Yeni Üyelik
71.
Bölüm

23. "Kalbe Vurgun"

@rubamsalepe

Beğenmeyi ve yorum atmayı unutmayalım canlarımm❤️

Bazen bildirim gelmiyor (bugün öyle oldu maalesef), yeni bölümün geldiğinin haberini almak için beni instagram, twitter, tiktok ve wattpad rubamsalepe hesabımdan takip edebilirsiniz.

️♟️

Göğsüne doğru tutulmuş bir tüfek hiç bu kadar can acıtabilir miydi daha ateşlenmeden? Hele onu sevdiğinin tutması... Canının acıması için insanın sadece vurulmasına gerek yoktu. Bazen silah olmadan da yaralanabiliyordu insan.

Karşısındaki kadına bakarken kaşları çatıktı, bunu yapmaması gerekiyordu, aynı taraftalardı. Eliyle tüfeği indir işareti yapsa da kadın inadından vazgeçmemiş üzerine tutmaya devam etmişti. Bir şeye inat ettiyse onu durdurmak pek de kolay olmuyordu.

"Ne yapacaksın, vuracak mısın beni? Hiç mi için acımayacak?" Onun içi yanıyordu ama karşısındaki kadın fazla acımasız duruyordu.

"Siz bana acıdınız mı komutanım? Tek bir şey istedim sizden siz de izin vermediniz." Tek bir şey dediği her şeydi aslında, kalkıp Berzan'ın peşine düşmek hiç akıllıca değildi. Mete değil komutanım demişti, işler fazla ciddiydi.

"Komutanın olarak karşı çıkıyorum, sence mantıklı mı ya? Ayrıca sevgilin olarak ben yapmak isterdim bunu ama üsteğmen kimliğim daha üstün basıyor."

Askerlikle kendi özel hayatını ayrıştırmak zorundaydı, ayrıştırmayacak olsaydı Berzan Azra'ya ilk dokunduğunda onu öldürürdü. Bunu çoktan hak etmişti ama görev kutsaldı, durmak zorunda kalmıştı. Yapmak çok isterdi, sevdiği kadını sırtından vuran bir şerefsizi yaşatmak ona da ağır geliyordu ancak üzerine yürümek mantıksızdı, kendi canı ve timinin canı çok daha değerliydi ve her şeyin sırası vardı. Daha vakit gelmemişti, daha zaman vardı.

"Hiç mi değerim yok gözünde?"

Fazla duygusal yaklaşıyordu, farkında bile değildi. Mete iki adım ona doğru yaklaştığında tüfeği ona doğru tuttu yeniden ve kendine daha fazla yaklaştırmadı onu.

Canının acıdığı gözlerinden belli oluyordu, sitem vardı kocaman, tek bir şey istemişti ondan fazlasını değil, yapabilirdi başarabilirdi.

"Böyle düşünüyorsan sık tam şuraya."

Adam işaret parmağını göğsüne götürdü ve bir iki kere dokundurdu sonra da geri çekti. Azra önce adamın gözlerine baktı sonra da göğsüne çevirdi gözlerini. Mete onu vuracağını asla düşünmüyordu, ihtimal vermiyordu, yapamazdı ki kıyamazdı.

"Sen o hastanede yatarken ben öldüm Azra, 5 sene önce sen ne yaşadıysan 10 katını yaşadım ben o gün. Kurşun yiyen sendin ama canı yanan ben oldum. Seni düşünmüyormuşum öyle mi? Ben seni de kendimi de düşünüyorum, hep düşündüm ama timimi de düşünmek zorundayım. O sınırları aşamam ben Azra, Üsteğmen Mete, han olan Mete'nin karşısında dimdik durup ona engel olmak zorunda anlıyor musun beni?" Kalbinin önüne aklı mantığı geçiyordu, eğer bir şeyin oluru yoksa kalp istese de bunu yapamazdı, eğer yasaksa yasaktı.

"İzin ver gideyim o zaman."

Plak takılmıştı sanki, aynı şeyleri tekrarlamaktan öteye gidememişti. Üsteğmen başını iki yana sallayınca Azra tetikteki parmağını sıktı birden, adam göğsüne yediği darbeyle sendeledi ve acıyla yüzünü ekşitti, elini göğsüne götürdü ve parmaklarına bulaşan kızıllığa baktı.

"Yapabildin mi sahiden?" Yüzünde hayal kırıklığı vardı, canı acıyordu ve bu sadece göğsündeki acıdan ibaret değildi.

"Kafanıza sıkmadığıma dua edin komutanım. Sizi bir değil iki kez vurdum kalbinizden."

Tüfeğini indirip arkasına döndü ve yürümeye başladı, adam gerisinde kalmış ona anlamsız gözlerle bakarken aklında tek bir şey vardı, intikam almak, telefonuna sürekli gelen maillerin hesabını sormak, onun yüzünden harcanabilecek sivillerin önünde duvar olmak...

"Deli, Mete abiyi mi vurdun sen?" Kara gözlerini Miray'a çevirdi, olamaz mı diyordu konuşmadan. "Hem aynı takımdaydınız hem de oyuna başlamamıştık ne yaşıyorsun acaba?" Bu ilişkinin sıkıntılı olduğu anı görüyordu ve bir şekilde onlara destek olmak istiyordu.

Miray uluslararası kupa maçına tim gelemediği için üzülmüş, timin ancak onlarla paintballa gelmesi karşılığında affedeceğini söylemişti, böylece müsait günlerinde tim ona uymuş, Miray'ın arkadaşlarının karşısındaki gurubu oluşturmuşlardı.

"Dur be Türkmen Kızı ortalık karışık zaten." Tüfeğinin omuza yaslanan kısmını yere koyup bu defa bedenini çevirdi ona.

"Ne oldu, hastaneden çıktığınızdan beri sizi normal görmedim ben. Sürekli bir gerginliğiniz var. Ayrıldınız mı yoksa?" Son cümlesiyle kızın koluna yavaşça patlattı. Öyle bir şeyi aklının ucundan bile geçirmemişti, bozuk olabilirlerdi ama bu ayrılık olacağı anlamına gelmezdi, varsa bunu aklından silmeliydi acilen.

"Sus lan ağzından yel alsın, 5 sene bekledim ayrılırsak ölürüm ben. Anlaşamadığımız konular var bu aralar sadece."

"Sorun kesinlikle sendendir, Mete abi gibi bir adamı delirttiğine eminim." Azra daha sorunlu biriydi, Mete akılcı mantıklı davrandığından sorunun kaynağının üsteğmen olmadığı çok belliydi.

"He vurulan benim suçlu da benim, her boku ben yedim vur Türkmen Kızı sen de vur ya da ne yapalım biliyor musun benim beylik tabancasını vereyim sana sık kafama tüm dertlerime de son vermiş olursun."

Kızın çenesinden tutup bir sağa bir sola çevirdi, incelemeye çalışıyordu, sanki bir şeyleri arar gibiydi.

"Biraz oturup sohbet edelim istersen Hakan da gelecekmiş, bensiz başlarsanız kirana zam yaparım diye tehdit etti beni." Miray gayet zengindi ancak bu tehdidi kabul etmişti korkar gibi göstermişti kendini, sebebi yoktu canı öyle istemiş öyle davranmıştı.

Bu Azra'nın yüzünü bir nebze güldürmüştü, eliyle ilerideki bankı işaret etti, gidip oturmaları çok da uzun sürmedi. Azra miğferini çıkartıp masaya koydu ve siyah saçlarını düzeltti.

"Çaysız sohbete başlanmaz," diyerek gelen bir kadın belirdi yanlarında, aynı onlar gibi giyinmişti. Bardakları önlerine koyduktan sonra üçüncü bardağı da eline alıp Azra'nın yanına geçti.

"Yine ne oldu Azra hanım anlat bakalım, gül gibi üsteğmene ne yaptın yine?" Nedense kimse Mete'nin sorunlu olacağını düşünmüyordu, herkes hatanın Azra'da olduğunu düşünüyordu.

Yanındaki kadına çevirdi bakışlarını, dirseğini canını acıtmadan karnına geçirdi. Onun arkadaşıydı, Mete'nin değil. "Ulan sen de mi Mete'ci oldun başıma, ne üsteğmenmiş arkadaş herkesin dilinde, bir tek kötü ben miyim?"

"Azra Allah aşkına ne kadar zaman oldu sizinle çalışıyorum her birinizi çözdüm." Zor olmamıştı bu, insanlar zamanlarını sürekli beraber geçirince böyle oluyordu, herkesi tanıyabiliyorlardı kısa zamanda, hele ki askerler bir süre sonra aile oluyorlardı.

"İyi bok yedin." Önüne dönüp sıcak çaydan uzun bir yudum aldı, ağzı yansa da umursamadı, içi daha çok yanıyordu.

"Sorun ne, tavuğuna kışt mı dedi?" Mete için söylemişti bunu, o mu sorun çıkarmıştı anlamak istiyorlardı, bu kadının ağzından laf almak da zordu, kerpeten gerekiyordu.

"Sorun kışt dememesi zaten." dudakları arasından bir mırıldanma olarak çıkmıştı, sadece Şebnem duyabilmişti bunu.

"Anladım ben, benim bilmemem gereken işle de alakalı bir şey olmuş ama eminim yine Mete abi haklıdır." Arkadaşını tanımıştı artık, Mete mükemmel bir adamdı ve hata varsa bu ondan kaynaklı olamazdı.

"Milli voleybolcu falan demeyeceğim basacağım smacı kafasına ya, Mete de Mete ne Mete'ymiş arkadaş?" Parmağı ona uzanmış tehditkâr konuşuyordu.

Şebnem iki parmağını birleştirip kızın boynundan nabzını kontrol etti ardından Miray'a dönüp bir şeyi yokmuş gibi bir bakış attı. Hasta değildi belki de kafayı yemişti, en mantıklı açıklama olarak bunu bulabilmişti.

"Fırat abi nerede ya, kız arkadaş yapmak kötü bir şey beni bir tek o anlıyormuş gerçekten."

Bu ikisi son zamanlarında hep yanında olmuştu, özellikle time yeni katılan Şebnem görevde olmadığı süreçte gelip eski görevdaşıyla ilgilenmiş samimiyetlerini de iyice ilerletmişti. Birkaç defa beraber görev yaptıklarından tanıyorlardı birbirlerini, samimiyeti de son zamanlarda kurmuşlardı. Miray da aynı şekilde onunla fırsatı oldukça ilgilenmiş, samimiyetini ilerletmişti. Meryem'den sonra gerçekten samimi olabileceği kız arkadaşlar edinmişti.

"Fırat abi benim arkadaşlara kur yapıyordu en son, işin kötüsü benim kızlar da iyi vakit geçiriyordu, sonları için endişeliyim."

"Abime laf atma sen de, uslu bir adamdır kendisi." Miray devirdiği gözlerini onun üzerine dikti. "Kendi de inanmıyor dediklerine bence. Git barış sevgilinle sen de rahatla biz de, vallahi toksik ilişkiye dönecek diye korkuyorum ya."

Şebnem de aynısını söyleyip arka tarafa baktı, göğsündeki kırmızı boyayla beraber ağacın dibine çökmüş sırtını ona dayamış düşünüyordu komutan. İlişkisini nasıl düzene sokacaktı bunu düşünmeden edemiyordu. O kıza 5 sene sonra kavuşmuşken, kollarında ölümle bu kadar burun buruna gelmişken ondan vazgeçemezdi. Bir şeyler yapmalıydı, çabalamalıydı ancak Azra biraz inatçı davranıyor ve pek çabalamıyordu. Mete onun aklındakilerin yanlış olduğunu söyleyip doğrusunu göstermek istiyordu ancak bu defa sözü dinlenmiyordu. Korkuyordu kafasına göre hareket eder diye, ona bir daha bir şey olacak diye aklı çıkıyordu.

"He sizin ilişkileriniz çok normal de bana taş atın şimdi."

Şebnem ve Miray önce göz göze geldi sonra da Azra'ya çevirdiler gözlerini. Konu nasıl onlara gelmişti ki? Azra üzerindeki dikkatleri başka olaya dağıtmak istiyordu sadece.

"Benim ilişkim falan yok." Miray'a dikti gözlerini, Sen bunu benim külahıma anlat der gibiydi. At yalanı sikeyim inananı.

"Kızım siz körseniz biz ne yapalım, Hakan Teğmen'le olan derin bir bağınız var, didişiyorsunuz sonra ne yapıp ne edip gönlünü alıyor senin. Sen anlatmadın mı annesini voleybola götürdün diye kızmış sonra özür dileyemeyip seni çalıştırmış öyle özür dilemiş. Hakan Teğmen öyledir, bana demediğini bırakmaz, bir kere özür dilediğini görmedim ama gelip gönlümü alır. Sen bunu bir düşün." Dedikleri sadece konuyu dağıtmak için bile olsa haklıydı, Hakan böyle biriydi, Azra mutlu olsun diye onunla voleybol maçına gitmeyi bile kabul etmişti sadece biraz soğuk biriydi, içi pek öyle değildi. Miray'ı susturmayı başarmıştı, oraya çekmek hiç istememişti Türkmen Kızı ama birilerinin bunu yüzüne vurması gerekiyordu.

"Benim hiç yok bakma öyle." Azra bu sözler karşısında tek kaşını alayla kaldırdı. Yalandan ölecek olsa hemen şu an ölebilirdi karşısındaki kadın.

"Ya sen hiç konuşma, bak şu tipte biri Fırat abimin elinden asla kaçmaz ama seni de bacı kategorisine koydu farkında mısın?" Ee der gibi baktı, cevabı iyi bilse de konuşmadı çünkü biliyordu ki her lafını Azra ona yedirecekti.

"Volkan Üsteğmen ile olan şiddetli aşkınızı genel kurmay başkanı bile biliyor sen ne anlatıyorsun ya?" Şebnem elini havaya kaldırdı onu durdurmak ister gibiydi. "Geçmişte kalan bir şeydi, geçmişte kaldı." Öyle diyordu ama geçmiş her zaman geçmiyordu öyle.

"Nah geçmişte kaldı, geçen üsteğmenin kolunu kurşun sıyırınca hastaneye koşan dedem miydi?"

Onlarınki gerçekten toksik bir ilişkiydi ama toksikliği birinin siniri ötekinin de inadından kaynaklanıyordu. Bunun gibi sebeplerle bitmişti, eften püften çıkardıkları kavgalar onları yıpratmıştı ancak bir türlü kalptekini bitirememişler yollarına devam edememişler oldukları yerde kalmışlardı.

"Komutanım için endişelendim başka bir şey arama altında. Konuyu nasıl da bize çevirdi görüyor musun Miray, haksız olduğunu bildiği için okları bize çevirdi. Bak ben yaşadım Azra, olmuyor sinirli bir adamla ki Volkan Üsteğmen'in sinirini biliyorsun hava sıcak diye güneşe ateş edebilecek biri o. Mete Üsteğmen gibi biri hatasızdır, eminim bundan ki Miray bilmese de ben senin ne istediğini ve haksız olduğunu da biliyorum. Yapma o adama da yazık, bak nasıl çökmüş yere sorguluyor nasıl düzelteceğini. O düzeltemez tek başına çünkü çaba gösteren bir kadın yok karşısında."

Yavaşça başını adama çevirdi yeniden, haklı olduğunu biliyordu ama o herifi öldürmezse çok kan akacaktı bunu da biliyordu, bir defalığına işiyle özel hayatını bir etmesini istemişti, üsteğmen de yapmamıştı bunu herkesin iyiliği için.

Mete üzerindeki gözleri hissedince oraya doğru döndü, metrelerce ötede olsa da o kara gözleri seçebiliyordu, ayrılamadı gözlerinden. Uzun uzun baktı, o lanet günü getirdi aklına. Ellerine onun kanı bulaşmıştı, öldü sanmıştı, dayanamazdı ki, daha özgürce yeni yeni sevebiliyorken onun gidişi dünyasını karartırdı. Daha ayrı dünyayı yarım dünyası yapacaktı.

Ah be kızım, inat ettin bizi yakıyorsun uğrunda. Ona da razıyım ben, sen nefes al gözlerimin önünde yeter ki ben inadına da razıyım. Yeter ki yaşa, ben böyle de bakarım uzaktan.

Ellerindeki boyaya baktı adam, resmen kalbinden vurmuştu asla gözünü kırpmamıştı.

Bir deliye âşık olmuşum ki vay benim hâlime.

"Kalk git yanına hadi, bak nasıl bakıyor sana. Günah be kızım."

"Sen Volkan Üsteğmen'e yaparken günah değil miydi?" Aynı şey değildi ki, Volkan ile Mete bambaşka adamlardı, ikisi karşılaştırılamazdı. Elini ensesine götürüp tarttı, el ense çekmişti, o anca böylesinden anlardı.

"Benim olayımı bir daha kendi yediğin nanelerin üzerini örtmek için kullanırsan Orhan'ın bombalarına oturturum seni. Şimdi defol git şu adamın gönlünü al. Sıçtırtma ağzına, çıkartma beni çileden." Küfürden anlıyorsa öyle muamele edilecekti ona, tatlı dilden anlamadığı bir gün yaşıyorlardı.

"Gitmezsen ben de üzerine sıçrarım biliyorsun iyi sıçrarım." Miray da ona meydan okumuştu, asla geri adım atmayacaklardı ve Azra'ya istediklerini yaptırtacaklardı. Azra pes edip ellerini yavaşça havaya kaldırdı, Mete'nin göremeyeceği şekilde yapmıştı bunu.

"Tamam gidiyorum susun yeter ki. Bırak sen de Şebo yere mıhlarım seni." Şebnem elini çekti gülerek ve onun uzaklaşmasını seyretti.

Böyle böyle akıllandıracaklardı onu aksi takdirde başa çıkılamaz birisi oluyordu. Psikolojisini bu vurulma olayı iyi etkilememişti, ilk öpücüğünü sevdiği adamdan alırken sırtına bir mermi saplanmıştı. Zaten o herifin tacizlerini zar zor atlatabilmişti üzerine bir de vurulup tehditkâr mailler alması iyice delirtmişti onu.

Mete'nin önüne çöküp yere oturdu, dizlerinin üzerindeydi ve dizleri adamın iki bacağının arasına doğru girmişti. Olabildiğince yakın olup onunla sağlıklı bir iletişim kurabilmekti amacı. Yüzündeki mutsuzluk acıttı canını, kendisi yapıyordu ancak üzdüğünün farkındaydı, üzülmeden bir yolu olsaydı keşke diye geçirdi içinden, üzülmemenin bir yolu yoktu bu konuda. Azra elini hâlâ kurumamış olan boyaya götürdü, parmaklarını daldırıp kendi göğsüne bastırdı. Ben de yaralıyım demenin başka bir yoluydu bu.

"Ne olacağız böyle, yanımda durmak yerine karşımda mı duracaksın?" Sesinde sitem gizliydi adamın, gözlerinde bir şeyler arıyordu sanki öylesine bakmıştı en derinine. Onu dinlemesini, doğru olanı yapmasını istiyordu ama kadının bu konuda itaat etmeye pek niyeti yoktu. Mete istemiyordu bunu, Akıncı Üsteğmen istiyordu.

"Seni dinlemiyorum ısrar ediyorum diye vazgeçecek misin benden?" Soruya soruyla cevap vermişti, ısrarla kaçıyordu ama kaçmasına rağmen dizlerinin dibindeydi. Üsteğmen boyalı elleriyle onunkileri kavradı. Ondan vazgeçmek artık nefes almaktan vazgeçmekti, insan nefesinden vazgeçemezdi.

"Sana kızsam da üzsen de beni, vazgeçemem ki senden. Sen bunu yapabilir misin ki bana soruyorsun?" Kadın başını iki yana salladı, böyle soğuk rüzgarların esmesi ikisinin de canını acıtıyordu ve böyle devam edecek gibiydi en çok da bu can sıkıyordu.

"Seni kırıyorum farkındayım, özür dilerim ama duramıyorum anla beni. O mailleri gördün sen de duramadın yerinde son anda komutan olduğunu hatırladın da tuttun kendini. Söyle ben nasıl durayım? Sivillere bir şey yapacak mı benim yüzümden korkusuyla nasıl yaşayacağım ben Mete? Anlasana beni." Berzan o gece o kurşunu sıkarken Eliza'ya değil bir Türk'e sıktığını biliyordu, buna yönelik mailler atıp onu kışkırtıyordu, bu da nefes aldığı her anı ona dar ettirmişti.

Gözleri doluydu endişe ve öfke bir aradaydı. Üsteğmen çok iyi görüyordu bunu, eğer ki oluru olan bir şey olsaydı bu onunla beraber giderdi ama elle tutulur hiçbir yanı yoktu gitmesinin.

Ellerindeki boya kurumuştu, kurumamış olsaydı da umursamazdı, parmaklarını kadının yanağında gezdirdi ardından çenesinden tutup ona doğru yaklaştı. Alt dudağını dudaklarının arasına alıp bir öpücük bıraktı, çok fazla durmayıp geri çekildi. Dayanamamıştı yine, onu üzgün görmeye dayanamıyordu, 5 sene onu yokluğuyla üzmüşken şimdi de varlığıyla üzmek canını acıtıyordu.

"Sen de beni anla, lütfen Azra ben seni bir daha kaybedemem. Bana bu acıyı bir daha yaşatmaya hakkın yok senin." Sanki kendisi ona acı yaşatmamış gibi konuşuyordu ama dediklerinde de haklıydı. "Lütfen," diye tekrar etti kendini, başını yana yatırırken parmakları yine kızın yüzündeydi.

"O herif seni yanına çekmek istiyor gör bunu, seni ya öldürecek ya da... Yapma lütfen bana yeniden acını yaşatma." Hayali bile bile canını yakıyordu, onu bir daha kaybetmeyi göze alamazdı.

"Sen benim Türkiye'msin demiştim, bu hiçbir zaman değişmeyecek ama bu konuda anlaşabileceğimizi sanmıyorum komutanım." Adamın parmaklarını yüzünden çekip ayağı kalktı yeniden, kızların yanına doğru gitti. Arkasına bakmadı, arkasındaki adamı görmedi, görürse dik duramazdı bu defa.

Üsteğmen yerinden kıpırdayamadı, dudaklarında acı bir tat kaldı, aşkın acısı dokunmuştu ve bir süre geçmeyeceği belliydi. Yine türkülere bıraktı kendini, bu defa mırıldanıyordu, kendi duyabileceği kadardı ancak sesi öyle de güzeldi.

"Eklemedir koca konak
Ekleme aman aman
Nazlı da yârim yine yine geldi aklıma
Nazlı da yârim yine yine geldi aklıma,"

Boyalı parmaklarının arasına yerdeki kırık dalı alıp toprakta anlamsız çizgiler çekmeye başladı.

"Nasıl edeyim başımdaki
Sevdaya aman aman
Aman aman dostlar yoldan geldim yorgunum,
Orta da boylu bir güzele vurgunum." Son sözleri söylerken başını kaldırıp ileride oturan sevdiğine baktı, bakmıyordu bile, bu muameleyi hak etmiyordu.

"Bizim bağa gider iken
Serhaya aman aman
Çektiler kolumdan beni tenhaya
Çektiler kolumdan beni tenhaya,"

Kara gözleri bulamadığında çevirdi başını, yanına çöken adama döndü bu defa da.

"Nasıl edeyim başımdaki
Sevdaya aman aman
Aman aman dostlar yoldan geldim yorgunum,
Orta da boylu bir güzele vurgunum."

Hakan samimiyetine güvenip komutanının sırtını sıvazladı, dertliydi ve desteğe ihtiyacı vardı, o anda diğerleri orada değildi ama ona tek başına da destek verebilirdi, biliyordu.

"Orta boylu güzel biraz ileriye gidiyor bu aralar." Hakan da onunla konuşmayı denemiş ama bir sonuç alamamıştı, Azra hangarda tüm timin önünde herkesi uyarmış, operasyon gerektiğini söylemişti. Operasyon ihtimalinin olmadığını görünce de kendi gitmek istemiş ama buna da Mete izin vermemişti. Azra herkese sivillerin öldürüleceğini anlatmaya çalışsa da beyhudeydi çabası, herkes bunun bir tuzak olduğunun farkındaydı.

"Hiç sorma, izin versem atlayıp gidecek öyle takmış kafaya. Biliyor üstekiler izin vermedi ona rağmen zorluyor, aramızdaki bağdan güç almaya çalışıyor, söyle ben ne yapayım şimdi?"

Ondan ayrı kalmak o kadar zordu ki, öylesine seviyorken yıllarca ayrı kalma bedelini ikisi birden ödemişken yine ayrı düşmek çok zordu. Elini uzatınca tutmaması, kollarının arasına sevdiği kadını alamaması çok zordu. Öpmüştü onu, hayatında ilk defa bir kadına adamıştı kendini ve o eksikliği tamamlamıştı, bir öpücüğün bedeli kollarına kanlar içinde yığılması olmuştu. Aklını kaçıracak gibi oluyordu hatırladıkça.

"Tutun kolundan gitmeyeceksin deyin, bizim deli anlamaz öyle naziklikten, kafasına kaka kaka anlatmak lazım." Şimdiye kadar anlamadığı için bunu önermişti aslında ama bu da geri teperdi, tanıyordu onu zıt giderse zıt karşılık alırdı. Elini kolunu bağlasalar bile kafasına koyduysa bir şeyi o zincirleri kırar yine yapardı.

"Gitmez ama değil mi? Kendini de beni de o ateşe atmaz. Ulan her şeyle başa çıkabiliyorum ben, defalarca pusu attılar oradan bile çıkabildim, astılar beni vurdular ondan bile kurtuldum başa çıktım da ben bu kızla başa çıkamıyorum." Bunu söylerken yüzünde bir tebessüm belirdi, başka bir konuda bu kadar inat etseydi hoşuna bile giderdi, çok güzel oluyordu ama konu onun güvenliği olunca hiçbir şey önemli değildi.

Başka biri değildi ki karşısındaki Azra'ydı, onun zor ve biraz farklı biri olduğunu bile bile sevmişti. Sevgide sorun yoktu zaten her zaman severdi onu, mesele bambaşkaydı.

"Demir Leydi biraz hırpalamış sizi, bu kadar içlendiğinizi bilmiyordum ben. Çok güzel seviyorsunuz ama işte bazı şeyleri çözmeniz lazım. Siz doğru olanı yapıyorsunuz, Azra'nın fark etmesi lazım bunu." Bunu Mete de biliyordu ama ne yaptıysa çaresini bulamamış bir çıkmaza girmişti.

"Nasıl çözeceğim Hakan, sen çözebildin mi sanki bana diyorsun?" Anlamamıştı ne söylediğini, gözlerindeki ifadesizlik üsteğmene bunu göstermişti. "Miray'la didişip duruyorsunuz nasıl çözüyorsun?"

"Biz anlaşamıyoruz pek komutanım, kiracı ev sahibi olarak işte gerektiğinde..." Üsteğmen ilerideki bankta oturan Miray'a döndü yüzünü sonra da teğmene baktı.

"Lan kızın kupa maçına gelemedik diye kutlama olarak bizi arkadaşlarıyla paintballa getirdin farkında mısın? Sen ayarladın burayı bizi de sen çağırdın. Kiracı ev sahibi mi sahiden?" Arkadaş bile olmayan insanların normalde bunu yapmaması lazımdı, bu ikisi asla normal değildi ve aralarında olumsuz bile olsa bir bağ vardı o kesindi, çıplak gözle çok netti her şey. Hakan başını salladı komutanının sözleri için, son cümleyi böylelikle onaylamış oldu.

"Ben kendi ilişkime çözüm bulamıyorum bir de seninkini mahvetmeyeyim doğru sen de haklısın." Sitem yoktu cümlesinde, ciddi ciddi söylüyordu bunu. Hakan yüzüne gerçekten mi ya dermiş gibi baktı, ciddi ciddi söylemiş miydi bunu?

"Benim ilişkim falan yok komutanım."

Üsteğmen "Hı hı, yok," diyerek adamın omzundan aldığı destekle ayağı kalktı. Oyun zamanı gelmişti, görevli adam herkesi yanında topladı. Tim haricinde Miray'ın 5 arkadaşı da buradaydı. O grubun içine Meryem, Zeynep ve Elvan da dahil edilmiş birinci grubu oluşturmuştu. Elvan ve Zeynep haricinde silah kullanmayı bilen yoktu, Miray'ın arkadaşlarından biri ısrarla grupların böyle olmasını önermişti, asker olduklarını söyleyemediklerinden kabul etmek durumunda kalmışlardı. Sancak Timi'ne kafa tutmuşlardı yani.

"Hayatım," diyerek birkaç adım öne çıktı Zeynep, Enes'in tam karşısına geçti, aralarında bir adım mesafe ya var ya yoktu. Ellerini kolunda gezdirdi. Heyecanlıydı onunla mücadele edeceği için, böyle fırsatları çok olmuyordu.

"Hep yanında olacak değilim ya, biraz da karşında olayım." Mesafelerini kapatıp sevgilisinin çenesinden öptü ve gülümsedi. "Seni seviyorum ama sana acımayacağım." Enes kızın ellerini tutunca Göktürk yandan onları ayırmaya çalıştı.

"Lan dur sıçarım ağzına rahat dur." Gerçek bir kara kediydi, araya zorla giren arkadaşını ve asla kabul etmediği yengesini zorbalayan birisiydi.

"Ayrılın toplum içinde çok ayıp ve ahlaksızca bu." Belki toplum baskısıyla ayrılırlardı diye düşündü ancak Mete'nin kafasına geçirmesiyle beraber geri çekilmek zorunda kaldı.

"Lan rahat versene çocuklara." Kendisi mutlu olamamıştı bari kardeşi olsun istedi.

"Abi ama..."

"Abine sıçayım Göktürk bak karşıda kızlar var bir tanış bir çabala nasıl bakıyorlar sana." Göktürk omzunu silkti umurumda değil demek istiyordu. Şimdilik aklında bir ilişki yoktu ve insanları kırmak istemiyordu, onları kandırmak da istemiyordu ilişki söylemleriyle.

"Zeynep'im güzelim, senin acımaman da güzel be. Senden ne gelirse eyvallah benim başım gözüm üstüne, razıyım. Tam şuramdan sık." Göğsünü gösterdi. Üsteğmenin de gözü istemsizce kendi göğsüne gitti, bir zalim tarafından vurulmuştu tam da orasından, o zalim onu hiç dinlemiyordu. Azra da aynı yere baktı, içi acıyordu böyle yan yanayken uzak durmaya. Birkaç parmak ötede dudakları öyle beklerken kenarda durmak çok zordu, bedeninin sıcaklığı daha dokunmadan böyleyse dokunsa ne olurdu?

Mete gözlerini Azra'ya çevirdi, mutsuz bakıyordu elaları, onu böyle pek görmemişti, genelde umut dolu ve savaşan bir adamdı. Sadece ona yenilmişti aynı karşısındaki kadın gibi.

Azra dayanamayıp parmaklarını adamın yüzüne yerleştirdi, yeni uzamaya başlayan ve muhtemelen yarın sabah keseceğini bildiği dikenli sakallarının üzerinde gezdirdi parmaklarını. Üsteğmen gözlerini yumdu, derin bir iç çekti ardından yanağına uzanan eli kavrayıp bileğine küçük bir öpücük kondurdu. Ne olursa olsun seni çok seviyorum ve sensiz yapamam demenin bir yoluydu bu. Gözlerine bakıp yeniden önüne döndü.

Grubun böyle dağılması hiç mantıklı gelmemişti timdekilere, karşı takımdaki yabancılar bunu bilmese de 3 5 dakikada hepsini vuracaklarını çok iyi biliyorlardı ancak ısrarlarına rağmen eşleşme onların istediği gibi olmuştu, onlar kaşınmıştı.

Ortada kural konuşmalarını yapan adam elindeki düdüğe üfledi böylece oyun başlamış oldu. Tim hemen araziye dağılıp yerini almıştı, atış üstünlüğü onlarda olması için kendilerine güzel yerler seçmişlerdi.

Orhan bir varilin arkasına gizlenmiş ve çökmüştü tam bomba atmalık ortamdı. Yere taşlar biriktirdi, onları rakip oyuncuların zıt yönüne atarsa dikkati dağılır ve ortada korumasız kalırdı. Meryem'inin gelmesini o da beklemiyordu, iş başka aşk başkaydı.

"Orhan." Sessizce seslendi Meryem, sanki orada olduğunu hissetmişti. "Ula çik dişari beni vurursan gece koltukta yatarsun."

Orhan bunu duyunca tüfeği sırtına asıp ayağı kalktı, elleri havadaydı, karısına teslim olmuştu.

"Sen vurmayi iyi beceriyursun galiba Meyrem, oyle tehdit oldi mi hiç ya?"

Meryem de tüfeğini indirip adamın yanına gitti, onu böyle kıyafetlerle görmeyi çok seviyordu, şu kıyafetler kime yakışmazdı ki zaten?

"Karadenizlilera hakarettur bu, anamuzun karnunden silahle doğmaduk mi? Beraber hepsini vuralum bence, ayri yere attiler bizi olmiyur boyle." Gülümseyip karısının yanına gitti, başını iki elinin arasına alıp alnına uzun bir öpücük bıraktı.

"Değişiklik oldi aslinda da ayri gayri olmiyur seninla be." Değişiklik dediği silahla operasyondu, sanki hiç yapmadığı şeydi ama Meryem'le hiç yapmamıştı.

"Hele sensiz heç..." Dudaklarına baktı, sonra çevreye göz gezdirdi. Adam dudaklarını serserice kenara kıvırdı. Şimdi burada olmamayı evde olmayı diledi ancak kaçmak için çok geçti.

"Ah." Meryem yüzünü ekşitip gövdesini tuttu. "Vurdiler beni."

"Bir," dedi ve ekledi Göktürk. "Yengem kusura bakma ben çift gördüm mü ayırmadan edemiyorum."

Orhan yerden aldığı taşlardan birini ona doğru fırlattı. Göktürk'ün bacağına denk getirince bir oh çekti.

"Acıdı ama komutanım ya."

"Komutanune siçayim senun kafasuz, vurdun kariyi." Son kelimesinin yakışıksız olduğunu karısının çatılan kaşlarından fark etti. "Karimi," diyerek düzeltti.

Göktürk kaçarak başkalarını avlamaya gitti, Orhan da karısının koluna girip ağacın dibine çöktü, onu omzuna yatırdı ve saçlarının kokusunu içine çekerken düdüğün sesini beklemeye başladı.

Miray'ın takımı teker teker vurulurken ayakta sadece Miray, Elvan ve Zeynep kalmıştı. Zeynep'in verdiği taktikleri sadece Miray dinlemişti o yüzden şimdilik vurulmamışlardı. Timden de kimse vurulmamıştı.

Üsteğmen de milleti avlamayı bırakmış ağaçların tepesine bakıyordu, biliyordu ki sevdiği yerde değil yukarıda dururdu her zaman. Arkasındaki ağaçtan ses gelince onun olduğunu anladı ve o yöne döndü, yukarıya bakmadı sadece olduğu yerde duruyordu. Birden Azra iple baş aşağı sarktı yukarıdan, üsteğmen ürkmemişti çünkü onun bu hallerini defalarca görmüştü. Tam yüzünün hizasına inmişti, ters de olsa gözleri birbirine kenetlenmişti.

"Dünyamı tepetaklak mı etmeye çalışıyorsun Azra'm?" Hem bir mecaz hem de gerçeklik gizliydi sözlerinde.

"Belki de sen benim dünyamı tepetaklak etmeye çalışıyorsundur." Adamın dudaklarına baktı, sanki bu oyun alanının temiz havası çiftlere yaramıştı.

"Benim dünyam sensin kızım, bakma şöyle işte." Biraz önce yaşadığı her şeyi silecek gibi bakıyordu, bir kalemde hepsini silebilirdi hiç düşünmeden.

Azra dudaklarını ıslattı, bunu yaptığının farkında bile değildi. Elinde silah varken ilk defa böylesine davranıyordu, görevde değillerdi, yapmasının bir mahsuru da yoktu.

"Nasıl bakmayayım komutanım?" derken biraz daha aşağıya indi gözleri değil şimdi dudakları birbirine bakıyordu. Tepetaklak durması onu öpmesine engel değildi, başını tutup birden yapıştı dudaklarına. Bu kadın çok acımasızdı, yapacağından geri kalmıyor ancak kendisini çekemiyordu da. Arada kırgınlık ya da kızgınlıklar olsa da çekimleri ilk günkü gibi devam ediyordu. Ona bir gün dokunmasa yapamazdı ki artık, küslük bile buna engel olamazdı. Onu öpmek bir ihtiyaçtı, su içmek yemek yemek gibiydi ancak özel bir ihtiyaçtı bu küsken bile yapılması gereken bir ihtiyaç.

"Aklımı başımdan al böyle aferin sana, çok güzel." Nefes nefese kalmıştı adam, sitemkar sözleri yüzünde gezdirdiği gözlerinden sonra değişti.

"Çok güzelsin be." Parmaklarını yüzünde gezdirdi. Tepetaklak olması hiçbir şeyi değiştirmiyordu. "Sana kızıyor olmam hiçbir şeyi değiştirmiyor. Kendimi sana vermekten alıkoyamıyorum ben."

Kollarını açtı Azra, onu indirmesini istiyordu kendi yapabilirdi ama onun yapmasını istedi, adam düzeneği bozup kucağına çekti onu, indirmeye niyeti yoktu böyle güzellerdi, ağacın dibine beraber çökmüşlerdi.

"Ben de seni sevmekten vazgeçemiyorum." Kasketini çıkardı başından, dağılan saçlarını düzeltti kadının.

"Peki ya ne olacağız böyle?" Azra başını iki yana salladı, bilmiyordu. Bildiği tek şey ondan ayrı kalmak istememesiydi, ondan ayrı kalmak ona dokunamamak dünyanın en zor şeyiydi, her şey hallolurdu ama bunu halletmek zordu.

"Oturup konuşacağız ve ne karar verirsek verelim ben..." Ellerini tuttu sıkıca. "Ben senden vazgeçmem, vazgeçemem."

"İnsan dünyasından vazgeçer mi hiç? Ben de senden vazgeçemem. Çözeceğiz ve bunu da atlatacağız."

Azra başını salladı usulca, çözeceklerdi çözmek zorundalardı. İlişkilerindeki ilk tümsekte tökezleyemezlerdi. Her şeyi aşmışlardı bunu da aşmak zorundalardı, seviyorlarsa bu mümkündü.

"Mete, ben sana çok âşığım. Ne olursa olsun bak yemin ediyorum bu hiçbir zaman değişmeyecek. Değişmedi..." Hâlâ adamın kolları arasındaydı, dizine oturmuş başını ona çevirmişti, bir eli onun elindeyken diğeri tüfeğini tutuyordu.

"5 sene be Azra'm, onca zaman bekleyebildiysek daha da değişmez, öyle kolay değil. İki kalp birbirine aitse tüm sorunlar aşılır." Alnından öptü, bir süredir bunu doyasıya yapamıyordu, hasret kalmıştı. "Ve sevgilim, ben daha çok âşığım."

Dudaklarını kestirdi gözüne yeniden, öpmek istiyordu bu adamı, arkadan ses gelince pozisyonları değişmiş ikisi de siper alıp tüfeklerini ayarlamıştı. Zeynep oradaydı ve yanında peşine takılan kedi ses çıkartmış onu deşifre etmişti. İş başka arkadaşlık başkaydı, ilk kurşunu tam Mete sıkacakken bir başkası sıktı.

"Ama abi ya, kedi ama ya of." Göz göze geldiklerinde söylemişti bunu. Yüzünde bir üzgün ifade vardı, sona kalan olmak istiyordu.

"Valla ben vurmadım, kim vurdu lan?" deyip etrafına baktı, birilerini görmeye çalışıyordu.

"İki," diye kahkahayla bir ses yükseldi, Sayaç gelip kumasını vurmuştu, çok da büyük zevkle yapmıştı bunu. Kahkaha atıp kaçarken Zeynep de onu kovalamaya başladı. Bunu gören Elvan da peşlerine takılmış ama Meryem'in oyun dışı kalmasına rağmen Göktürk'ü hedeflediği ancak Elvan'a isabet eden boyasıyla elenmişti.

Üsteğmen gülmeye başladı, Azra da onun gülmesiyle gülümsedi yanağını okşayarak. Bir şekilde gülmüşlerdi yine, dakikalar önce birbirlerinden uzak dururken şimdi yine yan yanalardı.

Tek bir kişi kalmıştı, o da Türkmen Kızı'ydı. Çalılıkların arasına gizlenmiş nasıl girdiyse çıkmakta da güçlük çekmişti, zar zor çıkarken teğmen gördü onu, yardımına ihtiyacı yoktu çoktan çıkmıştı zaten ama vurmaya da parmağı gitmedi. Yanına yaklaştı yavaşça, kızın silahı çalılıklar arasında kaldığından onu vuramazdı ama ürkütmek de istemedi.

"Oraya girmeni hangi akıllı söyledi sana?" Miray birden arkasına döndü ama ona tutacak bir silahı yoktu. Ellerini havaya kaldırdı yavaşça.

"Kendim buldum. Beni vuracak mısın?" Endişeli bakıyordu, böyle kaybetmek istemiyordu.

"Sen yaralarını saran birini vurabilir miydin?" Ne dediğini anlamayınca teğmen kolunu gösterdi. Vuramazdı, başını iki yana salladı.

"Ben de vuramam," diyerek yanına geldi, her ihtimale karşı cebine koyduğu kolonyalı mendili çıkartıp kızın elini kendisine doğru çekti.

"Öyle çalıların arasına eldivensiz girilmez, sadece vücudunu örtersen de yetmez. Çizik olmuş her yeri, bu eller lazım sana daha lig kupası kaldıracağız." Kaldıracaksın dememişti kaldıracağız demişti, beraber yapacaklarını söylüyordu, sadece takımı mı yoksa Miray'ı mı benimsemişti bunu zaman gösterecekti, bildiği şey bu kadını vurmayacak olmasıydı. Elindeki çizgilere kolonyalı mendili sürünce biraz canı acıdı, kaşlarını çatsa da acıdığını pek belli etmemeye çalıştı.

"Onca yer varken burası mıydı gerçekten?" Güldü oraya bakarak, Azra da aynısını yapardı, çalılık bataklık diklik demeden neresi uygunsa oraya girerdi, peşinden de kendisini defalarca sürüklediği olmuştu. Aynı onlar gibi yapmış olması teğmeni gülümsetti.

"Neden güldün teğmen?" Elleri hâlâ onunlaydı, pansumanında son dokunuşu yaptı. Yok bir şey der gibi başını iki yana salladı ve çalılıklara girip tüfeği aldı onun için.

"Beni vuramazsın artık çünkü ben de senin yaralarını sardım."

"Üç," diye bir ses yükseldi arkadan, Hakan yapamamıştı ama Göktürk hiç acımadan vurmuştu Kalyoncu'yu.

"Sayaç üç diğerleri sıfır." Kahkaha atarak kaçtı yeniden, şu olayı oyun olarak yaptığı için çok eğleniyordu, çıkıp çıkıp çiftleri bozmak çok eğlenceliydi.

"Sen tam teçhizat 50 kilometre koşunca da böyle gülersin pişkin pişkin," diye arkasından seslenmişti ancak Göktürk bunu duymadı.

"Acıdı ama." Sırtına uzatsa da parmakları yetişmedi, somurttu.

"Gerçeği daha çok acıtıyor dert etme." Tüfeğini kızın koluna asıp eliyle toplanma alanını işaret etti, düdük çalıyordu, bu da demek oluyordu ki ilk tur bitmişti ve sadece 10 dakika sürmüştü.

Herkes meydanda toplanmış gözler birbirine dikilmişti. 5 yabancı kızın üçü Göktürk'e bakıyordu ancak Göktürk onlarla ilgilenmiyordu, diğerlerinin ilgisiyse Fırat'taydı.

Göktürk'e bakan sadece o üç kız değildi, vurduğu üç isim ve yanlarındakiler de öldürücü bakışlarını ona dikmişlerdi. Çekinir gibi duruyor olsa da Göktürk hepsinden çok eğlenmişti bugün.

"Böyle olmadı ama benim takımım hemen vuruldu, takımların karma olmasını talep ediyorum." Miray'ın sözlerini bu defa arkadaşları da desteklemişti. Tim ile diğer gurup karma edildi böylece daha adaletli olacaklardı.

Zeynep, Enes, Hakan, Miray, Fırat, Şebnem ve iki voleybolcu kız bir takımda; Mete, Azra, Orhan, Meryem, Göktürk, Elvan ve 2 voleybolcu kız da öbür takımdaydı. Daha adaletli bir karışım olmuştu bu. Kızlardan biri oyuna devam etmek istemeyince de eşitlik oluşmuştu. Düdük sesini duyunca herkes bir yana dağıldı.

"Abi ne yapıyoruz?" Azra ve Mete'nin arasına girip taktik istemişti üsteğmen ela gözlerini yanındaki kızdan ayırıp ona çevirmek durumunda kaldı.

"Yani biz biraz beraber takılırız diyorduk da sen şimdi çoraptan fırlamış parmak gibi çıkınca ortaya bilemedim güzel kardeşim."

Göktürk kırılmadı buna, umurunda da değildi söyledikleri.

"Şey yap sen, git karşı takımdaki bizimkileri avla." Göktürk yine hırsla koşacakken birkaç adımda geri döndü.

"Siz gelmeyecek misiniz?"

"Senin arkanı kollayacağız biz sen git avla onları Sayaç. Hadi bak süre daralıyor." Saatine bakıp ona döndü. Süre gayet de yeterliydi, onu başından savabilmek istemişti sadece. Başarılı da olmuştu. İki takımın da sivilleri vurulunca geriye sadece tim üyeleri ve Zeynep kalmıştı.

Kıyasıya bir savaş dönüyordu ortada. Herkes öyle yere gizlenmişti ki kimse çıkıp saldırıya geçmiyor saldırı olmasını bekliyordu. Üsteğmen saatine baktı, on beş dakika sonra süreleri bitecekti ve bir sonuç alamamışlardı. Zeynep onların takımında olduğu için dört askerin yanında o da vurulmadığından onlar kazanmış sayılacaklardı.

"Böyle olmuyor ya, süreden dolayı bitecek oyun. Kalyoncu bizi çağıra çağıra bu oyuna mı çağırdı şimdi? İşimiz olmayan bir oyun seçseymiş keşke."

Üsteğmenin sözlerini başıyla onayladı Azra, adamın telefonunun çalmasıyla da başını ona çevirdi yeniden. Önemli olabilirdi, görev çıkabilirdi, o telefon her zaman açık olmak zorundaydı.

Annesiydi. Gülümseyerek açtı telefonunu.

"Anacım."

"Görevde miydin oğlum, rahatsız etmedim değil mi?" Görevdeyse zaten açmazdı, söylediğinden kastı meşgul olup olmamasıydı.

"Yok anacım oyun oynuyoruz bizimkilerle, eğleniyorduk. Nasılsın iyi misin?"

"İyiyim oğlum, iyiyim de Azra kızım yanında mı?" Başını yanındaki kadına çevirdi, Azra kulağını telefona götürüp "Buradayım Zümrüt teyze." dedi.

"İyisin değil mi kızım?" Sesi biraz kötü geliyordu, endişe içindeydi kadın.

"İyiyim Zümrüt teyze, sesin biraz kötü geliyor hayrola?" Oyunu bir kenara bırakıp ciddiyetlerini telefona vermişlerdi, merakla söyleyeceği şeyi bekliyorlardı.

"Oh çok şükür. Ben televizyon izlerken uyuyakalmışım, sıçrayarak kalktım sonra. Allah hayra çıkarsın tavana asılı bir ip gördüm arkadan da bir ses bağırıyordu, Azra'nın sesiydi. Annem bak dikkat edin aklım sizde kalmasın benim."

Üsteğmen ip lafını duyunca gerildi, kendisini geren bu lafa yanındaki kadının travmasıydı bunu çok iyi biliyordu. O ipe boynu geçen Mete olsa da orada en çok acıyı çeken Azra olmuştu.

"Ederiz anacım, ben Azra'ma bir şey olmasına izin vermem, timimi de korurum hiç sıkma o güzel canını sen." Annesini biraz daha teselli ettikten sonra telefonu kapayıp hemen Azra'ya döndü.

Gergindi, gözleri de dolmuştu, sırtını ağaca yasladı ve yumdu karalarını. Ellerinin üzerinde gezinen parmakları hissetse de açmadı gözlerini, açarsa kendini tutamayabilirdi. Kâbusları Zümrüt'e de kabus olmuştu, bu bir mesaj içermiyor olsa bile Azra'yı dağıtmaya yetecek bir olaydı.

"Ben o herifin tacizini bile atlatabildim ama bunu atlatamıyorum Mete, geçmiyor." Elini yumruk yapıp sıkmaya başladı, hafifçe sallanıyordu yerinde.

Bir adamı en çok ne yaralardı, söz mü yoksa yaşanmışlıklar mı? Sevdiği kadının taciz edildiğini duyunca, o anları yeniden hatırlayınca küfretti kendisine, ona engel olamadığı için nefret etti kendisinden. Bunu yapamamış üstüne üstlük bir de kalıcı travma bırakmıştı onda. O tavana asılan ip onun kâbusuydu ve asla geçmeyecekti. O yaşadığı sürece o izi kalbinde taşıyacaktı.

"Ben yanındayım, sıkma kendini bak gözlerime. Ben hayattayım, beni o hayata sen tutundurdun bak buradayım. Beni o ipten sen aldın." Kızın elinden tutup yanağına götürdü, varlığını hissetmesini istiyordu.

Azra yumduğu gözlerinden birkaç damla akıttı, istemeden olmuştu, durması lazımdı akmaması lazımdı. Adamın sert parmakları gözyaşlarıyla buluştuğunda açtı gözünü, ona doğru çevirdi başını.

"Şşş geçti, bak yanındayım, hep yanında olacağım sevgilim."

"Dayanamam Mete, öleyim deme dayanamam. Annen rüyasını görmüş ya malum olduysa ona..."

Üsteğmen onu sakinleştirmeye çalıştı yeniden. Son sözlerini duymak istemedi, dudaklarını kapadı parmaklarıyla ardından başını iki yana salladı.

"Öyle bir şey yok, olmayacak da. Bak ellerini tutuyorum, yanındayım. Hiçbir zaman da ayrılmayacağım yanından duyuyor musun beni?" Yavaşça başını salladı, onu duyduğunu belirtmek istemişti. Gözyaşlarını silmeye çalışan adamın boynuna yerleştirdi başını, kokusunu içine çekti. Sanki ne kadar çekerse o kadar onunla kalacak gibiydi. Her zamanki gibi kokusu büyüleyiciydi.

"Ben bu koku olmadan yapamam." Üsteğmen kızın saçlarına daldırdı parmaklarını.

"Ya ben, ben yapabilir miyim sanıyorsun? Saçının kokusunu almadan, gözlerinin karasına dalmadan yaşayabilir miyim hiç?" Alnına bir öpücük bıraktı.

"Ölürsen seni gebertirim duydun mu beni?"

"Sık kafama asla şikayet etmem ben." Bedeninden ayırdı onu gözlerine baktı yeniden. "Bak buradayız, sevdiklerimizle beraberiz. Ben sevdiğimle beraberim. Kollarımda kanlar içinde yatarken bile öldüğünü düşünmedim hiç, sen de düşünme. Ölmeyeceğiz ikimiz de, mutlu yaşayanlardan olacağız. Daha kestane pişireceğim sana hem."

Kestane lafı onu gülümsetti, söyledikleri de içine bir nebze olsun su serpmişti. Üsteğmen biraz daha alaya alıp ortamı yumuşatmak istedi.

"Yani her ip duyduğunda ağlayacaksan seninle işimiz var, ben seni sulu göz tanımadım. Tüm ilişkiyi gözden geçiriyorum şu an." Koluna sert bir yumruk yiyeceğini o da bilmiyordu, sızlanarak ovuşturdu kolunu. "Yemin ediyorum elin çok ağır, komutanına vurur mu insan ya?"

"İlişkiyi gözden geçirecekmiş bir de. Ben seni 5 sene bekledim geri zekalı, neyi geçiriyorsun sıçarım ağzına!" Ciddi ciddi söylüyordu bunu, Mete bu ihtimali göz ardı etmişti, böyle düşünmemeliydi ve gülmeliydi.

"Güzelim benim, şaka yapıyorum ya. Bir rüyanın seni bu kadar etkileyebileceğini düşünmemiştim ben. Bak bu aralar sorunlarımız var farkındayım ama hepsi çözülür. Ben bu eli tuttum ya bırakmam artık." Sımsıkı tuttuğu ellerine birkaç öpücük bıraktı sonra da ayağı kaldırdı onu.

"Toplanma alanına geçmemiz gerekiyor ama önce senin toparlanman lazım. Dürüm gömelim beraber mis gibi, yanına çayımızı da içeriz demli demli."

Yüzündeki ıslaklığı temizledi ve başını salladı adama, parmaklarını onunkilere geçirip meydana gittiler beraber. Herkesin gözü onlardaydı, kavga ile başlamıştı günleri şimdi de el ele dönmeleri hepsinin hoşuna gitmişti.

Oyunu stratejiyle beraber karşı takım kazanmıştı, hiçbir asker de vurulmamıştı. Yemek yeme zamanı gelmişti, üsteğmen ısrarla kendi ısmarlamak istese de önceki yemekte Miray'a bir dahakine dediği için şimdi ona karşı çıkamamıştı, tüm yemekleri o ısmarlamıştı.

"Dürüm mü yiyoruz şimdi, çay da söyleriz. Benim kızlarla ben bir dürüm yeriz, Meryem sen de bir yersin sanırım." Meryem başını sallayınca tepmene çevirdi başını. "Size üçer tane mi dörder tane mi söyleyeyim?"

"Miray o kadarını nasıl yesinler kızım?" Yanındaki arkadaşı söylemişti bunu, Miray ise Azra'ya bakıp güldü, neler neler yiyordu o, doymazlardı asla.

"Şu kız 9 lahmacun yeme potansiyeline sahip, 4 dürüm gömer." Azra gülerek başını salladı, yerdi, içinden geçerdi.

"Yiyemez be."

"Valla biz de öyle dedik, yedi. Gözlerimizin önünde yok etti hepsini."

Tim birden bire o güne gitti, Enes ve Göktürk'ün tuvalet yıkamaları daha dün gibi akıllarındaydı. Herkes gülüyorken acı hatıralarıyla yüzleşen iki devre somurtuyordu.

"Tamam siparişi verdim ben, gelir birazdan." Birazdan dediği de 41 dürümün hazırlanma süresi kadardı.

Üsteğmen yerde oturuyordu aynı diğerleri gibi, bacaklarını iki yana açmış arasına da Azra oturup sırtını ona yaslamıştı. Adamın bir eli onun belini sarmış çenesini başının yanına yerleştirmişti. Tablo gibi gözüküyorlardı. Kızlardan biri baktı onlara, maşallah geçirdi içinden. "Siz Azra, nasıl tanıştınız?"

Bacım sora sora bu soruyu mu soruyon Allah'ına ya ne diyeyim ben sana şimdi?

Üsteğmene çevirdi başını, onu ilk operasyonda görmüştü sonra da bir iple ona bağlanmıştı. Diyemezdi ki bunu, Mete başladı anlatmaya.

"Yurt dışında tatildeydik, çok güzel bir kızın bana doğru geldiğini gördüm. Gözlerimi alamadım ondan, elimde bir ip parçası vardı, ona uzattım. Hiç yadırgamadı tuttu o ipi. Kavuşmamız biraz gecikti ama birbirimizin gönlüne ilk orada düştük."

5 sene önceki o lanetli gün ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Başını çevirip ona baktı âşık âşık, asla ondan vazgeçmeyeceğini anlamasını istemişti. Sonra kıza çevirdi başını yine.

"Çok özel bir andı o bizim için, ondan tam 5 sene sonra kavuşabildik. Mesafeler vardı aramızda, dedim olmaz böyle seviyorsan seviyorum de ben ölüyorum sana dedim kaptım dipçik gibi oğlanı." Kahkaha sesleri yükseldi birden, Azra'nın o kendi gibi olduğu haller Mete'yi daha da cezbediyordu. Kimisine kabalık ve erkeklik gibi gelebilirdi bu, değildi işte, Mete için özeldi her biri.

"Biraz abartarak anlatıyor ama benzeri oldu." Saçlarına bir öpücük kondurdu. Belini öyle bir kavramıştı ki sanki kaçacaktı ve onu tutuyordu. Bir an olsun gevşetmemiş Azra da bunu istememişti. Onun kollarında en huzur bulduğu yerdeydi, sanki temas etmese ölecek gibi hissediyordu. Onca sene nasıl da hasret kalmıştı ona öyle? Şükretti bugününe, ayrı kalmayışlarına, sevgilerine.

Zorluklar hep olacaktı, önlerine engeller çıkacaktı. Bazen birbirlerini istemeden kıracaklardı. Eğer bunları el ele aşabilirlerse o zaman kazanacaklardı, aynı şimdi olduğu gibi.

♟️

Hoş geldin Şebo, en sevdiğim karakterlerden biriyle siz de tanışın. Volkan Üsteğmen'in büyük aşkı, toksik ilişki...

İlk kavgamızı da etmiş bulunmaktayız AzMet olarak hayırlı uğurlu olsun😂 Biraz inatçıyız sankii
Azra kendince haklı Mete ona komutanı olarak karşı çıkıyor, sınırları ayırmayı biliyor Toroslu kekim🥰

Göktürk herkesi saya saya vurdu gülmekten ölüyorum ahdkhdhd Sizi de bence vurdu ama kalbinizden.

Bölüm yorumlarınızı tam buraya bırakabilir, bırakmadan önce de bölüme oy verebilirsiniz.

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere hoşça kalınn❤️😘

Loading...
0%