Yeni Üyelik
73.
Bölüm

25. "Yaralı Kurt"

@rubamsalepe

Bölümü beğenmeyi, beni Tiktok, İnstagram, Twitter ve Wattpad'den takip etmeyi unutmayın🤗

İyi okumalarr😘

♟️

Timler büyük bir helikoptere bindirilmişti, helikopter öncelikle onları alacak aracın yanına kadar gidecek sonra onları araç alıp gidecekleri yere kadar götürecekti. Gölge Timi de Sancak Timi'yle beraberdi, bu büyük operasyonu beraber gerçekleştireceklerdi. Herkes oldukça ciddiydi, uykuları alınmıştı.

Azra Bora'sına sarılmış ayağıyla ritim tutuyordu, aklında bin tane şey vardı ancak bunu göreve yansıtmaması gerektiğini biliyordu. Diğer herkes de düşünceli duruyordu ama Demir Leydi'nin aksine onların düşünceleri operasyona yönelikti çünkü çok tehlikeli bir operasyondalardı. 49 kişiden biri bile yara almamalıydı sonra da Türk'ün namusu olan konsolosluk geri alınmalıydı. O belgeler o itlerin eline kesinlikle düşmemeliydi. Mete ellerini iki kere birbirine vurup timinin kendisine bakmasını sağladı.

"Tim, düğünümüz var." Yüzü ciddiydi, kararlı gözüküyordu. Herkes şaşkınca bir ona bir Azra'ya bakıyordu, Azra da başını sevgilisine çevirdiğinden beri gözünü dahi kırpmamış yüz ifadesinden tüm şaşkınlığını belli etmişti.

"Hayirli olsun komutanum, horonunuz bendan. Gelunun erkek kardaşi olarak kiz tarafi olacağum haberunuz olsun."

Azra hâlâ sessizdi, sessizliği de şaşkınlığındandı, evleneceğini söylemişti ama daha zamanı değildi, bir teklif bile almamıştı. Tam ağzını açacağı sırada bu defa Hakan konuştu.

"İyi oldu iyi, hayırlı olsun komutanım." Kız kardeşinin ne kadar acı çektiğini gördüğü için hoşuna gitmişti bu haber, fazla bile geç kalınmıştı.

"Aşk olsun Azra, abine söylemeyecek miydin? Mete Üsteğmen de olmasa bilemeyeceğiz."

Mete etrafına bakındı sonra da yanında gözlerini ona dikmiş sevdiğine çevirdi gözlerini.

"Abi benim de haberim yoktu." Şaşkındı ve kolay kolay geçmeyecekti, ona sormamıştı ki? Sormadan ona evet diyeceğini mi düşünüyordu? Böyle biri değildi ki Mete.

"Ben bekliyordum zaten geç bile kaldınız." Elvan gülerek ikisine baktı, fazla güzellerdi.

"Komutanım iyi yapmışsınız, iyilik yaramıyor çünkü bazılarına, istediyseniz yapın ben arkanızdayım." Volkan'ın sözlerinin hedefinde çaprazında oturan Şebnem vardı, sözleri gibi gözleri de ona çevrilmişti. Sert bakıyordu, acımasızlıktan çok öfke doluydu.

"Bence de iyi yapmışsınız komutanım, bazılarına hiç yaramıyor iyilik." Gözlerini bu defa Azra'ya çevirdi. "Hayırlı olsun canım benim."

Göktürk ve Enes bu laf sokuşma üzerine birbirini dürtüp gülüşmüşler sonra da köşelerinden timi izlemeye devam etmişlerdi.

"Ulan bir durun, ne zamandan beri operasyondaki düğünle gerçek düğünü karıştırır oldunuz?" Azra sesli verdiği soluğundan sonra önüne döndü, hâlâ kendine gelememişti. Herkes gibi o da yanlış anlamıştı ama rahatlamıştı da, düşüncesizlik yapmamıştı adam, bu kız benim havalarına girmemişti zaten yapmazdı belliydi bir yanlışlık olduğu.

"Düğünümüz var, bugün Türk'ün düğünü olacak zafer bizim olacak demek istemiştim de arada biz de gidiyorduk, o da vakti geldiğinde olacak da şimdi konumuz o değil." Şaşkınlığın etkisindeki kadının sırtına koydu elini, destek göstermek istemişti, diğerlerine fark ettirmemeye çalıştı ama askerlerden ne kadar saklanılabilirdi o da ayrı bir mevzuydu.

"Şey, sur dibi. Sur dibi önemli. Sur dibi mühim." Üsteğmen eli ayağına dolanmış sevgilisine bakıp gülümsedi, kendini tutmaya çalışsa da bu zordu, öyle sempatik gelmişti ki gözüne yanaklarını sıkıp onu kollarının arasına almamak için zor duruyordu, bir de o dudaklarını öpmemek... Bu işte en zorlandığı konuydu, rahat rahat istediğini yapamıyordu, mesleği önüne hep engel çıkarıyordu.

"Hıhı sur dibi eski hamam, hepsi çok önemli yerler." Sırıttı adam, Azra onunla dalga geçtiğini bile fark etmemişti.

"Eski hamam, evet o da vardı. Çok çok önemli." Üsteğmen güldü, yanlarındaki bozkurtlar tuttu kendini, şu ânı tim komutanı değil de bir başkası yaşıyor olsaydı asla böyle durmazlardı.

"Neyse Demir Leydi'nin üzerine çok da gitmeyin eli titrerse yandık." Azra işaret parmağını abisine çevirip işte bu der gibi başını salladı.

"Titremez," dedi üsteğmen, bu defa gülmüyor ve derin bakıyordu. "Şimdi yanınızdaysam onun elinin titrememesi sayesinde yanınızdayım. Asla titremez, titremedi." Denenmiş ve onaylanmıştı, titreseydi kafasında ikinci bir kurşun izi olacaktı bu sefer sıyırmayacak delip geçecek ve onu öldürecekti.

"Asla komutanım, titrediği an bırakırım Bora'mı, asla titremez." Askerliği bırakma fikri bile herkesi rahatsız etti, o bu timin bel kemiğiydi, o olmasa rahat hareket edemezlerdi. Hep dedikleri gibi kıçlarını koruyordu ve çok başarılıydı işinde.

Aralarındaki bu olayı Volkan'ın timinin bilmediği gibi Şebnem de bilmiyordu. Gölge timi zaten biraz daha arkada kendi içlerinde konuşuyorlardı. Aslında Volkan fırça çeker diye muhabbete dahil olmamışlardı, çok otoriterdi.

"Azra sizi kurtardı mı yani komutanım?"

"5 sene önce tam boğulacakken asıldığım ipi vurdu, yaralıydım kurşunu da çıkartıp yaşattı beni. Anlayacağın eli ne o ipi vururken ne de o kurşunu çıkarırken titredi."

Paintballda anlatılan hikayenin gerçeği buydu demek ki, o iki olayın bağlantısını duyunca duygulanmamak elde değildi. Kendisini kurtaran kişiye âşık olmaması mümkün değildi ki. Gözlerini bir anlığına çaprazında oturan adama çevirdi. Belki böyle etkili hikayeleri yoktu ancak bunları da hak etmemişlerdi. Bakışlarında hayal kırıklığı vardı, Volkan Üsteğmen'in de gözleri onunkilere değdi, nasıl değmeyecekti ki üzerindeki bakışları net bir şekilde hissetmişti.

Sinirli değil de sevgi dolu bir adam olsaydı belki de her şey başka olurdu. Hiç olmazsa ona karşı öfkesini kontrol edebilseydi belki de ona hayal kırıklığıyla değil aşkla bakardı yeniden. Kalbinde acı değil de sevgi olurdu.

Her şeye sinirlenen bir adamla yapamazdı ki, yapamamıştı da. Aşk bazen yetmiyordu işte, bazen çaba gerekiyordu. Volkan denese de başaramamış karşılıklı kavgalarla bitirmişlerdi ancak tamamen bitmiş miydi bu tartışılırdı.

"Bazı yaralar komutanım, kurşun yarasından beter oluyor ve tedavisi yok. İyi ki Azra oradaymış ve sizi kurtarmış." Biteli aylar olmasına rağmen canı aynı şekilde yanmaya devam ediyordu, bu adamın varlığı ona fazlasıyla zarar veriyordu. Belki görmese alışabilirdi yokluğuna ama böyle burnunun dibinde oldukça acı çekiyordu, sessiz de kalmıyorlar birbirlerine bulaşıyorlardı, ikisi de yıpranıyordu. Zaten alttan alan biri olsaydı içlerinde, ilişki devam ederdi. Volkan bu sözlerin altında kalmak istemedi. Kelimelerini özenle seçmeye çalıştı, yerine gitmeliydi. Üsteğmene hitaben konuşacak olsa da gözleri Şebnem'deydi.

"Gerçekten komutanım, bazı yaralar geçmiyor. Siz şanslıymışsınız. Herkesin öyle şansı olmuyor." Misillemesi karşı tarafa ulaşmıştı. Eğer ki helikopter yerine başka bir yerde olsalardı kalkıp giderdi, muhatap olmak istemese de başka şansı yoktu. Can sıkıcıydı, can yakıcıydı. Kendileri yetmiyormuş gibi etraflarındakileri de geriyorlardı.

"Şans için bazen de çabalamak lazım komutanım, Azra eminim ki bu şans için çok çabaladı." Kendisi denese de Volkan'ın denemediğini söylüyordu, aslında o da kendince denemiş ve çabalamıştı ancak yapamamıştı. Sorun en çok Volkan'daydı, en azından Şebnem böyle görüyordu. Bir başka ilişkisi olsa sorun yaşamazdı ona göre, Volkan denese o ilişkiyi de eline yüzüne bulaştırırdı. Bu gidişte yalnızlığa mahkum olacaktı ancak umurunda değildi, sadece savaşmaktan anlıyordu konuşmaktan değil, siniri her mantığın önüne geçiyordu bu da kendisi dahil olmak üzere çevresinde kim varsa onlara zarar veriyordu.

"Komutanım siz de çabalamış hatta savaşmışsınızdır, kolay olmamıştır hiçbir şey." Mete bir ona bir de ötekine baktı. Toksik bir ilişkiye şahit oluyorlardı. Bu toksiklik iki askerini de yıpratıyordu, elinden de pek bir şey gelmiyordu.

"Lan bir susun, siz hep böyle miydiniz ya? Volkan oğlum bari Şebo'ya karşı sinirlerine hakim ol bu ne ya?" Parmağı havadaydı, ikisini de ikaz ediyordu gerçekten başı şişmişti, kendi meseleleri yetmezmiş gibi bir de onun ilişkisiyle uğraşamazdı.

"Böyleydik komutanım. Her şey gördüğünüz gibi." Söylerken bu defa Volkan'ın da sesinde sitem vardı. Bir kabullenemeyiş haykırıyordu sanki.

"Bu bir de ayrı hâliniz öyle mi?" Aralarındaki sevgi nefret bağları çok garipti ve gözle görülebiliyordu, asla kopamıyorlardı.

Şebnem başını sallayınca Mete gülümsedi, hiçbir şeyin bitmediği belliydi. İçinden onlar için kolaylık diledi, zordu ama aşılamayacak hiçbir şey yoktu şu hayatta, en azından o öyle düşünüyordu. Eğer Azra ile o bile aştıysa, buraya kadar gelebildilerse herkes aşabilir herkes gelebilirdi.

Herkes kendi hâline dönmüştü bir süre sonra, sohbet muhabbet içerisinde Azra ile Mete de konuşmaya fırsat bulmuştu.

"Demir," dedi kısık sesle, "Emredin komutanım," dediğinde dikkat çekmediğinden biraz daha samimi bir konuşmaya geçmişlerdi.

"İyisin değil mi? Sayende konuşamadık, dün sana gelirken konuşmayı planlıyordum." Azra gülmemek için sıktı kendisini, annesinin rüyasının gerçekleşmeyeceğini ve kafasına takılan Berzan meselesini söylemek istemişti ancak aklını başından alacak şeyler yaşamıştı.

"Ne planlıyordunuz?"

"Annemin rüyası asla gerçek olmayacak, takılma diye söylüyorum. Bu görevde görev dışında aklına hiçbir şeyin takılmasını istemiyorum."

"Bu helikoptere bindiğim an Azra değil Demir Astsubay oldum. Aklımın karışıklığı da helikopterden indiğim an bitecek emin olabilirsiniz. Zihnimi yönetemeyeceksem neden asker oldum ki?"

Mete bir liderdi, tim komutanı üsteğmendi, emrinde askerler vardı ve bir süre sonra rütbe alacaktı, gitgide yükselecekti. Yaptığı her şey mükemmeldi, planları, aile ilişkileri, arkadaşlıkları ve aşkı. Bu kadar kusursuzken yanındaki kadının da ona benzememesi imkansızdı. Seven gerçekten de bir süre sonra bazı şeylerde sevdiğine benziyordu. Azra daha kontrollü biri hâline gelmişti özellikle de Mete ile yollarını birleştirdikten sonra. Berzan'ın tacizinde yıkılırken Mete'nin elinden tutarak ayağa kalkmıştı. Yine önemli bir mesele vardı ve Azra her zamankinden daha da soğukkanlı davranacağını söylüyordu. En büyük travması rüyalarda görülmüştü, bundan çok etkilenmiş olsa da operasyona yansıtmayacaktı. Ondan öğrenmişti bunu, kardeşi öldü sanmasına rağmen aklını kullanmasından öğrenmişti.

"Sana âşık adam olarak değil de bir komutan olarak söylüyorum. Sen harika bir askersin Demir Leydi ve her iki kadına da sahip olduğum için dünyanın en şansı komutanı ve adamıyım." İki kadından kastı bir asker olarak Demir Astsubay bir kadın olarak da Azra'yı kastediyordu. Zaten başkasını kastetse bu kadın bu adamı çiğ çiğ yerdi.

"Emredersiniz komutanım," dedi gülümseyerek. Önlerinde çok büyük bir görev vardı ve birbirlerini rahatlatmayı iyi beceriyorlardı.

"Evet Gölge ve Sancak Timi, ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz. Bölgeye iniş sağlayacağız birazdan ve sadece yarım saat araçla ilerlememiz gerekecek."

El işaretiyle Göktürk'ten haritayı istedi, daha önce işaretledikleri haritaydı bu. Ortalarına yayıp parmağını surun olduğu yere koydu.

"Kale de fethetmedik demezsiniz artık." Kısa bir gülüşün ardından anlatmaya devam etti. "Bir çember içine alacağız bu evi. Dört yanı da sarılmış olacak. Surun tepesinde iyi bir yere Demir Astsubay konuşlanacak, Kırımlı sen de onunlasın. Gölge ve Sancak ise seri bir şekilde giriş yapacak yapıya. Jammeri aktifleştireceğiz, iletişimlerini keseceğiz. Böylelikle eş zamanlı operasyon yapmamıza da gerek kalmayacak."

Ellerini haritadan çekip Volkan ve Şebnem'e doğru baktı, bir ona bir de ötekine baktı. "Madem daha önce buraya girdiniz, hatırladığınızı anlatın. Dışı içi her şeyi bilmek istiyorum."

Volkan rütbeli olduğundan ilk o başlamıştı anlatmaya. Şebnem buna laf edecek değildi, askerlikle ilişki birbirine karışmamalıydı.

"İki katlı bir yapı ama çok yüksek değil, ortasında bir avlu var ve bir kenarı yıkılmış. Etrafı yapılarla çevrilmiş, bir kenarında da sur var ancak Demir Leydi'nin çıkıp açı bulması gereken sur daha geride kalıyor. Bir L hayal edin, uzun çizginin en ucunda ev, alt çizginin ortasında da keskin nişancı için uygun yer bulunuyor. Benim nişancım da onun tam aksi yönündeki bir bina üzerine konuşlanacak böylelikle kuş uçurtmayacağız."

İç kısmını anlatmak Şebnem'e kalmıştı, ayrıntı hatırlamada iyiydi. "Volkan Üsteğmen'in dediği gibi bir tarafı yıkıktı, onun haricinde üç büyük oda kalıyor geriye, depo gibi bir yer zaten. Aynı şekilde üst katları da var, kullanılabilir 6 oda mevcut. L demişti bir de, o L harfinin açıkta kalan kısımlarındaki yapılarla çatıları yakın ancak kalan yerler açık, nişancılık için müsait bir yer. Surda bazen turistlik faaliyetler oluyor şehrin bir kısmını göz önüne koyduğundan dolayı, orayı da güvenlik altına almamız lazım çünkü Azra orada olacak, fark edilirse etkisiz hâle getirmek isteyen ya da haber veren çıkabilir."

Azra gülümsedi, başlar ona dönünce de açıklama gereği duydu. "Beni göremezler, beni görmeleri için bunu benim istemem lazım ya da önceden orada pusuya yatmaları lazım. İstesem o surun tam ortasında dururum ve beni hiç kimse fark etmez."

"Valla denendi onaylandı Şebo, karda yürür iz bırakmaz o." Azra'ya bakıp göz kırptı, gurur duyuyordu onunla. Kendisinden çok daha iyi bir nişancı olduğunu da kabul ediyordu.

"O halde sorun yok."

Mete iniş yapmak üzere oldukları bilgisini alınca askerlerine döndü, hepsinin gözüne baktı teker teker. Onlara güven vermek istiyordu, cesur askerlerinin bir an dahi düşmesine göz yumamazdı.

"Türk Türk'ü esir ettirmez, ne demiş şair, hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım demiş. Biz o zincirleri kırmaya gidiyoruz. Birçok göreviniz oldu biliyorum ama belki de Türk'ün namusu diyebileceğimiz en önemli göreviniz bu. Ne bir sivile ne de bir askerimin başına bir şey gelecek anlaşıldı mı?"

"Emredersiniz komutanım." Sesleri helikopterin sesiyle karışmıştı, hızlıca iniş sağladıklarında dört adet araç onları bekliyordu. Herkes araçlara yerleştiğinde Azra, Mete, Göktürk ve Enes aynı araçta kalmışlardı. Direksiyona Göktürk geçmiş yanına Enes oturmuştu. Azra ve Mete de arka koltuğa geçmişlerdi. Tetiktelerdi, tüfek için manevra alanı kısıtlı olduğundan beylik tabancalarını çıkartmışlar ve öyle oturmuşlardı. Filmli cama rağmen tedbiri elden bırakamazlardı.

"Düğün varmışmış," dedi sessizce, aracın sesinden öndekiler duymasa da Mete işitmişti sözlerini.

"Sen," dedi başını ona çevirmeden, sırtları birbirine yaslıydı. "Düğün mü istiyorsun?"

"Siz benim ne istediğimi çok iyi biliyorsunuz komutanım." Omuzunu öne doğru çekip onunkine vurdu.

"Hakkımda çok kötü planların olduğuna şahit oldum onu kastediyorsan."

"Puşta bak dalga geçiyor bir de. Ben var ya ben sana çok çektireceğim haberin olsun."

"Çektir be Azra'm, çektireceksen sen çektir razıyım ben senden gelecek her şeye." Öyle güzel tonda söylemişti ki Azra başını hafifçe ona çevirmeden duramamıştı.

"Ben de seni seviyorum," diyerek yeniden önüne döndü.

"Bunu duyduk yalnız." Göktürk'ün gözü yolda olmasına rağmen kulağı hiç öyle durmuyordu. Enes de gülmeye başlamıştı.

"Bilmediğiniz şey mi lan sanki? Seviyorum abinizi." Üsteğmeni de gülümsetti bu cümle, görevler o böyle konuşmaya devam ederse zorlaşacaktı, gerçekten kendisini zor tutuyordu onu sarmamak için.

"Bilmez miyiz komutanım, abim de size sırılsıklam âşık, bayağı sırılsıklam ama. Dün eve öyle geldi çünkü."

"Enes çenen çıksın kardeşim sussana bu söylenir mi ya?"

Enesin lafları ikisini de utandırmaya yetmişti, bildikleri hiçbir şey yoktu. Dizginleri tutabilmek o kadar zordu ki Mete için, yine de bunu başarabilmişti. Arzular içinde kavrulurken bunu bastırmayı başarabilmişti.

"O şeydendir, yağmur vardı dün gece ama nasıl sağnak. Dedim şemsiye al yok iki adımlık yol dedi bana olana bak işte. Hasta olmadı Allah'tan."

"Ne hikmetse bizim mahalleye yağmayan yağmur sizin mahalleye yağmış. Tüm dünya abime karşı demek ki."

"Ağzına kürekle vurayım senin sussana mal herif."

Mete uzanıp Enes'in ensesine patlattı bir tane. Fazla ileri gitmişti, dur uyarısıydı ya da 50 kilometrelik koşu öncesi uyarıydı.

"Enes sana ne oğlum, ben sana Zeynep'le neler yaptığını soruyor muyum? Biraz özel hayata saygı ya."

"50 az gelir buna komutanım, bu defa tek başına 70 kilometre koşsun da aklı başına gelsin hıyarın."

Göktürk kahkaha atarken Enes de dudaklarına vurdu, iç sesi kendine bela okuyordu.

"70 iyidir, dönelim de koşsun. Ben yoruldum ceza vermekten bu yemekten bıkmadı. Tutamıyor çenesini hiç."

"Sakin olun komutanım," derken elini adamın bacağına yerleştirdi ve amacı sadece onu sakinleştirmekti ama onun daha da fena olacağını hesap edememişti. Mete bileğinden kavradığı eli koltuğa koydu. Kadın ise az önce yaptığını tekrarladı, eli bir karış daha yukarıdaydı.

Öndekiler fark etmeden kulağına eğildi yavaşça. "Ben yaparsam böyle sakin kalamazsın Demir Leydi'm. Şimdi çek o elini bu bir emirdir."

"Sakin kalamamak çok isterdim ama komutanım emrettiğine göre çekilmem gerekiyor." Elini bacağından çekip tüfeğini kavradı.

Mete tekrar eski pozisyonuna geçti ve etrafa baktı. Arabanın durdurulmasını istedi, koordinatlara ulaşmışlardı. Arabadan inip etrafa göz attı Mete, askerleri karşısında toplanınca onlara döndü. Volkan'ın keskin nişancısını işaret edip konuşlanacağı yeri gösterdi, Enes ve Azra'yı da işaret edip suru gösterdi. Mete, Hakan ve Elvan surun diğer tarafından aşağıya iniş sağlayacaklardı. Fırat ve Orhan diğer iki askerle beraber yandaki çatıya konuşlanıp evin çatısına geçerek içeriye oradan giriş sağlayacaklardı. Göktürk, Volkan ve Şebnem de kalan askerlerle evin kalan iki kanadını saracaklardı. Böylelikle ev abluka altına alınmış olacaktı, çıkmak zorunda kalacaklardı.

Herkes yerini almıştı, Azra da Enes'le beraber sur burçlarının arasına konumlanmış oradaki demir yığınının altına girmişti, Enes de onunla aynı yere girmişti. Çok rahatsızdı ancak Azra hâlinden memnundu.

"Demir'e demir," dedi gülerek, daha güzel tesadüf olamazdı. Tüfeğini iyice yerine oturtup dürbününe yerleştirdi gözünü.

"Enes okçular tepesinde en çok sevdiğim şey nedir biliyor musun?"

"Nedir komutanım?"

Mesafe ayarını yaptıktan sonra tekrar konuştu.

"Görüşümün açık olması, düşmanımın namlunun ucunda olması. Aynı şimdi olduğu gibi, herkes avucumun içinde." İlk atış hakkı ondaydı, jammer kullandıklarından dolayı iletişim kuramıyorlardı. Diğer herkes de olması gereken yerdeydi. Mete ve yanındaki iki askeri surdan aşağı sarkıp inmişlerdi.

İki adam göz göze geldi, kapıda bekleyen iki teröristin üzerine atlayıp etkisiz hâle getirmeleri çok kısa sürmüştü. Ateş edip haber veremedikleri gibi ağzını burnunu aynı anda kapattıkları için bağıramamışlardı da. Elvan da onlar bunu yaparken yanda uyuklayan teröristin kafasını kavrayıp hızlıca çevirmişti.

Fırat ve Orhan da diğer iki askerlerle yan çatıdan diğerine atlayıp halatlarını bir yere sabitlemişlerdi. Bir kat sarkacak olsalar da Mete onları sıkı sıkıya tembihlemiş bir aksilik olmasını istememişti. Orhan halata tutunup çok az kendini aşağıya sarkıttı, telefonunun kamerasını açıp içerisini çekmeye başladı, çok dikkatliydi bunu yaparken asla kendini belli etmemişti. Tekrar yukarıya çıkıp video kaydını oynattı, içeride kimse yoktu, buradan girmek daha rahat olacaktı, camın kırık olması da işlerini kolaylaştırıyordu.

Fırat parmaklarıyla aşağıyı işaret edince dördü de sarkıp içeri girdiler. Oldukça sessizlerdi, aşağıya ses ulaşmamalıydı, yan taraflarda da olabilirlerdi bunu ancak girdiklerinde göreceklerdi. Tam orta odadalardı. Dizleri hafif kırarak ikiye ayrılıp zıt yönlere doğru yürümeye başladılar. İki kapı bekliyordu onları, Orhan gibi Fırat da telefonunu çıkartıp kapı arasından içeriye uzatmıştı. Burası temizdi. Orhan ise kendini şanslı saydı, içeride iki terörist ve birkaç sivil vardı. Elleri ağızları bağlıydı ve asla ses çıkarmıyorlar öylece bekliyorlardı. Demek ki konsolosun onlara yaptığı konuşma etkili olmuştu bir nebze.

Orhan Fırat'a döndü ve içeriyi işaret etti. Onu beklemesi gerekiyordu ancak yapmadı, kapıyı hızlıca açarken ses çıkmayacağını düşünmemişti bile şanslıydı, bir teröristin kafasına telefonunu fırlatırken diğerine de tüfeğiyle vurup yere yığdı. Telefon fırlattığı sendeleyerek camdan aşağıya düşünce bakıp kontrol etti. Ölmüştü, aşağıdan kendisine şaşkınca bakan Şebnem'e baş parmağıyla hallettik işareti çekip tekrar içeriye döndü. Diğer asker de bayılan teröristin başına dikildi.

"Manyak, oğlum böyle mi yapılır bu iş? Ya ateş etseydi, ya sivillere zarar gelseydi, ya aşağıdakiler fark etseydi?"

"Terorist gördum mi duramiyurum ya, bombasuz uçurdim ha bu hevali. Kanatlandi sanki poh yiyenun uşaği."

Fırat gülmeye başlayıp sivillerden birini çözdü. "Korkmayın geldik, sizden istediğimiz sessizliğinizi biz dönene kadar sürdürmeniz. Böylece herkes kurtulabilir. Ertan sen şu iti paket et biz devam ediyoruz."

Eli çözülen sivil diğerlerinin de iplerini çözmeye başladı. Böylelikle ilk adım tamamlanmıştı. Merdivenin başına geçip atış sesini beklemeye başladılar.

Göktürk nöbetçilerden birini gözüne kestirip boğmayı planlasa da ona ulaşana kadar görüp ateş etme ve bağırma ihtimalini düşünerek kasaturasını fırlattı tam alnının ortasına yediğinden karpuz kesilmiş gibi her tarafa kan sıçramış bu görüntü Sayaç'ı sevindirmişti. "İki," dedi gülerek. "Kan kırmızısı en sevdiğim."

Şebnem omzuna dokunup tebrik etti askerini, önünden ilerleyip sütunun kenarına gidince kendisine bir tabanca uzatıldı. Volkan onu görünce hemen peşinden gidip teröriste silah tutunca kendisi de ensesinde silahı hissetti. Silahları bırakmaları gerekiyordu, ikisi de tüfeklerini kenara atıp beylik tabancalarını da yanına koydular. Orada onları vurabilirlerdi ancak ses çıkmaması gerekiyordu.

"O namluyu çok yanlış kişiye doğrulttunuz. Bu kıza bir şey yaparsanız yaşatmam sizi." Zaten yaşatmayacaktı ancak sözleriyle bunu belirtmeye gerek yoktu.

"Ona bir şey yaparsanız size hayal bile edemeyeceğiniz şeyler yaparım, ölmek için bana yalvarırsınız." Sert bir tokat yediğinde gülmeye başladı Şebnem, ifşa olmuşlardı içeriye ses çoktan gitmişti böylece artık harekete geçeceklerdi.

"Bu mu lan gücün?"

"Dön arkanı."

"Sen de dön lan arkanı."

Aklı sıra ikisini de rehin alıp diğer askerlerin buradan çekişmelerini sağlayacaklardı. İki keskin nişancı tepedeydi, Azra'nın görüş açısında olmasa bile öteki askerin tam karşısındalardı ancak onların halledeceğini bildiğinden içerideki teröristlerden birini hedef almıştı, konumu tehlikeli gözüküyordu çünkü.

"Ben ne dedim size, o kıza dokunmamanızı söyledim değil mi?" diyerek boştaki eliyle silahın namlusunu tutup başka yöne çevirdi, parmakları arasından Volkan'ın avcuna düşen silahı kafasına yiyeceğini bilmiyordu. Şebnem de aynısını yaptı ancak vurmayıp onu yere yatırmış, ayağını sırtına koymuş ve silahı ona doğru tutmuştu.

"Türk kadınına tokat atarsan böyle ayaklar önüne serilirsin işte." Başını Volkan'a çevirdi, sinir küpüydü her zamanki gibi ama bu defa yakacağı kişi o değil teröristlerdi.

"Acıdı mı diye sormayacağım acil girmemiz lazım."

"Acımadı komutanım, verin işareti." dedikten sonra Volkan telefonunun flaşını açıp kapadı, böylelikle kendi tarafındaki nişancıya haber vermiş oldu, o da Azra'nın bulunduğu tarafa aynı şeyi yapınca haberleşmişler ve operasyona başlamışlardı.

Azra ilk atışı yaptı ve arka tarafta gördüğü teröristlerden birini vurdu. Çok hızlı hareket etmesi lazımdı ve dikkatli olmalıydı, pencereden uzaklaşmasına fırsat bile vermeden ikincisini vurdu. Diğer nişancı da kendi tarafındaki tehlikeli konumdaki teröristi vurdu. İki tim de hızlıca içeriye giriş sağlamışlardı.

Mete tüfeğinin namlusunun ucuna kim gelirse indirdi, canlarını acıtanın canlarını acıttı. Teröristlerin cama yaklaşma ihtimalleri yoktu, kapıda da tehlikelilerdi. Duvar tarafına geçip sivilleri cam ve kapı önüne dizdiler. Böyle olmayacaktı, üsteğmen içeri girse de sivilleri riske atamazdı, kapı açıktı, o teröristlere uzatmıştı namlusunu ancak birkaç namlu birden sivillere dönüktü.

Birinin gelip onlara yardım etmesi şarttı. Azra yetişene kadar her şey çok geç olabilirdi. Mete bekledi sonra da koridora doğru parmak işareti yaptı, bu yardım lazım demekti. O yardımı istemeden gelen biri vardı zaten kırık camın önündeki insanları aşarak içeriye girdi, öyle bir girmişti ki teröristler sorgulamamıştı varlığını.

Dört terörist bir Metelerdi ancak üsteğmen yalnız değildi artık.

"Heval çek şu tüfeği dibimden." Yüzünün yarısı örtülüydü, sivillere kendini ifşa etmemesi lazımdı. Kavradığı tüfeği sert bir şekilde çekerken yandaki teröristin de karnına tekme attı. Mete kalan diğer iki teröriste ateş ederken karnına tekme yiyen camın önüne doğru sendelediğinden Azra'nın hedefi olmuştu, tek ateşle indirdi. Murat da diğer teröristin kafasını kırdıktan sonra hemen Mete'nin yanına gitti.

"Arka taraf temiz, yan taraftan devam edelim," diyerek kucakladı arkadaşını, üsteğmen bir askeri içeriye girmesi ve sivilleri çözmesi için görevlendirdikten sonra koridora geçti.

"Nereden çıktın lan sen? İyi ki çıktın bu arada."

"İstihbarat aldım size ulaşamayınca kendim getirdim. Rehineler 4 5 yere değil iki yere bölünmüşler. Zaten fark etmişsinizdir burada otuza yakın rehine var. Başka bir yerle uğraşmayın diye ayağınıza geldim işte daha ne istiyorsun?"

Karşısına çıkan teröristi elindeki keleşle öldürdü ve yoluna devam etti. Kalan iki odadan biri Volkanlar tarafından temizlenmişti, tek bir oda kalmıştı, camdan ateş yiyeceklerini bildiğinden bir rehine aldı eline terörist. Boğazına sıkı sıkıya sarıldı ve öyle çıkmaya kalktı. İçeriye Orhanlar peşinden de Mete ile Ayakçı girince paniklemiş kendini dışarıya atmıştı. Diğer üç terörist de sivillerin başına silah dayamış kurtulmak için son çareleri kullanmışlardı.

"Komutanım," dedi Enes, "Ya sivile bir zarar gelirse." Mesafe ölçümünü yaptıktan sonra Azra ayarını yaptı ve parmağını tetiğe götürdü.

"Akıncı Üsteğmen helikopterde bugün ne anlattı? 5 sene önce o ipi elim titremeden vurduysam o iti de elim titremeden vururum ben."

Nefesini düzene soktu, görüş alanı netti, etrafta ona engel olabilecek, aksilik çıkartabilecek hiçbir şey yoktu.

"Bismillah," diyerek çekti tetiği. Sadece sol gözü meydandaydı, iyice arkasına gizlemişti ancak görmek için birazcık başını kenara çıkarmıştı. İşte Azra da tam oradan vurmuştu, sivil şok geçirirken Azra eserine gururla baktı.

"Gözünden de vurduysam ne mutlu bana."

"Size direkt mareşallik verilmeli, şaşkınlıkla izliyorum."

"Ben hayatımda alabileceğim iki büyük ödülü aldım zaten, bu ülkeye kolunda taşıdığın ay yıldızlı bayrağa hizmet edebilmek en büyük ödül benim için."

Bir de sen üsteğmenim, senin sevgin benim bir diğer ödülüm.

Fırat bir teröristi gebertirken Ayakçı arkada duruyordu, kendini göstermek istememişti. Üsteğmen de bir tanesini etkisiz hâle getirdi. Sonuncusu da tüfeğini bırakıp ellerini kaldırdı sonra da kapıya doğru koşmaya başladı.

"Ula geri zekali," deyip ensesinden yakaladı Orhan. "Yüce Rabbim akil dağiturken kafanuze gara lahana mi tuttunuz ne ettunuz de bu kada kafasuz oldunuz?

Bacağına bir tekme vurup yere çökmesini sağladı, Fırat tüfeğini ona çevirirken Orhan da üstünü aradı, temizdi.

"Valla kafasız bunlar haklısın astsubayım. Oğlum alın şu hıyarı da." Orhan sivillerin ellerini çözerken Mete de pencerenin dışında duran ve şokla yere çökmüş sivilin yanına gitti.

"İyi misiniz? Bitti her şey sakin olun." Kırklarındaki kadın şoka uğramış gibiydi, üsteğmen elini çözdüğü zaman onu fark edebilmişti. Tedirgin olup bir adım geriye gitse de önce kolundaki sonra da tüfeğindeki ay yıldızı görünce rahatlayıp kendisine uzanan eli tutmuştu. Üsteğmen kadını yavaşça yerden kaldırıp içeriye doğru yürüttü, onu Göktürk'e emanet edip tekrar aynı yere döndü. Telefonunun fenerini iki kere açıp kapadı, görev tamam dikkatlice dön demekti bu. Dürbünden seyredildiğini bildiğinden ona kalp yapmak çok istemişti ancak elindeki tüfek ve güvenlik önlemleri yüzünden bunu yapmadan geri döndü.

"Ee birinci düğün tamam değil mi? Tim toplanın ikinci düğüne yetişeceğiz daha." Gülümsedi Mete sonra da kenarda toplanmış sivillere döndü. Yirmi dört kişilerdi, bu da demek oluyordu ki 25 kişi eski hamamdaydı.

"Hiç merak etmeyin bugün diğerleri de kurtulacak ve konsolosluğumuzu da tekrar geri alacağız. Arkadaşlar sizi güvenli bölgeye nakledecekler."

Gölge Timi sivillerin ilk posta nakliyle ilgilenirken Sancak Timi de güvenli eve geçip plan program üzerinden geçmek istemişlerdi. Bir haber bekliyorlardı ondan sonra harekete geçeceklerdi. Aynı zamanda bu küçük bir molaydı, yemek yemek onlar için güç kaynağı olacaktı.

Azra çantasındaki kumanyaları çıkartıp önüne koydu, kapağını açacağı sırada Mete ondan önce davranıp açtı ve ona doğru uzattı.

"Taşı sıksam suyunu çıkarırım biliyorsun değil mi?"

"Bilmem mi? Sen beni de döversin o potansiyeli görüyorum." Omuzunu kadınınkine vurdu yavaşça. "Sen ne güzel vurdun o teröristi öyle, hayran kaldım doğrusu. Aşkımdan öte hayranım kızım sana gözünden vurmuşsun herifi."

Azra yumruğunu sıkıp başardığını gösteren bir hareket yaptı. "Bunu öğrenmeseydim meraktan çatlardım. Atmışım değil mi, tam gözünden vurmuşum. Oh çok şükür ya rabbim."

"O kadar güzel cümle söyledim yok mu karşılık?"

O güzel cümlelere öyle bir cevap vermek istiyordu ki hiç yeri değildi. Yeri olsa da üsteğmen geri çekecekti kendini biliyordu. Adamın kulağına eğilmeden önce konservesinden bir çatal aldı sonra ona döndü.

"Sana öyle bir karşılık vermek istiyorum ki hiç yeri değil biliyor musun? Bir de bakıyorsun böyle utangaç utangaç sana temas bile edemiyorum çıldırıyorum. Tam şu an seni öpmem lazımdı."

Bu ilişkide bazı şeyler tersten işliyordu, Mete utangaç ve duygusal davranan taraftı daha çok. Azra'ya kalsa çoktan birlikte olmuşlardı. Onu dizginleyen Mete'ydi.

"Ceza mı veriyorsun bana böyle konuşup, görevdeyiz ve durmak zorunda olduğumu biliyorsun tabii."

"Evet komutanım, sizi kudurtmaktan zevk alıyorum." Onu kudurturken kendisi de çok farklı değildi. Arka taraflarında kimse olmadığı gibi büyük odanın da en köşesindelerdi. Diğerleri başka odalardaydı, bunun rahatlığı vardı ikisinde de. Mete kaşlarını havaya kaldırıp başını yana yatırdı.

"Yemin ediyorum senin benden çekeceğin var. Bak öyle böyle değil intikamımı çok fena alacağım ben."

Hodri meydan der gibi baktı adama, önündeki konserveden bir çatal ona da verdi sonra da kendisi yedi. Çok uzun sürmemişti konserveyi bitirmesi.

"Ee komutanım, yok mu eski hamama gitmemiz?"

"Seni hamamda yıkamam yok mu?"

Azra yok anlamında başını salladı gülerek, dengesiz tavırları bile adamı kendisine hayran bırakmaya yetiyordu.

Uydu telefonunun çalmasıyla Mete yeniden üsteğmen hâline döndü. "Göktürk uydu." Telefondan haber ulaşmıştı artık tüm düzenlemeler hazırdı. Artık harekete geçebilirlerdi, emir gelmişti.

"Harekete geçiyoruz, bu rehine krizi bugün çözülecek. Bugün herkesi kurtaracağız ve konsolosluğumuzu geri alacağız."

Ayağı kalktığında kızın ellerini kavrayıp onu da ayağı kaldırdı. "Emredersiniz komutanım, okçular tepesi bende," diyerek kenara yasladığı Bora'sını alıp sarıldı.

"Oradan bir açı bulamayacaksın, bizimle geleceksin sen de. Bu defa sahadasın." Etrafta kimse yokken alnına bir tane öpücük kondurup geri çekildi.

"Sancak Timi, harekete geçiyoruz ve rehinelerin hepsini tek tek kurtarıyoruz anlaşıldı mı?"

"Anlaşıldı komutanım." Sesleriyle beraber tim gizlice harekete geçmiş yakın mesafedeki eski hamama intikal etmişlerdi. Bindikleri kamyon kasasının içinde de planı gözden geçirmişlerdi.

"Bir kısım arkadan, diğer kısım da önden girecek. Bugün bu olayı çözeceğiz, o herifleri de yakalayacağız. Bunun arkasında kim varsa cezasını keseceğiz. Türk insanı bizim namusumuzdur, namusumuza el uzatanı yakacağız."

Bulundukları yerden eski hamama mesafe az olsa da güvenlik tedbiri yüzünden araçlarla yeniden yola çıkmışlardı. Eski hamamın bir ev sayesinde sadece bir yanı kapalıydı, bir kısmı yıkık olduğundan da içerisi gözükmüyordu. Çevredeki alanlarda ev temelleri vardı, en fazla bir metre yükseklikteydi, hepsi yıkılmıştı. Eğer Azra keskin nişancı desteği verecek olsaydı zeminden yapması gerekirdi, bunda da verim düşüğe ineceğinden onu timinin yanında istemişti üsteğmen.

Birkaç dakikalık yol gelmişlerdi sadece, kimseden ses çıkmıyordu. Araç seslerinin duyulmayacağı kadar uzakta inip eski hamamın yanındaki tek yapının bulunduğu yönden tedbirli halde sarmaya başladılar yapıyı. Dokuz askerlerdi, içeride 24 rehine olmalıydı, aynı zamanda terörist de dolu olmalıydı.

Üsteğmen parmaklarıyla çevreleme işareti yapınca timi ikiye bölünmüş bir kısmı arkaya gitmişti. Emri bekliyorlardı, emir geldiği gibi de harekete geçeceklerdi.

"Sancak burası çok sessiz, bu kadar sessiz olmamalıydı, ben burayı hiç sevmedim dikkatli olun."

Gözlerini yanındaki keskin nişancıya çevirdi, tuzak bile olsa ona seve seve girecek biriydi, gözü karaydı ve asla ürkmüyordu.

Hemen önüne dönüp hızlı ama dikkatli adımlarla girişe ulaştı, yıkık alanı dikkatle aşmaları ve ses çıkarmamaları gerekiyordu, öyle de olmuş ses çıkarmadan sağlam kısmın kapısına ulaşmışlardı. Mete omzunu kapının kenarına dayayıp hafifçe başını içeriye doğru uzattı. İlerleyebilirdi, temizdi. Küçük adımlarının peşinden askerleri de gidiyor, hiçbir ayrıntıyı kaçırmıyorlardı. Etraf temiz gözüküyordu ancak içeriden küçük patırtılar gelmeye başlamıştı bile. İki parmağını havaya kaldırıp Elvan ve Enes'i işaret etti ardından kapının yanındaki boşluğu gösterdi. Diğer grup da arkadan giriş sağlayıp diğer odaya varmışlar, kapısında giriş için hazıra geçmişlerdi. Diğerleri de koridorun ve çevrenin güvenliğini sağlayacaklardı, içeride bir çatışma çıkarsa diye de tetikte duruyorlardı.

Mete eliyle işaret verdiği an Enes ve Göktürk kapıları kırıp içeri daldılar, Mete Enes'in hemen peşinden girip tüfeğini karşıya doğrulttu. Eli ağzı bağlı sivillerden başka kimse yoktu, öteki oda da bundan farklı değildi.

"Burası temiz komutanım."

"Burası da temiz Sayaç, çözün sivilleri."

Mete bunun anlamını çok iyi biliyordu diğerleri gibi. Herkes tetikteydi, camların önünde değillerdi ancak sivillerin bir kurşuna hedef olmasını da istemediklerinden onları hemen güvenli bir yere almalılardı.

Elvan sivillerden birinin önce ellerini sonra ağzını çözdü. "İyi misiniz?"

"Gittiler, bizi burada bırakıp gittiler."

"Merak etmeyin sizi buradan çıkartacağız."

Elvan cama doğru baktı, dışarısı buradan gözükürken dışarıdan içerisi asla gözükmüyordu.

"Hakan arka oda güvenli mi?"

"Tepesi yıkılmış sadece, duvarları sağlam ve penceresi yok komutanım."

Üsteğmen onların paniklemesini istemiyordu bu yüzden konuşmamış onları güvenli yere aktardıktan sonra tehlikeyi söylemek istemişti.

"Kırımlı, arkaya alın sivilleri."

Siviller odadan çıktığı anda Azra Bora'sını kurup bir varilin üzerine yerleştirdi ve cama doğru tuttu. Bu varilin onu korumayacağını biliyordu ancak konuşlanacak başka bir yeri yoktu.

Fırat ve Göktürk sivillerle kalmışlardı öne göre daha korunaklı olan arka kapının korunmasından da onlar sorumluydu. Azra, Mete ve Enes odada kalırken Elvan koridora yerleşmiş, Orhan ve Hakan ve Şebnem çıkıştaki yıkık harabe kısıma konuşlanmışlardı.

"Eğer ki silah sesleri duymaya başlarsanız korkmayın, buradan kimse zarar görmeden çıkacağız." Fırat sivilleri önden sakinleştirmek istemişti çünkü birazdan orada kıyamet kopacaktı.

"Tuzak olduğunu bile bile içeri girdik çünkü siviller burada olabilirdi, öyle de oldu. Çok kalleş bu piçler."

"Bunun için asker olduk biz." Azra'ya kısa bir bakış atıp yeniden önüne döndü, parmağı tetikteydi ve çok sert duruyordu. "Kıyamet kopacaksa da kazanan biz olmak zorundayız. Bu 24 kişiyi buradan sağ salim çıkarmak zorundayız, bu bizim başlıca görevimiz."

"22," dedi bir ses, Göktürk konuşmuştu. "Komutanım 22 kişi saydım."

"24 olmalıydı Sayaç iyice saydın mı?"

"Bana boşuna Sayaç demiyorsunuz, saydım tabii ki. İki kişi eksik."

Dışarıda teröristler tarafından çevrelendiğini biliyorlardı, daha kötüsü burası sivillerle doluydu. İki kişi eksikti ve konsolosluk hâlâ düşman elindeydi. Her şey çok zor gözükse de çözülmeyecek şeyler değildi, sadece ölümün çaresi yoktu. Mustafa Kemal Paşa gemi topları saraya döndüğünde pes etmemişti, geldikleri gibi giderler demişti, bunlar da geldikleri gibi gideceklerdi ama öteki dünyaya.

"Kimler eksik sor hemen."

"İki kişi eksiksiniz, kimler yok?"

"Başkonsolos İlhan Avar'ı götürdüler." Adam başını yan taraftaki karısına çevirdi, gözleri doluydu ağlamamak için zor duruyordu. "Ve oğlumuz kayıp. Siz gelmeden hemen önce kapıdan fırlayıp çıktı." İlk söyledikleri isim önemli bir isimdi, öyle bilinçliydiler ki onu ilk adımda söylemişler ve öz oğullarını sondaya bırakmışlardı.

Üsteğmen duyduğunu söylerken bile sıkmıştı dişlerini. Bu hiç iyi olmamıştı, herkes bulunmuştu ancak buradan sağ salim çıksalar bile eksik çıkacaklardı.

"Siçayum boyle işin çarkune ben."

Üsteğmen de Orhan gibi düşünse de ağzını açmadı, başını Enes'e çevirdi, camı kırması gerektiğinin işaretiydi bu. O cam inecek ve çatışma başlayacaktı, yoksa beklemek onları daha da zarara sokardı.

Enes yerdeki tuğla parçasını öyle güzel yere fırlatmıştı ki cam paramparça olmuş, hepsi yere saçılmıştı. Hemen kenara çekilip sırtını duvara yaslamıştı, camın diğer ucuna Mete geçmişti, en açıkta olan Azra'ydı, başka şekilde müdahale edemezdi.

Bir kurşun sesi gelmiş odanın uzak bir köşesine saplanmıştı. "Atış serbest görerek ateş edin," dedi üsteğmen. Normalde koruma ateşiyle buradan kurtulabilirlerdi ancak sivillerin canını tehlikeye atamazlardı.

"Bismillah," dedi Azra, bu defa okçular tepesinde değildi ama görevi yine farklı değildi. Sadece bir el görmüştü, yıkık bina temelinin üzerindeki bir namlu ucu gördü sadece. Rüzgar ayarı yoktu bu defa, atışı kendi ustalığıyla halledecekti. Tetiği çekti korkusuzca, kurşun tam tüfeğe isabet etmiş teröristi bir kenara savurmuştu, parmağı da bu vuruşla tüfeğin tetik kısmına sıkışıp kopmuştu.

"Sayaç bir etti yaz tahtaya," dedi gülümseyerek, bu söz timdekileri de gülümsetmişti. Eli titremezdi, hep isabet ettirir o hedefi vururdu. Bora onun vücudundan bir parça hâline gelmişti, bu onun için büyük bir ödüldü.

"Yazdım komutanım, sayıyorum her Bora sesini ben." Kendi de dışarıya baktı, teröristler ateş açınca karşılık verip geri çekilmişti. Kalabalıklardı ancak içeridekileri yok etmek isteselerdi şimdiye kadar ederlerdi, onları sıkıştırıp teslim olmaya zorlamak sonra da esir almak istiyorlardı. Böylece esirleri kurtarmaya gelen askerler de esir düşecekti. Bu büyük bir fiyasko olurdu ve Türkiye'yi kendi vatandaşını kurtaramayan ve askerinin bile esir düştüğü güçsüz bir ülke gibi göstermek için çok güzel bir fırsattı.

Üsteğmen başını çıkarmaya çalışsa da başaramadı, gerçekten de kurşun yağıyordu. Attığı bir kurşun tesadüfen düşmanı vurmuştu, buna rağmen başarılı değildi, görüşü sıfıra yakındı.

"Hakan, Şebo. Bize koordinat lazım, başımızı çıkaramıyoruz." Bakmadan bir iki el ateş edip dikkatlerini dağıtmak istediyse de yapmadı. Görerek vurmazlarsa mermileri bitebilirdi. Tedbirli davranmalılardı, anca konsolosluk operasyonundan önce ikmal yapabilirlerdi şimdi ellerinde ne varsa onlarla savaşacaklardı.

"Ben bakarum." Orhan tüfeğini sırtına astı ve çantasını yere bıraktı.

"Bana bak bombalı deli, kendini vurdurma kafanı kırarım."

"Emredersunuz komutanum ya ne vakit vurdurdum kendumi ya?" Hakan önceki vurulma olayını bildiğinden başını ona çevirmiş soruyu ciddi ciddi mi sorduğunu sorgulamıştı.

"Onda ben vurdurmamiştum ya onlar vurmişti beni."

"Dikkatli ol." İkazı bu defa yanında duran Şebnem'den gelmişti. Tüfeğinin namlusu çıkmıştı ancak o da pek fazla ateş edemiyordu. Bir anlığına başını kaldırdı ve açıklıktan faydalanıp iki el ateş etti, bir teröristin omzundan vurunca tüfeğin namlusunu öbür yana çevirdi. Ses o yönden geliyordu ancak görüntü yoktu, ateş edip tüfekleriyle beraber gizleniyorlardı. Yoğun ateş altında olduklarından da çok azını yakalayabiliyorlardı.

Hakan telefonunun kamerasını açıp yukarıya doğru kaldırdı, bu çekim işlerine yarayabilirdi. Hiç olmazsa Orhan'ın yolunu temizleyebilirlerdi.

Orhan ise sürüne sürüne taşlar arasından geçip kör noktaya girmiş oradan karşı yıkık taşlar arasına girip teröristlerin olduğu tarafa doğru gitmişti.

Hakan video kaydına bakıp birkaç yeri tespit etti ve kafasındaki mesafe ayarını yapıp tek kalkışta ateş etti, bir teröristi o indirirken arkasındakini de Azra indirmişti.

"Elvan, sende sıra."

Üsteğmenin emriyle Elvan nöbetçi olduğu koridordan arka tarafa doğru ilerlemeye başladı, tüfeğini sırtına asmış çantasını da bırakmıştı, Orhan'ın yaptığını arka alanda yapacaktı. Adımları birbirini kovalarken kapıya yaklaştı, sürünerek devam etmesi lazımdı. Kapının arkasına saklanan çocuğun dışarıya doğru koşacağını o da hesap edememişti. Sırtındaki tüfeğini eline alıp koruma ateşi açsa geç kalabilirdi, kapıya ilerlemesi yavaşlayabilirdi. Elvan koşmayı tercih etti. "Dur çocuk, hemen yere yat oraya gidemezsin!" diye seslense de çocuğun tüm algıları kapalıydı aynı Elvan gibi. Arkadan geçilen uyarıları duymamıştı bile ve çocuğun peşinden hiçbir koruma olmaksızın dışarı çıkmıştı.

"Gitme yat yere ateş ediyorlar, dur çocuk." Böyle olacak gibi değildi, çocuk kurşuna kurban gidecekti. Hızlandı ve çocuğun üstüne atladı, çocuk yere düşünce başını taşa vurdu. Elvan buna rağmen onu kurşundan korumanın mutluluğunu yaşıyordu. "Kurtardım seni," dedi gülümseyerek. Üzerine tüm gövdesini kapamış, kurşunlara karşı siper etmişti. Buradan kurşun isabet etmesi çok güçtü çünkü hemen önlerindeki kısa duvar onları koruyordu.

"Asker abla üzerimden kalkar mısın? Başım acıdı." Elvan şefkatle çocuğun başını okşadı. "Öteki türlüsü daha kötü olurdu emin ol." Kollarından destek alarak doğrulmaya çalıştı, yapamadı. Vücudunda bir sıcaklık vardı, daha önce bunu hiç hissetmemişti. Kolları hareket etse bile belden aşağısının hissi gidivermişti, sıcaklık ağrıya dönünce kendisini kolları yardımıyla güç bela yana doğru attı. Çocuk daha rahat nefes almaya başladığında onun nefesi düzensizleşmeye başlamıştı.

"Sürünerek içeri git çocuk." Çocuk onun sözünü dinlerken tim bir şeylerin ters gittiğinin farkındaydı.

"Elvan, iyi misin? Sesin neden öyle geliyor?"

"Komutanım vuruldum. Bacaklarımı hissedemiyorum." Kolunu başının altından çekmeye kalksa da yapamadı. Sakindi ancak sesi kesik kesikti.

"Elvan sakin ol, seni oradan çıkaracağın tamam mı?" Göktürk ağırlık yapmaması için tüfeğini bırakmış, Enes de ön taraftan ateş desteğine gelmiş kapının oradaki yerini almıştı.

"Koruma ateşi açtığım anda çık Sayaç."

İki asker de etrafa bakındı, kalabalık olsalar da birkaç saniyeliğine onları ateşiyle durdurabilirlerdi, biliyordu. Namlusunu düşmana doğru çevirdi, Göktürk'ün gidiş yolu ve Elvan'ın yeri atış menzili dışında olduğundan düşmana rahat rahat koruma ateşi açılabilirdi. Ateş etmeye başladıklarında teröristler yıkık temellerin ardına gizlenmişler başlarını bile çıkaramamışlardı.

Göktürk yere eğilip Elvan'ın olduğu yöne doğru koştu ve dizlerinin üzerine kapaklanıp yüzüne eğildi. "İyi misin? Duyuyor musun beni Elvan?" Yanağına hafifçe vurdu kendine gelmesini istiyordu. "Hı hı," derken gözleri bayık bakıyordu. "Kendini bize taşıtmak için vurdurmuşsun zaten, ne kıl insansın sen ya? Bana bak bu küçücük yaranın nazını falan yapayım deme öldürmez bu şansımıza küsmek zorundayız."

Elvan söylediklerini algılamayınca kapıya doğru döndü. "Gerçekten iyi değil komutanım." Kızı kucağına aldı, hızlı adımlarla içeri getirirken bir kurşuna daha hedef olmamalarını diledi, şansına rastgele gelen bir kurşun tam yanından geçmiş ancak onlara isabet etmemişti.

"Kurtuluyorsun benden." Yüzünü ekşitti, gözleri bayık bayık bakarken Göktürk'ün kolundan destek almaya çalışıyordu. "Büyük Türkiye sağ olsun," dedi, gözleri kapanmadan önce çok içten dile getirmişti bunu.

"Elvan şşt kapama gözünü bak bana, duyuyor musun beni? Komutanım nasıl yatırayım?"

İçeriye girdiklerinde Enes ateşe devam etmiş Şebnem de Elvan'ın yanında içeriye doğru girmişti, hâlâ Göktürk'ün kollarındaydı. İki bacağına birden kurşun isabet etmiş bir hissizliğe sebep olmuştu. Şebnem'in işaret ettiği yere bıraktı kızı, artık orada işi kalmamıştı. Uydu telefonunu komutanına götürmesi gerekiyordu. Elini omzuna koydu duymayacağını bilse de. "İyi ol ve bizi sinir etmeye devam et duydun mu beni? Kendine geleceksin, iyi olacaksın." Kalkıp gidince iki sıhhiye baş başa kalmışlardı. Şebnem yaralara baktı, öldürmezdi ama süründürürdü bu yara onu.

"Komutanım."

"Söyle Şebo."

"Elvan'ın acilen hastaneye gitmesi gerekiyor yoksa bacaklarını eskisi gibi kullanamayabilir. Ben kanı durdurmaktan başka bir müdahalede bulunamam." Sözlerini ederken kızın bacaklarına turnike uyguluyordu. Belki geri göreve alınacak belki de malulen emekli edilecekti. İlki olmasını diledi, bir askere sen artık iş göremezsin emeklisin demek kadar zor bir şey yoktu.

"Kurşunlar zamanında çıkarılırsa ölmeyecek."

Elvan'ın bilinci tamamen gitmiş ve gözlerini yummuştu, artık buradan çıkmak zorundalardı yoksa yaşayacakları tek şey al bayrağa sarılı bir asker bedenini taşımak olurdu.

♟️

Orhan'ın bombaları, rehine kurtarma, Ayakçı Murat Türker derken yoğun bir bölümdü. Murat'ı özlemiş miyiz peki?

Volkan ve Şebnem atışmaları sonra da teröristlere karşı birbirlerini korumaları...

Azra ve Mete de olmayacak yerde çekin yaşıyorlar neyse ki benim çocuklarım sınırlarını biliyor göreve etki edecek bir şey asla yapmazlar.

Çenen çıksın Enes sus artık sus Gökomu delirttin iyice ahajsnsjsksk

Elvan peki... Yetişebilecek mi yoksa timden ilk şehidimizi mi vereceğiz?

Bölüm hakkında düşüncelerinizi buraya bırakabilirsiniz. Yorumlarınızı ve beğenilerinizi önemsiyorum, daha da büyümeyi istiyorum hep beraber. 2 hafta sonra cuma günü yeni bölümde görüşmek üzere hoşça kalın❤️😘

Loading...
0%