmek işledi sonra yumdu gözlerini. O bakışlar karşısındaki kadının canını acıtmıştı, hayatı ona zindan etmişti aynı türkünün sözlerindeki gibi.

"Yine zindan oldu dünya başıma,
Gönlüm ataşlara yandı gidiyor,
Ömrüm boş hayale daldı gidiyor." Tekrar sazına döndü, vurduğu her tele kendini vermişti, sesini duyan içeriye atmıştı kendini, üsteğmeni dinlemeye başlamışlardı.

"Uzaktır yolların dolandım geldim,
Tatlıdır dillerin bağlandım kaldım." Açtı tekrar gözünü, o sırada kimse yoktu içeride sadece o ikisi vardı, diğer herkes sanki birden yok olmuştu. Kara gözlerine odaklandı sadece, kimseyi umursamadı, ona nasıl baktığını görmeleri umurunda değildi.

"Günahı boynuna işte ben öldüm,
Gönlüm ataşlara gidiyor,
Ömrüm boş hayale daldı gidiyor." Bir daha başka yöne bakamadı, o kara gözlere kenetlendi, dolmuş ama bir türlü akmayan asla orada akmayacak olan o siyah gözlere.

"Günahı boynuna işte ben öldüm,
Gönlüm ataşlara gidiyor,
Ömrüm boş hayale daldı gidiyor." Sazı yan tarafa oturan askere uzattı ve elini ensesine götürdü, dert çökmüştü üzerine. Tebrikleri kabul ederken karşısındaki kızın kalkıp gittiğini gördü, ağlamayacağını iyi biliyordu. Bu türkünün üzerine sigara içmeye gitmişti adı kadar emindi bundan.

Helikopter sesini duyduğunda o da dışarıya çıktı, bilmem kaçıncı sigarasını içen kız sırtını demirlere dayamış helikopterin inişini seyrediyordu. Başını gelen timine çevirdi, Göktürk çanta ve tüfeğini getirdiği için ona teşekkür etti. Helikopter iniş sağlayınca Sancak Timi üstekilere asker selamı verip helikoptere bindiler. Çok bir şey konuşulmadı bu defa, herkes bir tuhaflık olduğunun farkında olduğundan kendi içine çekilmişti. Canı acıyan türküyle de yarası kanatılan Azra başını kenara yaslayıp dışarı seyretti, Mete de aynısını yaptı, arada bir onu kontrol etti sonra dışarıya baktı. Baktı ancak ikisi de hiçbir şey görmedi, duvara boş bakmaktan farklılıkları yoktu.

İniş yapılana kadar sessizlik sürdü, indiklerinde de onları Reşat Yarbay karşıladı. "Aslanlarım benim, kurtlarım. Helal olsun size." diyerek hepsini tek tek kucakladı. "Sancak Timi 8 kişiyle görevi başarıyla tamamlamıştır komutanım."

"Rahat üsteğmenim rahat, gidin dinlenin hadi, tatilinize kaldığınız yerden devam edin eğer sizi karargahta görürsem topuklarınıza sıkarım haberiniz olsun." Tatil dediği en fazla ikin gün daha verirdi sonra bu Berzan meselesine devam edilecekti, karargahta da eğitimleri sporları vardı onları çok fazla ihmal edemezlerdi.

Mete timine döndü. "Sancak, rahat. İstirahat et." Komutanına tekrar selam verip silahlarını bırakmaya gitti. Tim tüm silahlarını bıraktıktan sonra giyinme odasına gitti, Mete önden ilerleyen Azra'nın peşinden gidip kolunu yakaladı. "Giyinelim sonra gidip konuşalım."

Oyun mu oynuyordu bu adam? Konuşalım diye tutturmuştu, sürekli kafasını karıştırıyordu, hele o türküler... Bu kadar acı çektirmeye hakkı var mıydı?

"Ben söyleyeceğimi söyledim, siz hakkınızı kaybettiniz." Bizden olmaz demesine asla cesareti yoktu, bu acıyı yaşayacağına her şey arafta kalsaydı onun için daha iyiydi. Kolunu adamdan kurtardı.

"Ben daha konuşmadım Azra, izin de vermiyorsun. İkimiz de konuşmamız gerektiğini biliyoruz."

"Bir duyan olacak şimdi, gidiyorum ben." Birkaç adım attığında adam önüne geçip onu durdurdu. "Benim canım böyle daha çok yanıyor yapmayın artık."

"Sadece bir kere konuşalım." Başını iki yana sallayıp adamı arkasında bıraktı, yine önüne geçecekti ki önlerine Zümrüt çıktı.

"Anne hayırdır?"

"Geleceğini hissettim demek ki, geçerken uğrayayım demiştim enişten için, seni gördüm." Gülümseyip oğluna sarıldı, aldığı yer kokusunu asla umursamadı, emek ve vatan aşkından olan bir şey için yüzünü ekşitemezdi. Geri çekilip yanındaki kıza döndü. Azra elini öptü. "Nasılsınız Zümrüt teyze?"

"İyiyim kızım, sen nasılsın?" Oğlun ağzıma sıçıyor be Zümrüt teyze bok gibiyim.

"İyiyim." Yalancılar ölseydi o an ölüp giderdi, tamamen yalandı berbattı. Mete'ye çevirdi gözlerini, o da yorgun bakıyordu bedeninden çok ruhu yorgundu sanki.

"Yolda gelirken hep kenarda bir tanka rastlıyorum neden kaldırmıyorlar oradan bozuk mu? Gözüme takıldı." Gergin anda ikisinde de gülümseme isteği oluşmuştu, cezalı tanktan bahsediyorlardı.

"Cezalı o, o yüzden kıpırdamıyor." Askerlik ütopik bir yerdi, cezalı çatal kaşık, cezalı tank olabilirdi, yağmurda ağaçları sulayabilirdin ya da yerdeki çakıl taşlarını tek tek sayabilirdin.

"Cezalı tank mı olur ya?" Bir şey görmemişti ki bilmiyordu, bu askerler neler neler görmüştü.

"Valla anacım bir asker onunla kaçmaya çalışmış yakalanmış, asker de tank da ceza almış. Askerin cezası bitmiş tank hâlâ cezalı. Böyle ütopik bir yer burası çok da sorgulamamak lazım." Zümrüt gülmeye başlamıştı, fazlasıyla mantıksız gelmişti bu ona.

"Siz bana birinden bahsetmiştiniz geçen neydi adı?" diyerek konuyu değiştirdi Azra çünkü kadın gitmeye hazırlanıyordu, bu fırsatı kaçırmak istemedi.

"Nurten'in oğlu doktor Fehmi." Adında hayır yoktu, Mete'yi sinirlendirmeye yetmişti bu ismi duymak.

"Heh doktor Fehmi, gelsin yarın akşam bir yemek yiyelim tanışalım." İnadına dediği bir şeydi, sonra kendi dediğine kendisi de şaşırmıştı ama üsteğmen bunu duymayı çoktan hak etmişti. Mete'ye çevirdi gözlerini, kaşları çatık halde onu seyrediyordu, eli belindeki palaskadaydı, öyle sıkı tutmuştu ki o asla zarar görmez palaskayı koparabilirdi. "A..." Başını annesine çevirince susmak zorunda kaldı, senin dediğin önemsiz demekti bu. "Şansına Ankara'da şimdi. Arayayım ben, yarın oturun konuşun."

"O zaman ben numaramı vereyim size, Mete Üsteğmen'e kalsa vermez çünkü." Lafını da çarptığından rahattı. Asla vermezdi, bu adamı iyi tanıyordu, inadına bile olsa o yemeğe gidecekti. Çivi çiviyi sökerdi işte onu deniyordu. Kendine uzatılan telefona numarasını girip kaydetti. "Teşekkür ederim Zümrüt teyze. Müsaadenizle ben gideyim."

"Rica ederim, müsaade senin kızım." Azra tekrar Mete'ye döndü, kısa bir bakış atıp ayrıldı yanlarından.

"Anne sakın, sakın öyle bir şey yapayım deme." Yüzünde endişe vardı, istemiyordu. Neden annesi buna dahil olmuştu ki? Susup gitseydi ne olurdu sanki?

"Sen karışma işime. Yarın hazır ol Fehmi'yi sen götüreceksin yemeğe."

♟️

Evet canlarım bir bölümün daha sonuna gelmiş bulunmaktayız. Orhan ne de güzel uçurdu bombalı kekim benim.

Mete'nin konuşmak için Azra'nın peşinden koşup kızın pas vermemesi türküler söylemesine rağmen bür cevap alamaması jsldnsjd Sürün Mete sana müstahak beter olll sndjfjfj

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere 😘

Loading...
0%