Yeni Üyelik
78.
Bölüm

30. "Ben Yazdım Ben Oynarım"

@rubamsalepe

Yorum yapıp beğenmeyi unutmuyoruz değil mi?❤️

İyi okumalar.

♟️

Hava yaprak döken mevsime girmiş, sarı çınar yaprakları sokakları süslemeye başlamıştı. Sonbahar bazılarının en sevdiği mevsim olurken bazıları için de hüznü temsil ediyordu. Yeniden doğuşu nasıl ilkbahar anımsatıyorsa ölümü de sonbahar yansıtıyordu. Aynı içimizde yeşeren çiçeklerin solması gibiydi, hayat ve doğa birbirini birçok noktada tamamlıyordu.

Sonbaharın tadını çıkartmak isteyenler vardı. Her zaman tatilleri olmuyordu, tatil onlar için büyük bir lükstü. Ankara merkezine biraz uzak bir yeri seçmişlerdi, güzel bir at çiftliğiydi ve sessiz bir yerdi. Stres atmak ve her şeyi unutmak için çok güzel bir yerdi.

"Mete Han!" diye haykırdı Azra beyaz atın tepesinde, sanki küçüklüğünden beri at biniyordu bu kadar usta durması çok havalıydı.

"Söyle Azra'm." Kahverengi atını onunkine doğru sürdü. Harbiye'de binicilik eğitimi almıştı, at kullanmak onun için kolaydı.

"At Türk'ün kanadıdır bilirsin." Ne çıkacaktı altından merak ediyordu. "Yiğitliğini sadece at üzerinden belli edemezsin ama."

"Ya nasıl ederim? İspata gerek mi var artık be güzelim şu Mete Han senin için daha ne yapabilir söyle. Senin için bir tek Türkleri bir etmediğim kaldı, iste onu da yapayım." Bir Türk kızını elde etmek o kadar kolay değildi, hele at üzerinde hiç kolay değildi.

"Orta Asya eski Türk geleneğine göre at üzerindeki kız önden atını dörtnala koşturmaya başlar, arkasından gelen adam onu kovalar ve bitiş çizgisine kadar yakalamaya çalışır. Kız kendini bilerek yakalatırsa onu sevdiğini gösterir, adamın onu yakalamasına izin vermezse bu defa istemediği anlaşılır. Adam onu yakalarsa öper. Eğer bitiş çizgisine varmışlarsa ve kızı yakalayamamışsa bu defa kız adamı başlangıç çizgisine kadar kovalayarak ona kamçısını vurur. Mete Han bir Türk kızını öyle kolay kolay elde edemezsin, yakala bakalım, öpebilirsen kızın kalbi senindir."

Kız kovalamaca oyunu özellikle Kırgızistan'da hâlâ devam eden geleneksel bir Türk oyunuydu, atın üzerinde olunca bu oyunu oynamayı istemişti. Bu oyunu oynarken insan atıyla bir bütün gibi olmalıydı, böylelikle hakimiyeti kolaylaşırdı. İkisi de ata çok hâkim gözüküyordu.

Mete dinlerken şaşkın bir ifade takınmıştı yüzüne, nereden geliyordu böyle şeyler aklına her defasında hayran kalıyordu.

"Koskoca ordu yönetmiş adamım ben seni mi öpemeyeceğim at üzerinde?" Mete Han ilk ordu sistemini oluşturan kişiydi, Mete Yüzbaşı da askerlere komutanlık eden bir adamdı, kelime oyunlarından asla bıkmayacaktı ikisi de.

"Ya öptürmezsem yüzbaşım?"

"Valla sen kaybedersin dalyan gibi adamı, benim gibisini de zor bulursun demedi deme." Azra kahverengi atını ona doğru sürdü ve yularını kavradı, şimdi iki ata da o hükmediyordu.

"Senin gibisini bulamam ben." Bir cümlesiyle karşısındaki adamı kendine yüz bininci defa âşık ettikten sonra atını eski yerine geri götürdü. "Ee ne diyorsun, yarışacak mısın benimle?"

"Öpersem bir daha bırakmam ama."

"Bırakma."

"Şu geldiğimiz yoldaki giriş kapısına kadar yarışalım o zaman."

Azra başını salladıktan sonra atını dörtnala kapıya doğru koşturmaya başladı, o biraz ilerledikten sonra Mete bu defa yola çıktı, hızlı gidiyordu ikisi de aralarında mesafe azalmıştı.

Beyaz atın üzerinde sanki bir Orta Asya Türk kadını duruyordu, öylesine hâkimdi ata. Kıyafetleri yine her zamanki gibiydi, siyah bir tayt üzerine de siyah bir kapüşonlu giymişti. Fenotipi Orta Asya'ya benzemese bile Türk olduğunu tam olarak ata olan hakimiyetinden belli ediyordu. Türkün kanadının üzerindeydi ve onu tam da istediği gibi kullanıyordu.

Mete Azra'ya yetişti ve atının yularına uzandı, başını onunkine uzattıkça Azra geri çekildi, kendisini öptürmüyordu.

"Kız gelsene."

"Gelmem hile yapma."

At hızlı gidiyordu, Mete at üzerindeki çevikliğini konuşturmuştu. Tüm çabaya rağmen Azra kendini öptürmedi ve bedenini ondan geri çekti, bunu yaparken gülüyordu. Mete inatla üzerine gitse de başaramamıştı. Sonunda kapıya varmışlardı artık Mete'nin önden gidip kaçması Azra'nın kampçıyla kovalaması lazımdı. Tabii ki elinde öyle bir şey yoktu ve yapmayacaktı çünkü kendi yaşadığı acıyı sevdiği adamın yaşamasına kalbi izin vermiyordu.

Mete atını hızla sürmeye başladı, Azra da peşinden gitti. Birazcık hüzünlenmişti çünkü kız kendini öptürmemişti, sevmiyorum demekti bu. Atının yularının yakalanıp dudağına bir öpücük konduracağını bilmiyordu.

"Bunu benim yapmam lazımdı ama ya."

"Bu ilişkiyi başlatan benim, öpüp mühürleyen de ben olacağım hayatım." Atları yavaşlattı sonra da durdurdular, küçük bir gölet vardı yanlarında, inip göletin çitlerine atların yularını bağladılar.

"Ben yazdım ben oynarım mı diyorsun yani?" Azra başını salladı gülerek, bu hikayenin kalemi ondaydı, o zaman bu da demek oluyordu ki istediği gibi yazıp çizebilirdi.

"Ben yazdım ben oynarım." Kararlı görünüşü vardı, sanki tüm ipler onun elindeydi.

"Bak sen," deyip üzerine doğru yürümeye başladı, Azra geriye doğru gitmedi aksine dimdik duruyordu. "Komutan olan benim emir veren sensin bak şu işe." Azra bunun bir benzerini içinden geçirmişti, bana bir âşık olursanız kim komutan kim asker olur ben size gösteririm demişti, tam da dediği gibi olmuştu.

Ellerini beline yerleştirince kadın gözlerini kapattı, her dokunuşunda bambaşka yerlere sürükleniyordu, sanki ilk defa dokunuyor gibiydi.

"Öpmeyeceğim kapama gözlerini." Hafifçe elinin tersini çenesinin altından vurdu, onu kendine getirmek için dokundurmuştu, gülüyordu. "Öyle bir sarılmayla emir falan yok oldu, üzerindeki etkime bak sen."

Azra gözlerini açtı ve adamın boynuna doladı kollarını. "Bilerek mi yapıyorsun? Hoşuna mı gidiyor?" Gidiyordu, yüzünün ifadesinden bu her türlü anlaşılıyordu. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.

"Hoşuma gidiyor. Hoşuma gidiyorsun güzelim."

Güzelim diyor öleyim istiyor. Şöyle bana istediğini yaptırabilirsin Mete ya.

Burnuna bir öpücük konunca masumca ona baktı, bu defa dudaklarına doğru götürdü dudaklarını. Öpmedi ama orada bekliyordu zaman durmuş gibi. Kadının kalp atışlarını ruhunda hissediyordu.

"Nefesinin nefesime değmesini seviyorum." Başını onunkinin yanına götürdü ve saçlarını kokladı. "O güzel kokunu seviyorum." Geri çekilip gözlerine baktı yeniden. "O kara gözlerini, o siyah zülüflerini seviyorum."

"Ben de seni seviyorum."

"Bölme lütfen." Normalde emir aldığı bu adamdan rica kelimeleri duymak çok özeldi, Mete her zaman ona nazik olmuştu, genelde nazik bir adamdı karşısında terörist görene kadar. Bir de Enes ve Göktürk'e zorbalık yapıyordu, hobi gibi bir şeydi bu onun için.

"Azra ben seni çok seviyorum ama zaman geçiyor farkında mısın? Günler geçiyor. O acı günü bile geride bırakabildik biz." Son cümlesiyle başı öne eğilmişti Azra'nın, ne olursa olsun geçmişte kalsa bile asla aşamayacaktı kardeşini kaybetmesini. Sırtındaki izleri taşıdığı gibi kardeşinin yarası da kalbinin en orta yerindeydi.

"Azra'm biz ölümle yaşıyoruz yarın ölmeyeceğimizin garantisi yok. Bugün yanındayken yarın yanında olmayabilirim ya da seni bulamayabilirim." Azra parmaklarını adamın dudaklarına götürdü, en korktuğu şeydi onu kaybetmek, duymak istemiyordu.

"Konuşma benimle böyle, ölümden bahsetme ben seni kaybetmeye, bir kez daha kaybetmeye dayanamam."

"Ya ben, ben dayanabilir miyim sanıyorsun? Kollarıma kanlar içinde yığıldığında bile dayanamamışken... Azra'm ölüm var, günler hızla geçiyor. 5 sene bile o kadar hızla geçmişken her günümüz daha da hızla geçiyor. Ben sensiz kalmak istemiyorum."

Azra da istemiyordu, onun hayatında yok olduğunu düşünmek bile acı hissetmesine neden oluyordu. Yarın ne olacaklarını bilemezlerdi, şimdilerini düşünmekten başka çareleri yoktu.

"Ben de istemiyorum."

Mete kadının belinden ellerini çekip geri adım atınca Azra'nın da elleri aşağıya düştü. Mete düşen eli yakalayıp öpücük kondurdu ve dizinin üzerine çöktü. Cebine gizlediği kutuyu çıkardı.

"Koca komutanı kendine diz çöktürttün ya ne diyeyim ben sana?" Güldü adam, Azra ise olanların idrakine varmamıştı. Mete'ye baktı, elindeki kutuya baktı, yeniden bir ona bir kutuya baktı. Kalp ritmi hızlandıkça havanın serinliğine rağmen sıcaklamaya başladı. Elini başına götürüp anlamaya çalıştı, anın şokunu yaşıyordu.

"Biz uçurum kenarında hayata tutunan insanlarız ve ben sadece sana tutunmak istiyorum. Bir dakikamı bile sensiz geçirmek istemiyorum. Ben seni kaybetmek istemiyorum Demir Leydi'm. Sana biz farklı dünyaların insanıyız ama iki dünya bir dünyadan iyidir demiştim, iki dünyayı bir dünya yapalım mı, benimle evlenir misin?"

5 sene beklediği adam ona körkütük âşık olmuş dizlerinin üzerine çöküp evlenme teklifi etmişti ona. Bunu yapacağını düşünmüyordu, evlilik ona çok uzak geliyordu. İstemediğinden değildi, Mete'nin onu istemeyeceğini düşündüğündendi. Mete'nin onsuz yaşayamayacağını artık anlamıştı ancak yine de onunla evlenme meselesi pek aklına gelmemişti. Onunla evlenmek hayal gibiydi, o hayal önünde evlenme teklifi etmişti ona.

Mete çıkardığı kutunun kapağını açtı, içinde tektaş bir yüzük yoktu, zaten asker Azra onu takamazdı, pek de hoşlandığı söylenemezdi. Bir yüzük takacaksa alyans olması yeterliydi onun için. Bu kutuda ise bir asker künyesi vardı, üzerinde Azra Demir Akıncı yazıyordu. Eğer ki bu künyeyi kabul ederse evlenmeyi de kabul etmiş olacaktı.

Yüzünde kocaman gülümseme belirirken gözleri de dolmuştu, ne bir yüzük meselesi konuşmuşlardı ne de başka bir şey. Mete onun için en uygun teklif hediyesini seçmişti, Azra da yeniden ona hayran kalmıştı.

"Evlenirim, valla evlenirim." Cevap Mete'yi daha da gülümsetti, beklediği cevap buydu, onca sene beklediği kadına sonunda kavuşacaktı. "Seninle evlenmeyenin aklına sıçayım."

Yüzbaşı ayağı kalkıp künyeyi onun boynuna taktı, ikisi de yazan yazıya baktı. "Akıncı..." dedi Azra. "Bir Akıncı kadını olmak..."

Mete evliliğinin nişanesini boynuna taktıktan sonra sımsıkı sarıldı ona. "Ellerini asla bırakmayacağım." Bedenini ondan ayırıp ellerini tuttu, dudaklarının üzerine bir öpücük bırakıp alını onunkine dayadı. Nefes alış verişleri hızlanmıştı ve artık yerinden çıkacak gibiydi.

"Hiçbir zaman bırakmadın ki. Ben de seni bırakmayacağım."

"Hemen evlenelim olur mu, beklemeyelim hiç. Vaktimiz de yok zaten askeriz biz." Saçlarına götürdü başını, biraz önceki gibi uzun uzun soluklandı. Uyurken onu soluyacak olmak çok büyük ayrıcalıktı. Onca zaman beklemenin karşılığını alacaklardı.

"Evlenelim, bekleyemem biraz daha."

"Utanmaz," dedi Mete gülerek, böyle açık seçik konuşması hoşuna gidiyordu aslında, içinde tutmuyor ne varsa söylüyordu. "Bu tutumunu evlilik hayatımızda da sürdürebilecek misin göreceğiz."

Bunu Azra da bilmiyordu, Mete evine geldiğinde ve onu gecelikle karşıladığında ciddi ciddi onu istemişti utanmamıştı ama bu süreçte değişmişti, bir dokunuşu bir nefesi onu çılgınlıklara sürüklerken bir adım daha ilerisini düşünemiyordu. Utanmıyordu şimdilik, konuşmak ya da onun üzerine gitmekten asla çekinmiyordu çünkü Mete'nin sınırlarını biliyordu. Artık o sınırlar aradan kalkınca işler değişecekti işte o zaman ne yapardı hiç bilmiyordu. Bildiği tek şey onunla bir ömür sürmek istediğiydi.

"Ben çok bekledim artık o gemileri yakmanın vakti geldi." Deliler gibi sevdiği kadın onun üzerine geldikçe duraklayabilmesi çok zordu onun için. Onu deli gibi isterken durmak çok zordu, artık durmak zorunda olmayacaktı, ikisi için de her şey bambaşka olacaktı.

"Şimdi bu adam," Azra parmaklarıyla sevgilisinin yanağından çenesine kadar uzanan bir çizgi çekti. Arada parmak dudaklarına değince adam gözlerini kapatıp açmak zorunda kalmıştı, kendinden geçmesi o varken hiç de zor değildi. "Benim kocam mı olacak?"

"Peki ya bu kadın," Salık saçlarını arkaya doğru ittirip boynundan öptü usulca. Yeniden elalarını kara gözlerine kilitledi. "Benim karım mı olacak?"

"Çok yakıştı ağzına ama yani ben kabul ettim diye çok da emin olma bey babam ne der bilemem." Mete gülmeye başladı, kullandığı kelime komiğine gitmişti. "Bey baban izin vermezse seni kaçırırım."

"Yalnız yüzbaşım, beni kaçırmak hiç de kolay değildir haberin olsun." Öyle elini kolunu bağlasa bile çözebilirdi kadın, gerçek anlamda da kolay değildi kaçırması, avken avcı olabilecek biriydi.

"Sanki elini kolunu bağlasam çözebileceksin," dedi olayı alaya alarak, çözebileceğini çok iyi biliyordu, dalga geçiyordu.

"Sadece 10 saniye."

"Vay be tek şansım da gitti desene, seni eterle bayıltıp halıya da saramayız şimdi." Hayal edip dayak yediğini düşündü, daha çok gülesi geldi. Ağzını burnunu kırardı asla şaşırmazdı bunu yaşasaydı.

"Maalesef, bey babamı ikna etmen lazım." Elleri omzundaydı, mesafeleri yakındı. "Ve bu konuda ciddiyim biraz şey biridir."

"Ney biri?" Gerildi bir anda, bunca zorluk çekmişken yine mi zorluk yaşayacaklardı? "Biraz cinstir."

"Hayda, bu nereden çıktı ya? Sever bence beni. Sever değil mi? Sevsin bak ben iyi bir damat olurum ona." Kızının elini sıcak sudan soğuk suya sokmayacak biriydi sivil hayatında, yemek temizlik gibi her şeyi yapabiliyordu ama işler yeşilleri giyince değişiyordu o zaman ne isterse yapmak zorundaydı.

"Yani seni sevmeyecek insan yok da o insan sevmiyor pek." Mete'nin yüzü değişmiş şimdi bir endişeli bakıyordu. Azra yanağına elini koydu, kıyamadı böyle bakmasına. "Ya kıyamam ben sana, senle evlenemezsem başkasıyla da evlenmem ben. Mecbur izin verecek, ha biraz süründürebilir o ayrı. Yani hemen evlenmemizi kabullenmeyebilir."

Süreci normal insanlar gibi uzatmaya vakitleri yoktu, görev çıkmadan evlenmek en mantıklısıydı onlar için, aileleri de buna dahil etmenin vakti gelmişti.

"Korktum şimdi ya, desene seni alan yandı." Kendisini kastediyordu o süreç sancılı geçeceği için çekinmişti. Normalde gözü kara biriydi ancak söz konusu o kadın olunca işler değişiyordu.

"Ben babamı arayayım o zaman yanacak. İki gündür bizdeler ve ben burada seninleyim." Mete'nin aklından çıkmıştı bu ayrıntı, annesi ve babası Azra'yı ziyarete gelmişlerdi birkaç gün sonra dönmeyi planlıyorlardı, onlar gitmeden halletmelilerdi.

"Yanacaksam senin uğrunda yanayım be, ara söyle korkmuyorum. Bizimkiler de ablamda, bu defa babam da geldi hemen gelir isteriz seni." İsteme lafı biraz ani olmuştu, Azra olanları hâlâ garipsiyordu. Mete ile evlenecekti, deliler gibi âşık olduğu bu adamın karısı olacaktı.

"Vazgeçtim telefonda söyleme adamın kalbine inmesin. Şey yapalım biz istersen eve gidelim, sen sizinkilerle konuş ben de bizimkilerle konuşayım ne dersin? Burada seninle olmak istiyorum evet ama seninle daha çok zaman geçirebilmek için acele etmek istiyorum."

Aileler bu iki askerin sevgili olduğunu biliyordu, Azra Mete'nin ailesiyle tanışmış olsa da Mete yüz yüze tanışmamıştı, görüntülü konuşmada sohbet etmişlerdi ancak orada da sadece Türkiye'nin sınır dışı operasyonlarını konuşmuşlardı, karşısında asker gibi bir adam vardı sert duruyordu, o zaman da ürkmüştü şimdi yüz yüze tanışacak olmak daha da ürküyordu onu.

"Bence de gidelim, burası kaçmıyor ya." Adamın yanağına kocaman bir öpücük bırakıp ayrıldı ondan, atına gidip bir hamlede tepesine atladı.

"Gidelim de yani yanaktan öpmek nedir? İlkokul arkadaşını mı öpüyorsun?" Öyle alışmıştı ki dudaklarına, onu öpmezse eksik kalıyordu sanki.

"Bey babam kızar, evlenmeden olmaz yüzbaşım." Belki de birkaç gün içinde evleneceklerdi, ironisi Mete'yi güldürdü yeniden.

"Evlenince yıllık izin kullanıp bir ay çıkmayalım evden de gör gününü sen." derken kendisi de ata binmişti, heyecanlıydı, babası ne diyecekti acaba?

"Tatilimizin ikinci günü tam beni öpecekken görev çıkar biliyorsun değil mi bunu?" Atlarla ilerleseler de yan yana olduklarından dolayı birbirlerini net duyuyorlardı, onunla beraber tatilde olmak ve öperek uyandırılmak hayal gibiydi, kıyılarında olmak bile düşlerinin fazlasıyla ötesindeydi.

"İşte bu kötü olur, karımdan ayrılıp astsubayımla göreve gitmek zor gelir bana." Şimdiye kadar ilişkileriyle işi sert şekilde ayırmışlardı, böyle devam etmeleri gerekiyordu aksi takdirde Azra başka time yollanabilirdi. Bu ayrım zor olacaktı ama bir şekilde olacaktı.

"Karım mı?" Yüzündeki ifade tam yanaklarını sıkmalıktı, onun ağzından böyle şeyler duymayı tam 5 sene beklemişti, her şey çok güzeldi. Boğazını temizledi söylediği şeyi geçiştirmek için, yelkenleri suya inmiş göstermek istemedi.

"Karın yokken astsubayın vardı, pü sana koca yüzbaşı olacaksın bir de." Atından inip seyise teslim etti ve arabaya doğru ilerledi arkasına bile bakmadan, Mete de aynısını yaptı gülüyordu, şu hallerine gülmemek mümkün değildi.

"Sen," dedi kolundan tutarak. "Kendini kendinden mi kıskandın az önce?" Toros'u hemen arkadaydı, sevgilisini arabaya doğru sıkıştırdı.

"Kıskanırım sana mı soracağım?" Beline yerleşen ele baktı yavaşça. "Hem çok ayıp insan sevgilisini asla kaçamayacağı şekilde köşeye kıstırır mı?" İki anlamda da söylemişti bunu, hem kıskandığını yüzüne vurmasından hem de gerçekten onu kıstırmasından bahsediyordu.

"Kıskançlığından bahsediyorsan evet ha yok fiili sıkıştırmaktan bahsediyorsan ağzımı burnumu kırabileceğini iyi biliyorum." Yapardı, yakın dövüşte Mete ondan daha iyi olsa da yapardı bunu. Azra nişancılıkta hepsinden iyiydi.

"Hangisini anladıysan."

"Bir kere daha öpebilir miyim?" Azra başını iki yana salladı, kız evi naz eviydi biraz kendini özletmenin zararı olmazdı.

"Olmaz bey babam kızar hadi gidelim." Mete iki adım geri çekildi ve elini kendi beline yerleştirdi.

"Ben intikamın soğuk yenen bir yemek olduğu bilgisini sana vereyim de unutma bari hayatım." Kadını yana doğru çekip kapıyı açtı, Azra gülmemeye çalışsa da yapamadı, komikti onu kudurtmak ve başarılı da oluyordu. "Gül sen gül, birkaç güne gülen ben olacağım."

Azra kendini koltuğa attığında sıcak basmıştı bile, heyecanlıydı onunla yeni bir hayata adımlayacağı için. Araba hareket edince kadın Mete'ye baktı, fazla yakışıklıydı, alnına düşen birkaç tel onu daha da çekici yapmıştı. Adam elini vites koluna götürünce gözüne bir toka ilişti, Mete sevdiği kadının tokasını çıkarıp almıştı, bir daha da vermemişti, o tokaydı bu.

"Tokamı buraya mı taktın?" Daha önce fark etmemişti, gözüne çarpmamıştı, Mete her an yanında hissedebilmek için böyle bir şey yapmıştı, sürekli yan yana olsalar da onu özlüyordu. Poligonda onun saçından çıkardığı tokaydı bu, klişeydi belki ama Mete ve Toros aşkını görünce üçü arasındaki bağı bir tokayla sağlamış olması fazla özeldi.

"Hep yanımda ol istedim o yüzden taktım." Şu saatten sonra öyle olacaktı zaten, hep yanında olacaktı. İşte hep yanındaydı ama şimdi özel hayatında da her anı beraber geçireceklerdi. Birbirlerinden bıkacaklarını sanmıyorlardı ama birbirlerine özel alan ve vakit tanıyacak kadar seviyorlardı.

"Söz veriyorum hep yanında olacağım."

"Ben de söz veriyorum." O kadının yanında olması bile kocaman destek veriyordu ona. Gözündeki değerini asla tahmin edemezdi, hissettiğinden çok daha büyüktü. Aşkının yanında hayranlık ve minnet duygusu da vardı ona karşı. Asla geçmeyecek hisleri vardı, onu sevmeyi bile seviyordu.

"Sende mi yaşayacağız? Malum ben iki at hırsızıyla yaşıyorum." Hazır döşeli bir evdi zaten evde çok olmuyorlardı, ekstra masrafa gerek yoktu.

"Senin için sorun olmazsa ikimiz için de iyi olmaz mı? Uğraşmamış oluruz eksiğim de yok benim, valizini arabalarını kitaplarını alır gelirsin. Hem bak evin yanında park yeri de var rahat rahat park ederiz Toros'umuzu." Azra'nın bu benimseyişi ve hemen her şeyi planlaması çok özeldi. Yuvayı dişi kuşun yaptığı gibi bu defa dişi kurt yapmış iki dakikada hemen çözmüştü meseleyi.

"Toros'umuz mu?" Azra kendine dönen gözlere gülümsedi ve başını salladı, arabalar onun için önemliydi ve arabasına fazla bağlıydı biliyordu. "Gelirim Azra'm dediğin gibi olsun, sen nasıl istersen öyle olsun. Ne istersin başka söyle bana?"

İstediği bir şey daha vardı ama Mete bunu nasıl karşılardı bilmiyordu, biraz tedirgindi ancak anlayışlı bir adam olduğundan onu dinleyeceğini düşünüyordu. Askerlikte her ne kadar onun sözü geçiyor olsa da özel hayatlarında Azra daha baskındı.

"Bir isteğim var aslında ama ne dersin bilmiyorum." Mete arada ona bakıyordu ama yoldan pek de ayırmıyordu gözünü. "Söyle güzelim."

"Ben tek çocuğum biliyorsun ama kardeşimi kaybettim. Düğün istemiyorum nikahımız olsun sadece." Orhan'dan bahsediyordu, üzerinden zaman geçse de acısı tazeydi, unutmayacaktı asla ve en doğal hakkıydı eğlenmek istememek.

"Ben de öyle düşünüyordum ama söyleyerek şansını elinden almak istemedim. Eğer istiyorsan öyle yapalım, kardeşimize saygısızlık etmemiş oluruz."

Mete buna rağmen onu gelinlikle görmek istiyordu, düğün yapmayacak olmaları dümdüz evlenecekleri anlamına da gelmezdi. O gelinliği onun üzerinde görmek sonra da elleriyle çıkartmak istiyordu.

"Anlaştık o zaman yüzbaşım, fırça yiyeceğiz acele edip düğün yapmayacağımız için biliyorsun değil mi? Benim babam çok söylenecek Zümrüt teyze de diğer oğlumun evleneceği yok bari bu oğlumun düğününü yapayım diyecek bak eminim."

Fatih'in de mürüvvetini görmek istiyordu ama o şimdilik pek mümkün gibi gözükmüyordu. Görebilecekken bir düğün görmek isterdi, hakkıydı da ama son kararı onlar veremezdi.

"Sorma ya, kıyameti koparacak ama mecbur, yapacak bir şey yok."

"Fatih Üsteğmen'in gelme ihtimali var mı peki?" Ailecek birlikte olmak istemişti, Fatih'in görevinden pek vakti yoktu ama bazen gelebiliyordu biliyordu, o âna denk gelebilmeyi umdu.

"Fatih'e kaldıysak seksenimizde anca evleniriz yavrum hiç girmeyelim o topa ben onu bekleyemem hiç. Vallahi sabrım kalmadı artık evlenelim yeter artık." Bu sabrı kalmaması sadece onu arzulamasından kaynaklanmıyordu, onu özlüyordu her anlarını beraber geçirseler de. Dayanamıyordu işte iki adamla beraber değil sevdiği kadınla beraber yaşamak istiyordu.

"Bakalım daha bey babam he demedi çok da heveslenme." Plağı başa sardı gülerek, onunla uğraşmak en güzeliydi, ömür boyu onunla uğraşabilirdi. "Bey babanı da seni de kaçırırım kızım, delirtme beni evleniyoruz." Hay senin bey babanın pos bıyığını seveyim.

"Kendi kendine evlen o zaman."

Mete arabayı kenara çekip durdurdu Azra'ya dönüp boynuna astığı kolyeyi tuttu ve kendisine doğru çekti, canını acıtmadan yapmıştı bunu, Azra da direnmeyip hemen ona doğru yanaştı.

"Bu kolyeyi kabul ettin, evleniyoruz." Dudaklarını alt dudağına götürüp küçük bir öpücük bıraktı, geri çekilmedi öyle duruyordu yine. "Bu dudakları öpmeden yapamam sevgilim benden bunu isteme." Az önce öptürmemişse de dayanamayıp öpmüştü sevgilisini. Onsuz olmazdı artık, eksikti onsuz.

"Öpmemen lazımdı." Bu defa o öptü. "Çok ayıp." Bir kere daha öptü sonra burnunun onunkine değdirdi yavaşça. "Seninle evleneceğim." İki elinin arasına aldı başını ve uzunca öptü bu defa. "Seni çok seviyorum." Çenesine götürdü dudaklarını. "Seninle evlenmeyen aptaldır." Başını biraz daha aşağıya indirdi, boynundan öptü onu. "Ben aptal değilim." Nefesi boynunu okşuyordu, Azra yine sınırları zorluyordu.

"Azra eve gitmemiz lazım." Elinin el freninde olduğunun ve birden çektiğinin farkına sarsılınca vardı, dengesi şaşmıştı yine. Birkaç gün dayanmak hiç bu kadar zor olmamıştı.

"Gidelim," dedi kahkaha atarken, kadın kendini geri çekti ve koltuğa yaslandı iyice. Mete kaldı yerinde öylece, araba hareket etmemiş adam buna hiç yeltenmemişti.

"Cadı," derken gözlerini yumdu, soluklarını düzene sokmaya çalışıyordu. "Sen çok fena birisin. Bana hiç iyi gelmiyorsun bak araba kullanamaz hâle geldim, elim ayağım boşaldı." Azra daha çok güldü, etkisini böylesine görmek çok zevkliydi, onu süründürmek artık hobisi olmuştu. "Boşalan sadece onlarsa tamam sorun yok."

"Geç dalganı geç ama az kaldı ve ben," El frenini indirip arabayı hareket ettirdi yeniden. Bu defa dikkatini yola verdi, ona bakınca aklına başka şeyler geliyordu artık buna engel olamıyordu yeterince sabrediyordu zaten aklını tutamıyordu sadece. "Bunun acısını çok fena çıkartacağım. Sınır mınır kalmayacak kızım göreceksin sen, bakalım o zaman da böyle konuşabilecek misin?"

"Boş yapma sür hadi devrem." Eskisi gibi konuşmaya yeltendi, Mete konuyu değiştirmeye çalıştığını anlamıştı, kiminle dans ediyordu ki? Karşısında Yüzbaşı Mete Akıncı vardı.

"Boş yapan ben değilim, yarın isteriz iki güne de nikah sonrası sen sağ ben selamet ama en çok ben selamet."

"Adamın ayarlarını bozdum." Daha çok güldü, gülüşün arkasına sakladı utancını, o gecelikle üzerine yürüyen kadın gidip bambaşka biri gelmişti sanki. "Bozdun, ne akıl bıraktın bende ne de..." Başını iki yana salladı, adrenali zirvedeyken araba sürmemeliydi, inip eve koşsa ona daha iyi gelirdi bu.

"Masumu oynama bana, ilişkimizin tek libidolusu ben değilim." Tartışma yaşıyorlar gibi gözükse de yaptıkları şey şiddetli bir cilveleşmeden başka bir şey değildi, ses tonları azarlar gibi çıkıyordu ama birbirlerine kullandığı sözler fazlasıyla tatminkârdı.

"Heh bak şimdi haklısın, benimkinin ne kadar yüksek olabileceğini ben göstereceğim sana. Sabahlara kadar uyutmayacağım seni, her bir zerreni ezberlemeden bırakmayacağım. Az kaldı bekle sen."

Ne ara gelmişlerdi bilmiyordu bunu, kapı Azra'nın evinin önündeydi. Öpmedi kadını Mete, anne babası görürse rahatsız olabilirdi. Öpeceği daha çok zamanı olacaktı. "İn hadi, sakin ol heyecanlanmak yok, sakin oluyorsun ve kendini iyi ifade ediyorsun."

"Dua et bana olur mu? İniyorum ben." Arabadan inince bir daha arkasına bakmadı dümdüz kapıya bakıyordu, merdiveni tırmanıp kapıyı açtı ve içeri girdi. Annesi ve babası kanepeye oturmuş televizyon izlemekle meşgullerdi, geldiğini biraz sonra fark ettiler.

"Kızım hoş geldin."

"Hoş buldum anne." Gergin gözüküyordu, annesi bir bakışından bile anlamıştı bunu.

"Bizi bıraktın diye içine sinmedi de erkenden mi geldin?" Timur biraz iğnelemek istemişti kızını, hak etmişti, zaten çok görüşemiyorlardı onları bırakıp gitmişti bir adam için. Kızmıştı ona ama Azra söz dinlemeyip gitmişti evden.

"Pek sayılmaz aslında." Çantasını kenara atıp tekli koltuğa oturdu. "Şey diyeceğim ben size." Bunu söylemek zordu onun için, sadece onun için değil bir kadın için zordu babasına evleneceğini söylemek çünkü babalarının yanında kızları 28 yaşında olsa bile hep 5 yaşında oluyordu.

"Ne diyeceksin?" Yüzü gergindi, kötü bir şey mi var diye düşündü Türkan. "Bir şey mi oldu kızım?" Telaşla söyleyince Azra elleriyle ona sakinleşme hareketi yapmış bu fikirlerinin yanlış olduğunu göstermişti.

"Yok ya öyle bir şey değil telaş yapmayın." Oturduğu yerde sallanmaya başladı dilinin ucuna gelse de nasıl söyleyeceğini bilemedi.

"Kızım meraklandırmasana bizi konuş işte ne oldu?" Timur bu defa koltukta doğruldu, gergin şekilde kızına baktı. "O herif bir şey mi yaptı sana? Asker masker dinlemem vururum onu bak."

"Ya baba öyle bir şey değil diyorum hem Mete bana ne yapabilir Allah aşkına? Adamın canını kurtarmışım ben o bana bir şey yapmaz. Hem bir şey olsa senden önce ben vururum ve ıskalamam. Mete iyi biri öyle şeyler düşünme." Nasıl şeyler düşündüğünü düşünmedi bile sadece sevdiği adamı ona savunmak istemişti, ona yaptığı en büyük kötülük ona olan duygularını 5 sene saklaması olmuştu başka bir kusuru yoktu.

"Bir laf söyledim bin laf işittim." Kızının yüzüne baktı, az önceki telaşı biraz hafiflemiş yerine daha kararlı biri duruyordu. O cesareti bir cümle ile toparlamıştı.

"Baba Mete çok iyi biri, görüp görebileceğin en iyi adam." Ben istememe rağmen bana dokunmadı diyemedi ama başka şeyler söyleyip onu ikna etmeye çalıştı. "Ben vurulduğumda o vardı başımda, ben düşman eşine düşüp işkence gördüğümde de o vardı." Vurulduğunda hemen haberleri olmuş başına gelmişlerdi ancak işkence gördüğünü buraya geldiğinde öğrenmişlerdi, çok yeniydi ve Azra ailesinin bilmesi gerektiğini düşündü, annesinin bir şekilde sırtındaki izleri gördüğünde bunu zamansız öğrenip üzülmesini istemedi. Kendi söyleyip zamanı geriye çekmiş iyi olduğunu onlara göstermişti.

"Geçti anne, geçti baba. Sizin haberiniz bile yoktu Mete sardı yaralarımı, bir kere bile durumumu istismar etmedi. Söyleyin şimdi o kötü biri olabilir mi?"

"Tamam anladık iyi biri, neden tatsız konuları açıp bizi üzüyorsun?"

"Baba yaralarımı saran bu adam bugün bana evlenme teklifi etti ve ben size söylemeye geldim koşa koşa. Ben onsuz yapamıyorum artık." Her gün onunlayken yine onsuz kalması çok başka bir şeydi, çok sevdiğinin kanıtıydı bu.

Timur bunu beklemiyordu, Türkan ise gülümsedi sonunda istediği olacaktı, kızını evlendirecekti.

"Oğlan kör mü?" dedi ilk olarak. Ciddi sormadığını bildiğinden bu Azra'yı kırmamıştı, aksine ortamın yumuşayacağının işaretiydi bu.

"Kör ama benim haricimdeki herkese."

"Bu herif benim kızıma yüzüksüz mü evlenme teklifi etti?" Türkan da baktı kızının parmağına yüzük göremedi, bu işler yüzüklü olmaz mıydı, yüzük ciddiyeti temsil etmiyor muydu?

"Valla baban haklı, neden yüzük vermedi sana?"

"Olmaz evlenemezsiniz adam sana yüzük bile vermemiş."

Azra boynundaki künyeyi çıkartıp parmaklarının arasına aldı, bir evlenme teklifi anca bu kadar anlamlı olabilirdi onun için.

"Bir asker tektaşı dağda takamaz, yüzük kutusunda saklayacağım bir şeyle evlenme teklifi edeceğine bana soyadının yazılı olduğu künyeyle teklif etti." Elindeki künyeyi annesi ve babasına uzattı, onlar da anlamışlardı bir tektaştan daha değerli bir şey verdiğini. Bir askerin sivil hayatı yok denilecek kadar azdı, bir alyans yeterliydi tektaştansa soyadını verdiği bir künye onun için çok anmalıydı ve anne babası bunu anlayabilmişti.

"Seni o kadar iyi tanıyor yani." Azra başını salladı, bir bakışından dünyaları anlıyordu, bilmiyorlardı, böyle bir sevginin nasıl güçlü olduğunu bilmiyorlardı.

"Ne dersin Türkan?" Eşine çevirdi başını adam, eğer onayını alırsa kızına kendi cevabını verecekti. Türkan gülümsedi, baba kız arasına girmek istemiyordu bugün gülümsemesi her şeyi açıklıyordu zaten.

"Gelsinler tanışalım o bebeyle. Ben tanımadığım adama kız mız vermem." Ayağı kalktı adam, zincirini kavradığı künyeyi kızının boynuna astı ve alnından öptü, sarıldı sıkı sıkı. "Canımı sıkan bir şey söylerse ebesini öyle bir sikerim ki 6 ay yürüyemez." Türkan gülmeye başlayınca ortam iyice yumuşadı, "Teşekkür ederim baba." Başını annesine çevirdi ve kollarını ona uzattı babasından ayrılıp. "Kurban olayım size ya ben."

"Sen kurban etme biz kimi kurban edeceğimizi biliyoruz."

Bir diğer evde de benzer durum yaşanıyordu, Fatih hariç tüm aile bir aradaydı daha doğrusu Mete herkesi karşısına dikmişti bir asker gibi. Hepsi yan yana oturmuş Mete'ye bakıyor Mete de volta atarak bir ailesine bir telefonuna bakıyordu. Azra'dan haber gelmedikçe rahat etmeyecekti, heyecanlıydı ama gergindi de.

"Oğlum dönüp durma ne diye topladın bizi buraya?" Akif tekli koltuğa geçmiş ellerini birleştirmiş oğluna bakıyordu, ciddi bir şey mi oldu endişesi vardı içinde ama bir şey olsaydı damadı da buradaydı Reşat Yarbay ona söylerdi.

"He şey, ben demedim değil mi size onu ya?" Annesine çevirdi gözlerini yüzüne bir tebessüm yerleştirdi. "Bu bir şey yapmış gülüşünden anladım Akif."

"Valla bir şey yapmış. Ne yaptın Mete?" Feride'nin ardından Reşat da ailesine katılmaya karar verdi. "Söylesene oğlum sana bir şey soruyorlar değil mi?"

"Öyle üstüme mi geleceksiniz?" Cık cık cık diye sesler çıkarttı kendi kendine. "Damat adama yapılır mı bu?" Önce kimse anlam veremedi sonra birbirlerine baktılar, damat mı demişti o? Belki de yanlış işitmişlerdi.

"Damat mı dedi bu?" Akif başını salladı hızlıca ama duruşundan ödün vermemişti aynı asillikte oturuyordu. "Damat dedi hanım." Şaşkınlıkları yüzünde olsa da sevinmişlerdi, biraz sindirmeleri lazımdı sadece.

"Askeri rütbe falan mı damat hayatım? Bu bildiğimiz damatlıktan mı bahsediyor?" Feride biraz daha şaşırmıştı, annesinin çevirdiklerinden haberdardı bu çifti kavuşturmak için çok şey yapmışlardı beraber ama böyle birden duyunca şaşırmıştı, alıştıra alıştıra söylememişti. "Yok Feride'm, dümdüz damat diyor."

"Ben bugün Azra'ya evlenme teklifi ettim o da kabul etti. Ailesiyle konuşuyor şu anda, kız istemeye gideceğiz yani." Eksik söylemişti iki üç güne düğün yapacağını söylememişti, şu ilk şoku atlattıklarında söylemeyi düşünüyordu hatta Azra ile beraber söz kesildikten sonra konuşmak en mantıklısıydı o yüzden sessiz kaldı bu konuda.

"Düğünümüz var yani. Ay çok heyecanlıyım görümce olacağım." Annesine çevirdi başını. "Anne gelinin olacak farkında mısın? Bizim oğlan sonunda evlenmeye karar verdi." Kendisi çok erken evlenmiş gibi konuşuyordu fazlasıyla geç evlenmişti ama Mete'nin evliliğiyle daha çok ilgililerdi, evdeki tek oğullarıydı ve ilgi biraz bu yönde ona kaymıştı. Fatih de olsa ona da aynı muameleyi ederlerdi.

"Dur kız daha vermediler kızımızı hemen kendi kendine gelin güvey olma." Kızımızı demişti, kızı dememişti. Onu ilk gördüğü anda oğluyla yakıştırmış ve ilişkilerini sonuna kadar desteklemişti.

"Anne ya, vallahi kaçırırım kızı haberiniz bile olmaz. Yok öyle vermemek falan vermek zorundalar çok seviyorum onsuz yapamam."

"Kaçırttırır ya kendini," diye mırıldandı Reşat, askerini tanıyordu, potansiyelini çok iyi biliyordu, Mete ciddi olmasa da bunu söylemeden edememişti.

Telefonun çalması onların konuşmasını yarıda bölmüştü, Mete ablası konuşacakken parmağını dudaklarına götürüp sessizlik işareti yaptı, o arıyordu ve açması lazımdı, haber bekliyordu heyecandan ölecekti.

"Hayatı," diye açtı telefonu, ailesinin yanından uzaklaşıp mutfağa geçti böylelikle rahat rahat konuşabilirdi. "Konuştun mu sizinkilerle?"

"Konuştum valla, biraz gergindi babam gelsinler bu akşam tanışalım dedi. Fazla hızlı dedi biliyorum ama işte yarın olsun diyemedim."

"Kızım benim canıma minnet, bugün yüzükleri takarız 2 güne de düğün mis gibi işte." Güldü kendi kendine, evde hızlı bir toparlanmaya girişeceklerdi, kıyafeti hazırlamadan önce anne baskısıyla evi hazırlayacaktı Azra. "Evle çok uğraşma, annem çok dikkat etmez yorma kendini hiçbir şey için. Geç dolabının başına güzel bir kıyafet seç kendine siyah olmasın, saçlarını sal bekle beni."

"Annem de öyle diyordu, kızım aman sen eline toz bezi alma ben dip köşe yaparım zaten ne olacak, müstakbel dünürlerimizle tanışacağız altı üstü git süslen..." Sesindeki gerginlik had safhadaydı, onun için söylediği güzel şeylere bile dikkat etmemişti.

"Azra'm sakin ol, derin bir nefes al her şey yolunda gidecek." Kendi de çok farklı değildi ancak işi gereği soğukkanlı biriydi, günlük hayatında da kullanınca işe yarıyordu böyle.

"Gidecek değil mi?"

"Gidecek, gitmez mi sen varken?"

"Kapa ulan o zaman ne oyalıyorsun beni? İşim gücüm var hadi öptüm," diyerek cevabı dinlemeden kapadı telefonu. Geriye kahkaha atan bir adam bırakmıştı, içeri girip gülerek "Bu akşam bizi davet ettiler sevgili ailem haberiniz olsun," dedi.

Bunun çok acele olduğunu söyleyen anne babasına baktı, daha acele görmemişlerdi, 2 güne evlenmeyi düşündüklerini bilmiyorlardı mesela. Asker adamın zamanı olmazdı, her şey için fazlasıyla geç olabilirdi anca, bazı kavuşmalar öteki dünyaya kalabilirdi ve ikisi de bunu yaşamak istemiyordu. Zümrüt ve Akif'in aksine Reşat farklı düşünüyordu, asker olmanın ayrıcalığıydı bu.

"Anne, baba. Asker adam için her şey olması gereken zamanda oluyordur. Düğün gününde düğününe gidemeyip göreve gitmek zorunda kalan askerlerim oldu benim. Bizim için hiçbir zaman vakitli değil ki, erken ya da geç diyemiyoruz vakit bulduk mu yapmak zorundayız. Ben geri görevdeyim diye Feride'yle normal süreçte ilerleyebildik yoksa her şey bizim için daha hızlı olmak zorunda kalacaktı." Gerçekten de dediği gibi olmuştu. Tanışma, söz, nişan, kına, düğün her şey olması gerektiği gibi ilerlemişti. Belki Azra ya da Mete asker olmasaydı bu mümkün olabilirdi ancak iki askerin bu süreçleri yürütmesi fazlasıyla zordu.

"Eniştem haklı, bizim için hiçbir şey kolay değil. Biz birbirimizi 5 sene uzaktan uzağa sevdik çok bile bekledik."

"Akşama da çok bir şey kalmadı, hazırlık yapalım madem. Feride şık kıyafetleri çıkart annem babanın pantolon ve gömleğini de ütüle." Başını oğluna çevirdi yeniden. "Sen hâlâ burada mısın? Çiçek çikolata al koş git duruyor hâlâ."

O heyecanla unutmuştu bile, önce gidip çiçek çikolata alacak sonra da evde hazırlanıp ailesini almaya gidecekti. Başını salladı ve gidip anne babasının elini öptü ardından evden çıktı.

Şakayık seçmişti, bir de lokum almıştı derlerdi ya tatlı yiyelim tatlı konuşalım diye, onu düşünerek yapmıştı. İkisini alıp eve geldi, Göktürk ve Enes koltuklara geçmişler biri televizyon izlerken diğeri de telefonuyla oynuyordu. Mete'nin geldiğini fark edince başını ona çevirmişler elindeki çiçeğe bakıp anlamaya çalışmışlardı olan biteni.

"Hoş geldin abi." Yüzüne değil ellerine bakıyorlardı. "Azra Astsubay mı verdi onları?" Gülmeye başladılar, kendilerince komik olduklarını düşünüyorlardı.

"Gülün siz gülün. Abiniz damat olurken sizi değil de başkasını sağdıcı yapar görürsünüz." Evlilik lafı iki askeri göz göze getirmiş yüzlerine de şaşkın bir ifade yerleştirmişti.

"Oha, evlilik mi dedi devrem?"

"Valla dedi Sayaç, dedi kardeşim duydum aha bu kulaklarla." Kulaklarını gösterdi, gözlerini yüzbaşıdan ayıramıyordu. "Abi ne oluyoruz hayırdır?"

"Ben bugün Azra'ya evlenme teklifi ettim o da kabul etti, bugün aileler tanışacak 2 3 güne de nasipse nikah." Normal bir şeymiş gibi söylüyordu ama bu çok ani bir karardı, şaşkına dönmüştü her ikisi de.

"Abi bakkala gidiyormuşsun gibi anlatamazsın şu olayı ya. Cidden evlendiriyor muyuz seni?" Enes gibi Göktürk de heyecanlıydı. "Kalkıp oynayacağım şimdi oğlan bizim kız bizim diye."

"Time yarın söyleyeceğim de siz evdesiniz diye mecbur söyledim. Hazırlanayım ben saat geliyor müstakbel eşimi ve ailemi bekletmek olmaz şimdi." Yüzünde bıyık altı bir gülümseme vardı, bir kenarı kıvrılmış gülmemeye çalışıyordu güya.

"Bak bak bak yeni gelin gibi hareketlere bak sen. Abi sen yuları kaptırmışsın çok fena." At mıyım lan ben ne yuları tepkisini duymadan önce arkadaşı yine şom ağızlılık yapma peşindeydi. "Lan Sayaç sus kardeşim yiyeceğiz senin yüzünden koşu cezası."

"Geri zekalı sus sen, ne olur sus bak ömrümü yedin."

"Kırımlı ve Sayaç, yarın karargah etrafında tam teçhizatlı 50 tur koşu. Her itiraza artı 10 tur koşu daha eklenecektir haberiniz olsun. O yuları size takmayan ne olsun şimdi. Gidiyorum ben rahat durun." Zafer gülüşüyle içeriye girdi, bu iki asker hiç akıllanmayacaktı ve yüzbaşı da her seferinde onlara ceza verecekti. Belki bir gün akıllanırlar diye umuyordu ancak nafileydi, bu ikisi asla akıllanmazdı. Mete'nin eğlencesi oluyorlardı böylelikle.

Mete kıyafet seçerken sevgilisi de aynı işle meşguldü, evi hızlıca süpürüp sildikten sonra toz alma işini babasına bırakmış içeriye kaçmıştı. Annesi mutfağa girmiş pratik elleriyle hemen birkaç çeşit börek, poğaça, kek hazırlamıştı, onun için iki saat hepsini yapabilmek için fazlaydı bile.

Azra dolabını karıştırınca sarı elbisesi eline geçti, sırt kısmı açık olduğundan kumaş delinmemiş ama kana bulanmıştı. Aile içinde bu açık elbiseyi giyemezdi ama mümkün olsaydı bu elbiseyi giymek isterdi, kana bulanmış o görüntü yerini güzel bir güne bırakmış olurdu, kötü anıların yerini iyileri almış olurdu.

Telefonundan Miray ve Şebnem'i konferansa aldı, onlara anlatmak istiyordu, hazırlanırken biraz daha sakinleşebilirdi onların yardımıyla. En azından Azra böyle düşünüyordu.

"Kızlar ne yapıyorsunuz?"

"Ben antrenmandayım taktım kulaklığımı kol bacak çalıştırıyorum top antrenmanım bitti, siz ne yapıyorsunuz?" Miray'ın ardından cevap veren Şebnem olmuştu. "Telefonda takılıyordum öyle."

"Telefonda takılmanın açılımı Volkan Üsteğmen'in hesaplarını kontrol etmek mi Şebo?" Gülme sesi geliyordu hoparlörden, Azra kıyafet dolabının derinliklerine giderken konuşamadığından onların sohbetini dinlemek güzeldi, birden konuya girince daha da şok olacaklardı. "Ne işim olur benim onunla ya bitti gitti diyorum size. Sen kendine bak Hakan Teğmen'e aynısını yaptığından mı böyle konuşuyorsun?"

İkisi de yalanladığı şeyi yapıyordu, Şebnem'in aksine Miray araştırmalarının karşılığını alamıyordu çünkü Hakan pek sosyal medyada bir şey paylaşmıyordu, aktif bir kullanıcı da olmaması çabasını boşa çıkarıyordu. Alt katında yaşayan adamla iletişimi anca böyle sağlayabilirdi hiç konuşmadan. Birbirlerini takip etseler de Hakan onun hiçbir paylaşımını beğenmiyor hikayelerine de bakmıyordu, 300 binin üzerinde beğenisi olan kadının dikkatini çeken tek şey onun beğenmemesi oluyordu, bu canını yakıyordu. Bir kere yattılar diye her şey bitmiş miydi? Madem böyle olacaktı o zaman kendine hakim olsaydı belki de her şey eskisi gibi olabilirdi, onunla didişmeyi bile özlemişti.

"Konuyu değiştirebilir miyiz? Ee şey Azra sen ne yapıyorsun?" Azra gardırobunun en dibine tıkıştırdığı elbisesini bulmaya çalışıyordu, kafasını o delikten çıkartıp telefona doğru çevirdi. "Dolaptan elbisemi bulmaya çalışıyorum."

"Tayt kızısın sen ne yapacaksın elbiseyi, Mete abi seni yemeğe mi götürecek yoksa?"

"Yok o gelecek, ailesiyle." Son kısmını vurgulayarak söyledi, elbiseyi de sonunda bulup kendini yatağına doğru attı, tüm evi temiz tutmaya çalışırken bu dolaba dokunmamış olması şimdi başına dert açıyordu. Belki Mete toplardı, seviyordu böyle şeyleri.

"Oha aile yemeği mi? Tanışacaklar mı?"

"Gibi. Mete bana bugün evlenme teklifi etti ve şimdi aileler tanışacak. Birkaç güne de evlenmeyi düşünüyoruz." Ne diye atılan çığlıklar telefondan odanın içine doluştu, Miray öyle bir bağırdı ki arkadaşları ne olduğunu sordu.

"Ciddi misin? Bu kadar çabuk mu?" Miray askerleri iyi bilmiyordu, çabuk diye bir şey yoktu ki onlarda. "Geç bile kaldılar 5 sene. Hayırlı olsun Demir Leydi, kaptın gül gibi yüzbaşıyı oh." Mutlu olmuşlardı ne diyeceklerini bilemeyişleri de bunun heyecanındandı.

"Ne dedi sizinkiler?"

"Babam biraz yokuşa sürdü sonra da gelsinler dedi, tanışacaklar yarına da söz kilitlesek iki güne de nikah yaparız mis gibi işte oldu bitti." Üzerine tuttuğu mavi bir elbiseydi, kanlı sarı elbiseden sonra onun yerine koymak istediğinden bir elbise almıştı. Kolları kısaydı yaka kısmı da üst üste gelecek şekildeydi ve dekoltesi yoktu, eteği dizin birkaç parmak üzerinde bitiyordu ve rahatlıkla aile içinde giyilebilirdi. Bu kıyafetin içinde kendini mutlu hissetmişti, Mete daha çok mutlu olacaktı biliyordu, onun için tüm dekolteler baş başayken giyilmeliydi.

"Kızım ne kadar rahat söylüyorsun ya hiç mi heyecanlı değilsin?"

"Eli titreyen biri olsaydım kesinlikle şu an ayağımla beraber o da titrerdi. Öleceğim heyecandan." Üzerindeki kıyafetleri çıkardı ve elbiseyi giydi, fazlasıyla güzel duruyordu. Saçları Mete salık seviyordu, o zaman salık karşılayacaktı onları. Telefonu makyaj masasının üzerine koyup saçlarını taramaya başladı.

"Kızlar şaka gibi ya ben 5 sene bu ânı bekledim ve bana evlenme teklifi etti, ben bu adamla uyuyup uyanacağım." Zaten her günleri beraber geçiyordu ama onunla aynı yatakta uyanmak çok başka bir his olacaktı.

"Sadece uyumayacaksın." Şebnem gülünce Miray da güldü. "Mete abi seni uyutur mu bilemem canım, 32 sene beklemiş adamcağız." Bu konu onu yeterince heyecanlandırmıyormuş gibi bir de yüzüne yüzüne söylüyordu arkadaşları. Sesini çıkaramadı, düşündü sadece. Onu beyaz gecelikle bu evde zorlamıştı o zaman hiç böyle heyecanlı ya da utangaç değildi, arsızdı. Zaman onu da değiştirmiş işler ciddiye binince daha çekingen bir hâle getirmişti.

"Miray söylesene arkadaş bilmiyor anlat biraz." Şebnem arada Miray'la da uğraşıyordu böyle, seviyordu onu ve sevdikleriyle uğraşırdı. "Sana da anlatayım ders alman lazım sanki." Gülerek başını iki yana salladı, salonda yalnız olduğunu fark edince daha rahat konuşmaya başladı. "Öncelikle karı koca arasında daha duygusal ilerleyeceğini düşünüyorum, bizim biraz anlık libido yükselmesinden kaynaklıydı. Duygu ve his yoktu sadece arzu vardı."

"Lan onu bilmek için müneccim olmamıza gerek yok." Makyaja geçmişti, çok bir şey yapmayacaktı, her zamanki gibi olacaktı.

"Siz ne anlatmamı istiyorsunuz?"

"Beni sakinleştirin diye aradım gerdek gecemi mi konuşacağız cidden?" Son olarak dudağının renginde bir ruj sürdü, hazırdı.

"Kız haklı, sen sakin ol Azra bakma Miray'a. Her şey yolunda gidecek hiç merak etme. Hem annesi de ablası da seni çok seviyor biliyorsun."

"Seviyorlar değil mi? Ben şey yapayım madem gidip bir anneme bakayım." Ne dediğini ne yaptığını kendi de bilmiyordu heyecanlıydı, telefonu yüzlerine kapayıp içeri koştu. Ev hemen toparlanmıştı, mis gibi börek kokusu da içeriden geliyordu. Biraz evin içinde volta attıktan sonra kapı sesini duydu, kalbi ağzından fırlayacak gibiydi. Anne babası peşinden geldi, Azra kapıda durdu. Bir kere daha çalınca açtı kapıyı. Sevdiği adam ve ailesi buradaydı, Mete'nin elindeki beyaz şakayıklar ben buradayım diyordu çok güzeldi.

"Hoş geldiniz." Sesleri birbirine karışırken Azra'nın gözü Mete'den çok getirdiği çiçeklerdeydi. Hayatında ilk defa çiçek almıştı ve bunu Mete'den alıyor olmak çok daha değerliydi onun için.

Yüzbaşı elindeki çiçekleri sahibine uzattı, beyaz şakayık mecburiyeti temsil ediyordu ve Mete ben sana mecburum demenin bir yolunu daha bulmuştu, çok âşıktı. Azra bunu onunla izlediği bir belgeselde duymuştu, anladı niyetini kocaman gülümsedi ve sarıldı, masum bir sarılmaydı çünkü aileleri rahatsız etmek istememişlerdi, Mete Azra'nın ailesinin elini öperken Azra da aynısını Mete'nin anne babasına yaptı, ablasına da sarıldıktan sonra Reşat Yarbay'la göz göze geldi ne yapacağını bilemediğinden başıyla bir asker selamı verdi. Karmaşıktı durum onun için, daha sonra netleştirmek daha kolay olacaktı.

"Buyurun şöyle geçin," diyerek içeriyi gösterdi Türkan. Pasta böreğe yer kalsın diye yemekler az yenmişti, masaya açık büfe gibi dizilmişti, sohbet edilirken sehpalar üzerinde servis edilecekti.

"Hoş geldiniz, ben Timur eşim de Türkan." Kızını evlendirecek bir babanın gerginliği vardı üzerinde, yine de misafire gülümsemeye çalışıyordu. Mete'yi görünce ciddiyete bürünmesi istemsizceydi.

"Ben Akif, eşim Zümrüt, kızım Feride ve damadım Reşat." Mete'yi saymamışlardı zaten Mete'yi tanıyorlardı. "Reşat yarbay olan mı?" Yarbay başını sallayınca ailecek asker olduklarını bir de asker gelin almak istediklerini düşündü Türkan.

"Nasılsınız iyisiniz inşallah?"

"İyiyiz, Bursa'dan gelmiştik bir baktık buradayız." Karşılarındaki aile de farksızdı, Sivas'tan kızlarını görmeye gelip düğününü yapacak konumda bulmuşlardı kendilerini. "Biz de aynıyız, kızımızı ziyarete gelelim dedik sonra baktık buradayız."

Azra sehpaları misafirlerin ve anne babasının önüne çekti, tabakları doldurup servis ederken Feride de ona yardım etmişti, çayları o koymuştu. Tanışma faslı başlıyordu şimdi, en can alıcı kısma gelmişlerdi. Azra ile Mete karşıdaki sandalyeye oturmuşmuşlar böylece iki ailenin de tam karşısında durmuşlardı.

"Oğlunuz asker aynı kızım gibi, hatta kızımın komutanı. Siz ne işle meşgulsünüz peki?" Komutanı kısmını biraz vurgulamıştı bundan rahatsızlık duyduğunu belli etmek istemişti. Sonuçta ast üst ilişkisini aşmışlardı.

"Feride'min bir butiği var burada, biz de tarımla uğraşıyoruz Bursa'da. Siz neler yapıyorsunuz?"

"Esnafım ben, toptan alım satım yapıyorum. Allah bereket versin." Amin sesleri çıktı dudaklardan, konuşma ilerlemiyordu, ne sorabilirlerdi ki? İlk defa böyle bir şey yaşıyordu Demir ailesi. Akıncılar ise daha tecrübeliydi, kızlarını vermişlerdi.

"Biz Azra kızımızla daha önceden tanışmıştık, kendi kızımız gibi sevdik. İnşallah ömür boyu bu saygı ve sevgiyi taşırız." Onu ilk gördüğünde oğluna yakıştırmıştı ama Mete'den çekindiğinden çok fazla dillendirememişti. Şimdi gelini olacak olması onu çok mutlu ediyordu, sevdiği biriydi çünkü.

"Biz de Mete'yle tanışmıştık." Sadece telefon üzerinden görüntülü konuşmuşlardı o sırada Timur'un sorgusundan geçmişti. Timur o zaman da sorgulamıştı yine sorgulayacaktı, ilişkileri pek doğru değildi. "Mete bir yüzbaşı benim kızım da onun emri altındaki bir astsubay üstçavuş. Bu ast üst ilişkisini ilk kim suistimal etti? Peki ya Reşat Yarbay sen nasıl müsaade ettin?" Bu fırça çekmek değildi bu gerçekten merak ettiği bir şeydi ve kafasında oturtmak istiyordu. Kızını dinlemişti, söylediklerini biliyordu ama bir de onlardan dinlemek istemişti. Onca derdi yarayı tek başına kaldırmak zorunda kalıyordu bu konuda ise onun yalnız kalmasını istemiyordu.

"Baba öyle bir şey değil."

"Kızım bu sorunun muhatabı sen değilsin." Başını önce Mete'ye sonra Reşat Yarbay'a çevirdi, bir cevap bekliyordu. İlk cevabı Reşat'tan aldı. "Görevle özel hayatları arasına çizgi çektiler eğer ki aksi bir şeye şahit olsaydım birini başka time yollardım emin olabilirsiniz." Bu tatmin edici bir cevaptı ama asıl cevabı beklediği başka birisiydi.

"Bir suistimal yok ortada endişeniz olmazın. Rütbemi çıkarları için kullanacak biri değilim ben." Bunu bir defa yapmıştı o da Azra ile konuşmak içindi, o zamanlar reddedileceğini düşündüğünden konuşmamayı seçmişti, Mete de onu konuşmaya zorlamıştı ilk ve son defa orada kullanmıştı. "5 sene öncesine ayrıntı veremeyeceğim bir operasyona dayanıyor bizim mazimiz. Ölecekken beni kurtardı ve komutanına başkaldırıp yaptı bunu ki yapmasaydı şu an aranızda olmayacaktım. Hastaneye geldi ben çıkana kadar, başımda ağladı, dualar etti. O zaman olmaz desem de dinletemedim kalbime. Ayrı timlerde olsak da ast üst ilişkisi vardı aramızda aynı dediğiniz gibi, bu yüzden sustum. Bir gün timlerimiz birleşti ben daha çok sustum. Biz 5 sene dayanabildik, bir yerden sonra ne emir komuta ne ast üst ilişkisini dinleyebildi kalbimiz. O sevdi ben sevdim. Azra da biliyor yine olsa yine susardım ama o dayanamadı. İp o zaman kopmuştu zaten ben de temelli kopsun dedim." İçten konuşması odadaki herkesi etkilemişti, yanındaki kadın ona aşkla bakıyordu bunu fark etmemek aptallıktı.

"O kadar çok mu seviyorsun kızımı?"

"O benim yarım dünyam, çok seviyorum." Bilmiyorlar ki başına geçirilen ipi vuran kadın nasıl sevilmesin? Bilmiyorlar ki içimi, sözde değil özde sevdiğimi. Kara gözlerini sevdiğimi, siyah zülüflerine bittiğimi de bilmiyorlar. Seni nasıl sevdiğimi bilmiyorlar. Bilmesinler, sen bilsen yeter.

"Yarın bir gün birbirinizi tehlikeye atmayacağınız ne malum? Biriniz esir düşse ya da yaralansa akıllıca hareket edebilecek misiniz? Sana da soruyorum bunu Azra, sonunda ölüm olabilir." Bunu onlar da düşünüyordu, Reşat da düşünmüştü hep. Her şeye rağmen Mete en kötü anda emir komutayı bir astına devredip onun kararlarına uyuyor bunu akıl edebiliyordu, kriz anlarını yönetebiliyordu. Azra daha agresifti, zaten bunun sonucu ilişkileri başlamıştı, 5 sene öncesi emre uymadığı için bugün buradalardı.

"Azra'nın işkence gördüğünü biliyorsunuz." Bunu söylemek için izin istememişti ama Azra'nın rahatsız olmayacağını biliyordu en azından o kötü anları hatırlasa da bir işe yarayacak ikna edecekti babasını. "O halde operasyonun ortasındaydı ve ben ona ateş emri verdim. Kenarda oturabilirdi, sorumluluk verdim. Daha öncesinde ona ateş edenin peşinden gidebilirdim ama üsttekilerden izin çıkmadı ne gittim ne de izin verdim. Vermem de, ona ve ülkeme zararı olacak hiçbir şeye izin vermem." İşkence ve vurulmadan Azra'nın ailesi dışında sadece Reşat Yarbay'ın haberi vardı, diğerleri bilmiyordu yüzlerinde meraklı bir ifade vardı, o izleri görseler dayanamazlardı ki, Mete de dayanamamıştı, onun yerine kendi işkence görmek isterdi.

"Paintballda göğsünden vurdum onu bana izin vermeyip yanımda durmadı diye, yine de durdurdu beni. Yeşilleri giyince o emir verir ben yaparım, o çizgiyi ben aşmaya çalışsam da yüzbaşı izin vermiyor." Bilerek yüzbaşı demişti, askerlikle özel hayat arasına sert bir sınır çizdiklerini göstermek istiyordu.

"Sen ne diyorsun yarbay?"

"Dedikleri doğru ama bir tek hatalarını görsem görev yerlerini ayırırım Azra'yı başka time yollarım. Onun için büyük küçük hata demeden birbirleri yüzünden bir hataya düşmemeliler. Onun dışında ben sevgilerine şahidim, arkalarındayım içiniz rahat olsun Timur Bey." Bu cevaplar onu iyice tatmin etmişti ama yine de huysuz baba gibi durmak güzeldi, kızını veriyorken güle oynaya verecek değildi. Aynı evde yaşamıyor olduklarından normal babalardan bir tık daha rahattı ancak bu yine de kolay biri olduğunu göstermezdi, o kızı kolay kolay almamalıydı.

"İçkisi, sigarası, kumarı var mı oğlanın?" Kendi kızının içkisi sigarası vardı bir zamana kadar, artık ağzına sürmüyordu içkiyi. Sigarayı da azaltmıştı. Mete'de hiçbiri yoktu, işler tam tersine dönmüştü. "Hiç biri yok, içkiyi hiç sevmez. Kumar da oynamaz. Zaten hiçbirine vakti yok oğlumun."

"İkiniz de askersiniz evde pek olmayacaksınız biliyorum. Nerede yaşayacaksınız?" Bir soru da anneden gelmişti, kızının iyiliğini düşünüyordu. Böyle ayrıntılar önemliydi, konuşmak lazımdı. Düğünü sormadan bunu sormuştu nedense düğün sorusu kimseden çıkmamıştı ve iki âşığın işine geliyordu bu durum, iki güne evleneceğiz deseler kıyamet kopardı.

"Burada anne, boşa masrafa gerek yok zaten gidince 1 2 ay dönmüyoruz neden her şeyimiz tamken masraf yapalım?" İki aile için de makuldü bu söylemler. Para cepte kalacaktı ayrıca enerjilerini boş yere çeyize harcamayacaklardı, hazır bir ev varken yenisini kurmak lüzumsuzdu.

"Biz Azra kızımızı kendi kızımızdan ayırmadık ayırmayacağız da. Siz de oğlumuzu oğlumuz gibi seversiniz diye umuyoruz."

"Akif Bey ben daha kızımı vermedim size durun bakalım daha sevip sevmeyeceğime karar vermedim." Bunu çok sert bir şekilde söylememişti, kız evi naz evi havalarındaydı. Bu his karşıdakilere de geçmişti.

"Hangi takımlısın?" Kilit soruydu, Azra'nın aksine Ankaragüçlü değil de Beşiktaşlıysa büyük sıkıntı olurdu çünkü Mete Bursasporluydu. "Bursasporluyum, siz?"

"Ankaragücü, iyi bari düşman takım çıkmadın anlaşabiliriz bu konuda seninle." Yine bir sessizlik çöktü ortama, hepsi birbirine bakıyor pasta börek yiyorlardı. Çaylar bitince Azra iki bardağı eline alıp mutfağa gitti, Mete'nin bardağı doluydu ama ona yetişebilmek için yana yana o çayı hızlıca içip bitirdi, içi yanmıştı gerçekten. Dili sıcaktan erimiş olabilirdi. Bardağını alıp mutfağa götürdü ve tezgaha diğer bardakların yanına koydu.

"Şşt, sen ne güzel olmuşsun böyle hanım hanımcık." Parmaklarını zülüflerine götürdü, ona dokunabilmek armağandı sanki.

"Bir yakışıklı yüzbaşı tanıyorum kendisi bana siyah giymememi ve saçları salmamı söyledi ben de öyle yaptım. Olmuş mu gerçekten?" O yüzbaşı eriyip bitmişti de ailelerin yanında sesini çıkartamamıştı işte.

"Çok güzel olmuş, çirkin diyenin göz hastanesinden acilen randevu alması lazım." Eski günlere atıf yapmıştı, ona güzelsin demek yerine hep böyle cümleler kurardı şimdi özgürce konuşabiliyordu.

"Sen de çok yakışıklı olmuşsun," deyip çaydanlığı ocağa koydu, başını boynuna yaklaştırdı o kokuyu içine çekmek istemişti, boynundaki künyeyi dışarı çıkardı, çok özeldi onun için, parmaklarını yazıların üzerinde gezdirdi. "Ben sana yanaşayım diye böyle güzel kokuyorsan çok doğru strateji."

"Tüm oyunu bozdun şimdi." Gülmeye başladı ve yeniden başını ona çevirdi. "Bir aksilik çıkacak diye ödüm kopuyor Demir Leydi'm. Baban fazla tepkili davranıyor, sevmedi mi beni acaba?" İçten bir soruydu, bilmek en doğal hakkıydı, öncesinde bunu konuşmuş olduklarını tahmin edebiliyordu.

"Saçmalama ya, kız babası işte korkuyor benim için. Hem haklı koskoca yüzbaşı göz dikmiş askerine ne desin adamcağız?" Adamın da parmağı künyeyle buluştu, ona çok yakışmıştı Akıncı künyesi, Akıncı soyadı da öyle güzel olacaktı.

"Bak bir de masum masum konuşuyor gözümün önünde. Bana aşkını itiraf eden sen, tutkulu öpen sen, yatağa atmaya çalışan sen ama seni ayartan etik değerlere uymayan ben, vay be." Azra sevgilisinin dudaklarına bastırdı parmaklarını, içeride zaten ölüm sessizliği vardı, bunu duyarlarsa hiç iyi olmazdı.

"Sussana ya masumum ben, kandırdın beni seviyorum diye. Öyle bilsinler masum olan ben olayım." İçki içen ortalığı dağıtan aşkını itiraf eden ilişkideki her adımı atan Azra olmuştu Mete ise aralarındaki sevgiyi itiraf edip karşılık vermiş ve evlenme teklifi etmişti, yine bir terazi vardı ve Azra orada yine baskın geliyordu.

"Çok masumu oynama, birkaç güne ben senin yaramaz bir kız olmanı isteyeceğim." Kulağına eğilmişti bunu söylerken, bardakları tepsiye koyup içeri gitti. Azra öyle donup kalmıştı, onu büyülemesi saniyelerini alıyordu ve çok kolaydı.

Tüm ömürleri de birbirlerini büyüleyerek geçecekti, en azından bunu umuyordu. Aşkının karşılığını böylesine alacağını 1 sene öncesine kadar söyleseler inanmazdı, şimdi o vardı, yanındaydı ve ayrılmayacaklardı artık. Hasretin sonu vuslat olacaktı ve birkaç kurşun daha yemezlerse sonsuza kadar mutlu yaşayan bir hikayenin başrolü olacaklardı. Onunla mutlu son da mutsuz son da güzel olurdu, o varsa her şey güzeldi.

♟️

Oğlan bizim kız bizimmmm oğlan bizim kız bizim tey tey teyy. Mete Azra'ya evlenme teklifi etti hem de yüzükle değil künyeyle. Acilen gidip künye bastırmam lazımm

Yavrularım çok heyecanlı ve o kadar arzulular ki yerlerinde duramıyorlar. Biz artık durmak bilmeyen Mete Akıncı izleyeceğiz benden söylemesi o ateş hepimizi yakar.

Artık biraz gülme zamanı❤️

Bir sonraki bölüme kadar görüşmek üzere, hoşça kalın.

♟️Beni şu hesaplardan takip edebilirsiniz, videolu paylaşımlar ve bölüm alıntıları paylaşıyorum.♟️

 

İnstagram
Twitter
Tiktok
Wattpad

 

rubamsalepe

 

♟️

Loading...
0%