Yeni Üyelik
74.
Bölüm

26. "Mektup"

@rubamsalepe

Bölüme beğeni bırakıp yorum yapmayı unutmayalım❤️

Beni her yerden takip edebilirsiniz. Böylece paylaştıklarımdan haberdar olup ileride yayımlayacağım kitaplara da şans vermiş olursunuz.

Kitappad: rubasalepe

Wattpad: rubamsalepe
İnstagram: rubamsalepe
Twitter: rubamsalepe
Tiktok: rubamsalepe

Hepsi aynı isimle😄

İyi okumalar...

♟️

Etraf ölümle çevriliyken savaşmaktan başka çare var mıydı? Derin derin alınan soluklar ölümün önüne geçebilir miydi hiç? İmkansız değildi bu çukurdan çıkmak ancak sonuna kadar mücadele edilmesi gerekiyordu.

Bir Türk kadını canıyla cebelleşirken bir diğeri de fırlatıp sabitlediği halatla yan evin üzerine çıkıyordu. Gözü karaydı her zamanki gibi, namlusunun ucuna kim gelirse onu cehenneme yollayacaktı ve asla eli titremeyecekti.

Üsteğmen yanındaki kadına baktı, burada değil tepelerde lazımdı ona. Atış desteği gerekiyordu en acilinden. "Demir." diyerek nefesini kontrol altına almaya çalıştı, sırtı duvara yaslıydı, gözü kadının üzerindeydi. "Yandaki evin çatısına çıkıyorsun ve bu hattı kırıyoruz."

"Emredersiniz komutanım."

"Dikkat et, yaralanayım deme. Bir askerimi daha öyle görmek istemiyorum ben." Hele seni... Bir kere daha seni öyle görmeye yüreğim dayanmaz ki. Sakın vurulayım deme, o kara gözlerinin kapandığını bir kere daha göremem ben.

"Yaralanmayacağım, aklınız bende kalmasın. Kaçtım ben okçular tepesi bende."

Bora'sını yerleştirdiği yerden kaldırdı ve sırtına taktı, daha rahat tırmanmak içindi bu. Tırmanacağı yere geçince gözüne hedefi kestirdi. Tırmanma ipini yan eve sabitleyip tırmanmaya başladı. Üzerine kamuflajını almıştı, fark edilmek istemiyordu. Şansına tırmandığı yer gözükmüyordu ve evin damında gizlenebileceği yükseklikte olan duvarlar vardı. Orada siper alacak oradan düşmanı vuracaktı.

"Orhan neredesin?"

"Daliyurum içlerune ula konuşturma."

Demir Leydi gözünü Bora'nın dürbününe yerleştirip iyice etrafa baktı, onun bulunduğu yeri bulup güvenliğini sağlamak istiyordu. Gözüne yansıyan görüntüden sonra buna ihtiyaç duymadı çünkü arkası temizdi.

"Devam et güvendesin."

Orhan öyle ustaca ilerliyordu ki onun önüne kim çıksa devrilecek gibiydi. Hücum yeleğine birkaç bomba yerleştirmişti, birini eline alıp duvardan dışarıya çıkardı başını. O bombayı fırlattıktan sonra saniyelerle yarışacaktı. Duvarın dibinde öyle bir pozisyon almalıydı ki şarapnel parçaları isabet etmemeliydi.

Bombaya baktı, seviyordu bombaları. Çaylıktan aşağı yuvarlanan içi dolu çuvallarla başlamıştı bir şeyleri atmaya. Çay çuvalları ağırdı ancak bombalar hafifti, daha kolay atılıyordu. Çaylar para kazandırıyor, bombalar ise düşman uçuruyordu. Öptü bombasını, üzerine daha önceden patlamazsa ara yazmıştı, numarası da üzerinde yazıyordu. Gülerek düşmanın bulunduğu yere fırlattı ve duvarın dibine çöktü. Korunaklıydı. Patlama sesi ona büyük bir huzur verdi. Yüzündeki gülümseme silinmemişti, yumruğunu sıkıp başardığını gösteren bir hareket yapmıştı kendince. Ön sol taraftaki teröristler temizlenmişti. Onlar için ilk adımı Orhan atmıştı.

"Demir Leydi." dedi üsteğmen, ona güveni sonsuzdu, kalbini ona emanet ettiği gibi canını da emanet ediyordu, o işinin en iyisiydi. "Okçular tepesi sende. Bize bu yolu açman lazım." Yol dediği atış yoğunluğunun azaltılmasını sağlamasıydı aslında. Sıktığı kişiyi devirecek, time atış üstünlüğü sağlatacaktı. Bir an evvel buradan çıkacaklar ve Elvan'ı yetiştireceklerdi.

"O yolu bize açıp onların götüne tıkmayan en adi orospu çocuğu olsun komutanım." diyerek Bora'sının dürbününe bir öpücük bıraktı. Vurduğu kişi düştüğü yere gömülecekti. Bir kurşun sıktı, rüzgar ve mesafe hesaplarını kendisi ayarlamış ve tam isabet ettirmişti.

Üsteğmen bu küfürlere eriyip bitiyordu, saatlerce ondan küfür dinleyebilirdi, bıkmazdı. Onu çekici yapıyordu sinirlenmek, üsteğmen üzerinde tesiri fazlaydı. Odağının o kadın olmasını çok isterdi ama karşıda namlunun ucundaki teröristler yüzünden rahat rahat aşkını bile yaşayamıyordu.

"Piçler." Sinirlendi adam, camdan başını çıkartıp üç el ateş etti, üçünü de isabet ettirdi adam. "Sayenizde sevdiğimizin yüzünü zor görüyoruz." İki el ateş daha etti, dolmuştu bu defa. "Orospunun sıçtıkları, askerimi de vurdunuz. O kıza bir şey olursa şu yıkıntı harabeleri sizin götünüze sokarım tek tek."

"Abi sakin ol ya, iyi misin?"

"İyiyim Kırımlı, iyiyim." Komutan olarak mükemmel gözükmek zorundaydı, öyle değildi işte. O da üzülüyor o da sinirleniyordu. Sadece akılcıydı ve telaşa kapılmıyordu.

"Demir nedir durum?"

"İndiriyorum komutanım." derken bir teröristi daha avlamıştı. "Orhan'ın patlattığı tarafta bir koridor açıldı. Oradan çıkış yapabiliriz ancak siviller burada."

Bir koridor onlara yetersiz kalırdı, üç tarafları çevriliydi en azından bir tarafın açılması lazımdı. Orhan ve Azra bu işi üstlenmişti ancak yetersizdi.

"Başçavuşum durum nedir?"

Düşmana doğru ateş ediyor aynı zamanda sivilleri koruyordu. Hareket etmesi bile güçtü.

"Ateş altındayız komutanım."

Enes'e baktı, sonra camdan dışarıya baktı. Buradan atışı çok kısıtlıydı, bir kişi de yeterliydi. Üst taraftan atış desteği gerekiyordu. Bunu Fırat yapmalıydı ancak yerinden kıpırdaması pek de mümkün değildi.

"Göktürk uydu." Bulundukları odadan çıkarak kendisine doğru gelen uydu telefonunu aldı. İletişimleri kesilmeden destek istemeliydi. Başa çıkamıyordu tek başına. Parmaklarıyla numarayı tuşladı ve Volkan'ı aradı.

"Üsteğmenim eski hamamda sıkıştık, siviller mevcut ve Elvan Astsubay yaralı. Acil tahliye gerekiyor ancak destek lazım, kalabalıklar. Sivilleri helikoptere bindirdiyseniz hemen buraya gelin."

Volkan Üsteğmen helikopterin önündeydi Sancak Timi'ne biraz uzaktı, yarım saatlik mesafeleri vardı. "Emredersiniz, yarım saate oradayız komutanım."

Üsteğmen uzatmadı, elindeki uydu telefonunu yeniden Göktürk'e zimmetledi ve tüfeğini alıp ilerledi. Azra'nın yanına çıkacaktı, omuz omuza terörist avlayacaklardı. Azra'nın sabitlediği ip hâlâ oradaydı, üzerindeki yeleğine kancalar geçirip kendini yukarıya doğru çekti. Oraya tırmanmak onun için çok kolay bir işti. Ne dik yamaçlara korumasız tırmanmıştı o, buna mı tırmanamayacaktı?

"Okçular tepesine kaçak var, indireyim mi komutanım?" Küçük bir ayak sesi o çatışma seslerinin arasında kaybolmamıştı, Demir Leydi'nin en iyi yaptığı şeylerden biri buydu.

"İndirirsen evde kalırsın ben sana söyleyeyim." Bunu telsizden değil de yüksek sesle ona doğru söylemişti duvara tırmanarak. Kendini dama atıp eğildi ve tüfeğiyle etrafı gözetlemeye başladı.

"He yani ben çirkinim evde kalırım beni kimse almaz."

"Ben öyle mi dedim ya?" Dürbünü ayarlayıp bir atış yaptı, ilkte vurmuştu teröristi. Tam göğsüne yediği mermiyle yere doğru yığılmıştı.

"Ya ne dediniz?"

Birkaç teröristi daha indirdi, bu defa daha sinirli vuruyordu. Fazla çekiciydi, ateş eden bu kadını oturup saatlerce izlemek isterdi.

"Şu pezevenkler yüzünden sinirlenmeni izleyemiyorum rahat rahat harika ya."

"Zevk mi veriyor size bu?" Sinirliydi, kara gözleri ateş saçıyordu. Onun hakkındaki olumsuz hiçbir şeye tahammülü kalmamıştı. 5 sene zorlukla geçmişken şimdiden sonra aksine bir şeyi istemiyordu hayatında.

"Söz konusu sense," Başının yanından geçen mermiyle kendini geriye doğru attı adam, yere düşünce sırtı biraz acımıştı ancak yaralanmamıştı. "Zevk almadığım bir şey yok benim." Yüzünü ekşitti, hafifçe doğruldu yerinden.

"İyi misin Mete? Bakamıyorum oraya."

"Kötü olsam cümlemi tamamlayamazdım, iyiyim." Miğferini düzeltip tekrar yerine geçti.

"Benimle alakalı şeylerden zevk alıp almadığını Ankara'da güzelce tartışacağız üsteğmenim."

Mete Orhan'ın olduğu tarafa çevirdi gözlerini, birkaç metre ötesindeki teröristleri temizlemesi ön tarafın açılması demekti. Azra'ya ters bir konumda ve pozisyondaydılar.

"Orhan, karşındakilere uçmayı öğret." Telsizin mikrofonunu açıp demişti bunu. Orhan gülümsedi, hücum yeleğine gizlediği bombalardan birini aldı eline. Bunun üzerinde de 'hayde oturmaya mi gelduk' yazıyordu. Yazı dilinin böyle olmadığını çok iyi biliyordu ama yakınlarına yazarken böyle yazardı çünkü kendisi gibi olduğuna inanıyor, bu ona daha samimi geliyordu.

"Bismillah." dedi sessizce, ateş hattı ona dönmeden önce bombayı yerine yollamalı, timini biraz rahatlatmalıydı. Pimi çekip bombayı karşıya yolladı, yeniden saklandı. O patlama sesini yeniden işitince bayram ediyordu sanki. On kişiyi birden yere sermişti, koridor genişlemiş ateş hattı rahatlamıştı.

"Çok güzel çalışıyor bu adam, hastasıyım."

"Öyledir benim kardeşim, akademide de böyleydi. Ben nasıl attığımı vurursam o da attığını patlatır."

İyice taradı etrafı gözleriyle Demir Leydi, hiç kimse gözükmüyordu, herkes yerine gizlenmişti.

"Burası sizde komutanım ben arka tarafa dönüyorum." Silahını toparlayıp bulunduğu yerin zıttına doğru gitti, yeniden kurdu ve düşmana çevirdi namlusunu.

"Nasıl durum?"

"Kalabalık."

"Sık hepsine."

"Sikeceğim hepsini." Hedefindeki kişiye ateş ettiği anda yere serdi onu. "Bıktım bunlardan ölmüyor piçler bitmiyor."

"Ben de aynı düşüncedeyim. Yaşayabileceğimiz tüm anların kâtili bunlar." Telsizin mikrofonunu yeniden açtı. "Hakan, sağ taraftaki kalıntıların olduğu taraf temiz, oradan dolanıp saklananların fişini çek. Orhan senin 10 metre ötende bir kişi var ancak sadece namlusu gözüküyor ben vuramıyorum orası da sende."

"Emredersiniz." Sesi kulağına gelince yeniden mikrofonu kapadı. Birkaç el ateş etse de teröristi oradan çıkaramadı.

"Ne gibi romantiklik? Üzerimde ne gibi bir planın var?" İki el ateş etti, birini karnından birini de göğsünden vurdu, kolay bir hedefti onun için.

"Ne olmasını isterdin?"

"Sen benim ne istediğimi çok iyi biliyorsun da istemedin."

"İstemedim değil." Mikrofonu yeniden açtı. "Hakan arka tarafında hareketlilik var dikkat et. Ön taraf kafasını bile çıkaramayacak, koruyacağım seni."

Hakan sesini çıkarmadan arkasına döndü, boyundan kısa bir duvar vardı ama bu duvarın arkasına da gizlenmiş teröristler vardı. Hakan duvarın önünden eğilerek geçti ve arka tarafına gitti. Namlusuyla beraber hafifçe kenara doğru baktı, üç terörist vardı, onun varlığından bile haberdar değillerdi. Metrelerce önde olduğunu sanıyorlardı, aklı sıra arkasından gelip pusu atacaklardı. Olmadı, Hakan tetiği çektiği anda üçü birden cehennemi boylamış bundan haberdar bile olmamışlardı.

"Sadece vakti vardı." diye devam etti sözüne üsteğmen. "Seni sevdiğimi söylemem 5 senemi aldı bizde işler biraz yavaş ilerliyor sen de biliyorsun."

"Girme oraya yoksa pişman olursun. 5 sene bekletilir mi insan ya ben ne kadar ağladım biliyor musun sen?"

"Akan gözyaşına kurban olurum ya özür dilerim."

"Ha bir kuru özür yani tamam. Hem beni kimse almaz hem bekletmeler falan bak listen kabardı." İki el daha ateş edip tüfeğinden geriye doğru çekti elini, canı acımıştı yere oturdu.

"İyi misin Azra?"

"Bora'mı vurdular, mermi sekti tüfek koluma çarptı." Kolundan ziyade tüfeğine bakıyordu, en yakın arkadaşıydı bu tüfek onun. Ne cefaları beraber çekmişlerdi.

Üsteğmen iki askerine doğru baktı, güvendelerdi. "Orhan, Hakan. Bir süre size destek veremeyeceğim dikkatli olun. Şimdilik etrafınız temiz."

Eğilerek yere çökmüş tüfeğine sarılan kadının yanına gitti. Üzgün gözüküyordu.

"Bırak onu şimdi, bizi bugünlük idare eder. Döndüğümüzde de parçasını değiştiririz hallolur." Elinden tüfeğini alıp koluna götürdü parmaklarını. Yavaşça yukarıya sıyırdığında kamuflajına rağmen kolu sıyrılmıştı. Tehlikeli bir şey olmasa da epey can yakıcı bir şeydi. Boynundaki yeşil askeri fularını çıkartıp koluna doladı. Pansuman malzemeleri yoktu ancak bunu yapabilirdi. O fular ikinci kez bu kadına gelmişti.

"Olur değil mi?"

"Olur dediğim ama olmayan bir şeyi gördün mü hiç?" Azra başını iki yana sallayınca adam da sardığı yerin üzerine çok küçük bir buse bıraktı. "Devam edemeyeceksen Fırat'la yer değiştirin." Karşısındaki kişi bir başkası olsaydı yine aynı şeyi söylerdi. "Edebilirim, sonuçta orada kimi vurursam vurayım düşman vurmuş olacağım."

Üsteğmen Bora'yı onun ellerine yeniden verdi ve yanağına elini koyup ona güvendiğini gösterdi. Tekrar eğilerek ön tarafa geldi. Gözünü dürbüne yerleştirip askerlerinin ve teröristlerin durumuna baktı. Bıraktığı gibiydi, tek bir fark vardı Volkanların gelmiş olmasıydı. Gölge timi Orhan ve Hakan'dan arta kalan teröristleri hızlıca temizledikten sonra arka tarafa yönelmişlerdi. Mete de aynısını yapıp Azra'nın yanına yerleşti, oradaki teröristleri indirmeye başladı.

"Şebo Elvan nasıl?"

"Acil tahliye edilmesi lazım, müdahale edemiyorum kanaması durdu ancak merminin yeri çok kritik."

"Volkan Üsteğmen ve Gölge Timi yetişti, birazdan çıkıyoruz bu cehennemden."

Tam da bunun üzerine teröristlerin bulunduğu yerde üç büyük patlama oldu, üsteğmen ne olduğunu anlamaya çalışsa da başaramadı. Teröristler birden yok olmuştu.

"Ne oldu lan?"

"Uçurdim hevalleri. Ha boyle kuş gibi kanatlandiler uçtiler."

"Aferin oğlum, aferin Orhan. Tim çıkıyoruz bu cehennemden. Sivilleri araçlara bindirin."

Tüfeğini bırakıp yanındaki kıza döndü, yüzüne bir zafer gülümsemesi ekleyip çıktığı halatla birkaç saniyede aşağıya indi. Azra da aynısını yapmış bunu yaparken yaralı kolunu kullanmamıştı. İlk araca Elvan bindirilmişti, onu alacak ayrı bir helikopter bekliyordu, ona yollanan askeri doktor da şimdi bu arabada onunla ilgileniyordu, Şebnem başında gitmek zorunda kalmamıştı, zaten Konsolosluk için ona ihtiyaç vardı. Zamanında Orhan yaralanınca kan kaybı büyük bir sorun olmuştu, Elvanda ise saplandığı yer çok büyük bir sorundu, bekleyemezdi.

Azra sivilleri oradan çıkartırken bir adam durdu, önce Azra'ya sonra da Şebnem'e baktı. Azra olduğundan emin olduğunda cebine koyduğu mektubu çıkartıp ona uzattı. "Bu sizeymiş." dedi.

"Bana mı? Kimden?"

"Konsolos götürülmeden önce bana verdi bunu, ona da terörist vermişti." Son kelimeyi duyunca sıktı yumruğunu kadın, mektubu adamın elinden alıp onu yolladı. Küfretmemek için zor duruyordu, kimden olduğunu tahmin etmek zor değildi.

"Ne bu?" Sivillerin gidişinden sonra yanına geldi, Gölge timi sivillerin güvenliğini sağlayacaktı kalan arabalarla da konsolosluğa gidilecek operasyon yapılacaktı. Gölge de işi bitince onlara katılınca zafer onların olacaktı.

"Mektupmuş." Volta atmaya başladı, Hakan ve Göktürk de yanlarındaydı. Mete onlara bakıp "Siz son aracı bana bırakın biz de geliyoruz şimdi, yola çıkıp anlaştığımız yerde buluşalım." dedi, Göktürk anahtarı ağabeyine verip Hakan ile beraber çıktı bu viran mekandan.

"Aç." dedi, sesi tok ve sertti. Setliği ona değildi Azra bunu çok iyi biliyordu. Eli titremedi açarken, yavaşlığı gerçeklerle yüzleşmemek içindi. "Acele etmen lazım."

"Biliyorum. Sikeyim böyle işi ya biliyorum. Of." Gergindi. Zarfı bir kenara fırlattığında elinde dörde katlanmış bir kağıt kalmıştı. İçini açtığında Türkçe kaleme alınmış bir mektupla karşılaştı.

"Eliza'm..." Gözlerini sımsıkı kapayıp burnundan nefes verdiği sırada Mete de kendini tutamamış duvara bir yumruk geçirmişti, susamadı o da sövmeye başladı. "Orospu çocuğu, biliyordu bizim asker olduğumuzu biliyordu." Daha önce ona yolladığı maillerde Türk olduğunu bildiğini belirtmiş ancak ayrıntı vermemişti. İstihbaratçı gibi düşünüp onu vurduğunu düşünmüşlerdi ancak anlaşılan durum düşündüklerinden farklıydı.

"Uzun zaman oldu, en çok da teninin tadını özledim." Sevdiği adamın yanında bunu okumak kadar zor bir şey yoktu. Onları kışkırtmak için yapıyordu biliyordu ikisi de. "Sırtında küçük bir iz bıraktım özür dilerim, bedeninde bedenimin izini ve ruhunda kalbimin izini bırakmak isterdim."

"Kurşun izine küçük bir iz mi diyor bu anasının amına keleş soktuğumun piç kurusu? Bedeninin izini feriştahını sikeyim senin lan Berzan ulan Berzan." Azra da hiç iyi hissetmiyordu, o maillerden sonra harekete gelmeyince bir şeyler olacağını biliyordu, kimse onu dinlememişti. Adamın yanına gidip parmak ucunda kalktı ve alnını onunkine doğru götürdü.

"Sakin olmak zorundayız sevgilim, sakin olmazsak bu savaşı o kazanır. Duydun mu beni? Ülkemiz için, benim için..." Üsteğmeni sakinleştirmek zorundaydı, o bu timin aklıydı o akıl başka yere gidemezdi. O akıl hep sağlam kalmalıydı. "Deneyeceğim." Kızın saçını okşayıp geri çekildi. Yumruğu sımsıkıydı, bulundukları yerde volta atıyordu.

"Defalarca benimle görüşmen gerektiğini söyledim, konuşmamız gereken çok şey var ve sen de duyunca şaşıracaksın. Yattığın bu adama bunu borçluydun zaten."

Bu defa Azra duvara yumruk geçirmeye kalktı, Mete izin vermedi, kolu zaten yaralıydı. O herif yüzünden bir daha incinmesini istemedi.

"Yatmadım ben bu piçle ya, benim Türk olduğuma inanıp buna neden inanmıyor ruh hastası?"

"Devam et okumaya. Çok zor duruyorum çabuk bitmeli bu mektup."

Derin bir soluk çekti ciğerlerine, ağzından yavaşça geri bıraktı. Sakin olmalıydı, sakin olmalılardı. "Baktım buluşamıyoruz ben de sana bir sebep vermek istedim. Bu baskın senin için değildi ancak konsolosun elimde olması senin için. Kendi arzularımla özgürlük davamı bir edip çıkıyorum karşına. Onu istiyorsan beni bulmak zorundasın. Çok uzun yazıp sözlerimi burada tüketmek istemiyorum, bana kendi ayaklarınla geleceğin zamanı bekliyorum yanımdaki Türk ile beraber. Adres vermiyorum, sen zaten yatağıma girebilecek kadar yetenekli bir kadınsın beni bulacak kadar da yeteneklisindir."

Özgürlük davası...
Özgürlük ne zamandan beri masum çocukları, kundaktaki bebekleri katletmekle oluyordu ki? Ne zamandan beri masumları sivilleri öldürmek özgürlük davası oluyordu. O halk için savaştığını söyleyen bu teröristler kendi kanından olanları gözünü kırpmadan öldürüyordu. Bu özgürlük mücadelesi değil terördü.

Azra yumruğunu sıktı ve ağzına götürdü, sanki hırsını dişleriyle yumruğundan çıkarsa duydukları silinecek gibiydi. Silinmedi, canı acıdı ancak üsteğmen fazlasına izin vermedi, elini tutup aşağıya indirdi. Yaralı olanı sıkmamış canının acımasını istememişti.

"Yemin ediyorum ölecek. Sana mı bana mı nasip olur bilmiyorum ama o piç ellerimizde ölecek. Bak gözlerime, söz veriyorum sana, ölecek. Canını yakma onun yüzünden." Öyle sahiplenici bakıyordu ki gözleri, ona güvenmeyen aptallık ederdi.

"Bu herif beni vurduktan sonra böyle nasıl konuşabiliyor anlamıyorum. Ben bu itle savaşmaktan yoruldum. Ülkeme de bana da kafayı takmış piç."

"Güzelim benim, biliyorum." Başını avuçlarının arasına alıp alnından öptü, ona destek vermek zorundaydı. İçinde kıyamet kopsa da onu sakinleştirmek zorundaydı. Keşke o mektup ilk Mete'nin eline geçseydi, o zaman ortalığı yakıp yıkar hıncını alırdı ama şimdi susmaktan başka bir şey yapamıyordu.

"Biliyorum çok yoruldun, ruhun yorgun çok iyi biliyorum ama bak yalnız değilsin ben buradayım. Elini tutuyorum bak." Yüzündeki elinden birini indirip kadının parmaklarına geçirdi.

"Dik durmak zorundayız ki onu yenebilelim. Bize silah doğrultup savaşmıyor, hassas noktamızı bilip orayı hedef alıyor. Sana nasıl âşık olduğumu biliyor, beni nasıl sevdiğini biliyor ondan böyle yapıyor. Ona istediğini vermeyeceğiz duydun mu beni, o vurdukça biz güçleneceğiz böyle el ele. Ben bu eli tuttum artık bırakmam mümkün değil, ne bu eli ne de o kara gözlerini bırakabilirim."

Sevgi gerçekten de her güçlüğü yenebiliyordu. Üsteğmen duvarları yumruklarken kızın berbat hâlini görmüş kendini dizginlemiş sonunda da onu sakinleştirmişti. Elini bırakmadı ancak bir adım geri çekildi, gözlerine sabitlemişti elalarını.

"Ama hepsinden büyük bir sorunumuz var, konsolos elinde ve yerlerini bilmiyoruz."

"Teröristlerin hepsi öldü, konsoloslukta birini ele geçirsek bile bu iti biraz tanıdıysam kimseye söylememiştir. İstihbarat gelene kadar konsolosu kurtaramayacağız demek oluyor bu da. Amına koduğumun orospusu ya. Taktı kafaya yemin ederim ne bok buldu bende geri zekalı, madem Eliza olmadığımı biliyordu neden o itlikleri yaptı neden böyle yapıyor?"

"O bir hasta, gerçekten sağlıklı düşünen bireyler böyle davranmaz. Bir teröristten mantık da beklenmez." Karşılarında mertçe savaşan düşmanlar da olabilirdi ama bebek katilleri vardı, neden sorusunun cevabı onlarda yoktu, bir şey sebepsiz bile olabilirdi. 100 küsür sene önce Çanakkale savaşında düşman Anzak askeri yaralanınca sırtına alıp tedavi için götürmüştü Türk askeri, savaşın bile usulü vardı, bunlarınki savaş değil terördü. Terör kuralları yıkıyordu, ülkemiz de yıllardır bu iblislerle uğraşıyordu. Çok canımız gitmişti, çok can yakmışlardı ancak eskisi gibi değildi hiçbir şey. Bir SİHA'lık işleri vardı, ölüm artık onlar için gökyüzündeydi, birkaç saniyeleri vardı ve kaçmak için yetersiz bir süreydi bu.

"Senin için böyle konuşması, sana öyle bakması emin ol senden daha çok beni rahatsız ediyor. Ben senin için güçlü durmak zorundayım ama sen de benim güçlü durabilmem için güçlü ol olur mu?"

Azra başını salladı, diyebileceği pek bir şey yoktu, sindirebilmesi lazımdı bunu. Bu herifi atlattım derken sürekli başına musallat olması onu bezdirmişti.

"Geç kalmadan gidelim ve görevimizi bitirelim, Türk askeri hiçbir işi yarım bırakmaz unutma bunu." Bazı şeyler olması için ertelenebilirdi ancak asla yarım bırakılmazdı. Gidip o konsolosluğu alacaklardı sonra da konsolosu bulacaklardı.

Azra mektubu katlayıp boşta olan cebine yerleştirdi, böylelikle düşme ihtimali ortadan kalkacaktı. Üsteğmenin elinden elini çekip yerdeki çantasını sırtına aldı ardından tüfeğini de takıp güvenlik için beylik tabancasını çıkardı. Mete de çantasını sırtına alıp dışarıya çıktı, terörist leşlerinin arasından geçip arkada duran arabaya geçmeleri çok da uzun sürmemişti, yine de her ihtimale karşı dikkatlilerdi. 1.Murat savaş meydanını gezerken bir Sırp tarafından şehit edilmişti, tarihin tekerrür etmemesi için önem göstermişlerdi.

Arka koltuğa çantaları bırakıp arabaya binmişler ve sonunda yola çıkmışlardı. Biraz daha iyi hissediyordu Azra, hiç olmazsa ona destek olan biri vardı.

"Mete." Başını ona doğru çevirdi adam. "Söyle güzelim." Yeniden yola döndü. "Sen benim Türkiye'msin biliyorsun değil mi?"

"Hayatımda bundan daha güzel bir şey duymadım ben Azra'm, sen de benim Türkiye'msin ama repliğini çalmamak için bunu söylemeyip kendi bulduğumu söylüyorum. Sen benim hikayemdeki Tomris Hatun'sun."

Bu söz onu da mutlu etmişti, Tomris Türk tarihindeki tek kadın hükümdardı, Pers İmparatoru onun eşi ve oğlunu öldürdükten sonra Tomris ile evlenmek istemiş Tomris de seni akıttığın kana doyuracağım deyip o büyük orduyu yenmiş ve Pers imparatorunu öldürmüştü. Bu Azra için gurur kaynağından başka bir şey değildi, tarihin en güçlü kadınıyla bir tutulmak mükemmel bir histi.

"Ama sen ölme olur mu? Tomris sevdiği adamı kaybetti, ben bu hikayedeki Tomris olsam da sen sevdiğim adam olarak sakın ha öleyim deme."

Bir anlığına gözlerinin içine baktı, orada uzun uzun kalmayı çok isterdi ancak olmadı, araba kullanıyordu.

"Elimden geleni yaparım. Zaten kaderimde yoksa bir şey olmaz bana. Hem baktın boynuma bir ip geçirdiler vurur geçersin."

"Vurmayanın ağzına sıçsınlar."

Üsteğmen yerdeki çukuru aşmak için direksiyonu birden kırmak zorunda kalmış ikisi birden sarsılmışlardı, Azra'nın kolu da yana doğru çarpmıştı.

"Acıdı mı?"

"Her küçük yaralanmamda böyle soracak mısın sen?" Dudaklarını kenara kıvırdı kadın, kırk yıl düşünse de onun böyle sevebileceğini düşünmezdi. Her şeyi çok ince düşünüyor, hiçbir şeyi kaçırmıyordu. Bir insan bu kadar mükemmel olamazdı ama işte tüm fikirler onu görünce yerle bir oluyordu.

"Eline iğne bile batsa canın yandı mı diye düşünürüm çünkü senin canın yanınca benimki de yanıyor. Senin ruhun acıdığında benimki de acıyor."

"Biraz acıdı ama dayanılmayacak gibi değil." dedi kolunu göstererek. Sonra yeniden ona döndü. "Ya sen, ben senin için ağlarken sen ne yapıyordun 5 senedir?"

"Seni düşündüm hep, annem evlenmemi istedi kimi söylediyse reddettim, istemiyorum dedim. Bu time gelmen benim için hem ödül hem ceza oldu. Seni tanımak, görmek istiyorum bunu başarmıştım ama bu kadar yakınken uzak durabilmek çok zordu. Elimden geldiğince uzak kalmayı denedim sonra istihbarat göreviyle yelkenleri suya indirdim zaten. Ondan sonra ne yaptıysam başaramadım. Yani Azra Hanım sadece siz acı çekip ağlamadınız biz de burada bostan korkuluğu değildik. Çok sevdim be kızım, elini tutup seviyorum diyemedim ya öldüm her gün."

"Ya başkasıyla olsaydım ne olurdu o zaman? Bir yemeğe gittim diye ortalığı birbirine kattın, ya senden vazgeçseydim?" Adam o güne gitti birden, daha çok kıskandığı bir an olmamıştı onu, sümsük Fehmi'nin kafasını kırmak istese de yapamamış içinde ukde kalmıştı. Ya onunla olsaydı, çıldırırdı. Aklına getirmek bile istemedi, hep dayanabilirim diye düşünmüştü ama onu başkasıyla görünce çıldırmıştı, hiç de hesapladığı gibi olmamıştı.

"Dayanırım sanıyordum, dayanamazmışım. Sen bana söylemesen bile ben sana söylermişim onu anladım ve sen beni sevmeseydin ben yine de severdim. Ben, sen beni sev diye sevmedim ki." Sevmek kelimesi en çok da senin dudaklarına yakışıyor. Benim seni sevmemem mümkün olamazdı ki, insan kendi kalbini çöpe atamazdı.

"Nasıl sevdin, neden sevdin?" Adam elini bacağına koyduğunda farklı bir amacı yoktu, sadece koluna temas edemediğinden bacağına koymuştu elini.

"Gözlerini sevdim, boynuma ip doladıkları gün çekip çıkardın beni oradan, gözlerimin içine bakıp gözyaşı döktün onu sevdim. Hastaneye gecenin bir yarısı postallarla operasyondan gelip mikrop kaparım diye hemşire kıyafetleriyle odama girdiğinde, başımda dua okuyup yaşadığıma şükretmene âşık oldum. Uyuyorum sanıyordun ama ben uyumuyordum, gelmediğin gecelerde gelmeni bekledim, sen gidince anca uyuyabildim."

Bunları daha önce anlatmamıştı, böyle düşündüğünü böyle yaptığını bilmiyordu. Evet kara gözlerine bir ilgisi vardı ama en temel noktasının yine o güne dayandığını bilmiyordu.

Adama doğru uzanıp yanağından öptü, sımsıkı sarılmak istiyordu ancak operasyon buna engel oluyordu.

"Ben bunları bilmiyordum ya, çok şaşkınım şu an. Operasyonda olmasak üstüne atlardım bak o derece mutlu oldum."

"Sen de üzerime atlamaya çıkmaya yer arıyorsun Demir Leydi'm, niyetin çok bozuk." Kızın bacağının üzerinde duran elini biraz sıktı. Sözlerine karşılığı böyle veriyordu. "Kaşınıyorsun, yanan sen olursun rahat dur."

Üsteğmen gülerek ellerini çekti üzerinden, tekrar yola döndü. Onu bu hallere sokmak hoşuna gidiyordu. Mektupla gelen gerginlik yerini rahatlamaya bırakmıştı, üsteğmen bir kere daha başarmıştı.

"Peki ya bilmediğin bir şey daha söyleyeyim mi?" Azra başını salladı, merak etmişti daha ne saklıyordu? "Senin şu Angaralı havaların da mesela gerçek değil. Küfrediyorsun o içinden geliyor ama diğerlerini bilerek yapıyorsun."

"Ney?"

"Kız arkadaşlarının pek olmadığını söyledin, sırf erkeklerle arkadaş olabilmek için onlar gibi davranmışsın. Bunu timde de yaptın, erkek gibi tavırlar takınıp arkadaşlık kurmaya çabalıyorsun. Sonra içindeki kız çocuğu çıkıp makyaj yapıyor, güzel güzel konuşuyor. Benim yanımda konuyu değiştirmek istediğinde daha erkeksi konuşuyorsun yoksa bu kadar değilsin, gayet normalsin hatta bana karşı çok daha başkasın. Yani hayatım, kalbime aldığım kadını çözmem biraz zaman aldı özür dilerim." Küçüklüğünde de öyle davranmış sonra erkek gibi kız damgası yemişti, böyle olunca dikiş yemek gibi kadınlara ithaf edilen ne varsa öğrenmişti ama bu yine de yalnız kalmamasına ve kalbinin kırılmamasına yetmemişti.

Bazen gerçekten de bilerek yapıyordu, alışkanlık olmuştu ve sanki dışlanacakmış hissi vardı içinde her zaman. Sancak timi her ne kadar ailesi gibi olsa da yine aynı davranmıştı.

"Oha, donumun rengini de söyle bari tam olsun."

"Onun da zamanı gelecek aşkım." Öleyim istiyor, bilerek yapıyor vicdansız.

"Gizlimiz saklımız kalmadı bir de istihbaratçı olacağım tü bana."

"İki seven kalp arasında gizli saklı olmamalı zaten, hem ben senin komutanınım birçok şeyi komutan olarak bilmem lazım." Onunla böyle uzun uzun konuşmayı özlemişti, her an yan yana olmalarına rağmen ilgi odakları başkaları oluyordu hep, ilişkilerini diri tutmak açısından böyle cilveleşmeler önemliydi, tabii ki operasyona etki etmeden.

"Donumun rengini komutanıma söyleyemem Mete Üsteğmen. Kusura da bakmayın yani sevgilim kızar."

"Yani onu merak eden üsteğmen değil de han olan Mete." Yani bu merak ediyorum mu demek oluyor? Aptal adam mis gibi kavuşacaktık istemedin işte.

Azra etrafa bakındı, yaklaşmışlardı. Muhabbetleri biteceği için üzgündü, bu adamla sonsuza kadar konuşmak isterdi, kollarının arasında kalmak isterdi ama işte işleri pek izin vermiyordu.

"He merak ediyorsun yani."

"Biz bir evlenelim ben sana yedireceğim bu lafları kızım, bekle sen." Arabayı durdurup kadına döndü. "Aşk hayatımıza virgül koymak zorundayız hayatım, Demir Leydi'ye dönüşme vaktin geldi. Dikkatli ol, kolunu zorlama."

"Emredersiniz komutanım." Elini alnına götürüp asker selamı verdi, hazırdı. Ay yıldıza ait olanı almaya hazırdı. Arabadan inip arkadan çantaları aldılar, Azra yüksek bir yer bulacaktı kendine. Etrafa bakınmaya başladı, bir çatı kestirdi gözüne. Tam da konsolosluğu görüyordu, ideal bir yerdi.

"Enes'i bana yollayın, okçular tepesi bizde." diyerek çatıyı gösterdi. Üsteğmen başıyla onu onayladıktan sonra timle telsiz bağlantısı kurdu. "Herkes yerinde mi tim?"

"Yerinde komutanım."

"Kırımlı, güney batıdaki çatıda Demir Astsubay'a eşlik ediyorsun fırla." Tüfeğine iyice sarıldı, geleni indirecekti ama emindi karşılarına kimse çıkmayacaktı. Bu savaş o binanın içinde olacaktı.

Enes hızlıca Azra'nın yanına gelirken Mete de timine doğru yürüdü. Gizleniyorlardı, gittiklerinden haberdar değildi teröristler.

"Sancak beni dinle. Saldırmadan önce keşfetmemiz gerekiyor ve bir öncüye ihtiyacımız var."

"Ben giderum."

Üsteğmen buna ilk kimin atlayacağını çok iyi biliyordu, yanılmamıştı. "Bi dur Kutay sözümü tamamlayayım."

"Tamamlayun da tamamladuğunuzde de giderum ben." Onun için ayrıntıların önemi yoktu, kamyonu kaçırdığı gibi buraya da gizlice girer kim ne yapıyor, kaç kişiler sayabilirdi.

"Çok dikkat edeceksin, içeride kim var kim yok bilmiyoruz, tuzaklandı mı onu da bilmiyoruz. Sadece gözle anlaşılmadan çık oradan."

Orhan bunun çok kolay olduğunu söyleyip arabanın kasasına yerleştirdiği terörist kıyafeti ve keleş tüfeği çıkardı. Gelmeden önce yapmıştı bunu.

"Oha komutanım, siz ne ara tıktınız bunları?" Gözlerini kocaman açıp şaheseri inceliyordu, kıyafetlerinin üzerine geçirince onlardan görünüş açısından farksızdı.

"Eee o kada firun ekmek yeduk oğrenduk bir şeyler."

"Ağzını da kapat sakalsız dikkat çekersin." Adama dedi ancak kendisi bağlamıştı askerinin ağzını. "Sana güveniyorum Orhan, sağ salim gel bizi de bu çıkmazdan çıkar artık."

"Emredersunuz komutanum. En kötü patlaturum onlari."

"Yok oğlum patlatmak falan çıkar kafandan şunu." Biliyordu zaten, sadece ortamı yumuşatmak istemişti Orhan. Timini geride bırakıp konsolosluğa doğru ilerledi, kapıdan nöbeti devralacak oradan içeriye girecekti.

"Göktürk şu güvenlik kameralarına hâlâ ulaşamamışlar mı, karargahla iletişim kurdun mu?"

"Siz gelmeden hemen önce konuştum komutanım, kameralar etkisiz bırakılmış giremedik. Yani kendimiz girip test etmek zorundayız her şeyi."

Kolundaki saate baktı, hava daha aydınlıktı, akşam olmadan bu iş bitmeliydi, geceye bırakmayacaklardı, artık uzamayacaktı.

"Orhan'ı bekleyeceğiz."

Herkes diken üzerindeyken Azra tepeden Orhan'ı izliyordu. Orhan'ın dışarıdan bu halde görünüşü bile rahattı, stressizdi ve sanki ölümle burun buruna değilmiş gibiydi.

"Orhan, iç bahçede her duvarın önü olmak üzere dört, ön kapı iki, iç kapıda da dört kişi var ona göre hareket et."

Orhan duysa da buna onay veremezdi çünkü teröristin yanında duruyordu. Kimse onun bir hata yapmayacağını iyi biliyordu. Onların dilini aynı onlar gibi konuşabiliyordu, bir yabancı olduğu asla anlaşılmıyordu.

"Nöbet değişim saati." Onların dilinde söylemişti bunu, sesi olduğundan daha tok çıkmıştı.

"Daha bir saat vardı. Neden erken geldin?" Ula sorgulama işte he de geç da uğraşturecek misin beni?

"Ben ne bileyim öyle emir geldi. He uymayacaksan gidip keyif yapacağım." Damardan girmişti, savsaklamak onun için çok cazip bir teklifti. "İyi geç." diyerek yerinden ayrıldı terörist. Bir süre orada bekleyip içeriye öyle girecekti. Hemen girmesi dikkat çekerdi.

Üsteğmen krokiyi açıp timin kalan üyelerini etrafına topladı. "Ön tarafın pencereleri var ama perde de var ona dikkat etmemiz lazım. Azra atış yapamaz görmeden. Yan taraflardaki teröristleri indirsek yan ve arka camlardan girmemiz kolay olabilir. Susturuculu tabancayla işlerini bitirir içeriye gireriz. Demir ve Kırımlı kapıdakileri indirip yanımıza gelir sayımız artar." Askerlerine baktı. Kendisiyle beraber 5 kişilerdi. İkisi çatıda biri içerideydi.

"Tabi Orhan bize sayı verince böyle yapacağız. Direkt içeriye dalmak aptallık olur. Krokiyi ezberlediniz zaten aşağıdan yukarıya doğru gider bitiririz işlerini." Orhan'ın getireceği haber her şeyi belirleyecekti, tüm plan ona bağlıydı.

Yavaşça içeriye doğru adımladı, kimse neden girdiğini sorgulamadı. Adım adım onların içine giriyordu. Özellikle kapıdaki dört teröristin dikkatini çekmemesi lazımdı yoksa içeride her şey kolay olacaktı, neden sorusunu kapıdakilerin ona sorma ihtimali vardı, en çok da bundan kaçıyordu. Sorulmadı, rahatça içeriye girmiş o teröristlere kendisinin de onlardan biri olduğuna inandırmıştı.

İçeride koridorda dolanan iki kişi vardı, yavaşça tuvaletin olduğu yöne doğru ilerledi, kapılar açıktı içeriye göz atması zor olmamıştı. Boştu. Şanslıydı. Bu kadar önemli bir yeri korunaksız bırakmaları çok saçmaydı. Tuzak olabilirdi ancak bunu tuzağa düşmeden de anlayamazdı. Bu defa üst kata doğru ilerledi, basamakları dikkatle çıktı. Hem yukarıyı hem aşağıyı kontrol ediyor hem de bastığı yere bakıyordu. Her an her şey olabilirdi. Üst kat da alt kattan farksızdı. Konsolosun odasına doğru baktı, kimse yoktu. Arşiv odasının kapısı kırılmış içerideki belgeler ya ele geçirilmiş ya da tahrip edilmişti, bunu bilmiyorlardı. Biraz daha ilerleyip diğer odalara da baktı. Temizdi, koridordaki teröristlerden başka kimse yoktu tuvaletler bile bomboştu.

Tabancasına susturucu takmıştı, elini beline götürüp kurulu tabancasını teröristlere götürüp iki el ateş etti. Ses çıkmamıştı, teröristler yere yığılmıştı. Onları alıp boş odalara doğru çekti yavaşça, artık konuşabilirdi.

"Eyi haber dışariden daha azdur burasi, 4 kişi vardi artik 2 kaldi. Dişaridekileri hallettuğunuz an burasi bizimdur."

"Ulan neden öldürdün herifleri, sana rahat dur dememiş miydim, çıkıp söyleyecektin."

Orhan gülümseyip etrafına baktı sonra da arşiv odasına daldı. "Kötü haber de odur, tuzaklamişler buralari. Sizin olduğunuz yeri bile etkileyecek buyuklukte zamanli patlayici. Ha buradan çiktiklari anda aktif edip bizi uçurecekler. Siz şimdiden kaçun ben bununle uğraşurum."

Üsteğmen yumruğunu sıkıp alnına götürdü, bu kadarını düşünememişti zaten görmeden de anlayamazdı. Bir tuzak olması muhtemeldi ancak burayı patlatmayı düşünmeleri biraz daha uç noktaydı.

"Allah kahretsin."

"Ne yapacağız komutanım?"

"Dışarıdakileri temizleyip içeriyi temiz hale getireceğiz başka ne yapalım teğmenim? Şu evleri tahliye etsek bari." Düşünüyordu, Volkanların gelmesi gecikmişti, onlar olsa daha hızlı tahliye gerçekleşirdi. Bu iyi olmamıştı.

"Sizler evleri tahliye ediyorsunuz." Bunu yanındaki askerlere demişti, sonra mikrofonuna döndü. "Demir sen de kimi gördüysen indiriyorsun."

"İndirmeyeni siksinler." Dürbün ayarını iç kapıdaki en arkadaki teröriste doğru yaptı, Enes ona derece ve sapmaları söylüyor işini hatasıza indiriyordu. En arkadaki teröristi seçme sebebi de diğerlerinin daha açık hedef olması, bunun da kaçıp saklanabilecek konumda olmasıydı.

"Okçular tepesi hazır."

"Atış serbest." En çok da bu sözü seviyordu Demir Leydi, bunu duyduğu an düşman mezara girmiş demek oluyordu. Hedeflediği teröristi vurur vurmaz yanındakini de vurmuştu, diğerleri kaçarken Mete de aşağıdan hamle yapıp dış kapıda bekleyeni vurmuş içeriye doğru hamle yapmıştı. Üzerine doğru ateş gelince tam istediğini yapamamış kapıda tetikte bekler duruma gelmişti.

Orhan bomba düzeneğini bulsa da başlamadığını gördüğünden ön tarafa gelip dışarıya doğru bakarak timin durumunu gözetlemişti. Mete Üsteğmen'e rağmen teröristler oradan kaçıp arkadaki araca binmişlerdi. Azra kalanları indirirken bir kısmı kaçmaya yelteniyordu. Azra son atışını da yapıp teröristi yere yığdığında kaçanlar görüş açısından çoktan çıkmıştı.

Orhan kenara dayanmış roket atarı eline aldı, bunu Türk askerlerinin olası bir operasyonu için koymuşlar, bombayı da kurduktan sonra muhtemelen unutmuşlardı. "Pekmez kafaliler." diyerek omzunun üzerine yerleştirdi. Seyit Onbaşı gibi yapmalıydı, o hedef yerini bulmalıydı. "Her plani yaptunuz de buni buraya mi koydunuz?" Alırken tuzak var mı bunu kontrol ederek hareket etmişti. Roket atarı ateşlediğinde roket 300 metre uzaklaşmış teröristlerin arabasına denk gelmiş ve patlamıştı.

"Ulaaa vurdim onlari vurdum." Diğerleri çoktan gitmişti, menzili yetmeyecek kadar uzaktaydı. Hiçbir silah sesi duyulmuyordu. Merdivenlerden çıkan Mete az önce koridorda volta atan iki teröristin alnına da mermi çakmış onları yere yığmıştı. "Aferin Orhan, aferin aslanım."

Adam elindeki roket atarı bırakıp yeniden arşiv odasına girdi, bu defa sayaç çalışmaya başlamıştı. Mete de yanına geldi, sakindi, biliyordu ki bu işte asla paniğe yer yoktu.

"Siz çikun komutanum ben hallederum, timle beraber uzakta kalun."

"Biz ne zaman arkamızda adam bıraktık astsubayım? Sen işine bak anca beraber kanca beraber." Orhan tedbirli gelmişti, kıyafetin içine bombalar gizlediği gibi bomba imha malzemeleri de yerleştirmişti. Çok amaçlı penseyi çıkartıp beyaz kablolara götürdü.

"Filmlerde olayduk iki rengimuz olurdi, beyazi seçsem da patlaruk seçmesem da patlaruk." Ağlanacak hallerine gülmeye başladı, iyi bir kumar olacaktı çünkü bu el yapımı patlayıcı düzeneği fazla karışıktı, çözmesi uzun zaman alacaktı.

Mete mikrofonunu açtı ve timine seslendi. "Tahliye gerçekleşti mi?"

"Bölge çok kalabalık komutanım, herkesi çıkarmamız zaman alır." Çok güzeldi, tam da zaman yokken harika olmuştu. Sadece iki dakika içinde bombalar patlayacak, konsolosluğun çevresini de çok olumsuz etkileyecekti. Belki de yaşayan canlı kalmayacaktı.

"Acele edin." Başını kapıya çevirdi, Azra da duramamış gelmişti. "Sivilleri tahliye etmen lazımdı, neden buradasın?"

"Seni bırakamadım." Gülümsememesi gerekiyordu, ciddi kalmaya çalıştı. "Emrime uy Demir, sana burada ihtiyaç yok." Gitme demesini istemişti, bir patlama olacaksa onunla ölmek isterdi ayrı ayrı ölmektense. Gitmesi gerektiğini biliyordu kadın, ona birkaç adım atıp başka bir zaman görevde asla yapmayacağı bir şey yaptı, adama sımsıkı sarıldı ve dudağına küçük bir öpücük bıraktı. Sonsuza kadar onunla böyle durabilirdi, öleceklerse tam da şu an o bomba patlayabilirdi.

Üsteğmen sevgilisinin yüzünü ellerinin arasına aldı ve alnından öptü onu, acele değildi, hissede hissede yapmıştı bunu. "Seni seviyorum, gitmen lazım."

"Seni çok seviyorum, bensiz öleyim deme sakın."

"Şu arkadaş güzel çalışırsa neden olmasın? Hadi git şimdi, ne kadar çok kişi kurtulursa o kadar iyidir." Yaralı kolunu sıvazlayıp yavaşça kendinden ayırdı bedenini.

"Ben da Meyrem'e sarilmak isterdum da işte herkes sizin kada şansli değil." Kabloların çıkış istikametini ve bağları inceliyordu, konuşması ona engel değildi. "Ben burada ölürsam Meyrem'e eyi bakun ha, ağlamasun çok. Hayatune baksun istiyurum."

"Geri zekalı, sen patlarsan biz hayatta mı kalacağız? Kes şunu hadi ben gidiyorum." Azra giderken üsteğmen gözlerini ondan ayıramamış bu görüşünün son görüşü olmamasını dilemişti. Ölüm korkusu değildi bu, ondan ayrı kalmak istemiyordu sadece. Bir Türk askeri asla korkmazdı.

"Yine da hayatta kalurseniz deduğumi edun."

"Tamam Orhan tamam, işine bak sen. Bulamadın mı?"

Kablolar ve bağlantıları birbirine öyle girmişti ki ayırt edebilmek mümkün değildi, kimi sahte bağlar vardı. "Son 20 saniyedur, hakkunizi helal edun kesiyurum şuni. Ben size gidun demiştum, imha işi tek kişiliktur."

"Burada emirleri ben veririm Orhan." Elini omzuna koymak istedi ama yanlış hareket yapmasını istemiyordu. "Helal olsun aslanım. Kes."

"Bismillah." diyerek elinde tuttuğu beyaz kabloyu kesti, bu defa sayaç ileriye doğru akmaya başlamıştı. Bir tane daha deneyecekti. Terlemişti, mavi gözleri sadece oraya odaklıydı, alnındaki terler damlamaya başlamıştı.

"Ulaaaa." Kablonun anahtar yerini bulup gülümsedi, kesmeyeceği kabloyu biliyordu. Kesmesi gereken iki kablo vardı, daha doğrusu bunlardan biri onları kurtaracaktı.

"Ha bu ikisinden biridur, hangisi bulmam da ha bu kada sürede mümkun değildur." Üsteğmen yaklaşıp kablolara baktı. "Şansa mı kaldık yani?"

"Yani biraz."

"Sağdakini kes o zaman. Bitsin bu iş." Sayaç yeniden işlemeye başlamış on beş saniye kalmıştı. "Eyi." diyerek tam tersini yapıp soldakini kesti.

"Lan!" diyerek yere çöken Mete etrafına bakındı, hiçbir şey olmamıştı, bombaya doğru baktı, durmuştu. "Aferin Orhan, aferin oğlum." Askerinin kalkmasına yardım etti sonra da onu kucakladı. Başarmıştı, doğru kabloyu kesip bombayı imha etmişti, artık güvendelerdi. Tabii ki bu bombayı götürüp güvenli bir yerde imha etmek desteğe yeni gelmiş olan Gölge Timi'nin görevi olacaktı.

"Tahliye dursun, bomba imha edildi. Konsolosluk çevresinde güvenlik alın, ben gelince çıkacağız." Yeniden Orhan'a baktı, eli omzundaydı, ona gururla bakıyordu. "Helal olsun sana."

"Şu vatan için patlaturum da patlarum da. Yeter ki vatanum sağ olsun." Bir an gerçekten başaramayacağını sanmıştı, başarmıştı. Demek ki inanmak gerekiyordu.

Volkan Üsteğmen hızlıca içeriye girip etrafa baktı. Belgelerin bazıları tahrip edilmişti, alınmış olma ihtimali de yüksekti. Bu ülke için çok kötü bir durumdu, kurtarma ihtimalleri de yoktu, iş işten çoktan geçmişti. Yapabildikleri şey rehineleri kurtarıp konsolosluğu geri almaktı, başkonsolosu alamamışlardı o apayrı bir sorundu.

"Gölge Timi'yle beraber bölgeye yeni sevk edilmiş komando birlikleri de geldi. Buraları devralabilirler." Yanındaki genç teğmen öne çıktı. "Biz gereken tüm tedbirleri alacağız komutanım siz hiç merak etmeyin."

"O halde biz dönüyoruz teğmenim, iyi görevler. Dikkat edin kendinize." diyerek arşiv odasından çıktı üsteğmen. Koridordaki kan izlerinin üzerinden geçip alt kata inmiş sonra da dışarıya çıkmıştı.

"Sancak ve Gölge Timi, görev tamamlanmıştır. Herkes araçlara binsin." Askerlerin hepsi rahat bir oh çekerken bir kadın da apayrı bakıyordu gözlerine. Üsteğmen gülümsedi, ölmedik bak beraberiz demenin başka bir şekliydi bu. Onunla olduğu her güne şükrediyordu, onunla olacak her şeye de şükredecekti, emindi bundan.

"Sayaç ve Kırımlı, siz arabayı kullanıyorsunuz düşün önüme." Askerleri arabaya doğru giderken onlara fark ettirmeden sevgilisinin elinden tutup arabaya doğru götürdü. Sarılarak gitmeyi sonuna kadar hak etmişlerdi. Göktürk şoför koltuğuna geçince Enes de yanına oturdu. Arka koltuğa önce Mete bindi, Azra da peşinden binip başını boynundaki yerine yerleştirdi. Orası onun için huzurdu, her derdi tasayı unuttuğu yerdi.

"Ölmedik yine."

"Yine beraberiz ayrı düşmedik." Eliyle yanağını okşadıktan sonra saçlarından öptü, şefkat dolu bir öpücüktü bu, Azra'yı kollarında konumlandırmış huzur buldurmuştu.

"O kadar yoruldum ki, o kadar huzura ihtiyacım var ki..." Eşsiz kokusunu içine çekti, ter kokmuyordu o parfüm kokusu sanki oraya yapışmıştı. "Böyle kalsam günlerce inan ki kıpırdamam." Burada yalnız değillerdi ancak umursamadı, daha fazlasını tahmin etmişlerdi bunu göstermekten kaçınmalarına gerek yoktu.

Öyle güzel huzuru bulmuştu ki yummuştu gözünü, hakkıydı. O çatışmalardan çıkardıysa timini en çok onun hakkıydı. Üsteğmen de çenesini başının üzerine yerleştirdi, arada bir başını eğip saçını kokluyor, operasyonun etkisiyle yanlardan fırlamış saç tellerinde parmaklarını gezdiriyordu. Öndeki askerler ilk defa susmuşlar bu güzelliği bozmak istememişlerdi.

Yan araçta da durumlar farklı değildi, herkes yorgun ve yıpranmış hissediyordu. Şebnem'in ellerinde askerinin kurumuş kanları vardı, tam olarak temizlenmemişti.

"İyi miydi?" Başını yanındaki adama çevirdi, aynı araca düşmeleri iyi olmamıştı. Meraklı gözlerle bakıyordu ona, kötü bir şey diyecek diye aklı çıkıyordu, o kıza müdahale edememişti, etseydi sakat kalabilirdi göze alamamıştı.

"Doktor iyi olacağını söyledi."

Şebnem yeniden ellerine baktı, lekeler çıkmadıkça aklına zarar veriyordu. İyice ovaladı çıkmadı, çantasına uzanıp matarasını çıkardı, suyu bitmişti, dökemedi.

Volkan onu seyrediyordu, elinde kurtaramadığı askerinin kanının olması kadar kötü bir şey yoktu ki. Aynı şeyi kendi de hissederdi. Çantasındaki matarayı çıkartıp kızın eline doğru biraz su döktü. Matarayı diğer eline alıp boştaki elini kızın ıslanmış parmaklarına götürdü, yavaşça ovmaya başladı, kan lekeleri böyle çıkacaktı da onun dokunduğu yer ne olacaktı? Düşünmeden hareket etmişti yine. Ne kadar olmuştu bu elleri tutmayalı, aylar geçmişti üzerinden.

"Ben yaparım." Elini çekmeye çalıştı, adam duymazlıktan geldi. "Komutanım." Yine umursamadı, parmaklarını ovuşturup kanı iyice çıkarınca avuçlarına geldi sıra.

"Duymazlıktan mı geliyorsunuz beni?"

"Şebo bir sus ya, sus da bitsin şu, her yer kan koktu zaten." Sanki kandan çok uzak bir işleri vardı da böyle söylemişti. Mataradan yeniden su döküp avcunu ovuşturmaya başladı, gözleri sadece o ellerdeydi, kimseye bakmıyordu, yanındaki kadına da bakmadı.

"Susayım, susayım ben hep zaten. Susarım emredersiniz." En sonunda ellerini çekip geri çekildi. "Ne halin varsa gör." dedi, sinirlenmişti ve ağzından çıkanı yine kulağı duymuyordu.

"Gerçekten mi ya? Diyeceğiniz tek şey bu mu? Ne bok yedim ben de söylediniz bana bunu?" Araç doluymuş boşmuş ikisinin de umurunda değildi, umursamaları gereken çok daha ciddi meseleler vardı.

Hırsla elini ovuşturmaya başladı, kanı çıkartmıştı ancak böyle giderse kendi elini kanatıp mikrop kaptıracaktı.

"Rahat dursana." Bileklerini kavrayıp birbirinden ayırdı. Kendine zarar vermesini izleyemezdi.

"Neden?" Gözünün içine baktı, her hareketi onu yaralıyordu. "Neden böylesiniz? Bir şey dediyseniz arkasında durun." Önce ellerini yıkıyor sonra ne hâlin varsa gör diyor en sonunda da kendine zarar verdiğini görünce onları birbirinden ayırıyordu. Kendi de pek farkında değildi yaptığının, ne olursa olsun onun zarar görmesini istemiyordu. Bazen kendi canını nasıl yaktıysa onunkini de yakıyordu ancak pişman olması uzun sürmüyordu.

"Böyle yan yana olmamamız lazım bizim. Birbirimize zarar veriyoruz. Gelecek başka tim mi yoktu da ortak çalıştığım time geldin?"

"Buna ben mi karar veriyorum? Ama evet, yan yana olmak bize yaramıyor. Sadece can acıtıyor başka bir şey değil." O an o araçtan inip gitmek isterdi, mümkün olsaydı bunu hemen yapardı. Beraber olduklarında da onu üzüyordu, ayrıyken de üzüyordu. Ondan olabildiğince uzakta olmak isterdi. İşte bazı şeyler ona bağlı değildi, yeni tayin olmuştu ve tayin için zamanı vardı.

"Benim göğsümde taş var zaten bendeki hiç acımıyor." Kollarını birbirine bağlayıp dışarıya çevirdi başını.

"Laf da sokuyor." Bu sözünü mırıldanmıştı, üsteğmen duymaya çabalasa da yapamadı, aracın sesi buna engel olmuştu.

Helikopterin karşıda görünmesi onlar için kurtuluşun habercisiydi. Araç durur durmaz kendisini aşağıya ilk atan Şebnem olmuştu, çantasını da alıp helikoptere koştu. Herkes araçlarından indikten sonra helikoptere geçmişti, Mete en son bindi ve Azra'nın yanına oturdu. Herkes operasyon modundan çıkmış daha rahatlamıştı. Başlarındaki miğfer çıkarılmış ve birbirine yaslanmış biraz sessizlik ile dinlenmeye çalışmışlardı. Enes Göktürk'ün sırtına yaslanmış gözlerini yummuştu. Şebnem camdan dışarıya bakarken Volkan da askerlerine sırtını yaslamış uyuklamaya başlamış, Orhan ve Fırat da birbirine yaslanmıştı. Hakan ise hazır olda bekliyordu, onun da tarzı buydu. Azra Mete'nin dizine yatmamak için çok zor tutmuştu kendini en sonunda omzuna yaslanmış uykusuna kaldığı yerden devam eder olmuştu. Üsteğmen askerlerine ses çıkarmadı, şu kısacık uykuyu bile sonuna kadar hak etmişlerdi.

Gözlerini omzunda yatan kadına çevirdi, uyurken bile bu kadar güzel görünmeyi nasıl başarıyordu ki? Öyle güzel geliyordu ki gözüne bakmaya kıyamıyordu. Halbuki saçı başı dağılmış, yüzünde toprak lekeleri olan normal tipte biriydi, hatta şu halde olduğundan daha kötü gözüküyordu da işte üsteğmene görünen bambaşkaydı.

Zaten marifet görebilmekteydi, onun güzelliğini herkes göremezdi Mete görürdü sadece. Herkes o toprağa bulanan yüzüne bakınca pis birini düşünürken Mete için o toprak ona güzellik katıyordu.

İkisi de birbirini kaybetme korkusu yaşamıştı, biri yaralı şekilde bir ipe asılmıştı, diğeriyse sırtından vurulmuş sevdiğinin kollarına yığılmıştı. Mete kendi yaşadığının travmasını yaşamamıştı pek, o olay en çok Azra'ya dert olmuştu ama onun vurulması, kucağına yığılan Azra'yı gören Mete o ânı hiçbir şekilde silemiyordu aklından.

İlk defa onu öptüğü gün sırtından vurulmuş, ölümden dönmüştü. Orada ilk müdahale yapılmış sonra hemen ambulans uçakla Ankara'ya nakledilmişti. O ameliyat olurken ölümle cebelleşirken üzerine ve ellerine bulaşan kana takılı kalmıştı. Duvarın dibine çökmüş bir üzerindeki kana bir kapıya bakıyordu.

Timden yanına ilk gelen Hakan olmuştu, hiçbir şey söylemedi, komutanını sımsıkı kucakladı. Hiç yalnız bırakmadı. Timin geri kalanı da gelince üsteğmen biraz daha kendine gelmişti. Kafasını dağıtmaya çalışmışlardı operasyonla alakalı konuşarak, az da olsa onu konuşturabilmişlerdi, profesyonelliğinden taviz vermemişti o durumda bile.

En sonunda ameliyat bitmiş ve başarılı geçmişti. Üsteğmen bunu duyunca mutluluktan ağlamaya başlamış askerlerine sarılmıştı. Azra odaya geçtiği zaman da yanından ayrılmamış, onu bırakamamıştı. Ölecek diye ölmüştü, hayatta bundan daha büyük bir korku yaşamamıştı. Bu acı bambaşkaydı, saçlarını okşadı, siyah zülüflerini parmaklarına doladı. Türküler söyledi ona her gece, uyanmasını bekledi. Bir gece Azra gözlerini açtı ve sevdiği adamın türküsüne eşlik etti. Onu duymuştu hep, gözlerini açması geç olsa da onu duymuştu, hissetmişti. Ona verilebilecek en güzel hediyeydi o kara gözleri yeniden görebilmek, dünyalar onun olmuştu. Yaşadığına binlerce kez şükretti. O günden sonra sevdiği kadına bir şey olursa diye tetikte yaşıyordu, ilk defa bir şeyden korkuyordu, onu kaybetmekten. Ona söyleyip sıkmak istemiyordu ama her anda aklında o vardı.

Üsteğmen yaralı kolunu yavaşça okşadı ve alnına bir öpücük kondurdu. "Sevgilim." dedi kulağına eğilip, sadece Azra duymuştu dediğini. "İniyoruz." Demir Leydi doğrulup etrafına baktı, inişe geçiyorlardı.

"Tim." Sesi yüksekti, askerlerini uyandırmak istemişti. "Uyan Sancak, uyan Gölge! Karargaha geldik." Hepsi birden nasıl uyuduysa aynı anda da kalmışlar helikopter durur durmaz da aşağıya inip hizaya girmişlerdi. Reşat Yarbay onları karşılamıştı yine.

"Üsteğmen Mete Akıncı, Gölge Timi ve Sancak Timi bir kişilik eksikle emrinizdedir komutanım." Elvan'dan bahsediyordu. Böyle olmasını istemezdi, aklı askerindeydi, hemen tedavi olmasını istiyordu.

"Rahat üsteğmenim. Gidin dinlenin, sen de raporları halledip git. İzni hak ettiniz, istirahat edin."

"Emredersiniz komutanım." dedikten sonra Reşat Yarbay yanlarından ayrıldı. Üsteğmen de askerlerine döndü. "Sancak ve Gölge Timi, istirahat et."

Mete timleri dağıtırken Azra'nın yaralı olmayan kolundan yakaladı. "Şebo'ya sardırsaydın ya kolunu."

"Bir şeyim yok benim iyiyim."

"Mikrop kaparsa görürsün o zaman." Tuttuğu kolunu çekerek revire doğru götürdü onu. Evrak rapor işleri biraz bekleyebilirdi ama bu kol bekleyemezdi, sağlık beklemezdi.

Revirdeki astsubaya baktı sonra da sevdiği kadına baktı. "Astsubayım askerimin kolu yaralı acil pansuman gerekiyor."

"Emredersiniz komutanım." deyip Azra'ya baktı adam. Azra kolunu açıp sedyeye geçince o da yan tarafına geçmiş uzattığı kolu dezenfekte etmeye başlamıştı. Kurşun yarasına bile laf etmeyen kadın yüzünü ekşitti, üsteğmene biraz naz yapmanın zararı olmazdı.

"Yok sen acıtıyorsun öyle yapılmaz, çekil ben sararım askerimin yaralarını." Adamı kenara itekleyip sedyeye oturdu, kolunu eline alıp üfleyerek pamuğu üzerinde gezdirdi.

"Ben kapıdayım, ihtiyacınız olursa seslenirsiniz komutanım." Tamam rahatsız etmeyeceğim sizi kaçtım ben demenin başka bir yoluydu bu. "Çık." dedi üsteğmen. Azra gülmeye başladı.

"Adamın ne suçu vardı da kovuyorsun ya?"

"Canını acıttı."

"Sen 5 sene acıttın ben sana çık diyor muyum hayatım?" İşaret parmağını kadının başına götürdü, iki kere hafifçe itekledi. "Sen çok fenasın ya, her fırsatta hançeri saplamadan durmayacaksın değil mi?"

"Asla. Valla duramam istesem de."

Bu halleri çok çekiciydi, öpse acaba yakalanırlar mıydı? Üstteki kamera onları çekmese olabilirdi belki.

Mete koluna gazlı bezi sarıp bir eliyle onun elini tutarken diğer elini de bacağına koymuştu. Kamera üsteğmenin sırtını gördüğünden bu yaptıkları gözükmemişti.

Azra adamın gözünün içine baktı, ne diyeceğini anlamıştı. Mektubu istiyordu, raporda bunu da yazmak zorundaydı. Yırtıp atmak istedi ancak yapamadı. Fermuarlı cebini açıp elini içeriye attı, o lanet ettiği mektubu çıkartıp dizlerinin üzerine koydu. Gözleri dolmuştu yeniden. Bu herif onun ayarlarını bozuyordu.

"Düşmedi yakamızdan. Bir türlü gitmiyor. Rahat bırakmayacak bizi."

"Peki ya biz onu rahat bırakacak mıyız? Ya sağ bırakacak mıyız? O kara gözlerin dolmasın, ben seni böyle görmeye dayanamıyorum." O güçlü kadın bu adamı görür görmez tüm yelkenleri suya indirip tüm duygusal çıplaklığıyla teslim oluyordu ona.

"Dedim, gidip vurayım onu dedim. Ne sen ne üstekiler izin verdi. Al işte şimdi konsolos elinde, yarın ne yapacağı belli değil. Ya..." Elini adamın yanağına yerleştirdi. "Ya sana bir şey yapmaya kalkarsa?" Kendine değil ona zarar verir diye korkuyordu. Takıntılı olduğu kadını vuran bir terörist nefret ettiği bir adama neler yapmazdı ki?

"Bize elini uzattığı an o eli kırarım. O şerefsiz ölecek. Sana yemin ediyorum ölecek." Yanağındaki avuca bir öpücük kondurdu. "Ve seni o cehenneme yollamaya üstekiler izin verseydi inisiyatif alıp ben izin vermezdim, tek başına olmaz. Ben seni bir defa kaybettim sandım zaten bunun gerçeğini bana yaşatamazsın."

"He sen hiç yaşatmadın. Senin vücudunda hiçbir iz yok zaten. Ben senin karnından da kurşun çıkarmadım zaten." Gözünün önüne gelmemesini diledi bu kâbusun. Çok zordu, onu sevmek kadar onu öyle görmek de çok zordu.

"O cehennemde beni ipten sen aldın Azra'm. Ben seni o ipe mahkum etmeyeceğim."

♟️

Bölüm sonundan herkese merhaba. Bölüm yorumlarınızı tam şuraya bırakabilirsiniz.

Sosyal medyada Demir Sancak'ı arkadaşlarınıza önermeyi, yorumlara bırakmayı unutmayalım, beraber büyüyelim olur mu? Desteğinize ihtiyaç duyuyorum çünkü büyük bir kitlem olmadığı için az okunuyorum. 11.600 okunmuşuz, hep beraber daha çok büyüyelim istiyorum.

Bir de AzraIzguner 'in Analiz kitabını mutlaka okumalısınız, okumuyorsanız çok şey kaybedersiniz benden size söylemesi. Böyle orijinal bir polisiye görülmedi, yazar aklımızla oynuyor.

Şebnem ve Volkan ah sizi yangın çiftim acılı keklerim...

Elvan'ım iyi ve mutlu ol hep❤️

Orhan sen ayrı bir dünyasın ya patlıyorduk neredeyse sksjfjf

Allah belanı versin Berzan butonu tam olarak burasıdır.

METE AKINCI...
AZRA DEMİR...
Size iki çift lafım var çok nahifsiniz ölüyorum bitiyorum size çok çokk güzelsiniz❤️

Haftaya cuma yeni bölüm gelecek bu defa böyle oldu sonra yeniden 2 haftada bir bölümler gelecek canlarım.

Hoşça kalın.

Loading...
0%