Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. "Kıskaç"

@rubamsalepe

İyi okumalar, beğenmeyi unutmayalım.❤️

Bölüm müziklerini şöyle bırakayım.
▪︎Erdal Güney- Bozdoğan
▪︎Muaz Ceyhan- Deryada Deryalıklar

♟️

"Koğuş kalk!" İkazıyla iki çavuş da birden yataktan fırladı. Uzun zamandır bunu yaşasalar da bir gün bile alışmamışlardı buna. "Dikkat! Astsubay Çavuş Göktürk Bilir emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım." deyip hafifçe gözlerini araladı. Evde olduğunu fark edince sitemkâr şekilde Mete'ye döndü. "Hı hı bilir bilir. Göktürk Bilir."

"Abi bırak espriyi. İzin günümüzde sabah sabah ne diye yine ödümüzü bokumuza karıştırıyon ya?"

"Lan hadsiz komutanınım ben senin. Bok ne lan?" Göktürk gözlerini ovuştururken Enes de pek kendinde değildi. "Devrem bak eğitim kilitleyecek şimdi abuk subuk konuşma. Özür dilerim komutanım onun adına. Ben mühimmatları alayım otobüse, aman ne otobüsü helikoptere, geliyoruz hemen."

Kafası iyice kayısı hoşafı kıvamına gelen Enes yatağına oturdu ve daha önce hiç açmadığı gözlerini araladı. "Neredeyiz lan biz?"

"Evdeyiz devrem."

"Komutan?"

"Şu an abimiz."

"Hee iyi." deyip masanın üstündeki suyu aldı ve avcuna döküp yüzüne çarptı hızlıca, biraz olsun ayılabilmişti. "Gel lan iyi geliyor sen de yap." Göktürk de aynı işlemi tekrarlarından sonra kendi yatağına çöktü.

"Lan kalksanıza, bir de oturuyorlar." Elini havaya kaldırmış hayırdır siz der gibi duruyordu. "Abi izin günümüz sanıyorduk biz, operasyon mu çıktı?"
Başını iki yana salladı. "Yoo."

"Abi bizi niye kaldırdın o zaman yine bokunu yiyeyim sen bizi niye uyutmuyorsun ya?"

Mete hafifçe gözlerini kıstı ve ikisine birden baktı. Parmağını havaya kaldırdı ve onları gösterdi. "Siz ikiniz kahvaltı hazırlayacaksınız." Enes elini alnına vurdu ve yüzünü ekşitti. "Bizi bundan mı kaldırdın abi, sen kendin yeseydin ya bir şeyler bize neden işkence ediyorsun?"

"Enes haklı abi. Valla bak senden çektiğimizi biz karargahta çekmiyoruz ya. Hatta kısa dönem erler bu kadar çile çekmiyor, karargahta ne bileyim Reşat Yarbay hatta Süleyman Paşa bile daha vicdanlı."

Mete omzundaki havluyu Göktürk'e fırlattı. "Lan Sayaç. Size vicdan yarıyor mu oğlum? İki dakika başınızda durmasam evi bok götürür. Şimdi komutanınız olarak emrimdir bugün kahvaltıyı Enes hazırlayacak. Sen de o hazırlayana kadar evi süpüreceksin. Lan ben sizin hizmetçiniz miyim? Hep ben mi çekip çevireceğim şu evi? Hadi derhal mutfağa ve mıntıka temizliğine." Evin annelik görevi Mete'deydi, aslında titiz yapısı onu bu konuma getirmişti. Rahat edemiyordu sivildeyken, mutlaka bulunduğu yer temiz ve düzenli olmalıydı. Dağda yeterince leş bir hayat yaşıyordu zaten.

"Abi ama..." Lafını ağzına tıktı üsteğmen. "Abine tüküreyim oğlum şimdi ne dedim, komutanınız olarak emrediyorum dedim değil mi? O zaman neymişim, şu an sizin komutanınızmışım, kalkın lan." diyerek ellerini birbirine vurdu sanki daha hızlanacaklarmış gibi.

"Biz anlayamadık ki bir öylesin bir böylesin, kimlik bunalımı yaşıyoruz. Kalktık tamam. Bari ekmeğe sen git. O kadar da vicdanın vardır değil mi çok sevgili komutanım, abim, kızgın tereyağlı iskenderim?" Mete sırıtarak önce odadan çıktı, salona geçti. Aynada kendine baktı ve telefonunu, cüzdanını yanına alıp evden çıktı.

Damardan girmeyi iyi biliyorlar, seviyorum bu herifleri.

"Sayaç, bitti mi lan süpürmen?" Odaların arasında birbirleriyle bağırarak iletişim kuruyorlardı.
"Ses durdu duymuyor musun oğlum bitti işte? Ne yaptın hazırladın mı kahvaltıyı?" dedi midesinden gelen çılgın sesleri bastırarak. "Hazır olur iki dakikaya. Git televizyon falan izle oyalan." Göktürk, Enes'in sözünü dinledi ve televizyonu açtı. Tekli koltuğa oturup ayaklarını uzattı. Haber kanallarında gezerken bir anda durdu. Gülen yüzü birden düşmüştü.

"Şerefsizler." Derin bir nefes aldı ancak işe yaramayınca kumandayı televizyona doğru fırlattı. Televizyonun ekranı çatlasa da aynı şekilde göstermeye devam ediyordu. Ev kapısından yeni giren Mete koşarak salona geldi. Enes de hemen arkasındaydı. "Ne oluyor lan? Ne yaptın televizyona?" diyen Mete kıpkırmızı olmuş bir yandan da gözleri dolan askerine yaklaştı. "İyi misin koçum?" dedi bu sefer çünkü konu ciddi gibiydi, ağabeyliğini gösterecekti şimdi.

"Devrem ne oldu lan konuşsana? İyi misin lan? Ses versene oğlum." deyip televizyona döndü. "Hassiktir. Lan bunlar ne zaman duracaklar Allah'ın cezaları." Göktürk dolan gözleriyle Mete'ye döndü. "Biz neden yardım etmiyoruz abi? Neden orda kardeşlerimizin yanında değiliz? Bu puştlar kalkıp benim Azerbaycanlı kardeşlerimi öldürecek ben burada oturacağım öyle mi?" deyip gözlerinden bir damla yaş akıttı.

"Azerbaycan zaten paramparça. Önce Hocalı'da soykırım yaptılar yetmedi Karabağ'ı işgal ettiler. Kardeşlerim orada ölmüştü, yine öldü abi. İçinde siviller de olan yirmi iki kişi dedi ya, duydun mu? Siviller vardı. Ya neden durmuyorlar abi neden? Orospu çocukları, yemin ediyorum şu an tüfeğimi alıp tepelerine binmemek için çok zor tutuyorum kendimi. Neden orada değiliz abi? Biz özel kuvvetler değil miyiz? Çökelim tepelerine. Abi bak kardeşlerimiz..." deyip derin bir nefes verdi ve gözyaşlarını sildi. Onun o halini gören Enes de tutamamıştı kendini. Sadece onun hâline değil Azerbaycanlı kardeşlerine de üzülmüştü.

"Herifler Hankendi'de paçavralarını dalgalandırıyor abi. Biz burada yanındayız diyoruz ama bir şey yapmıyoruz. Biz bir olursak bizi yıkamaz kimse. Devrem haksız mıyım lan? Bir olmazsak hiç oluruz. Bakın her gün ölüyoruz."

Enes onu teselli edecekken Mete onu durdurdu ve Göktürk'ün kolundan tutup onu koltuğa oturttu. "Çok haklısın. Hatta o kadar haklısın ki ne yapmalıyım ben de bilmiyorum ama biraz kalple değil akılla da düşünmek lazım değil mi?" Her zaman böyle uzlaşmacı davranıyordu, lider olmak için doğmuştu.

"Şimdiye kadar akılla düşündük de ne oldu komutanım? Ya dün internette gördüm yine. Bölücü örgüt Karabağ'daki o orospu milislere sabotaj, baskın, el yapımı patlayıcı eğitimi verecekmiş. Ya görmüyor musun abi? Bak bölücü örgüt bile orada. Zaten hem bölücü örgütün hem de o işgalcilerin arkasında kim var hepimiz biliyoruz. Abi bunlar dünyada tek bir Türk dahi kalsın istemiyorlar. Bu işgalciler Azerbaycan'ı kendi ülkelerinin doğusu, bizim Doğu Anadolu'muzu ise kendi ülkelerinin batısı olduğunu söylüyorlar. Biz işgal etmişiz öyle diyorlar. Abi deliriyorum bak anlatamıyorum ben size."

Göktürk'ün milli meselelerde içi de dışı da böyle oluyordu. İçinde pek bir şey tutamıyordu zaten. Kim demişti askerler duygusuz olur diye, duygunun en dibini yaşıyordu şimdi.

Eğer bir olursak kimse hiçbir Türk'e zulmedemez, tek yumruk olursak bize karşı silah kaldıranın başını ezeriz diyordu, bir olmak şarttı. Azerbaycan'da kardeşlerine saldırılmışken, Doğu Türkistan'da Türkler zulme uğrarken, Orta Doğu cehenneminde kendi ülkelerinden hayır gelmeyen Türkmenler örgütler tarafından öldürülürken Göktürk'ün canı yanıyordu.

"Kardeşim istemezler bizi. Sen olsan ister misin? Türk'üz oğlum biz. Hepimizin dedeleri ebelerini sikmiş onların. Neden istesinler bizi? Devrem onlar bakıp bir anlık zafiyet ve boşluk gördüklerinde o zaman binerler tepemize. Bak bir olmadığımız zaman halimize neler oluyor. Azerbaycan'ın Karabağ'ı kimlerin elinde? Ya Doğu Türkistan? Kardeşim biz hep zulüm gördük ve dik dursak dahi göreceğiz. Bizi hep vurcaklar, asla durmayacaklar. Yirmi küsur sene önce Hocalı'da zulüm yapanlarla, Doğu Türkistanlıları toplama kampına alanlar, 1944'te Kırım Tatarlarını ölüme sürenlerin arasında fark yok ama ne yapalım şimdi? Kafamıza göre silah alıp tepelerine mi binelim?"

Enes'in de vardı bir yarası. O da aynı Göktürk gibi milliyetçi duyguları çok derin beslerken bir yandan da geçmişin acısını yaşıyordu. Enes Kırımlıydı, soyadını atalarının diyarından almıştı. 1944'te sürülen yüz bin civarı Kırım Tatar'ından biri de dedesiydi. Hayatta kalamamıştı o zorluklarda. Ailesinden geriye ise sadece Enes'in babası kalmıştı. Yıllar sonra sürgünden dönünce ilk yaptığı şey toprağı öpmek olmuştu. Sürgüne uğrayan yüz bin küsur kişiden hayatını kaybeden yüzde kırk beşlik kısmın dışında kalmıştı. Bir şekilde hayata tutunmuştu.

Enes'in babası Kurtcelil bu defa maddi sıkıntılardan dolayı Türkiye'ye gelmiş ve burada annesi Nur ile tanışmıştı. Elleri bollaşınca tatil niyetiyle ziyaret etmişlerdi. Tam da o sırada Enes orada doğmuştu. Çifte vatandaş olmuştu ancak Türkiye'de yaşamaya devam etti. Eline fırsat geçtikçe ziyaret ediyordu vatanını. Asker olabilmek için vatandaşlıktan çıkmıştı ancak emekli olduğu gibi vatanına geri dönmek en büyük hayaliydi. Belki de bu hayal bir gün gerçek olurdu bilemiyordu.

"Uluslararası hukuk, anlaşmalar ve bir sürü zımbırtı var biliyorsun. Hepsini geçtim kararı siyasiler alır askerler uygular. Biz kafamıza göre böyle işlere kalkışamayız ama şunu bil kardeşim, ben de senin kadar çok istiyorum tepelerine binmek. Şimdi sakin ol bakalım. Sil o göz yaşlarını düşmanın istediği olmasın. Dik dur aslanım. Biz dik duracağız ki herkes dimdik dursun. Hadi gel şimdi kahvaltımızı yapalım."

Göktürk kalbini bir kenara bırakıp Mete'nin de dediği gibi aklıyla düşününce dediklerini mantıklı bulmuştu. Haklıydı. Bir emir gelse bunu zaten hemen yaparlardı ama onun dışında kendini bu kadar harap etmemeliydi. Dik durup düşmana kök söktürmeliydi. Bunun için vardı zaten. Gözyaşlarını sildi ve ayağı kalktı, mutfağa doğru yol aldı.

"Hayvan herif. Abi kırmış güzelim televizyonu ya. Bana bak lan, sen yaptıracaksın bunu, asla bize kilitleyemezsin sikerim belanı."

"Gitti milyarlık televizyon, ben de ödemem valla git yaptır. Zengin miyiz oğlum biz, bir de gidip kumandayı atmış. Ne bileyim duvarı yumrukla yerde tepin de zenginmişiz gibi kumandayla televizyonu kırman hiç hoş değil."

Hakan Teğmen de aynı diğerleri gibi uyuyordu ancak diğerlerinin aksine onu 'Koğuş kalk!' diye kaldıran kimse yoktu. Yatağında hafifçe döndü. Daha sonra rahat edemedi tekrar aynı yere döndü. En sonunda da yastığını ters çevirip tekrar başını koydu. "Rahat batıyor sanırım." deyip ayağı fırladı. Elini yüzünü yıkamanın ardından salona geçti.

"Annem."

"Kalktın mı oğlum?"

"Kalktım annem. Nasılsın bakalım bugün?" Nesrin samimi şekilde gülümsedi ve elindeki kızarmış ekmekleri masanın kenarına yerleştirdi. "İyiyim oğlum. İyi olmaz mıyım hiç? Bak kardeşin de burada. Hep beraber kahvaltı yapacağız, nasıl mutlu olmam?"

Hakan küçük adımlarla annesinin yanına gitti ve ona sarıldı. "İlaçlarını almadın değil mi?" Nesrin hiç sesini çıkarmadı, bu evet demekti, asla yalan söylemezdi. Hayır da demediğine göre cevap evetti. "Anne ama bunu seninle konuştuk neden almıyorsun?"

"Çocuğum hasta değilim ben neden alayım o ilaçları. Çağrı sen de bir şey desene abine." Hakan ondan geri çekilip biraz uzaklaştı. "Anneciğim Çağrı burada yok. Gözünü seveyim bak al şu ilaçları. Aklım sende kalıyor operasyondayken."

"Aman dikkat et oğlum. Bak beni düşünme sen başına bir şey gelir Allah'ım korusun. Çağrı sen de abine dua et. Rabbim esirgesin ikinizi de."

Hakan derin bir nefesle ciğerlerini doldurdu sonra da koltuğa geçip oturdu. Annesinin başında durmadığı için ilaçlarını ihmal ediyordu. Herkes gibi yaşayabilmesi için onları içmesi lazımdı. Bu işe kökten çözüm bulmalıydı. Birini bulup bunu düzenli takip ettirmesi lazımdı, bir komşu bile olurdu. Nesrin şizofreni hastasıydı. Belirtiler şehit olan diğer oğlu Çağrı'nın acı haberinden sonra ortaya çıkmıştı. Üzerine eşini de kaybedince tamamen soyutlanmıştı hayattan. İlaçlarını almadığı zaman hiç gitmemiş gibi davranıyordu. Onunla yemek yiyip sohbet ediyordu. "Ah be annem, ne yapacağım ben seninle? Hadi yiyelim, ısıtmışsın ekmekleri soğumasın."

♟️

Azra'nın telefonuna bilinmeyen bir numaradan mesaj geldi, genelde bakmazdı ancak içinde bir his vardı. Gidip yardım etmesi gerektiğini söylüyordu içindeki his. Tabancasını alıp yola çıktı, Mete Üsteğmen'i aradığında ulaşamadığından Hakan Teğmen'e haber verdi. Gidip adrese bakmasını ama harekete geçmemesini emretti Hakan.

Taksiyle gittiği yer tekinsiz birkaç yapıdan oluşuyordu, depo benzeri bir yerdeydi ama şehir merkezinden uzaktı. Bahçesinde hurdalar vardı, geniş bir alana yayılmıştı burası. Yedek iki şarjörü vardı, tabancasını parmaklarının arasına alıp yapıyı incelemeye başladı. Küçük dürbünüyle baktığında kimseyi görmemiş çareyi daha da yaklaşmakta bulmuştu.

Bir mesaja bu kadar itibar ediyor olması timi hakkında bazı bilgilere sahip olması ve gelmemesi durumunda yapacağı bazı eylemlerden bahsetmesiydi. Rehinesi olduğunu söylemiş, bir fotoğraf yollamıştı. Genç bir kadının bu halde olması onu hemen oraya gitmeye itmiş, polisi aramak yerine de timini aramayı tercih etmişti. Gerekirse komutanları emniyete haber verirdi, bu konu bizzat Sancak Timi'ni ilgilendiriyordu.

"Beni izin günümde buraya getiren hangi pezevenkse bulup onu bu hurdalara benzeteceğim." dedi sessizce, başkasının duyması imkansızdı. Daha da yaklaştı, Hakan Teğmen'i aradığında ulaşamadı ona. Telefonun çekmemesi jammer yüzünden miydi yoksa hat mı çekmiyordu bunu bilmiyordu. Bildiği tek şey burada yalnız kaldığıydı ve harekete geçmek zorunda olduğuydu. Mesajdaki saati aşması durumunda rehinenin öleceği yazılıydı.

Üç şarjör iki yumruk, hadi bakalım Demir Leydi iş başa düştü.

Dizlerini kırarak küçük ama hızlı adımlarla yürüyordu, sırtını duvara yaslıyor geldiği yönü sürekli kontrol edip kendini güvence altına alıyordu. Koridorun bittiği noktada yol ikiye ayrılıyordu. Telefonunun kamerasını açıp iki yönü de çekip baktı, temiz gözüküyordu.

Sağ mı sol mu?

Sağ taraftaki ışık daha soluktu, parlayan tarafa gitmek yerine bu yönü seçip aynı şekilde dikkatle ilerledi.

Bir şeyler dönüyor, bizimkiler neden gelmedi? Şimdiye kadar gelmeleri lazımdı.

Dudaklarının üzerine kapanan bir elle geriye doğru sürüklendi, hem ağzı hem burnu kapatılmış böylece bağırmasına engel olunmuştu. Zaten bağırsa da sesini burada duyabilecek kimse yoktu.

Bağırmazdı.
Biri onu boğmaya çalışıyor diye bağırmazdı, ellerinden kurtulup döverdi onu.

Bir an sendeledi, ağzı burnu kapatıldığı yetmemiş gibi boğazına sarılan kolla da hareket alanı iyice kısıtlanmıştı. Refleks olarak elini onunkilere götürdü, böyle kurtulması mümkün değildi. Bu adam fazlasıyla iyiydi ve kadını göğsüne boğacak gibi bastırmıştı. Kurtulmak zor olsa da imkansız değildi.

Türk kadını cepheye silah da taşır o taşıdığı silahla düşmanı da püskürtürdü. Kanında vardı savaşçılık, Orta Asya'daki kadınların savaşçı kanını ruhunda taşıyordu.

Ağzındaki el Azra'nın tabancasına gitti ve onu alıp uzağa fırlattı.

"Beni kilitleyemezsin, senin ağzına sıçarım." dedi nefes nefese. Boğazındaki kolu sıkı sıkıya kavradı ve belini geriye doğru hızlıca vurup adamın dengesini bozdu, sıkı tuttuğu kollarının da yardımıyla takla attırıp kenara fırlattı adamı. Dövüşmek mi istiyordu babası vardı burada.

1.90'lık maskeli adamı yere devirmenin vermiş olduğu özgüvenle gülmeye başladı. "Kimsin?" dedi gülerken. "Sınır içindeyiz seni öldüremem ama hastanelik ederim, boyuna güvenme. Hayır yani devede de boy var ama işte..."

Adamın sırtı acısa da büyük bir yara almamıştı, yavaşça ayağa kalkıp kadının üzerine gitti yeniden, savurduğu yumrukların ikisi boşa gitti diğeriyse karnına gelmiş kadını arkadaki boş alana savurmuştu.

"Ben bu teknikleri tanıyorum."

"Yine de ağzına sıçmayacağım anlamına gelmez, yüzünü görmedim." Adama bir tekme fırlatıp iki de yumruk indirdi üçüncü yumrukta kolu kavrandı ve yine kilitlendi. Hareket imkanı bulamadan karşıdaki ağzı kesilmiş varilin içine daldırdı onu, saçlarını sıkıca tutmasına rağmen çekmemişti, daha çok başına hakim oluyor, kadın çırpındıkça çıkmasına izin vermiyordu. Islanan saatine baktı, 45. saniyede çıkarttı başını.

Azra derin bir nefes aldı, öyle bir nefesti ki bu diğer odalarda başkaları olsa hepsi duyardı. Öksürmeye başladı, adam konuşmuyordu, konuşmaması başlı başına saçmalıktı. Üstü iyice ıslanmış tişörtü bedenine saçları da yanaklarına yapışmıştı.

"Kimsin?" dedi öksürmeye devam ederken, debelenmeye başlayınca yeniden soktu başını suya. Azra debelendi, bildiği taktikleri uygulamaya çalıştı, sudan çıkmadan daha iyisini yapamayacağını anlamıştı. Bu adam her kimse profesyonelce dövüşmeyi biliyordu.

Bir dakika sürdü bu defa, adam saçlarından tutup onu geri çekince öksürdü yeniden, hızlı hızlı nefes alış verişleri ıslanıp tenine yapışan tişörtünden net bir şekilde gözüküyordu.

"Saçımı neden çekmedin?" Sorusu adamı afallattı, ondan fırsat bulan Azra adamı ittirip yere düşürdü. Varilin devrilmesiyle adamın yüzüne kadar her yeri ıslanmış, Azra da göğsüne oturup onun boynuna kolunu geçirip hareketini kolları ve bacaklarıyla kısıtlamıştı. Yakalamıştı onu. Altında yatan adam kurtulabilirdi ancak denemeyecekti, biliyordu.

"Biraz ıslandık ha komutanım?" dedi adamın maskesini çıkarmadan önce, hâlâ sabit duruyordu kadın. Maskeyi yavaşça çıkarınca kafasından geçen isim netleşti, Mete'ydi bu.

"Nereden anladın? Konuşmadım bile."

"Teknik taktik, ha bir de saçımı çekmediniz. Yani yumruk yedim evet ama saçımı çekmediniz. Küçük bir zafiyetti." Adamın boynundan kolunu çekti, böylelikle çok yakın olan mesafeleri bir tık artmıştı.

"Acıtmadım değil mi canını?" Başını iki yana salladı kadın bacaklarını çözmeye başlarken. Mete bu zafiyetten istifade edip kadının üzerine yerleştirdiği elleriyle onu sert zemine vurdu, başı yere çarpacakken eli tam da oradaydı. Diğer eliyle kendisini kaldırırken bacaklarını iki yana açmış kadının kollarını sıkıştırarak sabitlemişti. Evet o saçını çekmeyerek zafiyet göstermişti ama Azra da hemen geri çekilmemeliydi, bu da bir zafiyetti. Madem eğitimdelerdi, sonuna kadar gitmelilerdi.

"Zafiyet. Bir anlık zafiyet seni canından eder Demir. Dikkat et." Islak saçlarından düşen damlacıkları kadının yüzüne düşüyordu, Azra debelendi, kurtulabilirdi ancak ona zarar vermek istememişti. "Edeceğim." Mete yavaşça geri çekildi ve yere oturdu, zemin ıslak ve soğuktu. Elini askerine uzatıp onu da kaldırdı. "Vallahi ıslandık." dedi ilk sorduğu soruya cevap verip.

"Reşat Yarbay'ın emriydi, üst rütbeliler astlarına eğitim veriyordu. Her birinize ayrı yerleri mesaj attık ve hepinizi denedik. Volkan'ın timiyle ortaklaşa yapıldı, komutan senin eğitimini bana verdi." Diğerleri de bir güzel sınanmış azıcık hasarlarla atlatmışlardı, kimse büyük zarar görmemiş biraz hırpalanmışlardı.

"Geçtim mi peki?"

"Sanırım ikimiz de zafiyetlerimizden dolayı sınıfta kaldık." Mete gülmeye başlayınca Azra da ona eşlik etti. Mete'nin kenara sakladığı telefona arama gelmiş acilen karargaha gelmeleri emredilmişti. Kırmızı Toros'unu Azra'nın bulamayacağı bir yere gizlemişti. Beraber buradan döneceklerdi ancak biraz ıslaklardı. Ankara sıcağında kuruması uzun sürmese de böyle üşütebilirlerdi, en azından kıyafetlerin değişmesi onları hastalıktan korurdu. Biraz uzaklardı merkeze, gidene kadar idare etmeliydiler. Mete istemeye istemeye de olsa ıslak ıslak bindi arabasına, kuruyunca kokmamasını umdu, en azından koltuk yüzünün altına geçmemeliydi bu. Azra'ya arka koltuğa koyduğu kapüşonlu hırkasını verdi, türkü dinleyerek gidilen sessiz bir yolculuk olacaktı bu.

♟️

"Biliyorum izin gününüzdeydiniz ancak görev beklemez biliyorsunuz." deyip dev ekrana döndü yarbay, kocaman bir harita yansıtılmıştı ekrana. "Akıncı Üsteğmen, Suriye'de sınıra yakın bir bölgede terör unsurları arasında sıkışmış, sınırdaki güvenli bölgeye gelmeye çalışan yerel halktan bir grup tespit ettik, elleri boş gelmiyor işimize yarayan bilgilerle geliyorlarmış. Sizden oraya gidip onları sınır hattındaki kontrolümüzde bulunan güvenli bölgeye getirmenizi istiyorum. İstihbarat sağlayacak kişiyi de Ankara'ya getirin."

Ekranda o bölgeyi yakınlaşırdı. "Bölge burası. Muhaliflerin kontrolünde olan bir köyden geçtiklerinde bizimkilere haber vermişler ancak önemli bir görevin başında olan Mehmetçik onlara yetişememiş. Gittikleri bölge de bir tarafı bölücü örgüt bir tarafı da radikal örgüt ile çevrili dağlık bir bölge. Arada sıkıştıklarını tahmin ediyoruz ve en kötüsü kendileri bu tehlikenin farkında değil. İrtibat sağlayamadık." İç savaşın olduğu ve eline silah alan herkesin örgüt kurduğu bir cehennemden onları sağ salim çıkartmak zorundaydılar. Zor muydu bu? Evet zordu ancak bordo bereliler bunun için vardı. Zoru yapmak hatta imkansızı başarmak onların göreviydi.

"Komutanım o bölge çevresinde radikal örgüt temizlenmemiş miydi?"

"Temizlenmişti teğmenim ama bölgeye bir şekilde tekrar sızmışlar. Şimdi hemen hazırlanın on beş dakika içinde operasyona hazır olun." Reşat Yarbay ayağı kalkınca onlar da ayağı kalktı ve sanki cümleler aynı ağızdan çıkmış gibi "Emredersiniz komutanım." dediler.

Hakan Teğmen harekat merkezinden oflayarak çıkarken yanında yürüyen kadının dikkatini çekti. "Hayırdır komutanım bir sorun mu var?" Kara gözleri merakla ona bakıyordu, teğmen pek dertli gözükmezdi normalde. "Annem Azra. Kesin yine ilaçlarını almayacak. Aklım onda kalıyor."

"Bence ilaçlarıyla ilgilenmesi için birini bulun." Başıyla onu onaylamakla yetinmedi ve cevap verdi. "Haklısın yoksa böyle olmayacak. Döndüğümde bakacağım artık. Hadi gidip hazırlanalım. On iki dakikamız kaldı." Hızlıca diğerlerinin peşinden gittiler.

Mühimmatları bol bol alıp istiflediler çünkü gidecekleri yer bir kıskaçtı ve önce bu kıskacı delip geçmeleri gerekiyordu. "Orhan bombaları fazla fazla al."

"Hepisini depoladum komutanum. Onlara uçmayi öğreteceğim." Elindeki son el bombasını da öpüp hücum yeleğinin cebine koydu. "Orhan, bana Bora'mı öpüyorum diye laf ediyordun ama benden aşağı kalır yanın yok maşallah, bombayı öptün."

"Ben bu bomba işuni pek seviyurum. Attuun gibi havaya uçiyurlar. Onlarun hak ettiği da budur." Azra gülüp omzuna vurdu. Orhan ile Azra aralarındaki iki yaş farkına rağmen sınıf arkadaşıydılar. Beraber mezun olduktan sonra bu karargahta hayat onları bir kez daha bir araya getirmişti. Birbirlerini öz kardeşleri gibi görüp severlerdi. Hatta hepsinden öte canlarını birbirlerine emanet ediyorlardı.

"Tim bölge çok tehlikeli ama o sivilleri oradan kurtarmamız lazım biliyorsunuz. Sizin de onların da kılına zarar gelmeyecek, anlaşıldı mı?" Sivilleri kurtarmak öncelikleri olsa da kendi askerlerinin canını da korumak zorundaydı Mete, bu adamlar ona emanetti ve sağ salim döndürmek zorundaydı onları. "Emredersiniz komutanım."

Helikoptere bindiklerinde bir süre konuşmasalar da ilk sessizliği bozan Fırat oldu. Karşısındaki kız yine oldukça güzel gözüküyordu, saçları örülmüştü ve iç tüzüğün izin verdiği kadarıyla makyajını yapmıştı. "Elvan yine gelinin kız kardeşi olmuş." diyerek güldü. Kız ellerini saçlarına götürüp örgülerini iki yana aldı. "Teşekkür ederim abi. Güzel kızdan anlıyorsun cidden." Güzel olduğu kadar özgüvenliydi de, asla gocunmazdı söylemekten.

Azra ise tam tersiydi, özgüveni yoktu kendine özellikle görünüş konusunda. Sıradan bir görünümü olduğundan kimseye güzel gözükmeyeceğine inanıyordu. Küçükken de erkeklerle büyüdüğünden kimse ona kız muamelesi yapmamıştı, erkek gibi kız derlerdi. Halbuki kız olmak için ille de mini etek giymeye gerek yoktu ki, küçüklüğünde onunla geçilen dalgalar hâlâ aklının bir kenarındaydı, arada çıkartıp yüzleşiyordu. Ben bir kadınım ama kimse beni öyle görmedi diyerek kendi kendine söyleniyordu. Özgüveni kırık olduğundan da bazı meselelerde içine kapanıktı, aşk gibi.

Pandora'nın kutusu gibiydi, rakı masasında açılan türdendi bu kutu. Sarhoş halinde Fırat'a ne anlattıysa o kadarını paylaşabilmişti. Sessizliğinin içinde kopan fırtınalara herkesin gözü kör olmuştu, bilmiyorlardı. Bilemezlerdi.

"Bu da erkek kardeşi." diyerek ciddiyetini bozmadan lafını sokuşturdu teğmen. Soğuk ve işkolik yapısına karşın bu kadınla uğraşmak hoşuna gidiyordu. Azra cevap vermeyip başını öne eğince bu söze alındığını anladı timin her bireyi. "İki küfür etti diye, sivilde daha rahat şeyler giyiyor diye bu onu erkek kardeş yapmaz." diyerek ortalığı toparladı Mete, bu kadın üzülmemeliydi, timindeki kimsenin yüzü düşmemeliydi. Azra tebessüm ederek başını camdan dışarıya çevirdi, bir nebze teselli edebilmişti onu. "Valla esmer sevsem kaçırmazdım." Fırat dirseğiyle onu dürtükleyince tebessümü gülümsemeye dönüştü. "Çekici kızsın ama esmersin bu yüzden seni bacı kategorisine aldım hemen. Üzülme ama abin ve başçavuş komutanın olarak her an yanındayım." diyerek ekledi.

Hava iyice yumuşamıştı, gülümseyerek ağabeyine döndü kadın. "İşini çok iyi biliyorsun, o kızları da bu sözlerle mi tavladın?" İlk cümlesinde üsteğmene de kısa bir bakış attı, bu bir teşekkürdü. "Kızlar... Sanatsal varlıklar gerçekten." Otuz yedi yaşında olmasına rağmen bir olgunluğa varamamıştı, gelişi güzel yaşıyordu hayatı adam. Ailesiyle görüşmediğinden düştüğü tüm boşluklarda time sarılmıştı, sivilde ise kızlarla vakit öldürmeyi tercih ediyordu ama öyle can yakmalık bir durum yoktu takıldığı kişiler de kendi gibiydi, asla sevgisi samimi birine yapmıyordu bunları.

"Başçavuşum, şunlara biraz taktik öğret." diyerek Göktürk ve Hakan'ı gösterdi gülerek, sanki kendisi onlardan farksızdı. "He yani sen yoksun yani abi? Ev ile karargah arasında bizimle gelip giderken kazara âşık oldun da benim mi haberim yok?"

"Abi ne Kırımlı? Yeşilleri çekince komutanınım ben senin. Hem iyi ki bir sevgili yaptın sen de, sap olduğun zamanları ne çabuk unuttun? "

"Affedersiniz komutanım. Ya sap map değilim ben elimde olsa evlenirim şimdi, şu an, hemen." Azra elini alnına koyup etrafı aradı gözleriyle, ardından avuçlarını ee bak yok anlamında açtı.

"Ne evliliği ya? Sen beni bırakıp gidemezsin devrem, güzel kardeşim çıkar şu salak fikirleri aklından. O cadı mı sokuyor bunları, dedim sana ayrıl diye çok uzadı bu iş çok." Oldu olası sevmemişti o kızı, en yakın arkadaşını, devresini elinden almıştı bir kere. En önemlisi de nasıl yaptıysa büyü mü yaptı hiç bilmiyor, Enes'i kendisiyle evlenecek hâle getirmişti. İşin onun tarafından iyi yanı ise kız evliliğe hazır hissetmiyordu, Göktürk'ün de canına minnetti bu.

"Bir gün evleneceğim Zeynep'imle, sen de ağlaya ağlaya şahit sandalyesinde evet diyeceksin devrem." Kollarını birbirine bağlayıp geriye yaslandı sayaç, çatık kaşlarını tekrar devresine çevirdi. "Zeynep'im diyor bir de ne samimiyetsiz ilişki. Bir kere sevgiliyseniz insan aşkım canım der sen iltifat falan da bilmiyorsun."

Parmağıyla ritmik hareketler tutmaya başladı Enes "Seviyor o, sevmese çeker vurur beni zaten. Ayrıca çok iltifat biliyorsan meydan senin kardeşim ama cep telefonunda sadece iki kadının kayıtlı olduğunu onların da timimizin üyeleri olduğunu ikimiz de iyi biliyoruz." Timin keyfi oldukça yerindeydi, yol helikopterle çok da uzun sürmüyordu. Vakitlerini birbirleriyle uğraşarak geçirmek herkese güç veriyordu aslında. Birbirlerinden besleniyorlardı. Göktürk bu acımasız sözlere cevap veremedi saplığı yine tokatlamıştı onu hiç acımadan. "Kendini vursun o kendini, benim askerimi kimse vuramaz, aslanım benim bari sen yaşa aşkını bu yanındakini boş ver."

"Azra haklı beyler, aramızda tek ilişkisi olan o kıskanmayalım nazara gelmesin." Hakan bu sözün ardından kısa süreli bir sessizlik oldu, Enes ile Göktürk önce birbirlerine sonra da Azra'ya baktılar.

"Ne bakıyorsunuz lan dik dik? Bora'ma gerek kalmadan alnınızın ortasında delik açarım."

"Bir türkü söyleseniz ne kadar da güzel olur." Nasıl bir silah askerin olmazsa olmazıysa türkü de öyleydi. Genelde bu işi Mete yapıyordu ancak Azra da çok da güzel olmayan sesine rağmen söyleyebiliyordu. İki askeri ona kuzu gibi bakınca da dayanamamış başını sallamıştı. "Tüfeğime para sıkıştırmazsanız gerçekten vururum sizi." Gülerek yaslandığı yerden doğruldu, aslında iki asker de komutanının kafasının böyle dağılacağını düşünmüş ondan böyle bir şey istemişlerdi.

"Deryada deryalıklar,
Suda oynar balıklar." Gözlerini yumup türküyü müzik eşliğinde söylediğini hayal etti. Bir de onu...

"Ne bu sevdan olaydı
Ne de bu ayrılıklar, ölürem,
Ölürem yar yetimem yar garibem yar
Ölürem yar yetimem yar garibem yar." Bu defa hissetmeye başladı. En derinine işledi sözleri, belli etmemeye çalıştı yıllarca çabaladığı gibi, anlasınlar istese de saklanıyordu her defasında.

"Iğdır'dan al elma aldım ay balam,
Yarimi yola saldım." Açıp gözlerini onu dinleyenlere çevirdi, kara gözleri boş bakmıyordu hiç.

"Yar gelene kadar
Ayva gibi sarardım, ölürem,
Ölürem yar yetimem yar garibem yar
Ölürem yar yetimem yar garibem yar."

Hepsi türkü eşliğinde dalıp gitmişti uzaklara, kimi sevdiğini kimi ailesini düşünmüştü.

"Yüreğine sağlık Azra, çok güzel söyledin." Üsteğmen için de çok başkaydı türkü dinleyip söylemek, insan söyleyemediğini sazıyla türküsüyle çığırırdı, ikisinde de benzer etkiye sahipti.

"Dişi kurduma bak be bir de sesini beğenmezsin sen, bak ne de güzel söyledin." Fırat omzuna vurdu yavaşça. Azra başıyla tebrikleri kabul ederken helikopterin inişe geçeceği anonsu geçildi, sessizliğe büründü Sancak Timi. Hepsi silahlarına sıkı sıkı sarılmıştı ve görevi bekliyordu. Yüzlerini inmeden yeşil, bordo ve siyah yüz boyalarıyla boyamışlardı, böylelikle tanınmaz hâle gelmişlerdi. Güvenli bölgede indikten sonra bir tepeye doğru yol aldılar, istikametleri o yöneydi çünkü ve çoktan hava kararmıştı.

"Siviller vadiye girdilerse işimiz zor komutanım. Bunlar sivil görünce çocukları alıp militan yapıyorlar, kadın görünce de tecavüz ediyorlar."

"Aynen öyle teğmenim. Bir de radikaller Allah diye diye hareket ediyorlar ya ben ona deliriyorum. Dinimizi nelere alet ediyorlar?" diyerek termal dürbünle tepeden etrafı kolaçan etti ancak görünürde pek bir şey yoktu. Kurak bir bölgede değillerdi, ağacı boldu. Ağaç bol olduğuna göre su da boldu. "Sayaç, bak bakalım senin şu alete ne kadar yolumuz kaldı?"

Göktürk GPS'yi çıkarıp sivillerin olduklarını tahmin ettikleri bölgeye baktı, yakınlardı. Hatta çok yaklaşmışlardı. "Şu an bölücü örgütün kontrolündeki bölgedeyiz. Yirmi dakika daha güney doğuya gidersek hedefe ulaşacağız."

Etraf zifiri karanlıktı. Bölgeyi aydınlatan sadece ay ışığıydı. Böyle zamanda termal dürbünler çok işe yarıyordu çünkü canlı varlığı ay ışığında kendini belli etmiyordu. "Hadi o zaman şu tepeyi aşalım Sancak, tabana kuvvet."

"Durun." dedi kadın, her zaman hislerine güvenmişti, ikazıyla herkes durunca termal dürbünüyle arka tarafa baktı. "Kuzey batı yönünden gelen bir grup var." Geldikleri yönden bir grup geliyordu. Yaklaşık otuz kişilerdi, tim ise sadece sekiz kişiydi. Onları gebertmesi çok kolay işti ancak aceleleri vardı ve diğer örgütlere ve örgüt üyelerine konumlarını belli etmek istemiyorlardı. Vakit kaybetmeden gitmek zorundalardı.

"Komutanum kuzeybati yonunden gelen otuz kişi saydum. Uçurayim mi hepisini?" Eli hücum yeleğinin cebindeki bombaya doğru hareketlenmişti. "Dur bakalım Orhan. Sessizce halletmemiz lazım. Susturucuları takın. Herkese dört adam düşecek. Biri bile ateş etmeden imha edeceğiz anlaşıldı mı?"

Dedikleri biraz ütopikti çünkü birinden biri fark edip ateş edebilirdi. "En arkadan öne doğru ateş edeceğiz." dedikten sonra kimin hangilerine sıkacağını bildirdi. "Üçe kadar sayıyorum üçte ateş edeceğiz. Bir, iki..."

"Komutanım güneyden gelenler var."

"Kaç kişiler Fırat?"

"Yirmi."

Korktukları başına gelmişti. Teröristler timin hedefledikleri bölgeden ya da yakınından geçmişlerdi. Bu da demek oluyordu ki ya canları tehlikedeydi ya da ölmüşlerdi, kaçırılmış olmaları daha iyiydi çünkü onları kurtarabilirlerdi ancak ölümün hiçbir çaresi yoktu.

"Hassiktir. Lan devrem sıkıştırıyorlar. Allah'tan bizi sıkıştırdıklarının farkında değiller." Çözüme karar verecek kişi Mete'ydi. "Doğru diyorsun Sayaç ama bizim buradan çıkmamız lazım. Komutanım ne yapacağız?"

Mete derin bir nefes aldı ve etrafına baktı. Bir tepe üzerinde ağaçların arasındalardı. Burada oldukları bilinmiyordu ancak iki grup da birbirine doğru geldiğini düşünerek timin üstüne geliyorlardı. Bir çatışma altında kalmaları an meselesiydi.

"Bu delikten de çıkarız, nerelerden çıkmadık ki?"

"Sessizce bir grubu halledebilirdik ama iki grup imkansız. Biriyle uğraşsak diğeri buraya gelir. O yüzden tek bir tarafa saldıramayız. Buradan çıkmamız lazım. İki grup birbirini yedikten sonra kalanları daha rahat temizleriz. Hiç olmazsa kıskaç içinde olmayız."

"Ne yapacağız peki?"

"Ağaca tırmanamayacağımıza göre yapacağımız şey tepenin batısından aşağı inmek. Bunlar gelene kadar ineriz. Oradan da hemen karşıdaki ağaçlık bölgeye gireriz. Ondan sonrasını duruma göre bakacağız artık." deyip mevziisinden geri çekildi. "Hemen buradan gidiyoruz beyler, tabana kuvvet."

"Komutanum koordinat versak bombalasalar olmaz mi?" Yine aklı fikri bombadaydı Orhan'ın, dediği mantıklı olsa da mümkün değildi. "Yanlarında siviller olabilir. Eğer olmasaydı yapardık ama maalesef mümkün değil."

"Hee ben oni düşünemedum haklisinuz." deyip elini telsizinden çekti ve daha da hızlandı.

"Beş kiloluk Bora'm tüy gibi hafif de bu hantal çanta beni bitiriyor. En sonunda hamal tutacağım çantamı taşısın diye." Ağırlığından şikayet ederek bir muhabbet kurmak istemişti aslında, öyle çok ciddi kalarak bu dağlar insana iyi gelmiyordu. "Azra, yük varsın omzunda olsun kalbinde olmasın da. O hiçbir şeye benzemez."

"Komutanım." diyerek güldü sessizce, bir önceki konuştuklarından sonra kaç kız değiştirmişti acaba? Adımlarını hızlandırırken bir yandan da içini döküyordu başçavuş. "Yaralıyım ben. Gidenin arkasından kalmak kimi yaralamaz ki? Ah Melis ah..." Melis hangisiydi diyerek hızla bir tarama yaptı aklında ancak bulamadı.
"En sonki Ahsen değil miydi ya?"

"Yok onunla dünden önceki gün ayrıldık, beni asıl yaralayan Melis oldu."
Azra daha çok gülmüştü dediğine ancak şu an hiç sırası değildi. "Şu curcunayı bir atlatalım cidden oturup senden Melis'i de Ahsen'i de dinleyeceğim ama şimdi Mete Üsteğmen, Volkan Üsteğmen'e dönüşüp sigortaları atmadan önce konuya virgül koymamız gerektiğini düşünüyorum." Bu sözü işitmiş gibi "Sessiz olacak mısınız? Yoksa elinize megafon alıp biz buradayız diye bağırmak mı istersiniz?" dedi Mete. Birbirlerine kısa bir bakış atıp sessizce güldüler, gerçekten de sinirlenmişti.

Hızlı adımlarla tepeden inip etrafa bakındılar, görünürde kimse yoktu. İndikleri yer karşıdaki ağaçlığa kadar altmış metreydi ancak durum sıkıntılıydı çünkü bölge çok açıktı. Birinin orada bulunup timi fark etme ihtimali çok yüksekti.

"Sayaç önden sürünerek gidiyorsun ve karşıdan etrafa bakıp ne var ne yok bize söylüyorsun, hadi fırla." Sözüyle Göktürk dizlerinin üzerine çöktü ve tüfeğini önüne alarak sürünmeye başladı. Kısa sürede karşıya geçti ve ağaçların arasından mevzi aldı. Termal dürbünü eline alıp etrafa bakındı. Radikaller tepeye tırmanmaya başlamışlardı. Timin olduğu yere yakın kimse yoktu ancak arkadan gelen bölücü örgütü de hesaba katarsa timin hemen oradan çıkması lazımdı. Bölgeden geçecek örgütlerden haber almışlardı ancak zamanlamaları erken olmuştu.

"Şimdilik temiz komutanım, geçebilirsiniz." dedi ve bakmaya devam etti. Timin geri kalanı sürünerek ağaçlık alana ulaşmayı başardılar, etraf hâlâ sakindi.

"Tim, buradan bu heriflerle hiç çatışmadan sivillerin olduğu yere gitsek dönüşte yine buradan geçmek zorundayız. Dönüşte bunlarla karşılaşınca sivilleri tehlikeye atmış oluruz. Bu yüzden şimdi bunların çatışmasını bekleyip son noktayı da bizim koymamız lazım. Başka bir fikri olan varsa söylesin." Hiç birinden ses çıkmayınca başını sallayıp etrafına baktı. "Göktürk ne kadar burada güvende gibi dursak da arkamız açıklık. Sen orada bekle. Hareketlilik anında haber et. Kıçımız sana emanet."
"Emredersiniz." deyip biraz ormanın içine doğru ilerledi.

"Şu kayalığın arkasına Enes sen geç. Tepenin batısından gelen olabilir. Bölücü örgüt tepeye çıkmayıp etrafından dolaşabilir."

Etrafı bir daha gözden geçirdi. "Orhan sen benimlesin şu çalılıklar iyidir. Başçavuşum şu geniş gövdeli ağaç sende. Elvan ve Hakan kendinize hâkim ama güvenli bir yer bulun."

Hakan etrafa baktı hakim pek bir yer yoktu ancak açıklık alana yakın bir yerde bir metrelik bir çukur vardı. Orası güvenliydi. Önüne de birkaç taş koysa daha güvenli olurdu. Etrafına bakındı ve bulduğu irice taşları çukurun önüne yığdı. Böylece kendini biraz daha güvene almıştı. Elvan da bir ağacın yanına gizlenmiş önüne birkaç taş yığmıştı.

"Ben kendi yerimi buldum komutanım." diyerek başını yukarıya kaldırdı, gayet de uygundu nişancılık için. "Ben de onu düşünüyordum. Burada hakim bir yer yok senin yüksekte olman lazım." Bunu söylerlerken güvenlik için sırtlarını birbirlerine vermişlerdi, arkaları sağlamdı hem de hiç olmadığı kadar. Aslında daha yakınında olması Mete'yi daha güvende hissettirirdi ancak yüksekte olmasından verim alıyordu.

"Halatla şu ağaca çıkarsam kendime iyi bir yer bulabilirim. Gövdesi gibi dalları da geniş." Mete başını çevirip az önce siper alması için Fırat'ı yolladığı ağaca baktı. Gerçekten büyüktü, üstündeki dalları geniş ve güvenliydi. Üstüne çıkan kişi sırtını geniş gövdeye yaslayınca güvendeydi. Yaprakları da insanı oradan saklardı, günün aydınlanması durumunda da güvenli olurdu, ki yavaştan aydınlanmaya başlamıştı. Tam da keskin nişancının konuşlanabileceği bir yerdi. "Tamam, çıkarken dikkatli ol. Hırpalandın bugün zaten yeterince."

Azra başıyla onu onayladıktan sonra çantasından güvenlik kemerini ve halatları çıkardı. Kemeri giydikten sonra birkaç atışta yüksek bir dalı tutturdu ve halatın güvenliğini sağladı. Birkaç sıkı düğümle de kendi güvenliğini sağladı.

Çantasından çıkardığı kamuflaj örtüyü hücum yeleğinin arasına sıkıştırdı, tüfeğini asıp sırtına doğru yerleştirdi. "Beyler ben kaçar size kolay gelsin." dedi ve tırmanmaya başladı. Halata bağlı bir başka halattan basamak vardı. Ağaca tutunup halat ve basamak düğümlerini yukarı çekerek istediği yere vardı. "Oha manzara çok iyi. Alacakaranlığı izliyorum."

"Komutanım biz burada ter dökelim, nöbet tutalım siz orda manzaranın tadına bakın oluyor mu öyle ya?"

Azra sırtındaki tüfeği alıp önündeki geniş dalın üzerine yerleştirdi. Buradan her yere hakimdi. Buraya çıkmak çok iyi fikirdi, kendisini tebrik etti. Kamuflaj örtüyü de üstüne örttü, burada beklerken gün aydınlanırken görünmemesi için yaprakların arasında onu iyi kamufle edecek bir örtüye ihtiyaç vardı. "Sayaç menzilimdesin ona göre konuş bence. Kaza kurşunu derim çıkarım işin içinden."

"Lan hayvan herif sussana valla sonra bize koşu kilitleyecekler. Bak senin yanında ben de yanıyorum zaten. Sus yoksa yakacaklar çıramızı." Bir an telsizin açık olduğunu unutan Enes ağzını kapadı. "Karargaha dönünce on beş kilometre koşu yapmak iyi gelir size."

"Hay senin çeneni sikeyim Enes."

"Allah cezamı vermiş benim ya. Komutanım etmeyin ya." Azra güldü ancak bunu pek belli etmedi. Onlarla uğraşmak eğlenceliydi. Timin en küçükleri onlardı, Elvan da yaşıtlarıydı ancak olgunluk olarak onlardan çok farklıydı.

"Hadi çok lafa daldınız, etrafa iyi bakının."

"Üstçavuşum halatla güvenliğini aldın mı?" Sözleri bambaşka biri için kullanmıştı ancak yine biri tersinden anlamıştı. "Ne halati komutanum. Yanunuzdeyim ya. Ne edeyim halati, size mi bağlayayim?" Orhan bazen insanın sabır sınırlarını zorlasa da iyi bir insandı ve herkes o sorunlu hallerine gülüp geçiyordu.

"Astsubay Üstçavuş Azra Demir."

"Emredin komutanım."

"Hee ona dedunuz. Anladum."

"Hee ona dedum. Hey Allah'ım."

"Tepeyi gözlüyordum komutanım. Kusura bakmayın duymadım." Ciddiyetinden taviz vermedi Mete, her zaman yüzü gülemezdi, asker işi ciddi işti ve komutanlar yeri gelir timini sevgiyle kucaklar yeri gelir kaşlarını çatıp azarlardı. "Duyacaksın asker, kulağın her zaman açık olacak. Halatla güvenliğini aldın mı?" Asla farklı muamele edemezdi kimseye hele bir kadın diye ayrıcalık hiç gösteremezdi. Eğitimde merhamet vatana ihanetti, operasyondaki merhamet de insanların canına mâl olabilirdi. Tedbir aldığını söyleyen Azra'ya nasıl göründüğünü sordu.

Azra termal dürbünle iyice bakınca radikallerin tepeye çıktığını gördü ancak bölücü örgüt orada değildi. "Bölücü örgüt tepede gözükmüyor komutanım. Ağaçlardan göründüğü kadarıyla böyle. Ya geri döndüler ya da tepenin etrafını dolaşacaklar. Dua edelim de buradan geçsinler."

"Birbirleriyle karşılaşmaları lazım. Ateş etsek bölücü örgüt susturucu takmaz. Susturucusuz atsak bizim silah sesinden de anlarlar. Beklemekten başka şansımız yok." dediğinde bölücü örgüt üyelerinin onlara doğru geldiğini gördüler. "Bölücüler geliyor. İyi kamufle olun ve asla kurşunlara hedef olmayın. Emrimdir, hiç biriniz yaralanmayacaksınız, anlaşıldı mı?"
Hep bir ağızdan "Emredersiniz komutanım." dedikten sonra tam anlamıyla hazır hale geldiler.

"Azra kaza kurşununa hedef olursan seni o halde helikopterden aşağıya atarım ona göre." Mermilerin sekmesi en çok Azra için tehlikeliydi, evet hakim bir yerdeydi ancak rastgele gelen bir kurşunun onu bulma olasılığı vardı. "Dikkatli ol bana sağlam adam lazım, hastasını istesem GATA'da bir sürü bulurum."

Çok geçmeden bölücüleri fark eden radikaller onlara karşı ateş açtı. "Vurulanı yakarım beyler. Orhan bir delilik yaparsan seni ayrıca kenara çeker vururum." dedi Mete yeniden, sadece telsizden sesini duyuracak şekilde söylemişti. Birden uydu telefonu titreyince Hakan telefonu açtı. Aslında normalde onda kalmazdı telefon ama bu sefer öyle denk gelmişti. "Teğmen Hakan Batur, emredin komutanım."

"Akıncı Üsteğmen'e ver telefonu teğmenim."

"Olumsuz komutanım. Mevziimizden ayrılamıyoruz. Terörist gruplar bize doğru geliyor."

"Peki o halde. Durumunuz nedir? Vaziyet bildir Batur Teğmen."

"Terörist gruplar bizi sıkıştıracakken tepeden inip saklanacak yer bulduk komutanım. Şu an radikaller bölücülere ateş açtı, onlar birbirini temizledikten sonra devreye gireceğiz."

"Anlaşıldı, çok dikkatli olun, Allah'a emanetsiniz."

Radikaller tepede olmalarının avantajıyla bölücüleri bir bir indiriyorlardı. Bölücüler ise timin bulunduğu ağaçlık alana çekilmeye başladılar. "Tim, alana gireni indirin." komutuyla susturucu olan namluları hedefe doğru çevirdiler.

Elli kişiden yalnızca yirmisi kalmıştı. Artık timin devreye girme vakti gelmişti. İlk atışı Mete yaptı. Teröristin boynuna kurşunu isabet ettirdi. Kurşunun etkisiyle yere yığıldı. İkinci hamle ise Enes'ten geldi. Ormana doğru koşan adamı kayanın arkasına çekti ve boğazını sıktı. Bir süre sonra nefessiz kalan adam kendini serbest bıraktı. Hakan, tabancasıyla birkaç el ateş etti ve düşmanı yere serdi.

"Geberun ula." Orhan tüfeğini biraz daha sağa çevirip ona doğru yaklaşan üç teröristi imha etti. Birkaç dakikada koca grup darma dağın oldu ancak şimdi sıra tepe ve onun yamaçlarına konuşlanan radikallerdeydi.

♟️

Selam ben geldimm, yeni bölümle karşınızdayım. Yorumlarınızı gördüm desteğiniz için çok teşekkür ederim sizi kalbimde taşıyorum. Aşırı mutluyum❤️

Giriş ve geçiş bölümlerini yazmak zordur, sizi bomba gibi bölümler vekliyor söyleyeyim.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya bırakabilirsiniz.

Göktürk'üm milliyetçi kekim kıyamam sana ben ama biz zengin değiliz neden televizyonu kırdın?😄

Göktürk'ün tepki verdiği olay 2020 Dağlık Karabağ Savaşı'ydı, bu bölümü o zamanların gündemine göre yazmıştım o dönemde bir daha da değiştirmedim, bilginiz olsun diye buraya bırakıyorum.

Türküne kurban olduğum Azra'm, seni çok seviyorum sonraki bölümde bol bol okuyacağım için burada çok fazla yükselmeyeceğim o zaman yazarım.

Mete Akıncı, zorba mısın aşkım neden çocukları karga bokunu yemeden kaldırıyorsun?

Haftaya bugün gelecek yeni bölümde tekrar buluşalım olur mu? Öptüm herkesi görüşürüz😍❤️😘

 

 

 

 

Beni şu hesaplardan takip edebilirsiniz:

 

 

 

 

İnstagram
Twitter
Tiktok

 

 

 

 

rubamsalepe

 

Loading...
0%