Yeni Üyelik
69.
Bölüm

22. "Sarının Laneti"

@rubamsalepe

Beğenin beniğğğ kalbe tıklayın canlarım hadi gülüm pamuk eller kalbe.

Beni buradan, tiktok, twitter ve instagram rubamsalepe hesaplarından takip edebilirsiniz.

Bölüm müzikleri:
•Duman- Kolay Değil
Cem Adrian- Kül

♟️

Otelde verilen davetin ağır bir havası vardı, sanki herkes burada zorla tutuluyormuş gibiydi, üstüne üstlük bu gece bir yardım gecesiydi, terörün de finanslanacağı yardım gecesi.

Berzan daha salona girmemişti, böylelikle tim daha rahat hareket edebiliyordu, özellikle de Azra. Üsteğmen ile bir kadeh ellerine almış masalarından çevreyi seyrediyorlardı. Mete alkol kullanmıyordu, sadece parmakları arasında tutmakla yetinmişti.

Üsteğmen ceketini Azra'ya vermek istemişti ancak o çok sıcak neden ceketini alayım diyerek kabul etmemişti. O dekolte orada durdukça adamı delirtmeye devam edecekti. Çevresinde gözü kıza takılan birkaç kişiyi yakalamıştı bile.

Elvan ve Fırat da salondaydı, Fırat hemen flörtleşecek birini bulmuş dikkat çekmemek için de elinden geleni yapmıştı. Elvan da sohbet ediyormuş gibi gözüküyordu, şimdilik her şey yolundaydı, tek eksiğin gelmesi bekleniyordu.

Mete misafirleri inceledi, Kolsuz kim olabilir diye aklında tarttı. Hepsi de hayırsever iş adamıydı, gerçekten de bunun arkasına saklanıp terörü finanse etmeleri kalleşlikti.

Kıza baktı yeniden, sonra da arkadan gelene baktı. Geldi piç. Berzan giydiği takım elbiseyle içeriye girince ilk önce onu fark etmedi, girişe yakın masadaki adamla selamlaşıp konuşmaya başladı. Burada Berzan olarak değil de farklı bir kimlikle bir iş adamı olarak bulunuyordu.

Arka masadan ayrılan Berzan yürüyerek öne geçti, duraksadı. Birkaç adım geriye doğru yürüyüp ona doğru döndü. Şaşkındı, onu burada beklemiyordu, buradaysa davetliydi biliyordu bunu, sevinmişti sadece.

"Eliza." Azra elini uzatınca Berzan öptü ancak bırakmadı elini. Bu heriften gerçekten tiksiniyordu ancak belli etmemeliydi.

Dudaklarına kezzap döktüğüm pezevenk.

"O kadar özledim ki... Bana nefretle bakmıyorsun, elini bile uzattın. Maillere güvenememiştim ama şimdi yüzünde de bu affedişin ışıltısını görüyorum."

Seni öyle bir affettik ki götüne bomba sokacağız öyle bir affediş.

"Sana geleceğimi söylemiştin, tesadüfen de olsa gelmiş oldum. Nefret etmiyorum senden aksine gurur duyuyorum." Kendi söylediği yalandan iğrendi, gurur bu herifin yanından bile geçemezdi, hain teröristin tekiydi ve bu iki asker, hatta tüm tim kafasına sıkmak istiyordu.

Bu defa Mete'ye uzattı elini, o da tutup bıraktı, uzatmadı. Sevgilisinin ellerine yeniden dokunulduğunu görünce sinirlenmeye başladı, sanki çok sakinmiş gibi ancak belli etmemeye çalışıyordu.

"Bir tutuşum bile seni kudurtmaya yetiyor Sergio Vivaldi. Bu gece intihar edeceksin anlamına geliyor bu," dedi gülerek, üsteğmen yine kızarmaya başladı ancak tuttu kendini, hareketlenmemesi için bileği kavranmıştı sıkıca, Azra'nın verdiği desteği sonuna kadar hissediyordu.

"Berzan başlama yine, şu güzel geceyi bozmayalım bak ne kadar güzel." Azra'yı dinleyecek gibi değildi, henüz diğer adamların yanına gitmeyeceğini yandan geçen Göktürk'ten aldığı içkiyle gösterdi. Kızın gözlerine bakarak kadehi kaldırıp bir yudum aldı, sonra da onu süzmeye başladı. Gözleri bir süre dekoltesine takılınca üsteğmen o gözleri oyacağına yeminler etti, yetmedi onu öldürdüğü anın hayalini tekrarladı zihninde.

"Uzun uzun bakma insanların içinde, gecenin ilerleyen saatlerinde görürsün." Bu söz ona fazla ateşli gelmiş olacak ki uzun boynundan bir çizgi çekmeye başladı, dekoltesine geldiği sırada tuttu parmağını. Mete'nin yanında böyle konuşmak o kadar zordu ki, ama yapmak zorundaydı, yapmazsa görev yanabilirdi, onunla temasta olmalıydı.

"Şimdi olmaz, beklemen lazım." Berzan sanki madde etkisindeymiş gibi başını salladı, Azra iki dakikada adamı sarhoş etmişti söz ve tavırlarıyla.

Yanındaki adam da çok kötü hissediyordu, baktı gözlerine, ona kızgın değildi biliyordu. Yapması gerekenin bu olduğunu da biliyordu ancak dayanamıyordu işte.

"Biz oteli inletirken bu da bizi izlese de iş öğrense biraz." Karşısındaki adamın sinirden kıpkırmızı olduğunu gördükçe keyifleniyordu. Bu defa sadece onun üzerine oynamayı tercih etmişti çünkü Eliza onu kabul etmişti artık.

Gül sen gül, elindeki kadehi bu gece götüne yanlamasına sokayım da gör sen.

"Bitmiş gitmiş şeyleri mi konuşacağız Berzan? Kapamadık mı bu defteri?"

"O bitirememiş baksana yüzüne. Gerçekten gelip bir şeyler öğrenmeni isterim, çok ustayımdır belim kuvvetlidir ama kusura bakma onu paylaşamam o bana ait."

Belini sikeyim orospu çocuğu, her dediğin lafı yazıyorum kenara sonra hesaplaşacağız, görev bitsin sıçacağım ağzına.

Öyle sinir bozucu biriydi ki, Azra zor tutuyordu sevgilisini. Onu öldürmemek çok zordu ve sabır işiydi.

"Yeter be, ne istiyorsun sen benden?" Bu çıkışı gülümsetti teröristi, sonunda çıldırtmıştı ve cevap veriyordu ona. Normalde asla sessiz kalacak biri değildi ancak Mete Akıncı yoktu orada, Sergio Vivaldi vardı ve susması gerekiyordu.

"Senden bir şey istediğim yok, istediğim tek şeyi de bugün alacağım inlete inlete."

"Sergio sen istersen bir süreliğine balkona çık, bir hava al." Azra'nın bakışları oradan ayrılması için yalvarıyordu, üsteğmen dediğini yapıp balkona çıktı. Elini korkuluğa yaslayıp derin derin çekti temiz havayı ciğerlerine.

Çok geçmemişti balkona çıkmasının üzerinden, kör noktadaydı, içeriden de görünmüyordu, biri gelse bile kimse onu göremezdi. Beline sarılan ellerin kime ait olduğunu biliyordu, yine onu sakinleştirmeye gelmişti. Yarasını sarmak için buradaydı.

"Asla düşme ben arkandayım, asla kimsenin seni kızdırmasına, üzmesine izin verme." Öyle sessiz söylemişti ki üsteğmen bile zor işitmişti dediklerini. Yavaşça yüzünü kadına döndü, bu defa güçlü gözüküyordu. "Sen iyi misin?"

Azra gülümsedi, bunu iki kez başaramamıştı ancak üçüncüde dik durmayı deniyordu, yalnız olmadığı içindi, yanındaki adamdan güç alıyordu. "Ben iyiyim, ya sen? Ben bu gözleri tanıyorum, bir defa sarılınca geçmişti yine geçsin olur mu?"

"O zaman da çok zordu, şimdi daha da zor. Sadece han olan değil üsteğmen bile delirdi, sana yemin ederim yerimde diğerleri olsa onlar da delirirdi." Orhan, Enes, Hakan hiç fark etmezdi, gerçekten de kim olursa delirirdi. Bu sözleri yutabilmek kolay değildi.

Alnındaki damara dokundu yavaşça parmaklarını gezdirdi, üsteğmen yumdu gözünü derin derin nefes aldı. Sanki tüm sıkıntısı bir dokunuşla gidiyordu.

"Ellerin şifası olurmuş, eskiler buna inanır. Bana gerçekten bunun olduğunu kanıtlıyorsun sen. Bir sözün, bir dokunuşun değiştiriyor her şeyi."

Kızaran gözleri kara gözlerine sabitlemişti. Öyle güzel bakıyordu ki, minnet, aşk her şey içindeydi. "Ben de senden güç alıyorum, şimdi ayaktaysam senin sayende."

Adamın yanağında avcunu gezdirdi, şefkatli bir dokunuştu bu. İkisini de gülümsetti. Berzan'ın onlarda olan etkisi düşüp birbirlerini kaldırmaktı, bugün dik durması gerekenlerden biri de üsteğmendi, şimdi de güç ilacını alıyordu.

"İyiyim, daha aklı selim davranmaya çalışacağım. Sen de kötü hissetme olur mu, ben yanındayım." Yanağındaki eline bir öpücük bıraktı, dudaklarını samimiyetle kenara kıvırdı.

"Ben gideyim, sen birazdan gelirsin dikkat çekmeyelim," diyerek kulaklığı aktifleştirip taktı ve ayrıldı yanından istemeyerek. Şu görevi bitirdiklerinde aşklarındaki belki de en büyük sınav da bitmiş olacaktı ve bu el ele kazandıkları bir zafer olacaktı.

İçerisi ilk geldiklerinin aksine daha hareketliydi. Birkaç insan hakları görevlisinden sonra iş adamları çıkıp konuşma yapmıştı. İçlerinde şüphe çeken bir isim yoktu, gerçekten de hepsi saygın bir iş adamı gibiydi.

Azra eline aldığı iki kadehten birini Berzan'a uzattı, diğerinden ise bir yudum aldı. Belindeki rahatsız edici parmakları hissettiğinde olabildiğince rahat davranmaya çalıştı.

"Neyden vazgeçemem biliyor musun? Şarap ve kadın... Kadın kokusu..." Hancıdan şarap ve kadın isteyen Bizanslılar gibiydi. Belini sardığı kadının kulağına eğildi. "Bu şarabı dudaklarından içmek için sabırsızlanıyorum." Bu şarabın içine siyanür koymamalıyım, koymamalıyım, koymamalıyım sabret Demir Leydi, soyadının ve lakabının hakkını ver.

Azra gülümsemekle yetindi sadece, içinden küfürler savuruyordu oysa ki. "Ama biraz daha beklemeliyiz, özür dilerim." Siyah saçlarına elini götürdüğünde daha kötü hissetti, Mete'nin onda en çok sevdiği şeylerden biri saçlarıydı, siyah zülüfleriydi, başka bir elin parmak ucuyla bile değmiş olması onu delirtiyordu.

"Beklerim, önemli değil."

Keleş sokayım götüne, Bora'ma kıyamam şimdi. Keleş iyidir, hep bizim canımızı mı yakacak birazcık da sizin canınızı yaksın.

Üsteğmen kenardan seyrediyordu, yanına Enes yaklaştı, elindeki tepsiyi uzattı, sessizce "Sakin ol abi," dedi. Mete nefesini düzene sokup başını salladı. O parmakları teker teker kıracaktı, şart olmuştu.

Gözünü başka taraflara da çevirdi, herkes olması gereken yerdeydi, bağışlar yavaş yavaş toplanmaya başlamıştı istihbarat ise kameraları inceliyordu farklı bir durum var mı diye.

Berzan fırsattan istifade bir süreliğine dışarı çıkmıştı, muhtemelen kör noktada finansçının yolladığı kişiyle buluşacaktı, elmas ile yardım sağlayacağı tahmin ediliyordu.

İstihbarat kameradan takip etmeye başlamıştı Berzan'ı, bir süre sonra görüş açısından çıkmıştı, o yöne giden birkaç kişi vardı onlar araştırılacaktı ve hangisi Berzan ile görüşmüştü bu teslim edilecekti.

"Mete Üsteğmen, Berzan dönüş sağlıyor. Demir Astsubay ile o parayı bir şekilde almanız gerekiyor." Kulaklığa istihbarattan ilk bildirim gelmişti. İkincisi de timin diğer üyelerineydi.

"Sancak Timi, telefonlarınıza üç tane fotoğraf yolladık. O adamların o kişi olup olmadığını anlamamız lazım ve dikkat çekmeden yapmalısınız bunu."

Bu zor olacaktı, hele ki dikkat çekmeden anlamak bu nasıl olacaktı ki? Sıradan biri olsalardı asla başaramazlardı.

Bu sözle dikkat çekmeden sırayla telefonlarına baktılar, Azra da baktı bu yüzleri bu salonda görmüştü, içlerinden biri taşıyıcıydı. Berzan yanına gelince telefonu kilitleyip çantasına attı, acele hamlesini fark etmemiş terörist kızın elini tuttu ve bir baş işaretiyle gideceği yönü gösterdi. Şimdi operasyon başlıyordu işte. Berzan'dan elmasları alacaktı, aracıyı da bulunca bu iş bitecekti.

Elini sanki kaçacakmış gibi sımsıkı tutuyordu, ağzından tek bir söz bile çıkmamıştı. Gözünü karartmış ve yapacağı işe odaklanmıştı tamamen. Cebindeki kartı çıkartıp kapıda nöbet tutan iki adama uzattı, adamlar kapıyı açtıktan sonra kartı geri uzattı ona. Böyle sıkı korunuyorsa aradıkları da bu odadaydı.

Kızı içeriye sokup kapıyı kapar kapamaz duvara yasladı ve aralarındaki mesafeyi epey azalttı. "Çok bekledik Eliza, beklemenin acısını bu gece çok fena çıkaracağım." Parmaklarını kollarında gezdirdi ancak başka bir hamleye tenezzül etmemişti. Ceketini kenara atıp gömlek düğmelerini yavaş yavaş çözmeye başladı, onu da çıkarıp attığında üst bedeni tamamen çıplak kalmıştı.

Elini bu defa kemerine götürdü, pantolonunu da kenara fırlatınca gözlerini kadının elbisesine dikti. Ellerini askısına götürdüğünde Azra tuttu ve buna engel oldu. "Şarap içerken beni soymanı tercih ederim."

Şarabı duyunca yüzü güldü ve hemen kapıyı açıp dışarıdaki adamlarından şarap istedi. Azra'yı elinden tutup yatağa oturttu ve siyah uzun saçlarında parmaklarını gezdirdi. Bu defa düz değil kıvırcıktı ve ilgisini çekmişti, farklı gözüküyordu. "Beklemek çok zor, nerede kaldı bunlar?"

Kapının çalınmasıyla içeriye şarap tepsisi girmişti, Orhan getirmişti. Etrafa fark ettirmeden göz attı ve ayrıldı. Her şey çok hızlı olup bitiyordu, Azra da memnundu bundan, demek oluyordu ki bu heriften çok çabuk kurtulacaktı.

Kapıda bekleyen adamlarını sese şahit olmamaları için odadan kovduktan sonra şarap şişesine konmuş üzüm sirkesini kadehlere döktü, sirkenin içinde ilaç vardı, Azra önceden bir başka ilaç aldığı için bu ona işlemeyecekti. İki kadehten sonra sarhoşluk hissi gelecek ve bir süreliğine bayılacaktı. Kalktığında ise kendisini sarhoş sanacak hiçbir şeyi hatırlamayacaktı.

İki kadehle beraber yatakta oturan kıza gitti bir yudum sirke içip yüzünü ekşitti.

"Değişik bir tadı var ama sevdim."

Geri zekalı, klasik babaanne sirkesi bu. Mete'm kendisi yapmış hem de. Zehir zıkkım olsun orospu çocuğu.

"Bunu dudaklarından da içeceğim ama sadece orasıyla sınırlı kalmayacak." Gözlerini sapık bir ifadeyle bacaklarına çevirdi. Demir Leydi adının hakkını verip bu defa dimdik duruyordu, savaş veriyordu ancak asıl savaşı veren kapının ardında işaret bekleyen üsteğmendi. Delirmemek için aklını görevin ayrıntılarıyla meşgul etmeye çalışsa da beceremedi.

Göbek deliğimden de zeytin ikram edeyim istersen. Puşta bak, kasaturayla boğazını keseceğim gün için yaşıyorum.

Elini yavaşça dizinde gezdirdikten sonra kenardaki şişeye uzandı ve boşalan kadehleri yeniden doldurdu. Yemekte de göğsünü avuçlamıştı, onu taciz etmekten bıkmamıştı, kadının psikolojisini bozmuş kendinden tiksinmesine neden olmuştu. Yine yapıyordu, yine zor tuttu kendini. Bu defa ağlayamazdı, yapamazdı görev yanardı geri adım atamazdı, o travmayı üzerinden atmalıydı.

Berzan bu defa bir dikişte kadehin yarısını içmişti, Azra'nın kadehi bitince onun bardağını kenara fırlattı ve onu göğsünden yatağı itti sertçe. Kendisi de içmeyi bitirince kızın üzerine doğru uzandı. Kollarından tutup başını boynuna doğru götürdü. Azra birden üzerinde bir ağırlık hissetti, sesini çıkarmadı başını çevirip onu kontrol etti. Biraz debelendi belki hareketine karşı uyanır diye, yok ses seda çıkmıyordu.

"Balık oltaya geldi," dediğinde üsteğmen hemen odaya daldı, ondan bir tık hızlısı f16 pilotlarıydı. "Orospu çocuğu, piç." Kolu bedeni altında kalınca uyanmaması için onu üsteğmenin kaldırmasını beklemişti. Üsteğmen onu bir hamlede kaldırıp yandaki boşluğa atınca uyanmadığından ilacın çok güçlü olduğu anlaşılmıştı.

"İyi misin sen?" Azra gülümseyip yatakta doğruldu. Bir şeyim yok demenin en güzel yoluydu gülümsemek. Yalan söylüyor mu diye gözlerine baktı bir süre, gözleri daha iyi günlerim olmuştu diyordu, tutuyordu kendisini ancak önceki kadar beter bir şey yaşamadığından bir tık daha iyiydi. "İyiyim ben, endişelenme."

Yanındaki pisliğe baktı ve altındaki çarşafı çekti. "Biraz iz bırakmamız lazım."

"İz bırakmak derken?" Azra ortamı yumuşatmak için biraz kadınlığını kullanmak istemişti, hiç sırası değildi ama umursamadı. "Benim gibi masum bir adamı ayartamazsınız hanımefendi, şu çarşafı askılarınızı içeriye alıp etrafınıza sararsanız sevinirim." İstihbaratın bunları duymalarını umursamadı ikisi de, aksine zor durumla böyle başa çıkıyorlardı onlar.

Berzan'ın üzerine pikeyi örttükten sonra iğrenerek donunu çıkardı ve yere fırlattı. "Yemin ediyorum kusacağım."

"Bir de bana sor, şurada yatan benim." Çarşafı bedenine sarıp üsteğmene döndü. "Onu hiç açma sıkarım kafasına şimdi, kendi kendini intihar etmiş der sıyrılırım işin içinden." İğrenerek baktı yatan teröriste. Odadaki dolapları kurcalamaya başladı, gardıropta bir şey yoktu. Azra da küçük komodinlere baktı, yine yoktu. Son çare makyaj masasındaki çekmecelerdi. İkisi birden oraya yöneldi, bir taraftaki çekmecelere Mete diğer taraftakilere de Azra bakıyordu. İçinde bir şey yoktu yine, önce Mete doğruldu sonra da Azra'nın kolunun altından tutup onu kaldırdı. Kendi kalkabilirdi biliyordu ama bunu yapmak istemişti canı, sebebe ihtiyacı yoktu, sevdiği için yapıyordu.

"Ne yapacağız şimdi, koltuğun altına falan mı sakladı bu it? Başka nerede olabilir?"

"Sabun, şampuan kutuları, klozetin sifon kısmı, yatağın altı, avize."

Mete hemen başını avizeye kaldırdı, boyunun avantajıyla sönük ve koyu renkli avizenin fanuslarına daldırdı elini. Tam anlamda görebilmek için sandalyeye çıktı ve tek tek içlerine baktı. Azra yanılmamıştı, buradaydı işte ve teorileri de doğruydu, elmastı bunlar. Küçük keseyi eline alıp içini açtı, elmaslardan birini çıkartıp inceledi, gerçek elmastı ve biraz vardı içinde.

"Sobeledik Demir Leydi'm. İlk adım tamam." Kızın alnına bir öpücük bıraktı ve elinden tutup onu yatağa oturttu, bunu yapmak asla istemese de eli mahkumdu.

"Biraz saçlarını mı dağıtsak?" Azra elini uzatmaya çalışınca üsteğmen durdurdu onu, kendisi yapacaktı. Önce güzelce gezdirdi parmaklarını saçlarının arasında tel tel ayırmaya çalıştı, baktı olmuyor saçını yıkar gibi ovalamaya başladı böylelikle saçı dağılmıştı.

"Şuna bak sanki çocuk yıkıyor."

"Yıkamadık mı?" Sarhoş itiraf günü ikisinin de aklına gelmişti, üsteğmen kadın göreve gidecek diye banyoya sokmuş buz gibi suyun altında bekletmişti onu.

"O sayılmaz ama çok istersen eve gidince..." Kadının dudaklarına parmağını götürdü, sessiz olmasını ister gibiydi, utanmıştı bundan, onca şeyden utanmayıp bundan utanmıştı.

Bu defa bacağını altına alarak oturdu ve parmağını yüzüne götürdü. "Bu çok güzel bir makyaj ama bozmamız lazım biliyorsun değil mi? Hoş bence makyajsız çok daha güzelsin, hem sadece ben bakarım başkası bakmasın, makyajla dikkat çekiyorsun." Gülmeye başlayınca koluna hafif bir yumruk yedi.

"Ben bozarım makyajımı."

"Ben bozarım güzelim sen hiç zahmet etme." Baş parmağını dudağına götürdü ve rujunu yavaşça kenarlara doğru dağıtmaya başladı. "Bize de parmakla dağıtmak düştü, eyvallah." 9283838 öpme girişiminden sonra yine başarısız olması komiğine gidiyordu, sanki bilgisayar cezası almış çocuk gibiydi yüzü. Azra gülmeye başlayınca üsteğmen komik mi dermiş gibi gözlerine baktı.

"Yeter bu kadar güldüğün, ben gidiyorum sen de uslu uslu sarhoş ve uyuyor taklidi yapıyorsun."

Başını yandaki teröristin koluna çevirdi, saatini bir buçuk saat ileriye aldı. Omzundaki orak ve çekiç dövmesi dikkatini çekti, aklına kazıyıp kalktı yataktan. "Orak ve çekiç, sovyet bayrağı simgeleri." Berzan'a doğru baktı Azra da.

"Bir yerden tanıdık geliyor bana ama çıkaramadım." Bilemiyorum dermiş gibi çenesini yana doğru çevirdi, elbet çıkardı kokusu.

Azra komodinin üzerinde duran daha önceden konulmuş şaraba götürdü parmaklarını, Berzan Azra için yenisini açtırmak istemişti o yüzden buna dokunmamıştı. Bir yudumdan bir şey olmazdı hem de bu çıplak adamın yanında olmaya tahammül edebilirdi belki. Şişeyi akıp dudaklarına götürecekken Mete tuttu ellerini.

"Hayırdır?"

"Ne oldu bakıyorsun öyle dik dik?"

"İçki mi içeceksin?" Azra başını sallayınca şişeyi elinden alıp makyaj masasının üzerine koydu sonra da parmaklarını onunkilere geçirdi. "İçme artık, içmen için bir sebep yok ve ben senin içki içmeni istemiyorum."

Öyle güzel söylemişti ki bunu, isteğini geri çevirmesi imkansızdı. Yavaşça başını salladı. Bir cümle belki bu kadar anlamlı olabilirdi, içine işledi, gözlerinin dolmaması için çabaladı.

'Elimi tutup içme artık diyen kimse olmadı, o güne kadar devam komutanım.' demişti, içme diyen biri vardı artık, duracaktı, dudaklarına asla sürmeyecekti.

"İçmeyeceğim söz." Gözünü duvardaki saate çevirdi sonra yeniden adama baktı. "Ben iyiyim komutanım, okçular tepesi bende. Sonra yanınızda olacağım, sonsuza kadar. Gidin artık." Üsteğmen bir asker onaylaması yaptı başıyla sonra da elindeki keseyle beraber odadan ayrıldı. Kamera kayıtlarından istihbarat bu kısımları silmiş, içeriye yüzü kapalı bir şekilde Enes'in girip çıktığını kısmı eklenmişti, böylelikle bir yabancı bu işi halletmişti, suç Azra'ya kalmayacaktı.

Bir süre sonra Berzan kıpırdanmaya başladı sonra da başını tutarak uyandı, gerçekten fazla içtiğini hissetti, öyle çok içmişti ki yanındaki kadınla girdiği ilişkiyi bile hatırlamıyordu. Üzerindeki pikeyi kaldırdığında çıplak olduğunu gördü, kıza bakarak sırıttı, hatırlamıyor olsa da istediğini almıştı ve hatırladığı zamanlar da olacaktı elbet.

Başının ağrısıyla tekrar çattı kaşını üzerindeki pikeyi atıp ayağı kalktı ve banyoya gitti, yıkanmadı, elini yüzünü yıkadı sadece biraz ayılmak ve uykuya dalmadan önce yaptığı işe kaldığı yerden devam etmek istedi.

İçeri girerken "Eliza uyan, sana ihtiyacım var," diye haykırdı, etrafa baktı yağ da yoktu. "Bir tane koyar insan ne beceriksiz adam bunlar," diyerek kendi adamlarına kızdı. Biraz daha yürüdüğünde salonun ortasındaki sandalyeyi fark etti, önce anlam veremedi, fantezi için kullandığını düşündü ancak sonrasında konumun tehlikeli olduğunu hatırladı. "Siktir, oradadır umarım." Sandalyenin üzerine çıkıp parmaklarıyla fanusların içini yokladı, yoktu. Bir anda panik sarmıştı her bir yanını, eli ayağına dolaştı, bir sağa bir sola volta atıyordu.

Azra'ya baktı, çantasını kurcaladı hemen, işe yarar bir şey yoktu. Bu defa kıza gitti, üzerindeki çarşafı açmaya çalışsa da başaramadı, bu defa eliyle vücudunu yoklamaya başladı, en son bacaklarına götürdü ellerini, hızlıca iç ve dış taraflarını kontrol etti. Aradığı onda değildi.

"Sikeyim böyle işi. Neredeler?" Azra kıpırdanmaya başlayınca yüzüne doğru eğildi, gözleri kapalıydı ancak belki duyar diye konuştu. "Sana veda etmek zorundayım, yine görüşeceğiz Eliza'm." Dudaklarına doğru yaklaşsa da öpmekten vazgeçip geri çekildi, acelesi vardı ve bir kere öperse asla duramazdı. Yerdeki kıyafetlerini üzerine geçirip hızla odadan çıktı.

"Paket yola çıktı, gerisi istihbaratta," dedi ve ayağı kalktı. Çarşafı çözüp kıyafetinin askılarını koluna geçirdi, hazırdı. Bu işi tamamen bitirecekti. Ve güçlü bir şekilde geliyordu. Vücudunda gezinen ellerini aklından çıkarmaya çalıştı, bu defa onu alt edemeyecekti, Mete vardı, o varken düşmeyecekti.

"Bir an Arşimet gibi dal daşşak koşacak sandım lan."

Göktürk üç adamdan birini kendi gözüne kestirmişti, kadeh dolu tepsiyle orta boylardaki adamın üzerine doğru gitti. "Almaz mısınız bayım?" Adam gülümseyerek kadehi aldı ancak Göktürk adımını attığı anda tepsiyi gömleğine devirdi. "Ne yapıyorsun be adam dikkat etsene!"

"Affedersiniz, hemen yardımcı olayım size lütfen eşlik etmeme izin verin." Bu klişe yine işe yaramıştı, lavaboya kadar onunla gitmiş gömleğini çıkartıp temizlemesini sağlamıştı, adam da yanına aldığı yedek kıyafetlerden birinin getirilmesini istedi. Göktürk'e kartını verdi o da Enes'e verdi, Enes'in gömleği getirmesi çok kısa sürmüştü. Adam sırtını dönünce hiçbir iz olmadığını gördü. Gömleği üzerine geçirtip tekrar özür dileyerek yanından ayrıldı.

"Benimki temiz, geri kalanı sizde."

Bu defa sıra teğmendeydi, adam koridorda yürürken karşısına çıktı, her zamanki soğuk ve ciddi duruşu üzerindeydi.

"Hakkınızda ihbar var, üzerinizde uyuşturucu madde olduğu söyleniyor, sizi aramak durumundayım."

Adam bir an afalladı, başını iki yana sallayıp uyuşturucuyla işi olmadığını ve buradan gitmek istediğini söyledi. Hakan tekrarladı sözlerini, gömleğini çıkarmasını istedi. Zaten kuytu bir yerdelerdi başkalarının görmesi ve rezil olması pek mümkün değildi.

"Kıskanç rakipler bu yalanı söyledi size değil mi? Ben onlara soracağım." Ceketini çıkartıp adamın eline tutuşturdu ardından gömleğini çıkardı ve ellerini havaya kaldırıp etrafında döndü. Temizdi, pantolonuna yeltenince Hakan onu durdurup eliyle aradı şüphelenmemesi için, sonra yanlış ihbar olduğunu ve gidebileceğini söyledi.

"Bendeki de temiz, muhtemelen diğeri aradığımız kişi. Dişi kurt sendeyiz."

Elvan bordo uzun elbisesiyle son teröristi aradı, tek başına duruyor içkisini yudumluyordu. Küçük adımlarla yandaki boş masaya geçti, sarı saçları ve bordo elbisesiyle kasıp kavuruyordu ortalığı. Birkaç kaçamak bakış attı yan masaya, bu defa da tavlayamazsa delirirdi, önceki hüsranı hâlâ aklından çıkmamıştı.

Birkaç bakışla ağına düşürmeyi başarmıştı, önce kadehinde parmağını gezdirdi sonra da bir yudum alıp parmak uçlarını boynunda ve saçlarında gezdirmeye başladı, karşısındakini iyice tahrik edip yanına getirtmekti amacı. Terörist iyice yükseldiğinde ona doğru birkaç adım attı, sırtına parmağını sürterek yanından geçti, hâlâ ona bakıyordu ve bu ona gel demekti. Başarmıştı.

Gel bakalım, gel de neye uğradığına şaşırtayım seni.

Salon belli bir kalabalıkta olduğundan dolayı pek dikkat çekmiyorlardı, Elvan insanı çıldırtıcı bakışlar atarak onu peşinden sürüklüyor, kör noktaya getiriyordu, kayıtlar silinecek olsa da insanlardan da uzakta olmak istemişti.

Terörist en sonunda Elvan'ı yakalayıp duvara kıstırdı. Arzulu bir şekilde gözlerine baktı.

Hepsi mi azgın olur bunların ya? Geri zekalılar. Kocaman örgütü iki cilveyle çökerteceğiz resmen.

"Sana ayrılan sürenin sonuna geldik," diyerek iki yakasını da çekiştirip judo tekniğiyle bayılttı onu. Yere çömelip birkaç düğmesini açtı ve gömleğini gevşetti, sırtına doğru baktığında orak ve çekiç dövmesini gördü, işte bu defa tamamdı. Sonunda amaçlarına ulaşmışlardı ve rahat bir nefes alabilirlerdi artık.

"Sayaç paket tamam gelip alabilirsiniz. Görev başarıyla tamamlandı." Gerçekten de aracı kişiyi yakalamıştı ve başında dikiliyordu. Zaten yakınlarda olan devrelerin gelmesi çok da uzun sürmedi.

"Yine iki seksen sermişsin bize taşıtıyorsun ikidir farkındayız."

"Şu elbise ve ayakkabılarla hiç almayayım ben, siz aranızda halledin."

"Güzel olabilirsin ama gaddar bir kadınsın, vicdansız kadın." Teröristin bir kolundan Enes diğerinden de Göktürk tuttu, yavaşça ayağı kaldırdı ve çıkışa doğru yol aldılar.

Azra ise Mete'yi bulmuş görevin tamamlanmasına rağmen onu biraz tutmuştu, güvenli bir odadalardı ve Azra bir o yana bir bu yana volta atıyordu.

"Azra dur artık görev istihbarata geçti gidiyoruz." Onu duymazlıktan gelip yürümeye devam etti. "Yarım saat, yarım saat daha verin bana komutanım."

"Ne düşünüyorsun? Ne geçiyor aklından?" Telefonundan orak ve çekiç görselini açıp üsteğmene gösterdi. "Hatırlıyorum birinde daha gördüm ama yüzü, yüzü karanlıktı seçemiyorum. Nerede gördüm, kimi gördüm?"

"Dağda görmüş olabilme ihtimalin yüksek, sürekli oradayız." Burada kendisini gizleyen birinin dağda aktif görev yapması mantıksız gelse de imkansız değildi. Ama hangi görevdi, yüzlerce göreve katılmıştı, her birini hatırlasa da herkesi hatırlaması zordu, biraz vakit alacaktı.

"Sen böyle dedikçe benim de gözümün önüne geliyor, Sancak Timi'ne bu sene geldin, önceki beraber görevlerimizi hatırla bu sene olsaydı hatırlardım eski bir olay bu."

Her ikisi de geçmişi aklında taramaya başladı, birçok operasyonda beraberlerdi. Örgütün sözde üst düzey yöneticilerini yakalamışlardı, harekatlara katılmışlar, terör koridorunu yok ederken de beraber çalışmışlardı.

"Yok geriye gidiyorum yok, komutanım hatırlarsam istihbarata ihtiyacımız bile kalmaz, direkt kişiyi belirler öyle teslim ederiz istihbarata, işimiz kolaylaşır, adam zaten içeride."

Burada kaldıkları her an artık tehlikeliydi, aracıyı almışlardı, el konulan elmaslar vardı, rahat durmazlardı artık. Dikkat çekmeden dağılmak gerekiyordu.

"Ben genelde böyle ayrıntıları net hatırlarım bilirsin, hatırlamıyorsam bir sorun vardı demek ki."

Birden göz göze geldiler, Mete olumsuz anlamda başını salladı, ihtimal vermiyor gibiydi. "Yok değildir."

"Olabilir."

"20 asker Azra 20 askerimin ölüm emrini verdi o piç. Vurulduktan sonra buğulu gözlerle gördüğüm bir dövmeydi, sırtındaydı."

Azra sıkıca yumdu gözünü o günlere gitmekten nefret ediyordu ama bir şekilde yine oraya dönüp duruyordu işte.

"Net hatırlamıyor olman normal, kanlar içinde baygın yatıyordun bir köşede." Gözlerini açıp adama çevirdi, endişeli bakıyordu ama geçmiş için endişeliydi şimdi için değil, o gün orada ölebilirdi onun endişesine kapıldı.

"Ölmedim, izin vermedin."

"Veremezdim. Yine olsa yine gelirdim peşinden, ihraç edilecek olsam dahi gelirdim." Üsteğmen ellerinden tutup yanına doğru çekti kızı, kolunu sırtına doğru atıp yavaşça sıvazladı.

"Biliyorum gelirdin."

Tam 5 sene önce yaşanan o olayda 20 askerin ölüm emrini ve Mete'yi yaralama emrini sırtında orak ve çekiç dövmesi olan biri vermişti, sebepsizce üst kıyafetini çıkarmış dolaşıyordu o halde görmüşlerdi. Mete gözlerini yumarken görmüş son duyduğu şey de diğer askerlerinin ölüm emri olmuştu, Azra'nın komutanı üsteğmenin peşinden gitmesine izin vermese bile peşinden gitmiş sonra onu kurtarmıştı. Daha sonra emri veren kişinin peşine düşmüş bir yere kadar ulaşsa da yakalayamamıştı onu. Peşinden gittiği sırada o dövmeyi görmüş ancak bir türlü yakalayamamıştı, toplum içi yerde ateş de edememişti.

"Komutanım sizi o hale getirme emrini veren piçle buradaki piç aynı kişi olabilir, sırtına bakamayacağız muhtemelen ayrıntı bir şeyler hatırlamamız lazım."

Dirseklerini dizlerinin üzerine koydu ve başını iki elinin arasına aldı, düşünüyordu, bulması lazımdı, o kadar uca gelmişten bu operasyonu timinin bitirmesini istiyordu, son noktayı zekasıyla koyacaktı.

"Kolsuz, kimsin sen?" Azra başını yavaşça üsteğmene çevirdi, meraklı gözlerinde bir parıltı oluştu. "Kolsuz... Biz Göktürk'e neden Sayaç diyoruz, her şeyi sayıyor diye. Ayakçı topallıyor diye o lakap verildi. Demir Leydi, Türkmen Kızı hep bizlerle alakalı şeylerdi. Kolsuz'un kolla alakalı bir şeyi olmalı komutanım düz mantık yapalım zorlamayalım kendimizi önce basit düşünelim."

Üsteğmen derhal telefonu çıkardı ve içindeki fotoğraflara tek tek bakmaya başladı, hem yakın hem de uzak fotoğrafları vardı. Herkesin kolu vardı ancak bir anormallik arıyorlardı.

"Aklına kurban olurum, bu çok mantıklı, onu öyle bulabiliriz."

Davetli listesindeki adamları tek tek gözden geçirdiler, kolu olmayan gerçekten de yoktu ancak bir anormallik bulmaları gerekiyordu, ceketten çok da anlaşılmıyordu.

"Komutanım durun."

Üsteğmen telefonu kendisine iyice yakınlaştırdı, farklılık tam olarak göze çarpmıyordu. "Emin değilim ancak Davod Rostami'nin kol kısmı sanırım biraz boş gibi. Anlaşılmıyor ama şüpheli."

Davod Rostami dedikleri kişi Orta Doğu kökenli Avrupa vatandaşı bir iş adamıydı, dünyanın en zengin iş adamlarından biriydi ve özellikle Afrika'ya yaptığı yardımlarla tanınıyordu, birçok yerde okul açmış, hastaneler yaptırmış, su kuyuları açtırmış ve halka gıda yardımı yapmıştı. Kamuoyu tarafından sevilip sayılan biriydi.

"Rostami'ye de güvenemeyeceksek pılı pırtı toplayıp şu dünyayı terk edelim ya."

Azra başını komutana çevirdi, bu işi bırakamazdı, bu kadar yaklaşmışken asla yapamazdı.

"Kontrol etmeden durmayacaksın değil mi?" Başını iki yana salladığında tahminini doğru çıkartmıştı.

"Eğer doğruysa onu dışarıya çekmen lazım, paket edeceğiz. Ne yalan söyleyeyim yakalamak istiyorum ama o kişinin Rostami çıkması beni üzer."

Azra ayağı kalkıp elbisesini düzeltti, son bir oyun kalmıştı, gerçekten bu defter kapanıyordu. "Doğruysa amına koymuş oluruz mükemmel olay. Düşünsene Türkler fişi çekti diye manşet olacak. Şimdi siki tuttun Kolsuz, kimsen seni bulacağım."

Üsteğmen de ayağı kalktı, yine endişeli gözüküyordu, elinde değildi ki onu koruyup kollamak isterdi ama şartlar buna izin vermiyordu. O, cehenneme atlıyor gerektiğinde de kendisini koruyordu.

"Demir Leydi'm, dikkatli ol olur mu?"

"Komutanım, han olan Mete'ye söyleyin endişelenmesin. Siz zaten benim nasıl mücadele edebileceğimi biliyorsunuz."

Bu cümleler tebessümü de beraberinde getirmişti, üsteğmen koluna koydu elini. "Han olan Mete de üsteğmen olan Mete de sana güveniyor. Gidelim hadi."

Odadan çıkıp salona geçerkenki kısa sürede planını yapması gerekiyordu, insanlar dağılmak üzereydi ve son bir şey yapıp aradığı cevabı almalıydı. Klişe bir yöntem olan düşerken tutunmayı yapmayı planlıyordu, böylece eliyle kolunu yoklayacak bir orantısızlık olup olmadığını anlayacaktı. Yalnız bulunduğu anda da istihbarata teslim edecekti.

Kulaklıktan acele edin anonsları dönüyordu, birkaç dakika içerisinde gece sona erecekti. Azra kapıdan girince etrafa iyice baktı, Davod Rostami tam karşısında duruyordu, birileriyle sohbet halindeydi. İnsanlar onunla konuşurken adının Avrupa versiyonu David diye hitap ediyorlardı.

Herkes sarhoştu içeride, sersemlik yapıcı madde içkilerine karıştırıldığından çok da ne yaptıklarının farkında değillerdi.

Üsteğmeni kapıdaki masaya bırakıp arkada gördüğü Fırat'ın yanına gider gibi yaptı, tam Rostami'nin önünden giderken ayağını yamulttu ve kendini adamın kollarına bıraktı. Refleks olarak Rostami onu tutmuş bir an göz göze gelmişlerdi.

Azra adamın kollarını iyice kavrayıp onun da desteğiyle ayağı kalktı. Tam da düşündüğü gibiydi, kolunda gözle görülür bir kısalık olmasa da genişlik anlamında büyük bir fark vardı. Onu zamanında takip ederken kollarının önde olmasından dolayı görememişti bu ayrıntıyı.

"İyi misiniz?" Adama burukça gülümsedi, canının acıdığını göstermek istemişti, gülümsemesi de teşekkür anlamına geliyordu, halbuki sobelediği için mutluluktan gülümsüyordu.

İşte şimdi siki tuttun la orospu çocuğu.

"Sanırım ayağımı burktum, yalnız yürüyebileceğimi sanmıyorum."

Rostami'nin yaşı altmışlarındaydı, ciddi bir duruşu olmasına rağmen hiç kötü işlere karışacak havası yoktu. İşte insanların içi dışı bir olmuyordu.

"Size eşlik edeyim o halde."

Bu kadar basit bir klişenin öylesine işe yarayacağını, binlerce insanın hayatını kurtaracağını düşünemezdi bile. Beline sarılan elden destek alarak üsteğmeni geçti ve birazcık ilerledi, daha sessiz bir koridora girmişlerdi. Rostami de sersemlemiş olduğundan sendeleye sendeleye yürüyorlardı. Azra durdu, yanına önce üsteğmen sonra da Orhan geldi. Koridorda sıkışmışlardı. Orhan yaklaştıkça Rostami ürktü, Azra da ona ayak uyduruyordu, gerektiğinde müdahale edecekti. Orhan birden arkasından çıkardığı iğneyi adama sapladı ve konuşmasına fırsat kalmadan bayılttı onu.

Tertemiz işti, istihbarata da kalmamıştı, temiz paketi alıp gereken işlemleri yapacaklar böylelikle paranın teröre akışı engellenecekti. Rostami gibi bir hayırsever zenginin bu işlere girişmesi üzücüydü, demek ki insanların maskeleri vardı ve bu maskelerin altından canavar çıkabiliyordu.

"Ula devreler ha buraa gelun hayde." Göktürk ve Enes de bulundukları yere geldi, üsteğmen çenesiyle yerde yatan Kolsuz'u işaret etti.

"Yine mi ya, abi biz taşımacılık şirketi miyiz günde üç posta sefer çekiyoruz bu yavşaklara. Devreler Taşımacılık LTD Şti."

"Bu büyük balık ama." İkisi de gözlerini büyütüp yerde yatana baktı, Rostami'nin Kolsuz olduğunu anlamışlardı ve timiyle gurur duyuyorlardı.

"Böyle balığı dünyanın öbür ucuna da taşırız biz. Helal olsun mükemmel iş." İkisi de kollarına girip daha önce aracıyı götürdükleri gibi götürüp istihbarata teslim ettiler sonra da dışarıda bekleyen araçlara ayrı ayrı binip otelden ayrıldılar.

"Başardık, Kolsuz'u yakaladık, bitti sonunda komutanım inanamıyorum ben." Gözlerinin içi parlıyordu zafer nidalarını atmayı sonuna kadar hak ediyordu, o başarmıştı.

"Senin dikkatin sayesinde başardık, seninle gurur duyuyorum." Aslında orak ve çekiç simgesini ilk gören üsteğmendi ancak hatırlayan Azra olmuştu, dolayısıyla büyük kelleyi alan da o olmuştu.

"Siz fark ettiniz, yoksa başaramazdık. Herkes görevini çok iyi yaptı."

Böylesine aracı başkası kullanırken arka koltukta olduklarında yaptıkları bir şey vardı, görev diye başlamışlardı ancak artık gerçek olmuştu. Azra adamın göğsüne yaslanıp başını boynuna yerleştirdi, yine o öldürücü kokuydu. İçinde ne varsa öyle bir etkisi vardı ki onun için ölüp bitiyordu.

"Ne yapacağız şimdi?"

"Önce güvenli eve geçeceğiz, sabah uçuşuyla ülkemize döneceğiz sonra ise kırmızı beyaz formamızı çeker maça gider Kalyoncu'yu izleriz. Yemek yeriz bol bol, sana ellerimle yaparım ben. Sonra piknik olurdu bak, taşlardan kale yapar maç yaparız ama rakibin olurum ona göre. Şey bir de..."

Azra doğrulup gözlerine baktı, görevi sormuştu oysa ki üsteğmen de onlar hakkında ne yapacağını anlatmıştı.

"Görevi sormuştum ben, siz ise sivil hayatınızı anlatıyorsunuz komutanım." Üsteğmene söylemişti bunu, bu defa Mete ile konuşacaktı. "Bakıyorum da her planında ben varım."

"Benim sensiz bir dünyam hiç olmadı ki, şu saatten sonra da olamaz. Yeni görev elbet gelir, dünya ilerliyor sürekli bir şeyler olacak ve biz mücadele edeceğiz. İşte zaman geçiyor bizim de kendimizi düşünüp ona meydan okumamız lazım. Ne kadar çok şey yaşayabilirsek normal insanlar gibi bizim için kârdır."

Öndeki istihbaratçıyı umursamadı, herkes ilişkilerini öğrenmişken başkalarından saklama gereği duymuyorlardı. Üstüne üstlük zaten istihbaratçılar çenelerini tutmakla görevlilerdi.

"Gelecek hayalleri mi kuruyorsun benimle? 5 sene sürün dur Azra sonra turnayı gözünden vur helal sana be." Son cümleyi kendisine söylemişti, üsteğmeni de güldürmüştü bu. Gerçekten de hayal kurduracak kadar seviyordu onu. Biraz uzun sürmüştü ama olmuştu sonunda.

"Seninle gelecek hayalimi ben sana anlatmıştım aslında, sobada beraber kestane pişirip yiyoruz. O hikayedeki tek yanlış senin torunların benim de torunlarım olması." Üç günde bu kadar ciddi düşünmesi ona sahte gelmemişti, geçmişi vardı bu işin ve onların çok vakitleri yoktu, ölüm vardı. Hiçbir şey için erken değildi, geç kalınmıştı.

"O kestaneleri ellerimle yedireceğim sana, sonra o bahçeyi de beraber ekeceğiz. Hayallerinde beni nereye koyduysan hepsini gerçek yapacağım."

Elini tuttuğu sırada araba durdu, öyle güzel sohbet etmişlerdi ki geldiklerini anlamamışlardı. Bahçede takılmak güzel olacaktı, timin uçuşu ikişer ikişer ayarlanmıştı, son uçuş da onlarındı.

Mete bahçede oturalım demesine rağmen Azra ısrarla içeriye gitti, dönmesi çok da uzun sürmedi. Siyah elbisesini değiştirmiş, sarı elbisesini tekrar giymişti. Madem adam ona özel olmasını istiyordu öyle olacaktı, şimdi birbirleriyle vakit geçirmeleri için güzel bir fırsatları vardı.

"Kendini beğenmeyen kadının güzelliğine bak, kalbim duracak ya. Seni kendime saklamak istiyorum sadece, kimseler görmesin." Etrafta kimse yoktu, dolayısıyla onu gören de kimse yoktu yine de sadece kendisine saklamak istiyordu işte.

"O kadar güzel değilim üsteğmenim, sadece biraz makyaj bir de spor yapan bir fizik."

Ayağı kalkıp sevgilisinin yanına gitti, başı dimdikti ona bakarken. "Makyajsız halini de gördüm, ben ona âşık oldum zaten, sen beni neyle kandırıyorsun astsubayım?"

Gözlerinden ayırdı elalarını, önce siyah zülüflerine gitti, parmaklarını geçirip aşağıya doğru taradı. Sonra omuzlarına yerleştirdi ellerini, teninden ayrılmadan ellerine kadar uzanıp bir adım geriye gitti. Vücudunu öyle güzel sarmıştı ki insan baktıkça doyamıyordu, açıkta kalan bacakları çok acımasızdı. Çok uzun bakarsa rahatsız olabileceğini hissetti, bakışlarını yeniden gözlerine çevirdi.

"Ben seninim Mete, kaçırma gözlerini."

"Benden yana asla rahatsız olmanı istemiyorum, bende yuva gibi hisset istiyorum."

Azra adamın ellerini beline yerleştirdi ve başını tam kalbinin üzerine yasladı. "Benim yuvam tam olarak şurası, senden yana rahatsız olabileceğim hiçbir şey yok." Mete başını saçlarına doğru eğdi ve kokusunu ciğerlerine çekti, kaç yıl geçerse geçsin unutmayacaktı bu kokuyu. Saçlarından öpüp başını kendine doğru çevirdi. Gözleri çok keskin bakıyordu, aynı nişan aldığında nasıl şaşmıyorsa hedefi şimdi de şaşmamış tam kalbine isabet etmişti.

"Öyle büyülüyorsun ki beni... Şu güzelliği nasıl tarif edeyim ki sana şimdi, susturup duruyorsun koca üsteğmeni." Tekrar süzdü güzelliğini, gözü önce yırtmacına sonra da elbisenin sıkıca sardığı hızla inip kalkan göğsüne takıldı, her zaman her şeye yeten aklı bu kadına akıl yettiremiyordu, ondan etkilenmeden duramıyordu.

"Kendimi ateşe atmadan seninle nasıl baş edebileceğimi bilmiyorum."

"Ateşte beraber yanabiliriz üsteğmenim, kendiniz baş etmenize gerek yok." Gerçekten ateşi körüklüyordu, parmaklarını ensesine yerleştirdi ve adamın dalgalı saçlarıyla oynamaya başladı.

"Bizim içe kapanık kıza bak üç günde ne hâle geldi."

"Bizim aklı başında üsteğmene bak üç günde mantığını yitirdi."

Tek elini yanağına yerleştirdi, aralarındaki mesafeyi azalttı. Gözlerindeki alevleri net bir şekilde görebiliyordu, hissediyordu da, bu tehlikeliydi ve ikisini de yakabilirdi.

"Neyse ki operasyonu etkilemiyor, tüm yelkenlerim seninle yalnızken suya iniyor."

"Yelkenler... Benim de yelkenlerimi suya indirmek ister misiniz komutanım?" Aralarındaki mesafeyi kapadı iyice, topuklu ayakkabısı sayesinde boy farkları da epey azalmıştı.

"Gözünü karartmışsın sen, tabi bizi basan da yok. O dudaklar da bana öyle melül melül bakıyor..." Öpmekten ileriye gitmeyecekti, bunu çok iyi biliyordu ancak o yarım kalan özel ânı tamamlamak istiyordu adam.

"Yanalım o zaman üsteğmenim." Mete baş parmağını kızın dudaklarında gezdirdi, bir anlığına yumdu gözlerini kadın, dudaklarında dolanan parmağın getirdiği o hissi tüm bedeninde hissetti. Bunca zaman beklemenin ödülüydü her şey, kendini tamamen ona teslim etti.

Ela gözlerini önce bordo rujlu dudaklara sonra da kara gözlere götürdü, neredeyse değecekti o kadar azalmıştı mesafe. Başını hafif yana doğru yatırdı ve kızın bedenini kendisine iyice yasladı, sanki bir kelebek gibi uçup gidecek gibiydi. Yavaşça alt dudağına dudaklarını bastırdı. Zamanın durmasını istedi ikisi de, 3 günün değil 5 senenin hasretiydi bu.

Azra adamın ensesindeki ellerini boynuna doladı sıkıca, sarılır haldelerdi şimdi, dudakları birbirine değiyor sanki bir sonsuzluğun tadını çıkarıyorlardı. Mete onu öyle narin öpüyordu ki sanki biraz fazlasını yapsa canını acıtacağından korkuyordu. Biraz sonra Mete geri çekildi ve soluklandı. Kadının nefes alış verişini, kalbinin atışını bedenine hissedebiliyordu, hâlâ bedenleri birbirine değiyordu.

Öyle eşsiz bir histi ki hayatındaki tek boşluk oymuş gibi doluvermişti birden. Bir öpücükten fazlasıydı, bir kavuşmaydı, 5 senenin vuslatının mührüydü belki de. Onca gözyaşına onca sıkıntıya değmişti bu öpücük.

Dudaklarının tadının böyle olabileceğini bilmiyordu hiç, onu kollarının arasına aldığında bitmemişti bu hasret, böyle biteceğini tahmin edememişti. 5 sene geç kalınmıştı ama buna değmişti o kısa süreli onu uçuran bu his.

"Ölümü hep parmaklarının ucunda sanırdım, meğer ölüm iki dudağının arasındaymış." dedi nefes nefese, yüzünü avuçlarının arasına aldı. Adamın dokunduğu yer alev alıyordu sanki, tutamadı kendini bu defa Azra bastırdı dudaklarını, Mete'nın aksine daha sert ve arzuluydu. Adam ona ayak uyduruyordu, işte şimdi tamamlanmışlardı.

Sanki kaçıp gidecek bir daha o dudakları öpemeyecek gibi arzu ve hasretle öpüyordu adamı. Kolundan sıkıca tutup kırnaklarını bastırdı, bu Mete'nin de duygularının alevlenmesine neden oldu. Zaten onun karşısında kül olmuştu daha beter olması için de kadın çabalayıp duruyor gibiydi. Bir anlığına geri çekti kendini kadın. "Seni seviyorum." diyerek öpeceği sırada üsteğmen parmaklarını dudaklarına kapadı ve başını iki yana salladı. "Ben seni daha çok seviyorum."

Yine buluştu dudakları, sanki o an hiç bitmeyecek gibiydi, ikisi de hiç bitmemesini umduğu sırada bir silah sesi patladı, üsteğmen dudaklarını kızdan ayırıp sese doğru dönse de bir şey göremedi, kimse yoktu silahını çekmiş yola doğru tutmuştu sadece. İkisi de yere çökmüş ve olası bir saldırıdan korunur hale gelmişlerdi. Üsteğmenin bir eli de Azra'nın belindeydi. En güzel anları bir silah sesiyle bozulmuştu, silah çok yakında patlamıştı.

"Gidip bakalım." Bir anlığına başını Azra'ya çevirdi, silahını çekmemiş o yöne de dönmemişti. Mete ayak seslerini duyunca tekrar yola çevirdi başını, Berzan'dı bu. Emindi. Peşinden koşmak istese de sırtında sıcaklık hisseden kadın yüzünden yapamadı. Azra ona dönmüş bulanmış gözleriyle elalarına bakıyordu.

Üsteğmen silahını bırakmadan kızın arkasına doğru götürdü başını, sırtındaki kurşun yarasını ve oradan sızan kızıl kanı gördü. "Azra'm, hayır hayır. Şşş bak bana, gözlerime bak." İnanamadı, en güzel anlarında bunu yaşadıklarını kabullenemedi bir an. Başını hızlıca iki yana salladı, gözlerini ondan hiç ayırmadı. Gömleğinin düğmelerini bile çözmeden yırttırarak çıkardı üzerinden, bir yumak haline getirip yarasına bastırdı.

"Allah kahretsin, Azra bir şeyler söyle. Dayanamam yemin ediyorum dayanamam, ölürüm sana bir şey olursa."

Yola doğru baktı yeniden, ona bunu reva gören terörist kaçmıştı. Elmasları bulamayınca gitmiş, daha sonra Rostami'nin de götürüldüğünü onun da en son Eliza yanında görüldüğünü öğrenince tüm aksiliklerin sebebinin o olduğunu anlamıştı. Belki gerçekten ona ihanet eden Eliza'ydı belki de bambaşka biriydi ama ona ihanet ettiği kesindi. Bunun bedelini ödemesi gerekiyordu. Dron ile araçları takip edilmiş, belli bir mesafeden yapıldığı için de sesi duyulmamıştı. Berzan onları oradan bulmuş canlarını daha çok yakmak için de en özel anlarını kollamıştı. Onları öyle görünce kıskançlık krizlerine girmişti. Bu kadına karşı gerçekten boş değildi ancak ihanete uğramıştı kendince, kadına tüm yaptıklarını canıyla ödetmeyi istemişti. Bunu yaparken eli bir an bile titrememişti.

Üsteğmen gözlerini daha yummamış sevgilisini kollarının arasına aldı, dolan gözlerle bakıyordu ona, gitseydi o da ölürdü, bu kadar beklemişken şimdi tam kavuştum derken onu bırakıp gidemezdi.

Azra gülümsemeye çalışsa da pek beceremedi, sırtındaki sıcaklık acıya dönüşmüş canını yakmaya başlamıştı. Parmaklarını adamın yüzüne götürdü, önce yanağını okşadı sonra da dudağına sürdü parmaklarını. "Sonunda kavuştuk."

"Kavuştuk Azra'm, daha çok güzel günlerimiz olacak seninle, bir ömür sürecek." Birkaç damla gözyaşını serbest bıraktı, alnından öpüp başını başına yasladı. "Buraya kadarmış Mete."

"Deme öyle Allah aşkına, daha yaşlanıp kestane pişireceğim sana. Daha çok erken, benden önce ölüm yok sana güzelim. Hem ben senin komutanın değil miyim, emrediyorum, itaatsizlik edemezsin bana."

"Şehitlik nasip olacak galiba." Az önce nefesi mutluluktan kesilirken şimdi bir kurşun yüzünden kesiliyordu, nefes alış verişi azalmaya başladı. Bu cümleyi kurmak onun için yeterince zordu zaten.

"Sen beni ipten aldın ben de seni alacağım, öyle bırakamam seni. Bak gözlerime, sensiz nefes alamam ki ben, nefesimi alma benden." Son bir güçle kolunu kaldırıp adamın gözyaşlarını sildi yavaşça. Gözü kapanmaya başlarken kolu da aşağıya indi. "Vatan sağ olsun." Gözlerini yumdu, onun gözleri sevdiği adamın da dünyası kararmıştı.

Hayatlarının en zor görevlerinden birinin zaferle sonuçlanan son günlerindeydi. Hayatlarındaki ilk kavuşmayı yaşamışlardı, onu da yaşarken sırtına saplanan bir kurşun ikisinin de dünyasını karartmıştı. Kız gözlerini kapadı, Mete ona sımsıkı sarılıp göğsüne bastırdı, gözlerindeki yaşlar kızın saçlarını ıslatıyordu.

"Bak, bak gözlerime. Uyansana. Kurşun kötü yere gitmemiştir ki, sen dayanırsın, Tomris Hatunlar ölmez savaşırlar. " Başını iki yana salladı, ölmesine izin veremezdi hele ki daha yeni kavuşmuşken. Gözyaşları sevgilisinin sırtından akan kanı gibi durdurulamazken göğsüne bastırdı onu, onsuzluk artık ölüm demekti, ona bir şey olursa tek ölen Azra olmayacaktı.

"Beni vatansız bırakma."

♟️

Allah belanı versin Berzan, şerefsizin önde gidenisin.

Fingirdeşmeye çalışan Mete ve Azra ben sizden razıyım. Sonunda öptü ama öpmesinin sonucu acı oldu.

'Ölümü hep parmaklarının ucunda sanırdım, meğer ölüm iki dudağının arasındaymış.' Meğer bir öpücük ölüm demekmiş Mete Üsteğmen...

Bölüm yorumlarınızı tam olarak buraya bırakabilirsiniz.

2 hafta sonra Cuma günü görüşmek üzere...

Loading...
0%