@rubamsalepe
|
Bölümü beğenip yorum yapmayı unutmuyoruz değil mi?
Bölüme 9272737737373 yorum bekliyorum bu bölüm gerçekten hak ediyor canlarım.😄😄
Bölüm Müzikleri:
♟️ Mete'den ♟️
Evde olduğum zamanlar her şeyi düzenli yapan bir adamdım, uyuma ve uyanma saatlerim de öyleydi, gece yarısında yatar sabah erkenden kalkardım, vücudum alıştığı için erken kalkmak zor olmuyordu benim için ama dün gece geçmek bilmemişti, gözlerimi yummama rağmen uyuyamamıştım, aklıma bir çift kara göz geliyordu ve ben onu düşünmeden edemiyordum. Kızgın bakıyordu yine, inatçı görünüyordu, gözleri bir başkasıyla buluşacağını söylüyordu.
Sabah çok erken kalkıp tüm evi temizlemiştim, yemek yapmam gerekmese camları da siler kulak temizleme çubuğuyla aralarına girip ince işçilikle hallederdim hepsini ama yemek yapmam gerekiyordu. Belki o bitince camlara da geçerdim, önce yemeğin bitmesi lazımdı.
"Abi ne yapıyorsun ya?" Önümdeki tencereleri gösterdim, dört tencere vardı, ne yaptığım gayet açık değil miydi?
"Yemek yapıyorum ya oğlum." Hızımı alamayıp bir sürü domates rendelemiştim, farkında bile değildim. "Abi orduya mı hazırlıyorsun? Saydım bak sekiz oldu Allah aşkına, abarttın iyice." Ellerimi serbest bıraktım ve başımı Göktürk'e çevirdim. "O kadar yaptım mı lan?" Göktürk başını sallayınca tamamen bıraktım elimdekileri. "Fazla olmuş bu Sayaç, domates çorbası yapayım en iyisi ziyan olmasın."
"Abi çorba var zaten, yoğurt çorbası yaptın ya. Üç çeşit de yemek yaptın evde ne kadar duruyoruz sanki bozulur bu yemekler." Başımı salladım ve ellerimi duruladım. Çekmeceden buzdolabı poşetini çıkartıp domates rendesini içine doldurdum ve buzluğa attım, bir gün çıkartır menemen yapabilirdim. O kadar yemeği ne ara yapmıştım farkında bile değildim, tamamen kendimi odaklamıştım ama ayrıntılar yoktu aklımda, tencerede ne var onu bile bilmiyordum.
"Abi iyi değilsin sen bak korkuyoruz, hayırdır? Sabahtan beri rutin temizliktir başımıza kilitlersin diye ses etmedik ama elimizi sürdürmedin, dört çeşit yemek yaptın abi koca tencerelerle. Sende bir tuhaflık var."
"Ne tuhaflık olacak Kırımlı? İyiyim ben, sanki hiç temizlik yemek yapmıyorum." Yemeğin kapağını açtım ve karıştırdım iyice, dibi tutarsa olmazdı bir de tencereyi ovmakla uğraşamazdım.
"Abi bırak, sen kapuska sevmezsin ki kıymalı kapuska yapmışsın farkında mısın?" Tencerenin kapağını açıp içine baktım, gerçekten de kapuska yapmıştım, ben kapuska sevmezdim ama yemeğini yapmıştım. Ne yaptığımın farkında olsaydım aska kapuska yapmazdım.
"Seversiniz oğlum siz yersiniz işte, şifa bu şifa öyle nimete burun kıvrılmaz." İki deli birbirine bakıp başlarını iki yana salladılar, benimle mi dalga geçiyorlardı? Ben onların komutanıydım sıçardım ağızlarına, benimle dalga geçemezlerdi.
"Ne sallıyorsunuz başınızı oğlum, çok iyiyim ben. Daha iyi olduğumu görmemiştim hatta. Mükemmelim." Tencere kapağındaki yansımama baktım, yüzüm mahkeme duvarından farksızdı, üstüne üstlük çatık kaşlıydım. İyi görünmüyordum sanırım.
"Abi affedersin ama bir yürü git ya, sen temizlik yaptın biz de saat on ikiye kadar uyuduk. Abi sen saat 8'den önce kaldırırsın bizi içtima alırsın." Göktürk başıyla devresini onayladı ve ekledi. "Abi bağırmadın bugün koğuş kalk diye sadece bu bile iyi olmadığının kanıtı. Şu yemekleri 8 domatesi saymıyoruz bile. Hoş ben saydım da neyse."
"Uğraşmayın benimle lan, yemeklere bakın birazdan kaparsınız altını yanarsa sizi karargah cephanesine kilitlerim içeriye yanan çakmak fırlatırım."
Belime bağladığım önlüğü Enes'e omzumdaki havluyu da Göktürk'e verip odama gittim. Kapıyı kapatıp sanki biri peşimden geliyormuş gibi sırtımı yasladım kapıya. Odamda gözümü gezdirdim, yapacak bir şey aradım. Duvarda dizili arabalarıma baktım, şu an onlar bile ilgimi çekmiyordu. Aklım hiç yerinde değildi, boğuluyor hissi vardı üzerimde.
"Ah be kızım, tadım tuzum kalmadı." Söylendim kendi kendime, o kadın bende tat tuz bırakmamıştı, aklımdan onu söküp atmaya çalışsam bile işin sonunda bana kendini hatırlatıyordu, yanımda bile değildi bunu yaparken.
Yatağıma attım kendimi, bir kolumu başımın altına alıp tavana boş boş baktım sanki bir şey değişecek gibi, değişmedi. Yatağımda uyumuştu, her yerde anıları vardı ve ben Azra'dan kaçamıyordum, o ise benden kaçıp başka bir adamla yemek yiyecekti. Aklıma geldikçe daha kötü hissediyordum, aklımı meşgul etmekten başka şansım yoktu.
"Sümsük Fehmi'yle yemek yiyecekmiş, biliyor musun sen onun kaç yüzük attığını? Kızları öpüp öpüp yüzük takıyor sonra da yüzük atıyor. Bir de bir şeye benzese, para için bakıyorlar hep yoksa ben kız olsam bakmazdım."
Yatağımda doğruldum, sıkıntıdan kafayı yemek üzereydim. Evde yapılmadık iş bırakmamıştım ki her yeri temizlemiş sonra da dört çeşit yemek yapmıştım, daha ne yapacaktım ki? Camlara mı girişseydim acaba? Oyalanmamın başka bir yolu kalmamıştı. Kapı zilinin çalması bir nebze rahatlattı beni, oyalanmama yardımcı olacak biri gelmiş olabilirdi, belki de o gelmişti, bir umut kapıya koştum. Ben varmadan Enes kapıyı açmış misafiri içeriye davet etmişti.
"Mete." Karşımdaki uzun adamı görünce sabahtan beri olan nemrut ifademi sürdürdüm, kaşlarımı daha da çattım, fark etmeden elini yumruk yapmıştım bunu o elime baktığında anladım. Umurumda değildi, onu dövme isteğim vardı, gizleyecek değildim.
"Fehmi. Sümsük Fehmi." Sümsük lafına aldırış etmedi ve gözlüklerini oynatıp daha da yakınıma geldi, elini uzatıp sarılmaya yeltenince sıkmadığım elimle elini sımsıkı kavradım, canı acısa da sesini çıkarmadı sümsük herif, yüzünü ekşitti.
"Hoş geldin," Hiç de hoş gelmemişti. Elini hâlâ bırakmadım. "De niye geldin?" Sorgular gibi baktım yüzüne, dayak yemeye geldiyse tam adresine gelmişti. Onu çok fena dövebilirdim. Zor da olsa elini kurtardı benden.
"Sizin aşağı mahallede güzel mekan varmış yemek için orayı ayarladım ama bulamadım. Annen beni oraya götürebileceğini söyledi, ben de sana geldim kaybolmak yerine." Zümrüt Sultan dediğini yapmıştı, arabayla götürmek yerine gidip yakındaki yeri seçmiş bulamayınca götürtmeye mecbur bırakmıştı. Çok zeki kadındı, yeri onun seçtiğine emindim bu kadarını başkası akıl edemezdi, annem bu sokakların karmaşık olduğunu da çok iyi biliyordu, işini çok iyi biliyordu.
"Götürürüm." Götürürümden kastım gelirim!
"Bir saat kalmış zaten şurada, biraz takılırız. Kahve falan yok mu ya onca yol geldik?" İçimden bir sabır çektim, vaktiyle bunu çok dövmüştüm yine mi dövsem? Mesleği kötüye kullanmaya girer bu onca yılın emeğini heba etmeye bu herif için değmez ki. Aslında dövdürsem daha iyiydi ya da bir şekilde bir yerlerini kırıp kaza süsü vermeliydim. O yemeği kabul ettiği için pişman olmalıydı.
"Enes, alt dolapta tarihi geçmiş kahve vardı yap onu abim bir kişilik. Mümkünse köpüğü deterjandan olsun." Ciddi söylemiştim bunu, umarım dediğimi yapardı bu lavuk da defolup gitmek zorunda kalırdı.
"Her zaman komiktin sen Mete." diyerek gülmeye başladı. "Ciddiydim." Oldum olası bu adamı sevmemiştim, hep dövmüştüm ama bu adam uslanmayıp hep yanıma gelirdi. Yine aynını yapmıştı bu defa dövemiyordum.
"Sümsük Fehmi, senin Bursa'da olman gerekmiyor mu? Ne bok yemeye geldin buraya?"
"Her zamanki gibi çok kibarsın ya. Tıp kongresi vardı ona geldim, gelmişken de sanırım elim boş dönmeyeceğim."
"O nasıl laf lan? Kızı alıp götüreceksin sanki. Heveslenme sen pek, senin gibileri sevmez o." Her zamankinden daha hararetli söylemiştim, ona doğru eğilmiş bir eliyle diğer yumruğumu tutuyordum, kendime hâkim olmak zorundaydım.
"Ben ciddi bir insanım Mete, baktım kafam uyuşuyor hiç beklemem hemen takarım yüzüğü."
"Onu biliyoruz ilk tanışmada yüzük taktığın için defalarca yüzük attın. Çapkın desem değilsin, ciddi ilişki isteyen desem değilsin. Ne olduğun belli değil o belirsizlikleri sevmez." Bu defa Fehmi bana doğru eğildi, aynı benim gibi duruyordu.
"Nasıl adamları sever, taktik ver de ona göre davranayım. Kimisi laubalilerden hoşlanmaz kimi hoşlanır, kimi yemeğe mekanda devam etmek ister kimi de evde." Yüzünde çapkın bir gülümseme belirdi, yüzünde koca bir morlukla gezmek isteyeceğini düşünüp hayallerimde kafasına kocaman bir yumruk geçirdim. Azra hakkında neler geçiriyordu aklından? Neden herkes onun için bu kadar kötü niyetliydi? O kötü niyet istemiyordu, birilerinin evine gitmek de istemiyordu, mutluluk istiyordu sadece. Anlayamazlardı bu geri zekalılar. Bir terörist vardı iki bu çıktı başıma, bitmediler bir türlü sabır ya Rabbim.
"O yemeği alır sana yediririm ben, öyle bir yediririm ki aklın şaşar. Gitme sen hiç yemeğe, ek bu kızı sizin ortak noktanız bile yok."
"Nereden biliyorsun daha tanışmadık?" Ben onun gözlerinden anlarım her şeyi, sen anlayabilir misin? Demek ki yok. Delirtiyor beni aptal herif.
"Yıllarca beraber çalıştık, kaç aydır her günümüz bir. Bir zahmet tanıyayım." Enes kahveleri getirip öndeki sehpanın üzerine koydu. Köpüğü çok da fazla değildi, dediğim gibi yapmamış mıydı acaba?
"Oğlum bozuk şeyi neden bana getirdin, bu puşt içsin işte bir tane yeterdi."
"Abi normal yaptım." Kahve fincanını kavrayıp tek bir içişte bitirdim, ağzım deli gibi yansa da hissetmedim, hissedecek hâlim yoktu. Ağzımdan çok içim yanıyordu benim, onun da çaresi burada değildi.
"O kadar dedik koy diye, neyse bir dahakine artık."
"Sen fazla gergin gibisin, hayırdır?"
"Bir tanıdığın cenaze haberini bekliyorum, eli kulağındadır." Dik dik baktım karşımdaki sümsük herife, bu zekayla nasıl doktor olmuştu ki? Aşırı ders çalışmaktan mı böyleydi salağa mı yatıyordu? Umurumda da değildi açıkçası, yandaki sandalyeyi kafasına geçirsem anca rahatlardım.
"Aa Allah şifa versin." Vermez inşallah.
"Şu zibidinin başında durun kaybolmasın bir yere ben giyinip geliyorum." Cevabını duymadan ayağa kalkıp tekrar odama döndüm, onu görmeye tahammülüm yoktu ve sinirimin sınırlarında geziyordum, zor duruyordum. Sabırlı bir adam olmaktan bıkmıştım, bir komutan olarak hep sabırlı gözükürdüm ama bu konuda bir komutan değildim ve sabır göstermeme gerek yoktu.
"Allah'ım beni bu herifle mi sınıyorsun yüce Rabbim? Sen sabır ver." Yumruğumu biraz gevşettim, o herif yüzünden kendime zarar vermek de istemiyordum. Dolabımdaki ütülü beyaz gömleği çıkartıp üzerime geçirdim son iki düğme kalana kadar ilikledim. Siyah kot idealdi, bir de siyah ceket aldım yanıma, her zamanki kombinimleydim.
Manyak ettin beni Demir Leydi, gerçekten manyak ettin. Sımsıkı yumdum gözümü, tuttum kendimi yeniden. Bu defa konuşacağız ve bu defa benden kaçamayacaksın. Bu defa izin vermeyeceğim çok uzadı bu iş. Uyku girmiyor gözüme beni ne hâle getirdin?
Ciğerlerimdeki nefesi üfledim yavaşça, yumduğum gözlerimi açıp kapıya doğru ilerledim sonra geri dönüp aynaya doğru gittim. Masadaki parfümünü bir iki kez sıktım, fazla değildi sadece yakınıma girebilecek kişiler alabilirdi kokumu, tam boynuma denk getirmiştim.
"Fena da olmadım yani, şu hıyardan iyiyim. Puşt. Ama ben size yapacağımı biliyorum."
Bu defa gerçekten odadan çıktım ve beni bekleyen Fehmi'nin yanına gittim. "Gören de yemeğe sen gidiyorsun sanır bu ne şıklık?"
"Benim başka planlarım var masanıza oturup yemek yiyecek değilim." Adam ayaklandı ve paltosunu üzerine geçirdi, dışarısı akşam saatlerinde serin oluyordu. Giymeyip üşütmesini tercih ederdim.
"İyi madem. Gidelim hadi geç kalmayalım." Paltomu giyip kapıya çıktım sonra içeriye doğru döndüm.
"Göktürk iki dakika gelsene." Belime sıkıştırdığım tabancayı çıkartıp ona uzattım, kendimi riske atmamalıydım, bu herif bana cinnet geçirtebilirdi, topuklarına sıkmak istemiyordum. Oturacağı kadının da ondan aşağı kalır yanı yoktu o da canımı acıtmak için saldıracaktı sonra ben yine bu sümsüğe patlatacaktım, hiç gerek yoktu buna.
"Aldığımı fark etmemişim, bir kaza çıkmasın al şunu." Yanımdaki adam gerilse de sesini çıkarmadı, böyle sustururlar adamı işte sümsük herif.
"Abi iyi olduğuna emin misin?"
"Az kaldı iyi döneceğim şimdi iyi olmasam da ya da en kötü şunu hastanelik eder tutuklanırım merak etme." Hiç merak edilmeyecek gibi davrandığımdan dolayı Göktürk de Enes de hiç merak etmedi (!) Kapıyı çekip çıktım ardından.
İki sokak aşağıdaydı, yollar da tekinsiz değildi, kenarda köşede dövüp ayağım çarptı da diyemezdim. "Sizden olmaz ben söyleyeyim." Olmayacak!
"Neden olmasın Mete? Fazla olumsuzsun ya, sen böyle değildin hiç." Çattığım kaşlarımı adama çevirmedim, dümdüz duruyordum. Olumsuz olması için bin tane sebep sayabilirdim ancak o gereken sadece bir tanesini Azra'ya diyecektim bu lavuğa değil.
"Dedim, Azra'yı tanıyorum."
Gideceğimiz yer karşılarında belirdi. Mekanın kapısına kafasını vursam çok mu abartmış olurum? Kapı çarptı benlik bir şey yok deyip sıyrılırdım olaydan.
"Mekan burasıymış, sen gidebilirsin artık."
"Seni oturtmadan şuradan şuraya gitmem. Annem çok kızar sonra." Adamın kolundan tutup kapıdan içeriye soktum, omzunu bilerek kapının kenarına sürtmüştüm, davar bana mısın dememişti.
İçerisi sade şık bir yerdi, fazla kalabalık değildi. Yine bir cam kenarıydı, yine manzara gören bir yerde ayrılmıştı masa. Ben bu anı yaşamıştım daha önce. Bana acı veren aklımdan her zerresiyle silmek istediğim bir andı, yine öylesinin yaşanmayacak olmasını umuyordum. Bu defa döverdim, görev yoktu ama Azra ileri gitmek isterse...
İstemezdi, madem seviyordu beni istemezdi ki bunu. İnsan sevmediği biriyle neden olurdu ki?
O anı yaşadığım kadın şimdi karşımda tam da o elbiselerle duruyordu. Benim seçtiğim ve o lanet günde de giydiği o siyah elbise vardı üzerinde. Boynuna taktığı inci kolyeyle de Prenses Diana'nın intikam elbisesinden ilham almışa benziyordu, başarılı da oluyordu. Beni kudurtmaya gelmişti, başarmıştı da. Saçlar kulağın gerisinden arkaya atılmış bu defa topuz yapılmamıştı. Zaten benim kadar güzel yapamazdı kimse. Yine de her şeye rağmen çok güzel gelmişti gözüme, belki normal halleri kimse için çekici değildi ancak böyle giyinip süslenince insanları da büyülüyordu. Benim için ne giydiği önemli değildi, kıyafet değildi önemli olan. Ben onu kamuflajlarla da güzel buluyordum, insanlar sadece bu hallerine hayran kalırken ben onun o hallerine hayrandım. Çok güzel silah tutuyordu bilmiyorlardı, bilmelerini de istemezdim.
Fehmi masaya doğru gidip onun karşısına geçti, tokalaşmak için uzattığı elini öpüp selam verdi. Başlarında dikilmiş dik dik onları seyrediyordum ben de, hiç de uyumlu değillerdi, hiç beğenmemiştim ikisini. Bence hemen bu masadan kalkıp ayrı ayrı yerlere dağılmaları lazımdı. Azra başını bana çevirip anlamsızca baktı. Burada ne işim olduğunu sorar gibiydi, konuşacağız diyemedim, onun da vakti vardı.
Bana dönüp "Gitmeyecek misiniz?" derken Fehmi sandalyesini çekip oturmasını sağladı sonra da karşısına geçti. O sandalyenin altında sümsük gibi ezildiğini görmek istiyordum.
"Sizin masanıza oturup yemek yiyecek değilim saçmalama."
"Nasılsın Azra, çok şıksın." Azra hafif bir tebessüm yerleştirdi dudaklarına.
"Teşekkür ederim, iyiyim sen nasılsın?"
"Ben de iyiyim, nasıl mekanı beğendin mi?" Azra uzağa gitmesin diye yakınındaki mahalleden rezervasyon yaptırmıştı. O da mekana bakıp incelemeye başladı. Uzakta da olsam duymuştum tüm konuşmalarını, sessiz mekanın faydalarından biriydi bu.
"Bayağı iyi, bilmiyordum burayı." Sağ tarafına yani benim bulunduğum yöne baktı şaşkınca. Kollarımın arasında masayla yanlarına gittim ki bence bu çok normaldi garipsenecek bir durum yoktu. Masayı diğer masayla arasında bir parmak kalacak şekilde koydum ve bir sandalye çektim yanına.
"Komutanım ne yapıyorsunuz?" İkisi de birbirini bırakmış beni izlemeye koyulmuşlardı. Ne yaptım ki sanki alt tarafı yemek yiyeceğim, açım ben.
"Sizin masanıza oturmadım kendi masamda uslu uslu yemek yiyeceğim siz rahatsız olmayın." Olun, beter olun.
"Ya sabır, sizce şu durum normal mi ya?" Başımı menüden kaldırıp karşımdaki kadına baktım. Çok güzel gözüküyordu, bana böyle bozuk olması canımı sıkıyordu.
"Rezervasyonum var benim gayet de normal." Elimi havaya kaldırıp garsonu çağırdım onları umursamadan. Kendi masamda kendi kendime yemeğime de karışmasınlar bir zahmet, ne kadar saygısızca.
"Koçum bak bize bol soğanlı bir salata getir ama bak domates ve soğandan oluşsun 1 domatese 3 soğan, öyleli olsun. 2 porsiyondan da 3 kişilik köfte 6 da ayran." Cebimden iki yüzlük çıkartıp garsonun cebine sıkıştırdım yaptıklarıma ses çıkarmasın diye.
"Biraz acele olsun."
"Mete biz söyleseydik kardeşim ayıp olmuyor mu?" Ayıbın büyüğü sensin lan. Ben bunun ağzını burnunu kırarım, az kaldı.
"Etsiz doymaz bizim kız, sen ne bileceksin. Ayıp mayıp da olmuyor, onunla benim aramda hiç olmaz." Samimiyet vurgum Fehmi'nin canını sıkmıştı, romantik akşam yemeğinin içine ediyordum şu an, gayet de zevkliydi.
"Fehim sen ona bakma, ne diyorduk?"
"Fehmi." diyerek düzeltti. "Neler yapıyorsun?" Sessizce göz hapsine aldım ikisini de, muhabbet etmeleri sinir bozucuydu, biriyle edecekse benimle etmeliydi o sümsükle değil. Çatalı parmaklarımın arasında çevirdiğimi sonradan fark ettim, birden elimden fırlayıp onun ağzına gözüne saplansa ne de güzel olurdu. Aklıma kötü kötü şeyler getiriyordu bu herif, haksızlıktı, delirtmişlerdi beni.
"Görevden arta kalan zamanım pek olmuyor ama şey geçen maça gittim mesela, çok güzeldi." Anılarında bile ben varım be kızım, nasıl bu adamla yemek yersin?
"Tenis maçı mı? Çok severim Nadal'cıyım ben." Maç denince tenis algılayan tek adamdı galiba, normal insanlar futbol olarak algılardı, o değilse voleybol, basketbol algılardı tenisi nasıl algılamıştı?
"Voleybol." Verdiğim iki yüz liranın etkisi hemen kendini göstermişti, yemekler hemen gelmiş önümüze dizilmişti.
"Fehmi o salatayı yemezsen seni vururum." Öldürücü bakışlarımı ona çevirdim, onu yiyecekti yoksa kötü planlarım vardı. Bu kızı öpmesine izin veremezdim o herife asla güvenmiyordum. Fehmi'yi de ürkütmüştü bu, bakışlarından belliydi. Soğanlara daldırdı çatalını ve ağzına tıkıştırdı. Ben de zevkle çatalıma daldırdığım soğanları ağzıma götürdüm.
Demir Leydi köfte görünce duramazdı, yemeklere zaafı olduğunu biliyordum. O yüzden köfte söylemiştim, köfte sevdiğini de biliyordum. Çatalın yanıyla köftesini kesip ağzına attığında karşısındaki lavuk ona kınar gözlerle baktı, o çatalı ona yedirmem gereken meseleler artıyordu, yazıyorum hepsini kenara. "Bıçak kullansana daha rahat edersin." Çatalın yanını bıçak yerine kullanmak Türklük belirtisidir, herifin bundan bile haberi yok. Ye sen Azra, sen elle bile yesen sana her şey serbest.
"Ben iyiyim böyle." Sanki dağda bıçakla yiyor yemeğini. Bir çakısı var çok gerektiğinde yemek için onu kullanıyor, üzerinde taşıdığı kasaturayı insanlar için kullandığından yemeğine değdirmezdi asla. Hiçbiri gözümden kaçmadı.
"Voleybol mu seviyorsun?" İlgi alanına parmak basmıştı, buradan tutarsa onun açısından konuşma rahatlıkla ilerleyebilirdi ama burada ben varken pek mümkün değildi. Voleybolsa voleybolun âlâsına ben götürdüm onu sen değil.
"Çok sever, o kadar seviyor ki dünkü maça onu ben götürdüm. Beraber bağırdık. Yan yanaydık."
"Komutanım, diğer arkadaşlar da vardı ya hep beraber gittik." Başımı yana salladım ve bıçağı sapladığım köfteyi attım ağzına, kısa sürede de yuttum. Eminim dışarıdan çok tehditvari görünüyordum, şu herifin yerinde olsam kaçardım ama o yüzsüz hâlâ karşımda oturuyordu.
"Senin için geldi onlar ben ayarladım." Ben kısmının altını çizdim özellikle. Yaptığım şeylerle övünmek değildi amacım, şu herif kalkıp gitse ve ben artık Azra ile konuşabilsem yeterliydi.
Fehmi bu defa cesaretini toplayıp dik dik baktı yüzüme, ben de karşılık verdim aynı şekilde. Gözlerimizle dövüşüyorduk sanki, bu kadar cesareti nereden buluyordu ki? Elinde neşterle üzerime gelse iki saniyede sırtını yere vururdum lavuğun.
"Ee Fehim ben Gabi hayranıyım biliyor musun? Uçuyor defans yapıyor hastayım ona. Nesli var benden hallice tam bir Demir Leydi vurduğu top ölürdü. Boşkoviç var efsane kadın o da Nesli'nin yabancı versiyonu. Haak var bizde iyi yetişti o da. Egonu var büyük maçların büyük oyuncusu harika biri. Ebrar çok büyük oynuyor kurdum çok büyük çok, Vargas hele devşirdik onu nasıl şov yaptı öyle 41 kere maşallah, Zehra var Eda var Türk duvarlarımız harikalar. Arina var attığı top ace oluyor. Ana Cristina var daha yaşı küçük kendisi çok büyük ama. Türkmen Kızı'nı saymıyorum bile Kalyoncu her zaman on numara beş yıldız."
"Fehmi." diyerek düzeltti kendi adını ve anlamsız bir ifadeyle anlattıklarını algılamaya çalıştı. Ben dediği her şeyi anlamıştım, milli maçları izlediğimden bu isimlere hakimdim. Biraz da sosyal medyayı kurcalamış onun ilgi alanı olduğu için bir şeyleri öğrenmiştim.
"Ortak noktamız bu değilmiş demek ki. Sanat konuşalım biraz. Bu arada mezeden alır mısın?" Tabaktaki mezeyi ona uzatırken kollarımı uzatıp adamın elinden kaptı tabağım.
"Dere otu sevmez o." Sevmezdi, bunu bile bilmiyordu bir de onunla randevuya çıkmıştı. Yarısını kendi tabağıma boşaltıp yemeye devam ettim.
"Voleybol sevmeyenleri sevmediği gibi." diyerek ekledim, beter olsun. Kaşlarımı havaya kaldırıp bir zafer edasıyla bacak bacak üzerine attım.
"Sanat sever misin peki? Ben sürrealist çalışmaların hayranıyım mesela. İnsanların kendilerini gerçekle kısıtlamayıp fırçalarını özgürce kullanabilmeleri çok özel."
Sever sever, sevmez mi hiç Da Vinci emmi dediğini bile duydu bu kulaklar, bayılır.
"Picasso falan sürrealist çalışıyordu sanırım. Yani sanatsal değeri var da gözüme hitap etmiyor. Osman Hamdi Beyciyim ben." Bu resimleri piç hasso yaptı.
"Yine de sanata bir ilgin varmış, boş değilmişsin." Ukalaca gelen bu sözler Azra'nın kaşlarının çatılmasına sebep oldu. Hiç sevmezdi böyle şeyleri, bu masada bana inat olsun diye durduğuna eminim yoksa bu herife katlanmazdı.
"Boş değilmişsin derken ayıp olmuyor mu la?" La kısmında kendini tutmuştu sonuna bebe yerleştirmemek için kastı kendini biliyorum, böyle konuşmasının sebebini de biliyorum ben, bilmediğimi sanıyordu.
Fehmi toparlamaya çalıştı sözlerini. "Sanatta da anlaşamayacağız galiba. Şey mi konuşsak müzik mesela. Klasik müzik dinlerim ameliyatlarda hep. Normal hayatta da yabancı pop seviyorum çok güzeller."
Ne kadar da çok ortak noktaları vardı, Azra da klasik türkü dinlemeyi çok severdi, bayağı severdi. Açsan Neşet Ertaş'ı saatlerce bıkmadan dinlerdi. O isterse ben çalıp söylerdim de, bana bakmaya hiç niyeti yoktu. Azra'nın yabancı şarkıyla alakası renkli kıyafetlerle olan alakası kadardı. "Ne hoş." Yapmacık tavrı beni gülümsetti, oturup onu seyrediyordum ve fazla güzeldi, bu sümsük herifin burada olmaması gerektiği kadar.
"Bakmayın şöyle dikkatim dağılıyor." Bana çevirdi gözlerini. Fazla mı belli ediyorum onu seyrettiğimi? Onca zaman sonra bu kadarını hak ediyorum bence? Ne yapayım, Fehmi'yi mi seyredeyim?
"Dağıtırım acımam bilirsin." Yüzümdeki gülümsemeyi arttırdım.
"Türkü severim ben, yabancı pek dinlemem ama eğer istersen seninle bir klasik müzikte dans edebilirim." Hodri meydan dermiş gibi baktı bana, zafer bayrakları şimdi onun elindeydi. Arkasına yaslanıp karşısındaki herifin cevabını beklemeye başladı. Yüzümdeki gülümseme soldu, kollarım birbirine bağlandı, kaşlarım çatıldı, fare görmüş kedi gibi her an o herifi ensesinden yakalayabilirdim.
Fehmi heyecanla ayağı kalkıp garsondan bir klasik müzik rica etti. Benim öldürücü bakışlarını aldırmadan Azra'yı dansa kaldırdı. Ben masada öyle yalnız kalmışken bu ikisi dans etmeye başladı. Sabrımın sınırlarında geziniyordum, bana kızmıştı ama bu kadar ileri gitmek zorunda mıydı? Şimdi kolundan tutup gidiyoruz desem zorba olacaktım, öyle biri değildim. O herifi kendi bırakmadıkça zorla alıp götüremezdim bir yere ama içimde bir his vardı, o herife tekmeyi koyacaktı ben de onunla konuşacaktım, işte o zaman zorbalık yapabilirdim, komutan olmamı bir defalığa mahsus kişisel meselelerime âlet edebilirdim.
"Vals kaldırır bu şarkı ama." dediğini duydum, sözleri normal konuşma tonundaydı, net duyuyordum.
"Vals bilmiyorum ben." Elini kavradı adamın, Fehmi de sırtına koydu diğer elini, kırmak istediğim elini. Bu rahatsız hissetmesine sebep oldu, yüz ifadesinden anlamıştım, benimle karargahta kamüflaj üniformayla yaptığı dans çok daha anlamlıydı belki de ve güzeldi. Benimleyken hiç rahatsız gözükmüyordu, müzik bile çalmıyorken biz mutlulukla dans etmiştik şimdiyse yüz ifadesinden bitse de otursak dediği anlaşılıyordu.
"Bana uy sadece." Ayak ritimlerini tutturmaya çalışsa da pek başaramadı, zaten topuklu vardı ayağında, rahatsızdı. O spor insanıydı, o böyle şeylerle mutlu olmazdı.
"Yok yiğido ben beceremiyorum. Garsona şey diyelim bahça duvarlarından aştımı çalsın bak onda oynayalım mis gibi."
Ukalaca tavırla baktı sonra da elini belinden çekti. "Çok şeyce olur boş ver oturalım." Çatık kaşlarını masaya giderken ona çevirdi. "Çok neyce?"
"Daha böyle kırsalca." Varoşu hafifletmeye çalışmıştı, sırf bana inat şu yemekte olay çıkarmayacaktı, her şeyi yumuşatmaya çalışıyordu, kör değildim. Ağzına sıçtımının pezevenk Fehmi'si.
"Ne oldu dans ediyordunuz?" Muhtemelen kızaran yüzüm kızarmıştı ve Azra'nın gözü alnıma takılmıştı demek ki alnımdaki damar yine belirginleşmişti ve bu sinirlendiğimin kanıtıydı, anlamıştı. Sinirime rağmen sakin konuşmaya çalıştım, o herife ilk postayı Azra koymalıydı ben değil.
"Vals tarzım değil." Önündeki köfteleri bütün olarak ağzına tıkmaya başladı, çabuk çabuk yemeye çalışıyordu. Kalk gidelim işte ne bekliyorsun kızım bu kadar?
"Bu Fehmi 8 9 kere yüzük attı." Pat diye söyledim, şu sofradaki huzuru bozmak için elimden ne geliyorsa onu yapacaktım. Azra söylediklerimi umursamadı yemeğini yemeye devam etti. Durmaya niyetim yoktu, şu masa dağılacaktı. Artık konuşacağız ve kaçamayacaksın.
"Ayıp olmuyor mu ya kızın yanında? Gerekirse ben söylerdim."
"Söylemeyeceğine adımın Mete olduğu kadar eminim."
"Gerçekten o kadar yüzük attın mı ya? Sebep neydi?" Bu entel dantellik ve kibirle atarlar tabii geri zekalı.
Gerilmişti adam, sonuna kadar kapalı olan düğmelerinden bir iki tanesini açıp daha rahat nefes almaya başladı. Ben varken ne kadar mümkündü bu orası biraz tartışılırdı.
"Attım, anlaşamadık diyelim."
"Sekiziyle de anlaşamadın mı? Biri bile mi yuh ebesinin nikahı." Adam yüzünü buruşturdu son iki kelime için.
"Çok yakışıksız kelimeler bunlar ya senin gibi güzel bir kadına yakışıyor mu hiç?" Kenarda keyiflenmiş bozulan muhabbeti izliyordum, böyle böyle bitirecekti kendini aptal herif.
"Sen bir de onu ana avrat kayarken gör. Çok güzel küfreder, izlemeye doyamaz insan." Ama sen izlemesen çok daha iyi olur çünkü onu izlemeyi en çok ben seviyorum sen izleme.
Karşısındaki nahif görünümlü kadına baktı, askerdi, küfrediyordu. Hiç de öyle nahif biri değildi sadece o öyle sanmıştı.
"Küfür hiç yakışmaz ki sana, bence etmiyorsundur."
"Ediyorum, senin için sorun olmaz bence." Karşısındaki adamın tavırları onu rahatsız etmeye başlamıştı bile, amacıma adım adım ulaşıyordum, biraz öncesine göre çok çok iyiydim ve bu gerilimi zevkle izliyordum.
"Koluma takacağım kadının ağzına kötü laf almasını istemem. Bırakırsan sorun yok." Gözlerini sıkıp ya sabır çekti, kara gözlerini karşısındakine dikti.
"Çanta mıyım lan ben koluna takıyorsun, ayrıca ben ne konuşacağımı bilirim senin haddine mi bana şunu yap bunu yap demek?" Hayatta en nefret ettiği şey kadın olduğu için güçsüz görülmekti, kadın gibi görülmemekten de nefret ederdi. Karşısındaki adam ona böyle davranınca kan beynine sıçramıştı bir kere, durdurabilene aşk olsundu artık.
"Heh buyurun cenaze namazına, bastın damarına kızın şimdi sıçacak ağzına." Yandaki peçeteyle dudaklarımı temizleyip ikisini seyretmeye devam ettim, büyük bomba patlayacaktı şimdi.
"Komutanım durun siz de bir ya susmadınız. Attırmayın tepemin tasını sikeyim böyle işi ya!" Sustum, susmamı istedi sustum ben de. Küfretti ama ben gülümsedim. Şimdi susuyorum ama şuradan çıktığımızda susmayacağım.
"Ama gerçekten ağzına sıçarım ben senin Fehim, ne entel dantel çıktın ya susayım dedim de yok yani. Çiftetelli yerine vals seçen adamdan bi halt olmaz kusura da bak." Daha önce içmediği suyu boş tabağına doğru götürüp parmak uçlarına döktü sonra da dudaklarına değdirdi.
"Buyum ben bak elimi ağzımı bardaktaki suyla yıkadım, git kendine kendin gibi birini bul. Sana sövmediysem de yat kalk Zümrüt teyzeye şükret yoksa senin steteskobundan girer şırıngandan çıkardım." Çantasını eline alıp hızlı adımlarla kapıya doğru gitti. Bu defa biz kazanmıştık.
Azra: 1
"Girer çıkardı, çok güzel girer çıkardı da giren girdi sana hesap da girsin Fehmi." Garsona seslendim, hesabı bu herifin ödeyeceğini söyleyip Azra'nın peşinden gittim, hızlı yürüyordum yetişmem lazımdı, artık vakti gelmişti, benden daha fazla kaçamazdı. Bardaktaki son damla çoktan taşmıştı ve artık o damla her ikimize de zarar veriyordu. Topuklularla fazla uzağa gitmediğinden emindim, sırtındaki paltosu arkadan salınan siyah saçlarıyla kaldırımdan asilce yürüyordu, asil ve sinirliydi, asildi ama küfrediyordu. Hepsi onda çok güzeldi. Hızlı adımlarla aradaki mesafeyi kapatıp önüne geçtim.
"Artık konuşacağız," Açık ve netti sözlerim, eveleyip gevelememiştim, sabrım kalmamıştı. "Ve bu sefer beni dinleyeceksin."
"Konuşmayacağız, gidiyorum ben." Adım atmaya yeltense de ona engel oldum, bir adım yana atıp önüne çıktım. İzin veremem, bu defa olmaz gidemezsin.
"Konuşacağız dedim Azra!"
"Ben de size konuşmayacağız dedim." İnada bindirmişti, onu hiç böyle görmemiştim, aramızdaki iletişim hiçbir zaman zıtlaşmak üzerine olmamıştı gayet iyi anlaşırdık biz.
"İç tüzüğe göre sivil ortamda da emirlerime uymak zorundasın, şu an karşında komutanın var ve sana emrediyorum Demir!" Bana başka çare bırakmamıştı, ya elini kolunu bağlayıp dinletecektim kendimi ki onu da çözerdi ya da böyle bir yol izleyecektim, bu yol daha makul geldiğinden onu denemiştim, elini kolunu bağlamaya kıyamazdım zaten şu sinirle beni pataklardı.
"Kişisel meselemizle mesleğimizi birbirine karıştıramazsınız ya." Gözlerimiz birbirine kenetlenmişti, Azra'nın kaşları benimkinin aksine çatık duruyordu. Meselemiz... Çoktan mesele olmaktan çıkmıştık biz.
"Hayatım boyunca özel hayatımı asla mesleğimle karıştırmadım karıştırmam da en iyi sen biliyorsun bunu ama bana başka çare bırakmadın, ilk ve son olacak bu yürü düş önüme konuşacağız." Karıştırmamak için elimden geleni yapıyordum yapacaktım da ama o varken işler biraz zorlaşıyordu.
"Ya anlamıyor musunuz, konuştuğumuzda çıkacak sonucu kaldıramam ben, dayanamam. Böyle bilinmezlik bile daha kolay benim için neden benim kalbimi gömmek istiyorsunuz?" Yandaki parka geçmiştik bu konuşmayı yaparken, yine kimseler yoktu yine şans bizden yanaydı.
Azra'nın alacağından emin olduğu hayır cevabı onu perişan ederdi biliyordum, kendi kafasından kurmuş bana da kurulmuştu, kızgınlığının yanında kaçış sebebi de buydu. Bizden olmaz lafı kalbine hançer gibi saplanacaktı, biz arkadaşız dostuz ama ötesi yok diyeceğimi düşünüyordu, sen benim askerimsin tim içi ilişkimiz olamaz görevlere çıkıyoruz beraber diyecektim ona göre, belki de başkası var diyecektim. Duyarsa yıkılırdı, duymamak için kaçmak en güzel çareydi ama şimdi onu da yapamıyordu ben engel olmuştum.
Loş sokak lambasının ışığı aydınlatıyordu etrafı, onu ağacın dibine götürmüştüm, aynı onun konuştuğu gibi bir yerde konuşmamı yapacaktım. Tam karşısında durdum ve kara gözlerine çevirdim gözlerimi. Dolmuştu, ağlarsa dayanamazdım. Onu üzüyordum bu da kendimden nefret etmeme sebep oluyordu.
"Şimdiye kadar sen konuştun ben dinledim, şimdi ben konuşacağım sen susup dinleyeceksin fazla uzadı bu iş."
"Size olan aşkıma iş diyemezsiniz ya!" Bir adım daha öne gelip dudaklarını kapadım parmaklarımla, gözlerimizi kırpamıyorduk bile öylesine kenetlenmiştik.
"Sen susacaksın ben konuşacağım dedim, anlaşıldı mı?" Anlaşıldı mı derken rütbe vurgusu yapıyordum, dediklerimi yapmak zorundaydı, tüzükte bu vardı. Bunları yapmaya beni kendi mecbur etmişti. Bu cümleyi kurmasam da Azra'nın beni dinleyeceğini düşündüm, büyülenmiş gibi bakıyordu gözlerime, belki de dudaklarına değen parmaklarım onu başka alemlere sürüklemişti.
"Karşında Akıncı Üsteğmen yok sadece Mete var şu an, omuzlarımda yıldız yok sivil biriyim, herkes gibiyim, senin gibiyim." Yavaşça çektim ellerimi dudaklarından, sakin gözüküyordu ama öyle kalır mıydı emin olamadım, fazla hareketliydi biliyordum bunu.
"Az önce yaptığımı sayma bana başka çare bırakmadığından onu yaptım, hayatım boyunca işime kendi duygularımı katmadım, baktım duygularım giriyor işin içine komutayı başkasına devrettim sen de buna daha önce şahit oldun." Kardeşimin öldüğünü sandığımda komutayı teğmenime devretmiştim, ondan bahsediyordum.
"Şimdiden sonra da katmayacağım, her zaman profesyonel olacağım, bunu da belirteyim." Ağlamak istediğine emindim, zor tutuyordu kendini. Reddedileceğine o kadar emindi ki kaçıp gitmek istiyordu ama onu gönderemezdim.
"Beni sev..." Bir anlığına duraksadı, dilinin ucuna gelmemişti kelimeler. "Sevmediğinizi söylemek bu kadar mı zor?" Tuttu kendini, karşımda ağlamak istemiyordu bu defa. Halbuki ben onun gözyaşlarını silip onunla beraber ağlayabilirdim, yapmıştım da bunu.
"Dinle beni. Sen bana seni görmediğimi, 5 senedir bir kere olsun senin sevgini fark etmediğimi söyledin. Gözüne bakıp her şeyi anlarken bir tek aşkını anlamadığımı söyledin." Bir an olsun ayırmadı gözlerini benden. Kalp atışları dışarıdan bile duyulacak haldeydi, öylesine hızlı atıyordu.
"Şimdi soruyorum sana ben gözlerine bakıp her şeyi anlarken sevgini mi anlayamayacaktım? Benim o kara gözlerine bakıp o aşkı anlamadığım bir an dahi olmadı." Ben onun sevgisini her zaman görmüştüm, kör değildim, onun gözlerine bakıp her şeyi bilirken imkansızdı aşkını görememek. Gözlerinin en derininde sakladığı aşk parıltısını görmüştüm, başından beri biliyordum.
Belli ki bunu beklemiyordu, şaşırdı, öyle bir baktı ki bana kendi gibi beni de yıktı, sitem doldu gözleri. Beni neden yıllarca görmezden geldiniz der gibiydi. Haklıydı.
Gözlerimi yumdum, sakinleşmeye ve rahatlamaya ihtiyacım vardı benim de en az onun kadar, fazla uzak kalamadım ondan ve yeniden gözlerimi ona çevirdim.
"Biliyordunuz ve sustunuz mu? Ne kadar canımın yandığını görmediniz mi?" Hafifçe başımı salladım, çok iyi görmüştüm, kimseler görmezken ben görmüştüm.
"Gördüm Azra, ben seni gördüm. Yaşadığın, hissettiğin her şeyi gördüm." Zaten darmaduman etmiştim her şeyi, uzatıp da canını yakmak istemiyordum. "Gördüm ancak susmak zorundaydım. Vatan senden benden çok daha önemliydi ki hâlâ öyle. Beraber görevlerimiz vardı, şimdi de aynı timdeyiz sen konuşmasaydın benimle ben ne hissedersem hissedeyim susacaktım bizim için. Sadece ikisini karıştırmadım, sen benim işimden bir parça olmalıydın ast üst ilişkisinden ötesi olamazdı aramızda ama ilk sen bozdun sessizliğini 5 seneyi bu kadar kaldırabildi yüreğin, şimdi ben bozacağım çünkü olan oldu. Artık sınırları tamamen ayırmayı öğrenmek zorundayım çünkü seni sınırımdan uzak tutamıyorum."
Vatan aşkı da sevdaya dahil midir? Dahildir be Azra, vatan senden de benden de üstündür. Susmalarımın sebebi de bundan işte, her şey onun içindi, vatanım için.
O kızgınlığından eser kalmamıştı, eğer sarhoşken bunları söyleseydim gerçekten algılayamazdı, biraz gecikmiştim ancak şu açıklama onu tatmin etmişti, suskunluğumun cevabını almıştı.
"Onca yıl ortak görevlerimiz var diye sonra da timimdesin diye sustum, bir hata yapacak olursak biz de ülke de masumlar da zarar görürdü, hem bunun olmasını istemedim hem de olası bir aksilikte görev yerin değişirdi en çok da bundan korktum. Dediğim gibi sen konuştun diye söylüyorum yoksa hepsi benimle mezara gelirdi içimde tutardım tanıyorum kendimi." Tutardım, onca sene tutmuşken yine tutardım.
Son zamanlarda taşıyamadığı bu kalp ona asla yapmayacağı şeyler yaptırıyordu, farkındaydım, konuşacağını düşünmezdim ama bana her şeyi itiraf etmişti cesurca. Herkes onun kadar cesur olamıyordu maalesef.
"Ben kendimi tanıyorum da sen beni hiç tanımıyorsun Azra, ben senin gözlerinin içine bakınca seni gördüm ama sen bana baktığında beni bir kez olsun göremedin. 5 sene dedin, hep o 5 sene öncesinden bahsediyoruz. O iple senin bağlandığını söyledin ama o iple ben iki defa bağlandım bunu biliyor muydun? Bir o kerpiç evin tavanına bağlandım bir de..." Sustum yeniden, karşımda akmaya meyilli kara gözler vardı, öyle bakıyordu ki içinde aşk ve özlem yatıyordu. Dayanamazdım, ağlamamalıydı. Dudaklarıma parmaklarını kapadı sanki duyacakları ağır gelecekmiş gibi. Bileğini kavrayıp aşağıya doğru indirdim elini.
"Bir de sana." Asla beklemediği bir şeydi bu onun. Ben onu görüp susmuştum da o beni hiç görmemişti. 5 sene tek acı çeken kendisi sanıyordu ama kalbi kanayan ben de vardım, o belli edebilirken ben susmak zorunda olandım.
"Susun, dayanamam." Aksini asla düşünmediğinden ne diyeceğini bilmiyordu, bunu duymak istediğine emindim ama şaşkınlıktan susun demişti bana. Kıyamıyordum ki, özür borçluydum ona yaşattığım her acı için. Beni asla görmeyen oydu ama ona özür borcu olan bendim, o gün ölmediğim için özür borçluydum ona, ölseydim 5 sene hasretlik çekmezdi böyle, ölseydim ben de 5 senemi onsuz geçirmezdim.
"Sana karşı koymak kolay mı sanıyorsun, yanındayken bu kadar uzak durabilmek nasıl zor biliyor musun sen? Bir de seninle olmak için sensizliğe dayanmak çok daha zor gelirdi." Beni anlayabilir miydi bilmiyordum, bunlar bir asker için gerekli sebeplerdi, biz memlekete âşıktık, kalbimiz sonra geliyordu işte. Öyle olmak zorundaydı. Aksi olsaydı daha çok acı çekerdik.
"Üsttekiler bir ilişkiyi kabul etmeyebilirler ve senin görev yerini değişebilirlerdi şimdiye kadar sustuysam bunlar yüzünden işte, yoksa ben de ikimize bunları yaşatmaktan hiç hoşlanmadım emin olabilirsin." Beni anlamasını umuyordum, affetmeyebilirdi ama hak vermeliydi. Artık sınırı geçmiştik ve benim için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
"Vicdan mı yaptınız, o yüzden mi söylüyorsunuz bunları? Vazgeçip gideceksiniz sonra." İnanmak istede de aklı bir türlü almıyordu. Kendini sadece sevmeye odaklamıştı, sevilme olgusu ona çok uzak geliyordu. Halbuki ben onu çok sevmiştim sadece o görmemişti.
"Bursaspor 2. lige düşmüş ben ondan bile vazgeçmemişim senden mi vazgeçeceğim?" Bu sözlerin etkisiz kalacağını düşünüp elini tuttum ve kalbime götürdüm.
"Sen tam olarak buradasın ve yerin asla değişmeyecek. Sen hep benim en değerlim olacaksın." Kalbim göğüs kafesimden fırlayacak gibiydi ama onun avuçlarındaydı, güvendeydi. "Biz seninle çok farklı dünyalardanız ama iki dünya bir dünyadan iyidir."
Azra'nın gözünden bir damla yaş akarken benim kalbi sızladı, onu mutlu etmekten başka hiçbir şey yapmak istememiştim ama yine ağlatıyordum onu, asla ağlamamalıydı. Gözyaşlarını sildim boştaki elimle, diğer elim hâlâ elinin üzerinde, onun eli de tam göğsümdeydi. Şu ânı yıllarca hayal etmişken yaşıyor olmak çok özeldi.
"Ben inan..."
"İnan bana, ben sana canımı emanet etmişim kalbimi mi edemeyeceğim?" Kabullenememişti yüzünden belliydi, ona olan aşkımı öyle saklamıştım ki benden yana hiçbir hayal kurdurmamıştım ona. Şimdi yüzüme öyle derin bakarken buluyordum onu, inanamıyordu.
"Özel görevlere gittik beraber yalnız kaldık uzun süre, aklınızın karışması normal belki de..."
"Belki yok," İnanmalıydı bana, hislerimi ilk defa dışarıya vuruyor olmam ona olan sevgimin daha dün olduğu anlamına gelmiyordu. "5 senelik aşkıma görevde oluşmuş muamelesi yapamazsın."
"Sustunuz ama." Kendince geçerli sebepler üretiyordu, asla geçerli değildi.
"Sen konuşmasaydın yine susardım Azra, konuştun bu defa beni susturdun yine bunları konuşacaktım ama o..."
"O?" Elimi yanağından çekip geldiğimiz yönü gösterdim, göğsümdeki eli de böylece bedenimden ayrılmış ve aşağı inmiş oldu. Ellerimiz hâlâ ayrılmamıştı, bırakmaya da niyetim yoktu artık.
"Sen tekrar konuşmak isteyene kadar susacaktım ben, susardım da ama o Sümsük Fehmi, o herifin sana bakışlarını gördüm, yemin ediyorum burada olmasaydım şu konuşmayı ne zaman yapardım bilmiyorum ama delirdim bak gördün. Seni ya yanımdayken kaybedeceğim ya uzağımdayken kazanacağım, benden başkasının sana yakın olmasını izlemeye katlanamadım. Kızları öpmesiyle meşhurdur elini öpmesine bile katlanamadım ben Azra."
"Kalkıp gitmesem beni öpene kadar durup izleyecektiniz öylece yani." Başımı iki yana salladım, onun şoka girdiğinin farkındaydım, 5 senelik aşkının ona 5 senedir âşık olduğunu öğrenmişti, susma sebebini, her şeyi öğrenmişti, öğreniyordu ancak yine de inandığı her doğru yıkıldığından kabullenmekte güçlük çekiyordu. Benim onu sevebilme ihtimalimi bir an olsun düşünmemişti. Halbuki ben onu beni sevdiğinden daha çok seviyordum bilmiyordu.
"Seni başkasının öpmesine dayanamam." Aramızdaki mesafeyi kapayıp başımı ona doğru eğdim ve alnımı onunkine dayadım. Bu an hayal değildi, gerçekti. Bu defa gerçekten yakındım ona, rüya değildi.
"Seni benden başka birinin sevmesine de dayanamam ve dayanamadım, buradayım. Susmuyorum, kaçmıyorum bu defa, her şeye her kurala meydan okuyacağım. Ben seni hep sevdim Azra, beni o ipten aldığın günden beri seni düşünmediğim bir an bile olmadı. Ben seni çok sevdim, çok seviyorum."
Yanakları tekrar ıslandı sevdiğim kadının, bu defa yalnız değildi benden de birkaç damla gözyaşı akmıştı. Bu defa silmedim, birlikte aktı hasretimizin vuslat yaşları.
"5 sene beni fark etmenizi beklerken sizi fark etmemişim ben." Kays'ın aşkından Mecnun'a dönüp Leyla'yı tanımaması gibi o da beni tanımamıştı. Geç olmuştu hatta güç olmuştu ama sonunda olmuştu.
"Ben sizi karşılıksız sevdim sanmışken bu... Bir an olsun vazgeçmedim sizi sevmekten." Başını alnımdan çekip bir kolunu boynuma doladı sıkıca, diğer eli elime hapsolmuştu, başını boynuma gömdü bu defa görev için değil aşk içindi, kokumu sevdiğini ve boynuma başını görevden çok onun için koyduğunu biliyordum, o seviyor diye hep aynı yere sıkardım parfümümü. Biz daha önce de sarılmıştık, o arabada sarıldıktan sonra bu defa ikimiz de birbirimizi bilerek sarıldık, o eksiklik bir anda giderilmişti sanki.
"Bu kokuya öylesine hasret kaldım ki, bu kollara öyle ihtiyacım varmış ki... 5 sene hasretlik mi olur ya?"
Gülümsedim bu defa, onun gözyaşını tenimde hissedebiliyordum, bu son ağlayışı olacaktı. O ağlayınca dayanamıyordum işte, onun kadar olmasa da ben de ağlamıştım. Başım onunkine göre eğikti, saçlarının kokusunu korkusuzca içime çekmiştim bu defa, ezberlemeye çalıştım, parmağını arkaya taranan düz saçlarına doladım ve oynamaya başladım, çok güzellerdi, çok güzeldi.
"Benim için daha zordu, o kara gözlerine bakıp susmak zorunda olmak çok zordu." Hızlıca ayırdı bedenini benden, gözyaşlarını sildikten sonra yavaşça koluma vurdu. Ağzımı burnumu kırsa hakkıydı, asla sesimi çıkarmazdım.
"5 senemi yediniz sikeyim böyle işin çarkını. Sevdiyseniz söyleseydiniz." Küfretmesi gülümsetti beni, güzel sövüyordu. Ellerimi yanağına koydum, gözlerimde gizlediğim o sevgi ışığı artık çok netti daha önce anlam veremediği bakışlar şimdi ona çok şey ifade ediyordu. Artık ona tavırlarımın sebebini biliyordu, anlıyordu beni, sonunda anlamıştı beni, sonunda görmüştü beni.
"Sevmediğim birini dizime yatırıp onunla ağlayıp türkü söyler miydim hiç? Hangi adam sevmediği bir kadına türkü söyler ki? Sen anlasaydın." Kara gözlerini iyice açınca kaşları da havaya kalktı. Her hâli beni büyülemeye yetiyordu, çok güzel gözleri vardı, bakmaya doyamıyordum.
"Bu arada siz yok artık, siz karargahta kaldı ben üsteğmen değilim sadece Mete'yim, han olan Mete."
"Buna alışması hiç kolay olmayacak, 5 senelik alışkanlık sonuçta." Bu beni ilgilendirmezdi, bana komutanım demesine yeterince tahammül etmiştim. Adımı ondan işitmek istiyordum.
"Seni 5 sene beklettiğim, bu kadar üzdüğüm için özür dilerim. Seni üzdüğüm kadar üzüldüğümü bir de seni çok sevdiğimi bil." Dudaklarımı alnına yerleştirdim ve ilk busemi bıraktım, belki beni bir gün affedebilirdi, ona ve kendime yaşattığım şeyleri bir gün unutturabilirdim belki. Her şeye rağmen mutlu gözüküyordu, gerçekten ilk defa yüzünü güldürmüştüm.
"Bu kadar duygusallığı bünyem kaldıramayacak, rüyaysa gerçekten söverim." Hiç sövmemiş gibi söverdin onu ben de biliyorum ama sövmene gerek yok ki biz gerçeğiz.
"Daha yeni başlıyoruz Demir Leydi'm, madem çenemizi tutamadık o geride bıraktığımız 5 senenin acısını her saniye çıkartmamız gerekir."
Gözlerini kenetledi bana, bu yakınlık göğsünün hızlıca inip kalkmasına sebep oluyordu, ben de ondan farksızdım, yıllardır ona karşı durabilmek çok zordu, şimdiyse çok farklı duygular içerisindeydim biz kavuşmuştuk, sevdiğim kadın artık kollarımdaydı ve bana bakıyordu kara gözleriyle. Ben de onun kırmızı dudaklarına bakıyordum, çok bile beklemiştim. Hafifçe eğdim başımı, şimdiden nefesinin kesildiğini hissediyordum. Başımı biraz daha yana doğru yatırdım ve ona doğru yaklaştım, bir parmak kadar mesafe kalmıştı aramızda. Nefesi çoktan değiyordu dudaklarıma bu da dudakların kavuşmasını zorunlu kılıyordu. İçim kıpır kıpırdı ve onu öpmeden bırakmak istemiyordum ama biraz daha durup geri çektim kendimi.
"Siktir ya o Sümsük Fehmi'ye yedirirken ben de soğan yedim. Ulan ben ne bileyim böyle olacağını ya. Nasıl yaptım bu salaklığı?"
"Aşk. Aşk insanı manyak eder kom... Mete." Adımı ilk anışıydı, daha güzel bir tonda duymamıştım adımı, onun ağzından duymak çok güzeldi, o ölene kadar adımı söylese yine bıkmazdım. Yıllarca bu ânı bekledim ben gelmeyeceğini bile bile. Azra da heyecanlandı, ilk adımdı bu samimiyetin ilk girişiydi, kendi de heyecandan ölecekti, görüyordum.
"Adımı hiç bu kadar güzel duymamıştım."
"Ben de soğan yedim, yani kokuyu hissetmem." Bu teselli beni tatmin etmişti, gülümseyerek tekrar yanaştım dudaklarına.
"Söylesene bir daha adımı, yakından duyayım."
"Öyle kolay değil bunu duymak." Önce gözlerine sonra dudaklarına baktım. İnanılmaz biriydi, bana her şeyi yaptırabilecek güçteydi o an.
"Peki ne buyurursunuz Demir Leydi'm?" Nefeslerimiz birbirine değecek kadar yakındı ancak dudaklarımız bir türlü birbirine değememişti.
"Bilmem, 5 sene ben bekledim siz..." Saygı ifadesini kenara bırakması gerektiği aklına geldi. "Sen de biraz bekleyebilirsin." Başımı iki yana salladım, 5 sene bekleyen bir tek o değildi ki ben de beklemiştim, bencillik yapmamalıydı.
"Tek bekleyen sen değildin." Sesimin tonunu onu kendinden geçeceği şekilde ayarlamıştım, etkilendiğini görebiliyordum, ondan farksızdım. Nefesi nefesime değerken saçlarının kokusu bu kadar yakınımdayken ona karşı durmak çok zordu.
Ellerimi yanağına yerleştirdim ve yavaşça parmaklarımı yanağında gezdirdim. Azra gözlerini yumdu, kendisini bana bırakmıştı, göğsü hızla inip kalkıyordu. Rüyadaysam lütfen uyanmayayım.
"Gençlerde edep ahlak da kalmamış aile var burada." İkimiz de hızlıca başınızı sesin geldiği yöne çevirdik. Bir teyze ve yanında lise çağında iki erkek çocuğu vardı, çocuklar sanki iki arkadaşının yakınlaşmasını görmüş gibi ooo çekiyordu, halbuki daha öpmemiştim ben.
"Ulan teyze ağzımıza sıçtın şu an ya 5 senelik beklemenin sonucu bu mu yani? Sikeyim böyle işin şarap çanağını." Ben de sinirlensem de onun bu sözleri beni güldürdü, ne de güzel sövüyor zalımın gızı.
"Gidin evinizde yapın ne yapacaksanız ahlaksız, bir de küfrediyor."
"O zaman da eve erkek atıyor dersiniz." Elini havaya kaldırdı ve yüzük parmağını gösterdi. "Evli değilim ben evde bir şey yapamam, ahlaksız da değilim." Gençler arkada maymunvari sesler çıkarırken teyzenin onlar değil biz umurundaydık.
"Ahlaksızlar, sizin gibiler yüzünden bu hâle geldik." Ben ya sabır çektim ama cevabı sevdiğim kadına bıraktım, onu seyretmek daha güzeldi, sinirlenince de ayrı güzellik geliyordu yüzüne. Ona âşık olmam için bir sebep daha.
"Evinde rahat uyuyorsan bizim sayemizde teyze de kime ne anlatıyorum ben? Amına koydun zaten ortamın." Başını yüzüme çevirdi, "Gidelim mi?" dedi. Ben de sırtını sıvazlayıp başımı sallayınca arkamızdan söylenmeye devam eden kadına aldırmadan parktan çıktık. Omzuna attığım kolumun altından bana sarılıyordu, öyle yürüyorduk daha önce yalnız yürüyüp ezberlediğim sokaklardan.
"Azra'm." Gözlerini bana çevirdi, ona böyle seslenmek için çok beklemiştim, çok sık duyacaktı bunu, bıksa bile söyleyecektim. "Hıı" diyebildi sadece, duruma alışamamış hâlâ şoktaymış gibi gözüküyordu.
"Bu gecenin böyle olaylı bitmesi tam da bize yakışırdı." Gülmeye başladık ikimiz de, karşımdaki kadının gülmesi beni çok mutlu etmişti, güldürüyordum artık onu ağlatmak yerine.
"Ulan teyze." Gülmeye başladı biraz da sinirden gülüyordu. Ne güzel 5 senelik hasret son bulacaktı bir öpücüğü çok görmüşlerdi bize.
"İntikam elbisesi he, Demir Leydi olmuş Prenses Diana. Sen var ya sen, çok fenasın." Kendi üzerine baktı gerçekten de intikam elbisesiydi bu, kısa olsaydı tam olacaktı.
"Hak ettiniz."
"Hak ettim, kudurdum da zaten. Fehmi'ymiş."
"Nereye gidiyoruz?" Karşımdaki eve baktım sonra da ona çevirdim gözlerimi.
"İki porsiyon kesmedi beni evde dört çeşit yemek var yemek yiyelim. Sen de doymazsın iki porsiyonla biliyorum." Başıyla onayladı beni, "Valla açım ben." dedi.
"Bizimkilere topluca söyleyelim. Şu iki salak da o zaman öğrensin."
"Olur, Fırat abim biliyor ama. Yani ben söylemedim kendisi anladı. Biri olduğunu biliyordu da o birinin sizin olduğunuzu kendisi anladı." Omuzlarından kolumu çekip üstümü başımı düzelttim, Azra da kendine çeki düzen verdikten sonra kapıyı açıp içeriye girdik. Çok geçmeden varmıştık eve.
Göktürk tekli koltuğa oturmuş bilgisayarıyla uğraşıyor, Enes de ayaklarını küçük sehpaya uzatmış şekilde koltuğa kurulmuş film izliyordu. Kapının açılmasıyla ikisi de kapıya dönmüştü.
"Komutanım." Ayağı kalkmaya yeltenen askerlerine oturun işareti yaptı Azra, kendisi yüzünden rahatlarının bozulmasını istememişti.
"Yemekleri bitiremediniz değil mi lan?"
"Abi o yemekler iki kolordu doyurur biter mi ya? Hoş geldiniz komutanım, çok şık olmuşsunuz." Gözünü Enes'e çevirdi sonra yeniden onlara döndü.
"Hoş geldiniz komutanım." Azra üzerindeki paltoyu astı ve "Hoş buldum, eyvallah Sayaç." dedi.
"Oğlum yemeklerin altını yakın da ısınsın." Başımı bu defa siyahlara bütünmüş kıza çevirdim, fazla güzeldi ve bu güzelliğe o herif de şahit olmuştu. Kıskanmasaydım erkekliğimden şüphe ederdim öyle güzeldi ki.
"Ev soğuk astsubayım Ankara akşamlarına bu kıyafet uymamış istersen değiştir üstünü." Açık bir kıyafet değildi aslında, üst kısmı biraz dardı ancak derdim o değildi gerçekten açıkta kalan bir iki karış bacağı ve kolları üşür diye düşünmüştüm. Halbuki dağda ne soğukluklara katlanıyorduk, iki evrenin arasına kalın bir duvar örülmüştü ve bu evrendeki Azra'mın üşüyeceğini düşünüyordum.
"İyi olur aslında, yemek yediğimde elbiseye sığamam muhtemelen." Çok yiyordu, sığmazdı belki de. Umurumda değildi, yerken de güzeldi. Yediğini de erittiriyordum ben ona kilometrelerce yürüterek.
Elimle odamı gösterdim, bunu daha önce de yaptığımız için kimseye garip gelmemişti. Gidip Enes ya da Göktürk'ün de kıyafetlerinden isteyebilirdim hoş şimdiden sonra istemezdim o ayrı.
İçeri girince hemen dolabıma daldım, açık renklere gitmişti elim. "Buz mavisi sana çok yakışır." Elime aldığım buz mavisi uzun kollu üst ve lacivert eşofman altını ona uzattım. Bol bir eşofman altının bağcığını sıktığında kendi bedenine uygun hale getirebilirdi. Üzerinde fazla komik duracaktı benden epey küçüktü.
"Ben bu ânı bir kere daha yaşamıştım sanki." derken ellerimdeki kıyafetlere uzandı, alırken de elimi benimkilere temas ettirmeyi ihmal etmedi. Bu küçük temas bile beni mutlu etmişti. Aynaya dönüp üzerine tuttu buz mavisi kıyafeti.
"Eksik yaşamıştık ama." Beline sardım kollarımı yavaşça, defalarca hayalimde kurduğum ânı yaşıyordum şimdi. O bunu beklemiyordu yüzünden belliydi ancak sesini çıkarmamıştı. Belki de kollarımda ilk defa huzuru hissedecekti. Başımı hafifçe eğip saçlarının kokusunu içime çektim, aynada bana baktı böyle sevileceği düşünmüyordu, şaşkındı hâlâ, 5 sene nasıl da durabildiğimi sorguluyordu içinden, o sanki benden farksızdı, saklamak için çabalamıştı ama ben o hastanede başımda ağladığında anlamıştım bana olan sevgisini.
Gözlerini yumdu yavaşça, başını da göğsüme yasladı. "Gerçekten yanınızda nefes almayı unutuyorum ben." Başımı biraz daha eğip dudaklarımı boynuna yerleştirdim ve küçük ama etkisi büyük bir buse bıraktım tüm yaşadığı o kötü günleri silmek istedim, o herifin görevde ona bıraktığı izleri kapamak istedim, sonra da kulağına eğildim.
"Önce yıkayıp izleri sildim şimdi de öptüm." O herifin bıraktığı o iğrenç his kökünden silinmeliydi, o zaman bir şey yapamamıştım ama kötü anılarını güzelleriyle değiştirmek benim elimdeydi, yapacaktım. Bunu önce ıslattığım parmaklarımla sonra da dudaklarımla denedim, başarabilecek miyim bilmiyorum ama çabalayacağım bunun için. O berbat anının yeri güzelliklerle dolacak, artık ben öpeceğim ve her şey geçecek.
"İki dünya bir dünyadan iyidir demiştim, biz iki dünyayı tek dünya yapacağız sonra da yarım dünyam olacaksın."
"Sizin dünyanıza kurban olurum ben ya. Ağlamamı mı istiyorsunuz ulan, iyice sulu göz ettiniz beni." Bu defa bir damla bile gözyaşı dökmemişti, yüzünde kocaman bir gülümseme vardı ve aynadan yansıyan görüntümüze hayran hayran bakıyordu. Tek bir farkımız vardı ben de ona bakıyordum.
Onu döndürüp gözlerine baktım, eksik kalan bir şey vardı ve onu tamamlamamız lazımdı en azından 5 sene öyle kuru kuruya bitmemeliydi. Tekrar gözüm dudaklarına gitti, geri adım atıp gardırobun içine düşmesin diye bir elimi ensesine diğer elimi de beline yerleştirdim.
"Ben de sana kurban olurum."
Yine göğsü hızlıca kalkıp inmeye başlamıştı, ben ondan daha kontrollüydüm ancak aklım pek yerinde sayılmazdı, onu görünce uçup gitmişti.
"Siz yok sen var demiştik, emre karşı gelmekten ceza mı versem sana?"
"Şu an müebbet yiyebilirim ben." Dudaklarımı biraz daha yaklaştırdım, ona karşı durmak çok zordu.
"Sana müebbet yetmez, ağırlaştırılmış müebbet lazım." Azra ellerini boynumda birleştirdi kıyafetleri bırakmadan, mesafe iyice azalmıştı. Aramızdaki boy farkından dolayı biraz eğilmek durumunda kalmıştım.
"Galiba infaz emrim verildi şu an."
"Bizzat tarafımdan gerçekleştirilecek hem de. Çok acımasız biriyimdir." Yalandan kaşlarımı çattım.
"Onu biliyorum, tecrübe ettim. Bu arada verilen emre karşı boynum kıldan ince benim."
Bedenlerimiz birbirine değiyorken tek eksiklik dudaklardı, bir parmaklık mesafeyi kapamadan dudaklarımı yanağına çevirdim ve başımı aşağıya çevirdim. Kapadım gözlerimi, derin derin nefes alan bendim bu defa, bedenindeki hızlıca nefes alan diğer ciğerleri de çok iyi hissedebiliyordum. Başımı eğerken dudaklarım ve burnumu yanağına sürtmüştüm, Azra da benden farksızdı gözlerimin önünde eriyordu.
"Bu ceza ikimize birden oldu sanki." Öpmem değil öpmemem cezaydı ancak kendimi tutabileceğimden emin değildim.
"5 sene kendini tutan adamı bir günde bu kıvama nasıl getirdin ben hayretler içerisindeyim." Sanki 5 senelik sevgilimdi öyle rahat hissediyordum yanında, bir de alev almıştı her yer. Bu kadar yanıyor muymuşuz biz? Haberimiz bile yokmuş.
Tekrar geri çekilip gözlerine odaklandım, o kara gözlerde bir şey vardı büyülüyordu adamı.
"Ben de."
Yakınlaşacağımız sırada kamu spotu gibi araya Enes girmiş yemeğin ısındığını bağırarak haber etmişti. "İki oldu ama yeter be abiciğim sıçtınız ortamın içine gerçekten"
"Bana öyle ceza verirsen böyle ceza verirler işte."
"Fermuarını açmana yardım edeyim mi?" Başını iki yana sallayınca da omuzlarını iyice düşürüp çıktım odadan. Kulağım hâlâ kapıdaydı, geride anne karnındaki bir bebeğin kalp atışı kadar hızlı atan bir kalp bırakmıştım, Azra yaşadıklarını sindirebilmek için yatağa oturdu, yayın sesinden bunu anlamıştım ve son cümlesini duyduğumda gülümseyip içeriye girdim.
"Gerçek mi bunlar yoksa ben rüyada mıyım?"
♟️
Merhaba canlarım, bu bölümümüz itiraf bölümüydü siz onca bölümü Azra'nın açısından okudunuz artık Mete'nin açısından da okuyacaksınız o da çok seviyor en az Azra kadar. Başından beri seviyordu o ince ince işlediğim her ayrıntının farkındaydı. Geçen itirafı Azra'dan yazınca bu bölümün tamamını Mete ağzından yazayım dedim baştan aşağıya değiştirdim yoksa 3. kişi anlatıyordu yine. Böyle daha özel oldu, birkaç kere daha yapacağım merak etmeyin son olmayacak.
Üsteğmen Mete Akıncı beni yangınlara sürüklüyorsun, onu görmüşsün de nasıl da tutmuşsun kendini? Kalbimi bırakıyorum sana. Siz de ona iki cümle bırakabilirsiniz.
Azra sonunda sevdiğine kavuştu onun için seviniyorum güçlüydü artık güpgüçlü bir kadın olacak Demir Leydi'm.
AzMet çekimi der susarım arkadaşlar yandı ortalık ama bir öpemedi kızı.
Sizce bizi nasıl günler bekliyor? Tim bu ilişkiye ne tepki verecek? Üst komutanlar öğrenirse sıkıntı çıkaracak mı?
Beni şu hesaplardan takip edebilirsiniz:
İnstagram
rubamsalepe
|
0% |