Yeni Üyelik
50.
Bölüm

3. "Sen Unuttun mu?"

@rubamsalepe

Bölüm müziği:
▪︎Sezen Aksu- Unuttun mu Beni?

Bölümü beğenip yorum yapmayı unutmayalım, iyi okumalar❤️

♟️

"Azra, tepede gördüğün teröristi indir." Azra dürbüne yaklaştı. Mesafe ve rüzgar ayarını yaptı, nefesini tuttu ve ateş etti. Geriye on dört adam kalmıştı. Bu teröristlerin birbirlerini yemelerini beklemeleri onlara büyük avantaj sağlamıştı. Kurşunun nereden geldiğini anlamayan teröristler etrafa boş boş kurşun sıkmaya başladılar.

"Geri zekalılar. Lan buradayız burada. Şerefsiz." İçindeki ateşi dışına da yansıtıyordu. "Senin sayacın mı bozuldu Göktürk bu ne sinir?" Hakan bir kez daha ateş edip isabet ettirdi. "Yok komutanım bozulur mu hiç? Beş. Altı. Bir saniye. Heh uğursuz rakam oldu."

"7 uğursuz mu lan?" dedi hedefe bir kurşun daha sıkarken. "En uğursuzu." Anlatmak istemeyip başından savdı adamı, zaten istese de hiç yeri değildi şu an. Tepelerinden kurşun geçerken sohbet muhabbete hiç gerek yoktu.
"Bunlar bize çok vakit kaybettirdi komutanım. Buradan çıkmamız lazım."

"Doğru diyorsun başçavuşum ama bunları bitirmeden gidersek dönüşte sivilleri tehlikeye atmış oluruz." dedi ve üç el ateş edip düşmanı yere serdi. "O zaman son atışı da ben yapıyorum kahpelere." deyip gördüğü son paraziti de temizledi Fırat.

"Temiz komutanım."

"Dikkatlice aşağıya in Demir."

"Emredersiniz." Azra çıkmanın aksine inişini daha kolay yaptı ve kendini saniyeler içinde yerde buluverdi. Ensesini geriye atıp derin bir nefes aldı, ağaçkakan gibi tepede olmak onu germişti, hâliyle yormuştu da ama asker yorulmazdı, yorulamazdı. Başını iki yana çevirip kütletti ve daha da rahatladı. Günün aydınlanmasıyla yerdeki leşler gözüküyordu, burada işleri bitmişti, canlı kalmamıştı.

"Derhal gidiyoruz Sancak, toparlanın." Sözleriyle Hakan girdiği çukurdan çıktı ve önüne yığdığı taşları iterek çukura doldurdu. Alçak bir yerde de olsa keskin nişancı atışı için güzel bir siperdi çünkü. Hiç başkalarına hediye etme niyeti yoktu.

"Göktürk GPS." Genç adam cihazı çıkarıp gidecekleri mevkiye baktı. "Gördüğünüz tepenin arkasında kalan iki tepe arasındaki vadi komutanım."

"Amına kodumun piçleri hep vadilere tepelere konuşlanıyor zaten, bıktım şunlardan." Neyse ki teröristleri atlatmışlardı, şimdi sivillere gidebilirleri.

Tabii sağ kalmışlarsa.

"İyi o halde tepeye tırmanıyoruz. Yine tırmanıyoruz, biz hep tırmanırız zaten." deyip harekete geçti gülerek, bazen sorguluyordu ne yapıyorum ben diye. Cevap belliydi, devlet emretmiş o da yapmıştı, ülkesi için savaşıyordu ama onun sorguladığı bu değildi. Normal bir hayatı olabilecekken bu zorlu hayatı kendisi tercih etmişti bile isteye. Aile hayatı yoktu askerlerin, iki gün deyip beş gün, bir hafta deyip iki ay gelmedikleri olabiliyordu. Özlem kelimesi iliklerine kadar işlenmişti ama motivastonlarından biri de ardından dua eden sevdiklerinin olmasıydı.

Bizim de kaderimiz dağlara sevdalanmış, kendi ülkemin dağını tercih ederim. Komando olsaydım keşke.

Başını iki yana sallayıp sıyrıldı daldığı dünyadan, kendiyle yalnızken bunları düşünebilirdi, şimdi hiç sırası değildi. "Ben sizi tek tek toplayacak mıyım? Sayaç git Kırımlı'yı getir, hayret bir şey." diyerek adamlarına seslendi. Bazen dayak istiyorlardı.

"Ben diyorum size ama. Yüz verince bunlara böyle oluyorlar işte. Verin sopayı bakın nasıl adam oluyorlar."

"Verdim Hakan vermem mi? Ya heriflere izin günü mıntıka temizliği yaptırıyorum bana mısın demiyorlar. Daha ne yapayım ki ben bu heriflere, falakaya mı çekeyim?"

"Dayak arsızı gibi bir şey olmuş onlar komutanım. Başka bi taktik deneyin siz falaka da kesmez bunları." Kayalıkları tırmanırken konuşulacak meseleler değildi bunlar ama konuşuyorlardı. Kimse de durumu sorgulamıyordu. "Kayalıklardan aşağı mı atsak?"

"Komutanum etmayin o kadarini da, çok fazladur. Gençtur onlar bakmayin kanlari kayniyur." Yine olayları Orhan ciddiye almıştı. Genç olduğunu söyleyen bu adam otuzundaydı. Fırat da ona destek çıktı. "Hangimiz öyle olmadık ki komutanım? Komutanlardan az mı fırça yedik? Özledim o günleri."

"Başçavuşum sen bunlar gibi fırlama değilsin, kurşunlara sakinsin. Bu sakinliğini sadece kadınlara karşı bozuyorsun biliyorum. Baksana biz tepeyi tırmandık adamlar hâlâ yarıya gelemedi. Gelsenize lan sizi mi bekleyeceğiz?"

Enes sanki kabahatli gibi hiç sesini çıkarmadı, bu defa konuşan taraf Göktürk olmuştu. "Acıkmış ağaç kabuğu kemirmiş."

"Lan kumanyan yok mu senin?"

"Var komutanım." dedi nefes nefese. Tepeye ulaşmak için son adımlarını atıyordu, en sonunda time yetişti. "Var ama siviller açtır belki. Onlara veririm diye düşündüm."

Enes'in de böyle düşünceli bir yanı vardı, herkesten daha ince düşünürdü. Hele ki söz konusu dedeleri gibi zorla göçe, ölüme yollanan siviller olunca normal olması beklenemezdi. Mete gülümsedi ve Enes'i kucakladı. "Aslanım benim." deyip ekledi. "Yine de geç kalma ağzına sıçarım anlaşıldı mı?" Emrederseniz demekle yetindi Kırımlı.

Karşıdaki tepeye biraz daha vardı, etraf temiz gözüküyordu zaten az önce öldürdükleri grup buradan gelenlerdi. "Demir?" diyen Hakan iri bedenini askerinin yanına getirdi. Üç yaş büyüktü Azra ondan ama askerde kıdem önemliydi yaş değil. Timde sadece ağabey lafına izin veren Fırat vardı, Mete de sivilde izin veriyordu ev arkadaşlarına. Onun dışında herkes kıdeme uyuyordu.

"Emredin komutanım." Sesini sadece ikisi duyacak kadar alçalttı. "Helikopterde dediğimden ötürü bana kırılmışsın gibime geliyor."

Azra mimiğini bile oynatmadan cevabını verdi. "Bir asker komutanına kırılmaz." Netti ama kırılmıştı da, diğerleri toparlamasaydı görev sırasında bunu düşünmese de döndüğünde takılı kalacaktı buna çok iyi biliyordu kendini. "Seninle uğraşmayı sevdiğimi biliyorsun. İçini çok sık açmadığından bilmiyorum bu sözüme neden alındığını ama alındığını anlayacak kadar da tanıdım seni." Buz dolabı gibi gözüken bu adam bazen düşünceli davranabiliyordu, o anına denk gelmişti Azra. Genelde umursamazdı hatta soğuktu. Buz dolabı diyordu askerleri kendi aralarında ondan bahsederken.

Başını hafifçe ona çevirip yüzüne baktıktan sonra tekrar önüne döndü. Yol onu zaten yormuştu bir de komutanı yoruyordu, asker olmak için ciddi bir ruh sağlığı gerekliydi gerçekten.

"Beni iyi tanıdıysanız görevde böyle şeyleri dert etmeyeceğimi de bilirsiniz." Ama sonrasında ederdi, uzatmaya gerek yoktu. "Hayır alınmadım derken bile trip seziyorum." Bu sözlerin sahibi ise Mete'ydi. Her ne kadar sessiz konuşmaya çalışsalar da bir askerin kulakları her şeyi işitirdi.

"Komutanım."

"İnsanların travmaları olabilir ama önemli olan onlarla savaşabilmektir. Teğmenim sen önden yürü biraz." Tim biraz önden yürürken Azra ile Mete de arka tarafın güvenliğini sağlıyorlardı.

"Biz sadece birbirimize canlarımızı emanet etmiyoruz, birbirimizin de ailesi olduk. Baş edemiyorsan bana gelip söyle, komutanın olarak değil bir arkadaşın olarak söylüyorum sana bunu." Neden ufacık lafa alındın dememişti, arkadaşın olarak yanındayım demişti. Bu güven içini ısıttı kadının, gülümseyip başını salladı. Hakan dedi diye Hakan'a takılmamıştı, sözün kendisi üzmüştü onu. Özgüvensizdi, kadın olduğunu kimse ona hissettirmemiş hep dalga geçilmişti. Hiç sevgilisi olmamıştı, sevgiye de aç kalmıştı. Hepsi birleşince böyle küçücük laflara alınır olmuştu.

"Komutanlığın," dedikten sonra düzeltmeye gitme ihtiyacı hissetti. "Arkadaşlığın hakkını veriyorsunuz, teşekkür ederim."

"Ee omuzumuzdaki iki yıldızdan daha fazlasıyız biz, yıldız olmak kolay değil."

"Yıldızlı olduğunuz kadar mütevazisiniz de." Gülmeye başladı üsteğmen, özgüvensizlik sorununun farkındaydı ama aklı almıyordu hiç. Parmaklarının arasında Bora'yı ateşlerken hiç de özgüvensiz değildi, hatta o kadar iyiydi ki Mete bile özeniyordu onun bu keskin nişancılığına. İşinde özgüvenliyken özel hayatında bu kadar dibe batmış olmasını istemiyordu. Bir şekilde ayağa kalkmalı kendisine de güvenmeliydi.

"Azra," dedi yeniden, söyleyip söylememek arasında gidip geliyordu. "Sen güçlü bir kadınsın, kimsenin seni üzmesine izin verme, komutanlarının bile."

"Bu komutanlar kısmına siz de dahil misiniz?" Tedirgin olmuştu bunu sorarken, ağzından çıkacak her kelimeyi seçerek kullanıyordu. "Dahilim, ben dahil olmak üzere hiç kimseyi alttan alma. Laf söylemeyi bil köşene çekilme. O küfreden savaşan kadını görmek istiyorum ben sivilde. Sen Demir Leydi'sin."

"Yanılıyorsunuz komutanım, ben sivilde sadece Azra'yım. O kadın bu kadından çok farklı."

"O zaman bir temenni olsun bu olur mu? Dene hiç olmazsa." Onu kıramazdı, olumsuz cevap vermedi ve başını salladı, bazı şeyler öyle kolay değişmiyordu, iki sözle de değişemezdi ki.

Mete tüfeğinin dürbünüyle hedeflediği yere baktı, kısa mesafe kalmıştı, biraz daha yürüdüklerinden sonra vadiye doğru olan eğime geldiler. Gün tamamen aydınlanmıştı. Her şey daha net gözüküyordu.

"Komutanım bunlar..." Azra kelimeleri bir araya getirmekte zorlandı, en arkada dursa da çok net görüyordu, diğerleri de farksızdı. Karşılarında sivil on beş ceset vardı. Hunharca zulme uğradıkları belliydi.

"Şehitler Azra, şehitler."

"Bunların soyu kurumayacak mı be? Ben bıktım bu orospu çocuklarından. Kusura bakmayın ama komutanım ben bu duruma küfür etmeden duramam." deyip devresine döndü.

"Devrem bakma bana öyle. Şimdi gidip o sıktığım cesetlerine bir daha sıkmak istiyorum. Allah'ın cezaları. Allah belanızı versin kana susamış kansız pezevenkler."

Enes'in küfürleri sanki yetmezmiş gibi Orhan da sessiz sessiz saydırmaya başladı. "Allah belanızı versin, Allah gerçekten belanızı versin ya." Benim görevim bu insanları sağ salim güvenli bölgeye ulaştırmaktı, bu orospu çocukları ne yaptı? Masumların canına kıydı. Sakin kal sakin kal nereye kadar ulan...

"Göktürk, Enes çevre güvenliği alın. Tim, biz aşağı inip yaşayıp yaşamadıklarını kontrol ediyoruz."

Ellerini kimin boynuna attılarsa sonuçsuz kaldı. Hepsi vahşice katledilmişlerdi. Bu masumların Kürt, Türk, Arap olması fark eder miydi? Hepsi şehitti işte. Herkesten her şeyden masum çocuklar bile ölmüştü, o an alacakları istihbarattan çok onların yaşaması önemliydi, 15 çiçek solup gitmişti.

Azra etrafa bakınırken yarı çıplak bir kadını görüp üzerini örttü, daha sonra kıyafetlerini örtünün altından düzeltti. Belli ki bu vicdansızlar tarafından saldırıya uğramıştı. Daha sonra da göğsünden aldığı birkaç kesici yara ile hayata gözlerini yummuştu. Sanki o kanı bir mürekkep gibi kullanıp alnına bir şeyler yazmışlardı. Örgütlerinin adı kan ile kazınmıştı alınlarına. Azra birkaç damla göz yaşı akıtıp eliyle kanı temizledi. Baktı ki çıkmıyor çantasından matarasını çıkartıp suyu birazcık alnına döktü ve yüzünü güzelce temizledi. "Hak etmemiştin. Hiç biriniz hak etmemiştiniz." Tertemiz olan alnına bir öpücük kondurdu ve açık kalan iri gözlerini kapadı kadının. "Keşke son gördüğün şey o canavarların yüzü olmasaydı."

"Yaşayan var mı?"

"Hepsi şehit olmuş. Yetişemedik. Elimden hiçbir şey gelmez." Başını iki yana salladı Elvan. İnsan gönül yarasını sarabilirdi de ölüm yarası sarılmazdı işte. Bu gördükleri gönül yarasıydı geçecekti ama ölen geri gelmeyecekti.

Azra yerinden dahi kımıldamadı, gözlerinde birkaç damla yaş ile diz çökmüş elinde tabancasıyla öylece bekliyordu. "İyi misin?"

"Bu kadın tecavüze uğramış yetmemiş canice defalarca bıçaklanarak öldürülmüş. İyi miyim sizce?" deyip kadına baktı. "Yüzlerce hatta binlerce ceset gördüm ama gördüğüm cesetler masum insanlar olunca hiçbir zaman dayanamıyorum komutanım, ben buna alışamıyorum. Birini daha kurtaramadık biz. Bakın on beş şehit. On beş masum. Birkaçı çocuk birkaçı kadın birkaçı yaşlı." Elinin tersiyle göz yaşlarını sildi ve ona kalkması için uzanan eli tuttu.

Mete de bu durumda farksızdı ancak duygularını bu kadar belli edemezlerdi. Komutan olmak bunu gerektirirdi çünkü. Timi sakinleştirmekti onun görevi. "Komandolar şehitleri alacak. Bizim görevimiz bitti, çevreye biraz bakındıktan sonra döneceğiz." dedi soğuk kanlılıkla.

Derin bir nefes alıp verdikten sonra başıyla onu onayladı ve etrafa bakındı. Belki bir şey görürdü, birkaç ceset daha olabilirdi çevrede. Mete'ye baktı komutanı da ona bakıyordu. Gözleriyle git diye işaret edince Azra temkinli şekilde vadiden aşağı inmeye başladı, arkası güvene alınmıştı, önüne odaklandı.

Keşke şurada bir yerde saklanan terörist olsa da onu döve döve gebertsem. Temennisi bu yöndeydi sonuna kadar. Hatta çok isterdi bunu. İçindeki öfkeyi kusabilecek bir şey lazımdı ona. Eli tetikte vaziyette çalıların arasına bakındı. Birkaç adım daha attığında bir ses duydu. Yakalamıştı işte birini, döve döve öldürecekti onu hatta Süleyman Paşa gelse alamazlardı elinden.

"Komutanım biri var burada ama bende, siz rahat olun. O piç kurusunu döve döve geberteceğim." dedi sessizce telsiz düğmesine basarak.

"Bana bak Azra, delice bir şey yapma. Kime diyorsam ben de. Kendini tehlikeye atma geliyoruz."

"Gelmeyin bende o iş. Kara Fatma'nın torunuyum ben, korksunlar benden."
Temkinli adımlarla silahını tuttuğu yöne doğru ilerledi. Ses çalılarla örtülü küçük bir mağaradan geliyordu. Buraya gizlenmiş olabilir miydi? Tabii ki olabilirdi.

"Azra ses ver." Hakan Teğmen'in de sözlerini umursamadı genç kadın.
Namluyu içeri doğru tutarken bir yandan da feneri hazırladı ve birden oraya doğru çevirdi.

"Komutanum ha bu deli kiz ses vermiyur, başina bir şey mi geldi Allah korusun? Ne kada da inmiş aşağiya bir turli bulamaduk oni." Tim Azra'yı ararken Azra mağarada çalıların arasına saklanan bebeği alıp iyice sardı. Bebek donmak üzereydi, hemen hücum yeleğini çıkarttı ve üzerindeki hırkayı çıkartıp bebeğin üstüne geçirdi. Onu iyice sardı. Sabahın ayazı olduğu için biraz üşümüştü ancak incecik bir tişörtle olması umurunda değildi. Tek derdi bu bebeği kurtarmaktı.

 

"Elvan acil buraya gel." dedi telsizi eline alıp. Daha sonra bebeği iki kolunun arasına alıp vücut ısısını ona tamamen vermeye çalıştı. Baktı ki olmuyor tişörtünü de çıkarıp bebeğin üstüne örttü. Sadece palaskasına sıkıştırılmış hâki rengi atletiyle kalmıştı. Teni ona ne kadar temas ederse ısısını o kadar aktarabilirdi.


"Korkma kuzum benim. Ben kurtaracağım seni, iyi olacaksın sen. Acıktın mı? Kumanya da veremem sana. Süt olsa ne iyi olurdu. Süt yok ama su var. Altı aydan büyüksün değil mi sen? Ek gıda yiyip içebilirsin. Zaten başka da şansımız yok ki. Seni doyuramam başka şekilde." Bebeği tek koluna alıp dizlerine yatırdı sonra da çantasından kaşık çıkartıp mataradan su döktü. Suyun yarısı yere dökülse de, denge kuramasa da umursamadı, önemli olan bu bebekti. Az evvel perişan durumda olan kadının yüzünü temizlediği su ile birine can olacaktı.

Bebeği daha dik pozisyona getirdi ve ağzına kaşıkla su verdi. Miniğin yüzüne birden renk geldi. O küçücük şey o kadar masum ve muhtaçtı ki o an onun için her şeyi yapabilirdi.

"Astsubayım bu ne hal?" Sözleriyle ayağa kalktı ve onlara doğru döndü. "Komutanım bebek çok aç, su verdim birazcık ama yetmez. Neredeyse ölüyordu soğuktan. Ses çıkarmadı hiç. Birkaç kez gözünü açtı."

"Tekrar yere oturun komutanım. Madem ısınızı verdiniz bırakmayın bebeği. Evet öyle tutun." biraz yaklaştı ve bebeği inceledi Elvan, nabzını kontrol etti ve başını Orhan'a çevirdi. "Komutanım, peksimeti güzelce ezip ıslatır mısınız, mama gibi olsun." Azra bebeği görünce tüm aklı durmuştu, bunu yapmayı da düşünememişti. Peksimeti ıslatmak çok mantıklıydı.

"Hava serin ayaz var." Önce üstündeki hücum yeleğini çıkardı. Sonra da kamuflaj hırkayı çıkartıp Azra'nın omuzlarına koydu Üsteğmen. "Bana sağlam adam lazım. Hasta olma."

"Emredersiniz komutanım." derken yüzünü ekşitti. "İyi misin?" sözlerine başını olumlu anlamda salladı ancak yüzü pek de öyle durmuyordu. Daha önce soğuktan hissetmemişti ancak çalılıktan bebeği çıkartırken kayanın sivri ucu omzunu kesmişti, kalıcı bir izi olmayacaktı ama can acıtıcıydı. Ciddi bir şey değildi ancak hırkanın temasıyla bir anlık canı yanmıştı.

Mete yere doğru çöküp az önce koyduğu hırkayı üzerinden aldı yavaşça ve koluna baktı. "Yara almışsın söylemeyi düşünmüyor muydun?"

"Şimdi hissettim ben de, kaya sıyırmış komutanım."

"Peki ya morluklar? Dün mü oldu, ben mi yaptım?" Eğer kendinden kaynaklanıyorsa gerçekten üzülürdü, eğitimdi bu ama canını acıtmak hele ki teninde iz bırakmak asla istemezdi.

"Bilmiyorum ama sanmıyorum komutanım, sürekli dövüşüyoruz şu itlerle." Adama çevirdi gözlerini, endişesini gördü ve onu rahatlatmak istedi. "Eğitimdeydik, ondan kalmaysa da sizin bir suçunuz yok. Siz benim başım çarpmasın diye tutarken ben sizi sertçe yere çaldım."

"Sen iyi ol da..."

Elvan yaraya biraz daha yakından baktı, küçük bir pansumanla halledecekti işini. "Bebeği bırakın komutanım daha rahat yapalım pansumanı."

"Bırakmam, ne yapacaksan öyle yap." dedi bebeğin yüzüne bakarak. "O zaman refleks göstermemeniz lazım, azıcık acıyabilir küçük bir şey de olsa." Bir an karşısındakinin barbi değil harbi kız olduğunu unutmuştu, asker olduğunu da. Acımazdı.

Koluna tekrar baktı, bunun ne ara olduğunu bile anlamamıştı, hissetmemişti. Elvan yarayı dezenfekte ettikten sonra yarayı kapadı. Mete hırkasını sırtına tekrar koydu. İkinciye hırka veriyordu ona, gözünden kaçmamıştı.

"Daha dikkatli ol Azra, koluna gelseydi atışlarda zorlanabilirdin" Hissetse bile söylemezdi o sırada son ana kadar. "Haklısın abi, daha dikkatli okurum bundan sonra, merak etme."

"Madem eyisin, al buni hayde. Doyur bu bebeyi. El kada kalmiş zate. Allah'um yardum etsun da toparlasun kenduni. Hayde bebe yaparsun sen." Azra mamayı alıp bebeğe yedirmeye çalıştı. Bir süre sonra mamayı yiyen bebek daha iyi hale geldi. Elvan bebeğin ensesine elini soktu ve üşüyüp üşümediğini kontrol etti. "Bebek iyi şimdi. Siz kurtardınız onu." deyip bebeğin alnını okşadı. "Yok be Elvan. Senin mama fikrin olmayaydı bu bebek açlıktan ölcekti."

"Şimdi iyi o. İsterseniz bana verin." Başını iki yana salladı. "Ben bu bebeği bırakmam. Bu yavruyu sağ salim sosyal hizmetlere vermeden bırakmam. Bu cehennemden çıkaracağım onu ben." Başını bebeğin boynuna yaklaştırdı ve içine çekti kokusunu. Gözleri dolmuştu. "Bırakamam komutanım." diyerek Mete'ye döndü.

"Tamam bırakma ama omzundaki hırkayı giy üstüne, yoksa hasta olacaksın. Hatta o yetmez. Beyler sıcaklayan varsa bir şeyler daha verebilir." Mete, Azra'nın hassasiyetini anlamıştı. Bordo bereli eğitimi almış bir askerler ülkenin en iyileriydi. Onlar profesyonellerdi ancak onların da kalbi vardı. Belli ki Azra'nın da masumlara karşı zaafı vardı. Bu geçmişten gelen ya da aile hayatında yaşadığı bir travma değildi. Sadece vicdanlıydı.

"Komutanım ben iyiyim." deyip kısa süreliğine bebeği başçavuşa verdi. Hırkayı giyip fermuarı boğazına kadar çekti. Gerçekten de üşümüştü ama umurunda değildi. Hücum yeleğini üzerine geçirip fazla mühimmat ve el bombasını tim arkadaşlarına teslim etti ve bebeği tekrar aldı.

"Çanta ve tüfeğin bizde." dedi Fırat tüfeği sırtına aldı ve çantayı da Orhan'ın eline tutuşturdu.

"Göktürk uydu." Karargaha haber vermesi ve helikopterin yollanması gerekiyordu. Göktürk eline uydu telefonunu uzatınca karargahı tuşlayıp kulağına götürdü. "Üsteğmen Mete Akıncı komutanım. Durumu arz etmek için aradım."

"Söyle Akıncı, iyi misiniz aslanım?" Sesi otoriter geliyordu. "Biz iyiyiz komutanım ama grup şehit edilmiş, bir bebek sağ kurtuldu helikopter koordinatları geçilince dönüş sağlayacağız."

"Bu hiç iyi olmadı üsteğmenim, helikopter koordinatları geçildi. Birazdan orada olur. Sağ salim dönün." Can sıkıntısıyla "Emredersiniz." diyebildi sadece.

Uydu telefonunu kapatıp koordinatlara baktı, çok uzak değildi yirmi dakikalık mesafedeydi. Hızlı adımlarla helikopter noktasına kadar sessizce ilerlediler. Azra ekstra ilgiliydi her şeye, bebeği silahsız bile koruyabilirdi öyle temkinliydi. Buluşma noktasındaki helikoptere çok geç olmadan bindiler. İyice acıkmışlardı, kumanyaya vakitleri olmamıştı, yanlarında olsa da bir şey yiyememişlerdi. Timine baktı ve solgun yüzlerini gördü. Sırt çantasını açıp içindeki konservesini çıkarttı ve timini yemek yemeğe davet etti. Sanki bunu bekliyorlarmış gibi hemen kumanyalarına sarıldılar.

"Siz yiyin sonra ben yerim." dedi Azra bebeği bırakmamak için. "Olmaz öyle şey." diyerek kumanyasını uzattı Hakan. "Al çatalını ye ben tutarım, bu bitince de seninkini yeriz." Azra başını sallayıp çatalını aldı ve kumanyaya daldırdı. Ezilmiş halini de bebeğe tattırdı ama beğenmediği için daha da zorlamadı. Bebek uykuya dalarken Azra çoktan yemeği bitirmişti, tam doymasına gerek yoktu midesini bastırması yeterliydi. Karargahta hallederdi sonuçta.

İnişe yakın bebek ağlamaya başladı, hatta timin kulaklarını tırmalayacak kadar yırtıyordu kendini. "Şşşş ağlama artık. Az kaldı bak geldik sayılır. Elvan neden ağlıyor bu bebek?" diye sordu üsteğmen. Elvan bebeği kontrol etti ancak sorun yoktu. Bebeğin altı temizdi, gazı yoktu, karnı da toktu ancak belki de olanları hissediyordu. Annesi şehit olmuştu ondan uzaktaydı. "Hiçbir şeyi yok. İyi."

"Hissettin mi sen yoksa? Ama bak ben de senin annen sayılırım artık. Seni evlat edinemem ama koruyucu annen olabilirim. Bırakmam ki ben seni. Ağlama hadi şşş."

Bebek hıçkıra hıçkıra ağlarken Azra bir yandan da onu sallamaya çalışıyordu. Belki uykusu gelirdi ama bu helikopter sesinde pek mümkün değildi. Belki de o sesten ürkmüştü. "Biz mi alsak acaba? Belki başka kucak istiyordur komutanım."

"Belki de."

"Lan size bebek emanet edilir mi oğlum? Bebek beni helikopterden aşağı atın ne olur diye ağlar bu defa da." Emindi bebeğe bakamayacaklarından.
"Abi ama..." İşaret parmağını havaya kaldırdı Üsteğmen. "Abi ne lan Kırımlı, evde miyiz oğlum biz?"

"Affedersin komutanım."

"Astsubayım ben mi alsam biraz da? Belki susar." deyip yanına doğru döndü Hakan. "Deneyelim komutanım başka çaremiz yok." Hakan tüfeğini Enes'e verdi ve bebeği kucağına aldı. Kollarının arasında yarı oturur hale getirdi. "Susmuyor bu." Sanki sallamış onunla konuşmuş sakinleştirmeye çalışmış gibi hemen karşılık bekliyordu bebekten. "Hakan, susar mı lan hemen aldın diye?"

"Belki susar dedim komutanım ama olmadı. Neyse ben başka bir taktik daha deneyeceğim. Bebek, bebek. Bebekk. Heh dinle beni bir adam gibi konuşalım. Bak heh böyle. Aferin sana, biraz daha sakin olman lazım, heh tamam." Bebek gerçekten de susmuştu. Hakan onunla sanki bir yetişkinle konuşur gibi konuşmuştu bebek de onu oturup dinlemişti. "Ee ne var ne yok? Nasıl gidiyor?" Sözleriyle tekrar ağlamaya başladı.

"Eyiydiniz komutanum aslunda. Nee bileeyim, bi magazin, fitbol falan konuşsaydunuz daha kalici olurdu."
Mete konuşmadaki bir ayrıntıya takılıp sohbete dahil oldu. "Fitbol."

"Hee fitbol."

"Yenge sana nasıl katlanıyor bilmiyorum üstçavuşum."

"Sevdalidur de ondan. Sevdaluk olunce her işe katlanulur. Ayrica o da bendan farksiz mi konişiyur sanki?" Mete ah ben ne günah işledim der gibi başını iki yana salladı ve Hakan'a döndü.

"Gel bakalım minik paşa, bende susarsın belki." deyip tüfeğini kenara koydu. Daha sonra bebeği kucağına aldı.

"Pencereden kar geliyor aman annem,
Gurbet bana zor geliyor.
Sevdiğimi eller aldı aman annem,
O da bana ar geliyor.
Kekliğimi doyurdular aman annem,
Kanadını ayırdılar.
Bu nasıl yaraymış aman annem,
Beni senden ayırdılar."

Bebek sonunda susmuştu. Hatta bu da yetmezmiş gibi uyumuştu. O helikopter sesine rağmen ikinciye uyumuştu.

"Ciddi misiniz siz? Nasıl ya?" Elini ağzına götüren sadece Azra değildi.
"Ben şoktayım şu an, türkü söyleyerek uyuttu ağlayan bebeği." diyerek Enes de şaşkınlığını koruyamadı. "Şaştum kaldum."

"Abi. Ihım affedersiniz, komutanım. Sen neymişsin ya? Evde söyle diye ağlarız asla söylemezsin şimdi bebek için bülbül gibi şakıdın valla."

"Lan devrem. Sus lan, bak şimdi başımıza bi şey kilitler görürsün. Varma üstüne."

"Susun lan. Çocuk uyuyor, zor uyuttum zaten." dedi ve söylediklerine kendi de şaştı. İyice anne moduna girmişti. "Konuşanı helikopterden aşağı atarım ama paraşütsüz. Ve türkü öyle herkese söylenmez."

Göktürk ağzına görünmez bir fermuar çekerken Mete bir defa daha söze girdi. "Siz ikiniz bana hatırlatın. Eve döndüğümüzde dip köşe temizlik yapacaksınız. O da yetmezse Hakan Teğmen ve Orhan Astsubay'ın evlerine de temizliğe gideceksiniz."

"Çenen kurusun Enes."

"Allah'ım neden hep bu sahneye geri dönüyorum ben ya?" Başını iki yana salladı ve camdan dışarıya baktı. Karargâha gelmişlerdi. Helikopter yavaşça iniş yaptı, tekerler pistle buluşup durdu.

Önce Azra, peşinden de diğerleri indi. En sona kalan Mete de bebeği Azra'ya verip aşağı indi. Hangarın önünde tek sıra nizama geçtiler. "Dikkat."

Reşat Yarbay tekmil almak için yanlarına gelmişti. Hepsi hazır ola durdular. "Tim vukuatsız vaziyette emrinizdedir komutanım."

"Rahat. İstirahat edin, bugün izinlisiniz. Bebek için de sosyal hizmetlerden gün içinde gelecekler. Astsubayım sen de kadın astsubaylardan birine bebeği bırak ve istirahat et." Azra başıyla onu onaylasa da bunu yapmaya niyeti yoktu çünkü bu bebeği sosyal hizmetlerden gelene kadar asla bırakmayacaktı.

Bebeğin yüzüne baktı. Hâlâ uyuyordu. Onca sese tepki vermemişti. Savaşın içinde doğmak buydu demek ki. Bir bebek dahi o seslere alışır hâle gelmişti. Başka sesleri yadırgamıyordu.

"Akıncı. Sen benimle gel operasyonun ayrıntılarını Süleyman Tümgeneral bizzat kendisine arz edilmesini istedi." dedi ve arkasını dönüp ilerledi. "Tim, istirahat et." deyip eşyalarını Göktürk'e bıraktı, ardından da üstünü değiştirmeye gitti.

Tim üyeleri hangara gidip silah, mühimmat ve eşyalarını bıraktılar. Azra orada olan sandalyeye çöktü. Bebeği de masaya doğru yavaşça yatırdı. Gülümseyip ona baktı. Biraz çelimsiz bir bebekti. Savaş koşulları ve yeterli beslenememesi yüzünden olabilirdi. "Astsubayım gitmiyor musun sen?"

"Yok komutanım. Bu beyi yalnız bırakmak içime sinmez. Bizzat kendim teslim etmek istiyorum." Annelik doğurmakla olmuyordu sadece, her kadının içinde bir annelik hissi oluyordu, Azra'nın da anaç yanı böyle zamanlarda ortaya çıkıyordu.

"Valla ne yalan söyleyeyim beni annem bekliyor ama şu yavruyu bırakasım gelmiyor." dedi ve telefonunu çıkardı. "Bari arayayım kadıncağızı merak etmesin."

"Benim de gidesim yok komutanım. Başında duracağım ben de." Devrelerin de içine sinmemişti bu gidiş. "Al benden de o kadar devrem. Kalalım burada. Zaten Mete abi de burada. Rapor falan işi uzar onun. Bebek gidince komutanla döneriz, hem taksiye de para vermemiş oluruz Toros'la gideriz."

Enes bu defa Orhan'a döndü. Onun da kalıp kalmayacağını merak ediyordu. "Ula at arabasi. Ben bu bebenin başunde kalmazsam hatun beni eve sokmaz. Başunize kalurum, sikinti olur."

"Anlaşıldı beyler. Hepimiz kalıyoruz. Ben de sorun olursa diye başında kalırım diye düşünmüştüm zaten. İzindeyiz madem şu an Enes bizi acil çayla."

Enes'in gözlerinin içi güldü. Çay deyince hepsinin yüzü değişiyordu zaten. Bu kadar çay tutkunu birbirini nasıl bulmuştu? Şaşırtıcıydı. Enes hemen telefonla gazinoya haber yolladı, bir süre sonra Orhan'ın kavanoz bardağına koydurttuğu çayı ve geri kalanınınkiler geldi.

"Yemin ediyorum içim yanmış iyi geldi." İç yanıklığını da sıcak çayla söndüren tek millet olarak takdir etti Azra kendilerini.

"Bırakın çayı mayı bebek uyandı. Ya hiç de ağlamıyor maşallah. Adı ne acaba bunun hep bebek mi diyeceğiz?"

"Doğru diyorsun devrem. Komutanım bu bebeğe bebek mi diyeceğiz biz?" Azra bebeği kucağına aldı ve gözlerinin içi gülen bebeğe kocaman bir tebessüm gösterdi. Sonra da dizine oturttu. Uslu bir bebekti belli ki. "Abi de istersen deli."

"Aslında Göktürk haklı komutanım. İsim verelim bu bebeğe. Bizden hatıra kalsın." dedi ve düşündü. "Barış olsun. Savaştan kurtuldu bu bebek, gittiği yer yere barış götürsün." deyip yanağını okşadı. "Barış olsun adın." Timde herkesin içine sinen bu ismin bebeğin kaderi olması tümünün temennisiydi. Gittiği her yere adı gibi barış götürecekti. Tim elinden geleni yapacaktı bunun için ve devlet o bebeği, Barış'ı güzelce yetiştirecekti içleri rahattı.

"Bu bebeğin mamaya, beze ihtiyacı var ben gideyim alayım." Bebek dediğin de öyle kendi kendine durmuyordu, ihtiyaçları vardı. "Biz gideriz komutanım." Enes'e başını salladı. "Biraz kafam dağılsın ya, ben tek gideyim. Komutanım bu bebeği bir tek size emanet edebilirim. Şunlara güvenim yok benim." Fırat ve Hakan'a demişti bunu diğerlerine hiç güvenmiyordu, ciddiydi de.

"Ne hatamuzi gördun ya? Tovbe estağfirullah ya. Ula ben da senin komutanun sayilurum."

"Orhan iki yaşın hesabını yapma bana. Okuldan aynı anda çavuş olarak mezun olduk hatırlatırım. Sınıf arkadaşıydık." Şu kıdem artistlikleri kafasına şaplak attırmak istese de tuttu kendini. "He ya iki yil geç kaldum."

"Tutma beni hadi." deyip bebeği Hakan'a verdi. İlk önce üzerini değiştirip sivil kıyafetlerini geçirdi üzerine. Altında siyah bir tayt üzerinde kısa kollu siyah bir tişört vardı, siyah saçlarının örgüsünü bozup serbest bıraktı. Biraz kadın hissetmek istedi kendisini, saçı salması da kendine olan ödülüydü. Karargahın önüne çıktığında yolu kesildi.

"Çekmişsin sivilleri, eve mi geçiyorsun?" Azra hazır ola geçti hemen, "Bebeğe mama, bez, kıyafet falan alacaktım." diye cevapladı onu. "Bizimkileri yollasaydın ya kafan dağınık yolda araba falan ezmesin seni." Nasıl anladınız gibi baktı adama, Mete çenesiyle ayaklarını işaret etti. Azra yaptığını görünce kendisi de gülmeye başladı. "Postalları çıkarmayı unutmuşsun." dedi gülerek. Demir Leydi elini alnına götürüp gözlerini yumdu, daha çok gülmemek için tuttu kendini.

"Harbi ben nasıl unuttum onu ya? Bebek beni biraz sarstı doğrusu, ne yaptığımı bilemedim."

"Saçını salmayı akıl edip de ayakkabılarını değiştirmeyi unutman apayrı bir seviye, sorgulamayacağım seni. Ben de geleyim bari de ezilme yolda."

"O kadarını da yapmam bence ya." Tekrar gülümsedi, Mete'nin el işaretiyle yanında yürümeye başladı. Hep böyleydi bu adam, ortak görevlerde hatta uzun uzun eğitim aldığı dönemde de hep böyleydi, katı hâli görev içindi eğitim içindi. Göğsünde bir kalp taşıyordu, robot değildi.

"Çok takılıyorsun Azra valla bak hasta olursun sonra bizim kıçımızı kim koruyacak."

"Fırat abi de nişancı o da yapar siz hiç merak etmeyin." Hiç kısmındaki i harfini uzatarak söylemişti, Mete başını iki yana salladı ve kıza döndü. "Fırat değil beni yıllar önceki o görevde sen ipten aldın, sağlam kal o yüzden." Azra o güne götürdü kendini, kalın bir urganla asılmış üsteğmenin teğmenlik yıllarıydı, hatırladıkça fena oluyordu. O gün onun için bir milat olmuştu.

"Unutun o kötü günü, hatırladıkça Orhan'ın dediği gibi sikinti basiyur darlanti geliyur." Kendisi asla unutmamıştı ve unutmayacaktı.

"Sen unuttun mu da bana unut diyorsun?" bu bir soru değil cevaptı aslında. Sustu Azra ve başını salladı. "Şu an karşında böyle durabiliyorsam bu senin sayende, ben her şeyi unutsam da o günü, senin yaptıklarını asla unutmam."

O günü silmek için her şeyimi feda ederdim ben ama siz unutmak bile istemiyorsunuz. Ben hatırladıkça acı çekmekten başka bir şey yapamıyorum.

"İyi olacağım, yıkılamam ben elim titrer yıkılırsam. Sonra nasıl keklik avlarım?" Duygusal havayı dağıtmak istedi aksi takdirde gözleri dolardı, komutanının karşısında gardını bu denli indirmek istemiyordu.

"Heh şöyle demir yumruğunu vur masaya, sen busun."

Arabanın yanına yürümüşlerdi bile konuşurken, yeniden kırmızı Toros'un içindelerdi. Bu defa ıslak değillerdi ama yine Azra siyahları giymişti. Değişmiyordu pek tarzı.

"Omzunda acı var mı? Arada baktır küçük deyip önemsemezlik yapma."

"Şuncacık kaya çiziğinden ne olacak komutanım sanki kurşun yedik sırtımıza. Acımıyor iyiyim ben." Asıl acım orada değil komutanım.

"Allah korusun ya ağzından yel alsın. Şu tim sağ salim emekli olacak vakti gelince. Beni hiçbiriniz yokluğunuzla sınayamazsınız." Kendini katmamıştı buna, ölürse bu vatan için ömrünü en güzel şekilde tamamlamış olurdu ama diğerlerinin şehit haberlerine dayanamazdı.

"Bakma öyle hiç, evet kendimi katmadım. Bu vatan için şu topraklar için ölmek kadar güzel bir şey var mı Azra?"

"Ölmeyeceksiniz," Emir kipi değildi bu, temennisiydi sadece. "Sizin ölünüz değil diriniz lazım bu ülkeye. Hiçbir asker şehit olacağım diye korkmaz ama ben ülkemiz için ölmektense ülkemiz için yaşamanın daha faydalı olacağını düşünüyorum. Geleceği bizler bilemeyiz, başımıza neler gelir bilemeyiz ama eğer dile getiriyorsak ölümü değil de yaşayarak zaferi dile getirelim."

Bu sözler içine ilmek ilmek işlendi adamın, Azra doğru söylüyordu, bu ülkeye ölerek değil yaşayarak faydası olurdu. Kurşunların önüne atlamak yerine akıllıca hareket etmeleri gerektiğini askerlerine hep kendisi söylerdi, bunu uygulardı da. Riskler elbet alınırdı ama kurşunların üzerine de yürünmemeliydi.

"Aşk bizimkisi, kırmızı beyaz sevdası, ay yıldız sevdası... Ne dersen de bu topraklar Azra ölümüzle dirimizle bizim. O dağlar bizim, terörün yuva yapmaya çalıştığı o memleketler bizim. Doğru diyorsun hepsi için yaşamak ve savaşmak zorundayız. Birileri yaşasın diye biz daha çok yaşamalıyız."

"Bazen diyorum ne yapıyorsun kızım dağda. Bir avuç deli adamla ne işin var?" Deli adam kısmında Mete ona bakıp gülümsedi. "Ben de diyorum, onca senemi harcayacağıma neden hayatımı yaşamıyorum. Geç kaldım birçok şeye, birilerinin abisi olmaktan ileriye gidemedim ben." Kadın pür dikkat onu dinliyordu, bölmedi sözlerini. Nereye bağlayacağını merak ediyordu.

"Belki parmağımda bir yüzük belki evimde beni bekleyen bir küçük yok ama ben o dağda durduğum sürece hayatını istediği gibi yaşayabilen binlerce insan var. Bak bebeğe, biz olmasaydık o dağda yaşayamazdı. Sonra bunları düşünüp daha da bağlanıyorum işime, sanırım asker işi akıllı işi değil. Deliliğin mesleği olmuş."

Aynısını düşünüyordu Azra, sivilde olsaydı çoktan mutlu bir hayatı olurdu, ne kırgınlıklar ne yürek yangınları olurdu içinde. Şimdi onca şeyi çektikten sonra yüzü gülen bir çocuk görünce her şeyi unutuyordu işte, yalnızca o değil hepsi unutuyordu. Kiminin evde bekleyen ailesi çocuğu vardı, sevdiği bekliyordu ama bir çocuk gülümsesin diye her şey feda edilebilirdi.

Mete aklını kurcalayan bu konuyu konuşunca rahatlamıştı aslında, gelmişlerdi de. Arabayı park edip bebek mağazasından içeri girdiler.

"Neler lazım şimdi?"

"Bez lazım, 6 aylık olur bence. Sosyal hizmetler gelene kadar idare etmeli." Mete aldığı sepeti sürmeye başladı, Azra aynı zamanda etrafa bakınıyordu. Islak mendil ve bebek bezini alıp sepete koydu.

"Mama da lazım, biberon, emzik. Ee başka..."

"Dur bir sakin, nefes al."

"O çocuğu yedirip giydirmeden rahat edemeyeceğim galiba."

"Demir dağın ardındaki kadın konuşuyor şimdi." Ben o kadın değilim demişti, duygusal Azra buradaydı şimdi. "Demir dağın ardındaki kadın inşallah bir şeyi eksik almaz. Heh biberon emzik burada, bunları da atalım."

Azra zıbın, bebek pijaması, günlük kıyafet, hırka ne bulduysa el atıp bakıyordu. Üsteğmen sadece susup onu izledi, dediklerine cevap verdi. Karışmamıştı, o ne isterse tamam diyecekti. Bu bebeğe fazlasıyla bağlandıysa onun için en büyük söz hakkı ona aitti. "Bu olur gibi sanki ya, büyük gelsin azıcık zaten büyüyünce de giyer." Mete de bir hırka getirip ona uzattı. "Üşümesin bu da olur, yumuşacık giyer."

"Neler aldık şimdi?" diyerek sepete baktı. Bebek bezi, ıslak mendil, mama, birkaç tane bebek kıyafeti vardı. Kenarda duran minik ayakkabıyı da attı sepetine. "Tamam mıyız?" Azra başını iki yana salladı, bir şey eksikti. Mağaza kalabalık olduğundan yanlarına hiçbir reyon görevlisi gelmemişti, o an şanslarına birinin işi bitti ve yanına geldi.

"Hoş geldiniz, hayırlı olsun ilk gebeliğiniz mi?" İkisi de şaşkınca birbirlerine baktı, Azra istemsizce elini karnına götürünce kadın bunu doğruymuş gibi kabul edip devam etti. "Annemiz pek heyecanlı görünüyor, hayırlı olsun. Ne eksiğiniz vardı?"

İkisi de şaşkınlıktan konuşamayınca kadın bu defa Mete'ye döndü. "Babamız da askermiş, bir asker tulumu önerebilirim size uyumlu olur. Tabii bebek erkekse, annesi gibi güzel bir kız olursa ona daha farklı önerim olur." Azra'nın ayağındaki postalları fark etmemişti bile, o da askerdi. Fazlasıyla utanç verici bir duruma düşmüştü şimdi komutanının yanında.

Kadını da kırmak istemediğinden bozmadı onu ama konuyu geçiştirmek istedi. "Çorap lazım, çorap." Tekrar komutanına dönünce göz göze geldi, çekinip kaçırdı gözlerini. "Bir de ateş ölçer." diye ekledi Mete. "Şart yani ateşlenebilir bebek."

"Çok şanslısınız hanımefendi, eşiniz çok ilgili bir baba. Vallahi ne yalan söyleyeyim şu devirde evlenmek büyük risk ama siz hem iyi bir eş hem de iyi bir baba bulmuşsunuz. Buraya kaç kadın yalnız başına ilk alışverişine geliyor söylesem aklınız hayaliniz durur." Muhabbete yandaki müşteri de dahil oldu bunu duyduktan sonra. "Ay benimki öyle işte, üçüncü gebelik olunca böyle oluyor, umursamaz biraz. Kız senin ilk gebelik mi?" diye dürttü Azra'yı, öyle bir duruma düşmüşlerdi ki biz evliyiz deseler dert demeseler ayrı dertti.

"Utandılar bence, ondan söylemiyorlar. Ayol leylekler getirmedi ya, ne utanıyorsunuz. Hepimiz koca koca insanlarız. Utanmayın böyle şeylerden artık."

Ablam sen ne anlatıyorsun yerin dibine girdim ben ya, hayır karı koca olsak seviştiğimi mi anlatacağım sana? Deli midir nedir?

"Bebeğimizin adı ne peki?" diye sordu görevli, bilmesi gerekenden çok daha fazlasını sormuştu, hatta burnunu sokmuştu her ikisi de. Azra derin bir nefes çekti içine ve saçlarını bileğindeki lastikle toparladı, asker modunu açmak istemişti. Otoriter konuşacaktı, yeterince dinlemişti onları ve sesini çıkarmayarak komutanına yeterince rezil olmuştu. "Barış adı, acelemiz var. Bebeği dayılarına emanet ettim ne halde bilmiyorum. Hemen şu yandaki boş kasadan geçirirseniz çorapla beraber çok sevinirim, poşet de olsun."

Sus artık be kadın ne kafa açtın cümlesinin kibarcasıydı bu. Mete gülmemek için kendini tutarken Azra da sepeti Mete'den kapıp kasaya bıraktı. Üsteğmenin ısrarına rağmen kendi kartından ödeyip poşetlerin bir kısmıyla kendini dışarı attı.

"Sorgu melekleri bu kadar soru soruyor mu acaba ne kafa açtı be. Sana ne bacım yerin dibine sokuyorsun adamı." Kendi kendine söylenmelerinin arkasından gelen komutanının duyduğundan habersizdi.

"Barış güzel isim olmuş, sen koymuşsundur bizimkilerden çıkmaz bu ad. Göktürk'le Enes'e kalsa Oğuz Kağan koyarlardı. Ben Mete Han olarak tercih ederdim ama olsun aynı kişi sonuçta ikisi de."

"Bebek koyacaklardı zor tuttum." diyerek ekledi. "Az önceki kadınların kusuruna bakmayın, o kadar çok konuştular ki cevap da veremedim. Yerin dibine sokuyorlar adamı utanmazlar, size ne yani insanların yatak odası hayatından." Sözleri için söylemişti bunu, ikisi için söylenmesinden bahsetmiyordu. Alnına vurdu elini bu defa. "Özür dilerim."

"Özür dileyecek bir durum yok aslında, hem onların da tek kabahati özel hayatın bu kadar içine gitmeye çalışmalarıydı aslında, heyecanla bebek kıyafeti bakıyorduk yanlış anlaşılması normal."

Anlayışlı biri olmasa sıçmıştık, neyse atlattık sağ salim.

"Ee bunları götürdükten sonra gitmeyelim mi timce lahmacuncuya, valla kumanya beni kesmedi kurt gibi açım." Bu kadını başka bir şey bu kadar mutlu edemezdi şu an, yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirdi. "Gitmeyeni çekin vurun, ölüyorum açlıktan."

"Çay da içeriz, harareti alır hem. Öldüm çaysızlıktan."

♟️

Yeni bölümle karşınızdayım canlarım, yavaş yavaş açtık kanatları gidiyoruz. Yorumlarınız beni çok mutlu ediyor.❤️

Siviller açtır diye kumanyasını yemeyip ağaç kabuğu kemiren Enes ben senden razıyım ya... 🥹

Hakan ama özür dileyemeyen 😄

Barış bebek için alışverişe çıkan iki ruh hastası...

Azra'nın Mete'yi ipten aldığını öğrendik bakalım ileriki bölümlerde ne okuyacağız, nasıl oldu nasıl kurtardı? Yayımlayacağım günleri heyecanla bekliyorum.

Ve terör, biz burada kurgu okuyoruz ama her geçen zamanda can almaya devam ediyor. Unutmayın olur mu, bu ülke uğruna can verenleri, suçsuz yere canına kıyılan masumları unutmayın, unutmayalım. Kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi, ne mücadeleler verdiğimizi unutmayalım, hep hatırlayalım.

Yorum ve beğeniyi unutmayalım. Bir sonraki bölüme kadar hoşça kalın.
❤️😘

 

 

Beni şu hesaplardan takip edebilirsiniz:

 

 

İnstagram
Twitter
Tiktok

 

 

rubamsalepe

Loading...
0%