@rubamsalepe
|
Beğenip yorum yapmayı unutmayalım. İyi okumalar ❤️ ♟️ Günler birbirini kovalamıştı, hâlâ bir istihbarat alınamamıştı. Konsolosa bir haftadır ulaşılamamıştı. Tim dinlenmeden sonra eğitimlere gelir gider olmuşlardı. Yarın tatil olacaktı, tim karargahta durum değerlendirmeleri yapmaya çalışsa da amaçlarına ulaşamamış daha sonra kendilerine verilen görevleri yerlerine getirmişlerdi. Şimdi evlere dağılma vakti gelmişti, biraz geç olmuş hava kararmıştı. Hakan taksiyle eve geçmiş kendisine güzel bir sofra hazırlayıp yemeye koyulmuştu. Bir geceliğine akraba ziyaretine giden annesi evde olmayınca tüm iş ona kalmıştı. Asla şikayeti yoktu, kendi elinden öyle işler gelirdi, mesela Enes gibi değildi, hamur bile açabilirdi ama tercih etmiyordu. Uzun süre bunlarla uğraşmak vakit kaybı geliyordu ona. Annesinin yemeklerinden üç tabak yedikten sonra çayını alıp camın dibine oturmuş kararmış gökyüzünü seyretmeye başlamıştı. Sıcak havada sıcak çayla harareti almaya çalışan klasik Türklerdendi, yüzünde bir gülümseme asılıydı. Konsolos bulunamasa da onca Türk kurtarılmış ve konsolosluk binası geri alınmıştı. Bunun gururunu yaşaması çok doğaldı. "Sıra ona da gelecek," diyerek bir yudum daha aldı çayından. Türk bekliyorsa gelişi çok daha acı olurdu düşman için. Onlar kan kusacaktı bu defa zevkle izleyen taraf Türkler olacaktı. Yeniden dışarı çevirdi başını, gökyüzüne bakarken kapıya bir araç yanaştı. Polis arabasıydı. İçinden Miray inmiş hızlı adımlarla kendi katına çıkmıştı, o girdikten sonra polisler de gitmişti. "Ne oldu yine ya?" Elindeki çay bardağını sehpaya koyup ayağa kalktı. "Bir kere rahat dursan şaşarım Türkmen Kızı, bir kere ya sadece bir gün sakin geçsin." Kapıya doğru yönelip üst kata çıkması bir soluk kadar kısa sürmüştü. Aklında sorular vardı, merak ediyordu ne olduğunu. Elini yumruk yapıp kapıyı tıklattı, zile basmaktansa bu daha hoşuna gidiyordu, daha samimiydi. Miray da gelen kişinin kim olduğunu bu sesten hemen anlıyordu. Kapı açıldı, karşısında siyahlar içinde bir kadın vardı. İp askılı bir üst, altında siyah bir şort vardı. Saçları başının etrafında dolanmış dağınık bir topuzdu. Makyajı yoktu, genelde makyaj yapardı. Eve girdiğinden kısa süre sonra yanına çıkmıştı, bu da demek oluyordu ki hemen giyinse bile makyaj silmeye vakti olamazdı. Miray bugün hiç makyaj yapmamıştı. Gözleri kızarıktı, yine de çok güzeldi. "Bu ne hal? Neden polisle geldin? Bir şey mi oldu?" Elini başına götürdü, ona açıklaması lazımdı, geç bile kalmıştı muhtemelen fırça yiyecekti bu yüzden. "Ne varmış hâlimde?" Sorunun cevabı bu değildi, adam yüzüne dik dik baktı, anlat ben dinliyorum der gibiydi. "Polise gitmem gerekti, tedbir olarak beni eve bıraktılar." Polislik ne yaşamış olabilirdi ki? Bir askerin evinde kalıyorken ne olmuş olabilirdi? "Ne oldu Miray beni delirtecek misin sen?" "Yolda yürürken bıçaklı kavganın ortasında kaldım sonra da benim üzerime yürüdüler, can güvenliğim yoktu." Fazlasıyla korkmuştu ve yaşadığı en kötü tesadüftü bu, iyi hissetmiyordu. "Kim bunlar? Tanıyor mu o piçler de o yüzden mi saldırdılar?" Soruları o kadar hızlı sormuştu ki Miray hangisine cevap vereceğine karar veremedi. "İfadelerinde başta rastgele çektiklerini sonra da beni tanıdıklarını söylediler, kaçtım ben sonra ara sokakta yine karşıma çıktılar. Polisi aradım hemen, ölüyordum neredeyse." Hakan sinirlenip yumruğunu sıktı, onun evinde yaşayan birinin böyle bir şey yaşamasına asla izin vermemeliydi, küfretti kendisine. O herifler değil bu mahalleye Ankara sınırları içine bile giremezdi artık, izin vermezdi. "Amına koyduğumun piçleri, seni tanıyıp bunu nasıl yapabilirler ya? Ne istediler senden?" Bu defa sesi yumuşak çıkmıştı. Gözlerini yeşil gözlerine sabitledi, yeni olmasını umdu. "Üçüncüye oldu bu." Kaşlarını çattı Hakan. "Taşındıktan bir ay sonra falandı." Taşınmasının üzerinden aylar geçmişti, onca zaman susup hiçbir şey söylememişti adama. "Benim neden bundan haberim yok?" "Söylesem ne değişecekti teğmen, adamları bulup dövecek miydin? Hadi dövdün diyelim sana ne olacak başına iş açılacak." Hakan kadının üstüne yürümeye başladı, bunu ondan nasıl saklayabilirdi? Onu kurtaran adamdı, üst katında oturuyorken onu koruyamayacak mıydı? Kapının önüne koruma yığmayacak mıydı? "Açılacaksa açılsın Miray, umursar mıydım sanki? Bulurdum o itleri döverdim. Öyle bir sıçardım ki o piçlerin ağzına bir daha konuşamazlardı bile. Sen nasıl söylemezsin bana bunu ya delireceğim." Miray parmağını kaldırıp adama doğru tuttu, bu defa o da öfkelenmişti. "Ben sana her şeyi söylemek zorunda değilim biliyorsun değil mi? Sesini yükseltemezsin bana." Hakan kendine uzanan parmağı tuttu, canını acıtacak kadar sıkmamıştı ancak çekmeye kalksa kurtaramazdı o parmağı. "Benim evimdeyiz farkındasın değil mi? Ben senden de sorumluyum." Miray parmağını çekmeye kalktı ancak başaramadı, biraz zorladı bu defa Hakan bileğini kavradı. Böyle söyleyip de kaçamazdı, hesap vermek zorundaydı. "Kır istersen." "Bir kadına zarar vermeyeceğimi bilmiyor musun?" "Vermezsin ama bırakmıyorsun da." Kolları aralarından çekilse mesafeleri daha çok azalacaktı zaten fazla yakınlardı. "Neden söylemedin, seni korurdum." "Giderler sandım, geçer sandım." Bu söz canını yakmıştı adamın, bileğini yavaşça aşağıya indirdi elini bu defa koluna koydu, onu teselli ettiğini göstermeye çalışıyordu. "Geçti mi?" Miray başını iki yana salladı. Geçmemiş, şikayetlerine rağmen serbest kalan o herifler iki kere daha Miray'la karşılaşıp belki de bilerek yolunu kesip üzerine yürümüşlerdi. Bunu mahallede birkaç kadına yaptıkları da bilindiğinden neyse ki kimse zarar görmeden tutuklanmışlardı. Salındıklarında yine aynısını yapınca bugün bir kere daha tutuklanmışlardı. "Ben burada olayım ya da olmayayım, ben varsam kimse sana zarar veremez. Korkma olur mu?" Miray koluna yerleşen ele baktı, gülümsedi. Destek görüyordu birinden. Ailesinden işi gereği uzaktı, takım arkadaşları hariç sosyal yaşantısı çok azdı. Bir Azra bir de Hakan vardı. "Sen buradasın ya, korkmuyorum artık." Ona doğru bir adım daha attığında aralarındaki mesafe bir nefeslikti. Ciddi boy farkları vardı, başını yukarıya kaldırmak onu yormuştu. "Çok uzunsun boynum ağrıdı." Hakan iki adım geriye çıkıp "Al böyle daha rahat görürsün. Boyun kısa ama dilin pabuç gibi, her şeyi halletik bir bunu halledemedik Türkmen Kızı." deyince Miray yeniden sinirlenmişti ancak onu karşısındakine bakışlarıyla değil sözleriyle belli etmek istedi. "Git evimden." Kapıyı işaret ettiğinde Hakan kırdığı potun farkına varmıştı. "O ne demek ya? Saçmalıyorsun." Miray yeniden kapıyı gösterdi, yüzünde mimik değişmemişti. "Çık git dedim." "Burası benim evim küçük hanım beni öyle boş yere kovamazsın buradan." Türkmen Kızı kapıya doğru yürüyüp hızlıca açtı, işaret parmağı dışarıyı gösteriyordu. "Hakan git! Pabuçmuş. Sana buradan bir sıçrarım görürsün dilim pabuç muymuş değil miymiş." Bu kadarını abartı buldu, gereksiz yere yükseldiğini düşünüyordu. Sadece şakalaşmıştı, bu kadar ciddiye almaması gerekiyordu. "Sıçra hadi." Kapıyı hızlıca kapatıp onu duvarla arasına sıkıştırdı. "Gitmiyorum!" Elini duvara yerleştirdi ve üzerine doğru eğildi, aralarındaki uçurum boy farkı böylelikle kapanmış oldu. "Ne diyordun? Sıçrayacak mıydın?" "Ne diye girdin burnumun dibine?" Duvardaki eli sabit duruyordu, diğer elini saçlarına götürdü ve hafifçe topuzunda gezinmeye başladı. "Biz seninle hep böyle kavga mı edeceğiz?" Miray adamın dudaklarına baktı, göğüs kafesi hızlıca inip kalkıyordu. Bu bakış teğmenin aklına yer etmiş anlam bulmaya çalışmıştı. "Ben seninle kavga etmiyorum. Sen benimle ediyorsun." "Etmiyorum." "Etmemiş hâlin bu mu teğmen?" Adam elini saçlarından çekip geri çekildi. Bu defa gerçekten gitmeye hazırlanıyordu, elini kapı koluna yerleştirmiş yana doğru dönmüştü. "Bu. Gidiyorum." "Def ol git o zaman." Araladığı kapıyı sertçe çarpıp kadının üzerine eğildi ve dudaklarına yapıştı. Geldiğinden beri çok zor tutmuştu kendini, nefesi kesilene kadar öptü, biraz sertti alt dudağını çekiştirmesi. Böyle bir tartışmanın üzerine narin olması garip olurdu zaten. Az önce dudaklarına bakmış olmasaydı her şeye cesaret eden adam buna cesaret edemezdi. Miray öylece durdu, şaşırmış olsa da az önce kendisi de aynı şeyi yapmayı düşünmüştü, cesaret edememişti. Duvarın dibinde onu sıkıştırmışken dudaklarına öylesine bakarken başka bir şey düşünememişti. Her git, git demek değildi. Elini boynuna dolayıp sertçe dudaklarına karşılık verdi. Hakan bir elini beline diğerini de yanağına yerleştirdi. Belinden öyle bir tutmuştu ki sanki kaçacaktı, istemedi kaçmasını, gitmesin istiyordu. Göğüs kafesi ine kalka geri çekildi, kadının elleri böylece ensesinden düşmüş aralarındaki 15 santimlik boy farkı açılmıştı yeniden. Elleri hâlâ bedenindeydi. "Beni böyle öpüp geri çekilemezsin. Sana bu hakkı kim verdi?" Yaptığı en iyi şeyi yaptı, sıçrayıp üzerine çıktı, bacaklarını adamın beline doladı aynı onun belini sardığı gibi sımsıkıydı. Rahat durmaya asla niyeti yoktu, adamın dudağının kenarını ısırdı, kanatacağının kendi de farkında değildi. Hakan yüzünü ekşitip sızlandı. Bir eli belindeyken kayıp düşmesin diye diğer elini de kalçasına yerleştirdi. Elinin bedeninde olması yeterince sıcaklamasına neden oluyordu zaten, bir de gelip elini kalçasına koymuştu. Başını bu defa boynuna götürdü adam, dişlemeyi düşünse de onun aksine canını acıtmaktan korktu, uzun bir öpücük bırakınca böyle inleyeceğini kendisi de bilmiyordu. Şu aşamaya kadar gelmenin ilerisini düşünmemiş olsa da o şehvetin arasında o diş izinin onu zor duruma sokabileceğini düşündü. "Ne oldu? Bu çirkin adamdan mı etkilendin?" "Geri zekalı, çirkin misin sen?" "Değil miyim?" Yakışıklı olduğu söylenemezdi, bu çirkin demek değildi sadece yakışıklı değildi. Biraz da nemrut duruyordu bu da ayrı bir hava katıyordu ona. "Çirkin bir adamı hiç öpmedim." "Kaç adam öptün?" derken onu yeniden duvara sıkıştırmıştı, bu defa tüm bedeni onunkine değiyordu, dudakları arasında üç parmak, konuştukça dudaklarına değen nefesi vardı. Kadın bedeninde onu hissederken fazlasını da hissedeceğini biliyordu, daha çok arzuluyordu onu. "Birkaç adam," diyerek tişörtünün kenarını kıvırmaya çalıştı, Hakan ne yapmaya çalıştığını anlamıştı. Ona engel olmayacaktı, o da arzular içindeydi, o bakışlara direnmek çok zordu. Hele ki bu kadar güzel ve çekici bir kadına direnmek imkansız gibi bir şeydi. (+18 uyarısı, ♟️ işaretinde sona eriyor. Rahatsız olan o kısma geçebilir.) Hızlı adımlarla içeriye girince Miray parmağıyla yatak odasını gösterdi, salonda rahat edemezlerdi. Yatak odasının genişliği ve rahatlığı ikisini de daha iyi hissettirecekti. Miray'ın sırtının yatakla buluşması çok da uzun sürmedi. Adam az önce kadının yapmaya çalıştığını yapıp tişörtünü bir kenara fırlatmış beklemeden acıyan dudağını onunkilere bastırmıştı. İri yapılı mükemmel fiziğini bile görememişti kadın, ona fırsat vermeden dudaklarından öpmüştü ve öylesine bir arzuydu ki bu daha ilerisini istemesine sebep oluyordu. Yatağa doğru bastırdığı parmaklarını kadının omzuna götürüp kıyafetinin askısına ulaştı. Askıyı kolundan aşağıya doğru sıyırırken parmaklarının koluna teması gözlerinin kapanmasına yetmişti. Kendisini hafifçe kasmıştı, böylelikle bedenindeki fiziksel belirtiler onu daha çok istediğini gösteriyordu. Bacaklarını sıkı sıkıya kapadığının farkında bile değildi. Sanki ne kadar sıkarsa arzuları o kadar gerçekleşir, içindeki boşluk dolar gibiydi. Bu hâle nasıl gelmişlerdi ikisi de bilmiyordu. Ateşle barutun yan yana durmayacağının kanıtı olmuşlardı. Bir araya sürekli gelmek zorunda kalan iki insanın tensel çekimleri onları bu noktaya getirmişti. Hakan, Miray'ın üzerindekini kenara fırlatınca sporcu bedeniyle karşı karşıya kalmıştı. Göz alıcı bir manzaraydı, kendisi gibi fiziği de çok güzeldi, sporcu düz fiziğe rağmen bel oyuntusu olan bir vücudu vardı. Daha önce onu görmemek büyük bir kayıptı. Bu güzel kadını ilk defa görenin kendisi olmasını umdu, başkası bu zevke ulaşmamalıydı. "Çok güzelsin," dedi, onun için dudaklarından çıkan ilk iltifattı bu belki de. "O kadar güzelsin ki kendimi tutamıyorum sana karşı. Tutamadım Türkmen Kızı." Dudaklarını boynuna götürdü, öpmek istese de bu defa yapmadı. Dudaklarını ona değdirip yavaşça hayali bir çizgide ilerleyerek aşağıya inmeye başladı, göğsüne doğru gelince durdu. Çok ileriye gitmişlerdi ve bundan rahatsız olmuş olabilirdi kadın. Eğer aksi bir şey görseydi ya da söyleseydi kesinlikle dururdu. Hakan gözlerini onunkilere çevirdi, belki de istemiyordu, bunu ondan öğrenmeliydi. "Devam et. Durma." Komutu gelmeseydi gerçekten duracaktı, artık durmasına sebep kalmamıştı. Fiziksel olarak da duramayacak noktaya gelmişti. Onun sıcaklığına kavuşmak için zaman kolluyordu. Kadının şortunu çıkartırken parmakları pürüzsüz bacaklarında dolanıyor bu da onu kıvrandırmaya yetiyordu. Kendi eşofmanını da çıkarınca aralarında üç parça kıyafet çıplaklıklarını gizler hâle gelmişti. Hakan'ın ilkinin böyle olmasını kendisi de beklemiyordu. Hep sevdiği kadınla aşkla birlikte olacağını düşünmüştü, bu birliktelik ise tamamen arzudan doğmuştu, zaman onlara ne getirir bilemiyordu. Hakan karşısındaki şaheserin karnından öpünce omzuna tırnaklar geçmiş seslice inlemesine sebep olmuştu. Kadının göğüsleri hızla inip kalkarken gözleri bu defa aldığı zevkin etkisiyle yumulmuştu. Onu altında kıvrandırmayı başarmış gibiydi, ayakları birbirine değiyor bacaklarını sıkabildiği kadar sıkıyordu istemsizce, biraz daha sabretmesi lazımdı, ikisinin de arzularının karşılığı birazdan verilecekti. Buz dolabı denen bu adamın yüzündeki sıcak gülümseme gibi tüm bedeni de sıcaktı, değdiği yeri kavuruyordu, daha da kavuracaktı, daha da değmesini istiyordu. Ellerini kadının sıkı sıkıya kapanmış bacaklarına götürdü, ayırmak için biraz baskı kullanması gerekmişti çünkü Miray farkında olmadan kilitlemişti bacaklarını, Hakan da birini alıp omzuna yerleştirdi ve ayak bileğinden başlayarak bacağının iç kısmına kadar küçük öpücükler bıraktı. Böylece biraz rahatlayacağını, kendini ona bırakacağını düşünse de onu daha çok kıvrandıracağını bilemedi, ilkiydi. Onu kıvama getirmek için kendisini bu kadar bekletmesi haksızlıktı. Acele etseler olmaz mıydı? İçindeki yangın böyle sönmüyordu, sönecek gibi de durmuyordu. Onun kollarını iki yana sabitleyip yeniden yüzüne doğru eğildi. "Biraz daha böyle devam edersek duramayacağım." Sıkıca tuttu ellerini, bırak dese bırakırdı ama bunu istemiyordu. "Çok ileri gittik Türkmen Kızı." "İçimde duramamanı tercih ederim." Adamın başını dudaklarına doğru çekerken üzerindeki iki parça kıyafetten de kurtuldu, şimdi tüm çıplaklığıyla onun karşısındaydı ve teni onu arzuluyordu. ♟️ "Ben neden buradayım ya bu saatte? Bok mu vardı da beni çağırdın buraya ne güzel uyuyordum evde." Gelir gelmez evin kanepesine yığılmış ve tüm çabalara rağmen yerinden kıpırdamamıştı. "Uykum var benim, geldim bak ama burada uyuyayım bari." "Seni uyu diye mi çağırdım ben? Uyumanı isteseydim aramazdım değil mi canım? Demek ki senin şimdi uyanık olman lazım." Kadın bu sözü duyarken gözlerini yummuş gerçekten de içi geçmişti. Madem bu kadar erken buluşacaklardı gece sabah ezanına kadar neden onu uyutmamıştı? O saate kadar mesajlaşmışlardı liseli âşıklar gibi, bu saatte kalkacağını bilseydi gece yarısında başını yastığına gömer tüm dünya ile bağlantısını keserdi. "Azra, kalk hadi." "Hı hı." Kanepenin üzerindeki yastığa sarılıp ona sırtını döndü. İzin gününde de uyumayacaksa bu izinler neden vardı? Sadece uyumak için yıllık izin kullanmayı bile düşünmüştü gözleri kapalıyken. Üsteğmen koltukta yatan kızın yanına çömüp kendine doğru çevirdi, uyandırmaya çalıştı. Bu kadar yakınlığı bir fırsat bilmeliydi, başını kollarının arasına alıp kendisine doğru çekti, göğsünün üzerine yatırıp dalgalı saçlarına bir öpücük bıraktı, gözleri hâlâ kapalıydı. Saçlarının kokusunu içine çekerek dudaklarını araladı. "Hadi uyuyalım sevgilim." "Azra'm iyisin hoşsun, çok da güzelsin yani uyuyan hâlini izlemek çok istiyorum da pikniğe gideceğiz ya hani hazırlık yapmamız lazım." Kendini kollarının arasından kurtarıp yüzüne eğilmişti. Üsteğmen bunu daha önce söylese de bu kadar erken olacağını söylememişti, bu adam uyumuyor muydu acaba? İki saatten fazla uyumadığını düşünüyordu, aksine asla denk gelmemişti. Hep erkenci bir adamdı, fazla erken. "Allah aşkına Mete sen şu evi çekip çeviriyorsun bir piknik çantası mı hazırlayamayacakasın? Sal beni uyuyacağım ben." Gözleri kapalıyken eliyle sağı solu işaret etmiş söylediklerini işaretleriyle desteklemeye çalışmıştı. "Güzelim, uyumak istiyorsan yatağımda uyursun." Gülümseyip gözlerini yatak odasına çevirdi, onu kollarının arasında uyurken görmek hayalin de ötesindeydi. "Ama kalkman daha güzel olur. İki gülen yüzü iki hoş sözü benden esirgeme. Özledim biraz yalnız bir şeyler yapalım, piknikte yalnız değiliz hepimiz olacağız." Azra gözlerini zar zor araladı ve parmağını adamın göğsüne bastırdı. "Sen aşk adam, her şey senin için." Adam dudaklarına küçük bir buse bıraktı gülümseyerek. "Şu hallerin o kadar tatlı ki, oturup seni saatlerce şöyle izleyesim var." "Bir de fırsatçısınız üsteğmenim, iznim olmadan çok ayıp hiç şey etmedim. Neydi o?" Hatırlamaya çalışırken yüzünü ekşitti, sanki böyle yapınca hatırlayacak gibiydi. "Tasvip?" "Aynen hiç tasnif etmedim. Gidip elimi yüzümü yıkayım ben en iyisi, kesin yanlış söyledim kafam da durdu. Öpünce de akıl kalmadı bende yine. Sen çok fenasın." Daha fazla saçmalasaydı ya, üsteğmen onu saatlerce izlerdi asla bıkmadan. 5 sene boyunca gözlerini ondan kaçırmak zorunda kalmıştı, hiç değmemişti gözleri ona. Böylesine doyasıya bakamamıştı, seve seve bakamamıştı. "Neden öyle bakıyorsun?" "Teşekkür ederim." Anlamadım neden der gibi baktı adama, neden teşekkür ediyordu? "Gelip bana duygularını itiraf ettiğin için. Ben sensiz nefes almıyormuşum." "Bir de bana sor. Her günüm seninle geçerken sensiz geçirdiğim her gecede gözyaşıyla uyudum, sensizliğin acısıyla uyudum. Hiç kolay değildi." Geldikleri noktada ikisi de şaşkındı, nasıl olmuştu da böylesine sevebilmişlerdi? Bu onlar için büyük bir lütuftu. "Ben ağlayamadım çocuklar anlar diye." İçeride çevirdi başını, Enes ve Göktürk'ten bahsediyordu. "Emin ol sevdiğin için ağlayamamak çok daha kötü." Ayağı kalkıp elini ona doğru uzattı ve onun da kalkmasına yardım etti. "Seni çok seviyorum. Kavuşmamıza rağmen seni özlüyorum ve kavuşamadığımız 5 yılın acısını hâlâ yüreğimde taşıyorum." "Uyandıracağım diye dert sahibi ettin beni. Ben de seni çok seviyorum." Uykulu gözleri dolu dolu bakıyordu, her şeye rağmen kalbinde açılan o hasret yarası kavuşmuş olsa da geçmeyecekti. İkisi de o acıyı hep içinde yaşayacaktı. "Dolu dolu bakma öyle ya, üzül diye demedim." Elini boynuna yerleştirip alnına götürdü dudaklarını, şefkatli öpücüğü her ikisine de huzur vermişti. "Sen bakma bana, bu aralar her şey üst üste gelince hassaslaştım." "Bak bana, o zorlukları el ele aşacağız." Boynundan çektiği elleriyle onunkileri tuttu. "Asla bırakmam ben bu elleri." "Bırakma. Denersen seni vururum ve asla ıskalamam." Mete gülmeye başladı, onun aksine Azra'nın yüzü ciddiydi ancak sözleri ciddi değildi. "Ona ne şüphe, mermiler seksin sen bu alemde teksin." Parmağını hava kaldırıp ona doğru salladı, geri geri yürürken yapıyordu bunu. "Rol çalma, bu hikayede bu sözü ancak ben söyleyebilirim." "Sen de rol yapma, dedim sana gerçek Azra böyle konuşmuyor demiştim." Onu böyle tanıması bazen korkunç oluyordu, tüfek tutarken tetiği çektikten sonra serçe parmağını hafifçe kaldırdığını bile fark eden bir adam zaten boş değildi. "Ben elimi yüzümü yıkayayım sen de geç mutfağa geliyorum ben." Arkasına dönüp çeşmeye yürüdü, soğuk suyu yüzüne hızlıca vurup iyice ayılttı kendini, boynuna götürdü elini. Kötü anıların yerini iyileri almıştı, şimdi boynuna baktığında sadece sevdiği adamın dokunuşunu ve öpüşünü görüyordu, nefesini hissediyordu. Bu adam şükür sebebiydi, varlığına her gün şükredecekti. Yüzünde beliren tebessümüyle beraber mutfağa gitti, biliyordu her şeyin hazır olduğunu ancak şimdi de gözleriyle görmüştü. Bir iki şey konacakken yardıma ihtiyacı yoktu. Sandalye onun için çekilmiş oturması için bekleniyordu. "Hani yardım edecektim?" Sözünü söylerken Mete buzluğa attığı ve aylar öncesinde rendelediği domatesleri çıkardı, güzel bir sos yapılabilirdi tavada. Ona aşkını itiraf ettiği günden kalan bir hatıra gibiydi aslında o rendelenmiş domatesler. "Ediyorsun ya hayatım." Sadece bakmasını istiyordu, ona aşkla baksa kenarda öylece otursa yeterdi. Öyle güzel bakıyordu ki 5 senenin kaybolan ışıltısı yerini kocaman bir parıltıya bırakmıştı. O kara gözlere daldı derin derin, elindeki plastik bardakları piknik sepetine tıkıştırıp kadına doğru eğildi ve belini sımsıkı sardı. Bu defa boyuna baş koyan o olmuştu. "Nefes alır gibi kokunu solumak istiyorum. Seni sevesim geliyor." "Kimden öğrendin bu süslü cümleleri? Öyle herkese söylüyorsan bilelim yani." Köprücük kemiğine öpücük bıraktığında kadının içi erimiş birden gözlerini yummuştu. Tekrar başı yerini bulduğunda açabilmişti gözlerini. "Öğreten kadının kollarındayım şu an." Azra bir elini adamın saçlarına götürüp yavaşça okşadı, onsuzluk ölüm gibi olurdu, şükretti yaşadığı için, onsuz kalmadığı için. "Mete'm." "Söyle sevgilim." "Erken gideceğiz madem hadi kalk gidelim." Adam başını iki yana salladı bir çocuktan farkı yoktu o anda. Başını boynundan aşağıya doğru indirip göğsüne yasladı, burası çok daha rahattı. "Gitmeyelim." Aklında hiçbir fesatlık yoktu adamın ancak sarıp sarmaladığı kadının hormonları hiç de öyle değildi. "Gidelim hadi kalk." Sözüne karşı Mete onu daha da sıktı. Göğsünün hızla inip kalktığının en büyük şahidiydi. "Beni tahrik ediyorsun bak fena olur." Hep Mete mi bu duruma düşecekti, Azra çoktan kaşınmış ve başına gelenleri hak etmişti. "İçin fesat kızım senin, uslu uslu sarılmışım ben burada. Hem anlatsana nasıl olurmuş, ne yaparsın bırakmazsam?" Başını ona doğru kaldırmış gözlerinin içine bakıyordu, bir yandan da yaramaz parmaklarını çıplak kolunun üzerinde gezdiriyordu, bu da kadını iyice kendinden geçiriyordu. Onun aklında bile yokken ortalığı karıştıran Azra olmuştu, uslu uslu sarılıyordu adam. "Seni şuraya yatırır tepene çıkarım. Yaparım bilirsin." Eğitimlerde sık sık yaptıkları şeylerdi, yapabilirdi evet ama yapmayacağını ikisi de biliyordu. Mete durmak istemeseydi defalarca birlikte olmuş olacaklardı. "Bunun hayaliyle yaşıyorum ve bana söylediğin her şeyi aklıma yazıyorum haberin olsun." Kadının boynuna bir öpücük bırakıp ayağa kalktı. "Sana karşı koyabilmek benim için dünyanın en zor şeyi. Biraz daha sabredip bunların acısını çıkaracağız." Ellerini ona doğru uzattı ve ayağa kaldırdı. Bırakmadı ellerini, küçük bir busenin ardından tek eline sepeti alıp mutfaktan çıktı. Salondaki iki asker televizyona bakıyormuş gibi yapıyordu, içeride olan biteni duymuşlar fark ettirmemeye çalışıyorlardı. Fark edilmeyecek gibi değildi. Mutfaktan salona doğru girdiklerinde yüzlerine bile bakmamalarından çok belliydi. "Ne var hiç mi oynaşan çift duymadınız?" Mete bu da söylenir mi sus be kızım der gibi havaya kalkmış kaşlarının altından ona bakarken kızarmıştı bile istemeden. "Ne bakıyorsun aşkım yalan mı? Öğrensinler kazık kadar adam olmuşlar birinin sevgilisiyle doğru düzgün olayı yok ötekinin zaten sevgilisi yok. Sayaç sen gidip sevgili yapıyorsun, Kırımlı sen de sevgilinle daha samimi vakit geçiriyorsun anlaşıldı mı?" Asker düsturundan asla dışarı çıkamamıştı sözlerinde, biraz da fazla dobraydı açıkçası hayat pek de umurunda değildi, en büyük hayali tam yanında duruyorken kendini artık hiçbir şey için kasmıyordu. İşi bu duruma dahil değildi tabii ki. Üç adam da kadının söylediklerinden utanmıştı, sesleri çıkmamıştı. Mete elindeki sepeti Göktürk'e anahtarı da Enes'e verdi, kapıda beklemelerini istiyordu, çok kısa sürede de peşlerinden gidecekti bunu ima etmişti hareketleriyle. Devreler dışarıya çıktığı gibi Mete sevgilisini kapının kasasına doğru yaslamış onu oraya hapsetmişti, iyice sıkışmış gözüküyordu. "Güzelim dobrasın falan ama biraz ayıp olmuyor mu söylediklerin? Beraber duşa girdiğimizi de söyleseydin bari(!)" "Söylerim, söylememem için beni nasıl susturacaksın?" Çenesi dikti, doğrudan gözlerine bakıyordu. "Disiplin cezası?" Ciddiymiş gibi gözükmeye çalıştı adam, onun yanında pek mümkün olmasa da denedi. Önünden çekilip yolu gösterdi ona, Azra da uzattığı eli tutup onunla beraber kapıya yürümeye başladı. Arabanın içinde bekleyen iki adam da hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordu, bu halleri çok komikti ve komutanları gülüp bu ânı bozmak istemediklerinden içlerinde tutuyorlardı ne varsa. Onlar arka koltuğa yerleşince arabayı çalıştırıp Mete'nin Azra'ya aşkını ilk itiraf ettiği parka gittiler. Burada piknik alanı da vardı, herkes orada olacaktı ama hiçbirinin buranın özelliğinden haberi yoktu. Çok özel bir yerdi, 5 senelik acının son bulduğu, mutluluğun başladığı yerdi orası. Yol da aşırı kısa sürmüştü, inip bilmeleri neredeyse bir olmuştu. Enes arabadakiler indikten sonra Zeynep'i almaya gidecekti. Herkes erken saatte toplanmıştı, amaç biraz da yer kapabilmek ve günün kalanında daha çok beraber vakit geçirebilmekti. Mete Azra'nın elini tutup annesinin yanına gitti. Annesi, ablası, eniştesi, askerleri hatta Volkan bile oradaydı. Bir tek Elvan eksikti, tedavisi için hastanede uzun süre yatması gerekiyordu ve timden zaruri bir ayrılık yaşamıştı. Hayatta kalması, bir yerlerde yaşıyor olması timin tesellisi olmuştu. "Oğlum gelmiş." Tempolu bir yürüyüşle karşısındaki oğlu ve Azra'yı kucakladı sımsıkı. "Kızımla gelmiş." dedi gülümseyerek, tutuşmuş ellere çevirdi gözlerini. Onların mutluluğunu en çok o istiyordu, oğlunun nasıl mutlu olduğunu bu kızın ona nasıl iyi geldiğini görüyordu. Onu kurtardığını da öğrenince ayrıca bir sevgi beslemiş ikinci kızı yerine koymuştu onu. "Nasılsın Zümrüt teyzem?" "İyiyim çocuğum sen nasılsın?" "İyiyim." Samimi bir gülümsemeydi, gözlerini Feride'ye çevirdi, birkaç adım sonra onunla buluşup selamlaşıp sarılmıştı. Aile saadeti serüveni Reşat enişte Yarbay'a da baş selamıyla beraber sona ermiş diğerlerine gelmişti sıra. "Meryem, özledim kız." "Ben da ozledum ya, ha bire gorevde olmasanuz şimdiya elli kere göruşmuştuk." Azra sıkıca kucakladı arkadaşını, iyi olup olmadığını sorduğundaysa "Bomba gibiyim." Cevabını almıştı. Ailecek böyleydiler herhalde, bomba sever bir aileydiler. Kocası bomba patlatıp imha ederken karısı da ona eşlik ediyordu, şaşırtıcı değildi hem de bu iki Laz için hiç şaşırtıcı değildi. Yan tarafa geçip Hakan'ın annesi Nesrin'e de sarılıp Miray'a doğru geçti. Yüzünde bir tuhaflık vardı, her zamankinden de kapalı giyinmişti. Onda bir tuhaflık vardı ve nedense Azra'nın içi hiç rahat etmemişti. Fırat ve Orhan mangala girişirken Göktürk de sepettekileri çıkartıp sofrayı kurmakla meşguldü. "Miray sen gel bakalım beraber çalı çırpı toplayalım ileriden, semavere lazım olur." Miray başını yavaşça sallayıp onun yanına doğru gitti. Kimse fark etmeden gözleriyle Mete'ye Hakan'ı işaret etti. Ben Miray'ı götürüyorum konuşacağım sen de onunla konuş anlayalım ne sorunları var demekti bu. Hakan Teğmen de bir farklıydı çünkü. Yine de başka bir şey olmuş olabilirdi, açıkçası tacize uğramış bir kadın olarak arkadaşının bir başkası tarafından böyle bir şeye maruz bırakılma ihtimali geldi aklına. Belki Hakan da buna engel olamadığından böyledir diye düşündü. Aklına başka bir şey gelmemişti. Türkmen Kızı arkadaşının sözünü dinleyip onunla beraber piknik alanından iyice uzaklaştı. Azra mesafeye baktı, gözükmüyorlardı, sesler de kesilmişti. Kıza baktı, dokunmak istemedi, rahatsız olabilirdi, ödü kopuyordu yaşadıklarını ya da daha beterini yaşadı diye. "Sen iyi misin Miray? Yüzün çok asık, kıyafetlerin desen bir tuhaf yaz ayındayız sen böyle kapalı giyinmezsin. Bana her şeyi anlatabilirsin bak ben sana yardımcı olabilirim, sakın çekinme olur mu?" Ellerini kavramak istedi ancak yapamadı. "Azra ben bir halt yedim." Yere attı kendini ağaca doğru yaslandı, Azra'yı da kendi yanına çekince onu rahatlatmıştı bu durum, demek ki dokunmaya engel bir şey yaşamamıştı, travması yoktu ama çok yavaş anlatıyordu, aklına bin bir türlü şey geliyordu insanın. "Ne yaptın?" "İki halt yedim hatta. Biri diğerinin sonucu olabilir bu diğerinden daha kötü olur." Bağdaş kurup oturdu, üzerindeki gözler merakla açıklama bekliyordu. Ona yapacağı en güzel açıklamalardan biri kanıttı. Hırkasını çıkartınca kollarının tamamı açıkta kalmıştı böylece kızarıklar belli oluyordu. Hakan çok dikkatli davransa da bu beyaz tenli kızın üzerinde birkaç günlük iz bırakmıştı, hoş Miray daha beterini yapmış sırtında tırnak boynunda ve dudağında diş izleri bırakmıştı bu daha beterdi. "Sana bunu kim yaptı? Biri mi saldırdı? Miray söyle bana sıçayım ağzına onun." Ayağa kalkmaya çalıştı, Miray onu geri çekti yerine. Sanki az önce söylediklerini tamamen unutmuş sadece gördüklerine odaklanmıştı. "Ya öyle bir şey değil sakin ol. Beni dövmeye kalkanın kafasına smaç vururum kızım ben ne işkencelere dayandım bilmiyor musun?" Doğru söylüyordu, dediği mantıklı gelmişti, biraz rahat nefes alabilirdi artık. "Hakan yaptı." Yeniden kaşları çatılmıştı, dolandıra dolandıra ancak bu kadar uzatılabilirdi, Miray'ın İstanbul taksicilerinden pek de bir farkı kalmamıştı o anda. "Bakma öyle, ben ona daha beterini yaptım. Adamın her yeri mosmor oldu. Söyletecek misin ille? Yattık işte." Son cümlesinde başını başka yöne çevirdi. "Oha." Azra elini dudaklarına götürdü, şaşkındı. "Biz sevgiliyiz daha biz yapamadık siz nasıl yaptınız?" Öyle bir mırıldanmıştı ki kendisi bile zor duymuşken bunu Miray duyamamıştı. Gözleri ne diyorsun der gibi ona dönünce "Aşırı şaşırdım, beklemiyordum," dedi. Sevgili olmalarını bekliyordu ama bunu asla beklemiyordu, en azından şimdilik. Ulan Mete, şunlar bile sevişmişler biz anca duşta birbirimizi soğutalım. "Peki sonra ne oldu? Yüzüne bile bakmıyorsun adamın." "Bana gelmişti sinirliydi o sinir birden yatağa taşındı, o ateşle işte... Biraz sarılıp uyuduk, hava daha aydınlanmadan uyandı, ellerini üzerimden çekince ben de uyandım baktım ona. Bana hayal kırıklığı gibi bakıyordu Azra. Tek başıma mı seviştim ben? Pişman gibiydi, o bakışlarını bıraktı sadece, hiçbir şey demeden kalktı gitti. O bakışı bana atmadan sadece iki dakika önce bana sımsıkı sarılmıştı biliyor musun? Saçlarımı koklaya koklaya uyuduğunu ben de uyandığımda fark ettim. Canım çok yandı Azra, hataydı bile demedi." Hakan da Mete'nin sevgililik öncesi dengesizliği gibi davranmıştı, ona da sövdü içinden. "Ah be komutanım, neden böyle yaptınız ki? Mete ondan öğrenir ben de sana söylerim olur mu?" "Hayır, aramıza kimsenin girmesini istemiyorum. Bir şey varsa o söyleyecek. Söylemezse de böyle gider işte ama..." Azra başını yana doğru yatırdı, cümlenin devamını öğrenmek istiyordu. "Ama?" "Ya hamile kaldıysam o zaman ne yapacağım? Kariyerim, evlilik dışı çocuğum... Benim 1 milyonun üzerinde takipçim var Azra insanlar beni tanıyor hem de dünya çapında." Hamile kalmak fiilini birkaç kere tekrarladı aklında, yanlış duymadığına emin olmak istiyordu sanki. "Korunmadınız mı?" Miray başını iki yana salladı, çok ani olmuştu her şey, Hakan'ın ilk ilişkisi olmasının acemiliği vardı, planlı bir birliktelik olmadığından da bu küçük ama büyük sonuçlar doğurabilecek ayrıntı akıllarından çıkıvermişti. "Siktir..." Miray dün geceyi beraber geçirdiği adamın ona karşı tutumundan çok bu ayrıntıya takılmıştı. "Ben bir cana kıyamam Azra, eğer öyle bir şey olursa aldıramam." Söylemeye bile dili varmamıştı bu defa. Dizlerini karnına çekip başını yasladı, böyle bir şeyi nasıl ihmal edebilirdi? "Eğer onun sorumluluk almayacağını düşünüyorsan yanılıyorsun bunu söyleyeyim. Eğer hamile kaldıysan Hakan Teğmen üzerine düşen her şeyi yapar emin ol, yıllarımı onunla geçirdim ben çok iyi tanıyorum onu." "Yani aldır demez mi?" Azra başını iki yana sallayıp elini omzuna yerleştirdi. "Asla demez." "Ay hem öyle pat diye hamile kalınıyor mu ya? Gün dönümleri falan yok muydu bu işin? Diğerlerinde düşüyordu tutma oranı falan." Düşük olasılık gününde bile risk varken orta dereceli gündü dün gece Miray için, bugün sevişselerdi hamile kalma oranı çok yüksekti, döngüsünü telefonundaki uygulamadan kontrol etmişti. Bir değil iki kere sevişmiş olmaları da onu riskin artmasından dolayı geriyordu. "Orta ihtimal. Bilmiyorum ne olacak." Biraz ona baktı, dudakları büzülmüş o güzel gözlerini hüzün kaplamıştı. Duramayıp paylaştı hislerini arkadaşıyla. "Çekip gitti Azra, beni orada öylece bıraktı. Ağlayamadım bile öylece sabaha kadar yatakta oturdum. Tenime iz bırakmış yetmemiş yatağıma kokusunu bırakmış, ben onun yokluğunda uyuyamadım." Buna diyebileceği hiçbir şey yoktu, iki kişinin yaşadıklarına müdahale etmek ona düşmüyordu. Miray'ı kollarının arasına alıp sırtını sıvazladı, iyi hissetmesini istiyordu. "Bu kadar hızlı gitmeseydiniz keşke, sırasıyla olsaydı belki..." Kendi yaptıkları geldi aklına, Mete'nin ağırdan alması geldi. Şimdi onu biraz olsun anlayabilmişti. "Oldu artık ne bok yiyeceğim ben?" "Bilmiyorum ama eninde sonunda konuşmak zorunda kalacaksınız, altlı üstlü oturuyorsunuz sonuçta." "Alt üst deme bana fena oluyorum." Ondan ayrılıp hırkasını giydi. Azra da dudaklarını bastırdı gülmemek için, olay değil cümle komikti ve gergin ortamı şenlendirebilecek enerjiye sahipti. "Tamam tamam, gidelim şimdi merak etmesinler. Bir şey olursa bana söyle olur mu anlatmaya çekinme. Ne kadar zamanda anlaşılır bilmiyorum ama test yapmayı da unutma." Azra ayağı kalktı kızı da kaldırdı. Yerdeki birkaç küçük dalı eline alıp piknik alanına doğru yürümeye başladı. "Yalnız gece sert geçmiş o belli, kollarındaki izler, ondaki yaralar ki bir askerin gözünden hiçbir ayrıntı kaçmaz adamın dudağı ve boynunu ısırmışsın, yanmış ortalık. Nasıl hissettin peki? Ben de yaşamadım merak ediyorum." Bu defa çekinmedi, başını ona doğru çevirdi, dün gece yaşadıkları aklına geldi. Teninde gezen iri parmakları, karnına bakan sakalları, üzerine çıktığında vücudunda hissettiği o sert ama güzel hissi hatırladı. Bu defa yüzü gülmüştü, güzel bir gece geçirmişlerdi ve her şeye rağmen Miray buna gülebiliyordu. "Tek beden olmak beni yangınlara sürükledi. Canım acımasın diye dikkatli davrandı ama bir yandan da sertti. Azra adam beni yedi bitirdi yemin ediyorum boş geçtiği bir milim dahi yok." Bu Azra'yı da güldürdü, demek ki böyle hissediyordu insan ve o his uyandıklarında yaşadıklarını bile alt edebilecek kuvvette bir histi. Evet deseydin yaşayacağımız ilişki buydu sevgilim. Bir milim dahi atlamaz her zerrenle tek tek tanışmak benim olduğunu anlaman için de dudaklarımla mühürlemek isterdim. "Ve ilkiymiş öyle mi?" Miray başını salladı, ilkinde onu keşfetmek istemişti ve bu aslında özel bir şeydi tabii sabah böyle bitmeseydi. "Ve buz dolabı değil de öteki yanını, sıcak yanını gördün değil mi?" Öyle güzel görmüştü ki, yepyeni bir adam vardı sanki karşısında. O arzudan kavrulan bakışlarının altını da görmüştü, soğuk değildi ona. Sabahki olay olmasaydı her şey başka olabilirdi. "Gördüm. Görmüştüm, sabahki hayal kırıklığı yüklenmiş bakışlarını görene kadar." Azra cevap veremedi çünkü piknik alanına gelmişlerdi, karşıya baktı Hakan ile göz göze gelince başını başka yana çevirip o yöne doğru gitti. Azra da semaverin dibine dalları bırakıp Meryem'in yanına gitti. Yalnız kalmamıştı Şebnem'leydi ancak Şebnem Volkan'ı gördüğünden beri somurttuğu için pek vakit geçirmemişlerdi. Azra herkesi tek tek kaldırmaya kendine getirmeye çalışıyordu ama hepsine yetişemiyordu. Her şeyi kontrol edemezdi, herkese yardımcı olamazdı. Bu kontrol olayı da Mete'den geçmişti biraz, üzüm üzüme baka baka kararıyordu. "Kız seninki nerede?" diyerek omzuna vurdu yavaşça, mangalın başında görememişti onu. "Aha geldi." Parmağıyla ellerindeki su bidonlarıyla gelen kocasını gösterdi, Orhan onları çimlerin üzerine bıraktıktan sonra onların yanına gelmiş karısının yanında duran arkadaşını itekleyip onun yerine geçti, elini beline sarıp gözlerini Azra'ya çevirdi. "Ne ittiriyorsun lan? Seni çok pis döverim bak." "Dov bakalum dov da görelum nasi ediyursin?" Yumruğunu onu korkutmak için kaldırınca Mete arkasından delip yavaşça tuttu, yarası vardı ve geçmezse operasyonlar için iyi olmazdı. "Yaran var sevgilim." Nazikçe sargı bezinin üzerine dudaklarını değdirdi, yaranın aksi yönünde olduğundan bir tehlikesi yoktu. "Şu herif için canını acıtma." Diğer elini de beline yerleştirince gözleri sevgilisine takılmış âşık âşık bakmıştı sadece, kolunu indirmesine izin verip onu seyretti. Dudakları kusursuzdu, yine o parktalardı ve yine onu ölemiyordu, şu an onu öpebilmek için her şeyini verebilirdi. Mete yavaşça kulağına eğildi. "Annemler burada sevgilim öyle bakma." Kulağına değen nefes onun içindeki ateşi harlamıştı, demek ki böyle oluyordu Mete'yi kudurturken çok iyiydi ama kuduran taraf olmak hiç de öyle değildi. "Girmesene dibime o zaman." Elini belinden uzaklaştırmaya çalışsa da sıkı sıkıya kavrandığını fark etti, şu an ona eğitimlerdeki gibi davranıp elini çektiremezdi ki. Orhan ve Meryem şahit oldukları manzara için gülümsüyorlardı, çok güzellerdi. "Hava da ne kada sicak oldi değil mi Meyrem? Hayde azicuk öteya gidelum da hava alalum bu nedur ya?" Gözlerini Azra'ya çevirdi ve göz kırptı. Hadi yine iyisiniz sizi yalnız bırakıyorum demekti bu ama dahası da vardı. Çok güzelsiniz, Allah nazarlardan korusun bile vardı içerisinde. Elini tuttuğu karısıyla beraber karşıdaki ağacın dibine gitti. "Maşallah ne kada eyi oldiler ya, ha bu kiz yillardur neler çekti bir bilsen? Çok uzuldi ama sonra kader onlari bir etti tamam oldiler be Meyrem." Aşkı iyi bilirdi ama acısını hiç çekmemişti, kız kardeşi gibi gördüğü can dostunu o halde görmek onu da üzmüştü, sonunda sevdiğine kavuşmuş olması çok güzeldi. Evlendikleri günü de görmek istiyordu, yeşillerden sonra beyazlar ona çok yakışırdı, mutlu olduğunu görmek çok güzel olurdu. "Maşallah de da nazar değmesun." "Maşallah," deyip gözlerini sevdiği kadına çevirdi. "Sana da maşallah." Gözleriyle süzdü onu, toplum içinde onu öpemiyor olmak büyük haksızlıktı. "Ne oldi oyle baktun şaşkun?" "Yasak midur hatunume, sevduğume baktum?" Meryem gülümseyip elini parmaklarının arasına geçirdi. Onu kazandığı için şükretti, çok seviyordu. "Değildur." "Bir da..." Meryem onun deniz mavisi gözlerine bakıyordu cümlesini tamamlamasını beklerken. "Bir da ne? "Bir da tamam olsak, eksik kalduk." Gözlerini hafifçe karnına doğru çevirdi ve gülümsedi. Artık hazır hissediyorlardı anne baba olmak için, bir süredir de sonuç bekliyorlardı. "Nasip," dedi Meryem, nasipten öteye yol yoktu. "Hayirlisiyla bir gun o da nasip olur." Kısa zamanda hamile kalmayı diledi, bu adamdan bir çocuğu olmasını istedi. Kucağına verdiğinde göreceği mükemmel görüntüyü düşledi. Bir de o aşamaya hiç varamayacak somurtan çiftler vardı, çift oldukları tartışılırdı. Volkan ve Hakan bir kenarda Miray ve Şebnem bir kenarda duruyordu. Sofralar kurulmuştu ancak mangalın olması bekleniyordu, bu işi de Enes, Göktürk ve Fırat sürdürmüş yaptıkları işi de eğlenceye döndürmüşlerdi. Zeynep kolunun altına sıkıştırdığı topu Miray'a doğru fırlattı, refleksleri çok iyiydi topun kendisine geldiğini hissedince yumrukla vurmuş elinden seken top Hakan'ın omzuna vurmuştu, yine yaşadıkları olay tekrar etmişti. Hakan yere koyduğu topa ayağının içiyle yavaşça vurdu, top ilerleyip tam da Miray'ın önünde durdu. "Hadi kalkın top oynayalım," derken yerde oturan iki kızı da kolundan çekiştirdi. Şebnem itiraz etmeden kalksa da Miray onun ısrarına rağmen kalkmayı reddetmişti. "Sen Kalyoncu, sen Türkmen Kızı sen ki 10 numara birisin, ülkenin gururu hadi kızım bizi kendinden mahrum mu bırakacaksın? Her zaman dünyanın en iyisiyle oynama şansı bulamıyoruz." Şebnem de koluna girdiğinde kalkmaması için çaresi kalmamıştı. "Hiç havamda değilim." "Havanı getiririz biz senin şimdi sen merak etme," dedikten sonra yerdeki topu kızın eline tutuşturdu Zeynep. Şebnem de Azra'nın yanına onu çağırmak için gitti. "Geliyor musun?" Azra başını salladı hareket edecekken belindeki eller onu serbest bırakmadı. "Bak hayatım yapışık ikiz gibi gezemeyiz, sal beni iki şov yapayım şunlara da görsünler." "Kolun böyleyken asla. Yok gidemezsin." "Sana sordum mu ben acaba?" Şebnem'in yanında böyle konuşmaktan çekinmemişti çünkü Mete Üsteğmen'le değil de han olan Mete'yle konuşuyordu. "Komutanın olarak sağlığını düşünmek zorundayım, bu bir emirdir." Şebnem'e baş işareti yapınca yanlarından ayrıldı. Çift yine yalnız kalmıştı. "Manşet almazdım smaç vururdum parmak pas atardım ya." "Güzelim, o kol bize lazım. Sen tepelerden bizi korurken bizi ipten alırken elinin titrememesi lazım. Yoksa sana karışmam ki ama anlaman lazım bunu." "Şöyle güzel anlatınca anlamama gibi bir şansım kalmıyor sanırım. Ne güzel anlatıyorsun sen öyle." Dudaklarını kenara kıvırdığında gözlerinin kenarlarında iki tane sevimli çizgi belirdi. Karşısındaki adam o çizgilere bile âşıktı, bu bir kusur değildi ancak bu kadının kusurunu bile seviyordu o. "Sen ne güzel bakıyorsun öyle." Biraz ileriye gidip baş başa kalmak daha güzel olurdu ancak köfteler pişiyordu, aç ve deli gibi yemek yiyen timine bırakmak istemiyordu bunları. "Hassiktir." Zümrüt'ün olduğu tarafa doğru kaymıştı gözleri bunu söylerken, Mete başını çevirmeye kalkınca yavaşça tuttu ve kendine bakmasını sağladı. "Sen bana bak aşkım, hadi yürüyüşe çıkalım." "Ne gördün? Yürürüz de bu ayılara bırakmam köfteleri hiç ederler. Yoksa... Mangalı devirdi değil mi benim hıyarlar?" Hıyarlar diye kastettiği Göktürk ve Enes'ten başkası değildi. Mangalı da devirmemişlerdi. "Aynen, onlar uğraşsınlar gel biz gidelim." Mete inanmadı ve yüzünü saran ellerden kurtulup arkasına döndü, bu defa o da küfretmişti. "Sülalesini siktiğim." "Mete sakin olmazsan seni gerçekten döverim." "Ben bu herifi döverim ne işi var burada?" Elini kaldırmış karşısındaki adama doğru konuşuyordu, duyup duymamasını umursamadı zaten duyunca da alınmıyordu o, yüzsüz biriydi. "Bilmiyorum, annen çağırmış olamaz değil mi?" Mete başını iki yana salladı, çağırmazdı şu saatten sonra asla yapmazdı çünkü Azra onun da kızı olmuştu. "İmkansız. Muhtemelen tesadüf, bok gibi bir tesadüf." Mete onun üzerine doğru yürümeye başlayınca Azra da peşinden gitti, onu durduramayacağını biliyordu. "Sakin ol bak tatsızlık çıksın istemiyorum hep beraber eğleniyoruz." "Merak etme, öldürmeyeceğim." Annesinin elini öpen adamı kolundan çekip çatık kaşlarıyla selamlamıştı. "Ne işin var senin burada Sümsük Fehmi?" "Sana da merhaba Mete, uzun zaman oldu." deyip elini ona doğru uzattı, Mete boştaki eliyle Azra'nın elini kavrayarak ona cevap verdi. O eli asla sıkmam demenin bir başka yoluydu bu, aynı zamanda yanımdaki kadının elini de sadece ben tutarım demekti. O el Azra'ya uzandığında o da tutmamış havada bırakmıştı. "Ben de sizi özlemişim evet," dedi gülümseyerek. "Neden buradasın?" Kısa ve netti sorusu, dolandırmamıştı ve hemen cevabını verip gitmesini istiyordu. "Çalı çırpı toplamaya çıkmıştım arkadaşlarla pikniğe geldik sonra sizi fark ettim. Bir haftalık bir eğitime geldim size rastlamak çok iyi oldu." Başını Azra'ya çevirdi, üzerindeki siyah kısa kollu ve siyah tayt bu defa onu çekici göstermişti onun gözünde. O siyah elbiseden sonra daha güzel görünemezdi anca bununla bile hoş gelmişti ya da Mete yanında diye daha ilgisini çekmişti, çok da güzel değildi. "Sen ne kadar güzel gözüküyorsun öyle ya, yine yemeğe mi çıksak diye aklımdan geçirmiyor değilim." Başını Mete'ye çevirdiğinde kızardığını ve alnındaki bir damarın hafiften belirmeye başladığını gördü, bu görüntü ona keyif vermişti. "Sıçayım mı ağzına Sümsük Fehmi, annem var diye yapamayacağımı sanıyorsan yanılıyorsun bak elimde kalırsın." Gözler onların üzerinde olsa da biraz kalabalıktan uzaklaşmışlardı bu yüzden rahat rahat konuşma cüreti buluyorlardı. "Sakin ol biraz üsteğmen yemedik askerini. Yenmeyecek gibi değil ama neyse." Mete buna sabretmek zorunda değildi, oyun çevirmek zorunda olduğu Berzan değildi karşısındaki. Bir iki adım daha ona yaklaşıp yumruğunu havaya kaldırdı. "Sikerim belanı Sümsük Fehmi." Gelen giden sevgilime yürüyor yeter lan çıldırtmayın adamı! Azra yumruğu kavrayıp araya girdi, o herif için keyiflerin kaçmasını istemiyordu. Kıskanç bir adam sevdiği kadın için her şeyi yapabilirdi ancak istemedi bunu Azra. "Ona dokunmayacaksın Mete, onun yüzünden elinin acımasını istemiyorum." "Çık aradan şu herifi paralayayım." Herkes onları izlese de ayırmaya çekiniyordu, kendisinin halledebileceğini çok iyi biliyorlardı. Özellikle Reşat onların yanına giderken Feride onu durdurdu ve bunu kendisinin aşması gerektiğini söyledi. Gözlerine baktı, o gün olduğu gibi baktı yeniden, arabada onu sakinleştirdiği gibi elini yanağına koyup hafifçe gezdirdi, gözleri rica ediyordu ondan, o gün nasıl sakinleştiysen yine sakinleş diyordu. Mete gözlerini kapattı, yanağındaki elin üzerindeki tesiri hissetmeye çalıştı. Sonra kadının parmakları alnındaki damara gitti sanki dokundukça tüm siniri emiyordu, sanki bir tuş vardı ve o tuşa basınca bu adam değişebiliyordu. "İyi misin sevgilim?" derken Mete de yumruğunu aşağıya indirmiş gözlerini yavaşça aralamıştı. Yavaşça başını salladı, gerçekten de onun ellerinde bir şey vardı, şifalıydı. "İyi ol hep olur mu?" Mete bir adım geri çıktı, böyle dipdibe durunca içinde onu pataklama hissi oluşuyordu. Azra bu defa sırtını Mete'ye verdi ve Fehmi'ye döndü. "Bana bak Sümsük Fehim." "Fehmi." "Her ne boksan, bana bak bana lan. Senin Bursa'dan buraya getiren uçağın iskeletini, vidalarını, koltuklarını, tuşlarını, düğmelerini, onu üreten firmanın logosunu, demirini, dökümünü sikeyim. Seni buraya getiren ayakkabının derisini, dikişini, üreticisini, ipliğini pamuğunu, plastiğini, petrolünü, rafinerisini sikeyim. Devrik devrik kurduğum cümleler tek tek el ele tutuşup götüne girsin senin de bir daha çıkamasın şarap şişesi sokulmuş fahişe gibi dolan ortalıkta onun bunun çocuğu. Siktir git benim asabımı bozma. Bana yürüyen ayaklarını keserim senin, sevgilime artistlik yapan ağzına da götüne sokuşturduğum ne varsa sokar yetmez yine götünden çıkartıp ağzına sokarım. Kısacası siktir git huzurumu bozma." Fehmi durdu, Mete durdu, piknikçi tim ve diğerleri durdu herkes şaşkınca ona baktı, sesinin yüksek çıktığının ve duyulduğunun farkında bile değildi, o da herkes neden bana bakıyor diyerek onlara baktı. Akıllarından tekrarladıkça hepsi bir fena oldu, Mete bir yandan korktu bir yandan yeniden âşık oldu. Fehmi'nin gözleri doldu. "Gideyim bari ben, bu bana ağır geldi." deyip gitti. Herkes şaşkınca birbirine baktı sonra ilk kahkahayı Fırat attı diğerleri de şaşkınlıklarının üzerine bir de kahkaha atmaya başladı. Mete hâlâ öylece duruyordu. Kızı kendisine çevirdi ve kollarından tuttu. "Yemin ederim sana gün geçtikçe daha çok âşık oluyorum. Ben var ya sana nikahı basarım." "Biraz abarttım mı ya?" "Yerinde bir tepki oldu bence hayatım sen bakma bizimkilere." Azra utana çekine Zümrüt'e baktı, bu küfürler onu rahatsız edebilirdi, bunu istemezdi. O ise Demir Leydi'ye hayranlıkla bakıyordu, sebebi de sevdiği adamı sakinleştirip gerekeni kendisinin yapmasıydı. Orada bulunan kim varsa öyle bakıyordu. Zümrüt köfte, salata, ekmek ve çay koyduğu tepsiyi çocuklarına doğru götürdü. "Kızım, alın bunu ileride beraber güzelce yiyin olur mu annem? Biraz sakinleşmiş olursunuz hem de yalnız kalmış olursunuz," dedi gülümseyerek. Azra tepsiyi alıp Mete'nin eline tutuşturdu sonra da karşısında gülümseyen kadına sarıldı. Kolunu fazla sıkmamış yarasına zarar vermemişti, Mete izin vermiyordu ona saygı duymalıydı. "Özür dilerim, biraz ağzımı bozdum ve teşekkür ederim." "Rica ederim ve özre gerek yok, eli tutulan bir kıza yanaşmaya çalıştı, hak etti o kızım. Hadi annem gidin yiyin yemeğinizi." Sırtını sıvazlayıp geri çekildi, Mete'nin elinden tepsiyi almak yerine ilerideki iki minderi ve yaygıyı aldı böylelikle masalara hapsolmayacaklardı. "Annen," dedi yürürken. "O kadar özel biri ki..." Üsteğmen onların bu sıcak ilişkisinden oldukça memnundu, bu kadar iyi iletişim kurabileceklerini tahmin etmezdi, normal üzeri iyi ilişkileri vardı ve Zümrüt onu kızı gibi sevmiş çocuklarından ayırmamaya başlamıştı. Annem diyordu en başta, kızım, çocuğum diye sesleniyordu. "Sen de çok özelsin, iki özel insan birbiriyle karşılaşmış işte ben de kenardan büyülü büyülü sizi izliyorum." Oradan iyice uzaklaştıklarında Azra tam da Mete'nin aşkını itiraf ettiği ağacın önüne serdi yaygıyı. Minderleri de koyup ayakkabılarından kurtulduktan sonra birinin üzerine çöktü hemen. Mete de tepsiyi koyup diğer mindere geçti. "Sen," dedi ellerini kavradı. "Sen gerçek olamayacak kadar mükemmel birisin, umarım tüm bu yaşadıklarımız ve varlığın aklımın bana oynadığı güzel bir oyun değildir." Dokunduğu şeyi değiştirdiğinden böyle demişti, aşkından ölüyordu, sinirliyken dokunduğu an onu gevşetebiliyor ya da önüne geçip onu sonuna kadar durdurabiliyordu. "Biri mükemmelse o sensin sevgilim." Gülümseyip tepsideki köftenin birini ağzına attı, ekmeği de üzerine tıkıştırdı. Yemek yemek şu dünyada Mete'den sonraki en güzel şeydi onun için. "Acıkmışım ya, harika olmuş yesene sen de." Üsteğmen de ağzına bir tane atıp tekrar ona doğru döndü. "O herif..." Aklına yeniden gelince sinirlenmemesi elde değildi. Kıskançlıktan ölünseydi az önce ölmüştü. "Elini tuttuğumu gördüğü halde o lafları etti Azra'm. Çıldırmakta haklıydım biliyorsun." "Haklıydın tabii ki o piç," Ağzına bir köfte daha tıkıştırdı, parmağını havaya kaldırıp birkaç saniye beklemesini söyledi ona. Mete de o anda çayından çok büyük bir yudum almıştı. "O piç sen kudur diye yaptı eminim. O günün intikamını aldı aklınca. Tabi sert kayaya tosladı o ayrı." Kopardığı ekmeği sevgilisinin ağzına doğru uzattı, peşine de bir tane köfte uzattı elleriyle. Yine yemek artıkları kalmıştı parmaklarında, onun dudağı değdikten sonra bu defa bilerek götürdü dudaklarına. Bu daha önce kırmızı Toros'ta direksiyon başındaki Mete'ye börek yedirirken yanlışlıkla yaptığı ve sonrasında utandığı bir hareketti, şimdi her şey çok değişmişti. "Sana öyle şeyler diyemez, diyemez ya benim kadınımsın sen, diyemez çıldırtmayın beni." Kadınım... Benim kadınım... Buradaki kadınım kelimesiyle ona olan bağlılığını gösteriyordu aslında, yoksa başkalarının mal sahiplenir gibi ya benimsin ya kara toprağın kafasında değildi. O kafada olsaydı zaten 5 sene aşkını kalbine gömüp acısını çekmezdi, bir başkasını sevme ihtimaline bile katlanabildiyse bu adam gerçekten başka bir adamdı. "Sen," dedi mesafeyi sıfıra indirirken, nefesi boynunu okşuyordu. "Sen beni kıskanıyor musun?" Cevabını bildiği bu sorunun cevabını onun dudaklarından duymak istiyordu çünkü kıskanılmak çok farklı bir duyguydu. "Kıskanıyorum," diyerek elini beline sardı ve bedenini kendisine yapıştırdı. "Hep kıskandım hep kıskanacağım. İnsan sevdiğini kıskanır, seni kıskanmak için çok sebebim var." Diğer elini siyah zülüflerine götürdü yavaşça parmağına doladı, çok seviyordu onlarla oynamayı. "Seni hak edecek ne yaptım acaba?" "Fiziki ve sözlü sınavları geçmiştin sonrasında timime düştün." diyerek ortamın havasını değiştirdi bir anda. "Öyle mi üsteğmenim?" "Öyle Demir Leydi'm." Onunla bir kadını görse çıldırırdı, bunu yaşamadığı için şükretti ama Mete için durum çok daha farklıydı. Mete sevdiği kadına yaklaşmaya çalışan iki kişiye şahit olmuştu ve kıskançlığı çok normaldi. En kötüsü de sevdiği kadının tacize uğradığını görüp müdahale edememekti. "Renkli giysen dikkat çekme diye giyme derdim de siyahla bile öyle güzel parıldıyorsan..." Sesli düşünüyordu, giyme demezdi açık olmadığı sürece. Açık olanı da başkaları görürse kıskanırdı. O sarı elbisenin yırtmacını çekiştirmişti, Mete'nin ricasıyla da değiştirmiş sadece ona giymişti. "Öyle bir fiziğin var ki dikkatleri üzerine çekiyor. Bir de askersin atletiksin iyice dikkat çekiyorsun, bir gün delireceğim bu yüzden." "İnceledin mi o kadar, konuya çok hâkimsin bakıyorum." Mete kulağına doğru eğildi, onu biraz etkilemek için yaptığı bir hareketti, yakınlarından biri geçerse diye duyulmasını da istememişti. "O gün..." Gecelikle onu karşıladığı günden bahsediyordu. "Kollarımın arasındaki vücudu tüm bedenimle bütün olan kadına hakim olmam çok da zor olmadı benim için. Bir de suyun altında o gecelik..." Devamını getiremedi, yutkundu. Kadın da ondan farksızdı, kulağındaki fısıltı onun gözlerini yummasına neden olmuştu. "Bugün böyle küfretmek zorunda mıydın? Beni tahrik ettiğinin farkında değil misin sen?" Evet sinirliydi, kıskançlık krizine girmişti ancak daha sonra buraya geldiklerinde o halleri gözünün önüne gelmiş ve içindeki yangını körüklemişti. Saatlerce küfretseydi bile onu izler ve dinlerdi. "Bu seni tahrik mi ediyor?" Gülümserken dudaklarını adamın yanağına doğru sürttü. "Benim sözlerim seni tahrik mi ediyor Mete?" Biraz daha onu çıldırtmaktan zarar gelmezdi. "Tahrik oluyorsan buradan bize gidebiliriz ama sen yapamazsın değil mi?" Kendini frenleyen oydu bunun ceremesini de o çekmeliydi. Gözlerinden alev çıkacak gibiydi, öylesine bakıyordu ki değdiği yeri kasıp kavuruyordu. "Sen benim sınavım mısın kızım? Rahat durmayacak mısın?" Azra başını iki yana salladı, asla rahat durmayacaktı, onu deli gibi arzuluyorken elinden geleni yapmalıydı. "Bu sınavdan 0 aldınız Mete Bey. Bütünlemeye girmeniz lazım." "Durmayacaksın anladım ama ben var ya ben sana yapacağımı çok iyi biliyorum." Dudaklarında parmaklarını gezdirdi, dokusu da tadı gibi büyüleyiciydi, dolgun ve güzel dudakları vardı. "Ahlaksızlar sizi!" diye bir ses yükseldi yan taraftan. Mete kaşlarını çatarken Azra da boynunu geriye doğru attı, yine mi olmuştu bu, aynı yerdelerdi ve yine birisi tarafından linç yiyeceklerdi ve bu yine aynı sesti. "Teyzeciğim aylar oldu gözünü seveyim hiç gitmedin mi buradan bizi mi bekliyordun ya?" Kadın elini beline yerleştirmiş ikisine de ucube görmüş gibi bakıyordu. Sonra başını yerdeki tepsiye çevirdi, sarı bir kedi bir köfteyi alıp kaçmıştı ve ikisi buna son anda şahit olmuştu. "Nimetten utanın diyeceğim ona bile sahip çıkamamışsınız." Teyze biz vatana sahip çıkıyoruz daha ne yapalım ya? "Bölüm sonu canavarı yemin ediyorum, yine öpmedim kızı. Teyze senin yüzünden kaç bölüm ben bu kızı öpmeye çalıştım öpemedim haberin var mı senin?" "Bölüm derken?" "Karıştırma orayı hayatım." diyerek yeniden kadına döndü. Azra'yı öptüğü zaman sevdiği kadın sırtına bir kurşun yemiş, tüm heves ve heyecanları kursaklarına kalmıştı. "Sizi polise bildireceğim topluma açık alanda ahlaksız işler yapıyorlar diye. Terbiyesizler sizi." "Başladı yine ya. Ulan teyzeciğim bak bu dediğin olsun ben de çok isterdim ama yok, bu beyefendi bana evlenmeden dokunmak istemiyor ne yapayım şimdi sen bizi şikayet edebil diye adamın kucağına mı çıkayım?" Başını Mete'ye çevirdi, bu serseri gülüşü beklemiyordu, küfretmemiş olması bile onu tahrik etmesine yetiyordu, konuşmalarının dobralığı bile fazlasıyla özeldi. "Aslında iyi fikirmiş de yani bize yakışmaz." Sözlerini sadece sevgilisi duymuş bu da Mete'ye kahkaha attırmıştı. "Bir de gülüyor cevap veriyor ahlaksızlar. Siz şimdi görürsünüz." Kadın ileride gördüğü uzun dal parçasını alıp onlara doğru yürüdü, gerçekten vurmayı mı düşünüyordu? İyice abartmıştı bu işi. "Hop dedik teyze sen de abarttın, devlet memuruyuz bize saldırırsan ceza alırsın." Kadın önce ciddiye almadı onları, sonra ihtimalini düşündü ve bu onu gerdi. "Sizi bir daha burada görürsem şikayet ederim." "Et teyze, git genel kurmay başkanına kadar şikayet et tutan yok seni, yeter ki git başımızdan ya çilemiz oldun. Sana inat var ya her özel günümüzde buraya geleceğiz." Sevgilisinin elinden tutup göğsüne yaslandı, daha da kudurmasını istemişti. Öyle de olmuştu. Kadın sinirlenip oradan uzaklaşırken iki âşık yeniden baş başa kalmıştı. "Kucağına çıkayım?" "Tek tahrik olan sen değilsin han olan Mete. Sınırlarına saygı duymaktan kafayı yedim. Aklımdan geçenleri bilsen benim elimi kolumu bağlar eğitim çukuruna atar 1 hafta aç susuz bırakırdın." "O kadar yani." Azra başını salladı, ne bir eksik ne bir fazlaydı. "O çukurda seninle beraber bağlı olacak biri daha var unutma. Benim sana sınır çiziyor olmam seni arzulamadığım anlamına da gelmez ve hiç masum bir adam değilim ben bil istedim sevgilim." Çenesini kendine doğru çekip dudaklarına bir öpücük bıraktı. "Bu da teyzeye kapak olsun öptüm sonunda." "Kalk hadi bırak teyzeyi annenlerin yanına gidelim biraz da hep beraber vakit geçirelim. Kadın senin görebilmek için her hafta sonu Bursa'dan buraya geliyor." "Sadece beni değil bizi. Beni, ablamı, eniştemi, seni. Belki dönmüştür diye de Fatih'i." O ailenin bir ferdi gibi davranılması çok hoşuna gidiyordu, aksi ona asla hissettirilmemişti. O evin iki kızı vardı artık. "Akıncılar favorim gerçekten." "Sen bir de üsteğmen olanı gör zıpkın gibi delikanlı. Çok da yakışıklı." Ayağa kalkıp tepsiyi yerden aldı, aynı şekilde döneceklerdi. Azra da kalkınca minderleri ve yaygıyı aldı yerden. "Fatih Üsteğmen'le tanışmıştım evet." Biraz onu sinir etmekten zarar gelmezdi. "Evet aşkım Fatih Üsteğmen, asla sevgilinden bahsetmiyorum. O kim ki zaten gariban bir han olan Mete sadece." "O kim mi? O benim Türkiye'm." Bozduğu gibi toparlıyordu, Mete ona her defasında âşık olmak için sebep buluyordu kendine. Biraz sessizce yürümeyi tercih etmişlerdi, kuşların cıvıltısı o şehrin gürültüsünün arasından sıyrılıp gelmişti sanki. O yeşil park sanki onların cennetiydi, İç Anadolu bozkırının ve tüm dert tasanın arasında kalmış bir saklı cennetti. Bu kadar sarı bir şehrin yeşillenmesi gerçekten de içleri açıyordu. Yüzyıllar önce Timur fillerini saklayacak kadar gür ormanlara sahip Ankara'da yüzyıllar sonra ağaçlık alan bulunca şükreder konuma gelmişlerdi. "Mete," diye seslenen tam karşısında durdukları Reşat Yarbay'dı. Orada eniştesi olarak bulunuyordu, komutanım demek istememişti bu yüzden. "Enişte?" Reşat başını iki yana sallayınca komutanı olarak konuştuğunu anlamıştı. "Emredin komutanım." Bu tekmili yüksek sesle söylememiş olsa da timi bunu işitmiş hepsi derhal etrafına toplanmıştı, Volkan da buna dahildi. Diğerleri umursamıyor gibi gözükse de duymamaları imkansızdı. "Özel bir durum olsa zaten burada söylemem timimi kenara çekerim. Sizin de duymanızda bir sorun yok. Mete Üsteğmen'in üsteğmenlik süresi seneye tamamlanacaktı ancak gittiği son görevdeki üstün başarılarından dolayı kuvvet komutanlarımızın kararıyla terfi ettirildi, artık o bir yüzbaşı. İlk broven de benden olsun istedim." diyerek cebinden çıkardığı üç yıldızlı broveleri ona uzattı. Bunun haberini dün akşam almıştı ve Mete'ye böyle bir hediyeyle iletmek istemişti. Bir senesi daha varken böyle terfi ettirilecek bir operasyonu yönetmek, rehineleri kurtarıp konsolosluğu geri almak ve bu süreçlerin tamamını yürütmek hiç de kolay değildi. Bunun karşılığını da böylece almış olmuştu. Karşılık için yapmamıştı ancak bunu görünce de çok fazla gurur duymuştu. "Sağ olun komutanım," diyerek baş selamı verdi ve elindeki broveleri aldı. Şaşkındı, mutluydu ancak ciddiyetini korumaya çalışıyordu. Ardından rahat komutu gelince önce ona bu haberi veren eniştesine sonra da onu bu günlere getiren annesine sarıldı. "İki oğlum da üsteğmendi şimdi biri yüzbaşı oldu. Diğer oğlum da yarbay, kızım da astsubay. Ay ben daha ne isteyeyim. Allah bu yıldızları hakkıyla taşımanı nasip etsin Mete'm." "Allah razı olsun anacım, inşallah. Sen duanı eksik etmezsen ben her yükü taşırım sen merak etme." Feride'ye de sarıldıktan sonra gözleri sevdiği kadınla buluştu, onun yanına gitti. Bu tebrikleşme olayını sadece ailesiyle yapmıştı, timi zaten onu ayrıca tebrik ederdi şimdi burada ailesiyle vakit geçirmesi çok daha iyi olurdu onun için. "Üs..." Hata yaptığı için yüzünü ekşitti ve cümlesini başa aldı. "Yüzbaşım bakıyorum da çok yıldızlı birisiniz." Broveleri gösterdi uzun parmaklarıyla. "Astsubayım sen de çok esprilisin." "Ben bu kelimeye nasıl alışacağım ya. Sen Mete Üsteğmen'sin ama Akıncı Üsteğmen'sin. Ben şimdi Mete Yüzbaşı ve Akıncı Yüzbaşı'ya nasıl alışacağım?" "5 senelik komutanım lafını sevgilim lafına nasıl çevirdiysen öyle sevgilim. Alışırsın." "Alışırım yüzbaşım, alışacağım şey senin terfiin olsun başka bir şey değil." Oradaki insanları umursamadan ellerini tuttu. "Varlığının her şeyine alışırım ben yüzbaşım." ♟️ Herkese selamm nasılsınız bakalım erken bölümümüz geldi bugün. Öncelikle HakMir diyorum siz ne yaptınız o nasıl şiddetli bir geçişti ya yandık bittik ama sonları... neyse Azra ve Mete yine park teyzesi tarafından zorbalandı hashdhxh Çok tatlılar ve ilişkilerinde aşkın yanında arzunun da izleri görülmeye başlandı, birileri çok fena yanıp tutuşuyor da yazıyor kenara işte. Azra'nın Sümsük Fehmi'ye küfürleri için bir dakikalık saygı duruşu hahshshd Ve biz terfi aldık artık Yüzbaşı Mete Akıncı'yız. Alışsanız iyi edersiniz ahshdhd Beni de tüm hesaplardan takip edin yav artık aaa buradan da edin 😄❤️ 2 hafta sonra görüşmek üzere hoşça kalın canlarım🥰😘 |
0% |