Yeni Üyelik
76.
Bölüm

28. "Bir Ayrılık"

@rubamsalepe

 

Bölüme oy verip yorum yapmayı unutmayalım canlarım❤️
Bir de ne yapıyoruz, herkes arkadaşına söylüyor hep beraber büyütüyoruz ailemizi.

 

İyi okumalar❤️

 

♟️

 

Yeni bir gün yeni umutlar demekti. Gökyüzündeki güneş, birbiriyle konuşan kuşlar sanki yeni umutların habercisiydi. Bir gün daha geride kalmıştı, izinlerinin son gününü de beraber geçirmek istemişlerdi, baş başalardı.

 

"Sen ciddi misin?" diyerek etrafına baktı Azra, tabancalar tüfekler görmediği şey değildi ama bu bambaşka bir şeydi. "Bana sevdiğim kadını poligona götürme hayalim var demiştin, şimdi beni buraya mı getirdin?" Yüzündeki şaşkınlık yavaşça tebessüme dönüştü, onu çok seviyordu, deliler gibi âşıktı.

 

"Sevdiğim kadını poligona getirdim işte." Elini saçlarına götürdü, biraz salık saçla görmek istemişti onu, her zaman toplu görüyordu zaten. Tokasını çıkartıp cebine koydu, böyle daha da güzeldi. Bakalım salık saçlarla rahat atış yapabilecek miydi? Bir keskin nişancıyı böyle basit şeylerle denemek değildi niyeti, uçuşan saçlarla atış yapan Azra'yı seyretmek onun hakkı değil miydi?

 

"Sevdiğin kadın var ya sana kurban olur." Birkaç adım öne çıkıp gözlük ve kulaklığı taktı, atış güvenliğiydi bu, burada takmak zorundaydı yoksa sesten rahatsız olmuyordu, işi buydu zaten.

 

Hedefi uzaklaştırdı ve silahını kurdu, gözlerini kapadıktan sonra tabancayı hedefe doğrultup üç el ateş etti. Gözlerini açtığında hedefi biraz yakınlaştırıp isabet ettirdiği yere baktı, mesafe uzaktı çünkü, emin olmak istemişti.

 

"Azra'm şu nişancılık konusunda senden iyisi varsa gelsin bulsun beni ya. Bu kadar iyi olman nasıl mümkün olabilir?" Eliyle alkış tutup gözlüğünü ve kulaklığını taktı.

 

"Senin nişancılığını da görelim yüzbaşım, at bakalım yapabilecek miymişsin?" Mete de gözlerini yumdu silahı havaya kaldırıp hedefin karşısına getirdi, üç el ateş ettikten sonra yavaşça açtı gözlerini. Azra üçte üç yapmışken Mete'nin bir kurşunu hedefin bir puan yan halkasına taşmıştı.

 

"Ah be," dedi Mete, sitemi kendisineydi yoksa sevgilisinin iyi bir nişancı olması onu mutlu etmekten başka bir hissiyata sokmuyordu. "Yalnız yüzbaşım demek de ağzına çok yakıştı."

 

"Öyle mi yüzbaşım? Siz isteyin yeter ki ben istediğiniz an söylerim." Silahı yerine bırakıp onun yanına gitti birkaç adımda. "Söylesene yüzbaşı olmak nasıl bir his? Bana çok tuhaf geliyor alışmışım üsteğmene. Hoş teğmen zamanını da biliyorum."

 

"Yaşımız ortaya çıktı şimdi tüh bak sen şu işe." Azra adamın silahını da bırakırdı ve ona iyice sokuldu. "Ben belki de kendimden büyük adamları seviyorumdur."

 

"Ne kadar büyük seviyormuşsun astsubayım söyle de bilelim." Azra parmaklarını havaya kaldırdı ve 4 işareti yaptı. Aralarında tam 4 yaş vardı ve Mete 32'sindeydi. "27'nden beri beni mi bekliyordun?"

 

"Evet. Başka soru?" Keskin bakışlarını gözlerine kilitledi. "O yaştan önce gerçekten kimse olmadı mı?" Elini silaha doğru götürdü, bu bir tehdit gibi algılansın istemişti. "Vuracak mısın olduysa sevgilim?" Azra başını salladı, vuracağım demekti bu. Asla yapmazdı, yapabileceği tek şey onun asılı olduğu ipi vurup yaralarını sarmaktı.

 

"Olmadı. Senden önce kalbimi kimseye veremedim. Flört etmeye kalktım başında bitirdim beceremedim. Hep seni beklemişim meğer." Elini önce yanağına koydu sonra da alnına bir öpücük bıraktı. 5 sene o alnı öpmeyi beklemiş, 5 sene onu sarmayı beklemişti. Çok zor olmuştu ancak kavuşmuşlardı sonunda. "Benim şükür sebebimsin, yaşama sebebimsin. Beni o ipten sen aldın Azra'm, sana çok şey borçluyum. Sevginin aşkının yanında canımı da borçluyum."

 

"Deme öyle." Elini dudağına koymuştu, öyle konuşmasını istemiyordu. "Bana hiçbir borcun yok senin. Seni bıraksaydım kendimi de mezara koyardım ben. O yüzden senin bana borcun yok. İlle de var dersen beni sevmekle çoktan ödemiş oldun o borcu."

 

Sevmek neydi ki? İnsan gözünü kapatınca bile onu görüyorsa sevmekten öte olmaz mıydı bu? Sevda daha doğru değil miydi, kara sevda derlerdi eskiler asla pes etmeden ve karşılık beklemeden sevmeler vardı. Mecnun'unki mesela, çölde Leyla'sını görüp tanıyamamıştı. Öyle sevmişti ki onu aşkı onu başka bir mertebeye götürmüştü.

 

"En çok da o kara gözlerini seviyorum ben, öyle güzel bakıyorsun ki sevmeden edemiyorum."

 

"Atış poligonunda romantik anlar." diyerek gülmeye başladı, konuşmaları bulundukları yerle çok tezattı.

 

"Olamaz mı?"

 

"Olur," deyip adamın gözlüğünü ve kulaklığını taktı, kendisi de aynısını yapıp yanına gitti yeniden. "Gözlerin kapalı olsun ama ben sana sarılırken ateş et bir de bakalım yapabiliyor muymuşsun soğukkanlılığını koruyarak." Bunu yapabileceğine emin değildi ama yapamam deyip karizmasını da çizdirmek istemiyordu. Koskoca yüzbaşıydı ve ıskalayamazdı. Operasyonda olsalar gözünü kırpmadan her şeyi yapardı da burada bir de romantik bir ortam kurulduğunda epey zorlanıyordu.

 

Azra kollarını adamın bedenine sardı arkasına geçerek. Operasyonlarda yapamıyordu ancak burada serbestti, yapabilirdi. Elleri adamın karnının etrafında dolanmıştı. Mete gözlerini kapadı ve silahı yeniden havaya kaldırdı. Bir el ateş etti sadece, o da hedefin bir hayli altına isabet etmişti.

 

"Hayatım bu atışla anca karşındakini sünnet edebilirsin," diyerek gülmeye başladı. Onun üzerindeki etkisini görmek çok hoşuna gidiyordu. İki teması bile elini ayağını dolandırmaya yetiyordu demek ki. Genelde soğukkanlı davranır heyecanını, korkusunu ve bunun gibi duygularını gizlerdi. Şimdi heyecanını gizleyememiş her şey ortaya çıkmıştı. "Haksızlık ama kafamı karıştırdın sen."

 

"Ben bir şey yapmadım, yapsaydım atışın kağıdı bile bulmazdı." Biraz daha sarıldı bedenine, kolu sızlayınca biraz gevşetti. "Canın acıyacak yavaş ol."

 

"Bir şey olmaz bana. Yeniden tekrar edelim ben sana açıyı söyleyeceğim." Bir de böyle denemek istemişti, acaba gözleri kapalıyken Azra'nın yönlendirmesiyle hedefi bulabilecek miydi? Aynı zamanda ona sarılması ikisi için de dezavantajdı. Azra onun hizasından değil daha aşağı hizadan hedefi tarif edecekti işte bu noktada profesyonelliğini konuşturacaktı.

 

"Kapa gözünü şimdi." Mete gözlerini kapadı, Azra kontrol ettikten sonra hedefi gözünde kestirdi. "Tuttuğun yerden bir buçuk santim yana üç santim de aşağıya indir." Keskin gözleri silahtaydı, Mete atışı yapınca nereyi vuracaktı o da çok merak ediyordu. Yüzbaşı hedefi ayarladı ve tetiği çekti.

 

"Oha tam ortadan vurdun." Mete gözlerini açtı, gerçekten de tam ortadan vurmuştu. Bu kızın gözlerinde bir ayar vardı sanki, hayranlık duyuyordu gerçekten. İşinde çok başarılıydı. "Aynı senin benim kalbimi vurduğun gibi değil mi sevgilim?"

 

"Her adımda bana yürüyecekseniz peşin peşin anlaşalım yüzbaşım, öyle bedavaya ekmek yok." Silahı yeniden bıraktı ve ona döndü. Ne istiyordu bilmiyordu ama söz konusu oysa ne isterse yapardı.

 

"Yollar sana çıkıyorken sana yürümemem pek de mümkün değil." Kamyon arkası sözlerle romantiklik arasındaki ince çizgide dolanıyordu yine ancak Azra biraz kamyon arkası bir kadın olduğu için çok da sorun değildi bu, onun hoşuna gidiyordu.

 

"O kadar mı âşıksın bana?" Eli adamın omzuna doğru çıkmıştı, Mete ise bir elini beline diğerini de boynuna doğru çıkarmıştı. "Daha çok..."

 

"Ya sana gelmeseydim hiç, unutur muydun beni?"

 

"Aşkı unutamazsın ki kalbine işler. İlmek ilmek işler de sen onu sökmeye çalışırsın o ip birbirine dolanır çözemezsin. Biz birbirimize vurduğun o iple bağlandık sevgilim. Sana hiçbir zaman ulaşamayacağımı bilsem bile bir başkası olmazdı hayatımda, seni severek yaşar öyle de ölürdüm."

 

Azra parmaklarını dudaklarına kapattı, bu kelimeden hiç hoşlanmıyordu, onun ağzından duymak canını acıtıyordu. "Ölüm falan yok kötüyü çağırma." Mete dudağına kapanan parmakları tutup bir öpücük bıraktı. "İki seven kalp arasında ölüm olmaz. Sevenler için ölüm sadece bir fiildir, seven bir kalbi öldüremezsin."

 

"Güzel konuşuyorsun ama bu sözler benim hoşuma gitmedi yine de." Adamdan ayrılıp atış yapmak için gözlük ve kulaklığı taktı. Silahını kontrol ettikten sonra kurup gözlerini kapadı, havaya kaldırıp hedefe konuşlandırdı. Bir el ateş edip silahı aşağıya indirdi ve yumduğu gözlerini araladı. Tam ortadan vurmuştu yine. Bu işte mükemmel biri varsa o da Azra'ydı.

 

"Peki ya ben sarsam seni, yine ortadan vurabilecek misin gözlerin kapalı şekilde?"

 

"Ben seninle öpüşürken bile ateş etsem ıskalamam Mete. Bana meydan okuma yenilirsin daha önce olduğu gibi." Kahvede okey oynarken de yenilmişti ve ondan açık çek bir dilek hakkı kazanmıştı. Onu bile kullanmamışken yeni bir iddiaya mı gireceklerdi?

 

"Sana yenilmeyi seviyorum ben. Senin de zamanında dediğin gibi ben bir tek sana yenildim sevgilim." Azra silahı poligona doğru tutup yüzünü Mete'ye çevirdi. O kadar acılar içinde söylemişti ki o cümleyi sarhoş olmasına rağmen net hatırlıyordu her şeyi.

 

Konuşamadı kadın, yutkundu ve masum masum baktı sevgilisine. Bu bakışlar onu ne kadar sevdiğini söylüyordu ve kelimelerin yetemeyeceği hisleri ifade ediyordu.

 

"Şimdi dön önüne ve gözlerini kapat." Komutunu verdi, bir asker gibi söylememişti sözlerini. Belki de böyle olunca Azra zafiyet gösterebilir diye düşündü, sınırlarını görmek istiyordu onun.

 

"Kapa gözlerini," derken kulağına eğilmişti, bu kadının kalbinin hızlanmasına sebep olmuştu ve bu bir hata getirebilirdi. Mete bir eliyle belini tamamen sardı diğer elini de koluna götürdü.

 

"Nişan al şimdi." Azra kolundaki elle beraber nişan aldı, gözleri sımsıkı kapalıydı bir kere hedefi görmüşken ikinciye görmeden vurabilmesi gerekiyordu. Bu bir asker niteliğiydi.

 

"Ateş et," dediği anda Azra tetiği çekti ve bir el ateş etti. Tabancayı yavaşça aşağıya indirip yeniden kaldırdı bir el daha ateş ettikten sonra masaya bıraktı. Gözleri hâlâ kapalıydı, belindeki ve kolunda gezen parmakların onu kötü etkilemiş olabileceğinden şüphelenmiş ve açamamıştı.

 

"Vuramadım değil mi?" Mete sesini çıkartmadı, Azra ona doğru dönüp açtı gözlerini. "Çok mu uzağa isabet etti? Kağıdı taşırdığımı düşünmüyorum hesapladım en fazla iki puan yana isabet etmiştir."

 

"Yeni kağıttı bu değil mi?" Azra başını salladı, küçük hedefler kullanıyorlardı ve birkaç isabetten sonra değişmesi gerekiyordu. Onların ayrıntıcılığı için daha küçük hedefle çalışmak daha faydalıydı. Mete yandaki tuşa bastı ve yakınlaştırdı hedef kağıdını, yanlış görüp görmediğini kontrol etmek istemişti, genelde yanılmazdı ancak bunda biraz yanılmış olabilirdi.

 

Kağıt yaklaştı Mete de başını kağıda yaklaştırdı, yüzünde şaşkın bir ifade vardı. "Ne görüyorsun acaba ya ifadeye bak, aşırı şaşkınsın. Kesin ıskaladım." diyerek kağıda döndü. Kendisi de şimdi ondan farksız değildi. Bu işin gerçekten de ehliydi.

 

"Oha, yanlış görmüyorum değil mi ben?" Kağıdı eline alıp ona doğru döndü. "Yok valla şaka değil Azra'm."

 

Azra parmağını kağıdın ortasındaki deliğe götürdü, koca kağıtta tek bir delik vardı buna şaşırmışlardı. Gözleri kapalıyken hedefi tam ortadan vurması bile zorken Mete'nin onu kendisini kullanarak zorlamasıyla yine böyle bir şeyi başarması harika bir şeydi. İkinciye tetiği sıkmadan önce aşağıya indirip hedefi bozmuş yeniden ateş etmişti. Belini saran ve kolunda ona engel olacak bir el varken bir delikten diğer kurşunu da geçirmişti.

 

"Oha vurmuşum." Gülümseyip yüzbaşıya baktı. "Her şeye rağmen vurabiliyorum, ay çok sevindim."

 

"Ben her şey miyim ya?" Vurabildiğine en çok o sevinmişti ama bunu demeden de edememişti, ne cevap vereceğini merak ediyordu. "Sen benim her şeyimsin ya." Adamın omzuna kollarını götürdü, mutluluğu yüzünden okunuyordu.

 

"Yine tam isabet ettirdin, hedefin asla şaşmadı sevgilim, attığını vurdun."

 

Azra gülümsedi ve adamın dudaklarına küçük bir öpücük bıraktı, övgüsüne bir teşekkürdü bu.

 

"Ama aklımda bir soru var," derken vücudunu onunkine yasladı. "Benden heyecanlanmıyor musun? Bana aynısını yapınca elim ayağıma dolandı ama sen bir delikten iki kurşun geçirdin."

 

Azra'yı keyiflendiren bir muhabbetti bu, kurşundan bile kıskanılıyordu ama zehirli bir kıskançlık değildi bu. Gülümseyerek ona baktığında Mete masadaki silahı kendi masasına koydu. Beline doladığı kollarıyla onu yukarıya kaldırıp masanın üzerine oturttu, masa biraz yüksekti, şimdi aynı boydalardı, Mete de üzerine doğru eğilmiş ellerini de iki yanına yerleştirmişti.

 

"Bunu soruyorsan ya aptalsın ya da aşkından mecnuna döndün."

 

"Mecnuna döndüm." Siyah saçlarına geçirdi parmaklarını, hayatında ondan daha güzel bir şeye dokunmamıştı, o saçlar bir ömürlük mutluluk barındırıyordu arasında.

 

"O zaman Mecnun Mete Han Yüzbaşı'm, sizden etkilenmeyen kadın geri zekalıdır, etkilenen olursa ben vururum orası ayrı." Elini yanağına götürdü yeniden, bu ikisine de çok güzel hissettiriyordu.

 

"Yani etkilenmene rağmen vurabildin. Bir tanem senden yeteneklisini görmedim bu işte." Yüzünü biraz onunkine yaklaştırdı, ona olan arzularını dizginlemek yaptığı en zor işti. "Seni öpmemek çok zor biliyor musun?" Ona dokunamıyor olmak da çok zordu. Küçük bir öpücük bırakıp geri çekildi.

 

"Böyle yemek tadına bakar gibi öpersen zorlanırsın tabii ki." Adam geri çekilmişti, gömleğinin yakalarından tutup kendine doğru çekti. "Burada bile beyaz gömlek giymişsin çıldırtacaksın beni be adam." Kendi de ona doğru yaklaştı, şimdi nefesleri birbirine değer hâle gelmişti. Nefesi dudaklarını okşarken onları araladı yavaşça. Adamın alt dudağını gözüne kestirmişti, iki dudağını onunkine kapaması bir anda olmuştu. Elleri yakasında dudakları dudağındaydı artık, Mete'nin elleri de ensesine doğru yerleşmişti. Bu pozisyon ikisinin de ateşini zirveye taşımıştı, birbirlerine temasları sadece kendilerini değil çevrelerini de yakıyordu. Azra yavaşça kendini geri çekti.

 

"Seni seviyorum yüzbaşım."

 

"Ben seni daha çok seviyorum astsubayım."

 

Mete bu defa yaklaştı ona, o dolgun dudakları gözüne kestirmişti, tekrar öpmeden çekilemezdi ancak telefonun sesi birkaç santimlik mesafelerini açmak zorunda kaldı.

 

"Biz sevişmeye falan kalksak o bile yarım kalır bak ben sana söyleyeyim." Mete parmağıyla sessiz ol işareti yapıp gülmeye başladı. Bu kız tam bir arsızdı ve bu arsızlığı onun hoşuna gidiyordu. "Asker olmanın bir takım zorlukları sevgilim," diyerek telefonunu açtı.

 

"Yüzbaşı Mete Akıncı, emredin komutanım. Kaçta? Emredersiniz, toparlıyorum timi hemen." Telefonunu kapatıp sevgilisine döndü. Görev zamanıydı ve külkedisinin arabası bal kabağına dönüşmüştü.

 

"Ne diyor?" derken masadan inmiş yan masadaki dolu silahların şarjörlerini çıkartıp yeniden yerine bırakmıştı. Mete'nin elini tutup poligonun önündeki arabaya kadar sessizce ilerlemişlerdi, Azra da biliyordu orada cevap veremezdi, sokakta konuşamazdı. Toros'a bindikleri gibi anahtarı çevirdi ve başını kadına çevirdi.

 

"Berzan hakkında elimize bilgi ulaşmış. Sonunda bir bölge belirlenmiş, o bölgede Berzan'ı ve konsolosu bulabiliriz." Bunu telefonda açık açık söylememişti, sadece geniş olarak bahsetmiş Mete de bunu cümlelere böyle dökmüştü.

 

Azra'nın yüzünde zafer gülümsemesi vardı, ona yaptıklarını ve o mektubu ona tek tek yedirecekti. "İşte bu! O pezevengin götüne keleş sokma vakti gelmişti, bugün onun sonu olacak. Çok şükür rabbim."

 

"Önceliğimiz konsolosu kurtarmak biliyorsun değil mi Demir Leydi?" Komutanı olarak söylemişti, sevgilisi olarak o herifi gördüğü an öldürmek istiyordu ama görevi aşkının önüne geçiyordu işte. "Biliyorum yüzbaşım. Emrinin dışına çıkmayacağım."

 

"Koluna da dikkat et, yakın temas gerekirse canın acıyabilir ona göre teknikler dene. Ellerinin titrememesi lazım aynı poligondaki gibi olmalısın."

 

"Dikkat edeceğim. Yüzbaşı Mete de han olan Mete de rahat olabilir."

 

Görev haberi ulaşmadan önce güzel vakit geçiren tek çift onlar değildi, Orhan ve Meryem de beraber vakit geçiriyorlar hasret gideriyorlardı. Kocası bir gidiyor gelmesi haftaları bulabiliyordu. Çok sık yanında olmadığından dolayı yanında olduğu her ânı güzel geçirmek istiyordu.

 

"O mavi gozlerda ne var bilmiyirum, saatlerce seyre dursam asla bikmam." Karısı dizlerinde yatıyordu adamın, bir yandan elini tutarken diğer yandan saçlarıyla oynuyordu.

 

"O kada mi seviyursun?"

 

"Bilduğunden daha çok hatun. Ha bu vatan bir sen iki."

 

Gözleri güldü kadının, ona aşkla bakıyordu ve her zamankinden daha başka bakıyordu.

 

"Oyle guzel bakarsan ha günduz günduz işler heç de iyi olmayacak." Dudaklarını iki yana kıvırmıştı, iyi olmamasını diledi, sadece onu öpüp koklamak yetmemişti.

 

"Birazdan çikmam gerekecek hiç oyalanamam Orhan."

 

"Başim ağriyur deseydun daha inandirici olurdi zalum kadun." Meryem de onu istiyordu ama bu defa biraz beklemek istemişti, emin olmak istiyordu emin olmadan söyleyip de görevde aklının burada kalmasını istemiyordu. Emin olduğunda gelince söyleyecekti.

 

"Ha o zaman başim ağriyur."

 

"O ağruyan başa kurban olurum." Ona doğru eğilip alnına uzun bir öpücük bıraktı, dudaklarını biraz yukarıya kaydırıp saçlarına götürdü oraya da küçük bir buse bırakıp burnunu saçlarının arasına gömdü.

 

"En çok da bu kokudan uzak kalmak zor geliyur. Sensizluk ne kada zor bir bilsen." Saçını kesip vermeyi düşündü ancak vazgeçti, parmağında yüzük taşırken ayrıca saçını taşımasına gerek yoktu. Zaten Orhan da bu saçların kesilmesine asla dayanamıyordu, kesmesine izin vermezdi, o saçlar bütünüyle orada durmalıydı.

 

"Ya bana sorsan bir da. Yatağune yalanuz girmek, o koca yatakte tek başina uyumak ne kada zor bir bilsen." Onu bir bebek gibi sarmaladı ve doğrulmasını sağladı, bedenini kendisine doğru çevirdi.

 

"Bizim da yaşlanduğumuzde nasip olacak ne edelum, vatan rahat uyusun diye bize da uykusuz kalmak düştu." Zaten Meryem bu hasrete anca bu sayede dayanabiliyordu yoksa dayanılması çok zor bir şeydi, karından günlerce haftalarca uzak durup ölimin kıyısında gezen adamlar olmak kolay bir iş değildi.

 

Meryem çalan telefona rağmen bedenini Orhan'ınkine doladı, biliyordu görev çıkmıştı ve şimdi onu yine bırakıp gidecekti. Sıkı sıkıya sarıldı, Orhan telefonu açarken onu engellememiş bir kolunu etrafına sarmış diğeriyle de telefonu açmıştı.

 

"Emredun komutanum. Ne zamandur? Tamam çikiyirum. Emredersunuz." Telefonu kapayıp karısına çevirdi yüzünü. "Bize ayrulen sürenun da sonune gelmiş bulunmaktayuz. Meyrem gitmem lazum."

 

"Biliyirum."

 

"Kalkmayacak misun?" Ayağı kalkıp ellerini kocasına uzattı, bedenini onunkine sardı ve zor da olsa beraber kapıya doğru yürümeye başladılar. "Gelurken sana ne getireyum ne istersun?"

 

"Sen gel bana yeterlidur." Gözlerine baktı usul usul ve geri çekildi ondan. Tam olarak kapının önündelerdi. Orhan beylik tabancasını beline sıkıştırdıktan sonra cüzdanını da yanına aldı artık gitmeye hazırdı. "Ula hatun senda da bir haller vardur da hadi bakalum çikar kokusu."

 

"Sen git gel da o zaman soylerum vardur bir haberum surpriz edeceğum."

 

"Ula hatun," Son kısmını vurgulamıştı. "Ne geçiyur o aklunden bilmiyurum. Bekla beni gelduğumde edersun surprizini. Merak da ettum şimdi ha."

 

Adamın yanaklarına ellerini yerleştirip kendi yüzüne doğru çekti, dudaklarını dudaklarına bastırıp hafifçe geri çekildi. "Bekleduğune pişman etmeyeceğum seni. Hayde git yoksa seni gondermem daha zor olacak."

 

Orhan gülümseyip kapının kolunu açtı, ayakkabılarını dışarıya doğru fırlatıp yeniden karısına döndü ve bu defa uzun bir öpücük bıraktı dudaklarına, sert değildi ama çok narin de değildi, biraz özlem bir çok sevgi barındıran bir temastı bu.

 

"Hayde ben kaçtum," diyerek çıktı evden, Meryem görüşünden kaybolana kadar içeriye girmedi daha sonra kapıyı örtüp sırtını oraya yasladı. Göğüs kafesi hızla inip kalkıyordu ve bunun tek sebebi aldığı güzel öpücük değildi. Ellerini karnına götürdü ve gerçekten onun var olmasını diledi. Eğer gerçekten doğruysa sevdiği adamı dünyanın en mutlu erkeği hâline getirecekti.

 

♟️

 

Sancak Timi helikoptere binmiş hedef bölgeye doğru harekete geçmişti. Herkes tam teçhizat sanki savaşa hazırlanıyor gibilerdi.

 

"O herifin ya ölüsünü ya dirisini getirin bana. O herifi istiyorum." Bunu Azra'ya yapılanlar için dememişti, yüzbaşı olarak söylüyordu onun görevi doğru olana karar vermekti.

 

"Çok uzadı bu iş, bize zarar vermeden durmayacak. Bizi avuçları arasına almak için masumlara sarıyor. O herifin artık yakalanması lazım." Askerlerinin gözlerine baktı tek tek, onların inancını görebiliyordu. Türk askeri her zaman böyle inançlı oluyordu, kaybetmek onlara haramdı.

 

"Aslanlarım benim, hiç konuşmadan bile bana hissettirdiniz nasıl savaşacağınızı. Siz Oğuz Kağan'ın torunlarısınız bunu asla unutmayın. Atalarımız savaşçı güçleriyle düşmanı nasıl yere serdiyse siz de sereceksiniz. Siz Mustafa Kemal Paşa'nın çocuklarısınız, size hayır dendikçe evet olması için zorlayacaksınız ve zaferi kucaklayacaksınız. Siz Türk askerisiniz, İstiklal Marşı'nın ilk kelimesi gibi asla korkmayacaksınız. Yurdunuzda tüten en son ocak kalana kadar da savaşmak sizin boynunuzun borcudur."

 

Tek bir ağızdan emredersiniz sesini duymak Mete'yi gülümsetti, onlara güveniyordu, başaramayacakları bir şey yoktu. Bu inanç onları amaçlarına ulaştıracaktı biliyordu.

 

Timini kendi hâline bırakmıştı, bir yanında sevgilisi diğer yanında da Hakan oturuyordu. Hakan'ın kulağına doğru eğildi, kimsenin duymayacağı tonda konuşuyorlardı.

 

"Miray'la konuşabildin mi?" Hakan başını iki yana salladı o cesareti kendinde bulamamıştı. "Kız senden bir şey duymayı bekliyordur bekletme. Bak ben 5 sene bekledim 5 sene ona hasret kaldım. O kızın da olumlu ya da olumsuz bir şeyler duymaya hakkı var, oturup konuşun derdiniz neyse çözün."

 

"Emredersiniz," dedi Hakan, Mete'yi bu tatmin etmemişti. "Emretmiyorum abin olarak uyarıyorum akıl veriyorum. Ben ettim sen etme diye."

 

"Abi haklısın da bilmiyorum ya. Dönünce konuşalım bunları şimdi düşünmek istemiyorum." Bu ona ilk defa abi deyişi değildi, daha önce de birkaç defa sivilde söylemişliği vardı, ilk izni de Mete vermişti.

 

"Tamam öyle olsun, hatırlatacağım ama." Gülümseyerek önüne döndü. Kendi geçtiği yollardan daha hızlı geçmesi için ona ellerini uzatmıştı ancak Hakan o elleri tutmaya daha hazır değildi.

 

Başını bu defa Azra'ya çevirdi, hafifçe elini yaralı koluna yerleştirdi. "Acıyor mu canın?" Azra başını iki yana salladı, kurşun acısından sonra iki sıyrık ona sinek ısırığı gibi geliyordu.

 

"Acımıyor." Gözlerini kocaman açıp kaşlarını havaya kaldırdı, emin misin demekti bu. Ona kalsa hep iyiydi, asla sesini çıkarmaz normal bir şekilde sürdürürdü hayatını. "Tam iyileşmediğini biliyorum, her gün pansuman yapıldığını da. Bora'nın kabzası derinden sıyırdı biliyorum kimi kandırıyorsun acaba?"

 

"Gözünüzden de hiçbir şey kaçmıyor komutanım."

 

"Söz konusu sen olunca hiçbir ayrıntı kaçmıyor," dedikten sonra etrafına baktı, timi başlarını çevirip gülmemeye çalışınca Mete de onlar gibi oldu. Helikopterde özel konuşmalarına alışkın değillerdi ve bu hepsinin garibine gidiyordu, gülümsemeden edemiyorlardı.

 

"Biraz sızlıyor ama bu ateş etmeme engel değil. Şebo güzelce pansumanımı yaptı sardı, hareketimi engellemeyecek ve canımı acıtmayacak şekilde yaptı bunu."

 

Mete başını Şebnem'e çevirdi, başıyla bir teşekkür hareketi yapınca Şebnem de aynı şekilde ona karşılık verdi. Yeniden sevgilisine döndü, ona iyiyim endişelenme der gibi bakıyordu, Mete de üzerinde titremeden duramıyordu. Onun kendini koruyabileceğini çok iyi biliyordu ancak içgüdüleri onu sarıp sarmalamak istiyordu. Kendisinden daha iyi silah kullanıyordu ve onu devirebilecek kadar iyi dövüşüyordu. Yüzbaşı bunları çok iyi bilse de tutamıyordu kendisini. Nasıl düşünce elinden tutan bu kadın olduysa Mete de onun düşmesine engel olmak istiyordu.

 

Baktı yine sessizlik oldu, Hakan konuşmak istememişti, Azra'yla da komutancılık konumuna geçmişlerdi, yüzbaşı dudaklarını araladı, uzun zamandır yapmıyordu bunu, timi de uzun zamandır şahit olmamıştı.

 

"Erkilet güzeli bağlar bozuyor
Ammanın amman ben yandım amman
Kirpikleri kalem olmuş yazıyor
Canım canım," diyerek gözlerini yanındaki kadına çevirdi, ona eşlik etmesini istiyordu. Türkü timi biraz gerginlikten uzaklaştırabilirdi, biraz gevşemeye ihtiyaçları olduğunu hissetmişti.

 

"Tek tek basaraktan
Bade süzerekten
İnci dizerekten
Gel canım gel amman." Bu kısımda Azra ona eşlik etmişti, ona hitaben söylediğini çok iyi biliyordu. O söylemeye başladığında sabaha kadar onu dinleyebilirdi, asla bıkmazdı.

 

"Cevizin yaprağı dal arasında
Ammanın amman ben yandım amman
Severler güzeli bağ arasında
Canım canım." Türkünün sözleri gibi ona olan aşkından cayır cayır yanmıştı Mete, bazen dile getiremiyordu ama öylesine sevgi vardı ki içinde onun için yapamayacağı şey çok azdı.

 

"Tek tek basaraktan
Bade süzerekten
İnci dizerekten
Gel canım gel amman."

 

Yüzü gülen askerlerine baktı, tam da bunu amaçlamıştı. Onların morali ne kadar yüksek olursa yüzleri ne kadar gülerse o kadar motive olurlar o kadar da başarılı olurlardı.

 

"Bir da Karadeniz soyeyeyduk ya. Ayakkabi giyerum usti beyaz olursa, kaynanami severum dili kisa olursa."

 

"Onu da söyleyip oynayacağımız zaman gelecek Orhan, onun yeri çok daha başka olacak." Gözlerini bir anlığa Azra'ya değdirip yeninden askerlerine döndü.

 

"Şimdi Sancak Timi, bölge biraz geniş bu yüzden ikişerli gruplar hâlinde arayacağız. Sayaç ve Kırımlı siz birlikte bir grupsunuz, bölgenin doğusu size ait. Teğmenim ve başçavuşum siz kuzey bölgesindesiniz. Şebo sen benimlesin batı bölgesi bizde. Demir Leydi'yle de Orhan siz de güney bölgesindesiniz. Tırnağına zarar gelenin ayağına beton döker helikopterden aşağı atarım yanlışlıkla oldu derim ona göre. Anlaşıldı mı Sancak?"

 

"Anlaşıldı komutanım." Sesleri bir ağızdan yükselmişti yine. Komutan olmanın güzel bir yanıydı bu, herkes tek ağızdan sana itaat ediyordu.

 

Orhan'la göz göze geldiğinde başını hafifçe salladığını gördü. Azra bana emanet gözünüz arkada kalmasın demekti bu. Küçük bir yara bile aklının onda kalmasına yetiyordu, zaten aklından hiç gitmiyordu ki her an yanında olduğu gibi aklının bir köşesini de zapt ediyordu.

 

Helikopter bölgeye iniş yapmaya başlayınca herkes son hazırlığını yaptı ve aşağıya indi. Sekiz askerin de gözü kararmıştı, ne olursa olsun konsolosu kurtarıp o Berzan'ı ele geçirecekti. Helikopter gitti tim arazinin ortasında bir başına kaldı.

 

"Herkes görevini biliyor değil mi?" Herkes buna onay vermişti, çok iyi biliyorlardı. "Sadece 5 dakikanız var, kılık mı değiştirirsiniz kumanya mı yersiniz ihtiyaç mı giderirsiniz bilmem. 5 dakika sonra herkes kendi yönüne gidecek. Şimdi rahat." Emrini vermişti, etraf güvenliydi ancak bu beş dakikalık arada bile nöbetleşiyorlardı, çevre güvenliği sağlanıyordu.

 

"Demir Leydi," diyerek sevgilisine bir baş işareti yaptı, onunla özel olarak konuşmak istiyordu.

 

"Emredin komutanım," derken kadın yanına ulaşmış diğerlerinden bir tık uzaklaşmışlardı.

 

"İçindeki kini bildiğimden son bir kez daha konuşmak istedim seninle. Azra'm..." Başındaki miğferden dolayı saçlarını okşayamıyordu, arkadan çıkan örgüsüne uzandı onu parmaklarının arasına aldı. "O herifin sana ne yaptığını elbette ki unutmayacağız ama yanında bir sivil olduğunu ve önceliğimizin onu korumak sonra da kendi canımızı korumak olduğunu unutmayalım olur mu?"

 

"Mermilere kafa tutma mı diyorsun yüzbaşım?"

 

"Çok güzel yüzbaşım diyorsun, odağım bozuluyor." Gözünü kapatıp yeniden açtı, hafifçe başını sağa sola salladı. Dikkatini dağıtmaması gerekiyordu ancak o varken pek de mümkün değildi. Yine de operasyon sırasında böyle şeyler yaşamamasına şükretti çünkü o 5 yılın sessizliğinin de sebebi olan şey operasyonu ve sivilleri etkileyecek olmasıydı. Profesyonelliğinden taviz veremezdi, şu an arada olmalarının rahatlığı içerisindeydi.

 

"Öp bir de istersen. Adama bak ya operasyondayız komutanım kendine gel." Şu kadından olmayan dişil enerjiyi bulup da kendini delirtmesi zoru başarmaktı yüzbaşı için ancak başarmıştı. Kaba saba biriydi bazen ve o hallerini bile seviyordu.

 

"Öpeceğim ama sonra. Görevime başka işleri karıştırmam biliyorsun." Yüzünde yine bir gülümseme vardı, dudakları yana kıvrılmış başını hafifçe sağa yatırıp gülüyordu. Serseri bir gülümsemeydi, ona bakmadan edemiyordu, onu sevmeden duramıyordu. "Aşkım anladın olarak kabul ediyorum sözlerimi."

 

"Anladım. Kendimi ve sivili riske atmak yok, o herifi de tüfeğimle sikmek serbest."

 

"Sen yine de o kelimeyi o herif üzerinde kullanma içim bir kötü oluyor."

 

Başını ileride duran Orhan'a çevirdi. Azra ile aynı anda sahada olmaları pek de akıllıca değildi. İki deli neler yapardı bir an düşündü ancak bunu yapması gerektiğini farklı ikililer deneyip çalışma verimini görmesi gerektiğini biliyordu, o yüzden Azra'yı kendi yanına almamış Orhan'ın yanına vermişti.

 

"Korkma ya en kötü bum diye patlarız ne olacak."

 

"Ha ha ha, çok komiksiniz Demir Leydi'm bir daha olmasın. Hadi git süremiz dolacak şimdi." Elini tuttuğunun da bırakmadığının da farkında değildi. Azra çekmeye çalışınca başaramadı, onun bırakması lazımdı.

 

"Ellerim bile seni buluyor senden ayrılması zor geliyor." Böyle konuşmaya devam ederse hiç ayrılamayacaklardı, iyice duygusal çizgide ilerliyordu. "Sevgilim, devrem, aşkım, yüzbaşım, komutanım, hanım, Türkiye'm, müsaade edersen kurtarmam gereken biri var. Tabii önce elimi senden kurtarabilirsem." O eli o an kırabilecek kadar güçlü bir kadındı, kıyamazdı ki, o elini çekmeden kendisi bile çekmek istememişti.

 

"Tamam devrem, dikkatli ol." Azra öyle mi der gibi baktı sonra da gülerek yanından ayrıldı. Orhan'ın yanına geldiğinde dağılma zamanı gelmişti, heyecanının yanında intikam hissi de içindeydi ancak komutanının söylediklerini aklından çıkartmayacaktı.

 

"Ee deli Laz, ne var ne yok?" derken tüfeğini sırtına takmış beylik silahını eline almıştı. Böyle daha rahat hareket ediyordu çünkü Bora biraz uzun bir tüfekti eline alan Hakan gibi çok yapılı biri bile olsa atış açısından tabanca daha kolaydı.

 

"Ne olsun ya, senunki baa kaş göz etti ha dikkat etmezsen kendune ha bu bombalarun uzerine oturtur uçurur beni." Sessiz bir tonda ve etrafın güvenliğini sağlayarak konuşuyorlardı. Muhabbetleri yaptıkları işe engel değildi odak noktaları saklanabilecekleri mağara, harabe ya da evi bulmaktı. Geniş bir yelpazenin güney kısmı onlara emanet edilmişti, böylelikle alan küçülmüştü ancak yine de genişti, her deliğe bakmaları çok zordu. Gerekirse destek bile isteyebilirlerdi, Gölge Timi hazır olda karargahta bekliyordu.

 

"Bu aralar fazla düşüyor üzerime, bu şerefsiz beni fazla yıprattı ve ona yapabileceklerim yüzünden kendime zarar verebileceğimi düşünüyor. Haksız da sayılmaz pek."

 

"Vururum seni ula haksiz çikaracaksun oni. Sen kenduni koruyamazsan ben nasil koruyayum? O herifla karşilaşursek aklune ilk gelen şey onun içun ölmeye değmeyecek olmasidur." Haklıydı ve Azra da buna uyacaktı, başka şansı yoktu. Ona inananların güvenini boşa çıkaramazdı.

 

"Ay tamam ne uzattınız. Delilik kotasını bugün sana veriyorum ben bir şey yapmayacağım kardeşim."

 

"Siz," dedi sorup sormamak arasında gidip gelmişti, sonunda söylemeye karar verdi. "Mete Yuzbaşi surekli imalar ediyur, yakinda duğun edersenuz şaşirmem."

 

Azra da bu imaları seziyordu, onu gecelikle karşıladığı gün açık açık evlenmeden olmaz ve seninle vakti gelince evleneceğim demişti. O vakit ne zaman gelirdi bilmiyordu ancak sürekli imalarda bulunuyordu, çok da uzak olmadığını hissediyordu.

 

"Yani. Bilmiyorum Orhan, benimle evlenmek ister mi ki? İma ediyor da erteleyip duruyor. 5 sene gecikmişiz zaten bilmiyorum."

 

"Adam aşkunden Mecnun'e dömuş hâlâ ister mi diyursun. Kafasuz seni, gozlerinden bile anlaşiliyur yarın bile nikahi basabilur saa o kada âşuk."

 

Karşılarına kayalıklar çıkmıştı, aralarına insanların saklanma ihtimali olabilecek bir yerdi burası. Sessiz olmaları gereken bir yerdi ve öyle de olmuşlardı. Azra çantasından çıkardığı kamuflaj örtüyü örtünce Orhan da aynısını yaptı böylelikle bir mesafeden sonra fark edilmeyeceklerdi. Azra dürbünüyle bölgeyi inceledi, bir tuhaflık var mı yok mu ona bakıyordu. Örneğin ağacın üzerine boyayla yapılan bir işaret, hareket eden çalılıklar veya parlayabilecek cisimler... Bunların hepsi bölgede terör unsurlarının var olduğunu gösteren şeylerdi. Azra bir tuhaflık sezmedi, dürbünü boynuna asıp kendi yönünde ilerledi, Orhan da tam zıddına gidiyordu. Görünürde bir şey yoktu, kayalıklar temizdi ve önlerinde küçük bir orman çıkmıştı.

 

"Şimdi gelse teklif etse evet derim." Konuşmaya kaldığı yerden devam etmemesi için hiçbir sebep yoktu. "Ben kendimi ilk defa onunla özel hissettim Orhan, bana seni gördüm dediği günden beri o ellerini bırakmayı asla düşünmedim. Bir insan ne kadar sevebilirse o kadar sevdim sen de bilirsin."

 

Bilirdi, aşkı iyi bilirdi en büyük şansı da sevdiği kadınla evlenip bir yuva kurabilmek olmuştu.

 

"Kaçirma zate seni ondan başkasi da almaz." İkisini de güldürdü bu sözler, Azra da aynı şeyi düşünüyordu Mete almazsa kimse almazdı. "Ve sevdaluği iyi bilirum. Kaç sene oldi saymaye bile kiyamadum bir gun görmeyeyim ozliyirum. Birkaç saat oldi ozledum bile şimdiden."

 

Bir anlığına başını ona çevirdi ve sırtına yavaşça iki kere vurdu. "Kardeşim benim, biliyorum nasıl güzel sevdiğini ama işte bizim tam vuslat biraz emeklilikten sonraya kaldı gibi. Sabredeceğiz biraz. Ben 5 sene bekledim la birkaç gün bekleyiver sen de."

 

"Emekliluk ula çok vardur demek ki daha kavuşmeye." Ormanlığın sonuna yaklaştıklarında Orhan'ın el işaretiyle yere çöktüler, iki ayrı araç vardı, birilerine rastlamışlardı ve bu kişilerin terörist oldukları belliydi. Berzan mıydı orası belirsizdi, eğer değilse ses çıkmaması için onlara müdahale etmemeleri lazımdı. Yine de ne olduğunu öğrenmeleri lazımdı. Bölgede dağılacakları için uydu telefonundan 4 tane alınmıştı ve her bir gruba birer tane verilmişti.

 

"Astsubay Üstçavuş Azra Demir, bulunduğumuz bölgede iki adet terörist aracına rastladık. Araçları yürüyerek takip etmeniz mümkün değil. Uydu görüntülerinden takibinin yapılıp bize koordinatların geçilmesini istiyoruz. Ona göre ayrılıp o yöne doğru yürüyebiliriz." Telefonun ucunda onun astı olan bir çavuş vardı, rahatlıkla emir verebiliyordu, orada bunu komutanlarına bildirip hemen dediğini yapacaktı biliyordu. Azra Mete'yi aramamıştı çünkü emin değillerdi, emin oldukları anda ona bildireceklerdi. Zaten bu araçların varlığının bilgisi Mete'ye geçilecekti ama bu işi harekat merkezi halledecekti. Azra telefonu kapatıp cebine yerleştirdi, araçlar hedeflerine ulaştığı gibi koordinatlar geçilecekti, ikisinin aynı yerlere gitmesini umdu böylece ayrılmazlardı ancak konumları hiç de aynı yere gidecekmiş gibi durmuyordu, peşine hareket ettiğinde de bunu kanıtlamış oldu, iki araç da farklı yöne gidiyordu. Koordinat geldiği an harekete geçeceklerdi ve bunun çok uzun sürmeyeceğini biliyorlardı.

 

"Orhan, dikkat et kendine kardeşim. Allah'a emanet ol."

 

"Sen da Allah'a emanet ol, patlatturme kendini ben yokken hayde ben kaçtum." diyerek kardeşine sarıldı sıkı sıkı, Azra ondan ayrılıp kendi yönüne Orhan da kendi yönüne gitmeye başladı, ellerine koordinat gelmişti ve uzun sürmeyecek bir yoldu bu.

 

"Ula it uşaklari beni uğraştiriyursunuz ya, vallahi darlandum." Tüfeğinin dürbünüyle hedefe doğru baktı, orada iki adet yapı vardı ve şüpheliydi, yakın olmasından kaynaklı gidip müdahale etmesi de kolay gözüküyordu. Etraf açıklıktı, üzerindeki kamuflaj örtüyü güzelce etrafına sarıp uzaktan fark edilemeyecek hâle getirdi kendini, sırada çalılıkların arasından bir çalı gibi hareket etmek vardı, yere yattı askerliğin ilk dönemlerinde onu zorlayan yerde sürünme tekniğiyle karşı karşıyaydı yine. Tüfeğini kolları arasına alıp dirsekleri üzerinde bacaklarından da destek alarak yerde sürünerek ilerlemeye başladı, kolay olmayacaktı ama tek başına koca bir orduyu bile yok edebilecek potansiyeli vardı.

 

İyice yaklaştı yapıya çok kalabalık değillerdi. Evin içine bakması lazımdı kimin olduğunu anlaması için. Dışarıda az önce gördüğü araba ve bir adet motosiklet vardı. Kaçış için güzel bir plandı, anahtarı üzerinde bırakacak kadar salak insanlarla karşılaşacak olması onu sevindirdi.

 

Besmele çekti içinden evin arka tarafına geçti bu defa çömelerek koşmuştu, üzerindeki kamuflajı çantasına tıkıp telefonunun ön kamerasını açıp cama doğru tuttu, fotoğrafını çekip önüne aldı. Fotoğrafta içeride dört kişi ve konsolos vardı, bu iş kolay olacaktı. Eve erken dönüp karısının yapacağı sürprizi erkenden öğrenebileceği için sevindi. Berzan bulunamadığı an döneceklerdi ve onun bir deliğe girip saklandığını düşünüyordu nedense.

 

Çevrede terör unsuru varsa tüfek sesinden sonra bölgeye gelebilirdi bu yüzden dört kişiyi de hemen indirip konsolosu alıp buradan çıkmalıydı, yalnız diğer yapıda terörist var mı onu bilmiyordu, bu defa o yapıya sızdı, adımları hızlı ve sessizdi sanki bir rüzgar esiyordu onun bile sesi duyulur, Orhan'ın duyulmazdı. Aynı taktiği uyguladı, tek odalı ve perdesi bile olmayan bu hanelerin içinde kim var kim yok anlamak çok rahattı. Telefonu içeriye doğru uzattı ve bir fotoğraf daha çekti, içeride altı kişi vardı. İşte şimdi sıkıntılı bir durumdu. İlk buraya müdahale etse altı kişiyi de etkisiz hâle getirebilirdi biliyordu ancak biri bile ateş etse diğerlerinin kaçmasına fırsat doğardı. Gidip diğer eve müdahale etse bu defa buradakiler desteğe gelir yine sıkıntı olurdu. Arada kalmıştı ve bir karar vermeliydi ve kendi yapacaktı bunu.

 

En iyi yaptığı şeyi yapacaktı konsolosun olduğu evdeki teröristleri temizleyip diğer eve el bombası atacaktı, iş kolaylıkla bitecekti. Aradaki mesafeden de zarar görmeyeceklerini biliyordu. Güvenli bir plandı ancak hemen uygulaması lazımdı.

 

Konsolosun olduğu eve geri döndü ve kapısına gitti, bir tekme ile içeri dalıp tek tek vuracaktı hepsini. Eğer diğer evdeki teröristler olmasaydı bir camı kırıp dikkati oraya çeker sonra da arkadan dolanıp hepsini gebertirdi ancak şimdi işi riske atamazdı, tek değildi burada ona bir can emanetti.

 

Az kaldi uçureceğum hepinizi.

 

Kapıya bir tekme atıp hızlıca konumlarını bildiği teröristlere ateş etti. İlk kurşunu konsolosun arkasında duranı vurmuştu, bir diğeri de kapıya yakın olanına isabet etmişti, üzerine doğru yığılınca kendisine siper etmiş diğer iki teröristi de kafalarından vurup etkisiz hâle getirmişti.

 

"Siz ha burada bekleyun çikmayin." Kapıdan başını çıkarttı birkaç saniye içinde olmuştu her şey, teröristlerin kendisine doğru geldiğini gördü, ateş etseler de hedefi tutturamıyorlardı, Orhan iyi gizleniyordu. Yine de mesafe vardı. Orhan hücum yeleğindeki el bombasını çıkartıp pimini çekti, üzerinde patlamazsa ara yazıyordu altına da numarasını yazmıştı. Özene bezene hazırladığı bombasını kendisine doğru gelen altı teröriste fırlattı. İçeriye çekti başını, patlama sesi onu mutlu etmişti ve atış sesleri kesilmişti. Yeniden başını çıkardığında 6 teröristin de buhar olduğuna şahit olmuştu. Mutluydu, görevi başarmıştı.

 

"Siz eyi misinuz?"

 

"İyiyim." Derin bir nefes aldı elindeki ve ayağındaki ipler çözülürken. "Artık çok daha iyiyim," dedi. Gülüyordu yüzü, adama minnetle bakıyordu.

 

"Ha buradan çikmamiz lazumdur leş kargalari uşumedan." Adamın kalkmasına yardım etti ve onu arkasına geçirdi, önden yürüyüp çevre güvenliğini alacaktı, konsolos böylece güvende olacaktı.

 

Etraf temizdi, patlattığı bombayla etrafa uçuşmuş insan parçaları bunun dışındaydı. Bu patlama sesine geleceklerdi biliyordu, hemen motora binip gitmeleri gerekiyordu, bir kurşun miğferini teğet geçince durdu ve ateşin geldiği yöne döndü. Birkaç kişi bu kadar çabuk mu gelmişti ya da gizlendikleri ve onun fark edemeyeceği bir yerden mi çıkmıştı bilmiyordu. Bildiği tek şey vardı konsolos buradan uzaklaşmalıydı, gerisini kendisi hallederdi.

 

"Konsolos o motora binup bas gaza, ormanun içinde saklan bizumkileri orada gorduğunde hemen git yanlarune doneceksin." O ormanlıktan geçeceklerdi biliyordu ve orası güvenliydi, oradan ona tekrar ulaşabilirdi. Kendine uzanan namluları durdurabilmesinin tek sebebi onun da namlusunun düşmanına dönük olmasıydı, konsolosun gitmesine izin vermeyeceklerini biliyordu, koruma ateşi açıp onu koruyacaktı ve gitmesini sağlayacaktı. "Ateş edunce bas gaza arkana dahi bakma ben da peşunden geleceğum."

 

Teröristlere baktı yeniden, tüfeğiyle koruma ateşi açarken yerdeki varilin arkasına saklandı kısa süre de olsa konsolosa vakit kazandırıp onun kaçmasını sağlamıştı.

 

Azra diğer aracın koordinatlarına doğru gitmişti biraz ileride bir tepe vardı, bulunduğu yerde ise kayalıklar mevcuttu. Kayalıkların arasına gizlenmiş olabilme ihtimallerine karşı temkinliydi. Araç böyle boş halde duruyorsa arazinin ortasında bir tuzak olabilir demekti. Arkasını güvene aldı öncelikle, iyi bir yere gizlenmesi sonra da teröristlerin yerini keşfetmesi lazımdı. Etrafının sarıldığını ve pusuya düştüğünü hissedebiliyordu. Normalde olsa timin öncüsü olarak gitse ateş edilmezdi çünkü teröristler kendi yerlerini belli ederlerdi belki de şimdiye dek ateş etmemelerinin sebebi buydu. Bilemiyordu. İki kayanın arasına yerleşip Bora'nın dürbünüyle etrafa baktı, birkaç kişi görüyordu ve onlar da görüldüklerinin farkındalardı. Arka tarafına dönünce teröristlerin yakınına kadar geldiklerini gördü.

 

Hissetmişti, aynı ateş etmeyeceklerini hissettikleri gibi. Hangisini vuracağını düşündü, yakını vurmak daha kolaydı beylik tabancasını çıkartıp kendine doğru gelenlere çevirdi, iki el ateşle iki teröristi devirirken bir keskin nişancı tarafından uyarı ateşine maruz kaldı, bilerek isteyerek atılmış bir mermiydi, yanındaki kayaya isabet ettirilmişti. Ateş edersen bir dahakine ıskalamam demekti bu, umurunda değildi Azra'nın, etrafı çevrelenmeye başlanmış mesafe iki metreye kadar inmişti, gizlendiği yerden çıkıp tüfeğini sırtına taktı, tabancası parmaklarının arasındaydı ve her an ateş etmeye hazır haldeydi. Yakın muharebe için de bir o kadar hazırdı. Koluna değen bir eli kavrayıp önüne doğru çekti, boğazını sıkı sıkı kavramış kendine onu siper etmişti.

 

"Geri çekilin gebertirim!" Yapardı ama şu an kendisini korumalıydı. "Ben de gebertirim," diye bir tanıdık ses duydu, rehin aldığı teröristin başına sıkacağını da en az onu göreceği kadar beklemiyordu.

 

"Ulan it herif buldum seni." Arkasına döndü yeniden, terörist gittikçe ağırlaşırken kendisine siper etmek güçleşiyordu. Berzan'a çevirdi namlusunu, sıkarsa ölürdü onun yüzünden ölmek de istemiyordu en azından birkaç tanesiyle birlikte gitmek isterdi.

 

Teröristi yavaşça yere bırakırken hücum yeleğindeki el bombasını çıkardı ancak pimi çekip onları tehdit edemeden vücudunda küçük bir acı hissetti. Vücuduna bir iğne saplanmıştı ve iki metre öteden yemişti bunu, tetik çekilince ona saplanması sadece birkaç saniye sürmüştü. Vücudunu hissetse de kontrol edemedi, sadece başını hareket ettirebiliyordu.

 

"Seni geberteceğim Berzan, duydun mu beni seni öldüreceğim leşini itler bile bulamayacak!"

 

Berzan gülümseyerek yanına geldi ve adamlarına baktı. "Arabalara binip defolup gidin söylediğim yere. Bizi yalnız bırakın." Bu sözlerle on beşe yakın adamı hızlıca dağılmış bölgede yere düşmüş bir Azra ve tepeden ona gülümseyerek bakan Berzan kalmıştı.

 

"Bana geleceğini tahmin etmiştim Eliza'm, diğerleri gelseydi bu kadar hazırlık boşa çıkardı. Sen bana gelmeyi seçtin." Ellerini miğferine götürüp çıkardı başından, saçlarına dokunmak istiyordu. Ceplerini de yokladı, ilacın etkisi geçtiğinde kendine zarar vermemesi lazımdı, onun için en mantıklısını yapıyordu.

 

"Sıçarım senin çarkına, ben senin hiçbir şeyin değilim." Türkçe konuştuklarının farkındaydı ikisi de, orada Eliza değil Azra olarak bulunuyordu.

 

"Bugünü çok bekledim Eliza'm ya da Azra'm mı demeliyim?" Ne zamandan beri bildiğini bilmiyordu ancak Türk olduğunu bildiğini o kurşunu yediği zaman kanıtlamıştı, o mektup da süsü olmuştu.

 

"Sen beni biliyor muydun?" Sesini sakin çıkarmaya çalıştı, huyuna giderse istediğini yaptırabilirdi. Berzan elindeki pimi çekilmemiş el bombasını alıp kenara koydu ve hücum yeleğini çıkarttı, kadını kolları arasına almıştı bunu yaparken.

 

"Biliyordum."

 

"Bırak ya da sık kafama hadi durma. Sırtıma nasıl sıktıysan kafama da sıkabilirsin." Ölümden ve işkenceden korkmuyordu ancak işkence görmekten daha beter şeyler de vardı, ona dokunursa bunu kaldıramazdı.

 

"Biraz sabret seninle daha konuşacak çok şeyimiz var." Elini yanağına koydu, böyle hareketsiz kalması ve gücünü kullanamaması onu sevindirmişti. Kendi altında olduğunu hayal etti, ona direnmediğini ve tüm arzularına karşılık verdiğini hayal etti.

 

"Orospu çocuğu sıksana kafama, sık!" Başını sağa sola çevirdi, kollarını hareket ettirmeye çalıştı başaramadı. Berzan üzerindeki kamuflajı yukarıya doğru çekip üzerinden sıyırdı, şimdi atletiyle duruyordu.

 

"Bir şey yapmaya kalkarsan seni yaşatmam duydun mu beni? Yemin ediyorum yaşatmam." Yere değen sırtına batan taşlar yüzünün biraz ekşimesine neden oldu, daha beterinin olacağını bilmiyordu, üzerine eğilen Berzan yüzünden daha da moralini bozmuştu, dudaklarına yaklaşınca başını yana doğru çevirdi, kaşları çatık yüzü nefret doluydu.

 

Berzan Azra'nın çenesinden tutup kendine çevirdi, bacakları arasına almıştı hareketsiz yatan kadını, ezilmeyeceğini bildiğinden oturabilirdi ancak şimdilik yapmadı. Parmaklarıyla sıkıp büzdüğü dudaklarına götürdü dudaklarını. Burnuna gelecek kafayı hesaba katabilseydi belki onun için daha güzel olabilirdi, canının acımasıyla geri çekildi. Burnu kanıyordu eline baktı sonra kendisine kötü bakan kadına döndü, sert bir tokat çarptı yanağına.

 

Azra yaptığı hareketten mutluluk bile duyamamıştı, Mete haricinde birisi dudaklarına değmişti birkaç saniyeliğine olsa bile ve kendinden iğrendi, buna engel olamadığından nefret etti. Ağlamak istiyordu ama o bebek katiline güçsüz görünemezdi, yapamadı ağlayamadı bile. Ağlasaydı işte o zaman bu terörist kazanmış olurdu.

 

"O herif yüzünden bana bunu yapıyorsun değil mi? O herif olmasaydı yapmazdın. Seni değil onu vurmalıydım kahretsin hata ettim." Mete ile kafayı bozmuştu, Azra'nın da Türk olduğunu bile bile böyle konuşuyordu. "İki kere hata ettim, yıllar önce onun işini bitirmeliydim."

 

"Ben senden nefret ediyorum piç herif, bak şu bayrağı görüyor musun ben şerefli bir Türk askeriyim seninle ne işim olur? Bir düşün asker bir kadın düşmanını neden sevsin hain miyim lan ben senin gibi? Seni sadece öldürmek istiyorum ben, duydun mu beni ecelin ben olacağım senin." Azra durdu ve gözlerine baktı, iki kere mi demişti o? "Yıllar önce mi dedin sen? Ne demek istedin?"

 

"Kolsuz 5 sene önce Mete'yi vurma emrini verirken yanında ben de vardım maskeliydim. O ölecekti sen engel oldun." Başından beri ikisinin adına kadar biliyordu Berzan, yıllar önceki o lanetli günün mimarlarından biriydi, Azra'yı ilk orada görmüştü düşmanı olarak baksa da Mete'ye olan davranışlarını görünce bir daha aklından çıkaramamıştı onu. Yıllar sonra tekrar karşısına çıkmıştı bu defa adı Eliza'ydı.

 

"Sen başından beri ikimizi de biliyordun. Bizimle oynadın mı?" Kendisi de aynısını yapmıştı ama oyun içinde oyun vardı.

 

"Başından beri biliyordum, gerçek Eliza yerine seni gördüm ve belki bir şansımız olabilir diye düşündüm bana ihanet edebileceğini bilsem bile sana bir kere dokunmaya değerdi. Sustum ve oyunu sürdürdüm. Sizi öldürmem gerekiyordu ama ben ruhunuzu öldürmeyi seçtim. Sonra o gece tesadüfen karşılaştık. Yardım gecesinde seni görünce herkesi uyardım ona rağmen yattığımız gece elmasları çaldın sen. Sarhoştum başta algılayamadım, o salak Rostami de yakalandı uyarmama rağmen. Sarhoşluğun etkisiyle çıkıp etrafı aradım, ayıldığımda fark ettim senden başka kim alabilirdi ki? Adamlarıma sizi dronla takip etmesini söyledim mesafe uzak olunca anlaşılmadı bile, adresi alıp geldim sonra. Sizin en yakın anınızda seni vurmak istedim, delirdim kıskançlıktan, onu nasıl öptüğünü gördüm Azra. Sevdiğim kadın olsan da cezan buydu, ölmediğine çok sevindim özür dilerim, yine olsa yine yapardım bunu, öyle emrediyorlar."

 

Azra duyduklarını sindirmeye çalıştı, hangi birine cevap verecekti ki? Yatmadım mı diyecekti yoksa ihanet iddiasına cevap mı verecekti? O gün o ipi Mete'nin boynuna bağlayanlardan biri olan herif tam da üzerinde duruyordu, onunla saçma sapan konuşuyordu.

 

"Mete'yi sen mi astın?"

 

"Astırdım diyelim ama roketi ben attım." Azra gözlerini kapadı, o an hâlâ çıkmamıştı aklından, araba kullanamıyordu bu şerefsiz yüzünden.

 

"Ben hâlâ o günün lanetiyle yaşıyorum lan it senin haberin var mı? O 20 şehidi kurtaramamamın acısıyla yaşıyorum ben. Sen benim kardeşlerimi almışsın, sevdiğim adamı alıyordun yaşaman için hiçbir sebep yok senin."

 

Bir acı hissetti kalbinde, o kadar güçlü durmak istemişti ağlamak istememişti ama bir lafıyla o cehenneme geri dönmüştü, gözlerinin dolmasına engel olamamıştı. Ağlamadı ama zor duruyordu.

 

"Sen yaşayacaksın, onlar ölecek bundan sonra ve Türk olup olmaman umurumda değil asker olman da, kendi ayaklarınla nasıl bugün bana geldiysen o gün de geleceksin sevgilim." Gülümseyerek baktı yüzüne, ukalalık akıyordu, istediğini alacağını sanıyordu. Karşısında kendi gibi bir hain yoktu, kahraman Türk kadını vardı. Aldığı maddelerin etkisiyle ne görüyordu bilmiyordu kadın, daha önce de duymuştu aldığı ilaçlar maddeler onların beyinlerini uyuşturuyordu, terörist olması onun tercihiydi sonuna kadar ama bu saplantılı tavırlarında o ilaçların etkisi olduğu çok belliydi. Sebebi her ne olursa olsun kendisine takıntılı olsa da olmasa da ölecekti, o teröristin yeri cehennemdi.

 

"Artık seni öldürmeye kalkmayacağım, vaktiyle nasıl Mete'nin ölüm emrini verdiysek çevrendeki herkesi de öyle öldüreceğiz sonra sen yalnız kalacaksın, bana kalacaksın. Ayakların seni her seferinde bana getirecek, benden nefret etsen de bana geleceksin. Bana geliyor olman benim için yeterli sevmek zorunda değilsin beni." Burnundaki kanı koluna sildikten sonra kadının üzerinden çekildi, kollarını bedeninin altından geçirip kucağına aldı ve ayağa kalktı.

 

"Ama bu bir ders alman gerekmediği anlamına gelmiyor." Kanamaya devam eden burnunu kadının saçına götürdü, çok güzel kokusu vardı bunu sevmişti, kendi kafasının içinde rezil düşüncelere sahipti, kendini dağda gezen teröristler gibi görmediğindendi özgüveni. Berzan hem dağda hem de aranmadığı Avrupa ülkelerinde rahat rahat kendi olarak geziyordu. Fark etmezdi ki teröristti. Üzerine takım elbise de giyse teröristler gibi de giyinse o bir teröristti, askerleri şehit eden, bebekleri öldüren, insanların canını alıp hayatını mahveden bir vatan hainiydi. Azra ona engel olamadı, bedenine hükmedememesi hayatında yaşadığı en kötü anlardan biriydi. Güçlü bir kadını ancak bir yabancı maddeyle güçsüzleştirebilirlerdi ve öyle yapmışlardı.

 

"Bırak lan orospu çocuğu, sık kafama bitsin bu iş yoksa ben seni bitireceğim. Ölmek için yalvaracaksın, mahvedeceğim seni." Eğer aklına gelebilecek en korkunç şeyi yapacak olsaydı bununla yaşayamazdı, elleri tuttuğu an beylik tabancasını çeker sıkardı kafasına. Sonra Mete'yi düşündü, yapamazdı. Ona bunu yapmaya hakkı yoktu, ama yaşadıklarını bilmesi de onun için ölümden farksızdı.

 

Bağırmadı, bağırsa sesini duymayabilirlerdi, bağırsa bu herifin gözünde düşmüş biri gibi olacaktı. Direnmek zorundaydı. O göremiyordu ancak kayalıkların arasından çıktığında az önce arabaların çekip gittiği alandaki ahşap iskeleti gördü. Bir dikdörtgen görünümünde sağlam bir düzenekti. Oraya bağlanacağını gördüğü an anlamıştı.

 

Havadan sarkan ipleri ayakta zorla durdurduğu Azra'nın kollarına geçirdi, aynı zamanda bağlama tekniğiyle de ayakta durmasını sağlıyordu.

 

"Öldür beni yarım bıraktığın işi tamamla, sana ihanet ettim gidip bir de Mete'yle sevgili oldum. Onun kadını olmadan önce sonsuza kadar engelle bunu, çek silahını vur beni." Sesi nefes nefese geliyordu sinirliydi, üzgündü her duyguyu içinde aynı anda barındırıyordu. Konuşmalarıyla onu manipüle etmeye çalıştı, başaramadı.

 

"Bir daha olmaz, bir daha sensiz olmaz. O ölecek sen değil." Kemerini belinden çıkardı ve ona döndü, Azra'nın çenesini sıktı, birinin kurtarmasını beklemiyordu, ilaç etkisi geçse bu herifi gebertirdi biliyordu ancak ne etki geçiyordu ne de biri geliyordu.

 

"Elim kolum bağlıyken kendimi sana vereceğimi mi düşünüyorsun? O kadar düştün mü gerçekten?" Hastalıklı bir beyinle konuştuğunun farkındaydı ve elleriyle yapamıyorsa diliyle yapabilirdi bazı şeyleri.

 

"Benim hakkımda ne düşünüyorsun gerçekten?" Yanına kadar gidip örgülü saçlarına geçirdi parmaklarını, sıkıca kavrayıp arkaya sertçe çektiğinde boynu açıkta kalmıştı yaklaşıp dudaklarını değdirdiğinde kendini tatmin etmeye çalışıyordu, Azra ise yaşadığı en zor günlerden birindeydi yine. Biliyordu kendisinin çok güçlü olduğunu, dağa kaçırılıp tecavüze uğrayan kadınlar geldi aklına. Yıkılırdı, bu gerçekten ölüm olurdu onun için.

 

"Bırak! Yemin ederim seni geberteceğim, bırak!" Sesi meydan okur gibi çıkıyordu. Berzan gülüp Azra'nın palaskasını çıkardı belinden, ona engel olmasını istemiyordu.

 

Ondan uzaklaşıp arkasına geçti, yapacağı şey ona zevk verecekti, Azra'nın yaşayacağı da onun yaptığı şeylerin bedeli olacaktı. Kurşunla ona ihanetinin ve onu kandırmaya çalışmasının bedelini ödemişti, şimdi de hastalıklı kafasına göre onu sevmemesinin bedelini ödeyecekti. Bu terörist yine gelip her şeyi berbat etmişti, tüm dengesi altüst olmuştu.

 

"Özür dilerim sevgilim bunu hak ettin." Elindeki kemeri ikiye katladı ve hızlıca kadının sırtına vurdu. Azra acıyla inlememek için dudaklarını birbirine bastırdı, ikincisi daha sert geldi bu defa onu vurduğu yerin üzerine getirmişti kemeri. Tüm gücüyle vurdu. Azra sıktı kendini, daha kötüsü de olabilirdi ona dokunmamış işkence etmeyi tercih etmişti. İki seçeneği olsa bunu tercih ederdi. Aklından bunu geçirirken ensesine doğru bir kemer daha geldi, bastırdığı dudakları aralanmış bir çığlık yükselmişti, istemsizdi, onca şeye katlanmıştı buna da katlanırdı. Ölmeyeceğini biliyordu, bir süre daha haber alamazlarsa Mete timiyle beraber buraya gelecekti onu da biliyordu, Orhan da aynı şekilde yapacak yetişecekti biliyordu.

 

"Beni değil onu seviyor olman nasıl üzüyor beni hisset istedim." Sert bir şekilde indirdiği kemer darbeleri bir süre sonra atletini aşındırıp parçalanmasına sebep oldu, çizgi çizgi parmaklar hâlinde sırtında duruyor, aynı yere denk gelen darbeler sonucunda kanayan sırtına yapışıyordu, bu daha da canını acıtıyordu.

 

"Bu mu senin adamlığın? Öldürsene beni!" Sesi aynı tonda çıkmıştı, gözündeki yaşlara şahit değildi Berzan, canının acısı ve kalbindeki acı gözyaşı olarak dışarı vurmuştu kendini.

 

Berzan kemeri boğazına geçirdi ve başını geriye doğru yatırdı kadının. Kulağına eğilirken elini de kendini tatmin edebilmek için onun vücudunda gezdirmeye başladı, ileri gitmek istese de frenledi kendini. Yapamayacağından değildi, ona acımasından da değildi, asla etik değerleri yoktu bunlar sebep değildi, tek sebebi kollarına onun koşmasını istiyor olmasıydı aşağılık kompleksi vardı ve ona geleceğine inandırmıştı kendisini.

 

"Sana ölüm yok. En azından şimdilik." Kollarına koyduğu parmaklarını beline doğru indirdi. "Burada ölen benim görmüyor musun. Sana sahip olamamak nasıl bir zulüm biliyor musun sen?"

 

Yüzünü seyretmek istedi, ilk defa gözyaşlarıyla orada karşılaştı. Ona bir şey hissettirmemişti, acıdan aktığını düşündü, canını yaktığını biliyordu.

 

"Sen hastasın." Sesi daha kısık çıkmıştı, kendi bedenine hakim olamadığı gibi acıları da sırtında hissediyordu, zorlanıyordu.

 

"Biliyorum ama bu kimseyi ilgilendirmez, seni bile." Saçlarına dokunurken kemerini ona doğru vurdu yeniden, sırtına denk gelmiş ve canını acıtmıştı yeniden. Yüzüne bakarak sırtına vuruyordu bu defa, omzunun üzerinden yükselerek yapmıştı bunu.

 

"Siktir," diyerek inledi bu defa, gözlerini kapatmak istese de hakim olabildiği tek şey olarak yapamazdı. "Sakat kalmam hoşuna mı gidecek?" Kelimeler tane tane çıkmıştı ağzından, konuşmakta güçlük çekiyordu, derin derin nefes alıyordu acısı geçecek miydi bilmiyordu. Düşünemiyordu son yarım saattir çünkü işkence görüyordu. Kendisini vuran teröriste sormuştu bunu o kadar düşünemiyordu.

 

"Sakat kalmayacaksın, sadece benden sana birkaç hatıra kalacak kurşunumun yanına. O kurşun ihanetinin, bu izler ise sevgimin nişanesi." Son vuruşunu o kadar sert yapmıştı ki havada uçan sürüler dağıldı Azra'nın sesinden, o son vuruş da sesinin kesilmesine sebep olmuştu. Gözleri açıktı ancak konuşmaya hâli kalmamıştı.

 

♟️

 

Sizi çok güldürdüm biraz da ağlatayım dedim, Azra'm siyah zülüflerine kurban olduğum nasıl acı çekti, yıkıldı. Sırtındaki kurşun izine bir yenisi daha eklendi, silinmeyecek izler...

 

Berzan'ın oyunları peki? En başından beri Azra'yı bilip oyun çekmiş ve onun için hastalıklı şeyler düşünmüş. En son raddesi Azra'yı bu hale getirmekti, ilerisini düşünemiyorum bile.

 

Mete'nin Azra'yı poligona götürdüğü, ilk bölümlere atıfta bulunduğu sahne benim favorim.

 

Bir sonraki bölüme kadar iyi dinlenin Azra ve Mete yüzleşecek...
Hoşça kalın.

 

Beni aşağıdaki hesaplardan takip edip bilgi alabilirsiniz.

 

 

Wattpad
İnstagram
Tiktok
Twitter

 

 

@RUBAMSALEPE

Loading...
0%