@rubamsalepe
|
Merhaba canlarım bölüme beğeni vermeyi ve yorum atmayı unutmayalım lütfen. Bölüm Müzikleri: ♟️ Aldığı her solukta burnuna çarpan o koku bu muydu? Eline parfümü almış önce bileğine sıkmış sonra da koklamaya başlamıştı. Boynundaki o koku tam da bu kokuydu ancak eksikti, Mete'nin kokusu eksikti, bu parfümle onun kendi kokusu birleşince tam oluyordu. Bu kokuyu ilk duyduğunda arabada görev icabı boynuna yaslanmıştı, öyle şeyler hissetmişti ki sanki hayat o an sadece oradaydı, hiç kimse yok hiçbir şey yoktu sadece ikisi ve o koku vardı. Sonra sarılmıştı ona, o koku saçlarına kadar sinmişti ancak sürekli araya o terörist girmiş tüm ruhu bozmuştu. Sinir krizleri, ağlamalar, delirmeler derken en sonunda bu noktaya gelmişlerdi. Aynaya baktı kadın, elini boynuna götürdü. Artık orada kötü değil mükemmel bir anı vardı, sevdiğinin parmaklarının ve dudaklarının değdiği bir yerde kötü bir anı kalabilir miydi? Sulu göz biri değildi ancak şu durum tam ağlamalıktı mutluluktan, o ise durumun şokunu atlatıp mutlu olmayı tercih etmişti. Çok ağlamıştı artık ağlamayacaktı, o varken ağlanır mıydı hiç? Aynada bir kez daha kendisini süzdü, oldukça bol olan eşofmanın belini iyice sıkmış içine de üstünü sıkıştırmıştı. Yine de kötü durmuyordu sadece boldu, fazla bol. Saçlarını elleriyle düzelttikten sonra salona geçti usulca. "Bitmedi mi film?" "Az kaldı bitecek de işte reklam giriyor 15 dakika reklam mı olur ya?" Geri zekalı muamelesi yapmak istemiyordu ancak bazen gerçekten hak ediyorlardı bu adamlar. "Oğlum açaydın ya internetten onu da mı biz diyelim?" Önce Göktürk'e baktı haklılığını sorgular gibi, Göktürk Azra'yı haklı bulunca ona geri döndü. "Aşk komutanım, Zeynep'imi düşünmekten o gelmedi aklıma. Zihnimin tamamını kaplıyor hayatımın anlamı o." "Hayatının anlamına senin ya, yok o yok çıkar aklından diyorum." Mete de onu böyle kıskanmış mıydı? Gözlerindeki kıskançlığı görmüştü, daha beter kıskanmıştı. "Sana kız bulmak şart oldu ilişkime burnunu sokmandan illallah ettim be, sal bizi be gözünü seveyim." Omzunu silkti Göktürk, hiç pes etmeyecekti böyle davranmaktan. Kardeşini paylaşmak istemiyordu, Zeynep değil de bir başkası olsaydı yine aynı muameleyi yapacaktı. Ağabeyi için ise aynı şeyi yapamazdı Mete'den önce Azra döverdi onu. Öyle bir şansı yoktu. "Benim seveceğim kız beni bulur sana gerek yok, ayrıca salamam, sevgilim olsa da salmazdım." Muhabbet çok güzeldi de içerideki adamı tekrar görmek için sabırsızlanıyordu, birbirlerine daldıklarını görünce de sesini çıkarmadan mutfağa geçti ve kapıyı yavaşça örttü. "Bir an hiç gelmeyeceksin sandım." Sofrayı hazırlamıştı, heyecanla onu bekliyordu, bugünkü kıskançlık krizlerinin sonucunda yaptığı yemekler o herifle yediği yemeklerden çok daha güzel olacaktı, sanki bilerek ona hazırlamıştı. Hoş bilerek hazırlasaydı kapuska yapmazdı. "Ben de öyle sanmıştım ama bugün bana geldin." Çok beklemişti, çok ağlamıştı ama böyle bir sonu hiç beklememişti. Eliyle sandalyeyi işaret etti, yemekleri tabaklara koymuştu, yoğurt çorbasıyla başlayacaklardı. "Tüm yolların sonu sana çıkıyor be Azra'm." "Bu gece mutluluktan uyuyamayacağım galiba, bu arada çorba efsane olmuş ya benden güzel yemek yapıyorsunuz." Sonda saygı ifadesi kullandığı için kendi dudağına patlattı bir tane, alışacaktı. Dünyanın en güzel hatasıydı yaptığı. Şu an yaşadığı mutluluğu tarif edebilecek bir kelime yoktu, onun yanında onun ilgisiyle çok mutluydu ve bu defa her şey başkaydı, bu defa hislerinin karşılığı vardı, o pek farkında değildi ama Mete onu gerçekten çok seviyordu. "Afiyet olsun, sen de bir gün bana yaparsın börek dışında bir şeyler, bakarız kim daha güzel yapıyor. Valla senin börekler de efsaneydi." Bir kaşık da kendisi attı ağzına. "Ve bu gece mutluluktan uyuyamayacak tek kişi sen değilsin. Dua edelim de yarına operasyon çıkmasın." Birbirlerini düşünmeden uyuyamayacaklardı ama beraber sabahlama fikri ikisine de uzaktı, içeridekiler onları daha bilmiyordu. "Bir de o vardı değil mi? Amına kodumun Berzan'ı ya. Aklıma geldikçe sinirleniyorum." Elini yumruk yapıp masaya koyduğunda sakinleşmesini istediğinden Mete ellerini tuttu ve parmaklarını elinde gezdirmeye başladı. "Görev bitince kafasına sıkınca her şey sona erecek sen hiç endişelenme. Onun ölümü benim elimden olacak." "Karargah psikoloğuyla görüştüm, o herif bana dokunduğunda öyle kötü hissetmemem için başka bir şey düşünmemi hatta saymamı ve bunun işe yarayabileceğini söyledi. Bu görevi tamamlayacağım ve bir daha o herif yüzünden düşmeyeceğim." Çünkü artık yalnız değilim, ben tek değilim biziz. Üsteğmen kızın gözlerine baktı, "Yalnız değilsin, ben varım." dedi. Yine anlamıştı bir bakışıyla ne demek istediğini, neyi duymaya ihtiyacı olduğunu biliyordu. "Sevdiğim kadını öyle bir orospu çocuğuyla görmek benim için çok zor ancak görev, sen de ben de katlanacağız. Sonunda sayemizde çok can kurtulacak." Zordu bunları söylemek, kim sevdiğini öyle bir konuma sokmak isterdi ki? Her şey ne kadar da zordu. "Öyle, neyse ya iş mi konuşacağız? Hayır yani Üsteğmen Mete geldiyse söyleyin kalkayım ben." Eline koyduğu ellerini bileğine kaydırdı. "Yok öyle gidemezsin, Üsteğmen Mete karargahta kaldı Mete burada düz Mete en fazla han olabilir." Gitmesini istemiyordu, seviyordu onu bir an olsun yanından ayrılası yoktu. "Han olan Meteleri Üsteğmen Mete'den daha çok seviyorum ben. Üsteğmen canıma okuyor, ağaç tepelerine mi tünemedim, daracık deliklere mi girmedim. Bir de aramızda kalsın eğitimlerde çok acımasız, üç gün sırt üstü yatamadığımı biliyorum ben öyle sert." Dedikodusunu yapar gibi fısıldamıştı ona. Acımasızlıktan ziyade disiplinli bir adamdı Mete. Her işi layığıyla yapardı. "Ben söylemem asla, bana güvenebilirsin." Dudaklarındaki görünmez fermuarı çekti yavaşça. "Çok vicdansızmış ya, hadi ağaç neyse de üç gün sırt üstü yatamaman kötü olmuş ama Üsteğmen Mete serttir ben hiç öyle değilimdir." Boştaki elini çenesine koyup çok düşünceli gibi gözüktü Azra'ya. "Sert hareketleri varsa çıkarım karşısına benim sevdiğim kadına öyle davranmak neymiş gösteririm ben." Benim sevdiğim kadın... Sevdiğin kadın sana kurban olsun ya. "Dayak yersen karışmam ama." Bu sözün üzerine adam kaşlarını havaya kaldırdı ben mi dercesine. "Beni dövebilecek adam daha anasının karnından doğmadı." "Tamam en dövüşçü sizsiniz tamam. Tabağınızı uzatın da yemek koyayım." Mete ayağı kalkınca Azra omuzlarından tutup adama yerine geri oturttu. "Bu kadarını bari ben yapayım." Her şeye o koşturuyordu bir işin ucundan tutmak istemişti. Onunla kapuska yemek bile güzel olacaktı. Üsteğmen tabağı ona uzatıp izlemeye başladı, bugünü yaşayacağını asla düşünmezdi. Onca engel varken onları aşmak hiç kolay olmamıştı, gözlerine bakıp susmak ona zulüm gelmişti şimdi dilediğini söyleyebilirdi. "Seni görmediğimi söylemiştin ya, çok iyi gördüğümü söylemiştim. Birkaç ekleme yapmak istiyorum." Önüne gelen yemek için teşekkür etti, hiç sevmezdi kapuskayı nasıl yaptığını da bilmiyordu, o koydu diye tabakta hiçbir şey bırakmayacaktı şimdi. "Dinliyorum." "Tüfekle keskin nişancı atışı yaptıktan sonra istemsizce serçe parmağını kaldırıyorsun, aynı şeyi çay içerken de yapıyorsun. Bana baktığında gözlerin arada bir saçıma takılıyor, muhtemelen alnıma düşen saç telleri dikkatini çekiyor. Ankaralı tarafın genelde operasyonda ve rahat olduğun anlarda çıkıyor ortaya, başkalarının yanında konuşmana özen gösteriyorsun." "Oha, bu kadarını da bilemezsiniz be ben bilmiyorum bunları." Hafifçe başını salladı ve saygı ekini kaldırdı cümlesinden. "Bilemezsin. Saç doğru bu arada, bir tutam ama beni benden alıyor." Bunu çekinmeden söyleyebiliyordu artık, kolay olmamıştı 5 senesini almıştı. "Vardır öyle huylarım bir tutamla kız da tavlamışım helal bana." "Başka kimi tavladın acaba çizgimi bozup sövmek istemiyorum şu an." Kıskanç tavırları yüzünde görmek çok hoştu ancak kimseyi tavlamamıştı, bir tek oydu. "Benim hayatıma senden önce kimse girmedi, isteyenler oldu ama kalbime kimse giremedi. Bir tek sen Azra, o duvarı yıkıp paramparça eden sadece sen oldun, iyi ki de oldun." Onun ilki olduğunu tek sevdiği olduğunu asla bilmiyordu, daha önce böyle şeyler konuşmamışlardı ki. Üsteğmenin her zaman bir mesafesi vardı sınırları aşmamaya özen gösteriyordu ne olduysa ortak görevden sonra olmuştu, böylece aralarında sınır falan kalmamıştı. O duvarlar kökünden yıkılmıştı. "Senden öncesi benim de yoktu, eksiktim şimdi sen varsın tamamlandım." "Şimdi sana sarılsam içerideki dingiller basar kesin." Azra ayağı kalkıp adamı da kaldırdı, ellerini boynuna dolayıp başını göğsüne gömdü. Üsteğmen bir eliyle belini kavrarken diğer elini de saçlarına götürdü, başına bir buse kondurup saçlarının kokusunu içine çekti, bunu yapmaktan asla bıkmayacaktı ve her fırsatta yapacaktı. "Kalbin çok hızlı atıyor." Elini adamın göğsüne koydu ve başı yerine bu defa eliyle hissetmeye başladı. "Attırana bakmak lazım." "Anlayışlı ve düşünceli olduğunu biliyordum da hep bu kadar romantik miydin?" Elalarında kaybolmuştu yine, ne de güzel bakıyordu öyle. Mutluluğunu anlayabiliyordu, kendisini hiç bu kadar açmamıştı ona karşı. "Öyleymişim, ben de bugün anladım. İçimdeki romantik adamı..." Saatine baktı yavaşça, saat 12 olmuştu. "Tam 4 saatte ortaya çıkardın." "Bu 4 saat hayatımda yaşadığım en güzel 4 saatti. Kapuskalar da bittiğine göre ben balkabağına dönüşmeden eve geçeyim artık." Bugünün bitmesini istemiyordu ama daha çok günleri olacaktı. İçeridekilere bir şey açıklamadan vakitlice gitmek ki vakitlice denilen de 12'ydi en iyisiydi. "Sabaha kadar şöyle dursak olmaz mı Demir Leydi'm?" Azra usulca başını iki yana salladı, gitmesi gerektiğini ikisi de biliyordu operasyon çıkabilirdi uyumaları gerekiyordu. Demir ile başlayan süreç önce Demir Leydi'ye sonra da Demir Leydi'me dönmüştü, adım adım gelmişlerdi bu noktaya. "Benim için de gitmek zor ama gitmem gerekiyor." Kadını tekrar kolları arasına aldı sonra da alnından öpüp bedenlerini güçlükle ayırdı. Onunla kalmak istiyordu, saçlarıyla saatlerce oynayabilirdi, bıkmazdı. İçeridekilerden ses çıkmıyordu, öpse öperdi de yine o hezimeti yaşamak istemedi. "Bırakayım seni." "Yürüyeyim biraz sindirmem lazım bugünü." "Dikkat et giderken." Karşısında ülkenin en iyi keskin nişancılarından biri vardı, çok iyi bir askerdi ama adam yine de dikkat etmesini söylüyordu, sevdiğindendi bu yoksa o da iyi biliyordu bunları. "Bence yoldan diğer geçenler dikkat etsin, onlar için ben daha tehlikeliyim." "Biliyorum da aklımın sende olduğunu bil istedim." Kaldıysa tabii, kalanı sende geriye pek bir şey kalmadı. Kadının omzunu sıvazladı ve mutfağın kapısından dışarı çıktı adım adım, odasındaki elbiseyi poşetleyip eline tutuşturdu. Enes film izlerken kendinden geçmiş Göktürk de bilgisayarıyla uğraşmaya devam etmişti. Azra sessizce Göktürk'e doğru eğildi ve kolunu omzuna attı. "Ne yapıyorsun Sayaç?" Ekrana baktı gözlerşni kısıp. "Ben de bir şey yapıyorsun sanıyordum geldiğimden beri 101 mi atıyordun?" "Uğursuz rakamı ve katlarını tutturmadan oynamak çok zor onu başarmaya çalışıyordum." Bayağı zorlamıştı kendini, 7 lanetinden kurtulmaya çalışıyordu. "Tek kafası kırık Orhan değil bunu bilmek de güzel. Şu uğursuz rakam olayını da bir ara gel anlat bana." Yüzü düşse de belli etmedi Göktürk, zaten hâlâ ekrana bakıyordu. "Emredersiniz." "Emretmiyorum Sayaç, dertleşmek istersin diye bir dostun olarak diyorum." Ya da yengen. "Sizin de bilmeniz lazım zaten, anlatırım karargahta boş vaktimiz olursa." Azra üstelemedi ve tekrar doğruldu. "Şu sarı altıyı sarı beşin yanına, şuradakini de onun yerine koy iki taşın kalır." Sayaç teşekkür edince sırtını sıvazladı ve paltosunu alıp kapıya çıktı. İçeriye ses çok net gidiyordu o yüzden konuştuklarına dikkat etmeliydiler. "Görüşürüz o zaman, yemek için teşekkürler komutanım." "Ne demek astsubayım her zaman beklerim." Beklerdi, mümkünse hep orada kalsın isterdi ama bu mümkün değildi. Adam içeriden görünmediğini bildiğinden kıza doğru yavaşça eğildi ve kulağına birkaç şey fısıldadı. "Parfümümü sıkmışsın." "Sıkamaz mıyım?" Başını iki yana salladı adam. "Sıkabilirsin tabii ki ama üzerimden koklamanı tercih ederim." Azra adamın boynuna uzandı, topuklu ayakkabıları olduğundan çok da zorlanmadı. Önce yanağını değdirdi, kokusunu iyice tenine sinmesini istemişti. Başını usulca çevirip burnunu dayadı ve eşsiz kokusunu vücudunun her zerresinde hissetmeye başladı. Boynuna dudaklarından küçük bir buse hediye etti. Bu kokuyu aldıktan sonra etkilenmemek mümkün değildi. Üsteğmen gözlerini açtığında kadın sokağın sonuna varmıştı bile, öylesine büyülenmişti. Bu kadın öyle bir etkisi vardı ki 4 saatte bambaşka yerlere gitmişti olay. Ayağında topuklu üzerinde kendi eşofmanları olan ağzı bozuk bu deliye körkütük âşık olmuştu, ne ara olmuştu bu kadar? Onca sene dayanabilmişken şimdi iki dakika bile ondan ayrı kalası yoktu. Şimdi sabahı zor edecekti. ♟️ Üsteğmen gece geç yatmıştı, saat dokuz buçuk olmuştu ancak o hâlâ ses seda yoktu. Söyleseler inanmazdı buna. Azra üsteğmeni birkaç defa aramış cevap alamayınca da silahını kapıp evinin kapısına dayanmıştı, merak ediyordu normalde telefonları cevapsız bırakmazdı ve asla bu saate kadar uyumazdı. Bir şekilde ev baskına uğramış olabilir miydi bundan korkuyordu, onu bir daha kaybetmekten deli gibi korkuyordu. Evin çevresinde bir tur dolandı, olağanüstü bir durum yoktu. Silahını kurup başını kapıya dayadı, bir hareketlilik vardı içeride hatta bu haraketlilik kapıya yakındı. Yapacak bir şey yoktu, kapıyı çalıp karşısına çıkacak tehlikeyle yüzleşmeliydi. Zile basmadı eliyle kapıyı tıklattı, bir süre bekledi kapı hâlâ açılmamıştı. Bir kere daha tıkladı, üsteğmenin tehlikede olabileceğini düşündü. Kapı açılırken silahını doğrultup nişan aldı, karşısında Göktürk'ü göreceğini düşünmemişti. "Komutanım?" Tepkisi silah içindi, Azra silahı indirip beline sıkıştırdı, rahatlamıştı. "Ödüm koptu ulan saldırıya uğradınız sandım." "Yok komutanım, biz gayet iyiyiz de az önce siz saldırıyordunuz." Eliyle onu ittirip içeriye girdi. "Mete Üsteğmen telefonlara cevap vermiyorsa bir şey gelmiştir başına diye düşündüm." "Abim uyuyor, inanmayacaksınız ama bu saat oldu hâlâ uyuyor, uyandırmaya çalıştık küfredip yolladı bizi." Hasta mı olmuştu acaba, daha da merak etti. Öyle kolay hasta olacak biri değildi ki. "Biz çıkıyorduk komutanım Mete abi size emanet." Enes de Göktürk de cevabı beklemeden hızlıca çıktı evden. Sorgulamamaları işine gelmişti, bir de onlara açıklama yapmakla uğraşamazdı. Hava biraz serin olduğundan hırka almıştı yanına, yürürken üzerinden çıkartıp eline aldı. Mete'nin oda kapısını yavaşça çaldıktan sonra içeriye girdi ve yatağından çıkmamış hâlâ uyuyan adamı gördü. Çantası ve hırkasını yere attı ve hemen baş ucuna gitti, hasta gözükmüyordu ama bilemezdi. Elinin tersini yavaşça alnına sonra da yanağına değdirdi, ateşi yoktu. Bu dokunuş üsteğmeni uyandırmaya yetmişti. Refleks olarak bileğini kavrasa da canını acıtmamıştı, gözlerini başında duran kıza dikmiş bu güzelliğin rüya olmamasını ummuştu. "Azra'm?" Onun eli yanağında Mete'nin eli ise o elin bileğindeydi. "Bu saate kadar uyudun mu sen?" Üsteğmen başını duvardaki saate çevirdi, kendisi de şaşırdı. "O kadar uyudum mu ben ya?" "Hasta mısın?" Yanağında parmaklarını gezdirirken adam yeniden yumdu gözlerini. "Hastayım." Merakla bakan gözleri onu yoklamaya başladı, bir yerine bir şey mi olmuştu ya da ne olmuştu da bu hâle gelmişti? "Neyin var?" Üsteğmen gözlerini açıp kavradığı bileğe küçük bir buse bıraktı ve parmaklarını arasına geçirdi. "İnce hastalık." "Dalga mı geçiyorsun benimle?" Gayet de ciddi duruyordu aslında. "Aşkından yataklara düşürmüşsün beni ne dalgası?" İlk defa onun bu yönünü tanıyordu, evet merhametli düşünceli dört dörtlük bir adamdı ama Azra bunları arkadaşça görmüştü ötesini hiç tatmamıştı ki, çocuk gibi davranan Mete ile şimdiye kadar hiç tanışmamıştı. Omzuna bir yumruk geçirdi, gerçekten hasta olduğunu düşünmüştü ve aklı çıkmıştı. "Hem hasta ediyor kendine hem de vuruyor." Çatık kaşları gülen adam karşısında daha fazla öyle duramadı, onunla beraber gülmeye başladı. "Sinirlenemiyorum da gülme." Alnına düşen saçları düzeltti, böyle fazla çekici duruyordu, çok güzel bakıyordu. "Dünden sonra uyuyamadım, sonra bir dalmışım uyanamadım. Gözüm kapalıyken sen vardın açtım tam karşımda yine sen, nasıl gülmeyeyim?" Sevgisini bu kadar hissedebileceğini bilmiyordu, öyle güzel bakıyordu ki gözlerine, hep böyle mi bakmıştı şimdi mi böyle bakıyordu bilmiyordu ama her bakışı eritmeye yetiyordu onu. "Böyle konuşursan düşüp ölebilirim." Sanki gerçekten düşecekmiş gibi boşta kalan elini beline doladı. "Ölmene izin vermem, hem düşmezsin de ben tutarım seni." İstese elinden kurtulurdu ancak kurtulmak isteyen kimdi, ona kalsa sonsuza kadar hapsedebilirdi gıkını çıkarmazdı. Kolları arasında biraz debelenince üsteğmen doğrulup kızın tuttuğu elini bırakmadan onu da arkasına aldı, böylelikle belini tamamen sarmış oldu. "Askerinize böyle zorbalık yapmanız hiç etik değil komutanım." Bundan zevk alıyordu, kollarında olmak çok iyi hissettiriyordu. "Senin gelip odama dalman, baş ucuma oturup yanağımı okşaman etik de benim yaptığım mı etik değil? Resmen mahremimi ihlal ettin." Bu adam didişmeyi de öğrenmişti şu son günlerde. Hoşuna da gitmiyor değildi yani, o konuştukça göğüs kafesi hızla inip kalkıyordu. "Ne oldu sustun? Nefesini mi kesiyorum?" Bir yumruk daha atmak için hareketlendi ancak elini belinden çekip diğer elini de kavradı, arkaya doğru çekince iyice kollarının arasına hapsolmuştu. "Buradan kurtulabilirim biliyorsun değil mi?" Hatta tek bir hamleyle Mete'yi boğabilir nefesini gerçek anlamda kesebilirdi ama yapmazdı, kıyamazdı ki. Kollarının arasında böyle durmak çok iyi hissettiriyordu ona. "Kurtul o zaman." Gerek yoktu, hâlinden çok memnundu. "Ama kurtulmamak seni daha mutlu edecek gibi." Başını biraz ona doğru yaklaştırdı, iyi kandırmıştı onu. O gelmeden biraz önce kalkmış kahvaltısını yapmış, geldiğini duyunca da yatağına geri dönmüştü. Yine geç uyanmıştı hatta uyandırmak için iki asker uğraşsa da kalkmamıştı daha sonra uyanmış, küçük bir oyun yapmayı da ihmal etmemişti, iki askerini de ne düşüneceklerini umursamadan diyecekleri için tembihlemiş ve evden yollamıştı. Her şey güzelce planlanmıştı. Yanağını onunkine değdirdikten sonra boynundan öptü. İlk öpüşünün üzerinden 24 saat bile geçmemişti ancak ilk âşık oluşunun üzerinden 5 sene geçmişti o yüzden hiçbir şey hızlı değildi olması gerektiği gibiydi, geç bile kalınmıştı. Tekrar geri çekildi, dudakları arasında bir parmak ya vardı ya yoktu. 5 senenin hasreti bir parmak kadar uzağındaydı, nefesi dudaklarını okşuyordu. "Sana diyorum da benim de nefesim kesiliyor." Dudaklarına bakmaya çalıştı ancak çok yakınlardı, göremeyince kara gözlerine kilitlendi yeniden. 5 sene durmuştu da onu öpmeden 5 saniye daha duramayacağına emindi. "Çok güzelsin." Burnunu yanağına değdirdi, Azra'nın gözleri çoktan yumulmuştu. "Seni seviyorum." "Komutanım." "Komutan yok Mete var." "Mete." Hızla alıp verdiği nefes daha da büyülenmesine neden oldu adamın. "Demir Leydi'm." "Telefon çalıyor." Sesi duymadığını düşünerek susmuştu ama kız çok net duyuyordu titreşime aldığı telefonunu. Baskın yapar gibi ona geldiğinden titreşime almıştı telefonunu. "Açma." Lütfen diyordu gözleri üçüncü denemesinde de eli boş dönmek istemiyordu, bir öpücük bu kadar zor olmamalıydı. "Açmam lazım ama önemli olabilir biliyorsun." "Önemli olsa beni ararlar seni neden arasınlar?" Hiç belli olmazdı, önemli bir telefon olabilirdi. Kız ellerini kurtardı ve yerdeki çantasına uzandı. Üsteğmen hâlâ belini sarıyordu, o uzanınca onunla uzanmış o doğrulunca da bir robot gibi onunla doğrulmuştu. "Miray arıyor." "Böyle işin içine edeyim ya neden arıyor bu kız seni? Hadi arıyor neden şimdi arıyor?" Üç çabası da sonuçsuz kalınca üsteğmen sinirlenmişti ama bu durum Azra'yı güldürmüştü çünkü o kadar kolay ulaşılamıyordu ona, kıymetini daha çok bilmeliydi. "Sakin ol açıyorum sus bak. Ben de seni seviyorum ama susman lazım." "Sevgilimizi öpemiyoruz ya harika olay gerçekten. Aç benden de bol bol selam söyle, artık rakip takımını tuttuğumu da sevgilerimle beraber ilet ama." Sevgilim... İlkim, ruhum... Sevgilim kelimesine takılı kalsa da telefon çalmaya devam ediyordu artık açması lazımdı, sussun diye işaret parmağını dudaklarına götürdü ve sessiz olmasını tembihledi yeniden. Telefonu açtığında üsteğmen pes etmiş gibi kendini kızın omzuna doğru salmış başını da boynuna çevirmişti. Öpemiyor diye teması da bırakacak değildi. Onu telefondayken kendinden geçirmekti amacı, hak etmişti, açmayacaktı o telefonu. "Alo, Miray." "Azra naber ya?" Mete'nin öpücüğüyle irkildi, naza vuruyordu kendini, onu itekledi. "İyi canım senden naber?" "İyi benden de, ay uzatmayayım hiç sadede geleyim. Öğleden sonra antrenmanım var o zamana kadar zamanım var kahveye gelsene bana kız kıza takılırız biraz." Mete bunu duyunca doğruldu ve başını iki yana salladı, gitmesini istemiyordu daha ikinci günleriydi ve son tatil günleriydi. Mete'nin nazına karşı kaşlarını havaya kaldırdı, sus senin değil benim dediğim olacak der gibiydi. "İyi olur canım gelirim bir saate." Adam yıkılmıştı, gerçek anlamda kendisini yatağına atmış yastığını da kendisini boğmak için yüzüne bastırmıştı. Bu adam 32 yaşındaydı ama bugün gerçekten çocuk gibi davranıyordu. Telefonunu kapatıp adamın yüzüne kapadığı yastığını kenara attı ve omuzlarından yatağa bastırdı onu. "Koskoca adamın yaptığı hareketlere bak ya. Rahat dur gidiyorum ben." "Ya daha ikinci günümüz, gidecek misin gerçekten?" "Hayır mı deseydim kıza? Hem öğlene kadar duracağım." Öğleden sonra yeniden gelecekti yanına, beraber vakit geçirebilirlerdi ama karşısındaki çocuk naz yapıyordu işte. "Ben sensizliğe alışkın olamam şu saatten sonra. Ben de geleyim bari." Emekli olan babalar gibiydi, evden çıkmazlar ve her işe burunlarını sokarlardı, bir yere gidileceği zaman peşlerine takılırlardı eşlerinin. "Saçmalamayın canım komutanım yapmayın şöyle şeyler sinirleniyorum içimdeki manyak Angaralı çıkacak şimdi." Elini göğsüne koydu, adamın tutacağını bilmiyordu tabii. "Çıkarsana içindeki Angaralı'yı, onu ayrı seviyorum ben." Tutuğu kolundan kendine doğru çekti onu ve sıkıca sarıldı, göğüs kafesine hapsetmişti onu. İçine sokası vardı öyle seviyordu. "Beni salmazsan seni komutanıma şikayet ederim. Kendisi sinirli bir üsteğmendir." "Ne sinirimi gördün ya sen benim? Kime ne yapmışım şimdiye kadar?" Göktürk ve Enes bu gruba dahil değildi onlara hobi olsun diye işkence yapıyordu. "Neden üstüne alındın ki belki Volkan Üsteğmen'den bahsediyordum?" Yavaşça yatakta doğrulunca Azra da doğrulmak durumunda kaldı, amacına ulaşmıştı. "Volkan ne alaka ya, ben sen istersen sinirli olurum senin komutanın benim." "En komutan sizsiniz komutanım." Ayağa kalktı bu sözün ardından içindeki Angaralı içinden değil de kapıdan çıkacaktı. "Gidip kıza hemen bir ev hediyesi bakayım eli boş gidilmez şimdi. Bir kahve içip gelirim." Günü onunla geçirecekti ama şu alışverişi de onunla vakit geçirerek yapabilirdi, bu daha mantıklıydı. "Ben götüreyim bari, hem hediyeyi de beraber seçeriz sonra eve geçerim." "İlle bir şekilde bir yere geleceksiniz yani." Şikayetçi değildi ama 5 sene süründükten sonra onu biraz süründürmeye hakkı vardı. Aralarındaki mesafeyi iyice kapadı. "Siniz yok sin var ve senden ayrı kalasım yok. Asla tahammülüm yok buna." Onca sene aşkını gizledin de şimdi nasıl duramıyorsun ben anlayamadım gitti. Azra yere attığı çantası ve hırkasını eline aldı ve diğer elini adamın parmaklarının arasına geçirdi. "Gidelim o zaman." Adamın dudaklarında bir gülümseme belirdi, sesini çıkarmadı. Masasının önünden geçerken anahtarı cebine attı, üzerinde bir tişört altında da eşofman vardı, değiştirme gereği duymadı. Toros onları kapıda bekliyordu, sevgili olarak ilk binişleri olacaktı. Şu arabada neler yaşamıştı gözlerinin önünden geçti Azra bakınca. Aşk acısı da çekmişti, mutlu da olmuştu, her biri çok özel anlardı. "Ne alacaksın, nereye gidelim?" Elini kontağa götürdü ancak çalıştırmadı. "Bir kahvenin 40 yıl hatırı olurmuş, kahve içmeye gidiyorum zaten kahve fincanı alayım diyorum." "Bir kahvenin 40 yıl hatrıı varsa 35 senemiz kaldı acilen 75'e yükseltmemiz lazım." 75 sene onunla geçirmek istemesi çok şey ifade etmiyor muydu? Bir ömürden fazlasıydı bu, hep birbirimizde hatırımız olsun demekti belki de bu dünya ile sınırlı kalmamalı demekti. "Böyle konuşmaya devam ederseniz yapışık ikiz gibi olacağız yanınızdan ayrılamayacağım komutanım." Kadının dudaklarına götürdü elini, son kelimeyi beğenmemişti ama o da alışamamıştı belli ki, hiç kolay değildi dün 5 senelik karşılıksız aşk yaşıyordu bugün o adamla sevgiliydi ve onun da kendisine derin duyguları olduğunu öğrenmişti. "Komutan yok." Parmaklarını usulca çekti, Azra yine büyülenmiş gibi bakıyordu ona. "Saygı ekleri de yok." Yanağını okşayıp elini direksiyona götürdü. "Ayrılmak isteyen kim?" "Züccaciyeciye gidelim şey edelim, sür sen." Kalbi göğsünden fırlayacak gibiydi, aynaya yansıyan görüntüsünden anlamıştı kızardığını. Parfümünü arabaya da sıkmış olamaz değil mi? Sabah çıkarken de sıkmadı, bulunduğu yer bile nasıl bu kadar güzel kokabilir? "Ben süreyim de tüm yollar sana çıkıyor o ne olacak?" Yine kamyon arkasıyla romantiklik arasındaki ince çizgide yürüyordu da bu kıza kamyon arkası sözler bile hoş geliyordu. Telefon sesi birbirlerine gülümsemelerini bölen şey olmuştu. Mete telefonu açıp kulağına götürdü. "Emredin komutanım." Sözlerini dinledikten sonra da "Emredersiniz toparlıyorum hemen." diyerek kapadı telefonunu. Arabayı gidecekleri yerin aksi istikametine sürmeye başladı ve başını birkaç saniyeliğine ona çevirdi. "Eğitime çağrıldık, bu kadarmış tatilimiz. Ne senin ne de benim istediğim oldu." Azra Miray'a gitmeyi istemiş olsa da bu da çok cazip gelmişti. Yanındaki adamdan bir an dahi olsun ayrılmayacaktı, yine beraber görevlere gideceklerdi, gözden de gönülden de ırak olmayacaktı. Telefonunu çıkartıp Miray'ı aradı ve karargahtan çağrıldığını, başka bir zaman mutlaka geleceğini ve kusura bakmamasını söyledi. "Bizimkilere de söyleriz artık." Üsteğmen başını salladı, böyle bir şeyi ailesinden saklamak istemiyordu, tepkilerinden biraz çekinse de sonunda kabulleneceklerdi. En çok da komutanlarından çekiniyordu, onun başka bir time gönderilmemesi için elinden geleni yapacaktı. "Söyleriz söyleriz. Sen eğitimde dövüşürken dikkat et vücudunda iz kalmasın, malum..." Görevde devamlılık esastı aynı dizi setlerindeki devamlılık gibi. Bir yerinde eğitimden kalan bir morarıklık ya da iz görülürse dikkat çekebilirdi ama işte Azra'nın esmer teni böyle şeyleri çok güzel saklıyordu, fena bir yaralanma yaşamadıktan sonra hiçbir şey belli olmazdı. "Onu eğitim eşime söylemek lazım biraz serttir kendisi." Eğitimlerde Azra genelde Mete ile eşleşirdi aralarındaki boy ve kilo farkını avantaja çevirmek isterdi. Hakan timin en irisiydi, iki metrelik boyuyla daha kendine yakınlarla çalışıyordu, bu yüzden genelde Mete ile Azra eşleşir birbirlerini de epey zorlarlardı. "Daha önce de seviyordum da şimdi ilişkimiz varken biraz garip olacak bu eğitim." Savuracağı yumruklardan bahsediyordu aslında, bu bir şiddet değildi sadece eğitimdi o da biliyordu ama içine hiçbir zaman sinmeyen durumu ilk defa ona karşı dile getirmişti. "Mete sen her şeyden önce benim komutanımsın, görev arkadaşımsın. İşimizle özel hayatımızı karıştırmayacağımızı sen söyledin, gerekirse ben sana yumruk atacağım sen de tekme atacaksın eğitim bu, askeriz biz." O da karıştırmayacaktı zaten de son sivil anlarında sivildeki düşüncesini ona aktarmak istemişti. "Tamam, komutan sensin kızma." Eliyle sakinleştirme işareti yaptı kadına. Bir süre sonra diğer askerlerine de haber verdi, yol kısaydı karargaha varıp hangarda buluşmaları çok da uzun sürmemişti. Azra gergindi, bu defa karşısındaki askerlerin onu yargılayabileceğini düşündü. Aile gibi olsalar da yaptıkları pek doğru değildi, aynı timde ast üst ilişkisi olan iki askerin aşkıydı bu. Hangarda toplanan tim eğitim yapacağı için yeşil kısa kollularını giymiş oturup üsteğmeni beklemişlerdi. İkisi beraber içeri girse de asker selamı için diğer askerlerin yanına gitti Azra. "Dikkat." Göktürk'ün sesi çok tok gelmişti. Herkes ayağı kalkıp sağ elini kaşının üzerine götürüp asker selamı verdi. "Rahat Sancak. Oturun." "Komutanum hayirdur siz bir gerginsinuz." Mete bunu üzerine alınsa da sorunun teğmene geldiğini o cevap verdiğinde anladı. "Sorma Orhan, kiracı mı aldım dert mi aldım belli değil." Anlaşamadığı birini pat diye kiracı olarak alınca sorun çıkması çok normaldi. "Tahtasız mıdır ayarsız mıdır nedir. Hayır yani annem kaç yaşında kadın pilatese başlatmak nedir? Kıracak bir yerini ben de yokum başında." İki kolu birbirine geçmiş çatık kaşlarla bakıyordu, buz dolabından hallice yüzü Orhan'a dönüktü. "Bakkaldan ekmek alır gibi kiracı alırsan öyle olur, düşünmedin hiç." "Düşünmedim çünkü öyle gerekiyordu komutanım ama bu söylenmeyeceğim anlamına gelmez." Aslında bir şey olsa Miray nasıl müdahale edeceğini çok iyi biliyordu ancak o raddeye gelmeye ne gerek vardı? "Komutanım bence o işini bilir ya." "Ben o maça hiç gelmeyecektim." Çatılmış kaşlarını Azra'ya çevirdi, onun yüzünden olmuştu, ona söz vermeseydi o maça asla gitmeyecekti. Komutanına kızamıyordu ama ona fırça çekebilirdi. Diğer ikisi hiç de öyle düşünmüyordu, o maç onlar için bir dönüm noktasıydı. Mete her ne kadar bugün Miray'a sinir olmuş olsa da o maç için o gün için Türkmen Kızı'na çok şey borçluydu. "Biz de gelmek istemiştik aslında ama işimiz vardı. Bir dahakine hep beraber gidelim, değil mi devrem?" Enes oraya Zeynep'i olmadan gidemezdi, bu yüzden alnının çatından yiyeceği kurşundan korkuyordu. "Çiçeğim de gelirse olur." "Ey yüce Allah'ım, sen şu kuluna azıcık akıl fikir ver ya Rabbim." Ellerini havaya kaldırdı dua için. Dudakları da içinden okuduğunu gösteriyordu, Enes hızlı bir şamar patlattı ensesine. "Allah aşkına sus ve gidip kendine birini bul Sayaç, lütfen rica ediyorum devrem." "Kafayı mı yedim ben senin gibi, bekarlığın imparatorluğunu yaşıyorum mutluyum ben. Hangi akılsız senin gibi ilişki yapar?" Karşısına oturmuş iki akılsız yapmıştı, bu sözü duyunca gülmeye başladıklarında yüzler onlara doğru çevrildi. Konuşmaları gerektiğini biliyordu ikisi de, öncelik üsteğmendeydi, sessizlik oluşmuştu ve onun konuşma yapacağı anlaşılıyordu bundan. "Bir şey mi diyeceksiniz komutanım?" Elvan gibi diğerleri de aynı şeyi merak ediyordu. Üsteğmen başıyla onu onayladıktan sonra ellerini masanın üzerine koydu sanki ciddi bir görev dağılımı yapacak hissi veriyordu. "Şey diyecektim." Nasıl diyeceğim ki? "Ney?" Kısa bir of çekti gerginlikten, askerleri de hâliyle meraklanmış ve gerilmişlerdi. "Abi ne diyeceksin kötü bir şey mi oldu?" Üsteğmen başını iki yana sallayınca Sancak Timi rahatlamıştı. Madem kötü bir şey yoktu neden bu kadar kıvranmıştı? Azra önce askerlere sonra da üsteğmene baktı. Böyle olmayacaktı, bu adam ona açılamadığı gibi bunca insana da açıklayamayacaktı belli ki. Kararttı gözünü, masadaki eline parmaklarını geçirip havaya kaldırdı. Üsteğmen şaşırsa da sesini çıkarmadı, ona kalsa söyleyemezdi. Yine Azra yapacağını yapmış işe el atmıştı. "Biz Mete Üsteğmen'le birlikteyiz." Karşılarında şaşıran bir ifadeden çok vay be sonunda diyen bir ifade vardı. Timden çok iki âşık şaşırmıştı duruma. "Çok şükür, devrem ben sana demiştim bak." Enes başını sallayıp hafifçe ellerini birbirine vurdu arkadaşının öngörüsünü tebrik eder gibi. "Tebrikler komutanım." Başını arkadaşına çevirdi. "Valla dediğinin harfi harfine çıktı, ilk Azra Astsubay açıklar demiştin helal sana." "Hayırlı olsun komutanım, Azra tebrikler." Fırat aşkı bilse de ilişkiyi bilmiyordu nasıl bu kadar rahatlardı biliyorlar mıydı? "Hayirli olsun, biz te ne vakittur bu haberi bekliyuruz. Sonunde oldi." İkisi birbirine baktı, Mete elini masaya indirdi ama bırakmadı. "Sen mi söyledin?" Azra başını iki yana salladı, Fırat'a bile söylememişti ki onlara hiç söylememişti. "Ben siz söylediniz sanmıştım." "Komutanım Azra'yı biz iyi tanıyoruz." derken Orhan ve Fırat'ı işaret etti teğmen. "Sizi de az çok tanıyoruz, sizi tanıyanlar da burada. Timlerimiz birleşince de her şey göz önündeydi siz bunu bilmiyor muydunuz gerçekten?" Azra Mete'nin sevgisini anlamazken tim anlamış hatta ikisinin bir araya ne zaman geleceğini merakla beklemeye başlamışlardı, belli ki aralarında da konuşulmuştu. Göz önünde olana kör olamamışlardı ve uzun süre ikisinin birbirini görüp adım atmasını beklemişlerdi, sonunda bu olunca da bir oh çekmişlerdi. "Ben hislerimin karşılıklı olduğunu bile bilmiyordum sizin bildiğinizi nasıl bileyim?" Parmaklarını üsteğmenden ayırıp birleştirdi sonra da çenesinin altına yerleştirdi. "Sizden çok biz şaşırdık." Üsteğmen sadece söylemek istemişti uzun uzun konuşmanın yeri burası değildi, madem biliyorlardı ayrıca konuşmaya gerek yoktu. Zaten dillendikçe utanmaya benzer bir his oluşuyordu içinde, belki alışamamışlıktı bu, ikinci günüydü başında olan bir şeyi ilk onlara söylemiş hiç beklememişlerdi. 5 sene bekledikten sonra yapılan her bekleyiş yılların gitmesine bedeldi çünkü. Boğazını temizleyince tüm gözler üsteğmene döndü. "Bugün yakın muharebe eğitimimiz var. Kırımlı, Sayaç ile beraber minderleri koyun başlıyoruz hemen." O ayağı kalkınca hepsi birden ayağı kalktı. İki asker minderleri bahçeye dizip zemin oluşturdu, böylece düşünce yaralanmayacaklardı. Önce ısınmaya başlamışlardı, ısınmanın başında koşu geliyordu, Mete dahil olmak üzere hepsi birkaç tur atmış, tur atarken de sıralamayı bozmamışlardı. Azra Mete'nin yanında duruyor onunla beraber marşlar söylüyordu, bu defa gözleri başka bakıyordu. Şınav pozisyonu alınmış "Her şey vatan için." diyerek haykırıyorlardı yeniden. Mekik de çektikten sonra barfiks ile iyice kıvama gelmişlerdi. Bu defa da "Ne mutlu Türk'üm diyene!" nidaları yükseliyordu. Minderlerin üzerine ilk önce Enes ve Göktürk çıktı. Göktürk'ün elinde kasatura vardı, Kırımlı'nın üzerine yürüdü başının üzerinden ve karın hizasından savurdu elindekini. Bir hamle daha yaparken Enes sırtını ona dönüp kasaturayı tutan kolunu bedeni ile kolu arasına sıkıştırdı. Hemen kıstırdığı kolu kavrayıp havaya kaldırdı ve dönerek onu yere savurdu. Elindeki bıçağı atıp iki elini belinde topladı kelepçe pozisyonuna getirdi. Böylece hareketleri tamamlamışlardı. "Aferin oğlum, Enes iyi savundun." Üsteğmen Elvan ve Orhan'a döndü. Azra ile eşleşmesindense bir erkekle eşleşmesinin daha gerçekliğe uygun olduğunu düşünüyordu, bu yüzden onlardan fiziken büyük biriyle kapışıp daha da geliştiriyordu onları. "Ula Çağlar, çok savurme beni." Elvan gülümsedi ve cevap vermedi, bu sessizliği sonuna kadar yapması gerekeni yapacağını gösteriyordu. Ama ilk adım onda değildi Orhan'daydı. Elvan Orhan'ın arkasından yürüyüp başını kolunun arasına aldı. Orhan ise kolunu kavrayıp bir hamleyle kendisinden ayırdı ve kızı yere savurdu. Tuttuğu kolunu beline götürürken diziyle de kalkamasın diye ensesinde duruyordu. "Birazdan ağzume edecekmişsin gibime geliyur." Elvan başı yerdeyken de gülüyordu, bu sinsi duruş Orhan'ı tedirgin etmeye yetmişti. Kocaman ordu gelse üzerine korkmazdı da bu işte ürkütmüştü. "Aferin Kutay, iyi hamleydi deli oğlan." Üsteğmen kenardan askerlerini destekliyordu böylece özgüvenleri de artıyordu. Elvan eline cop alıp Orhan'a doğru birkaç hamle yaptı, adam onları savurdu, aralarındaki mesafe yakın duruyordu. Kız bir hamlede kolunu adamın boğazından geçirip copu da ensesine doğru tuttu. Diğer eliyle de copun ucunu tutunca boynu bir kafese alınmıştı. Sonra adamı yere savurup bileklerini belinde birleştirdi. "Dişi kurt be helal sana. Aferin Çağlar." Üsteğmenin takdirinden sonra adamın üzerinden çekildi, Orhan'ın çatık kaşları yalandandı bu kızı böyle güçlü görmek çok hoşuna gitmişti. "Ula, eyiydi kabul ediyurum. Aferun boyle devam et." Sırtını sıvazlayıp tebrik etti askerini. "Emredersiniz komutanım." Her biri işinde çok iyiydi bunu operasyonda görüyordu, eğitimlerde de görmek çok hoştu. Normal eğitimlerde fizik çalıştırıyorlardı, bu yakın muharebe eğitimlerinde çok daha net gözüküyordu başarılı teknikleri. Sıra Hakan ve Fırat'taydı. Hakan boş silahını çıkartıp ileriye doğru tuttu, sanki öne adımlıyor düşmana doğru yürüyor gibiydi. Fırat arkasından gelip silahını başına dayayınca teğmen silahını bırakıp ellerini havaya kaldırdı. Bir eliyle silahı tutup bir eliyle boğazına sarılan kolu kavradı. Silahı yere fırlatırken tuttuğu kolu aşağıya doğru çekip altından geçti. Başçavuşun bacağının arkasına bir tekme vurup dizlerinin üzerine çökmesini sağladı ardından kolunu bacaklarının arasına alıp takla attı, ayağı da diğer kolunun altına girince onu da kenara savurmuş oldu. "Sertti bu komutanım." Fırat bunu demesine rağmen gülümsüyordu hamlık hissediyordu sadece. "İyi geldi ama." "Gelmez mi başçavuşum, Türk'üz biz kanımız kaynar. Azıcık uzak kaldık mı dayanamayız." Fırat'a elini uzatıp kalkmasına yardım etti teğmen. Başçavuş da koluna iki kere dokunup teşekkür ettiğini gösterdi. Sona iki kişi kalmıştı, daha önce defalarca yaptıkları bir şeydi ama şimdi çok daha farklı olacaktı. "Demir çık bakalım karşıma." dedi üsteğmen. Şu an asker Mete vardı, Üsteğmen Mete dövüşecekti âşık Mete yeşilleri giyince kapının önünde kalmıştı. İşleriyle aşklarının karışmayacağını göstermek için testti aslında bu, başkalarından ziyade kendilerine göstermek içindi. "Emredersiniz komutanım." Karşısındaki kadın gözü kara duruyordu, Azra değil Azra Astsubay'dı o, karşısındaki kendinden iri bu adamı devirmek istiyordu. Mete de farksız değildi bu kızın dövüşürken canına okuduğunu biliyordu ve yapacaklarını merak ediyordu. Azra eline aldığı copu üsteğmene doğru savurdu, adam ise geriye doğru adımlayarak kurtardı bu hamleyi. Gözleri arada buluşsa da bu hamlelerde hataya sebep olmuyordu. İkinci hamlesinden de kaçtı ancak üçüncüye savurunca copu tutan kolunu kavrayıp kızı yere serdi üsteğmen. Copu kenara atıp ellerini belinde birleştirdi böylelikle tamamlamış olmuşlardı. Vücudunun yere çarpmasıyla oluşan hafif sızlamanın yeri heyecanla doluydu, dövüşseler bile bu kadar yakın olmaları ikisinin de kalp ritminin bozulmasına neden olmuştu. "İyiydi Demir Leydi." derken adamın gözlerinin içi gülüyordu, elini sevgilisine uzatıp kalkmasına yardım etti. "Eyvallah komutanım." Yerden kalktıktan sonra elini adamdan yavaşça ayırdı, parmakları temas ederek ayrıldıkça üsteğmenin kalbi daha da hızlı atıyordu. Mete arkasına dönüp ilerlerken bir hamle geleceğini biliyordu, o da karşılık verebilirdi ancak hamleyi yapan kişi bitirmeliydi bu yüzden diğerleri gibi kendisi de karşılık vermeyecekti. Demir Leydi hızla koştu ve adamın omzundan destek alarak sıçradı, boyu ona göre kısa olmasına rağmen başarabildiği bir şeydi, Kalyoncu sıçrayabiliyorken o sıçrayamazsa olmazdı ki zaten. Azra Mete'nin başını dizlerinin arasına kıstırıp arkaya doğru attı kendisini. Bacakları da onunla dönerken ikisi birden takla atmış en sonunda Mete'nin sırtı yere değmiş Azra da karnına hamle yapıp pozisyonu bitirmişti. Biraz geriye çekti kendisini, tam başucunda ona bakıyordu ters dursalar da gözleri birbirine kenetlenmişti. "Üç gün yatmanın acısını çıkarmış oldun bence, kalkamadım." Önceki eğitimlere taş atmıştı üsteğmen, halbuki kalkamaması bir yerinin acımasından değil bunu Azra'nın yapmasındandı, büyülenmişti. Gücünü bizzat test etmek mükemmel bir histi hem komutanı olarak hem de ona âşık biri olarak hayran kalmıştı. Onu yerden kaldırmayan şey zaten âşık adamın hayranlığıydı. "Kalkmazsanız ölebilirsiniz." "Ben çoktan ölmüşüm." Bu kısmı fısıldadığından sadece başucundaki kadın duymuştu. Hafif tebessüm etse de diğerlerine belli etmek istemedi. Böyle konuşursan ben de öleceğim. Öyle hasret kalmışım ki... Azra ona doğru yerini değiştirdi, şimdi yüz yüze bakıyorlardı. Elini ona doğru uzattı gülümseyerek, üsteğmen de elini kavradı. Demir Leydi onun kalkacağını düşünüyordu ancak Mete doğrulup diğer kolunu boynundan geçirdi ve onu yana doğru savurdu. Şimdi tam da üzerinde duruyordu, boğazına yaslı kolunu geri çekmedi, diğer eli de hâlâ elindeydi. Bacağıyla hareketini kısıtlamış vücudunu hapsetmiş öylece sabitlemişti kadını yerine. Tim onları seyretse de aralarındaki bu yakınlıkta fısıldanan bir şeyi duyamazdı. Mesafesini korudu, şimdi o dudakları öpmemek onun için çok zordu ama durmak zorundaydı. Kalp atışını koluyla bile hissedebiliyordu, kendisinden farksızdı o da. "Asla rehavete düşme, en ummadığın anda sırtın yere çalınıverir." Önce kara gözlerine sonra dudaklarına baktı, böyle olmayacaktı, kolunu boğazından çekip doğruldu, eli hâlâ elindeydi onu da çekerek kaldırdı. "Ama yine de çok iyiydin Demir Leydi." Azra, üsteğmene bir baş selamı verip yerine geçti. Mete elini palaskasına yerleştirip askerlerine baktı, hepsiyle gurur duyuyordu, şimdiye kadar çok büyük işler yapmışlardı şimdiden sonra da öyle olacaktı emindi bundan. "Sancak Timi, hazır olda dinle." Söyleyecekleri büyük saygı gerektiriyordu, o yüzden hazır olda durmalarını istemişti. "Zorlu bir görevin içerisindeyiz ve sonuna geliyoruz. Yorulup yıprandınız ve biliyorum ki silahla savaşmayı daha çok özlediniz ama bize bu görev verildi biz de yerine getiriyoruz." Tek sıra dizilmiş askerlerinin önünde yürümeye bir sağa bir sola gitmeye başladı. "Başkomutanımız Mustafa Kemal Paşa da yaptı bunu, büyük başarılara imza attı. 1911 yılında Gazeteci Mustafa Şerif takma adıyla Trablusgarp'a sızdı ve faaliyetler düzenledi. Enver Paşa, Nuri Conker Paşa, Süleyman Askeri Bey gibi isimler de onun gibi mücadeleye girişti. İtalyanların savaş ilanına karşı yollar tıkalıydı, ne denizden ne karadan asker götürebildi devlet. En sonunda Mustafa Kemal ve birkaç subay bölgeyi örgütlemek için gönderildi. Aynı kurtuluş savaşındaki gibi direniş yapılacaktı, ordu yetersizdi, yerel halkın desteği alınmıştı ancak en sonunda patlayan Balkan Savaşları ile mücadele edemeyecek noktaya gelinmiş, kara bağlantısı kalmayan Trablusgarp elden çıkarılmıştı. Mustafa Kemal Paşa durmadı, önce balkanlarda savaştı sonra 1. Dünya Harbi'nde, en sonunda da Kurtuluş Savaşı'nı yaptı." Gözlerinin içi parlıyordu timin, nereden geldiğini bir millet asla unutmamalıydı, 5000 sene öncesi de 100 sene öncesi de iyi bilinmeliydi. Tarihi yok olmuş bir millet, millet olamazdı ki. Yaşanılandan ders çıkarılacaktı ki bir daha yaşanmayacaktı bunlar. "Mustafa Kemal Paşa onca şey yaşadı bir an olsun dahi düşmedi. Trablusgarp'ta gözünden yaralandı, bir daha eskisi gibi olamadı. O savaştı Sancak Timi, o hiç pes etmedi ve hep inandı. Biz de bu mücadelenin sonuna geliyoruz savaşıp bitireceğiz. Sonra yine durmayacağız, savaşıp yolumuza devam edeceğiz. Ata'mız gibi istihbaratta da silahlı mücadelede de olacağız. Bize ne emredilirse onu yapıp başaracağız. Biz Türk'üz, isteyip de alamayacağımız başaramayacağımız hiçbir şey yok. Derler ya Türk'e imkansız de otur izle diye, biz imkansızın ta kendisiyiz." Başını gökyüzünde dalgalanan ay yıldızlı bayrağa çevirdi. "Korkma diye başlıyor İstiklal Marşı'mız, asla bu şafaklarda yüzen al sancak sönmeyecek ve siz bunu başaranlar olacaksınız. Ben sizden razıyım." Son cümleyi askerlerinin gözlerinin içine baka baka söyledi. Onların inançlarını tazelemek onları motive etmek en büyük göreviydi, kendi de motive oluyordu böylece. "Allah yardımcımız olsun." dedikten sonra rahat olmalarını söyledi. Timin ruhunun yenilendiğini gördü, yorucu yakın muharebenin üzerine bile gözlerinin içi parlıyordu her birinin. Askerlerine dağılmasını emrettikten sonra uzun uzun baktı gökyüzünde dalgalanan sancağına, kırmızısı şehitlerin kanını taşıyordu. Daha fazla şehit görmemek için savaşıyordu, sonuna kadar da savaşacaktı. O al bayrağı indirmeye çalışan kim varsa mücadele edecekti. Silahlı ya da silahsız, hepsini yeryüzünden silecekti, geriye mavi gökyüzünde dalgalanan ay yıldız kalacaktı. Ne mutlu Türk'üm diyene... ♟️ Ah aşk, ah Mete meğer sen ne güzel seviyormuşsun çok güzelsiniz siz çok güzel oldunuz. Bence onca bölüm beklediğinize değecek her şey. Bir de öpebilseydi... Göktürk tek kıskanç arkadaş sen değilsin bende de bir kanka var senin gibi, iyi anlaşırsınız aranızı yapayım jssjdşdjfkf Timin ilişkiye şaşırmamalarına çok güldüm, Azra ve Mete'nin dövüş sahnesi de benim için bölümün en güzel yerlerinden biriydi. Mete'ye söylemek istediklerinizi şuraya bırakabilirsiniz. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere🖤😘 |
0% |