@rubamsalepe
|
Merhaba canlarım, okumaya başlamadan önce bölümü beğenmeyi unutmayalım. Çok az yorum geliyor son üç bölümdür bu beni üzüyor, yorum bırakmayı unutmayın olur mu? Sizi çok seviyorum ❤️ Bir de benim hesaplarımı takip ederseniz sevinirim, ne kadar büyürsek o kadar çok okunuruz. Bölümde kısa bir yakın sahne uyarısı vardır bilginize. İyi okumalar ❤️ ♟️ Üsteğmen bugün her şeyi döküp üzerine konuşmak için Azra'ya gidecekti. Tüm sorunları tek tek ele alıp çözüm üretecekti, yaptığı iş de buydu, pratik zekasıyla onca derdi yendiyse ilişkisindeki bu eşiği de aşabilirdi inanıyordu. Havalar artık sıcaktı, hatta sevgilisinin güneşe ateş edebileceğinden korkacak kadar sıcaktı. Akşam vakti sevgilisinin evine kadar yürümüştü, arabayla bu güzel havayı ziyan etmek istememişti. Aşılması gereken birkaç konu vardı, tim içi profesyonel davranıyorlardı asla sorun yaşamamışlardı, bu yüzden de komutanlar Azra'nın ayrı time geçmesi emrini vermemişti. Esas mesele Berzan'dı aslında. Onun vurulması sonrasında Eliza'nın hesabına gelen mailler hiç de hoş şeyler değildi. Çok fazla tahrik içeriyordu, tahrik değil de tehdit kısmı daha çok ateşlemişti Azra'yı. Sivilleri hedef alacağından bahsediyordu onunla konuşmadığı takdirde. Azra'nın üsteğmeni gitmeye ikna etmeye çalışması da bu yüzdendi. Kendi yüzünden masumlara zarar gelsin istemiyordu. Üsteğmen bunu komutanlara bildirmişse de daha operasyon zamanı olmadığından izin vermemişlerdi. Bir diğer konu da ip konusuydu, o hiç aşılamayacak bir meseleydi ancak bastırılabilirdi. Annesinin rüyasından sonra yine kötü hissetmişti sevgilisi, onun yanında olduğunu ve tehlikede olmadığını göstermek istiyordu. Sevginin hepsini aşabiliyor olması lazımdı, Mete buna güveniyordu ama söz konusu Azra'ysa hiç de düşündüğü gibi ilerlemeyebilirdi olaylar. Çok direnmişti öyle bir haldeydi ki Mete onun kalkıp gitmesinden kendi başına iş yapmasından korkuyordu. Berzan elbet yakalanacaktı, yakalanmayacaksa da ölecekti ama bunun şimdi vakti değildi, tek başına o herifin tuzağına gitmek aptallıktı ama anlamıyordu. Söz konusu sivillerse anlamak istemiyordu. Kendisini vurduğunu bile umursamayabilirdi siviller için, hepsi üst üste binince Berzan ortadan kalkmalıydı. Kendisini vuran Mete ve diğerlerine neler yapmazdı ki? Bunu yaşamaktan korkuyordu, o tehdit mesajları onu fazlasıyla etkilemişti. Mete aklında kurdu hepsini, ne diyeceğini çok iyi biliyordu, her şeyi aklında tartmış onu ikna edebileceğine inanmıştı hatta defalarca tekrar etmiş ne söyleyeceğini de hazırlamıştı ama Azra kapıyı açtıktan sonra hepsini unuttu. Beyaz bir sabahlıkla karşılaşmıştı kadın onu, belinden bağlamıştı ancak önü açıktı. Dantelli üst kısmının yanında iç çamaşırını belli eden hafif transparan alt kısmı ben buradayım diye haykırıyordu. Sabahlığı tamamen vücuduna sarmadığı için miniliği de çok göz önündeydi, fazlasıyla kısaydı, bir başkasının nefesini kesebilecek kadar, Mete'nin nefesini kesebilecek kadar. Üsteğmen kapıda ona bakan güzele takılı kaldı, şaşkındı, ne için geldiğini unuttu, ne diyeceğini unuttu. Hatta kıskançlık yapmayı bile unutmuştu, onu daha önce böyle görseydi kesinlikle kapıyı açmasına kızardı, kapıyı yarım açıp vücudunu gizlemesini isterdi, aklına bile gelmedi hiçbiri. O an orada sadece ikisi vardı ve nerede olduklarını asla bilmiyordu. Hatta belki de kendi de yoktu sadece Azra vardı, beyaz gecelikli Azra. Yere indirdi gözlerini, sabahlığın arasından fırlayan dolgun bacaklarından yukarıya doğru çıktı sonra dantelde takılı kaldı. Başını hafifçe iki yana sallayıp gözlerine baktı, bunu yapmasaydı saatlerce bu fiziği inceleyebilirdi ve izlemekle sınırlı kalamayabilirdi. Vücudundaki bazı yaralara rağmen öyle güzeldi ki gözünde, bu kadarı hayalinin de ötesi olmuştu. "Öyle duracak mısın kapıda?" Azra kapının önünden çekilip içeriyi işaret etti, üsteğmen sanki bir komutandan emir almış gibi içeriye daldı, sorgulamadı, zaten sorgulayacak aklı kalmamıştı o sıralarda. Ne diyecekti, soru mu sormaya gelmişti, yemeğe mi davet edilmişti, neden geldiği tamamen aklından çıkıp gitmiş yerini sadece karşısındaki alımlı kadına bırakmıştı. Onu her zaman güzel buluyordu ancak bu gece çok başkaydı. İçeride de aynıydı, gözlerine bakmaya çalışsa da geceliğe kayıp duruyordu elaları. Baktı olacak gibi değil sabahlığının kenarlarından tutup birbiri üzerine getirdi, böylelikle daha sakin kalabilecekti. Bu halleri karşısındaki kadını güldürmüştü, o güldükçe Mete daha da fena hâle geldi, fazla güzel gülüyordu. "Öpmeyecek misin beni?" Dudaklarını ona doğru yaklaştırsa da adam başını avuçlarının arasına alıp alnına bir öpücük kondurdu, ilerisi fazla tehlikeliydi, yüzdükleri sular çok tehlikeliydi. Hemen ondan uzaklaşıp koltuğa attı kendini, ağzı kurumuştu, dudaklarını ıslatmayı denedi, başaramadı. Azra peşinden gidip yanına oturdu. Bir bacağını altına alınca diğeri sabahlığın arasından fırlamış ve çekici bir görüntü oluşturmuştu. Üstüne üstlük o bacak üsteğmenin bacağını da sarıyordu. Ortalık fazlasıyla sıcaktı, ellerini sallayıp kendisini serinletmeye çalıştı ancak başaramadı. Beyaz gömleği terden ıslanmaya başlamıştı bile. Azra ona doğru yaklaşınca üsteğmenin örttüğü sabahlığın önü açıldı. Elini önce adamın göğsüne sonra sırtına koydu. "Terlemişsin sen, çok mu sıcak ev?" Fısıldıyordu ona, sesinin tonu daha önce bu kadar büyüleyici olmamıştı. Onu bu hâle sokmaktan büyük keyif alıyordu, sınırlarını görmek mümkünse de aşmak istiyordu. Aklımı mı oynatayım istiyorsun be kızım? Bu ne güzellik, bu ne endam? Dünyam silindi sen ne anlatıyorsun, adımı unuttum ben. Başını yavaşça aşağı yukarı salladı, konuşamadı. Konuşmayı unutmuştu. Kelime haznesinde yüzlerce kelime vardı ancak birini bile kullanmayı akıl edememişti. Göğsündeki eli bileğinden kavrayıp yerine geri koydu sonra da sabahlığın önünü kapadı yeniden. Çok tehlikeli sularda yürüyorlardı. O sabahlık sıkı sıkıya kapatılmalıydı, ortalığın biraz sakinleşmesi için bu şarttı. Neden yapmıştı ki zaten bunu? Adamı delirtmek mi istemişti? Oysa ki buraya sorun çözmeye gelmişti ama konu nerelere gelmişti. Azra öyle keyif alıyordu ki bu adamı böyle görmekten, yüzündeki tebessümü yok edemiyordu. Gözlerini elalarına sabitledi, adamın gözündeki gizlemeye çalıştığı alevleri görünce daha da gülümsedi. Hisleri karşılıksız değildi, onu etkilemişti, fazlasıyla etkilemişti. Zaten şu halde etkilenmese kesinlikle bir sorun vardı. "Bence de çok sıcak." Sabahlığını atınca bütün fiziği güzelliğiyle ortaya çıktı. Mete ona bakmamaya çalıştı, bayağı zorluk çekiyordu, ceza mı vermişti ona, sanki dokunsa kül olacak gibiydi. Eve başta girmeyecekti, o zaman hata yapmıştı, şimdi kalkıp gidemezdi çok geçti. Adamın ciğerleri göğsünden fırlayacak gibiydi, nefes nefese kalmıştı, üstüne üstlük yanındaki kadın da öyleydi, bir kısmı örtülü olan göğüsleri yerinden fırlayacaktı sanki. Koşmamışlardı ama birbirlerini nefessiz bırakabilmişlerdi. Gözleri buluşmayınca üzerine yerleştirdiği bacağını yana doğru atıp kucağına oturdu ve boynuna sardı kollarını, gözleri birbirine kenetlendi. Mete'nin elleri istemsizce kadının çıplakta kalan beline dolandı. Öyle kusursuzdu ki, parmakları kayıp gidiyordu sanki bedeninden. Parmak uçlarını kadının sırtında gezdirdiğinin farkına kurşun izine değdiğinde vardı, biraz daha aşağıya inip belinde durdu. Böylesine hissedebilmek çok güzeldi, kamuflaj giydiğinde bu fiziği tamamen örtülüyordu, şimdiyse Mete büyülenmekle meşguldü. Onun bedeninin o kamuflajlara hapsolması haksızlıktı, onu kadın gibi görmek çok güzeldi ama sadece o görmeliydi başkaları değil. Azra adamın iki düğmesini açıp göğsüne bir öpücük bıraktı. Nefesini tenine değdire değdire boynuna ulaştı, oraya da sert bir öpücük bırakıp tekrar gözlerine döndü. İkisi de nefes nefese kalmıştı, bedenleri birbirine kilitlenmişti aynı gözleri gibi. Azra adamı sanki kaçacak gibi sarmıştı, Mete de engel olamamıştı ona kendinden geçmişti. "Bu... Sen... Gecelik..." Sersemlemiş gibiydi, asla cümleyi toparlayamıyordu. Gözlerine baktı sonra da kırmızı rujuna takıldı gözleri, beraber aldıkları ruju bu defa onun için sürmüştü. "Ne oldu? Rengi mi solmuş?" Bedenini ona sürterek kenarda duran rujunu aldı ve adama doğru uzattı. Ateşle oynuyordu ve elindeki bu gücün farkındaydı. "Bence sen sürmelisin." Yaptığı fazlasıyla hoşuna gidiyordu, tüm ipleri eline almıştı. Bu adama böyle istediğini yaptırabilirdi. Üsteğmen elindeki ruja baktı, kapağını açıp çevirerek ruju ortaya çıkardı. Elini sevgilisinin yanağına yerleştirince yine ortalık yangın yeri olmuştu, Azra gözlerini kapayıp dudaklarını araladı. Dudaklarına değen ruju görmese de hissedebiliyordu. Kapağının kapatılıp kenara fırlatıldığını da işitmişti. "Siktir!" Dudaklarının kenarına değen parmaklardan sonra dudaklarında sert bir baskı hissetti, onu daha önce hiç böyle tutkulu öpmemişti, çok sert ve nefes kesiciydi, tutkunun zirvesinde adım adım geziyorlardı şimdi, çok yanlış yerlerde. Sırtında dolanan parmaklar kadını kıvrandırmaya yeterken adam da ondan farklı değildi, o üzerine kıvrandıkça adam daha da kıvama geliyordu. Bir anda durdu üsteğmen, dudaklarının üzerine parmaklarını yerleştirdi. Nefes nefeseydi, ateşle oynuyordu, onu öpmemesi lazımdı, yanlıştı hepsi. "Durmamız lazım." "Durma, durmaman için seninle savaşabilirim." Bacaklarını sırtına sardı, iyice bedenleri kenetlendi, dudaklarının birbirine dememesi imkansızdı. Onun kucağındaki yeri tam da istediği gibiydi. Azra parmaklarını saçlarına geçirip başını boynuna doğru çekti. Kesik kesik iniltileri odanın içini dolduruyordu, ev sahibinin kulaklarının pek duymaması onu bir kez daha mutlu etmişti. "Durmamız lazım güzelim." Omzuna bir öpücük bırakıp başındaki parmaklara rağmen geriye çekildi. Solukları çok derinden çıkıyordu, aklının son demlerini kullanıyordu bu kesindi. "Durmak istemiyorsun, o arzu dolu bakışlar bunu söylüyor." Çenesine bir öpücük bıraktı sonra kulağına eğildi, nefesini yavaşça kulağına üfledi. Mete yumdu gözlerini, dudaklarını birbirine sıkıca bastırırken yumruğu da sıkılmaktan mor hale gelmişti. Uçurumun kenarındaydı, ona karşı durmak çok zordu. "Ve ben seni hissedebiliyorum Mete, her anlamda hissedebiliyorum. Anlatabiliyor muyum?" Azra kendini biraz daha bastırdı ona. Utandı adam ama o varken kendisine hakim olabilmesi mümkün değildi, sabır taşı olsa şimdiye çatlardı. Ölmemi istiyor galiba. Namusumla geldiğim bu evden ne halde çıkacağım bilemiyorum. "Durabilecek misin buna rağmen, bence duramazsın." Adamın kemerine götürdü parmaklarını, açmaya çalışırken kavranıp sırtına sabitleneceğini düşünmemişti. Mete onun iki elini de tutup kadının arkasına götürmüştü rahat durması için, aklına o an başka bir şey gelmemişti, azıcık aklı kalmıştı zaten. "Durmak zorundayım." "Neden? Beni arzulamıyor musun?" Kötü hissetmişti, oysa tüm benliğini onun önüne sermişti. Eğer reddedilirse bu çok ağır olurdu onun için. Zaten özgüven sorunu vardı, Mete ile toparlanmışken şimdi yeniden düşmek berbat bir şey olurdu. Söyleyeceği söz ya onu yıkacak ya da mutlu edecekti, neden böyle bir ânı bozmak istiyordu ki? "Beni hissettiğini kendin söyledin, sence arzulamıyor gibi mi görünüyorum?" Delicesine istiyordu bunu, en büyük sınavını ona karşı durmakla veriyordu şimdi. "Şu an çok zor duruyorum ve kendimi ne kadar zor tuttuğumu bilmiyorsun, senin hissettiğin hiçbir şey." İlk defa böyle uzun cümle kurabilmişti geldiğinden beri, kurmasaydı yanlış anlaşılacaktı ve bu kadını paramparça edecekti biliyordu. Her şeyi konuşmak istiyordu bu yüzden, asla kötü hissetmesini istemiyordu. "O zaman neden?" Gözlerine baktı adamın, biraz hayal kırıklığı vardı içinde. Kaşlarıysa hafiften çatılmıştı. Başını iki elinin arasına aldı ve alnından öptü onu. "Daha zamanı değil çünkü." Tek bir solukta söylemişti, nefesini zar zor kontrol etmeyi başarmıştı. "Mete ben seni 5 sene bekledim, evet yıllardır sevgili değiliz çok yeniyiz ama bu acele değil. Bana zamanı değil diyemezsin." Başını yana eğip güzelliğini süzdü, ona hayır demek o kadar zordu ki. Aklından onlarca şey geçse de de yapamazdı, yapmamalıydı. Kucağıma alıp götürsem seni odaya, geceleri sabah etsek, tenin tenimde olsa ben senin en uç noktalarında gezinebilsem... "Değil kızım değil, ben Azra Demir ile değil Azra Demir Akıncı ile birlikte olacağım, bunu bana çok göremezsin. Sana, şu güzelliğine karşı duruyorsam bunun için duruyorum ben." Evlenince olacak güzelim. Sana bu haksızlığı edemem ben. Çatık kaşları düzeldi kadının, biraz şaşkın bakıyordu. Üzgün değildi, özgüveni de zedelenmemişti. Garip bir şekilde hoşuna gitmişti bu söz. Azra Demir Akıncı... "Oha siktir. Siktiiiirrrr. Benimle birlikte olmak için bana nikah mı basacaksın? Hassiktir oradan." Bu kaba söylemi üsteğmeni güldürdü hatta kahkaha attırdı. Böyle söylememeliydi bunu fazla kabaydı ama Azra umursamadı, bu adam onu biliyordu zaten. "Yani ben bu kadar kaba söylemezdim bunu, nikahıma da alacağım tabi seni. Şimdi sana dokunmuyor olmam seni arzulamadığım anlamına da gelmez, aksine seni çok istiyorum bunu hayal bile edemezsin ama dediğim gibi güzelim, şimdi gerçekten zamanı değil." Ona karısıyken dokunmak istiyordu, belki Azra için bu ayrıntı önemli değildi ancak Mete için çok önemliydi. Yetişme tarzından inandığı değerlere kadar var olan durumu epey zorladığına inanıyordu zaten. O günün gelmesini çok istiyordu ama o gün bugün değildi, yenilerdi ve iyice vakit geçirdikten sonra ilişkilerini evlilikle taçlandırınca gelecekti o gün. "Ben sana nasıl kızayım şimdi ya, durduk yere bir kere daha âşık oldum." Yüz ifadesi tamamen değişti, ne bir kızgınlık ne de başka bir şey vardı, aşk dolu bakıyordu sadece, gülümsüyordu kocaman ve bunların içinde şehvet yoktu sadece aşk vardı bakışlarında. "Kızma bana da ben kızacağım şimdi sana şu halde neden kapıya çıktın sen, kolu komşu görmeyecek mi seni?" Sabahlığı kenardan alıp kıza giydirdi önünü iyice kapattı, aklına ve başka yerlerine hakim olması gerekiyordu, kızın onu bu kadar zorlamaya hakkı yoktu, pantolonu yeterince zorluyordu onu zaten. O halde kapıya çıktığını düşündükçe kıskançlık sarıyordu içini, orada o halde olmamalıydı çünkü bu güzelliği bir başkası değil sadece kendisi görmeliydi, neden kapıda komşulara şov yapıyordu ki? "Senin için..." derken hâlâ aynı pozisyondalardı, bazı şeyleri netleştirseler de bedenleri çok farklı şeyler söylüyordu onlara, ellerinde olmayan bir durumdu bu. "Sana yıllarca erkek gibisin diyen geri zekalıların da beynine sıçayım ben." Hepsi kördü ve bu körlük onun işine geliyordu. "Sivilde ilk defa bir kadın beni alt edebildi Azra, ben bu güzelliğe yenildim." Evet bir şey yapmamış olabilirdi ama yenildiğini tüm bedeni belli ediyordu, Azra'nın bunu hissetmesi de ayrı utanç veriyordu ona. "Böyle konuşmaya devam edersen seni yatağa atacağım." Arsız olmaktan daha eğlenceli bir şey varsa bunun taklidini yapmaktı, onu zorlamayı seviyordu, onu nasıl seviyorsa uçları onunla yaşamayı da çok seviyordu. "Kucağımda öyle oturmaya devam edersen..." Omuzlarından tutup koltuğa yatırdı onu, bileklerini kavramış başının üzerinde sabitlemişti. Kara gözlerine odaklanmıştı ve ortalık hâlâ yangın yeriydi. "Ne yaparsın üsteğmenim?" Böyle ast üst ilişkisini vurgulayıp ona meydan okuması, yaptığı hareketlerde ona engel olmaması fazlasıyla hoşuna gidiyordu. İstese onu hastanelik edebilirdi ancak kollarını tutup başının üzerinde sabitlemesine izin veriyordu. Hayal etmek utandırabilirdi adamı, hayalinin ötesi tam karşısında durunca utancı falan kalmamıştı. İleri gidemiyor olmak hayal etmediği anlamına gelmezdi, fazlasıyla arzuluyordu buna engel olması pek de mümkün değildi. "Çok güzelsin ama beni kandıramazsın." dedi Mete gülerek geri çekilerek, az önce altında kalan kadın da kahkahalara boğulmuştu. Olay nerelere gelmişti, o ateşli anlardan kahkaha dolu anlara geçiş yapmışlardı. "Namusumla geldim namusum elden gidecekti ya kadına bak." Başını yeniden sevgilisine çevirdi, yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. "Yalnız bunların hepsini yazdım ben, sana hepsini fazlasıyla ödeyeceğim emin olabilirsin." İlerisine yatırım yapıyordu, unutmazdı kolay kolay. "Nasıl ödeyecekmişsin üsteğmenim?" Aynı çekicilikle söylemişti, o ağzından küfür eksik olmayan kaba saba kadının altında yatan gerçekler şimdi gün yüzüne çıkıyordu işte. "Benim ateşim senin ateşini söndürür Demir Leydi'm." Fazlasıyla iddialıydı bu konuda, vakti geldiğinde böyle arsız değil utangaç davranacağını da biliyordu. Tanıyordu onu, karşılık alamadığından üstüne geldiğini de biliyordu, Mete onun üzerine gitse her şey bambaşka olurdu. "Yaz bunu, unutma." Adam Azra'yı kendisine çekip kollarının arasına aldı, arzudan çok sevgi göstergesiydi bu. İkisi de gülüyordu, sarılmanın en eğlenceli hallerindelerdi. Kırıp dökmeden olmuştu her şey, Mete bu işi de güzellikle halledebilmişti. "Ne yaşadık biz şimdi ya?" O libidosu yüksek ortamdan bu kahkahalı ortama nasıl geçmişlerdi hayret verici bir şeydi. "Ne bileyim kızım aklımı aldın, ben niye geldiğimi unuttum buraya. Sonra konuşmayı unuttum, sonra kendimi unuttum." Unuttururum üsteğmenim, sen yeter ki iste ben sana her şeyi unuttururum. "Onu fark ettim, yalnız büyük irade sahibiymişsin onu da anlamış oldum. Vakti gelince..." Bedenini ondan uzaklaştırdı. Evlilik... Evlilik fazla mı erkendi yoksa onlar için geç mi kalınmıştı bilmiyordu. Tek bildiği bu adamı çok sevdiği ve asla bırakmayacağıydı. Ne olursa olsun ondan vazgeçmeyecekti, 5 sene önce nasıl vazgeçmeyip peşinden gittiyse yine aynısını yapacaktı. "Vakti gelince?" "Ciddi ciddi benimle evlenmeyi mi düşünüyorsun ya, ne buldun ki bende? Ben olsam benimle evlenmezdim." Konuyu birden başka bir yere çevirdi, ona ne kadar iltifat ederse etsin hep bunu sorgulayacaktı, güzel bulsa da çirkin olduğunu düşünecekti, küçüklüğünden beri aklına yerleştirilmiş bir şeyi kimse kolay kolay söküp atamazdı oradan. Onun yüzünü görmeye, bir tebessümüne razı olmuşken sevgilisi olmak çok büyük bir olaydı zaten, evliliği hiç düşünmemişti. Bir Akıncı kadını olmak, her anlamda onun kadını olmak mükemmel bir şey olmalıydı. Hayalini bile kurmamıştı hiç o seviyeye geleceklerini düşünmemişti. "Seni sevmem için ille bir sebebe ihtiyacım olsaydı sadece kara gözlerin bile buna yeterdi." Yanağını okşadı yeniden ve ayağı kalktı. Telefonu çalıyordu. "Ve Demir Leydi'm seninle tabii ki evleneceğim." Çalan telefonunu açtı ve salonda turlamaya başladı. Benimle evlenecek mi? Sebepsizce mi seviyor? Sen nasıl bir adamsın Mete? Seni sevmemem için hiçbir sebep yok, çok seviyorum. "Emredin komutanım. Ne zaman olmuş? Tamam ben timi toparlıyorum derhal. Emredersiniz." Karşısındaki kadınla göz göze geldi, masallarının bittiğini gösteriyordu bu, iyi biliyordu. "Bekle giyineyim çıkalım." Ayağa kalktı ve odasına doğru yürüdü. "Yok sen giyin ben bir eve uğrayayım oradan çocuklarla seni alırım, arabayla geçeriz." "E hazırsın yürürüz eve beraber iki dakika bekle vakit kaybetmeyelim hiç." Azra az önceye nazaran biraz fazla saf düşünüyordu, gitmesi lazımdı işte, ille açık açık konuşturacaktı adamı. "Güzelim." Parmaklarını saçlarının arasına geçirdi. "Abdestsiz operasyona çıkmak istemiyorum." Üzerimde tepin tepin sonra abdestli kalmayı bekle. Azra gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdığında üsteğmen çoktan telefonunu kızın eline tutuşturup elini yüzünü yıkamak için banyoya gitmişti bile. İçeriden kahkaha sesleri yükseliyordu Azra onun gitmesini beklemişti yüzüne gülmek istememişti, onu bu kadar yakmak hoşuna gitmişti. Üsteğmen önce elini yıkadı sonra da yüzüne su çarptı, yetmedi başını çeşmenin altına soktu, soğuk su ona daha iyi gelecekti inanıyordu. Bir nebze de rahatlatmıştı. Bu kadın çok tehlikeliydi, onu gerçek anlamda yangına sürüklüyordu, yakan ise ta kendisiydi. Azra ise Mete'nin bu hallerinden zevk almaya başlamıştı, onu daha beter hâle getirmek için telefonundan bir fotoğraf çekinip arka planına koymayı da ihmal etmedi. Üsteğmen için ateşli bir sürpriz olacaktı bu. Söz dinleyip onu evlilik öncesinde bir şeye zorlamayacaktı ancak onu böyle çıldırtmamak için söz vermemişti ona, sonuna kadar gidecek kudurtacaktı sevgilisini. Fotoğrafta işaret parmağı dudaklarının arasındaydı tüm dekoltesi ve bacakları da fotoğrafın merkezini oluşturuyordu, fazla çekiciydi. Daha fazla çekiştirilen dekoltesi ve yukarıya çekilen geceliğiyle akıllara zarardı. Telefonu masaya koyup içeriye sevgilisinin yanına gitti. Kapının kasasına yaslanıp onu seyretmeye başladı. "İstersen burada yıkan, ben seni zevkle yıkarım. Daha sende keşfedemediğim çok şey var komutanım." Bir şey yapacağından değildi, alacağı cevabı almıştı zaten ama bu adamı delirtmek çok güzeldi ve sınırlarını ne kadar koruyabilir onu görmek istiyordu. Musluğu kapatıp aynada kızaran yüzüne baktı sonra bakışlarını ona çevirdi. İki büyük adımda yanına gitmiş onu kasa ile kendi bedeni arasında sıkıştırmıştı. "Benim ateşimi harlama kızım." Göğsünde dolanan parmakları tutup çekti yana doğru, kadın sanki ona nefes aldırmamaya yemin etmişti. "Yemin mi ettin düz duvara tırmanayım diye?" "Etmişsem ne olmuş, ne yaparsın?" Başını onunkine yakınlaştırdı, adam zaten ona eğilmişti. "Sana bir duş yetmeyecek galiba, hissediyorum." Adam kendini ona biraz daha bastırınca kadın karnına doğru zıplayıp bacaklarını ona sardı. "İkimiz de cayır cayır yanıyorsak bu ateşi söndürmemiz lazım. Daha önce bunu tek başıma yapmıştım, şimdi ikimiz yapacağız." Bir elini kalçasına bir elini de sırtına götürdü, böylelikle zaten olmayan düşme tehlikesini sıfıra indirmişti. Onunla beraber duş kabininin içine girdi ve soğuk suyu sonuna kadar açtı. Bu ateş sönecekse anca böyle sönerdi. Dudaklarına küçük bir öpücük bıraktıktan sonra boynuna geçti, dişlerini geçireceğini kendisi de bilmiyordu, bir anda olmuştu. Kadının küçük çığlığı banyonun içini doldurdu, sonra gülmeye başladı ve bacaklarını gevşetip yere indi. Bu kadarıyla sınırlı kalmak zorundaydı, durdu dediği gibi. Onu aylar önce burada ayılsın diye suyun altına sokmuştu, şimdi ise beraber ayılmak için soğuk suyun altına girmişlerdi. "Gitmek zorundayım, görev beklemez." Nefes nefeseydi yine, üşümesi gerekirken de yanıyordu. "Git. Acele et yoksa gidemeyeceksin." İkisi birden gidemeyecekti ve olay çıkacaktı, hiç gerek yoktu buna. Mete soğuk suyun altında kadının ıslanmış dudaklarını seyretti, çok güzellerdi hemen dibinde olması zaten bir hayli yükselmiş tansiyonunu daha da arttırıyordu. Saçlarının arasına parmaklarını geçirip alt dudağına yapıştı. Dudağının tadını çıkartırken banyo duvarından destek alıyordu, yavaşça geri çekilip gözlerine baktı, nefes nefese kalmıştı. "Gidiyorum ben." "Hı hı." Kadının alnına öpücük bırakıp çıktı kabinden, kıyafetlerindeki fazla suyu sıktıktan sonra telefonunu da alıp kendini sokağa attı. Eve varması daha komikti, Göktürk ve Enes onun dağılan kıyafetlerini, kırmızı ruja bulanan yüzünü ve sırılsıklam oluşunu görünce akılları karışmıştı. Önce kavga ettiğini düşünmüşlerdi, sonra ıslak olması bunu garip kılmıştı. Dudağı ve çevresindeki ruj izi de işi bambaşka noktaya götürmüştü. "Abi bu hal ne? Nasıl böyle ıslandın?" derken parmakları onu gösteriyordu. Çok garipti. "Yağmur yağıyordu ondan oldu." diyerek yalan söyledi, ayrıca ona soru sorma hakkına sahipler miydi, ıslaksa ıslaktı işte. "Ne yağmuru abi hava 30 derece, dışarıda yerler kupkuru." Üsteğmen askerlerine çatık kaşlarıyla baktı, onu sorgulama hakkını nereden buluyorlardı? "Ulan benim gittiğim yerde yağdı demek ki, ne çok soru soruyorsunuz. Ben duş alacağım hemen çıkacağız karargahtan çağrıldık ona göre hazır olun." Üsteğmen içeriye gidince ikisi de kahkaha atmaya başladı, ağabeylerini çok iyi tanıyorlardı ve ne kadar ileri gidebileceğini ve nerede duracağını tahmin edebiliyorlardı. Bu yüzden adamın bu halleri bir çok şeyi anlatıyordu. "Bunlar benden önce evlenirse şaşırmam ha. Yani yeni başladılar ama uzun zamandır seviyorlar birbirlerini abimin de yaşı geçiyor kesin evlenirler eminim bundan." Göktürk Enes'e dik dik baktı, devresini evlendirmeye hiç niyeti yoktu ancak ağabeyi... Ona söz geçiremezdi ki, hoş geçirmek ister miydi bu konuda aklı biraz karışıktı. Onca şey yaşamıştı üsteğmen, bir iple tavana asılmıştı, en kötülerini yaşayıp ölümden dönmüştü. Belki de mutluluğu en çok o hak ediyordu. Kıyamadı onu paylaşamamaya. "Evlensinler, görmedin mi Azra Astsubay'ı, abimin gözünün içine nasıl bakıyordu aylar önce, hem de sadece komutanıydı o zamanlar. Öyle seviyor ki sanki vatan sever gibi. En çok onlar hak ediyor mutlu olmayı." Enes de aynısını hissediyordu hatta onları görmüş olan herkes bunu diliyordu. Çok güzel ve özellerdi, aralarında çok güçlü bir bağ vardı. Öyle geçici bir şey de değildi, 5 senedir Azra hiçbir karşılık beklemeden sevebildiyse, Mete 5 sene sevip susabildiyse demek ki çok derin bir bağdı bu. Herkes de bunu çok iyi görüyordu. "Ya ben, ben hak etmiyor muyum kardeşim?" Çok damardan girmişti, laf yiyeceğini bilse de sormak istemişti. "Bekarlığın sultanlık, nişanlılığın vezirlik, evliliğin de rezillik olduğu bu dünyada imparatorluğu seçmen gerekiyor devrem." Enes tüm kuralların dışındaydı, kumaya ne gerek vardı ki mis gibi geçinip gidiyorlardı. Hayatında bir yenge eksik kalsa bir şey olmazdı, zorla evlenecek başına saracaktı o kadını. Enes gözlerini devirdi bu sözlere karşı, Mete için konuşurken hiç de böyle söylemiyordu, bazen bu durum onu yorabiliyordu. "Ben bize 50 kilometre koşu kilitleteyim de gör!" Yapardı, hep yapmıştı bilerek yapması zor değildi onun için. "Çeneni çıkartırım Enes ben gerçekten bıktım senden." "Ben de senden bıktım, yürü hazırlanmaya gidelim abimiz fazla gergin patlamaya hazır bomba gibi, patlarken arada harcanmayalım." ♟️ Tim harekat merkezinde toplanmıştı, Volkan Üsteğmen ve timi de orada olduğundan biraz kalabalıklardı, bu operasyonda onlara da ihtiyaç vardı. Bu defa Reşat Yarbay'ın acil işi çıkması nedeniyle görevi Akıncı Üsteğmen anlatacaktı. Askerlerine sırasıyla baktı ve masanın başına geçip ellerini masaya vurdu yavaşça. "Sancak Timi ve Gölge Timi, görevlerimiz hiçbir zaman kolay olmadı ama bazı seviyeleri vardı hep. Yine görevimiz kolay değil ve hassas bir görev." Ekrana yansıtılan fotoğraflara döndü ve elindeki lazeri oraya doğru tuttu. "Bugün akşam saatlerinde konsolosluğumuza bölücü örgüt 300 kişiyle bir saldırı düzenlendi ve konsolosluk çalışanları o hainler tarafından kaçırıldı." Yeniden askerlerine döndü, hepsinin kaşları çatılmıştı. "Orospu çocukları, ulan konsolosluk namustur, vatan toprağıdır. Dalalım hemen yola çıkalım." Volkan sinirlenmekte çok haklıydı, dediği gibi konsolosluk ve büyükelçilik arsası vatan toprağı sayılırdı. Oraya yapılan bir saldırı ülkeye yapılan bir saldırıydı hatta savaş sebebiydi. Teröristler yine rahat durmamış önce vatan toprağına sonra bayrağa el sürmüşlerdi. "Volkan Üsteğmen haklı komutanım dalalım hemen beklemeyelim." Azra da onun gibiydi, bu ülkeye yapışmış büyük bir saldırıydı ve bir meydan okumaydı. Türkiye kendi konsolosluğunu bile koruyamıyor, halkını koruyamıyor demekti. "Komutanım bir sakin olun, Azra sen de sakin ol. Plansız programsız dalamayız sivillerin hayatı tehlikeye girer." Üsteğmen onu doğrular gibi Fırat'ı işaret etti parmağıyla. "Hiç şehidimizin olmaması bizim için bir şans ancak bu olmayacağı anlamına gelmez. Her geçen zaman aleyhimize işleyecek. Bu büyük ve hassas bir görev ama siz büyük görevler için varsınız. O konsolosluk çalışanlarını o cehennemin içinden burunları bile kanamadan çıkartacağız." Bölge haritası ve krokisi getirildi, ekranda göstermek yerine bu elle tutulur haritalardan göstermek daha kolay geliyordu ona. Önce bölge haritasını yaydı masaya, masanın yarısını kaplayacak büyüklükteydi. Bu operasyon için yeni hazırlanmıştı, konsolosluk binası ve çevre bölge gözüküyordu. Yakın birkaç sokak sonrasında harita küçülüyor şehrin tamamını kapsayacak hâle geliyordu. Üsteğmen kırmızı kalemle konsolosluk arazisinin sınırlarını çizdi. "Burası bizim toprağımız, namusumuz. Bizim namusumuza saldırdılar, toprağımıza tecavüz ettiler, bayrağımızı indirdiler. Yetmezmiş gibi vatandaşlarımızı da kaçırdılar. Mustafa Kemal Paşa'nın evlatlarının buna izin vermeyeceğini, söke söke kendilerine ait olanı geri alacaklarını hesap edemedilerse bunu onlara göstereceğiz." Kaşlarını çattı ve kalemin arkasıyla konsolosluk binasının üzerinde tempo tutmaya başladı. Düşünüyordu, ne yapacak nasıl yapacak da onları kurtaracaktı, çok büyük bir sorumluluktu bu. "300 terörist ağır silahlarla gelmişler, açık havaya rağmen attıkları gazdan etkilenmişler özel harekat polisimiz, kapıda da canlı bomba patlatılınca işler karışmış. 49 kişiyi esir almışlar, konsolos, konsolosluk çalışanları, onların o sırada içeride bulunan aileleri, polisimiz... Binamızı ele geçirmişler, içeride terörist unsurların yoğunlukta olduğunu biliyoruz. Arşivlerimiz tehlikede, daha dışarı çıkartılmadığının istihbaratını aldık Murat Türker'den. Bu da demek oluyor ki onları kurtarma ya da yok etme şansımız olacak, hangisi o an gerekirse onu yapacağız. Binamızı almadan önce de vatandaşlarımızı kurtarmamız lazım. 49 Türk evladı o namussuzların elinde şimdi. İşin kötüsü net bir istihbarat edinemedik nerde olduklarına dair, tek bildiğimiz 5 gruba ayrılıp ayrı ayrı yerlerde tutulmaları. Hiç verimiz yokken oturup olasılık hesaplamamız gerekecek. Onca kafa buradayız, iki tim de bu konu üzerinde çalışacak ve biz bozkurtlarım, biz o itlere kim olduğumuzu yeniden hatırlatacağız." Sandalyesine oturup arkasına yaslandı, parmaklarını birbirine geçirip onları dinlemeye koyuldu. Fikri olan mutlaka çıkacaktı, her an istihbarat da gelebilirdi, boş duramazlardı, akıl yürütmelilerdi. Konsolosluğun bulunduğu şehir daha önce radikal örgüt tarafından ele geçirilmiş ve birçok kısmı talan edilmişti, evlerin bir kısmı kullanılamaz haldeydi. Onların çekilmesi sonrasında meydan bölücü örgüte kalmış, bu yıkık mekanları kendilerine mesken tutmuşlardı. "İki çerçevede incelememiz lazım, şehrin dışına çıkmış olamazlar olsa haberi bize uçardı. Konsolosluk çevresi ve uzak bölge olarak değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bazen gözümüzün önündekini göremeyiz o yüzden güvenli yer yakın çevre olabilir. İkinci olarak da sadece yıkık mekanlarda olmayabilirler." Teğmen harita üzerinden birkaç yakın nokta gösterdi. Bu bölgeler kalabalık mekanlardı ve onca kişi birden götürülürse dikkat çekerlerdi. "Ha o Murat'tan hiç bir şey kaçmaz, eğer ki kalabaluk yere gitselerdi haberi bize uçardi. Haritadaki kalabaluk yerleri eleyelum, cadde yanidur, insan yerleşimi olan yerlerdur hepsini çikaralum derum ben." Üsteğmen başını sallayıp kalabalık olan yerleri işaretlemesi için kalemi Göktürk'e verdi. GPS işi ondan sorulurdu hep, haritadan da anlıyordu. Kalabalık yerler nereler hepsi az çok biliyordu. Göktürk yeşil kalemle kalabalık bölgeleri özenle taradı, öyle özenle yapmıştı ki bu işi yollar açıkta kalmış, sadece gerekli yerler çizilmişti. Enes de Sayaç'ın çizdiği yerleri bilgisayardan tarıyordu, böylelikle istedikleri an düzenleme yapabileceklerdi. "Ne kadar elersek eleyelim çok geniş bir yelpaze kalıyor. Ayakçı'nın istihbaratı olmadan çok zor bu, günlerimizi alır." Azra'nın sözünden sonra Şebnem ayaklandı, sanki aklına bir şey getirmek üzere gibiydi. "Aklına bir şey mi geldi Şebo?" Karşısındaki kadın biraz düşünceli gözüküyordu, kafasında haritayı ve bölgeyi tartıyordu. "Abi o bölgede göreve gitmiştim, anımsar gibiyim. Biraz zorlasam çıkar sanki ya." Parmaklarını kütlete kütlete volta atmaya başladı, diğerleri onun huyunu bildiklerinden neden kalktığını sormamışlardı, zeki bir kadındı ve eğer bölge hakkında bir şey anımsadıysa kesinlikle işlerine yarar bir şeydi bu. Ellerini iki yanına açmış tempolu şekilde yürürken parmakları Volkan Üsteğmen'e çarptı, göz göze gelmeleri ve ayrılmaları çok kısa sürmüştü, şu operasyonun ortasında gerçekten bu olmak zorunda mıydı, dikkati dağılacaktı şimdi ancak öyle olmadı, gözlerinde bir ışık belirdi kadının. "Volkan Üsteğmen ile görevdeydik, 4 sene önceydi. Nokta atışı görevlerindendi, hatırladınız mı komutanım?" Heyecanlı heyecanlı söylemişti bunu, sanki bir bilim insanının icadını keşfi gibi söylemişti. "Otur karşıma, tepemde dönüp durursan yardımcı olamam." Sert bakışlarıyla karşısındaki boş sandalyeyi işaret etti, Şebnem görev için uğraştıklarını bildiğinden itiraz etmedi ve yerine geçti, eğer ki yalnız olsalardı asla bu adamın istediğini yapmazdı. Ona ancak komutanı olarak bir şey yaptırabilirdi, aksini istemeye hakkı yoktu, onun hiçbir şeyi değildi. "O görevi hatırlıyorum," diye ekledi az önceki cümlesine. "Radikallerin olduğu dönemdi, onlara yönelik operasyona çıkmıştık." Şebnem yeşil kalemle birkaç yeri daha taradı ve mavi kalemle iki yeri yuvarlak içine aldı. "5 gruba ayrılacaklarsa yaklaşık 10 kişi olacaklar, harabelerin olduğu yerlerden de insan geçebilir, tamamen yıkık yerlere değil bir kısmı kapalı olan yerlere bakmamız lazım ve geniş olmalı." Bunu onlar da biliyordu ancak hatırlatmak istemişti, hiçbir adımı atlamamak gerekiyordu. "Sur altı. Burası radikal örgütün güvenli bir kalesiydi, bölücü örgüt için de öyle olmalı. Burayı bilmemelerinin imkanı yok, işin güzel yanı bizim bildiğimizi bilmiyorlar." Çünkü çatışmaları bölücü değil de radikal örgütle yaşamışlardı, haberleri yoktu ve bu avantajı kullanacaklardı. Volkan Üsteğmen gülümsedi ve Şebnem'in işaretlediği yere parmağını götürdü. Biliyordu, hatırlıyordu o da. Karşısındaki zeki kadın sorunu çözmek üzereydi, işinde çok iyiydi gönül meselesinde sınıfta kalmış o da. "Hem merkezde hem sakin olan geniş bir yer. Oraya giden dikkat çekmez, vatandaşlarımızı indirirken de kimse görmez. Aferin Şebo iyi akıl ettin." Adını kısaltması ağız alışkanlığıydı, düzeltmek için biraz geçti. "Ben daha ev gibi yerleri düşünüyordum diğer işaretlediğin hamam evi gibi. Harabe tarihi eser burası birkaç odacığı sağlam kalanı yıkık küçük bir yer. Şebnem Astsubay ile operasyonumuzda orası da vardı. Bu iki yer güvenliği sağlanabilir yerler ve zor bir bölge." Şebo değil Şebnem Astsubay demişti bu defa, sözlerine dikkat etmek istiyordu, alışkanlıkları onu ele geçirmemeliydi. Şebnem aldığı iltifat için başıyla küçük bir selam verdi ve kalemin kapağını kapatıp arkasına yaslandı gururla. 5 yerden ikisinin yüksek ihtimalle nerede olduklarını bulmuşlardı. Kalanı için ele geçirdikleri kişileri konuştururlardı ve Murat'tan istihbarat beklerlerdi. "Hiç yoktan iyidir, iki tane yüksek ihtimalimiz oldu, Murat'tan bu bölgelerin teyidini isteyeceğim." Bu defa da binanın krokisini açtı, bahçeyi de kapsıyordu burası, daha net göreceklerdi her şeyi. İyi çalışmaları lazımdı, küçücük bir aksilik hem onların hem de o masumların canına mal olabilirdi. Kroki dikdörtgendi, iki arka köşesinde ve kapı kısmında gözetleme yeri vardı. Bahçe kapısının tam karşısındaki dikdörtgen binanın da kapısı vardı. Girişteki kapıyı açınca öne kısa bir koridor çıkıyordu, tam karşısında bir oda varken kapının iki yanında da odalar vardı. Zemin katta üç arka üç önde olmak üzere altı oda vardı, en solda arka tarafta da lavabolar vardı. İkinci kata çıkış lavaboların olduğu yerdendi. Aynı alt kattaki gibi üst katta da altı oda vardı, bunlardan ön cephede ve ortada bulunan oda konsolosa aitti, makam odasıydı. Arka odaların hepsi arşivdi, çok geniş olmasa da küçük de olmayan bir binaydı. O arşivlerin o binadan çıkmamış olması lazımdı, bu milli güvenlik meselesi hâline gelmişti. Tim ilk olarak sivilleri kurtarmalıydı çünkü ilk operasyon konsolosluk binasına olursa Türk vatandaşlarına zarar verebilirlerdi, bunu riske atmamak için ikinci sıraya koymuşlardı bunu. "İki seçeneğimiz var, ya oraya gireceğiz ya da oraya giremezsek patlatacağız." İkinci ihtimal biraz tehlikeliydi, çevre yapılar ve içeride olma ihtimali olan siviller zarar görebilirdi. "Ben patlaturum, çok da guzel patlaturum. Ha boyle işildakli mişildakli patlaturum." Heyecanından gözleri parlıyordu Orhan'ın, bir şeyleri patlatmayı seviyordu. "Patlatırsın ama ikinci seçenek bu, eğer giremezsek yapacağız bunu, toprağımızı o itlere bırakacak değiliz." Yaklaşık 14 kişi olacaklardı, hem operasyonlar için hem de konsolosluğu geri almak için yeterli bir sayıydı. Düşmanın 300 kişisini toplasak bir tane Türk askeri etmezdi, eğitimliydi Türk askeri, asildi, damarlarında asil kan taşıyordu. "Murat Türker'den istihbarat gelir gelmez yola çıkacağız karargahtan ayrılmayın. Bilin ki bu görev bir vatan savunmasıdır, vatanın her bir karış toprağı da kutsaldır. Hepsinin tepesine çökmeden durmayacağız." Arkasına yaslandı üsteğmen, bardaktaki soğuyan çayını içerken eline aldığı telefonunun tuş kilidine bastı, saate bakmak istemişti. İçtiği çayın boğazına kaçacağını kendisi de bilmiyordu, öksürmeye başladı ve telefonu sert bir şekilde masaya kapadı, kimsenin görmesini istemez gibiydi. Şebnem de sıhhiyeydi ancak Elvan ondan önce davranıp hemen komutanının yanına gitti, iyi olup olmadığını sordu öksürmeye devam eden adama. Kendisine iş bırakmıyor olması Şebo'yu mutlu ediyordu aslında ancak şimdi gülümsemenin hiç de sırası değildi. Üsteğmen iyi olduğunu ve ara vermelerini söylediğinde herkes dağılmış odada sadece onunla yalnız kalmıştı, Demir Leydi'yle. "Sen çok tehlikeli bir kadınsın. Ölüyordum kızım ya bu yapılır mı bana, ya operasyonda olsaydık kalbime mi indireceksin sen?" Eli göğsünün üzerinde duruyordu, solukları hızlanmış kırılmaması mucize olan telefonu da diğer eline almıştı. "Ben evde görürsün sanmıştım ne bileyim buraya kadar bakmayacağını ya. İyi misin aşk zayiatı olma bir de başıma." Elinin tersini yanağına ve alnına götürdü, soğuk elleriyle onu serinletmek istedi. "Dokunma yanarız." Elini üzerinden indirdi hemen, hiç yeri değildi hiç. "İyiyim iyi ama bu fotoğraf... Yakınlaşıyor mu bu?" Parmağıyla bir iki hareket yaptı ancak fotoğraf olmadığı için yakınlaşmamıştı. "Ne oldu komutanım, yakın halinin önünü kaparken iyiydi şimdi fotoğrafı mı yakınlaştırmak istiyorsunuz?" Üzerindeki kamuflajları görmüyor onu o gecelikle görüyordu artık, ne yapıp ne etmiş adamı delirtmeyi başarmıştı ve bundan mutluydu. Mete parmağını ona doğru salladı, gerçekten çok tehlikeliydi, bunu çok iyi biliyordu. "Ayarlarımla oynuyorsun benim. Sana ceza kilitleyeyim de gör, sana kıyamayacağımı sanıyorsan da yanılıyorsun." Onu görmemek gibi bir ihtimali yoktu, ölürdü bu kendisine cezaydı o kadına değil. "Ne cezasıymış o?" "Mekik olabilir." "Motivasyonum siz olacaksanız seve seve kabul ederim. Sırtım yerdeyken yüzünüze kavuşmayı hayal eder, doğrulunca da dudaklarınızdan öperim nasıl fikir komutanım?" Bunu hayal etmeden edemedi ama hayaline o gecelik de dahildi artık, hareketleri yaptıkça savrulan beyaz gecelik onu yeniden soğuk suyun altına girme hissiyle karşı karşıya bırakıyordu. "Ya da mekik mi verseniz ama böyle fazlalıklarımız olmasa üzerimizde, o hareketi de biraz değiştirsek..." Üzerinde onun olduğunu hayal etmemeye çalıştı, bu çok zordu. İşini biliyordu ve çok da güzel kullanıyordu. Ayağa kalkıp kolundan tuttuğu sevgilisini yerinden kaldırdı. Araba koleksiyonu için en büyük tutkum, ölüp bitiyorum demişti. Şimdi işler biraz değişmişti. "Benim en büyük tutkum sensin biliyorsun değil mi?" dedi büyülenmiş gözlerle, az önce dediği önemli değildi istediğini yapabilirdi ve ses çıkarmazdı. Kadın adama aşkla baktı, başını ağır ağır aşağı yukarı salladı. Belki de bu adam kabul olmuş duasıydı, 5 sene döktüğü göz yaşlarının karşılığıydı. Hangisi bilmiyordu ancak kaderinde bu adam olduğunu çok iyi biliyordu. "Sen benim Türkiye'msin biliyorsun değil mi?" ♟️ -6 SAAT ÖNCE KONSOLOSLUK- Sıcak Orta Doğu ülkesinde bulunuyordu Türk Konsolosluğu. Bağdat büyükelçiliğine bağlıydı, bölgedeki Türk vatandaşları için faaliyet yürütüyordu. Her zamanki günlerden birindelerdi, mesai saatinin bitmesine daha yarım saat vardı. Konsolosluk bu defa her zamankinden bir tık kalabalıktı çünkü içeride işlem gören vatandaşların yanı sıra içeride çalışanların ailelerinden birkaç kişi daha vardı. Birkaç çocuk vardı, konsoloslukta evlilik belgelerini imzalamak üzere bir çift, onların şahitleri ve çalışanlar vardı. Yaşayacağı felaketten habersizdi her biri. Birden şiddetli bir patlama sesi duyduklarında hiçbir şeyin yolunda olmadığı anlaşılmıştı. Başkonsolos İlhan Avar pencereye yakınlaşamamıştı bile, tehlikede olduğunu biliyordu. Odasındaki yeni evli çifte masanın arkasına geçip korunmaları gerektiğini söyledi. Bilgisayarının başına geçtiğinde içeriye özel harekat polisi girdi, amaçları konsolosu korumaktı. İlhan güvenlik kameralarını açtı ve durumu incelemeye başladı. Kameraların her birine teröristler yansıyordu, konsolosluğu çevrelemişler tam kapının orada da canlı bomba patlatmışlardı. Gaz bombalarını konsolosluk binasını korumak için çevreleyen polise doğru attıklarında işler daha da olumsuzlaştı. Üç yüz kişiye eğer siviller olmasa karşı konulabilirdi ancak sivillerin olması işi zora sokuyordu. Roketleri binaya çevrilmişti, birkaç atışla bina ve içindekiler tok olabilirdi. Özel harekat polisleri son ana kadar direnseler de bir yerden sonra akın akın gelen teröristleri tutamamışlardı. "Oğlum arşiv odasının kapısını kontrol edin, anahtarlarını tuvalete atın. Alabileceğimiz tek tedbir bu." Eline aldığı kriptolu telefonuyla hemen büyükelçiyi aradı. Acele etmeliydi, her şey için geç olabilirdi, bir şeyler yapmalıydı. "Sayın büyükelçim, bölücü örgüt tarafından baskın yemiş bulunmaktayız. Yüzün üzerinde kişi mevcut, ağır silahları var, personelimiz ve sivillerimizle 49 kişiyiz." Telefon hattı kesilmeye başladı, jammer çalışmıştı, böylelikle iletişim sorunu da ortaya çıkmıştı. Başkonsolos ayağı kalktı ve telefonu kapayıp masaya koydu. Masanın ardına saklanan çifte baktı. "Korkmayın bize bir şey yapamazlar," diye onları cesaretlendirdikten sonra odasından ayrıldı, kattaki diğer görevlilerde panik havası vardı, ellerini göğsü hizasında kaldırıp aşağıya indirdi, sakin olmalarını istiyordu. Soğuk kanlı olurlarsa her şeyin üstesinden gelebilirlerdi. "Panik olmanızı istemiyorum herkes sakin olsun. İster yüz ister bin kişi olsunlar yine de bizimle boy ölçüşemezler. Bizden tek farkları silahlarının olması. Bizimse arkamızda sırtımızı yaslayabileceğimiz kocaman devletimiz var. Kızım bak bana, korkuyor musun? Korkma! Türk kadını korkar mı, Türk bu şeref yoksunlarından korkar mı hiç? Türkiye Cumhuriyeti bizi bırakır mı, kimi bıraktı ardında bu güne kadar da bizi bıraksın? Bunlara karşı tek bir zafiyet göstermenizi istemiyorum." Yanındaki küçük kız çocuğuna çevirdi başını, saçlarını okşayıp annesine döndü. "Evladınızı böyle koruyacaksınız, bu yavruyu onlara vermeyeceğiz sakın korkmayın." "Çok kalabalıklar ama ya bizi öldürürlerse?" "Öldürmek isteselerdi kapıdaki canlı bomba orada değil burada patlardı, o roketler bekliyor olmazdı şimdiye kadar çoktan ateşlenirdi. Aşağıdakilere de inip aynısını söyleyeceğim." Merdivene doğru yürürken herkesin gözleri onun üzerindeydi, özel harekat polisi tam karşısına dikildi, inmesini istemiyordu. İçeri girmiş olabilirlerdi. "İnmeyin efendim, sizi güvende tutmalıyız." "Benim görevim ülkemin çıkarlarını korumak ve buradaki vatandaşlarımı korumak değil mi? Vatandaşımı geride bırakıp saklanacak mıyım? Onlar varsa önlerine siper olmam gerekiyor benim." Yakasına taktığı Mustafa Kemal Atatürk ve Türk bayrağı rozetlerine değdirdi parmaklarını. "Kansa kan cansa can, ben onlara sırtımı dönemem çekil önümden." Koluyla onu kenara itip aşağıya indi hızlı adımlarla. Orada daha büyük bir kaos vardı, sivil sayısı daha çoktu ve bu da paniğe yol açmıştı. Tam kapıya özel harekatçılar dizilmiş içeriye girilmemesi için nöbete başlamışlardı. Çok az sürelerinin kaldığını onlar da biliyordu, kapı açılır açılmaz ateş edeceklerdi ancak üzerlerine çullandıklarında etkisiz hâle getirileceklerdi. "Sevgili vatandaşım, çalışanlarım sakinleşin, soğuk kanlılığınızı koruyun. Vahim bir durumla karşı karşıya kalmış olsak da bize bir şey yapamayacaklarını biliyorsunuz. Eğer yapacak olsalardı o roketler şimdiye patlamış olurdu, biz şu an yaşamıyor olurduk. Ey Türk milleti size korkmak yakışır mı? Kalleşlere boyun eğmek yakışır mı? Bizi en fazla rehin tutabilirler silahlarıyla. Onların silahtan başka bir şeyi yok bizimse arkamızda kapı gibi devletimiz var. Onların imanı yok bizim imanımız inancımız var. Ne olursa olsun düşmeyeceksiniz. Biz bu cendereden sağ salim çıkacağız, devletimiz bizi arkasında bırakmayacak. Demir dağı eritip çıkan millet bu belanın içinden mi çıkamayacak? O yüzden soğuk kanlılığınızı koruyun, elbet bizi kurtaracaklar." Kapının zorlanmasıyla başını oraya çevirdi, herkesi arkasına toplamıştı tam da önlerinde duruyordu ve bedenini siper etmişti. "Türk korkmaz, eğilmez. Dik durun." Ellerini yumruk yaptığı sırada kapı kırıldı ve içeriye teröristler girmeye başladı, özel harekatçılar birkaçını indirmeyi başarsalar da daha fazla dayanamamış başlarına silah dayanmıştı. Uzun boylu terörist lideri içeri girdi, ötekilerden farklı giyiniyordu, daha şehirli duruyordu. Başkonsolosu hemen tanıyıp yanına gitti ve ceketinin cebine bir mektup koydu, kime vermesi gerektiğini kulağına fısıldadı. "Ve siz, Türkler... Bizimle geliyorsunuz!" Büyük bir dirençle karşılaşmışlardı, itiş kakışmalar vardı ancak teröristler hepsini ele geçirip bağlamışlar ve meydanda toplamışlardı. "Sizden korkmuyoruz, bilin ki yaptığınız hiçbir şey yanınıza kalmaz." Başını duvardaki Atatürk portresine çevirdi ve gülümsedi. "Bizim arkamız sağlam." Bakışlarını paşadan ayırmamış yüzüne umut dolu bir ifade takınmıştı. "Bir resim mi size sağlamlık verecek?" Baş terörist tabancasıyla birkaç kez ateş edip portrenin yere düşmesini sağladı. Başkonsolosun kaşları çatıldı birden, yüzünü karşısındaki teröriste çevirdi. "Bir resim deyip geçme." Sinirlerine hakim olmaya çalıştı, bayrağın da yere düşürülmesiyle bu çok daha zor olmuştu. "Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur." Ne anlattığını algılamıştı ancak tabancanın kabzasıyla sert bir darbe indirmek için sözünü tamamlamasını beklemişti, başına çok sert vurdu. "Asil kanınız sizi kurtarsın da göreyim." ♟️ Ulan Azra çok fenasın kızım sen ama Mete'min duruşu, zor duruyor benden söylemesi😄 Kavuşamadık yine ben Cennet Mahallesi Pembe memnun oldum😄 Göktürk ve Enes'in tepkisi pekii kdfjffk Islanmış iki mahalle ötede😄 Bizimkiler yine bir olayın içine düştüler bakalım nasıl çıkacaklar bu işin içinden. Hoş söz konusu Sancak Timi'yse çıkmasını da bilir. Bölüm yorumunuzu tam şuraya bırakabilirz karakterlere iki çift laf söyleyebilirsiniz. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere öptümm😍🥰 (Bölümler 2 haftada bir cuma günleri geliyor.) |
0% |