@rubamsalepe
|
Bölümü beğenip sahnelere yorum yapmayı unutmayalım❤️ İyi okumalar. ♟️ Vücutta hissedilen acılar geçerdi ancak izler geçmezdi, kalp ve akılda var olanlar ise asla silinmezdi. Unutamayacağı bir günü yaşamıştı Azra, daha kötüsünü de yaşayacaktı bilmiyordu. Berzan Azra'nın sesi kesilene kadar işkence etmiş sonra da onu çözüp yere bırakarak gitmişti, ilacın etkisi geçmeye başlıyordu ancak bu defa kolunu kaldıracak hâli kalmamıştı. Sırtı acıyordu yan yatmış olması bile acımasına engel olamıyordu. Tüfeği ile arasında on metre kadar vardı, kayalıkların olduğu bölgedeydi, oraya gitmesi zor olacaktı ancak bunun için eğitilmişti. Yüz üstüne döndü dirseklerinin bedenini kaldırmasını umdu, kolu tam iyileşmemişken bir de bunu yaşaması onu epey zorlamıştı. Canı acıyordu ve bandajın etkisi çok fazla değildi. Sürünmeye başladı, bedenini zor da olsa ileri itiyor tüfeği ve çantasına doğru yol alıyordu. Gözlerindeki yaş acıyla karışık bozuk olan psikolojisinin eseriydi. Daha kötü ne olabilirdi ki? Bedenini ileri ittirdi, zordu başarabilmesi ama yapabileceğini biliyordu. Elleri kolları gibi yüzünde de bazı yaralar olmuştu, sürünürken dengesini kaybedip yüzünü kayalığa çarpınca birkaç iz oluşmuştu. "Hadi kızım." Kendini gazlamayı denedi, biraz daha zorladı, ayağa kalkamayacak olması sürünemeyeceği anlamına gelmiyordu, yapardı başarabilirdi ve başardı. Tüfeğine ve çantasına ulaşmıştı, kolları üzerinde doğrulup oturur konuma geldi, gülmeye başladı güldü güldü sonra gözlerinden yaş geldi ve ağlamaya başladı. Çantasındaki uydu telefonunu aldı ve bildiği o numarayı tuşladı. "Mete, Berzan buradaydı, koordinata gelin." Nefesini düzene sokmaya çalıştı, sesi kötü geliyordu. Mete bunu çok iyi anlamıştı, görevde komutanım dememesinden bir şeylerin gerçekten çok ters gittiğini anlamıştı. "Yakınlardayız Azra, sen iyi misin?" "İyi," dedi, yalandı berbat hissediyordu. Sadece onun panik yapmasını istememişti. "Konsolos burada yok, kapatıyorum," diyerek telefonu kapadı ve çantasına attı yeniden. Tüfeğinin ve tabancasını yanına çekti, tabancayı kurup yere koydu, tüfeğini de kayalığa sabitledi ve etrafa bakındı, bunları yaparken kendini epey zorlamıştı, dik duramıyordu bu çok zordu onun için. "Temiz," dedi kendi kendine. Yüzünü ekşitti sırtı ne haldeydi bilmiyordu, bildiği tek şey canının çok yanmasıydı. Ama tacize uğramış olması o herifin yaptıklarını düşününce keşke daha çok dayak yeseydim de bunu yaşamasaydım dedi içinden. Dudaklarını bir başkası öpmüştü, daha Mete dokunmaya kıyamazken parmaklarını bedeninde gezdirmişti. Bir damla daha akıttı gözlerinden. "Ben temiz miyim peki?" Elini tabancasına götürdü ve parmaklarıyla silahı kavradı. Arakan gelen seslere doğru dönmeyi denedi sadece silahı tutabilmişti, vücudunu çeviremiyordu. "Yaklaşma vururum, görmeme gerek yok." "Azra." Sesini duyduğunda gözlerini sıkı sıkıya kapattı, ona teslim olmak istiyordu, gelmişti işte. Onu nasıl hayata döndürdüyse o da sevdiği kadını döndürecekti. "Bunu sana o herif mi yaptı?" diyerek yanına koştu, hemen yere çöktü. Şebnem yanındaydı sadece, diğerleri Orhan ve konsolosa gitmiş dağılmışlardı. Orhan'dan da ses çıkmamıştı bir patlama sesi işitmişti az önce ondan sonrasından haberi olmamıştı hiçbirinin. "Bana olan sevgisinin izleriymiş," dedi yüzüne bakamadan. Oturmakta güçlük çekiyordu, elinden destek almakta da zorlanmaya başladı, Mete yanına gelip onu göğsüne yasladı böylece daha rahat edebilecekti. Sırtını yakından gördü gözlerini sıkıp başını yana doğru çevirdi. Bakmaya kıyamamıştı, kaldıramamıştı, nasıl da acımıştı canı, o izler bir bir kalbine işledi. "Bak gözlerime kaçırma gözlerini." Azra yaşlı gözlerini ona çevirdiğinde boynundaki kemer izini de gördü, birkaç damla gözyaşının kirpikleri arasından firar edeceğini o da düşünememişti. Dik durmasaydı dağıtsaydı şimdi o dik duramazdı, sakin kalmaya çalıştı her zaman yaptığı gibi. "Çok acıdı biliyorum, geçti ben yanındayım bir tanem. İyi olacaksın, iyi olacağız." "Öptü beni, taciz etti. Sen bana dokunmaya kıyamazken o beni ne hâle getirdi. Sana bakmaya yüzüm yok ki benim." İlk defa böyle uzun cümle kurabilmişti, zordu onun için, nefes aldığında bile canı acıyordu. Mete onunla ciddi anlamda konuşuyordu ama bir anlamda da oyalıyordu çünkü Şebnem arkasına geçmiş yaralarını temizlemeye başlamıştı. "Şşş deme öyle güzelim benim, onun itliği senin suçun değil ki. Sana yemin ediyorum onu geberteceğim, daha önce yaptıklarının da şimdinin de bedelini ödeyecek. O kara gözlerinden akan bir damla yaşa kurban olurum ben ne olur yapma." Duydukları ağırına gitmişti, elini sürmeye kıyamadığı sevgilisi hem taciz edilmiş hem de dayak yemişti. Hazmedebileceği bir şey değildi ama onu sakinleştirmek için öyle gözüküyordu, içi kan ağlıyordu onu böyle görmek berbat bir histi. Yumruğunu sıkmaktan başka bir şey yapamıyordu, şimdi sırası değildi. "Özür dilerim, özür dilerim. Mete öz..." parmaklarını ağzına kapadı ve saçlarına upuzun bir buse bıraktı, burnunu yerleştirdi o kokusunu çekti yeniden ciğerlerine. "Dileme, sen kötü bir şey yapmadın. Bak gözlerime sevgilim, şu dünyada seni benden sadece ölüm ayırabilir, bir orospu çocuğu yüzünden senden vazgeçeceğimi düşünmüyorsun değil mi?" Sesi titriyordu, aksini denese de başaramadı. Yanağındaki kızarıklıkta gezdirdi parmaklarını, ona dokunmaya kıyamazken yanağına mı vurmuştu? Usulca akan gözyaşını sildi kendisininkileri umursamadı. "Geçti bir tanem bak Şebnem yaranı da temizledi. Yüzünü yıkamamı ister misin?" Azra başını salladı, en son bunu yaptığında rahatlamıştı belki yine işe yarardı. Matarasını çıkartıp avuçlarının içine su döktü sonra da kadının sürünürken kirlenen suratını temizledi, bir daha döktüğü suyu boynunda gezdirdi o kemerin izlerini silmek istiyordu. Silecekti, belki sırtındakileri silemezdi ama kalbindekileri tamamen silecekti. "Komutanım dik durması lazım ki sarabileyim yaralarını." Mete onun dik durmasına yardımcı oldu, zaten sırt kısmı paramparça olan atletin kalan yerlerini de kesmişti Şebnem, böylelikle çıkartırken canı acımayacaktı. Yaraya yapışanları yavaş yavaş temizledi ve çıkardı, bu canı acırken inlemesine neden olmuştu. Gerçekten kötü haldeydi, bir sene başını yastığa koyup uyusa anca iyileşirim gibi hissediyordu. İçinde normal bir sütyen yoktu, yarım atlet tarzı sporcu sütyeni giymişti. Arkası iyice aşındığından kopma noktasına gelmişti. Mete kadının başını omzuna koydu böylelikle sadece sırtını görüyordu. "Çıkar onu da sonra sargı bezini dola." Rahatsız olmasını istemediği gibi başkalarının olası görüşünden de gizlemişti onu. Sırtındaki yaraları da gizleyecekti biraz zamana ihtiyacı vardı. Şebnem sporcu sütyenini de kesip çıkardı, böylelikle üst bedeni tamamen açıkta kalmıştı. Sırtındaki izlere takıldı gözleri, saymaya korkuyordu çok yara vardı, izlerinin geçmeyeceğini de biliyordu, çok sert izlerdi bunlar. Sonra kurşun izine takıldı gözleri, o yaraları sarıp sarmalamak istedi, öpüp geçirmek istedi ama yapamıyordu. Yaraları daha kabuk bağlamamışken yapamazdı. Birkaç göz yaşı sırtına damlayınca Azra'nın yarasına denk geldi, yüzünün hafifçe ekşimesine neden oldu, sızlanmamıştı küçük bir şeydi ama hissedebiliyordu. Şebnem sargı bezini bedeninde dolarken göğüslerini de örtmüş yaralarını da sarmıştı, yapabildiği en iyi şekilde yapmıştı bunu, başka bir çözümü de yoktu. Mete omzundan geri çekildi ve koluna indirdi gözlerini, sargı bezini çözüp iyileşmeye dönen yarasına baktı, birkaç taş sayesinde bazı yerleri yeniden aşınmıştı ve temizlenip sarılması gerekiyordu. Bu defa kendisi yaptı. Yarasını temizlemeye başladı, acımasın diye bir yandan da nefesini üflüyordu. "5 sene önce Kolsuz'un yanındaki maskelilerden biriymiş. Ölüm emrini verenlerdenmiş. Bize roketi o atmış." Duraksadı adam, gözlerini onunkilere değdirdi, işine devam edemiyordu. "Başından beri biliyordu yani. Oynamış mı bize?" Azra başını sallayınca dudakları arasından sessiz bir küfür çıktı, onun duymaması için çabalasa da başarısız olmuştu. Yaraya döndü yeniden, sargı bezini sararken çok nazik davrandı, acıtmamaya çalışıyordu. "Hiçbiri umurumda değil biliyor musun? Senin şu kara gözlerinden yaş akmasın, hep gülümse ben sadece bunu istiyorum. Ne hâle getirmiş sevdiğimi, kıyamam ki ben sana." Toprağa bulanan eline bir öpücük kondurdu, sanki onun değil de kendi canı acımıştı. Çantasının yanına fırlatılan kamuflaj hırkayı aldı eline, Şebnem'le beraber canını acıtmamaya çalışarak giydirmeye başladı. Önce sol kolunu soktu, daha kolay giyebilsin diye sırtının etrafında doladı, bu baskı hissettirmişti ona, sağ kolunu da giyince yüzünü iyice buruşturdu. Sırtı çok acıyordu. "Çok acıyor mu?" Bu defa yalan söylemeyecekti, acıyordu, başını salladı. "Çok acıyor." Başını yavaşça göğsüne yasladı, giden gitmişti artık Berzan'a buradan yetişemeyeceğini biliyordu. Sevdiği kadını biraz kendine getirip gitmekti niyeti. "Şebnem sen çevre güvenliğini al." Böylelikle yalnız kalmışlardı, yalnız kalmadan önce çok şeyi konuşmuşlardı ikisi de onun duymasını umursamamıştı, saklayacak bir şeyleri yoktu. "Elini..." Unutmak istedi, yapamıyordu her an aklındaydı ve sırtına kazınmıştı. "Elini gezdirdi üzerimde. Ayrıntı veremem ama kendimden tiksindim. Öptü bir de." Başını adama doğru kaldırdı, Mete öfke mi üzüntü mü hissedeceğini bilememişti, ikisini birden hissederken yüzünde sadece merhamet belirtileri vardı, Demir Leydi'ye kötü hissedeceği şekilde bakmıyordu, eğer ki bu halde olmasa hepsinin canına okurdu biliyordu. "Başka bir şey yapmadı yemin ederim, olsaydı söylerdim. Ayıktım bir şey olmadı, dokunmadı bana o anlamda." "Sordum mu hiç sana? Bana ne desen sonuç değişmeyecek Azra. O herifi yine geberteceğim, senden yine vazgeçmeyeceğim. Neden kendini bana ispatlamaya çalışıyorsun?" Bunun cevabını o da pek bilmiyordu, belki de terk edilmekten korkmuştu, sımsıkı tutulan ellerinin bırakılmasından korkmuştu. "Azra sen benim elimi bıraksaydın o gün ben ölmüştüm, bu elleri bırakamam ben. İzin ver sımsıkı tutayım ellerini, sen benim yaralarımı nasıl sardıysan ben de seninkileri sarayım." Onun da çok üzüldüğünü ancak teselli edebilmek için sakin ve dimdik durduğunu biliyordu. Eve gidip gece başını yastığa koyduğunda bile ağlayamazdı içeridekiler duyar diye. Çığlığını hep içinde tutuyordu, susuyordu ama içi içini yiyordu. "Aynı şey değil ki, seni kimse taciz etmedi." "Kullanma şu kelimeyi. Kimse sana el sürmedi ve kimse de süremeyecek. Duydun mu beni?" Gülümsemeye çalıştı, kafasını dağıtmak istiyordu, bir nebze uzaklaşsın istiyordu zihnindekilerden. "Şu durumda da mı yüzümü güldürmeye çalışıyorsun? Sen gerçekten benim Türkiye'msin. Diyemem ki beni bırak diye, nasıl diyeyim? İnsan nefes borusunun kesilmesini ister mi hiç?" "Seni sevmekten asla vazgeçmem ben." Saçlarını okşayıp çıkan tellerini kulağının arkasına sıkıştırdı. "Ne durumda olduğun önemli değil, sana ne yapıldığı da önemli değil. Bunların hiçbiri seni sevmeme engel değil benim." Gözleri saçlarına kaydı o dökülmeyen saçlarından tellerin koptuğunu bir bölgenin seyreldiğini gördü. "Saçını da çekti mi?" diyerek sordu, burada konuştuktan sonra konuyu kapatacaklardı, ikisi de biliyordu onu. Sorabiliyorken sormak istedi adam. "Birkaç kez çekti, kopmuş mu?" "Birkaç tel sadece, yeniden çıkar sen üzülme." Başına bir öpücük bıraktı, gözlerindeki yaşları tutmakta güçlük çekiyordu, kendini tutmakta zorlanıyordu. Duygularını kontrol etmek zorundaydı. "Hem," Parmaklarını saçlarının arasına götürdü zülüflerinden bir tutamı acıtmadan çekip çıkardı. "Siyah zülüflerin yerinde duruyor." Parmaklarının arasındaydı yeniden, ona olan sevgisini göstermenin yöntemlerinden biriydi sadece. "Su ister misin?" Bitkin düşmüştü, konuşmuyordu bile. "Hım hım." Mete matarasının kapağını açıp kadının dudaklarına götürdü, fazla susuz hisset işti kendini, biraz içince ona iyi gelmiş kendine getirmişti. "Kumanya ister misin?" Başını iki yana salladı, konserve kokusu çekemeyecekti şimdi. "Biraz peksimet sadece." Mete çantasından çıkardığı peksimetleri suyla hafifçe ıslatıp ona uzattı, yenmesi böylece çok daha rahat olacaktı. Kendi yemek istedi, sağ elini peksimete uzatıp ağzına attı, başı sevdiği adamın göğsündeydi, saçlarında onun parmakları gezerken karnını doyuruyor bir nebze de olsa enerji topluyordu. Hiç olmazsa yürüyebilmeliydi, onca yolu Mete'nin sırtında gidemezdi. "Seni öldüreceğini söyledi. Kıskanıyor seni." Mete gülümsedi, kim kimi öldürecek bunu ona gösterecekti. "Mete de seni öldürecek deseydin." "Ben öldüreceğim dedim, hangimize nasip olursa artık." Şakaklarından öptü bu defa, her kötü anısının yerini iyileri alsın istiyordu ve rahatsız olmadığını hatta ona iyi geleceğini çok iyi bildiğinden yapıyordu bunu. Uzak dursaydı daha kötü hissederdi. "Daha iyisin değil mi? Seni sırtıma alacağım gideceğiz. O yolu sana yürütemem." "Yürürüm, ben bunun için eğitildim yüzbaşım." Yürüyeceğini biliyordu ama yüz metre sonra acıdan yere yığılacağını da biliyordu. "Konu tartışmaya kapalı bu bir emirdir." Başını iki elinin arasına aldı ve alnını onunkine yasladı. "Bitti eve gidiyoruz." Azra kalkmadan önce Berzan'ın gitmeden cebine tıkıştırdığı telefonu çıkardı ve Mete'ye uzattı. "O koydu cebime, sebebini bilmiyorum." Demesinin üzerine telefonun çalacağını kendi de tahmin edememişti. Görüntülü arama vardı ve kimin aradığını çok iyi biliyordu. Mete açtı telefonu, kaşları çatıktı ve sakladığı tüm öfkesini şimdi kusuyordu. "Seni öldüreceğim biliyorsun değil mi? 20 askerimin de Azra'nın da intikamını canınla alacağım." Sanki masal okuyordu karşısındakine umurunda değildi sözleri. "Ona dokunma diye her şey, sırtını bile göremeyeceksin her köşesinde ben varım çünkü." Azra telefonu eline alıp çatık kaşlarını sundu gözler önüne. "Sadece sırtıma dokunmakla kalmayacak." Azra güldü, o gülünce Mete de güldü. Psikolojik savaş mı istiyordu, âlâsı vardı. "Aldın cevabını it herif sadede gel." Bir anlığına dikkati dağılmıştı Berzan'ın, tekrar onlara döndüğünde bu defa o gülümsüyordu. "Bu günün kazananı benim siz ne derseniz deyin." Kamerayı kendinden uzaklaştırıp yanındaki adama çevirdi, Orhan'a. Aynı Mete gibi bir düzenekle bağlanmıştı, boynu bir ipe asılıydı, elleri bağlı bile değildi bu da az önce kendisine verilen ilaçtan verilmiş olduğunu gösteriyordu ona. Hemen ölmesin diye başka bir iple dik durması sağlanmıştı o kesildiği an asılacaktı. "Orhan. Orhan beni duyuyor musun?" "Duyuyorum." "Seni kurtaracağız dayan tamam mı?" Bunu söyleyen Mete'ydi, çok soğukkanlı söylemişti, başka şansı yoktu. "Ben dayanurum da ha bunlar durur mu bilmiyrum. Yine da hakkunuzi helal edun." İkisi de helal etti seslice. "Böyle konuşma deli, geleceğiz. Helal olsun tabii ki." Kendi hâline bakmadan konuşuyordu Azra, nerede olduğunu bile bilmiyordu. "Sağınızdaki tepeciğin üzerine çıkarsanız bizi görürsünüz ve onu kurtarma şansınız olur. Buraya gelmeye kalkarsanız ölür, o tepeden vur bakalım vurabilirsen Azra, bir defa yaptın ama bu defa yapamazsın, yaralısın." Gülümsedi, ipleri eline almış gibiydi. Ne derse arkadaşlarını kurtarmak için yaparlardı biliyordu. "Orospu çocuğu, seni geberteceğim." Berzan duymadı bile, telefonu tripoda yerleştirip ayrıldı oradan, canı oyun istiyordu. "Gitti, ha sadece bir terorist var o da beni itecek olan sanki." Sesi nedense endişeli değildi, asla korkmuyordu, ölümden korkandan zaten asker olmazdı. Mete Azra'yı sırtına aldı ve Şebnem'e döndü. "Silahları ve çantayı al Şebnem, Orhan tehlikede." Kendi vurabilir miydi emin değildi, bu işi en iyi Azra yapıyordu daha sabah test etmişlerdi ve her halükarda ateş edebileceğini söylemişti ona. Hiçbir şeyden etkilenmeyeceğini de belirtmişti. Çok uzak mesafede olmamalarına rağmen tepeciğe çıkınca metrelerce ötedeki kardeşleri küçücük gözüküyordu. "Azra vurmak zorundasın, beni nasıl kurtardıysan onu da kurtarmak zorundasın." "Dik bile duramıyorum yapamam, ya vurursam. Sen yap sen de iyisin." Mete başını iki yana salladı, onun haricinde kimseye güvenemezdi, kendisine bile. "Sabah demedin mi bana beni hiçbir şey etkilemez diye, bu yaralar seni etkilemez gerekirse sana pozisyon aldırırım sen yeter ki yap." "Ölür, ölür yapamam." "Ne tatava ettun ya vurursun işte, hadi siyirdu kafami diyelum helali hoş olsun kiz gardaşuma, bunlarun elunde olmekten iyidur." Azra başını iki yana salladı, şimdi olmazdı, yapamazdı. Mete onu dinlemedi ve Bora'yı yerleştirdi, Azra'nın yavaşça pozisyon almasını sağladı, canı çok yanıyordu dudağından kaçan inlemeler de bunu kanıtlıyordu. "Vur sevgilim, yaparsın." Kolunun altından kolunu geçirerek güçlenmesini sağladı, sırtına değmeden ona yardım etmek çok zordu, bir kısmına değiyordu, canının acıdığını biliyordu ancak başka çareleri yoktu. "Ha bu ipi çozecek, hayde baa musade, benden yana hakkum helaldur, Meyrem'ume iyi bakun uzulmesun ben mutluyum. Ha bir da vatan sağ olsun." Azra'nın gözü dürbündeydi, destek ipinin çözülmesiyle Orhan'ın asılı kaldığını gördü, bedeni aşağıya çekiyordu onu, birkaç saniyesi vardı vurmak için yoksa her şey için çok geç olacaktı. "Vatan da sen de sağ ol kardeşim." Mesafe ayarını yapıp derin bir nefes aldı, çok zor olmamalıydı, onu canlı canlı izleyen Mete'ydi, telefonda ekran video kaydı vardı onu açmıştı ve olay kanıtı niteliğinde kullanacaktı bunu. Azra tetiği çekti, mermi hızla gidip ipe isabet etti, aynı Mete gibi o da yere yığılmıştı, kurtarmıştı kardeşini, bu halde başarmıştı. Mete'nin destekleriyle canı acıya acıya yapmış yine başarmıştı, hiçbir koşul onu etkilememişti, eli yine titrememişti. Birkaç saniye geçti Orhan'ın yerden kalkabilme süresi bile buna dahil değildi o kadar kısa bir süreydi, Azra'nın yüzünde oluşan koca gülümseme birden silinmişti. İpin kopmasıyla ona bağlı olan misina harekete geçmiş ve saklı kurulu olan bomba infilak etmişti, telefonun görüntüsü kesilmiş, gökyüzüne siyah dumanlar yükselmeye başlamıştı. Olamazdı değil mi? Ölmüş olamazdı. "Orhan." Parmağını yükselen dumanlara doğru kaldırdı, başını iki yana salladı kabullenemezdi böyle bir şeyi. "Kardeşim, Orhan." Mete de Şebnem de ondan farksızdı, arkalarından gelen timin kalan üyeleri hatta konsolos bile farksızdı. Yetişmişlerdi ancak biraz geç kalınmıştı. "Mete o benim kardeşim, gidip alalım onu bak kaçmıştır o." Mete gözlerini sıkı sıkıya kapadı, çenesi titremeye başlayınca gözyaşları da ona eşlik etti. "Neden ağlıyorsun ben ipi vurdum kurtardım Orhan'ı." Arkasına doğru zorlansa da dönmeyi başardı. "Gidip alsanıza komutanınızı ne duruyorsunuz?" Hiçbiri kıpırdamadı, onlar sustu tek konuşan Azra'ydı. "Ben Meryem'e ne derim? Ölmedi gidin bakın çabuk." "Azra." "Ölmedi Mete, ölmedi benim kardeşim yaşıyor orada gördüm dürbünden." Dumanlar yükselmeyi bıraktığında dürbünle bazı gerçekler gün yüzüne çıkabilirdi, cesareti yoktu. Zorladı kendini ayağı kalktı, oraya doğru yürümeye kalkınca Mete omuzlarından tuttu ve sırtına değmeden karnına sardı kollarını. "Azra'm yapma." "Neden ağlıyorsunuz ya baksanıza, yürüsenize." Başını tekrar sevgilisine çevirdi gözleri kenetlenince siyahlarından gözyaşlarını serbest bıraktı. "Allah aşkına yaşıyor de ne olur yaşıyor de. Kurtardım ben onu." "Vatan sağ olsun," diye bir ses geldi arkadan, Fırat'a aitti bu ses ve onu yere yığmaya yetmişti, dizlerinin üzerine çöktü, Mete'nin başı onun başına yaslıydı destek verirken bir yandan da destek almak istiyordu, dik durmak onun için de çok zordu. "Orhan!" Başını iki yana salladı. "Gitti kardeşim, kurtaramadım mı onu? İpten alamadım mı?" Ellerini toprağa bastırdı başını öne doğru eğdi, algılamaya çalışıyordu, ömür boyu kemerle dayak yemeyi yeğeler bir acıyı yaşıyordu şimdi, kalbinde böylesi bir acıyı hiçbir zaman var olmamıştı. "Mete, ölmemiş olsun ne olur, kardeşim o benim." "Va..." Dili varmadı, canı öylesine acımıştı ki söyleyemiyordu bile. Zorladı kendisini "Vatan sağ olsun," dedi akan yaşlarıyla beraber. Sancak Timi yıkılmıştı, bir timi dağıtmak için bir can almak yetmişti bile. Zümrüt'ün rüyası vardı, Azra'nın çığlığını ve bir ipi gördüğünü dikkat etmeleri gerektiğini söylemişti, o rüya buna çıkmıştı, Azra o ipi vurduktan sonra çığlık atmıştı, bir rüya bir canın yitirilmesinin işareti olmuştu. Orhan şehit olmuştu ve baba olacağını öğrenemeden gitmişti bu dünyadan. Korkma ya patlarız en kötü gibi espriler yapmışlardı beraber, Orhan bir patlamada şehit olmuştu, kardeşlerini de aynı kendi bedeni gibi paramparça bırakmıştı ardında. "Gidelim belki oyundur, belki götürmüşlerdir onu." Kendi gözleriyle görse bile inanmak istemiyordu, kabullenmesi çok zordu. "Böyle gidemez, gitmesin. Fırat abi sen bir şey desene, o Laz çıkmıştır o delikten de desene." Hızla hareket edince sırtı olduğundan daha çok acımış inlemesine neden olmuştu. Sızlanıp dizlerinin üzerine çöktü yeniden. Diğerleri işkence gördüğünü bilmiyordu, bu hâlleri normal dışı olsa da kimse acısından dolayı sorgulamamıştı. Fırat cevap verememişti, o da çöktü yere başını ellerinin arasına aldı, kaldırılamaz bir yüktü bu. Göktürk alnına iki kere vurdu yumruğuyla, çenesi öylesine kasılmıştı ki kilitlenmişti sanki. Gözünden yaş gelmiyordu ânın şokuna girmişti, gözyaşı döken Enes'e döndü, sıkı sıkı kucakladı kardeşini. Bir kardeşlerini hatta ağabeyleri kaybetmişlerdi, ikisinin ensesine yapışıp yürümesi hâlâ gözlerinin önündeydi. Hakan time baktı, Mete dahil olmak üzere herkes dağılmıştı, konsolos bile üzgündü. Kendisi de berbat haldeydi ancak aklını kullanabiliyordu. Mete Yüzbaşı'nın yapması gerekeni yapmak ona düşüyordu şimdi. Azra'ya bir şey olduğu belliydi, yüzündeki izler de şiddet gördüğünü gösteriyordu. Bu da Mete'yi dağıtmış üzerine de bir şehit haberi onu yıkmıştı. Dik duruyorsa Azra içindi başka biri için değil. Artık komutanlık yetkisi fiilen üzerindeydi. Azra'nın yanına gidip dizlerinin önüne doğru çöktü ve başını ellerinin arasına alıp kendisine doğru çevirdi. "Bana bak, sen şerefli bir Türk askerisin dik duracaksın. Kardeşini o diğer leşin yanında mı bırakacaksın burada zırlayıp duruyorsun?" Gözlerindeki yaşları akmaması için çok zor tutuyordu, kıpkırmızı olmuştu ve dolu gözlerle ona bakıyordu. Kızgın bir maske takınmıştı kendisine, kaşlarını çatmıştı. "O öldü, gitti kardeşim." Yüzünü ekşitti, canı acımıştı yine. "İşkence gördüm ama o bile bu kadar acıtmamıştı." Bir erkek kardeş gibi baktı ona, başının tepesine elini yerleştirip hafifçe okşadı, ona destek olduğunu gösteriyordu aynı zamanda da otoritesini koruyordu. "O ölmedi, şehit oldu. Ben öz kardeşimi kaybettim Azra, Çağrı kollarımda şehit düştü benim. Yanımdaydın gördün her şeyi. Ben yıkılmayıp ayakta durduysam sen de duracaksın." Hakan düşünce kalkmasını bilmişti, orada en büyük desteği Azra olmuştu, aynısını şimdi ona yapıyordu. Hakan Mete'ye çevirdi gözlerini, kendine gelmesi lazımdı. Hiç olmazsa kendi dışında o ayakta kalmalıydı, timin iki subayı da dik duracaktı ki askerleri için durum bir nebze katlanılabilir olacaktı. Mete başını patlama noktasına çevirdi, avcuna döktüğü suyu bu defa kendi yüzüne çarptı, bir adam için en zor olan şeyi yapacaktı, bir komutanın en zor görevini yapacaktı, kardeşinin parçalanmış bedenini arayacaktı askerleriyle. Ayağa kalktı ve askerlerine döndü. "Sancak Timi, patlama bölgesine intikal edeceğiz." Konsolos dahil olmak üzere hiç kimseyi ayıramazdı yanından, saldırıya en açık oldukları andalardı ve bir şehit daha veremezdi. Tim hazır ola geçtiğinde Hakan da Azra'yı yerden kaldırdı, koluna girmişti onu dik tutmaya çalışıyordu. Onu ilk defa bu kadar yıkılmış görmüştü onca yıl beraber çalışmalarına rağmen. "İndiğimizde Şebnem ve Enes çevre güvenliği alacak, diğerleri benimle arama yapacak." Başını bu defa sevgilisine çevirdi, hiç iyi değildi timde en çok yıkılan o olmuştu. Yanına gitti elini yanağına yerleştirdi. "Sırtıma bin, indireceğim seni." Azra göz yaşlarını koluna sildi ve kollarını ona doğru uzattı, Mete arkasına geçince onu sırtına aldı, iyice yerleştirdi. "Göktürk çanta ve silahları toparla." Patlama bölgesine yürümeleri yedi dakika sürmüştü, Göktürk'ün dediği gibi uğursuz bir rakamdı bu sayı yine. Tim bölgeye yaklaştıkça kötüleşti, tam o bölgeye gidince iki ayrı insana ait parçalara rastladı. Azra aşağıya inince dizlerinin üzerinde iki metre ilerideki kola doğru ilerledi, yanmıştı, bir insana ait olması çok kötüydü, hele ki kardeşine aitse dayanamazdı. Parmağındaki yüzük yerinde duruyordu, titreyen ellerini yüzüğe doğru götürdü, eli asla titremeyen o kadın deli gibi titriyordu. Alyansı kavrayıp o yanık ve ağır kokan parmaktan ayırdı, yavaşça gözlerine yaklaştırdı. "Ha bu ander sevdaluk. Meryem..." Alyansı sıkı sıkıya kapadı parmaklarının arasına, kopan kola baktı başını yana çevirip diğer parçalara baktı, ölen o değildi ama bir kez daha kalbi ölmüştü. Şehidinin paramparça bedenini toplamak onu diğer cesetten ayırt edememek çok berbat bir histi. Ona ait parçalar anca Ankara'da belirlenecek ve ailesine öyle teslimi yapılacaktı. Bu halde direkt defin yapılacaktı, Meryem doğmamış çocuğunun babasının yüzünü kefene sarılmış halde bile göremeyecekti. ♟️ Resmi kıyafetler giymiş subaylar, kapıda bekleyen bir adet ambulans bir asker ailesi için en acı haberi içinde barındırıyordu. 24 saat bile geçmemişti patlamanın üzerinden, Ankara'ya iner inmez ceset torbası, içindeki parçaların kime ait olduğunu eşleştirmek için gönderilmişti, yüzüğün çıktığı kolla uyum aranacaktı, tüm parçalar bir yere toplanacaktı, bir adet yüzük bir adet de künye çıkmıştı üzerinden. Eşleşme yapılırken en zor iş de Reşat Yarbay'a düşmüştü, emrindeki askerler dağılmıştı bu haberi verebilecek halleri yoktu, o en öndeydi Sancak Timi de bir arkasında. Rütbeye göre dizilmişlerdi ancak Azra'nın yaralı olması sebebiyle Mete'nin koluna girmiş tam yanında durmuştu. Üzerinde koyu renk tören kıyafetleri vardı, başlarında şapkaları omuzlarına ve kollarına rütbeleri işlenmişti. Bir kapı tıkırtısı bu kadar mı acı verebilirdi insana, Reşat Yarbay kapıyı tıkladı, timin içinden bir şeyler gitti. Hep beraber çay içmeye gelecekleri bu eve şehit haberi vermeye gelmişlerdi. Kapı açıldı, ambulansı görmemişti Meryem görüş açısı dışında kalıyordu, tim hep beraber ziyarete geldi sandı, sadece bir kişi eksik gelmişlerdi. "Hoş geldinuz komutanum, haber edeydunuz hazirluk ederdum. Ha bu Orhan'un işleridur bu habersuz etti demek ama başumun gözumun uzerinde yeriniz vardur." Yüzlerde gülümsemeye dair bir emare yoktu, hepsi tuhaf gözüküyordu, giyimleri de buna dahildi, belki de buradan kalkıp bir törene katılacaklardı. "Azra sen eyi misun? Ha bu hal nedur?" Azra cevap veremedi, sustu, dolu gözlerinin taşmaması için uğraştı, çok zorlanıyordu. "Orhan nerededur?" Bir cevap alamadı yeniden. Reşat Yarbay'a doğru bir iki adım atınca ileride duran ambulansı gördü. Kaşlarını çattı başını iki yana salladı, ihtimal bile vermiyordu. "Soylema komutan. Soylema dayanamam." Duvara koydu elini başını iki yana salladı diğer elini de karnına götürdü. "Hamileyum ben surpriz edeceğum ona, baba olacak Orhan'um." Bu cümle zaten yıkılmış timi daha da beter etti, Azra tutamadı kendini bu defa ağlamaya başladı, başını Mete'nin koluna gömmüştü. Sanki bunu yapınca kaybolacaktı oradan, kaybolamadı, o acıyı en derininde hissetti. Meryem'e bakamadı, yapamadı. "Gencecukken olur mu hiç, birakur mu beni hiç? Birakur mu bizi?" Karnını sıvazladı yavaşça, gözlerindeki yaşlar eline damlıyordu. "Baba gelecek, birakir mi bizi heç? Sen merak etma gelur o." "Başımız sağ olsun," dedi Reşat Yarbay. Meryem yere çöktü, sağlık personeli hızlıca yanına gitti ancak hamile olduğundan çok da müdahale edememişlerdi, ilaç kullanamıyordu. "Orhan, oy Orhan. Soyleyemedum, heveslenma dedum yanluşse. Oğrenemedan mi gittun Orhan? Ne ederum ben şimdi? Nasil nefes alunur şimdi?" Elini yumruk yapıp göğsüne vurdu iki kere, gözlerindeki yaşlar kızarmış olan yüzünün her bir zerresini ıslatıyordu, Meryem ağladı, tim ağladı, Orhan yoktu onlar orada onun anısına ağlıyordu, yokluğunun acısını içlerinde hissediyorlardı. "Orhan, gitma da, koyma bizi bir başimiza." İnce çıktı sesi, nefes alamıyordu. Bir yandan ağlama sesi yükseliyorken bir yandan bir şeyler söylüyordu. Reşat Yarbay'la beraber tim de ayrıldı oradan; Azra, Mete ve Şebnem kalmıştı, izin almışlardı diğerleri bu duruma rağmen bile görev başında olmak durumundaydı. Azra Mete'nin desteğiyle Meryem'in yanına gidip yere çöktü, avuçlarının arasına aldığı başını kendininkine yasladı. "Özür dilerim kurtaramadım onu, özür dilerim Meryem benim yüzümden, ayrılmasaydık belki..." Hıçkıra hıçkıra ağlamak denen şeyi yaşıyorlardı, düzelmeleri çok zordu. "Sen ne yaptun ki? Sen mi canina kiydun sanki? Anlat bana nasil oldi?" Videosu bile vardı, şehitliği parmaklarının verdiği komuttan sonra olmuştu. "Meryem'e söyle ağlamasın hadi ben kaçtım dedi giderken. Vatan sağ olsun, dedi." Başını geriye doğru çekti, bu defa elleri destek olmak için omuzlarına inmişti. "Vatan sağ olsun, oy Orhan nasil ağlamayayum Orhan?" Mete iki kadının da yıkıldığını net bir şekilde görebiliyordu, biri eşiydi biri kız kardeşiydi. İkisine de ellerini uzattı, kalkmalarına yardım etti. Şebnem Meryem'i, Mete de Azra'yı götürdü içeriye. "Bebem olacak, baba olacakti, babasuz mu buyuyecek şimdi?" "Şehit çocuğu olacak, belki babası yanında olmayacak ama amcaları hep başında olacak." Ne dediğini kendi de bilmiyordu, destek olmak istiyordu ancak buna nasıl destek olunurdu ki? "Vurdiler mi oni?" Azra balını iki yana salladı, vurmuş olsalardı bu kadar canı yanmazdı. "Ne oldi?" "Astılar önce, ipi vurdum kurtardım. Sonra..." Gözlerinin önüne geldi o sahne, dürbünden görmüştü her şeyi. Başını önüne eğdi. "Makaralı düzeneğe bağlıymış asılmasından kurtardım ama patlamasına engel olamadım." Şebnem'in eline tutuşturduğu künye ve yüzüğü aldı, yer yer yanıklar ve bozukluklar vardı ancak erimemişti. Kadının avuçlarının arasına bıraktı onları. Meryem bu defa daha çok ağlamaya başladı, berbat hissediyordu, canlanıyordu her anlatılan gözlerinde. "Gorebilecek miyum son bir defa?" Mete başını iki yana salladı, geriye yanmış ve parçalanmış cesetten başka bir şey kalmamıştı ki. "Ne olur goreyim son bir defa." Son demek onun için çok zordu, kocası daha 30'undaydı, kendisi ondan daha gençti. En güzel zamanlarındalardı ve tam bir aile olacakken bir bebekle, şehit olduğu haberi yuvalarına ateş gibi düşmüştü. "Olmaz Meryem." Meryem ısrar etti yeniden masadaki bir bardak suyu ona içirtmek yine Mete'nin aklına gelmişti. Bir şekilde ayakta durması lazımdı en azından doğmamış bebeği için. "Olmaz yüzü tanınabilir halde değil. Yarın onu defnederken hiçbirimiz göremeyiz." "Ben öleydum da o yaşasaydi, ben bu aciya nasil dayanurum?" "Gülümsüyordu, Meryem ağlamasın vatan sağ olsun derken gram korkusu yoktu gülümsüyordu. O şehit olacağını biliyordu, senin ağlamanı istemedi. Seni ne çok sevdiğini anlattı bana. Senin yıkılmanı istemezdi inan bana." Kendi de karşısındaki kadından farksızdı ancak ona ve doğmamış yeğenine destek olmak zorunda olduğunun farkına varmıştı. Şehit kardeşine bunu borçluydu. Zorladı kendini bunları yapabilmek için, Meryem gibi feryat etmemek için zor duruyordu. "Oy gitti yiğidum, oy ben ne ederum?" Terörün en alçak yanı da gidenin değil de kalanların canının acıtmasıydı. Biri şehit olduğunda acısını çevresindeki herkes çekiyordu. Şehitler ölü değillerdi, onları insanlar göremezdi. Acı ise herkesin kalbine oturmuş bir ağırlıktı. İnsan ölene kadar bu acıyı kalbinden çıkaramazdı, alışılabilirdi ancak tamamen unutmak mümkün değildi, geçmesi de mümkün değildi. Şebnem Meryem'in yanında duracaktı, Azra daha fazla ayakta durursa dayanamazdı. Doktora gitmeyi reddetse de revirdeki doktorun söylediklerine uygun pansuman yapacaktı ona. Dikişlik yaraları olmasa da silinmeyecek ve kanamış kabuk bağlamaya yüz tutan yaralara sahipti. Yürümek bile ona güçlük veriyordu, desteksiz yürüyemiyordu pek. Mete onu eve götürdüğünde daha rahat edecekti. Çok ısrar etmişti Meryem'in yanında kalmak için ama ona sarılırken acıyla inlediğini gören Meryem Azra'yı kendi yollamıştı, o acısına rağmen birinin canının yanmasına gönlü elvermemişti. Arabada Mete'ye doğru dönüp gitmişti, inmesi binmesinden bir tık daha kolay olmuştu ancak merdiven çıkmak ikisi için de zor olmuştu. Ellerinden destek ala ala yukarıya çıkmış anahtarı çevirme işini bile ona bırakmıştı. Ayakkabılarını eşiğe sürterek çıkartmış sevgilisinden yardım beklememişti. Önce masaya şapkasını attı sonra da ceketine götürdü parmaklarını. Böyle çıkarması zordu, yine destekle beraber kurtulmuştu sırtındaki ağırlıktan. Boynundaki kravatı da çıkardıktan sonra beyaz gömleği ve siyah eteğiyle kalmıştı. "Yaralarına pansuman yapmamız lazım biliyorsun değil mi?" Azra başını salladı, yatağına doğru yürüdü adım adım, ruh gibiydi. Bu adam nasıl hâlâ mantığını yitirmemişti ona şaşıracak hâli bile yoktu. Mete sevdiği kadının en ihtiyacı olan şeyi biliyordu, şu yatağa yatıp saatlerce uyusa bir nebze iyi gelebilirdi. Battaniyesini kaldırıp altına koyduğu pijamaları çıkardı ve kanara koydu. Azra'ya eteğinin altından pijamasını geçirdi, oraya kadar eğilemiyordu. Eğilebileceği yerde pijamayı çekip eteği attı üzerinden. Gömleğinin düğmelerini de açıp sırtını döndü Mete'ye, ikisinin de o gömleği çıkarmaya cesareti yoktu. Acılarının üzerine bir de bununla yaşamak zorunda olduklarını biliyorlardı, canının acıdığı kadar kalpleri de acıyordu. Mete omzuna götürdü ellerini, gömleği kavrayıp yavaşça aşağıya doğru çekti, bakmaya kıyamadığı kadına yapılan işkence izleri şimdi gözleri önündeydi. Gözlerindeki ıslaklığı sildi, dik durmak zorundaydı onun için, zor da olsa bunu yapmak zorundaydı. "Aç," dedi düşünmeden, bir fantezi yapacak ya da birbirlerinden etkilenecek halleri yoktu, ikisinin de aklının ucundan geçmemişti. Akıllarında iki şey vardı biri şehitleri biri de Azra'nın yaraları. Sayamadığı kadar çok iz vardı sırtında, birbirine paralel olmalarının yanında iç içe girmiş çizgiler de vardı. Bazıları sırtını kanatmıştı, canını çok acıtmışlardı. O kurşun izine bile katlanamayacağını düşünürdü ya şimdi bu izlere nasıl katlanacaktı? Nasıl pişmanlık duymayacaktı? Parmaklarını gezdirmek istedi ama yapamadı, acırdı. Kıyamazdı ki. İlacı sürdüğü pamuğu sırtındaki yaralarda yavaş yavaş gezdirmeye başladı, canı acıyordu. Acıdıkça gözlerinden yaşlar geliyor, sırtının hareketlerinden Mete onun ağladığını anlıyordu. Canının acıması hem fiilen hem de ruhendi. Dudaklarını yaklaştırdı pamuğu değdirdiği yerlere doğru, acımaması için üfledi yavaşça. Azra daha çok ağladı. "Kardeşim gitti benim. Baba olacakmış, yeğenim olacak ben görürken o göremeyecek." Gözlerini sildi ve yüzüne yapışan saç tellerini geriye çekti. "İçim yanıyor benim Mete, sanki şuramda bir kor var." Elini göğsüne koydu yavaşça. "Sadece senin mi? Benim de yanıyor." En zorunu o yapıyordu, duygularını belli etmemeye çalışıyordu bir komutan olarak. İçi içini yerken susmaktan daha kötü ne vardı ki? "Gözümün önünden gitmiyor, ben askerimin parçalarını kendi ellerimle topladım." Bu cümle Azra'nın başının ona doğru dönmesine neden olmuştu, sırtı yine ona dönüktü. "Benim yüzümden oldu, onun gittiği yere ben gitmeliydim." "Yine aynısı olacaktı Azra, seni yakalayıp o ite vereceklerdi, Orhan'ı da yine o ipe asacaklardı. Sen o bombayı imha etseydin bile Orhan'ı kurtaramayacaktık. Hata sende değil bende, ben timimi bölmeyecektim, bölmeseydim bir şansımız olurdu. Belki sen bu hâle gelmezdin, belki de Orhan hâlâ nefes alıyor olurdu." Sırtına değen parmakla sızlandı kadın. "Özür dilerim acıtmak istemedim." "Mete, senin suçun değildi. Hepimizin yanında vurulmuştu Orhan hatırla, Elvan yanımızda yemedi mi o kurşunu? Ben seni öperken yemedim mi o kurşunu? Senin suçun değildi." Sargı bezini eline aldı adam, ucunu Azra'ya uzattı o da tam göğsünün üzerine sabitledi, Mete kalan kısmını iki kere etrafında doladıktan sonra sırtının tamamını sarmaya başladı. Öyle dikkatli yapıyordu ki sanki ellerinin altında yaralı bir serçe vardı. Sargı bezini belinde sabitleyip önüne doğru geçti, pijamasının üstünü önce kollarından sonra başından geçirdi. Gözleri kıpkırmızıydı, gerçekten dağılmıştı hem işkence hem de kardeşinin acısı onu bitirmişti. "Geçecek Azra'm, geçecek. Belki izler bedenimizde kalacak ama ruhumuzdan silinecek, sileceğim ben." Soluk tenine götürdü parmaklarını, gözündeki yaşları baş parmağıyla sildi acıyordu canı, sırtındaki acıdan çok daha fazlası vardı. "Canım çok acıyor, uyusam geçer mi?" Gülümsedi adam, parmakları hâlâ yüzündeydi, Gülümsemesi burukluk barındırıyordu içinde. "Geçer, uyu sevgilim. Koy başını yastığa." Yavaşça yan yatırdı kadını, sırt üstü yatamıyordu zaten. "Kapa şimdi gözlerini, unut ne varsa." "Gitme olur mu? Yanımda kal sensiz atlatmak istemiyorum hiçbir şeyi." "Gider miyim hiç? Bak buradayım başında duracağım ben." Siyah saçlarını okşadı yavaşça, bir tutamını parmaklarının arasına alıp öpücük bıraktı. İyi hissetmesini istiyordu, kardeşinin şehitliğine o kadar dağılmıştı ki kendi acısını bile bir kenara bırakmıştı. Ne zaman Orhan'ı düşünmeyi bıraksa bu defa kendi yaşadıklarını düşünüyordu. Bir değil iki defa yıkılıyordu bu defa. "İyi ki varsın Mete." Kapattı gözlerini, uykuya hemen dalacağını ikisi de bilmiyordu, biraz ani olmuştu bu. Yüzüne baktı uzun uzun, ne sevdiği kadını ne de onun kardeşini kurtarabilmişti, onca gücü vardı ama yettirememişti işte. Balkona doğru giderken çekmeceye konan Azra'nın sigara paketini aldı ve balkona çıktı. Demir Leydi eskisi kadar içmiyordu hatta sadece dertlenince içiyordu, Mete'ye verdiği sözleri tutmaya çalışıyordu, içkiden tamamen vazgeçmişti bile. Kapı açıktı sevdiği kadını görebileceği şekilde oturdu ve bir sigara yaktı, sigara kullanmıyordu. En son 5 sene önce hastaneden çıktıktan sonra içmişti şehit olan 20 askerinin fotoğrafına bakarken. Tutamadı kendisini, Azra duymuyorken ağlamak istedi, ona destek olmaktan kendi acısını yaşayamamıştı. Orhan'ın şehit olması ve sevdiğinin bunca acıya katlanmış olması onu mahvetmişti. Bir elinde sevdiği kadının tacize uğradığı kişiden gördüğü işkence izleri varken diğer elinde de askerinin paramparça olmuş bedeni vardı. Çekti içine derin derin, üflediğinde her yer duman olmuştu. Ne Orhan'ın yüzündeki gülümsemeyi ne de acıyla uyuyan sevdiğinin yüzündeki acıyı unutabilirdi. Vatan toprağı kanla sulandıkça vatan sağ oluyordu, kanla mühürlenmişti bu topraklar. "Vara vara vardım ol kara taşa, Nasıl da canı acıyordu sevdiği kadının, söylediği türkü bile geçirmezdi acıları bu defa. "Sebep ne gözden akan kanlı yaşa, Ayrılıktan daha mı kolaydı yoksa daha mı zordu ölüm, ayrılığı da ölümden dönüşü de ölümü de görmüştü. Hepsinin çaresi vardı da ölümün yoktu. "Nice sultanları tahttan indirdi, Gözündeki yaşı sildi, sigarasını tekrar dudaklarına aldı. O kemeri sanki kendi sırtına yemişti. "Nicelerin gelmez yola gönderdi, Söndürdü sigarayı, izmariti küllüğün içine bıraktı ve içinde tuttuğu dumanı yeniden saldı. Son dizeleri şiir olarak söyleyecekti, türküye dahil etmedi. "Karacoğlan der ki kondum göçülmez, Sildi gözyaşlarını, hıçkıra hıçkıra ağladı ama duyulsun istemedi, elini ağzına kapatıp yaptı. O vurulduğunda da böyle olmuştu, hastanede bir an bile ayrılmamıştı başından. Ağlamaktan gözleri kıpkırmızı olmuştu aynı şimdi olduğu gibi. Mete kontrolü ve soğukkanlılığı kaybetmeyi sevmeyen bir adamdı ama yalnız kalınca her şey değişiyordu işte, bir de söz konusu Azra olunca. Hava yeni yeni kararıyordu ama ilk defa bu kadar uykulu hissetti kendisini, içeri girip balkon kapısını kapadı, uyuyanın üzerine kar yağardı üşümesini istemedi. Azra'nın başucuna oturup başını yatak başlığına yasladı. Kadın uyuyordu ancak kolunu çekiştirmesi yanına yatmasını istediğini gösteriyordu. Kıyafetleriyle yatağa girme huyu yoktu, onun için yapardı bunu, kalktığında değiştirdi çarşafları, bir defalığına kendinden taviz verebilirdi. Mete yandaki boşluğa geçip ellerini Azra'nın dağılmış saçlarına götürdü, parmakları arasına aldı böylelikle belki eksik hissetmezdi kendisini. Kadın biraz kendini hareket ettirip başını adamın göğsüne yasladı, elini de eline götürdü. Uyuyor olması istemsiz hareket edeceği anlamına gelmezdi, bilerek ve isteyerek yapıyordu hepsini, ondan destek alıyordu ve farkında değildi ama destek de veriyordu. ♟️ Azra'dan ♟️ 5 sene, hayatımın değişmeye başlamasının üzerinden tam da 5 sene geçmişti. Askeri disiplinlerin her birine uyan, komutanlarına karşı gelmeyip emre itaat eden biri olmaya çalıştım her zaman. Hayatımda ilk defa emre itaat etmeyip bir hissin peşinden gitmiştim, o hissin beni bir çıkmaza sokacağını asla bilmiyordum. Sene kaçtı bilmiyorum, 5 sene önceydi işte. 20 şehidin 21'e yükselmemesini umduğum bir gündü, şiddetli bir çatışma vardı ve destek ekibi olarak bölgeye gittiğimizde 20 cansız beden bulmuştuk, biri eksikti ve gidiyordu gözlerimin önünde. Başına sıkıldığını ve yere yığıldığını görsem de onun ölmediğine inandırmıştım kendimi. Ölmüş olsaydı yanında götürmezlerdi diye düşündüm. O zamanlar bir komutanım vardı, ısrarlarıma rağmen izin vermeyince tamam deyip arabaya koşmuştum. O zamanlar güzel kullanırdım, yıllar oldu birkaç defa zorunluluk dışında oturmadım bile o koltuğa. Bir takip sonucu inlerine vardığımda yaşayan bir Mete Teğmen görmüştüm, boynunda bir ip vardı ve benim onu kurtarmaktan başka çarem yoktu. Kırpmadım gözümü, elim de titremedi hiç vurdum o ipi kurtardım onu. Yaralarını nasıl sardım o karnındaki yarayı açıp nasıl diktim hatırlamıyorum bile. Bir daha elime verseler yapamam öyle bir inançla yapmıştım o gün. İlk defa o gün baktı gözlerime içli içli, içinde 20 şehidin acısıyla bana duyduğu minnet vardı. Merhametliydi, o halde bile beni düşünüyordu. Sevmeden edemedim. Kaldırıp arabaya götürdüğümde, gözlerimden yaşlarımı sildiğinde âşık oldum belki de. Onu sevmemek zordu, hep seveceğim şeyler yapmıştı. O yolda bir roket patlamıştı, o şerefsiz yapmış bizi öldürmek istemişti. Direksiyonu öyle bir kırmıştım ki bir tepeden aşağıya yuvarlanmamıza ramak kalmıştı. Toparladım, soğukkanlılığımı onun varlığı sayesinde korudum. Kurtulup Ankara'ya döndüğümüzde elimde onun kanı vardı, yarasına bastırdığım fuları da elimde kalmıştı, bilmiyordu yıkayıp ona veremediğimi, hâlâ boynumdaki fuların ona ait olduğunu da bilmiyor, bana kalsın istedim, onun bile haberi olmasın istedim. Onun ölümünü ben her gün boynumda taşıdım, her gördüğümde aklıma gelsin istedim, hiç çıkaramadım oradan. Kolum sıyrıldığında boynundaki fuları bu defa o sarmıştı koluma, bizi birbirimize bağlayan şeylerden biriydi bu ve habersizdi, bencillik ettiğimin farkındayım ama bazı şeyleri kendime saklamak istedim çünkü Mete ölümü hatırlatan bir fuları boynuma dolamama izin vermezdi. Kaç gün kaldı bilmiyorum, ay yıl gibi gelmişti bana. Zaten askerlerde bir süre sonra zaman kavramı kalmıyordu, gecemiz gündüzümüz bir değildi. Kaç gün orada acı çekti bilmiyorum ama operasyon dönüşlerinde kirli postallarımla o odanın önünde doktorunu beklediğimi biliyorum, mikrop kapmasın diye içeriye girmediğimi sonra dayanamayıp ödünç aldığım hemşire kıyafetleriyle içeriye girip başında saatlerce dualar ettiğimi, giremediğimde kapısında geberene kadar ağladığımı da biliyorum. Meğer o da biliyormuş, meğer ben de o zaman düşmüşüm o güzel yüreğine. Öyle fena ki onu kalbimde taşımak, 5 sene hasretle beklemek o kadar zordu ki... Sonra bir gün ben tutamadım kendimi, nefes alamadığımı hiçbir zaman bu kadar yoğun hissetmemiştim. Öldüm sandım, o yoksa ben de yoktum, o başkasını sevecekse... Sevmesine dayanamadım, bu ihtimale bile katlanamadım. 5 sene mesafeler içerisindeyken bir görevin esiri olmuştuk ikimiz de, yelkenleri suya ilk defa o zaman indirmiştik. Mesafeler aramızda bir dağ gibiydi, o dağlar tırmanılarak aşılamazdı, o dağların delinip içinden geçilmesi lazımdı, öyle de oldu. İlk defa dans etmiştik beraber, ilk defa beni göğsüne yasladı, delirecek gibiyken ilk defa sarılmıştık, onu sımsıkı sarmıştım yükünü hafifletmek için. Yumruk yaptığı elini tutup destek olmuştum. Sonra bir kıyamet koptu içimde, başımı dizine koydum, saçlarımı sevdi benim, türkülere boğdu beni yine. Ben orada kalbimi gömmüşken Mete tutup çıkardı beni o çukurdan. Tartının eşitlendiği anlar olsa da inatla benim ağır bastığımı söylerdi. Ben onu bir kere kurtardım, o beni bin derdin içinden çekip kurtardı. Gözümde terazinin bir önemi yok ki bu yüzden. Hep içimde tuttum ne varsa, onun da düşündüğü gibi ast üst ilişkisi, çalışma disiplini düşündüm sustum, bir yanlış anlaşılma tüm doğru bildiklerimizi ters çevirmişti. O gün nasıl sarhoş olduğumu da sarhoş olduktan sonra ne söylediğimi de iyi hatırlıyorum. Karşısında vuruldum, tacize de uğradım, işkence de gördüm ama en savunmasız olduğum an o andı. İlk defa kalbimi orada açtım ona, benimle ağladı ama konuşmadı. Sarıp sarmalayıp türkü söyledi, siyah zülfün tellerine deyip siyah zülüflerimle oynadı. Bir de güzel olduğumu söyleyip durdu, o söyleyince inanasım geldi. Ama susuyordu işte, o suskunluğu bana beni sevmediğini göstermişti. Bir an dahi olsa düşünemezdim 5 sene benim gibi onun da tutuştuğunu. Önce vatan deyip sevmişiz birbirimizi de susmuşuz meğer. O benim sevgimi, beni hep görmüş de ben onu hiç görememişim. Hep bir pişmanlıktır içimde ona kör kalmak, o geri çekilişlerinin içinde bir sevgi kırıntısı bile aramamışım meğer. Kıskançlık bir adama her şeyi yaptırabilir, buna inanıyorum. Mete'yi bana getirdi kıskançlığı. Tuttu kolumdan konuşacağız dedi, ellerini kilitleyip kaçabilirdim ama beynim ayaklarıma kıpırdama emrini vermişti bile, beynime ve kalbime itaat etmekten başka şansım yoktu. Seni gördüm dedi, öyle hasretle söylemişti ki bunu acısını içimde hissettim. Ondan ayrı kaldığım her ana lanet ettim. Ben onun eksikliğini tanıdım hep, onun varlığının güzelliğini hiç bilemedim. Öyle güzel kokusu vardı ki, o boynunda öyle güzel yer etmiştim ki kalan ömrümü orada harcayabilirdim. Bazılarının yüzü güzeldir, benim Türkiye'min de yüzü çok güzel ama kalbi ondan daha güzel. Sadece yüzüne âşık olsaydım karakteri kötü olsaydı sevmeyi sürdüremezdim. Yüzünden önce kalbini gördüm, sonra o eşsiz yüzünü gördüm, merhametle bakan ela gözlerini gördüm. Kararlılığını, liderliğini, inancını, dostluğunu, aile bağlarını her şeyini gördüm. Ben sonunda onu gördüm onun beni gördüğü gibi. Zor oldu ama öptüm onu, sanki bunun ödülüymüş gibi vuruldum. Mete'nin en büyük travması olmuştum o zamanlar, beni öpmeye korkar olmuştu sonra hastanede onu tutup ben öpmüştüm, öpülmeyecek gibi değildi ki bana öyle güzel bakarken. Elimi tuttu, bir daha da bırakmadı. Kavga bile edemedik biz doğru düzgün, hep orta yolu bulan bir çift olduk. Yüzbaşı Mete istedi ben yaptım, ben istedim han olan Mete yaptı. Aklıma gelmiyor çoğu ayrıntı ama ince düşündü hep Mete'm, o lanet yemek günü ayakkabılarımı çıkarınca ıslak mendilinden çorabına spor ayakkabısına kadar düşünmüştü beni. Kötü olandan uzak tutmaya çalıştı, gidip vurayım deyince tuttu beni. Görev dışında tehlikeye girdiğimi hatırlamıyorum hiç. Bir gün Bora'm kurşun yedi, seken tüfeğim kolumu yaraladı, elleriyle sardı günlerce sordu durdu. Ben bakıma muhtaç bir kadın olmadım hiçbir zaman, her işimi kendim gördüm ama işte onun sevgisi ve merhameti... İnsanın ona muhtaç olabileceğini düşünemezdim hiç. O kolu bugüne kadar kendisi kontrol etti, tedavi etmeye çalıştı. Mete Yüzbaşı olarak değildi, han olan Mete duramamıştı. O merhametli adam yine bana el uzatmadan duramamıştı. İnsanın gelip geçici arzuları olabilir ancak geçmeyecek olan kişilerin hisleri ve tutumlarıdır. Onca senedir nasıl değişmediyse yine değişmedi Mete, acı çektiğinde bile göstermedi bunu, dik durmak zorunda olduğunu biliyordum ve Mete bunu her zaman çok iyi yapıyordu. Gece uyurken bile dertlenmeye ve bunun acısını çekmeye hakkı yoktu, sessiz sakin içinde yaşıyordu her şeyi. Görüyordum, o bunu bilmese de ben ne hissettiğini neye sustuğunu görebiliyordum. O elalara bakınca bunu anlamamak mümkün değildi pek. Yüreğini yüzünden daha çok sevdiğim adamdı o, yaptığım tüm kaba saba kız taklitlerini yerle bir ettiğim adamdı. O benim Türkiye'mdi, vatanımdan vazgeçemeyeceğim gibi ondan da vazgeçmem mümkün değildi. Bana her defasında kanıtlamıştı bunu. Bugün geldi, parmakla sayacak kadar azdır berbat günüm. Türkü açıp aşk acısı çekmeyi kötüden saymıyorum onlar sevdamın nişanesiydi ama bazı günler vardı ölen olmak isterdi insan. Irzıma geçmiş olabilirdi o it benim, bedenimde gezen ellerine de tahammülüm yoktu ama dudaklarım Mete'ye özel dudaklarım... Boğazımda düğümleniyor her defasında, yüzüne bakmak zor geliyor, buna karşı koyamamak içimi yiyip bitiriyor. O aksini düşünse de ben iğrendim kendimden, yaşamak istemedim, hangi kadın isterdi ki kendisine sevdiği adamdan başkasının rızasız dokunulmasını? Irzıma geçmediğine şükredecek hâle getirmişti o it beni. Kemerle sırtıma bıraktığı izler vardı bir de, sayamadım hiçbirini. Sayaç bile sayamazdı eminim o kadar çok vurmuştu ki acım bir yerden sonra uyuşukluğa dönmüştü. Göremedim sırtımı, görsem iğrenirdim kendimden biliyorum. O kurşun izine birçok kardeş gelmişti ve Mete onları silmeye yemin etmişti biliyordum bunu. Biliyordum da silemeyeceği başka izler de vardı. Yürek acısı öyle kolay silinmiyordu. Ben kardeşimi ipten aldım sanırken bedeninin paramparça olduğuna şahit oldum. Elim titremeden vurdum yine ipi, ben vurdum Orhan düştü, makara döndü ve birden o çok sevdiği bombalardan biri patladı. Bomba imhacının böyle bir bombayla gideceğini düşünmezdim hiç. Ben tacize uğradıktan sonra işkence gördüm ama hiçbiri onun gitmesi kadar yakmamıştı canımı. Gitmek istesem gidemiyorum peşinden, kalmak istesem hiç kalamıyorum, sırtımdaki ömürlük izler engel oluyor her adımıma. Sonra tuttular elimden beni kaldırdılar, Mete'm geldi sırtında götürdü beni. Biliyordu gidip görmesem ölürdüm, biliyordu orada olmam gerektiğini. Bir kol gördüm, yüzüklü bir eli kavradım. Hayatımda belki de ilk defa elim titredi, ben o ele uzanırken tir tir titredim, içimden dua ettim ona ait olmasın diye. O yüzükte de yazdığı gibi ander kalmıştı sevdaluk, yarım eksik kalmıştı, sanki bunu bir türkü sözü olarak değil de anlamını bilerek yazdırmıştı. Bir kopuk kola sarılıp bırakmayacağımı ben de bilmiyordum, zorla elimden alındığında algımı yitirdiğimi kendime gelemediğimi biliyordum ama. Yaşadıklarımın üzerine Orhan'ın şehit olmasını kaldıramamıştım, başka zaman olsaydı biraz daha iyi atlatacağım süreci olabilecek en kötü şekilde yaşamıştım ama Mete vardı, elimden tutan sonra kendi acısını da bir kenara koyup sessizce benimle ilgilenen yaralarıma bakıp pansuman yapan Mete'm vardı. O yaraları sadece sırtımda değil kalbimde de sarmaya çalışıyordu biliyordum. Kendi yaralarını umursamayıp benimle sonuna kadar ilgilenecekti. Uyukladığımda dağıttığını hissettim, bilincim tamamen kapalı değildi ancak uyanık da değildim ama hissediyordum, bir sigara kokusu aldığımda ve başucumda bir ağırlık oluşturduğunda hissetmiştim. Ellerimle onu sarmak istesem de yaralarım engel olmuştu, yine de yapabildiğimi yapmaya çalıştım, ben elimden nasıl tutuyorsa elini öyle tutup onu iyi etmeliydim. Beraber kalkmalıydık düştüğümüz yerden, kolay olmayacaktı ama imkansız da değildi biliyordum. Sabah onun kollarında uyanmak ilk defa beraber uyuduğumuzu bilmek çok güzeldi ama gülümseyemedim bile. Ondan ve benden daha önemli meselelerimiz varken ona gülüp hiçbir şey olmamış gibi davranmak çok zordu. Yüzünü yıkayıp oturdu yanıma, başımı iki elinin arasına aldı, öyle güzel bakıyordu ki öyle sevgi doluydu ki birazcık bile olsa bana iyi gelebiliyordu. "Canın acıyor mu sevgilim?" dedi, sanki önceki günler hiç yaşanmamış gibi. Sadece kafamı dağıtmaya çalışıyordu farkındaydım, aynı anda fiziki ve ruhani acılara katlanmasının çok zor olduğunun farkına varmıştı. "Acıyor ama şurası kadar değil," deyip göğsümü gösterdim, boşuna çabalıyordu kafam dağılmayacaktı ki benim. Anca bir kurşunla dağıtabilirdi onu da yapacak son kişi bile değildi Mete. Bir şey diyemedi, belki bu cevabı vermeseydim diyecek cevabı vardı ama şimdi susuvermişti. Bazen susmamız gerekirdi ya o saatlerdeydik işte. Sırtımı dönüp pijamamı çıkardığımda pansuman yapması gerektiğini biliyordu mesela, canımın acıdığında daha nazik olması gerektiğini de biliyordu. Normalde ikimizi de heyecanlandıracak bir haldeydik, belden yukarım tamamen çıplaktı ona da sırtım dönüktü. Hissettiğimiz ise acılardan başka bir şey değildi. Bugünümüzü bize öyle değil böyle yaşatan herife küfretmek istedim uzun uzun. Çok güzel küfrederdim, yaratıcıydım her zaman. İlk defa küfredemedim, ona bile hâlim kalmamıştı. Bedenimde dolanan sargı bezinin verdiği acıyı çekmeye, ayağa kalkıp zorla giydiğim tören kıyafetime de hâlim kalmamıştı. Yalnız değildim biliyordum, Mete de halsizdi. Üzerindekilerle uyumasına rağmen gidip değiştirmemişti şu saatten sonra da değiştireceğini sanmıyordum. Duş bile almamıştı, bu titizlik abidesi adam duş almamıştı düne rağmen. Kalbimdeki acıya toprak atılabilir miydi aynı Mete'nin ve Fırat abimin toprağı kardeşimin üzerine attığı gibi? Belki de Hakan Teğmen gibi kürekle donuk durmak gerekirdi, buzdolabı derdik ya hep o buzdolabının içi bile cayır cayır yanıyordu. Belki de Göktürk ve Enes gibi olmak gerekirdi, gözlerden uzak arkada durmak gibi. Bunu kabullenemediklerini gösteriyordu hepsi. Ben ayakta Miray sayesinde duruyordum, Şebnem ise Meryem'in koluna girmişti. O an kıyamet kopmamıştı ama hepimizin içinde bir şeyler kopmuştu. O mu gitti biz mi gittik bilmiyoruz ama kalbimizden bir şeylerin kopup gittiği çok belliydi. Demir Leydi'nin adı gibi dik duramadığını, defin işleri bittikten sonra önce kocasının fotoğrafına sonra da mezarına sarılan Meryem'in yanına çöküp ona sarılınca göstermiştim, Meryem ağladı ben ağladım, doğmamış yeğenim ağladı... Ben şehit olursam beni son kale Ankara'ya gömün ki ölü bedenim bile vatanıma kalkan olsun demişti, Ankara'daydık ve onu bu topraklara gömmüştük. Cenazesi için Rize'den o kadar çok kişi gelmişti ki hepsi saflara doluşunca şehit haberini alıp gelen başka misafirler arkada kalmıştı. Yıllarımı beraber geçirdiğim kardeşimin paramparça bedeni bu soğuk toprağın altındaydı şimdi, inanması güçtü, zorladım kendimi ama ne aklım ne de gönlüm kabul etti olanları. Parmaklarımın ucunda ona ölümü getirmiştim, ben kendi kardeşimi kara toprağa vermiştim. Parmaklarımın arasındaki toprağı ufalayıp mezara baktım uzun uzun, nefes alamadım aynı onun alamadığı gibi, çok ağladım ama konuşamadım. Söylenecek çok şey vardı ama dudaklardan çıkabilen birkaç sözcükten başka bir şey yoktu. "Vatan sağ olsun." ♟️ Uzun ve kahredici bir bölüm. Hoça kal deli Laz, hoşça kal Orhan'ım bombalı kekim. Çok sevdiğin bombalarla veda ettin bize, seni çok seviyorum yerin bende hep ayrı olacak. Neden mi? Senin konuşmanı kurgulamak için dedemi çektiğim videoları izleyip kelime çıkartıp tek tek onlara çalışmıştım. Sana özel çalıştım günlerce. Şimdi sana veda etmek çok zor olacak benim için. Yazarken çok ağladım. Azra'nın kopan kola sarılıp onu yüzüğünden tanıması, ayakta bile duramazken onun peşinden koşması beni mahvetti. Herkes yıkıldı ama en çok Azra yıkıldı. Azra'nın ayakta bile duramaması, Mete'nin onu her şeyiyle kabul etmesi... Daha kötüsü olsaydı Mete yine kabul ederdi onu çünkü aşk böyle bir şey. Alınacak intikamımız çoğaldı, daha Mete'nin ipe asılmasının, aynı günkü 20 şehidin, Azra'nın sırtındaki izlerin ve yediği kurşunun intikamını alamamışken bir yenisi daha eklendi, Orhan şehit oldu. Berzan'dan alınacak çok intikamımız var. Bizim teröre soracağımız çok hesap var. Bu bölümü sindirmeniz biraz zaman alacak biliyorum, sizi Orhan'ın anılarıyla baş başa bırakıyorum. Ağlaklı Karadeniz şarkıları dinleyip üzülüyor olacağım ben. Ve son defa uçalım mı Orhan? Bir sonraki bölümde görüşmek üzere. ♟️Beni şu hesaplardan takip edebilirsiniz, videolu paylaşımlar ve bölüm alıntıları paylaşıyorum.♟️
İnstagram
rubamsalepe
♟️ |
0% |