Yeni Üyelik
79.
Bölüm

31. "Sözümüz Söz"

@rubamsalepe

Bölüme oy verip yorum yapmayı unutmayalım❤️

İyi okumalar.

️♟️

Pazartesi günü iş başıydı, askerlere tatil pek olmazdı ama görev olmadıkça resmi tatillerini kullanabiliyorlardı. Bugün bir operasyon yoktu, karargahtaki işlerle ilgilenecekler oradan çıktıktan sonra da kız istemeye gideceklerdi. Bundan Enes, Göktürk ve Şebnem dışındakilerin haberi yoktu, zaten geriye Fırat ve Hakan kalıyordu. Yine de sıfırdan duyurmak istiyordu Mete, hepsinin işi bitince onları hangarda toplayıp konuşacaktı.

Revire yardım için yollanan Şebnem hangara doğru giderken elinde iki bardak teşekkür kahvesiyle gelen askerle oturmaya ve biraz sohbet etmeye karar vermişti. “Sağ olun astsubayım, siz olmasaydınız halledemezdik. Bu kahveyi de teşekkür anlamında getirdim.”

“Ne demek astsubayım, böyle zamanlarda birbirimize destek olmamız lazım her zaman çekinmeden söyleyebilirsiniz.” Eğer işi yoksa yardımcı olurdu, pansuman işleri birden üst üste gelip kalabalıklaşınca ona ihtiyaç duyulmuştu, birkaç görevli izinde olunca Deniz Astsubay ve Şebnem’e kalmıştı karargah reviri. Neyse ki sonunda diğer sıhhiyelere devretmişler görevlerini de bitirmişlerdi.

“Peki çekinmeden başka şeyler de söyleyebilir miyim?” Şebnem ne söyleyeceksin der gibi baktı gözlerine. “Müsait olduğunuz bir gün yemek desem?” Bir erkekle ilişki bazında konuşup bir şeyler yapmayalı uzun zaman olmuştu. Açıkçası şaşırmıştı, beklemediği bir hamleydi. Beklemediği bir şey daha vardı, arkadan “Deniz," diyerek yükselen o tanıdık ses. “Revirde işin bitti madem hangara neden geçmedin teğmen operasyon için iş bölümü yapıyor. Derhal oraya dön.” Sinirli yüz ifadesiyle parmağını ileriye çevirdi. Deniz Astsubay da emredersiniz deyip Şebnem’e kısa bir baş selamıyla veda edebildi.

“Sana yemek mi teklif etti? Kabul edecek miydin?”

“Size ne? Neden gelip karışıyorsunuz bize ya? Deniz Astsubay şimdilik askeriniz olabilir ama özel hayatına karışamazsınız adamın!” Tam da bunu engellemek için yollamıştı onu, görüntü kadar duyduğu teklif de canını sıkmıştı. Engel olamamıştı kendisine.

“Şebnem bizim bir geçmişimiz var ve bunu herkes biliyor.” Şebnem’in de rahatsız olduğu konu buydu, karargahta kimse Volkan korkusundan ona yaklaşamıyordu bile. Başkasıyla bir şeyler deneme ihtimali bile olmamıştı. “Komutanının eski sevgilisine yemek teklif edemez!” Aralarındaki mesafeyi azalttı ve oturduğu banka çöktü. “Hem askerimin başka bir askerlere ilişki içerisinde olmasını etik bulmuyorum, yalnızca senden kaynaklı bir tepki değil bu, Deniz Astsubay Gölge Timi’yle ortak operasyon yürüten timin üyesi, şimdilik benim emrim altında olan bir asker ve yaptığı doğru değil.”

“Bahane sunmayı ne zaman bırakacaksın?” Saygı ifadelerini bir kenara bıraktı, anladığı dilden konuşmak istiyordu. “Burada başka biri de olsa onu yine engellemek isterdin bilmiyor muyum ben bunu?”

“Madem biliyorsun neden yapıyorsun? Canımı acıtmaktan zevk mi alıyorsun?” Didişmekten başka bir şey yapabiliyor olsalardı şimdiye ayrı olmazlardı, yoruyordu ikisini de bu.

“Yine kavga mı edeceğiz? Volkan ben çok yoruldum. Tayin sürem gelsin yurt dışı görev talep edeceğim böyle olmuyor çünkü. Önüme her zaman duvarlar mı öreceksin?”

Duymak istemedi sözlerini, tayin olmasını istemiyordu. Bir yanı onu silip atmak istese de diğer yanı onsuzluğu imkansızlık olarak görüyordu.

“Ben duvarlar örmüyorum.”

“Az önce yaptığın neydi peki? Onca zaman sonra ilk defa bir yemek teklifi aldım ama sen gelip dağıttın her şeyi. Biz ayrılalı çok oldu Volkan.” Birinin gözlerinde öfke diğerinin gözlerindeyse kıskançlık vardı, dayanamamıştı işte hesap vermek zorunda mıydı?

“Beni terk edeli 7 ay 8 gün oluyor.” Burukça gülümsedi, bir an gözlerinin önüne gelmişti geçmiş. İçindeki o patlamaya hazır sinir bombası olmasa sonsuza kadar mutlu olabilirlerdi ama bizzat kendisi engel olmuştu buna istemeden de olsa.

“Ben seni terk etmedim ayrıldık biz," derken sözlerini düşündü, saymış mıydı her bir günü, 7 ay 8 gün olduğunu kendisi bilmezken Volkan biliyordu.

“Ayrılmak istiyorum dedin ben de kabul ettim, istemediğin bir ilişkide tutmak istemedim seni. Ben terk edildim.” İlk defa dile getirmişti bunu, tam da dediği gibi olmuştu. Şebnem çok da üzerinde durmayacaktı çünkü geçmişti.

“Ne fark eder geçmişte kaldı. Kalamıyorsa da kalması lazım, kendi ağzınla söyledin 7 ay 8 gün diye peki neden hâlâ oturmuş tartışıyor ve birbirimizin hayatlarına müdahale ediyoruz?” Parmağını ona doğru tuttu ancak dokundurmadı, frenledi kendisini temas etmek istemedi. “Sen neden benim hayatıma karışıyorsun Volkan bitmedik mi biz? Yetmedi mi bu kadar acı çektiğimiz? Bırak da hayatlarımızı yaşayalım güzelce.”

“Denemedim mi ben? Ben de bittim, gördün mü hiç? Öfkeme sığındım acımı oraya çevirdim hep. Sensiz hayat yaşamaya çalıştım ne oldu çıkıp geldin yine gözümün önüne. Ne kendi yoluma bakabildim ne de seni rahat bırakabildim.” Öfkesiyle sevgisi eşit derecede olan iki insandı onlar, bazen bir diğeri ağır basıyordu, bugün siniri yenen duygu sevgi olmuştu.

“Böyle gitmez ki. Yine aynı şeyler olacak bizden olmuyor. Olmuyorsa bırak başkalarıyla mutlu olalım. Beni mutsuz edeceğine başkasıyla mutlu olayım Volkan bana da yazık.” Son zamanlarda adamın aklında dönen senaryolardan biriydi bu, her düşündüğünde rahatsız oluyordu. Az önce onu başkasıyla görmeye katlanamamışken başkasını tamamen hayatına almasına dayanamazdı, yapamazdı.

“Deniyorum. Hangara giderken gelip yaptığıma bak. Duramadım olmadı işte. Senden nefret etsem de olmuyor bir şeyler 7 ay 8 gün geçse de değişmiyor.”

“Benimle de yapamadın ama. Senin sinirin hayatı zindan etti bize. Tek bir şey istemiştim senden onu da yapamadın. O öfkeni bir türlü zincirleyemedin sen. Olmuyor öyle mi, o zaman tutacaktın kendini. Bizi bu hâle senin bitmek bilmeyen öfken getirdi.” Saplamıştı hançerini oydukça oyuyordu, öfke dolu olması gereken gözler dolmuştu ikisinde de. Mavinin en güzel tonu şimdi o adama dolu dolu bakıyordu.

“Benim de kalbim var canım acıyor konuşma böyle.”

“Benim de acıyor. Sen acıtıyorsun. İzin vermiyorsun ki mutlu olayım.” O varken de yokken de mutlu olamamıştı, tekrar burada karşılaşmadan önceki süreçte yalnızken yine mutlu değildi. Güzel zamanlar da geçirmişlerdi, kavgaları o öfke sorunları olmasaydı her şey çok başka olabilirdi. Volkan ilişkide fazla bağlı olan taraftı, severken dokunmaya kıyamazdı ama sözleri can yakıyordu, kavgalarında öfke patlamaları yaşıyor bağırıp çağırıyordu. Şebnem buna daha fazla katlanamamıştı ve ilişkilerini bitirmişti. Yine de güzel günlerini özlüyordu, yine de ona olan nefretine rağmen içinde sevgi de vardı, bitmemişti, istese de bitemiyordu, Volkan her zaman kendini hatırlatıyordu.

“Ben de mutlu değilim. Bir başkasıyla olma ihtimalin bile beni mutsuz etmeye yetiyor.” Uzun zaman sonra bu kadar açık konuşabileceğini ikisi de bilmiyordu ancak dayanamamıştı, söyleseydi bir şey kaybetmezdi. Yine o kadından nefret edecekti terk edildiği için ama bir başkasıyla görmeye katlanamazdı, yine sevecekti ve yine engel olacaktı ona.

“Volkan yapma, yoluma çıkma.”

“Buraya dönen sensin, ortak operasyon yaptığım time gelen sensin ben değil.” Çeviriyordu lafı, onu engellemeden duramazdı, ona sataşmadan duramazdı, onu görmese yapamazdı.

“Bir yere varamayacağız yine anlaşıldı. Hangara gidiyorum ben komutanım müsaadenizle.”

“Benim de gideceğim yer orası, hayat bizi aynı yerlere götürüyor istemesek de. Önden git, daha fazla rahatsız olma benden.” Cevabı beklemeden ayrıldı yanından o gittikten sonra gidecekti, madem bunu istiyordu öyle yapacaktı.

Tüm tim ve Volkan hangardaydı ve Mete masanın baş köşesine oturmuş hepsine olanları açıklayacaktı. “Sancak Timi bugün bir işiniz varsa erteliyorsunuz.” Bilenler hafifçe tebessüm ederken bilmeyenler sebep sorguluyordu.

“Kızla buluşacağım komutanım çok mu önemli?” Kız kardeşinin nişanı olacağından habersizdi, duyunca çok sevinecekti.

“Sözümü dinlediğine değecek başçavuşum. Herkes bu akşam Azra’ya geliyor en güzel kıyafetleriyle. Önce kız isteyeceğiz sonra nişan yapacağız.” Bilmeseler de Hakan ve Fırat şaşırmamışlar gülümseyip sevinmişlerdi. Volkan da yanlarında oturuyordu, bu onu da sevindirmiş o da şaşırmamıştı. Bu çiftin arasında olumlu olan her şeyi bekliyorlardı o yüzden böyle şeyler şaşırtmıyordu onları. İlk itiraf zamanında da şaşırmamışlardı, şimdi de. Onları şaşırtacak tek şey ayrılık olabilirdi, o da mümkün değildi zaten.

“Hayırlı olsun komutanım, Azra hayırlı olsun evliliğe karşı bakış açıma siz dahil değilsiniz. Çok mutlu olun inşallah.” Fırat’ın tebriğinden sonra Hakan da aynısını yaptı, o buz dolabı gülümsemişti sıcacık. “Valla ne yalan söyleyeyim siz birbirinizden başkasıyla olamazsınız. Allah tamamına erdirsin, tebrikler.”

“Hep mutlu olun.”

Diğerleri ses çıkarmamıştı zaten biliyorlardı, bir kişi eksiklerdi, Orhan’ın her zaman oturduğu yer boştu. Bu akşam onu temsilen Meryem gelecekti. Konuşmuştu onunla ve çok mutlu olmuştu kadın. Erkenden gidip yardım etmeyi teklif etse de hamileye iş yaptırmak istemiyorlardı o yüzden buna karşı çıkmışlar, düşünmesinin yeterli olduğunu söyleyip açıklamışlardı durumu.

“Ee şimdi kim ne tarafı olacak? Valla komutanım kusura bakmayın zamanında çok operasyona çıktık ama Azra benim sırdaşım ben kız tarafıyım.” Şebnem’in bu laf atışına güldü yüzbaşı, onların arasındaki güzel arkadaşlığı seviyordu, samimilerdi ve birbirlerine zor zamanlarında kanat germişlerdi. “Ben erkek tarafıyım.” Karşısındaki kadına baktı onun olmadığı tarafta olacaktı, zaten Mete ile çok daha samimiydi.

“Biz devremle erkek tarafı olmazsak 50 tur tam teçhizatlı koşu yeriz hiç gerek yok komutanım.”

“Valla ben de bacımın tarafındayım kusura bakmayın.” Mete’ye gülücük attı Fırat, kendini affettirme adınaydı bu. Sonra ona Hakan da katıldı küçük bir tebessümle. “Ben de kız kardeşimin tarafındayım.” Böylece bir eşitlik olmuştu, Azra alışkanlık olarak başını Orhan’ın yerine çevirdi. Bomboştu, o olsaydı bacumun tarafiyim tabii ki derdi, yoktu, eksikliği hissediliyordu.

“O zaman akşama bekliyoruz buyurun gelin.” Mete başını müstakbel nişanlısına çevirdi. “Siz de çıkın Şebnem’le, anca hazırlanırsınız.”

♟️ Azra’dan ♟️

Hayatımın en heyecanlı günlerinden ikincisindeydim, ilki dündü ailelerimiz tanışmıştı, bugün ise beni istemeye geliyorlardı ve sözümüz kesilecekti. Çok heyecanlanan biri değildim normalde, bugün sanki kalbim yerinden çıkacak gibiydi, çıkartana da bakmak lazımdı aslında. Kalbimi hızlandırmak için elinden geleni yapan beni çok seven bir adama âşıktım, geç olmuştu ama güzel olmuştu her şey.

Elimde bir siyah elbise vardı, seviyordum böyle şeyleri ama benim aksime Mete bana renkleri yakıştırıyordu. Yine de siyaha karar vermiş zaten üç beş tane olan elbise zulamdan birini çıkartmış giymeye çalışmıştım. Çabalamaktan öteye gidememişti bu çünkü Şebnem diğer ucundan tutup çekiştiriyordu elbiseyi, bunu giymemem için bana baskı uyguluyordu. Bana kalsa siyah tayt siyah kapşonlu ile takardım nişan yüzüğünü ama sanıyorum bu pek de etik değil. Bence insanların görünüşüne göre yargılanması hele ki bu devirde yargılanması çok saçma bence, buna artık bir son vermeliyiz diye düşünüyorum. İnsanlar tayt ve kapüşonlusuyla her yere gidebilmeli.

“Sıçarım ağzına bak giyemezsin bunu. Bu gece siyah giyemezsin.”

“Başka elbisem mi var la bırak işte!”

“Dolabını kurcalayalım çıkar belki bırak şunu.” Kollarımı bir hamleyle kilitleyince elbisemi ona bırakmak zorunda kaldım, zaferi o kazanmıştı. Şimdi ne giyecektim ki şimdi ben?

“Heyecanlıyım diye karşı koyamadım sana yoksa reflekslerim iyidir bilirsin.” Altta kalmak istemedim ama bu kız göründüğünden daha da güçlüydü, tecrübe etmiştim bunu.

“Biliyorum.” Elbiseyi yatağa doğru fırlattı. “Dolabını açacak mısın artık?” Bir şeyler döndüğünün farkında olmamam için aptal olmam lazımdı. Bir şeyler çeviriyordu, ben de ağındaydım. “Ne çeviriyorsun acaba çok merak ediyorum Şebo.” Dolabın kapağını açtığımda gül kurusu bir elbiseyle karşılaştım, belden yukarısı üzerine oturan kalın askılı uzun bir elbiseydi, eteklerinin pileleri bile büyüleyiciydi. Üst kısmında işlemeler vardı, asla tarzım değildi ama bu elbiseye âşık olmuştum. Kim almıştı ki bunu böyle, beni bugünümde elbisesiz bırakmamıştı, ağlamamak için zor duruyordum şimdi.

“Annem mi almış? Çok güzel bu.” Hemen elime aldım elbiseyi. Üzerimde atlet vardı onu çıkartınca sütyenimle kalmıştım, aynaya doğru döndüğümde yaralarımı gördü, elbiseye baktığımda sırtım fazla açık olmasa da yaralarım fazla yukarıdaydı, gülen yüzüm soldu birden. Bu izlere bir türlü alışamamıştım, alışmak da istemiyordum. Her gördüğümde o lanet gün aklıma geliyor, o herif gözlerimin önünde beliriyordu. Lanet gibi bir şeydi bu kemer izleri, yok etmek için derimi yüzmek isterdim mesela ama mümkün değildi işte. Acıdan başka hiçbir işe yaramıyordu.

“Hiç düşünme onları kapatacağım ben şimdi, yakından bakılmadıkça anlaşılmayacaklar.” Yapabilirdi ama kökünden silemezdi, hiç silinmemişti ki zaten.

“Ben yaşadıklarımı hiç unutmuyorum ki anlaşılmasa ne olur? Yine ben görmüyorum sürekli ya Mete ne yapacak? Onun için de zor.” Her gördüğünde vicdan azabı çekecekti biliyorum, hiçbir suçu yoktu ama kabahati kendinde arayacaktı, neden geç kaldığını düşünüp duracaktı. Yapmamalıydı, suç onun değildi. Bizim hikayemizdeki asıl yaralı Mete’ydi, karnındaki kurşun izi silinmiyordu bir türlü ancak benim kendisinden beter hâle geleceğimi hiç düşünmemişti.

“Bunu mu konuşacağız şimdi, geç otur şöyle.” Kolumdan çekiştirip yatağıma oturttu beni. Elindeki malzemelerle sırtıma kapatma işlemini yaptı, uzaktan anlaşılmayacaktı dediği gibi. Elbiseye bulaşmaması için elbisenin kapatacağı yerlere sürmemişti. “Bak ne güzel oldu hiçbir şeyin yok.”

Elbiseyi giymemi işaret edince yaptım dediğini. Fermuarıma da arkadaşım yardımcı olmuştu. İlk defa hoş geldim gözüme uzun zaman sonra, esmer tenime çok yakışmıştı gül kurusu. Saçlarıma maça yapıldı, onları arkaya atınca birkaç tel tokayla öne gelmesin diye tutturduk. Makyajım da kıyafetime uyumluydu, ağır değildi gül kurusu rujum göze çarparken yine benzer tonlardaki farım ayrı hava katmıştı. Aynaya baktığımda kendim değildim sanki, çok güzeldim, kendimi nadir beğendiğim anlardan birindeydim ve bu defa güzel olmuştum gerçekten.

“Mete de beğenir mi ki?”

“Bence seni görünce en acilinden nikah memurunu çağıracak ben sana söyleyeyim. Çok güzel oldun arkadaşım.” Saçlarımı bozmadan sarıldı bana, bugün acı yoktu bugün mutluluk olacaktı herkes için, her şeyi geçmişte bırakacaktık.

“Annene de görün bir.” İçeri gittiğimde de Şebnem hazırlanmaya başladı. Miray antrenmanı bitince gelip yetişecekti, birazdan da Meryem gelecekti. Tüm dostlarım yanımda olacaktı.

“Nasılım?”

“Bizim kız mı bu Türkan? Ağlayan bir adam değilim ama zor duruyorum şu an çok güzel olmuş.” Annem onun aksine ağlıyordu bile, gelinlik bile değildi ama beni ilk defa böyle bir elbiseyle görüyordu. “Vermesek mi kızımızı? Çok güzel olmuş kurban olduğum yavrum.”

Geri çektim kendimi hemen. Vermesek lafına yapmıştım bunu, öyle bir ihtimal yoktu, takur tukur vereceklerdi beni. “Valla kaçarım ya, anne bak olmaz.”

“Çok güzel olmuşsun annem, nasıl da güzel yakışmış sana. Siyahlara hapsettin kendini sana renkler yakışıyor.” Eteklerimi tutup iki yana salladım kendimi, sanki yeni elbise alınmış 4 yaşındaki kız çocuğu gibi sevinmiş anne babama sevimlilik yapıyordum.

Babam da sarıldı sıkı sıkı, alnıma öpücük bıraktı başımı şefkatle okşadıktan sonra. Anneme dönüp bir baş işareti yapınca göz yaşlarını silip masaya koyduğu kutuyu uzattı ellerime. Anneannemden kalan elmas küpeler içindeydi, tek çocuk olduğumdan bu küpeler bana kalmıştı ancak bu gece için bana hediye edileceğini bilmiyordum, düğünde vermeyi bekleyememiş şimdi vermişti küpeleri.

“Anne ama.” Ağlamadım makyajım akarsa çirkin gözükürdüm, tuttum yaşlarımı. Sımsıkı sarıldım yeniden aileme. “Teşekkür ederim çok güzeller.”

“Bende durduğundan çok daha güzel duracak sende güzel kızım.”

Çok beklemeden Meryem geldi, karnındaki hafif şişlik onu olduğundan daha güzel göstermişti, parmağında asla çıkarmadığı alyansı vardı, yanı boştu, Orhan yoktu artık. Bugün Orhan’ın da burada olması için çok şeyimi feda ederdim ama kardeşimi kurtaramadığımdan burada değildim. Elvan’ı da davet etmiştim ancak o da gelememişti, bazen her şey istediğimiz gibi olmuyordu işte.

Meryem’in peşinden de Fırat abim ve Hakan Teğmen gelmişti, kız tarafı olarak Metelerden önce gelmek istemişlerdi.

“Abim, bu ne güzellik ya? Maşallah nazar değmesin.” Beni hep el üstünde tutardı, öz abim olsa anca bu kadar olurdu, benim için çok başkaydı.

“Valla Azra çok güzel olmuşsun.” Her zaman bana laf sokan adam bile iltifat etmişse gerçekten güzel olmuştum. Gülücüklerim eşliğinde içeriye girdiler. Kapı tam kapanacağı sırada bir el girdi araya. O eli çok iyi tanıyordum, öyle kolay açmayacaktım.

“Açsana kızım kapıyı.” Ezberlediğim sesi işittim, azıcık itelese açabilirdi kapıyı ama onayımı bekliyordu. Birkaç güne burası onun evi olacaktı, anahtarımı onun anahtarlığına takacaktım ve biz bir aile olacaktık, rüya gibiydi.

“Olmaz bey babam kızar," dedim gülerek, onu sinir edip süründürmek hoşuma gidiyordu çünkü beni yıllarca süründürmüştü beyefendi. 5 senenin acısını ara ara çıkarmaya devam ediyordum. Sonuna kadar haklıydım, hak etmişti.

“Cama tırmanırım ben ama anam babam tırmanamaz. Aç hadi kapıyı.” Tırmanırdı, yapmışlığına şahit olmuştum.

Başımı babama çevirdim, açayım mı diye işaret ettim, o da başını sallayınca açtım bu defa, Hatan Teğmenlerin peşine gelmemiş olsalardı daha da bekletecektim.

“Hoş geldiniz buyurun," diyerek babam karşıladı misafirleri sözleriyle, en başta ben duruyordum, Mete ellerindeki kırmızı gonca gülleri uzattı bana, aşkın rengiydi, bana olan aşkını dile getiriyordu böylece. Ben daha âşıktım haksızlıktı bu ama.

“Hoş bulduk," diyerek içeri giren Akif baba oğlunu kolundan çekiştirip içeri soktu, dalmıştı bana bakarak, gerçekten de güzeldim anlamıştım onun ifadesinden, çok şapşaldı şu an. Çok güzel olmuşsun diyerek dudaklarını oynattı. Anne babalarımızın elini öpüp içeriye geçtik. Feride abla, Reşat Yarbay, Enes, Göktürk ve Volkan Üsteğmen de peşlerinden girmiş kadro tamamlanmıştı. Miray antrenmandan çıkıp yetişecekti, isteme sırasında burada olacaktı.

Herkes yerlerine geçmiş arkasına yaslanmıştı, bir sessizlik oldu. Birinin muhabbete girmesini bekleniyordu. Klasik bir giriş vardı. “Eeee daha daha nasılsınız?” Sorusunu soran kişi Zümrüt anne olmuştu, herkes heyecanlı ve gergindi en çok da ben. Yanımda oturan yakışıklının da benden aşağı kalır yanı yoktu.

“İyiyiz Zümrüt Hanım siz nasılsınız?”

“Biz de iyiyiz.”

“Siz nasılsınız Reşat Yarbay?” Bu soru da babamdan gelmişti, bu klişe gerçekten de yaşanıyordu. O ânın stresiyle yapıyorlardı bunu, inşallah sonu güzel olacak tatlı bir stresti. “İyiyim ben de.”

Süleyman Paşa’nın da gelmesini istemiştik ama son anda üstteki komutanlarla toplantısı çıktığından gelememişti.

Şebnem’le beraber kahve yapmak için mutfağa gittiğimizde eşofmanlarıyla antrenmandan gelen Miray da aramıza katıldı, geç kalmamıştı ama hazırlanamamıştı da. Çok komikti hepimiz böyleyken onun bu halde olması. Kıyafetini değiştirmeye vakti olmasa da yanında getirmişti, fotoğraf çekineceğimiz zaman üzerini değiştirecekti.

“Azra bu ne güzellik öldüm ya.”

“Hoş geldin Türkmen Kızı.”

“Ya teşekkür ederim canım benim.” Ocağa baktım, herkese yetecek kadar kahve yapıyorduk bunun için küçük tencereyi kullanmıştık. Bir kere karıştırıp Şebnem’e devretmiştim kahveleri, kısa sürede de kaynamış bardaklara konmuştu.

“Tuz muz atmam ben bak, zaten çilemi çekiyor bir de tuzlu kahve içmesin benim Mete’m.” Sözümü ikiletmemişler tuzdan olabildiğince uzak durmuşlardı, aile büyükleri ve Mete’nin kahveleri bir tepside kalanı da iki tepsiye konmuştu. Ben aileler için olan tepsiyi alınca kalan tepsileri de kızlar alıp salona geçtiler.

Önce aile büyüklerine verdim kahveleri en sona Mete’yi bırakmıştım. Ateş ederken asla titremeyen milim kıpırdamayan ellerim titriyordu heyecandan. Müstakbel nişanlımı bu gülümsetti çünkü elimin sadece onun için titrediğinin farkındaydı, onu görünce elim ayağım birbirine giriyordu ve biliyordum ki bu sadece başlangıçtı. “İç de gör gününü abi.” Sesi geldi yan taraftan, Göktürk kıkırdayarak söylemişti, ortam bir anda ısındı herkes gülmeye başladı, normalde koşu cezası verirdi Mete ama iyi günündeydi vermedi.

“Tuz yok Sayaç hayallerini yıkmış gibi olmayayım da.” Kahvesinden bir yudum alan Mete söylemişti bunu, benim gitmemi beklememişti bile. Teşekkürler dedi yine dudaklarını oynatarak. Öperim o dudakları ben, öyle güzel teşekkürler demesi tamamen haksızlık.

“Tüh be videoya çekecektik, devrem başka zamana artık.”

“Lan geri zekalı başka zaman neden sözü olsun bir defa oluyor ya.” Kolunu dürtükledi patavatsızlığından. “Çenen çıksın gerçekten kardeşim,” diye de ekledi. Tepsiyi bırakıp Mete’nin yanına geçtim, kokusu burnuma değiyorken etkilenmemek çok zordu, kendimden geçmemeliydim en azından şimdilik. Kızlar da o sırada kahveleri dağıtmaya devam ettiler. Şansına değil de benim ayarlarımın sonucuna göre Miray Hakan Teğmen’e kahve uzatmıştı, teğmen teşekkür ederek almış gözlerine bakmamaya dikkat etmişti. Şebnem de Volkan Üsteğmen’e kahve uzatmış göz göze gelmişlerdi, ne olduğunu bilmiyordum ama o bakışların altı boş değildi, öğrenirdim nasılsa. Hepsinin başını bağlayacaktım ben bu yüzüğü takıyorsam onlar da takacaktı. Hoş ben de daha takmamıştım ama bu birazdan takmayacağım anlamına gelmiyordu.

Sessizliği Akif babanın boğazını temizlemesi bozmuştu, klasik bir giriş yapacaktı. “Sebebi ziyaretimiz malum. Oğlum Mete ile kızımız Esma...” Başını Mete’ye çevirdi, dili sürçmüştü ve bu Sancak Timi’ni güldürmüştü, ben Esma adıyla göreve çıkmıştım ve dili sürçe sürçe o şekilde sürçmüştü. “Azra babam, Azra.” Gülsem ayıp olur muydu, çok tatlılardı şu an baba oğul.

“Kusura bakma kızım. Kusura bakmayın. Ne diyordum oğlum Mete ile kızımız Azra birbirlerini sevmişler, aileleri olarak da bize yuvalarını kurmak düşer. Yine de usulen sormak gerekir. Allah’ın emri peygamberin kavliyle kızımız Azra’yı oğlumuz Mete’ye istiyoruz.”

Babam için zor bir cevaptı bu ama vermesi gereken cevabın da farkındaydı. Bana baktı, heyecandan ölecektim sanki. Ver beni baba vallahi çatlayacağım heyecandan. Anneme baktı, hem mutlu hem de biraz hüzünlüydü, çok ani olmuştu bu onun için, bilmiyordu ki daha büyüğüyle karşılaşacaktı.

“Kızım sen ne dersin? Seviyor musun Mete’yi?”

Diğer kızlar gibi hiçbir zaman olmamıştım, kendim gibi davranacaktım yine. “Valla seviyorum baba.”

“Seviyormuş duydunuz.” Soluklandı derin derin, bir cevap vermesi lazımdı. “Bize de yuvalarını kurmak düşer. Kızımı size emanet ediyorum, Allah tamamına erdirsin,” diyerek verdi beni. Bir baba için en zor anlardan biriydi, kızını vermek her babaya zor gelirdi.

Bunun üzerine herkes ayağı kalktı ikimiz de anne babalarımızın elini öptükten sonra yan yana boş alana geçtik, herkes bizi görebiliyordu ama benim gözüm ondan başkasını görmüyordu. Kalbim delicesine çarparken parmağıma takılacak o yüzüğün içinde onun adının yazıyor olması çok özeldi. Yüzükler takılacaktı şimdi, tepsi üzerine konan iki alyansı tutan Miray olmuştu, kurdeleyi kesecek kişi de benim özel isteğiyle Meryem olmuştu, belki gelenek göreneklere uygun değildi ama kardeşimi yanımda hissetmek istemiştim, o da Meryem ve karnındaki bebekle mümkündü.

“Bugün burada yuzukleri takacağuk, sevda çukurine düştun mi çikmasi çok zordur, zate çikmamak da en eyisidur. Ben onlarun nasil sevdaluk ettuklerine şahidum. Hayirlisiyla tamamune ersun, Allah hiç ayirmasun.” Son cümlesi hepimize dokunmuştu, onun ve bebeğinin kaderine ayrılık yazılmıştı. Meryem yüzükleri ikimizin parmaklarına geçirdi ve makası aldı tepsiden. “Hayirli uğurli olsun,” diyerek kesti tam ortadan. Bir alkış sesi yükseldi aileden sonra ikimiz birbirimize baktık, Mete gözlerime hapsetti elalarını, bir bataklığa düşmüştük ama aşk bataklığı nasıl güzeldi nasıl güzeldi. Parmağımdaki alyansa baktıktan sonra sarıldık birbirimize ardından yanaklarımdan öptü, tebrikti bu. Böyle yanaktan öpmek normalde onu hiç mutlu etmese de şimdi dünyanın en mutlu adamı gibiydi, dudaklarından öpmem için biraz beklemesi lazımdı.

“Doblo satışımız hayırlı uğurlu olsun devrem,” dedi benden ayrılırken, daha çok güldüm, hiç alışık değildik böyle öpmelere. “Eyvallah,” dedim, aldığım en güzel dobloydu Mete, biner biner sürerim artık esprisini yapacakken ne anlama geldiğini fark ettim, sustum. Fazla bel altıydı, aile içinde söylenemezdi.

Aileler yerlerine oturdu gençler de masaya geçtiler şimdi daha rahattılar, biz de rahattık artık, düğün tarihini söylemedikleri için böyleydik, birazdan kıyamet kopacaktı.

“Abi bu kurdeleyi yutunca mı evleniyorduk. Birazını versene bana belki Zeynep’le yakında evlenebilirim.” Zeynep gelmek istese de acil çıkan görevi yüzünden gelememişti sözümüze, bu garip de evlenmek istiyordu ama işte zalim elti adayım isteksizdi. Daha vakti değil gibi düşünüyordu.

“Yok öyle bir şey hurafe bunlar güzel kardeşim. Yok sana evlilik.”

“Yok ya Enes haklı ben de duydum böyle bir şey. İki parça kesip birini Miray’a birini de Şebo’ya yutturayım bari.” Üzerime dikilen iki çift gözden fazlasıydı, Volkan Üsteğmen ve Hakan Teğmen de bana bakıyordu ve bunu duymak canlarını sıkmış gibiydi. Siz benim kızlarımı üzerseniz ben de sizi üzerim beyler, benden rütbeli olmanız komutanım olmanız bir şeyi değiştirmiyor, hele ki az önce bir diğer komutanımla yüzük takmışken asla değiştirmiyor.

“Size de Mete versin neden diktiniz gözlerinizi üzerime ya? İki bunlara vereceğim kalanını abime vereyim anca yeter ona.” Neden baktıklarını herkes iyi biliyordu da dile getirmek istemiyorlardı, farklı olaylardan benzer şeyler yaşıyorlardı ama sonuca ulaşamamışlar arada kalmışlardı.

“Ben dikmedim.”

“Ben hiç dikmedim.”

“Bakmayın lan nişanlıma dik dik alırım ayağımın altına sivildeyiz komutanlık taslayamazsınız ona.” Nişanlım lafı bir adamın dudaklarına ancak bu kadar yakışabilirdi.

“Mete abi kıza şöyle pat diye söylemesene kalpten gidecek bak kızardı.” Miray’ın dediğini hissettim bile ateş basmıştı, ayıramamıştım gözlerimi ondan, tam öpmelikti ama etraf çok kalabalıktı. İki dakika mutfağa kaçırsaydım ya onu her şey düzelecekti sanki.

“Çay demini almıştır ben bakayım.”

“Kız sen dur biz hallederiz Şebnem’le.”

“Miray ben hallederim,” dedim kaşlarımı havaya kaldırarak, sessizce yerine çöktü, ben de kalkıp giderken nişanlımın omzuna dokundum, çay koymaya gidiyorum gel demek için daha fazla konuşmama gerek yoktu. Hemen peşimden Mete gitmişti, ailelerin fark etmediği masada oturan herkesin de farkında olduğu bir andaydık, umurumuzda değildi ikimizin de.

“Çok güzel olmuşsun sevgilim,” diyerek beni tezgahla bedeni arasına sıkıştırdı, bir eli tezgahtayken diğeri boynumdaydı. Nefesimi kesmesi haksızlıktı, böyle dibimdeyken daha öteye gidemediğimden deliye dönsem de çok az kalmıştı biliyorum. Ona doyabilecektim artık ve sadece birkaç gün kalmıştı buna.

“Sen de çok yakışıklı olmuşsun, neyse ki artık parmağında yüzük var, başkası bakamaz sana.”

Dudaklarını alnıma bastırıp geri çekildi, tekrar gözlerime baktı, bu renk ve modelle beni çok beğenmişti, anlıyordum bakışlarından, düşüp bayılacak gibiydi aynı benim gibi. Gözünde hep güzeldim biliyorum ama şimdi ayrı beğenmişti beni. Kulağımdaki küpeler çarptı gözlerine, bana kulaklık işlevli küpeler vermişti elleriyle, şimdi nişanımız için çok daha güzelini takmıştım, daha güzelini de alırdı bana ben istemesem de alırdı, beni mutlu etmek için her şeyi yapardı. Ben de onun için her şeyi yapardım, bu adam en güzelini hak ediyordu, böylesine seven bir adama istediğini vermemek büyük haksızlık olurdu.

“Nişanlım var artık. Birkaç güne de karım olacak. Kendimi zor tutuyorum çok güzelsin.” Gözlerimi onunkinden bir an dahi ayıramıyordum aynı onun gibi, büyülüydü sanki, her baktığımda ayrı bir etki bırakıyordu bende.

Zor tutuyorum kendimi demişti, böyle şeyleri daha açık konuşmaya başlamıştı. Rahatlığı iki gün sonra basacağı nikahtan geliyordu ve daha önce onun üzerine giden ben utanıyordum garip bir şekilde ama buna rağmen ondan daha fena haldeydim. Yine nişanlım demişti üstüne üstlük karım da demişti, o dudaklar bunu söylemek için vardı sanki. Kapıya doğru baktım, gelen giden yoktu. Arkamdaki tezgahtan destek alıp dudaklarından öptüm yavaşça, bunun yavaş olmamasını istesem de rujumun dağılmasını aileme açıklayamazdım, Mete hiç olmazsa dudaklarını yıkayabilirdi ama benim tüm makyajım bozulurdu.

Her öptüğümde ayrı kelebekler dolanıyordu ruhumda, onunla birlikte olduğumu en çok dudaklarını öperken hissediyordum ben ve kollarına teslim oluyordum. Hiç kimseye teslim olmayan ben bu adam için gemi donanma ne var ne yok hepsini ateşe veriyordum, tek zaafımdı vatanımdan sonraki. O benim Türkiye’mdi, vazgeçilmezim olmuştu bir anda. Biliyordum ki o da bana teslim olmuştu, her şey karşılıklıydı, delicesine âşıktı bana çok belliydi bu.

“Delirtiyorsun beni be adam, dur artık.” Nefeslerimiz birbirimizin tenini okşuyorken mesafe koymak fazlasıyla zordu, durmak daha da zordu. Onun sınırlarını zorlamayı seviyordum ama iki güne sınırı yerle bir olacak kaçacak delik arayıp bulamayacak da bendim.

“Çok güzelsin çıldıracağım,” diyerek yeniden öptü beni. “Gözlerin çok güzel.” Bir daha öptü, konuşmama fırsat vermedi aynı nefes almama fırsat vermediği gibi. “Dudakların... Aklımdan çıkmıyordu zaten uyku uyutmaz bu dudaklar.” Başımı iki elinin arasına aldı, bakışlarında gizlediği tutku biz yalnızken ortaya çıkmıştı. “Bu kıyafet çok yakışmış, renkler sana yakışıyor. Gözümü alamıyorum senden.” Yeniden bastırdı dudaklarını çok beklemeden geri çekildi, rujum dağılmamıştı, yansımamdan gördüm bunu, sorun yoktu, onda da bir şey yoktu şanslıydık bu defa ortada delil bırakmamıştık.

Madem beni öpünce mutlu oluyordu ben de mutlu olduğum şeyi yapıp başımı Mete’nin boynuna yerleştirdim yeniden, kokusuyla ciğerlerimi doldurdu, fazla mutluydum, onunla hep mutluydum ki aksi o varken mümkün değildi.

“Mete bu büyü bozulmaz değil mi? Ödüm kopuyor bi...” Parmaklarını dudağıma götürüp kapadı “Şşş,” diyerek. “Aklından bile geçirme, duydun mu beni düşünmek yok. Sadece mutluluğun tadını çıkaracağız.” Olumsuz bir şey düşünmeme bile izin vermiyordu nişanlım, demek ki kocam olunca ayaklarım yerden kesilecekti.

“İçeride kıyamet kopacak birazdan biliyorsun değil mi sevgilim?” İlk engelimizle karşılaşacaktık, iki güne nikah kıymak iki ailenin de gelenek göreneklerine uymuyordu ama sonunda bizi anlayacaklardı, en azından ben böyle umuyordum.

“Kopacaksa senin için kopsun. Benim içimde kopan kıyametlerin yanında bu ne ki?” Ona bu denli etki edebilmek hayal gibiydi, o beni sevmiyor diye rakı masalarında ağlarken benim için yanıp tutuştuğunu söylediği aşamaya geçmiştik. O ateşte yalnızca kendisi kavrulmuyordu, ben de onun gibiydim, fena haldeydim.

“Senin de libidonun maşallahı var yüzbaşım, buradan Bursa’ya yol olur.” Elimi göğsüne yerleştirip geri çekildim, yeniden elalarına baktım. Zamanı 2 gün ileri sarmak istesem de bu mümkün değildi maalesef.

“Senin libidoyu da gördük, temennim daha fazlasını 2 gün sonra görmek.” Benim aklımı okuması haksızlıktı, onun için delirdiğimi bilmesi bazen canımı sıkıyordu. Parmaklarını yavaşça belimden aşağıya doğru indirdi, fazlasını istiyordum, durmamasını o kadar çok istiyordum ki gözlerimin kapanmasından da bu belliydi ama hiç yeri değildi. Beni delirtmek istiyordu daha fazlası mümkünmüş gibi.

Gözlerim kapalıyken kulağıma eğildi, fısıltısı gıdıklanmama sebep olmuştu ama açmadım gözlerimi. “Bizi neler bekliyor dinlemek ister misin?” Bedenimi kendisine doğru çekti kalçamdaki eliyle, içimi bir titreme aldı ama dışarıdan nasıl gözüktüğümü hiç bilmiyordum. “Ya da vakti gelince görmek mi istersin?” Onun dudaklarından böyle şeyleri duymak beni tahrik ediyordu ama fazlasını da yaşamak istiyordum. Amına kodumun nişanı yüzünden fazlası yoktu. Sinirlendim işte direkt nikaha geçsek ne olurdu ki?

“Biri görecek şimdi rahat dur.” Sözleri zor çıktı dudaklarımdan, elini bileğinden kavrayıp önüme doğru çektim. Fazla tehlikeli sularda yüzüyordu gözümüzü karartacağımız anda değildik. “Şu tepsileri bardakları al götürelim kapıya kadar sonra bizimkiler dağıtır. İçsinler çaylarını biz de güzel güzel konuşalım nikahımızı.”

“Kaç bakalım kaç, nereye kadar kaçacaksın?” Tepsiyi alıp içeride Enes’e verdi, o da misafirlere dağıttı. Koyu sohbet devam ediyordu çaylar içiliyor aileler iyice kaynaşıyordu. Konu dönüp dolaşıp düğüne gelmişti, kız tarafı şunu erkek tarafı bunu yaparlar konuşuluyordu, bu noktada devreye girmek zorundaydık, Mete’yle beraber boş sandalyeye geçtikten sonra ailelerin konuşmalarına dahil olduk.

“Yaza doğru yaparız düğünü, haziran sonu çok güzel olur diye düşünüyorum ben. Sen ne dersin dünürüm?” Annem Zümrüt anneye söylemişti bunu, o da heyecanla karşılamış onay vermişti, haziran sonu uygundu onlar için, hazırlıklar anca tamamlanırdı ve akraba kolu komşu da gelirdi, öyle düşünüyorlardı. “Valla çok iyi düşünmüşsün çok da güzel olur. Ya siz çocuklar, siz nasıl istersiniz? Size uyar mı?”

Bunun cevabını vermek zordu, birbirimizin gözlerinin içine bakıp kıyametin kopacağı sinyalini verdik. Bir sessizlik oluştu bizden yana.

“Hayırdır kızım istemiyor musunuz fazla mı erken?”

“Yok öyle değil.” Ben kıvranmaya başlayınca bu defa söz nişanlıma düşmüştü. “Biz hemen evlenmek istiyoruz.” Pat diye söyledi, içinde tutamamış alıştıra alıştıra da söylememişti, kıyamet birden kopup bitsin istedi.

“Ne? Olmaz öyle şey. Ben kızımı vermem öyle hemen.”

“Ben de oğlumun hemen evlenmesini istemem alelacele, ne zorunuz var?” Farklı bir şey ima etmemişti kimse, normal şartlarda hamile misin soruları gelirdi ancak kimse bunu bizden beklemiyordu, başka bir cevabı vardı sorularının ancak ne olduğunu bilmiyorlardı.

“Biz 5 sene bekledik zaten daha fazla neden bekleyelim ki? Canımızı ortaya koyuyoruz her gün, ne zaman bir kurşunun tenimizi delip geçeceği bilinmez, ölüm var ve biz ayrı kalmak istemiyoruz artık beklemek de istemiyoruz.” Çok geçerli sebeplerimiz vardı, ailelerimize de mantıklı gelmişti bu ancak kabul edecek değillerdi, çok erkendi onlara göre.

“Düğün de istemiyoruz zaten bir nikah bitti gitti. Burada yaşarız kurulu ev mis gibi.”

“Kızım beni delirtmeyin yangından mal mı kaçırıyorsunuz? Kolu komşu akraba gelecek düğününüze!” Ona destek çıkan bu defa Akif baba oldu. “Bursa’dan akrabalar gelecek, olmaz katiyen.”

“Akrabalar eğlensin diye biz ayrı mı kalacağız? Sırf onlar eğlensin hoş vakit geçirsin diye biz 5 sene beklememiş gibi mi bekleyeceğiz. Ölüm var baba ölüm. Biz bunu en acı şekilde öğrendik.” Mete’nin gözü hafifçe Meryem’e kaydı, gerçekten de öyleydi. Bu ölüm olmasaydı her şey vakitlice olurdu ancak ölümden biraz bile korkmayan biz birbirimizi kaybetmekten delicesine korkuyor olmuştuk. Orhan gidişiyle bize çok şey öğretmişti, hiçbir şeyi ertelememeyi.

Son sözüyle biraz daha sakinleşmişti aileler, sözlerini daha da tartarak konuşacaklardı. Yine de erkendi onlar için, sözlerim bunu değiştiremiyordu.

“Tamam haklısınız ama daha...” diyecek söz bulamadı annem, ölüm vardı gerçekten sözünü tamamlamadan önce yüzüme baktı hüzünle, muhtemelen aklına sırtımdaki kurşun yarası ve izler gelmişti çünkü o konu açılmadığı sürece böyle acı bakmıyordu bana, tamamlayamadı sözlerini. Ölebilirdim aynı Orhan gibi şehitliğe ulaşabilirdim, ölümün sürekli benim hayatımda olduğunun farkına daha da iyi varmıştı. Bana baktı yeniden, sırtımdaki izler bir boyayla silinmiş olsa da kolumdaki sıyrıktan kalan küçük silik izler gözlerinin önündeydi ve bunu net bir şekilde görebiliyordu, oraya bakıyordu. Tahminim doğru çıkmıştı yaralarımı düşünüyordu.

“Ölüm var," dedi beni tekrarlayarak. “Dayanamam bir daha söylemeyin öyle şeyler.”

“Senin duymak istemediğin bizim gerçeklerimiz Türkan anne, biliyorum iki taraf için de çok hızlı bir karar bu, tanışmanız bile öyle oldu bu daha hızlı geldi size sonuna kadar haklısınız ama ikimizin o kadar çok yarası var ki. Biz gidip haftalarca aylarca dönmüyoruz ve dönebilecek miyiz bilmiyoruz bunu. Her günümüz yarını çıkaracak mıyızı bilmeden geçerken ayrı kalmak istemiyoruz biz. Hem düğün de yapamayız, kardeşimizi bu kadar yeni kaybetmişken anısının üzerine eğlenemeyiz içimize sinmez bu. Müsaade edin onca zorluğun üzerine yüzümüz gülsün artık.” Kolunda elim vardı ona destek oluyordum, onun dediği her şeye katılırken bir yandan da hayranlık besliyordum ona karşı.

Yarası vardı, bizzat ben temizleyip dikmiştim. Yaram vardı kollarındayken açılmıştı o delik, sırtımdaki o siktiğim kemer izlerine kendi elleriyle pansuman yapmıştı. Biz kalbimizin yaralarını sararken bir yandan da fiili olarak yaralarımızı sarıyorduk. Bu bile ayrı kalmamamız için bir sebepti aslında.

“Oğlum böyle de söyleyince...” Babamın içinden küfrettiğini biliyordum da ayıp olmasın diye sessizdi şimdi. “Ne diyeyim ki ben bu sözün üzerine?”

“Hiçbir şey bizim istediğimiz gibi olmasa da sizin istediğiniz gibi olsun annem, biz yanınızdayız siz mutlu olun yeter ki.” Zümrüt anneden de destek alınca geriye aksi bir ihtimal kalmamıştı, izni almıştık ve korktuğumuz kadar büyük bir kıyamet kopmamıştı. Yanımdaki adam varken mümkün değildi zaten. Mete her şeyi hallettiği gibi bunu da halletmişti. Elini attığı her meseleyi düzeltiyordu, büyülüydü sanki ya da ben rüyadaydım bilmiyorum. Muhteşem biriydi ve o benim nişanlımdı, yakında kocam olacaktı.

“Oh be valla kurdeşen döktüm şurada, teşekkürler desteğiniz için.” Ailelerimizden de onayı almıştık, bizim için en güzel gün geliyordu artık, mutluyduk ama bu mutluluğun tacı eksikti, onu da iki güne halledersek kavuşuyorduk nişanlımla.

♟️

2 Gün sonra

Hangi yılın hangi ayı hangi günü bilmediğim bir tarihteyiz. Dağda vakit geçirirken günler birbirine girer zamanın nasıl geçtiğini anlayamazdık şimdi de öyle bir durumdaydım. Dağda değil odamda yaşıyordum bunu. Mete’min eşyalarının yerleştiği yatak odamızda hangi zaman diliminde olduğumu bilmeden hazırlanıyordum.

Ölümün ensemde bekleyip sürekli fısıldadığı belirsiz hayatımda tek belirli olan oydu ve bugün bir şeyi daha belirleyecektik beraber, hayatlarımızı birleştirecek her şeye meydan okuyacaktık el ele. Acılarımızın üstesinden beraber gelecektik.

O tavana asılmış ölüm urganına ateş ettiğim günde ikimiz de o urganla birbirimize bağlanmış daha da ayrı kalamamıştık. Yıllarca gizlemişti benden hislerini, ben yine belli edebilmiştim de o yok gibi yaşamıştı. Benden daha çok acı çektiğini biliyordum, ağlamaya bile hakkı yoktu hiçbir zaman olmamıştı. Güçsüz yanını bana bile göstermemişti o. Ağlasa da yıkılmamış hepimize dayanak olmuştu. Orhan şehit olurken herkes yıkılmışken o ayağı kaldırmıştı bizi, sonra yıkıntısını kimselere göstermemişti. Öyle bir adama kalbimi vermiştim ben. Komutanlığının yanında insanlığı da mükemmeldi. Yüzümün güzel olup olmamasına bakmadı, bu kız erkek gibi küfrediyor demedi gözlerimin içine bakıp özümü gördü benim. Onu sevmek için onlarca sebebim var ama onunla evlenmem için tek bir sebep yeterli. O Mete, Yüzbaşı Mete, han olan Mete. Canın acıdı mı diyerek soran, gözlerimin içine bakınca ne dediğimi anlayan Mete.

Tüm sevdiklerimin yanımda olacağı bir gündeydim, uzak akbaba akrabalara son gün haber ettiğimizden çoğunun gelemeyecek olması benim için büyük bir şanstı. Komutanını ayartan bir kız olarak gözükmek istemiyordum, bilmiyorlardı ki geçmişimizi, öyle güzel severek gelmiştik ki bu noktaya bilseler akılları bile almazdı sevdamızı. En sevdiklerim yanımda olacaktı, timim ailem arkadaşlarım ki bundan kasıt Miray ve Meryem’di. Orhan ve Elvan eksikti sadece. Elvan’ı ileride yine görebilirdim ama Orhan... O bizi görse de benim onu göremiyor olmam üzüyordu beni, kardeşimin acısı gram dinmemişti ama alışıyordu insan. Tekmil verirken yanımda bombalı ceketiyle durmaması üzüyordu beni, alışmıştım ama orada olması için elimden gelen her şeyi yapardım, yapmıştım da ama olmamıştı. Mete’yi kurtarıp Orhan’ı kurtaramadım.

Üzerimde pijamalarım vardı erkenden kalkmıştım çünkü Miray ve Şebnem kargalar bokunu yemeden uyanmış ve tepeme binmişti. Biri kolumdan tuttu biri bacağımdan beni sanki kalkmayacakmışım gibi yatağımdan çektiler. Yatağımdan demişim Mete ile yatağımızdan demeliydim artık bu ikimizin yatağı.

Yüzümü yıkar yıkamaz yemek yememe bile fırsat vermeyip sandalyeye zorbalıkla oturtulmuş yüzümü onlara teslim etmiştim. Bakım maske falan diyorlardı, gözlerime salatalık koyduktan sonra konuşmaya devam ettiyseler de uyuya kaldığımdan anlamadım hiçbirini. Onlar da dinliyorum sanıp devam ettiler. Benden heyecanlıydılar ben de heyecanlıydım ama bir kahvaltı etseydim ya da bir saat fazla uyusaydım böyle olmazdım.

“Uyuyor mu bu?” Sorusuna uyanmıştım, askerin tilki uykusuydu bu. “Ne uyuması?” derken gözlerim hâlâ kapalıydı. “Hazırlanman lazım nikahına geç mi kalmak istiyorsun?”

Gözümdeki salataları ağzıma atıp ayağı kalktım. Onlardan kurtulmam lazımdı güzelleşeceğim diye işkence görüyordum. Ellerindeki malzemeyle idare etsinler benden bu kadar oluyor işte.

“Açım ulan beni rahat bırakın yemek yiyeyim de kendime geleyim.”

“Bu dağda da böyleyse yandınız Şebo.” Dağdaki hâline şahit olmuştu aslında ama o kadar ayrıntısını bilmiyordu, bir gün görmüştü sadece. “Dağda yılan bile yer sesini çıkartmaz. Sorun tamamen sivilde olması aç hep sivildeyken.”

Onları dinlemeyip çıktım odamdan yüzümdeki maskeyi çıkartıp çöpe attıktan sonra bir güzelce kahvaltımı yaptım. Uzun sürmemişti bu evin içindeki koşuşturmadan dolayı annem nikah öncesi fırçamı çekmiş rahatlatmıştı beni. Uzun zamandır yemiyordum iyi oldu.

Nikahtan sonra onlar direkt eve döneceklerdi biz de burada mutlu mesut yaşayacaktık. Şimdi algılamıştım ben evleniyordum. Ev derli topluydu, ben içeri gittiğimde çarşaflarım değiştirilmiş iki yastık yerleştirilmişti başucuna. Kalbim hızlandı orayı görünce, ben değil biz olacağımız geldi aklıma. Onca zaman beklemiştik ama bu defa farklıydı, yüzümün kızarmasına heyecandan ölmeme neden oluyordu boş yatağa bakmak bile. Utanıyor muydum onca şey yaptıktan sonra? Sanırım evet, sebebi bunun benim isteğimle değil onun bekletip vaktinin gelmesiyle olacak olmasıydı. Onun beni arzulaması beni daha da heyecanlandırıyordu.

“Yatağa boş boş bakacağına git kapıyı aç.” İkazıyla kapıya koştum, Meryem biraz önce gelmişti bu gelen kimdi ki? Üzerimde tavşanlı polarım altımda pijamamla açtım kapıyı, Mete karşısında gecelikli bir kadın hayal ediyor olsa bile pijamalı bir kadın vardı karşısında. Dışarıdan bakılınca gerçekten komik duruyordum geline benzer bir hâlim yoktu hiç, birazdan beyaz pantolon ve gömlekle nikahıma gidecektim, gelin lafı evlilik cüzdanımdan ibaret olacaktı, fazlasıyla komik geliyordum kendime.

“Hayatım günaydın, rahatsız ediyorum ama yetişmemiz gereken bir nikahımız var ne yapıyorsun acaba?” Kıyafetimi gösterdi, belki de tepeden topladığım birbirine girmiş saçlarımı da buna dahil etmişti. Hazırlanacaktım öyle uzun sürmezdi ki, bilmiyor muydu bunu?

“Günaydın, 10 dakikaya hazırlanırım 20 dakikaya da saçımı başımı düzeltirler yarım saate hazırım aşkım sen hiç dert etme ya.” Kapının kasasına yaslanıp onu süzdüm, çok çekiciydi her zamanki gibi. Bir de tıraş olmuştu, kapının önünde olmasaydık öperdim onu ama artık nikahtan sonrasına kısmet.

“Ne baktın öyle, valla alacaksan al beni benden iyisini bulamazsın. Bir de yakışıklıyım.” Yakasını düzeltti artistlik yapıyordu kendince, gerçekten de ondan iyisini bulamazdım ve acayip yakışıklıydı. Alnına düşen saç telleri bile beni delirtmeye yetiyordu. “Alacağım seni bak bu eve atacağım, evinin beyi çocuklarının babası olacaksın,” dedim gülerek. Onu da güldürdüm böylece. Biraz yanıma yaklaştı içeridekilerin duymasını istemediğinden sessiz ama beni yangınlara sürükleyecek kıvamdaki ses tonuyla fısıldadı bana.

“At beni, bunu yaşamak için ölüyorum ve Demir Leydi’m senden çocuk yapmanın hayali bile çok güzel.” Süzdü beni sanki kızılötesi gözleri vardı, hiç de masum bakmamıştı üzerimdeki tavşanlı polarıma. “Tavşanlı polarımdan ne istedin Mete?” Terbiyesizdi, amacına şimdi değil ancak birkaç saat sonra ulaşabilirdi. “Çıkarmak,” dedi sakinleşmeye çalışarak. “Tam çıkarıp atmalık.”

“Neyse neden gelmiştim ben aklımı karıştırıyorsun bir tavşanlı polarla bile ya. Hazırlanamazsın böyle nereye gideceksin akrabanın çocuğunun sünnet merasimine mi beyaz pantolon gömlekmiş. Gelinsin sen ya kendine gel güzelim sana bunlar yakışır.” Alt basamağa koyduğu görüş açımda olmayan büyük kutuyu elime tutuşturdu, ben ondan gelinlik istememiştim ama almıştı, beni bir gelin gibi görmek istemişti ve ona bu konuda hayır diyemezdim. Ben vaktimiz yok diye almamıştım o ise benim aksime bir vakit bulup bana gelinlik almıştı. Zevki her zaman mükemmeldi bana yakışanı almış olmalıydı. Bedenimi de biliyordu zamanında beraber alışverişe az çıkmamıştık.

“Seni hep siyahlarla gördüm bu defa sana beyazları getirdim.”

“Ciddi misin ya?” Kutuyu kucağıma alıp kapağını araladım, mükemmel duruyordu içindeyken bile. “Sana az bile Azra’m. Sana az bile bunlar Demir Leydi’m.” Kutuyu içeriye doğru bırakıp kendimi nişanlımın kollarına attım, birazdan kocam olacak nişanlımın. “Seni seviyorum yemin ediyorum çok seviyorum.” Sıkı sıkı sarıldım boynuna, öpmem lazımdı ama her an annem babam basar korkusuyla bunu yapamazdım erteledim biraz. “Ben daha çok seviyorum yemin ediyorum.”

Çok yersizdi annemin arkadan fırlaması, şu ânın daha uzun yaşanması lazımdı ama annem kapıda belirip “Nikahtan önce gelini görmek uğursuzluk getirir.” Klişesiyle nişanlıma söylenmeye başlayınca gitmek zorunda kaldı. Bu son ayrılıklarımızdı artık siyam ikizi gibi olacaktık, işte beraber, evde beraber hep beraber olacaktık.

“Geç kızım sen de içeri giy gelinliğini damadım ne güzel düşünüp almış bak.” İki gün önce erken evlilik bu aceleye gelmez diye söyledikleri adama bugün damadım diyordu, şeytan tüylü Mete’m yine sevdirmişti kendini herkese. “Tamam anne ya, arkamızdan deli kovalıyor sanki ne bu telaş herkeste.” Ölüp bittiğimi belli etmeme yöntemim başkasına çamur atmaktı evet devekuşu misali kafamı çukura sokunca gizlenebileceğimi sanıyordum. “Kovdun da zaten nişanlımı ne güzel konuşuyorduk.”

“Kızım ağzımı bozdurtma bana annem hadi git giyin. Hadi çocuğum.” Onu daha fazla delirtmemek için odama girdim Miray ve Şebnem odada, Meryem de mutfaktaydı. Elimdeki kutuyu gösterim onlara, koşa koşa gelip içindeki gelinliği çıkarttı ve havaya kaldırdı Miray. Dantelli balık bir gelinlikti, aşırı romantik ve zarifti. Göğüs kısmı kalp şeklinde geliyordu ve omuzlarına düşen kalın askıları vardı, küçük kuyruğu vardı, duvağı düz ve kısaydı. Onun karşısında prensesler gibi olacaktım, zaten öyle hissettiriyordu bana iyice prenses olacaktım. Beğendim gelinliği, zevkine kurban olduğum güzel seçmiş.

“Azra bu harika ya. Evlensem ben de böyle bir şey giyerdim harika bu.”

“Seninkini de görürüz Türkmen Kızı, daha güzelini alır sana Hakan Teğmen.”

“Anma adını şunun. Şey yapalım şu duvağı ensenden tutturalım saçlarının altından. Saçını da salıp kıvırcıklaştırırız biraz mis gibi gelin oldun işte.” Lafı nasıl da çevirdi, kendi olayların biter bitmez ona yoğunlaşıp teğmenle arasındaki saçma sapan mesafeyi düzelteceğim, bunlar huzursuz olunca ben de huzursuz oluyorum. “Öyle yapalım hı hı.”

Üzerimdeki poları çıkardım atletimi de kenara fırlattığımda sütyenimle kalmıştım, sırtımı Şebnem'e dönüp yatağıma oturdum. “Şunları halletmen lazım, sırtı çok açık değil ama yine de kapanmalı.” Miray anlamasa da üstelemedi, Şebnem de gelinliğin ölçüsüne göre sırtımın açık kalan kısmını fondötenle örtmeye başladı, kendimi kandırma yöntemimdi bu ama ben görmüyordum zaten aynaya bakmadıkça, Mete hep görecekti. Onun sınavı olacaktım, zordu bu onun için.

“Bitti bak hiçbir şey kalmadı. Otur şuraya makyajını da yapayım.” Düz oturdum bu defa, sırtımdaki fondöten bir yere bulaşmasın diye üzerimi giymedim. Ayna elimdeydi, Miray’ın bıraktığı boşluklardan sokup sokup kendime bakıyordum beğenecek miyim diye. Kahverengi ağırlıklı bir makyajdı, gelin olduğumu belli ediyordu ama aşırı değildi. Takma kirpiklerden yüz şekillendirmeden uzak durmuştum daha doğan gözüküyordum şimdi. Gül kurusu ruju da sürünce makyajım bitmişti. Saçlarımı da maşalayıp spreyle sabitledi, dalgalı duruyordu ama zor duruyordu pırasa gibi saçlarımda bu. Yine beğendim kendimi kıyamet kopacak galiba.

Camdan bir tıkırtı gelince oraya doğru döndüm, uzaktan seslendim ses veren olmamıştı zaten cam buna biraz engel oluyordu. Çekmecemdeki silahı alıp cama doğru tuttum, bir askerdim ben ve fazla düşmanım vardı. Bir düğün ziyareti yapıyor olabilirlerdi ve ben de onu güzelce karşılayacaktım.

“Yatağın arkasına saklan ve sessiz ol Miray. Sakin ol.” Hedefin ilk hamlesinde onu vurabilirdim, yaklaşmadım tuzak olma ihtimaline karşı. İçeriye haber verip annemi ve hamile Meryem’i panikletmek istemiyordum.

“Ne oluyor Azra, bir şey mi var? Haber verelim.” Miray fazla panik değildi, onu ilk gördüğümde de maçın kaç kaç olduğunu sormuştu, soğukkanlıydı her zaman. Bu beni hep şaşırtıyordu güçlü biriydi gerçekten. “Göreceğiz Türkmen Kızı, bir görelim sonra bakarız icabına.”

Kenara geçip perdeyi yavaşça çektim bu şekilde geleni ya da aşağıdakileri rahatça görebilecektim. Silahımın namlusunu cama doğru çevirdiğimde Şebnem de diğer telefonun kamerasını oraya doğru tuttu. Gördüğüm manzara üzerine silahımın şarjörünü çıkartıp yerine geri koydum ve camı açtım.

“Lan ne arıyorsun burada ödüm koptu.” Elim göğsümdeydi, korkmamıştım ama tedirgin olmuştum düğün günümün rezil olmasından. Yoksa 50 tane terörist gelse hepsinin içinden geçerdim gözümü kırpmadan.

Mete merdiveni camıma dayamış tırmanmıştı, merdiven biraz çürük olduğundan ara sıra cama çarpmıştı dikkatli geleyim derken bizi tedirgin etmişti. “Yarım kaldı konuşmamız ya annen... Annem beni kovdu diye camdan girdim yasak mı?” Başımı iki yana sallayıp elimi uzattım ona, cama oturup ayakkabılarını çıkardı ve iç dış yapıp camın dibine koydu, titiz adamdı bu açıdan onu apayrı seviyordum.

“Yasak ama bu yasağı bilen yok.” Arkama doğru döndüm ve arkadaşlarıma baktım. “Değil mi Şebo, Miray?"

“Aynen ben şey yapayım hazırlanayım kıyafetlerim yan odadaydı. Hatta makyaj yapayım önce alıyorum bunları.” Gördüğü makyaj malzemelerini topladı ikisi ve çıktılar odadan, kimseye demeyeceklerdi ve ben birazcık onunlaydım.

“Çok güzel olmuş makyajın saçın.” Siyah zülüflerime götürdü parmaklarını, bozmadan biraz oynadı ve perdeyi çekip bana baktı. “Cama böyle mi çıkıyorsun hayatım?” O küçük ayrıntıyı unutmuştum. Altımda annemin alıp dolabıma zorla tıkıştırdığı tavşanlı pijamam üzerimde siyah sütyenimle garip duruyordum biraz. “Kıskandın mı sen?” Cevabını bildiğim soruydu bu ama ben ondan duymak istiyordum. “Parmağında benim yüzüğüm var seni böyle kolu komşu görmemeli.” Yanıma yaklaştı iyice, öpecek gibi baktı dudaklarıma. “Makyajın bozulmasın diye erteliyorum ama zor duruyorum.”

“Onun farkındayım, gözlerinden ateş çıkacak sanki.” Sadece gözleriyle sınırlı kalmayacak olması beni geriyordu, ilk gece korkusu yaşıyordum galiba. Ben adamın üzerine atlarken hiçbir şey yoktu şimdi neden böyleyim?

“Gelinliği beğendin mi? Giymene yardım edeyim şimdi bunlar sıkı sıkı bağlar ipleri çözmesi zor olur ben bağlayayım.”

“Bayıldım, çok zevklisiniz yüzbaşım ama gelinliği giymeme yardım edemezsiniz hiç etik değil bu.” Dayanamam düşüp bayılırım demeyip böyle bir bahane bulmuştum işte. Yememişti. “Hadi giy.”

Bedenimi ondan uzaklaştırıp gelinliğe doğru gittim, sırtım ona dönüktü, o yokmuş gibi soyunabilirdim daha inandırıcıydı bu benim için. Yaralarımın altta kalan kısmını onun için örtecektim, canının acıdığını iç çekişinden anlayabilmiştim.

Altımdaki pijamayı yatağa fırlattım ve gelinliği elime aldım, bacaklarımı içinden geçirmek biraz zordu dardı, ben bir şey demeden o geldi yanıma, ipleri bağlı diye geçmiyordu biraz gevşetip sökünce içine girmem çok daha rahat oldu, kalçamdan geçirip yukarıya kadar çıkardı, saçlarımı öne attırıp parmaklarını sütyenimin kopçasına götürdü. İlkte açmakta zorlanması daha önce hiç kimseye dokunmadığının da fiili bir kanıtıydı. Kopçaya sinirlenip daha da zorladı yapamadı. Ben gülmeye başlayınca başını sırtıma dayayıp soluklandı.

“Alışman lazım buna biliyorsun değil mi? Ha gayret yiğidim," dedim gülerek, sanki yağlı güreşe yolluyordum adamı, bu gazla açacağını bilseydim daha önce yapardım.

“Biliyorum.” Yavaşça askımı aşağıya indirdi, omzumdan öpüp diğerini de indirdi. Aynadan yansımıyordum, arkam dönüktü ve sınırı ihlal etmemişti yine ama biliyordum ki o sınırlar dümdüz olacaktı bugün.

“Çok güzel kokuyorsun," derken gelinliğin iki kenarını birbirine çekiştirdi ve iplerini geçirmeye başladı. Sıkmıyordu bilerek, akşama açması kolay olur diye düşünüyordu ama gelinlik üzerimden kayarsa daha pişman olurdu. “Sevgilim bu gelinlik üzerimden kayıp giderse sıkıntı olur biliyorsun değil mi, sütyensizim.” Elini göğsüme götürüp sütyen olup olmadığını yokladı yukarıdan, çok komikti gerçekten rahatsız etmemek için her şeyi yapıyordu ama akşama aksini yapacaktı. Ölüyordum bu şaşkın hallerine. Ben kendime beterim derken o benden beterdi.

“Haklısın düşmemeli, sıkayım ben bunu en iyisi," deyip tam da olması gerektiği gibi sıktı, ipleri bağladıktan sonra da belime sarıldı sımsıkı. Bu arzu ve özlem barındıran bir sarılmaydı. Ailemden ötürü bana üç dört gündür hasret kalmıştı bana, ben de ondan farksızdım. “Nasıl bekleyeceğim ben şimdi nikahı seni böyle görmüşken?” Boynuma bir öpücük bırakıp elimden tuttu ve beni aynanın karşısına götürdü, o da ben de ilk defa görüyorduk beni böyle. Kendimi gördükten sonra beni yüzüne çevirip süzdü uzun uzun, gözleri dolmuştu. Bunu beklemiyordum, ağlayacak değil gülecek gündeydik biz.

“5 sene boyunca asla olmayacak dediğim bir şeyin hayaliyle yaşadım ben. Bu gelinlik o zamanlarda alındı, sen yoktun ama ihtimalin vardı. Dayanamadım aldım onu ve seni şimdi içinde görüyorum.” Gelinliğim yıllardır benim onu giymemi bekliyordu demek, sevmiyor diye günlerce ağladığım adam beni içinde hayal ettiği için bir gelinlik alıp saklamıştı imkansız olduğumuz halde. Ben iki günde alıp benim bedenime uydurduğunu düşünmüştüm, meğer yıllar önce aldığı bir gelinlikti bu.

“Sen nasıl bir adamsın?” Elimi yanağına koyup yüzünü okşadım, o da benim kadar üzülmüştü zamanında. “Âşık ve nişanlı bir adam.” Gülümsedi yüzüme yeniden süzdü beni, yaka kısmına gelince durdu. Daha kapalı olmasını bekliyordu ancak iri göğüslerim buna izin vermemiş biraz kendini belli etmişti.

“Çekilmiyor mu bu yukarı biraz daha?” Göğsümün üzerindeki kısmı yukarı çekiştirmeye çalışsa da başaramadı bunu. Parmakları tenime değerlen ne dediğini duymamıştım bile. “Hım?”

“Nikahı şu an kıyamıyor muyuz Azra?”

Parmaklarını göğsümün hizasından boynuma götürdü ve alnına yasladı başımı. Çok sık nefes alıp veriyordu, vaktimiz gelmişti ancak nikah daha kıyılmamıştı. Zorlanıyordu bayağı. Dokunmayacaktı bana, biriktiriyordu içinde her şeyi, sonrası fena olacaktı.

“Çok güzelsin bu gelinlikle ama ben seni...” Parmaklarımı dudağına kapadım, tamamlayıp beni utandırmamalıydı yeterince uçmuş hissediyordum zaten kendimi. Ağzı dursa eli durmuyordu, kalçama yerleştirdiği eliyle bedenimi onunkine bastırdı. Dudakları kapalı olsa da gözleri bekle ve gör diyordu heyecanla. Ben de ondan farksızdım, ben ona dokunmazken böyleydi o bana dokunurken böyleydim. Yanıp kavruluyorduk ama yine bir zaman kavramına sıkışıp kalmıştık.

“Mete git, nikaha geç kalırsak hayallerine ulaşamayacaksın.” Elimi kalçamdaki eline görürdüm ve yavaşa öne getirdim. Gitmeliydi yoksa yanacaktık, gitmeliydi ki bir dahakine yanmaya hakkımız olurdu.

Kendi dudaklarını ısırıp bir iki adım geri çekildi. “Doğru, geç kalırsak olmaz.” Biraz daha geriye gitti. “Gideyim ben.” Pencerenin kolunu tuttu çevirmeden önce yine süzdü beni. “Çok güzelsin Allah nazarlardan saklasın.” Kapının kolunu indirdi ama açmadı, şu halde aşağıya bile düşebilirdi, ilk günümüzden sakat bir koca istemiyordum, dikkat etmeliydi kendine, bana lazımdı o. “Maşallah nişanlıma.” Yandaki dolama üç kere vurdu elinin tersiyle. “Yüzük de pek yakışıyor, en az gelinlik kadar.” Başını iki yana salladı aklına başka bir şey gelmiş gibiydi. “Yine de o göğüs kısmı, bir şey yapamıyor muyuz o kısma ben o kısmını hesaplayamamışım.” Göğsümü avuçlamadan uzaktan anlayamazdı zaten, bence kıvamındaydı ama kıskançlığı tutmuştu nişanlımın.

“Yapamıyoruz çok istersen akşama hesaplarsın nereye sığıyor nereye sığmıyor diye hadi sevgilim hadi, gelen olacak şimdi vallahi annem siker belanı.” Küfürlerim onu tahrik ediyordu bunu uzun zaman önce keşfetmiştim, herkes tedirgin olurken onun hoşuna gidiyordu. Yazdım kenara kullanırım bunu.

“Gideyim doğru. Seni sevdiğimi söylemiş miydim bugün? Seni yine çok seviyorum.”

“Söylemiştin hayatım ben de seni çok seviyorum ama git artık lütfen.” Bu defa başını ciddi anlamda salladı ve pencereye oturup ayakkabılarını geçirdi ayaklarına. “Bu cama da parmaklık taktıralım merdivenle çıkılıyor bak.”

“Mete merdiven dayarsan her yere çıkabilirsin uçtu iyice kafan senin hadi yürü.”

“Adamda kafa mı bıraktın sen? Suçlu sensin işte seni düşününce böyle oluyor mantığımı yitiriyorum yanında.” Sivildeyken gerçekten öyleydi ama yeşilleri giydiğinde bambaşkaydı, o zaman hiç taviz vermiyordu kendinden.

Dikkatlice aşağı inip merdiveni de aldığı komşuya götürdü, arkasından el sallayıp uğurladım onu. Aynaya geçtim yeniden. Azra Demir 28 yaşında sevdiğin adamın alıp yıllarca hayalinle sakladığı gelinliği giydin ve onunla evleniyorsun ha? Kocan olacak seni anlayan adam öyle mi? Özgüvensizliğini, küfrünü her şeyinin sebebini bilen ve seni anlayan tek insanla evleniyorsun. 5 sene ayrılık yaşayarak hak ettik biz bunu. Onlarca 5 sene de geçse üzerinden hep 5 sene kalacak adı, o bizim 5 senemiz, hasretliğimizin senesi.

“Daldun gittun kendune ne kada da guzel olmuşsun Azra.” Hormonların etkisiyle birkaç damla gözyaşı akıtsa da bana belli etmemeye çalışıp sildi hemen. Yanında diğer kızlar da vardı, hayranlıkla bana bakarken seslerini çıkarmamışlardı. Annem babamın hazırlanması için koşturuyordu beni daha görmemişti ailem. İlk Mete’m görmüştü sonra da arkadaşlarım.

“Sağ ol Meryem, teşekkürler.” Ben söylemeye kalmadan Miray gelip duvağımı taktı saçlarımın altından. Hazırdım tam anlamıyla. Çiçek istemiyordum bunu Mete de bildiğinden getirmemişti yanında.

“Maşallah nazar değmesin.”

“Valla çok güzel olmuşsun ya.” İltifatları kabul ettikten sonra sandalyeye oturdum, bana bir değişik bakıyorlardı. Sanki bir şey isteyecek gibilerdi.

“Ne?” Bugün beni salsalar daha rahat olmaz mıydı? “Ne istiyorsunuz ya nikahım var benim, nişanlım bekler.”

“Görmemişin nişanlısı olmuş hem de iki günlük.” Elini kolunu bağladı Şebnem gülerek, dalga geçiyorlardı benimle umursamayacaktım onları. “Sadede gel Şebo.”

“Kina duğun istemedun ama kinasuz gelin olmaz, kinanu yakalum oyle gideruk.” İçine sinmemişti, Orhan yüzünden kına düğün yapmamıştık ama o olsaydı da bu işlere girişmeyecektik muhtemelen bilmiyordu, ikimiz de askerdik biz vaktimiz yoktu.

“Güzel düşünmüşsün Meryem, isterim tabii ama ben bir askerim bir iz olmamalı bedenimde.” Sanki sırtımda hiçbir iz yokmuş gibi söylemiştim bunu, sırtım izlerle doluydu ama ben elimde bir haftada geçecek kınaya takılıyordum.

“Âdet yeruni bulsun hemen yikaruk olur mi?” Başımı salladım, onu kırmaya gerek yoktu ve dediği gibi de olurdu, işime bir zararı olmazdı. “Olur hadi yakalım, sen yak ama.” Kardeşimin yadigarıydı o bana, Rize’ye dönmeden son zamanlarımızdı, orada ailesiyle daha rahat edecekti çocuğu hiç olmazsa ailesiz büyümeyecekti. Onun buradan olabildiğince iyi ayrılmasını istiyordum, bu ne kadar mümkünse tabii.

Miray’ın getirdiği küçük kâseyi eline aldı, üzerime dökülmemesi için kenarda duran havluyu dizlerime örttüm. Sandalyeyi biraz yana çekmem gerektiğini söylediğinde dediği gibi yaptım. Sanırım tüm törenlerle beraber kınam yakılacaktı. Annem kapıda belirse de sesini çıkarmadı, beni izledi, dualar etti maşallah dedi bol bol. Kınamdan sonra kocaman sarılacaktı bana.

“Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar,” diye başladı annem söylemeye, sesi ağlaklı çıkıyordu. Onun aksine ağlamayacaktım, mutluydum ve ben yeterince ağlamıştım zaten.

“Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler.” Etrafımda iki tur dönüp dizlerimin önüne çöktü arkadaşlarım. Başımda kırmızı işlemeli bir duvak olmasa da kendi duvağımı indirmiştik. “Annesinin bir tanesini hor görmesinler.” Meryem parmaklarını daldırdığı kınayı avuçlarıma sürdü besmeleyle.

“Uçan da kuşlara malum olsun,
Ben annemi özledim.
Hem annemi hem babamı,
Ben köyümü özledim.” İki kere daha tekrarlayınca desensiz duvağımı arkaya atıp yüzüme baktılar dik dik.

“Ağlaman lazımdı kızım bu nasıl kına?”

“Niye ağlıyorum ben ya 5 sene ağladım zaten yeter. Kalkın hadi gelirler şimdi yıkayalım şunu.” Ayağı kalkıp Meryem’e döndüm, biraz içi rahatlamıştı beni böyle görünce, düğün derneksizlik yüzünden üzgündü Orhan’a bağlıyordu hepsini. “Teşekkür ederim Meryem, valla salonda kına yapsaydık bu kadar güzel olmazdı akrabalar varken. Aman akraba demişim akbaba.”

“Çok guzel oldun maşallah saa.”

Çabucak banyoya gidip kınaları çıkardım, çok hafif bir iz vardı elimi gözümün önüne sokmadan anlaşılmıyordu. Sorun değildi hem nişanlıma gösterir bak kına yaktım ben derdim, muhtemelen o da avuçlarımı öperdi.

İçeri geri döndüğümde anne babam beni bekliyordu, veda vaktiydi ama onlar buradan gidecekti ben değil. Zaten yıllardır ayrıydık işim dolayısıyla ama işte söz konusu evlilik olunca farklı oluyormuş. Annem doğurduğu prensese bakarken babamın da bir yanı depresyona girmiş koşarak rakı masasına gidecek gibiydi. Sarıldım ikisine de, helallik istedim. Adettendi, helallik alınmadan baba evinden uçulmazdı. Helalliği aldım hep desteklerdi bana, hep arkamda durmuşlardı.

“Allah nazarlardan korusun seni Azra. Çok güzel olmuşsun kızım.” Babam da ekledi peşinden. “Vallahi çok güzelsin maşallah. O damat herif sana yamuk yaparsa sikerim ebesini haberi olsun tamam mı? Biz senin her zaman arkandayız parmağındaki yüzük ya da soy adındaki değişiklik bunu asla etkilemeyecek. Arkada annen ve babanın olduğunu bil kızım.” İşte şimdi ağlayabilirdim, öyle güzel konuşmuştu ki babam ağlama isteği uyandırmıştı bende. Ağlayıp yüzümü batırmayacaktım, tuttum kendimi.

Bir daha sarıldığımda bir davul sesi geldi kapıdan, çiftetelli çalıyorlardı davul zurnayla. Gelmişlerdi, zile bastıklarında kapıya doğru gidip durdum, Miray önümü kesti ve kapı eşiğine geçti. Milyonlar kazanmıyormuş gibi sadece adetten diye para kopartacaktı bu komiğime gitmişti. Kapıyı aralayıp başını çıkardı Mete ve ailesi oradaydı, içeriye girmek isteyen Hakan Teğmen de en başta duruyordu, kız tarafıydı ama geç kalmıştı. Fırat abim de trafiğe takıldığından direkt nikah dairesine gidecekti.

“Beleşe geçiş yok, gelini görmek istersen kesenin ağzını açacaksın Mete abi.” O konuşurken teğmen geçmeye çalıştı ama Miray ona da engel oldu. “Hayırdır sen nereye?”

“Kız tarafıyım ben ya geç kaldım azıcık.”

“Kalmasaydın, parasını verirsen girersin.” Mete’ye çevirdi gözünü. “Bu ikiniz için de geçerli beyler, biz bekleriz ama memur bekler mi bilmem.”

Mete’nin yanında para yoktu muhtemelen, cebini yoklayınca bulamamıştı cüzdanı, Hakan Teğmen’e çevirdi gözlerini, cüzdanını çıkartıp içinden bin lira çıkartıp Miray’a uzattı. “Yeter mi Türkmen Kızı?” Yetmedi ona başını iki yana sallayıp elini uzattı yeniden. Bir binlik daha çıkartıp eline tutuşturdu. Miray yine başını salladı iki yana. Cüzdanı boşalsın istiyordu ve bunu yapacaktı. Kalan birkaç bini de eline tutuşturup iki yüzünü cebine soktu yol parası olarak. Ayna yansımasından izliyordum onları çok komiklerdi.

“Tamam olsun mu artık Miray bak geç kalacağız hem bitti parası Hakan’ın.” Miray geriye çekilip kapıyı sonuna kadar açtı. Elini içeriye doğru uzatınca ailelerimiz karşı karşıya kaldı. Davulcu zurnacı sustu, dualar okundu sonra Mete elini bana uzattı ben de o eli tutup peşinden gittim.

"Bir tanem düğün yapmıyoruz ama bundan eksik kalmayalım." Meryem dahil olmak üzere herkes istiyordu, bir tur oynamak kardeşimi mutlu ederdi. Herkesin gönlü de olurdu, Mete'nin de benim de içimizde bir burukluk kalmazdı.

Mete'nin davul zurnacı yanında bir de hoparlöre bağlanmış bağlamacı getirdiğini bilmiyordum, bu büyük bir sürpriz olmuştu.

"Aşkımızda türkülerin çok emeği var sevgilim." Gözlerimin içine öyle bir aşkla baktı ki ona hayır diyemedim. Çok sık araba geçen bir sokakta değildik o yüzden bir tur oyunu kaldırabilirdi mahallemiz.

"Peki madem, sen ne dersen o komutanım."

Bağlamanın teline vuruldu, ona zurnacı ve davulcu da eşlik edince yer yerinden oynadı.

"Kesik çayır biçilir mi?
Sular soğuk içilir mi?" Müstakbel kocam bana baka baka söylüyor karşıma geçmiş heybetli kollarını bana karşı açmış oynuyordu. Ben de kollarımı kibarca havalandırıp gelinliğin düşmemesini umarak oynamaya başladım.

"Bana yardan geçti derler,
Seven yardan geçilir mi?" Geçilmez be Mete, senden geçilir mi hiç? Çok da güzel oynuyor, dudaklarına yapışsam ayıp olur değil mi? Çiftetelli oynamanı yasaklamam lazım.

Arkamızda alkış kopuyor dostlarımız ve ailemiz bize eşlik ediyordu. Bir düğün salonunda değildik ama orada olsaydık bu kadar mutlu olmazdık.

"Aman desinler desinler şeker yesinler,
Şu oğlan şu kıza yanmış desinler." Son cümlesini şu kız şu oğlana diye söylediğimde herkesten bir kahkaha koptu. Ellerimi vura vura etrafımda dönüp kalbimin sahibine doğru gittim.

Gözlerimiz buluşunca dudaklarımız daha da kenara kıvrıldı. Etrafımıza bakıp onları da davet edince daha eğlenceli oldu her şey. Enes Zeynep'le oynarken Göktürk üzerlerine doğru bayılıp yere düşünce bir kahkaha da orada patlattık.

"Aman ben yandım yandım yandım yandım yandım,
Ellerin memleketinde aldandım kaldım." Valla ben de yandım Mete ama en çok sen yandın gibi.

Abimle karşılıklı oynamaya başladığımda Mete de annemle babamın yanına gitmiş iyice kaynaşmıştı onlarla. Miray'a bayıldığımda göğsüme doğru takımının kombine kartını sıkıştırdı. Aldığım en güzel düğün hediyesiydi bu şimdilik. Kahkaha atarak sarıldım ona. Arkama döndüğümde Hakan Teğmen vardı, bir tur da onunla oynarken müziğe bu defa ben girdim.

"Ankara'nın tren yolu gahı doğru gahı eğri,
Canım benim Anadolu gideyim mi senden gayrı?"

Reşat Yarbay beline ceketi bağladığında hiç uçağa binmeden herkesin uçtuğu kanıtlanmış oldu. Volkan Üsteğmen'den kravatını halay mendili yapıp oynadığımız Ankara havasından alakasız bir dans etmesini hiç tahmin etmezdim. Ondan farklı olduğunu düşünen Şebnem de Meryem'le horonumsu bir şey oynuyordu ama beceremeyip Meryem'i sinirlendirmiş olacak ki yanında çok kalmadı.

"Aman desinler desinler şeker yesinler,
Şu oğlan şu kıza yanmış desinler." Ona doğru yürüdüm, bana doğru geldi. Herkesin ortasında buluştuğumuzda ellerimi tuttu, herkes oynamaya devam etti, zaman bizim için durdu. Başımı avuçlarının arasına alıp alnıma bir öpücük kondurdu. "Söz veriyorum." dediğini zar zor duydum. "Seni çok mutlu edeceğim söz veriyorum."

"Ben de söz veriyorum, çok mutlu olacağız." Sarıldığımızda müzik kesildi, maşallah diyen diller, mutlulukla bakan gözler bize döndü ama çıt çıkmadı. Sevdiğim adam elimden tutup beni arabaya bindirdi sonra kendisi de yanıma oturdu. Her şey rüya gibiydi, düğünden daha güzeldi, mutluydum.

En azından Enes ve Göktürk Toros'un tepesine çıkana kadar.

"İnsenize lan Toros'umdan!"

"Abi bize hep çömez muamelesi yaptın şimdi çocukluk vakti." Timin en küçükleri diye her iş onlara kalıyordu ve söylediklerinde hak veriyordum, Mete o kadar işkencesine karşılık bununla hafif yırtıyordu bence.

"İnin dövmeyeyim sizi."

"Versene çocuklara para, âdet yerini bulsun."

"Bursa'da yok öyle bir şey." Yalan söylüyordu, var olduğunu biliyordum ama Toros'unun önüne ip çekmek yerine üzerine oturdular diye böyle yapıyordu.

"Aşkım nikahımıza geç mi kalalım?" Elimi bacağına koyduğumda gözlerini bana çevirdi ve ifadesi değişti. "Kalmayalım değil mi? 5 sene geç kaldık zaten."

Gülerek telefonunu eline aldı ve banka hesabına girdi. Normalde nakit verilirdi ama benimki ikisinin de hesabına 2000 TL yollayıp âdeti yerine buldurmuştu.

"2000 ne abi, pinti misin sen?"

"Biraz daha kalkmazsanız Toros'umdan cenaze masraflarınızdan da pintilik yapacağım." Bu tehditle her ikisi de aşağı inip kaçtılar, korna basıp bizi takip eden araçlarla nikah dairesine doğru gittik. Sevdiğimin kollarındaydım, parmağımda onun yüzüğü ellerimde onun için yaktığım kına kalbimde de bizzat kendisi vardı, bir de göğsümde kombine kartı.

Elimi içeri daldırıp kartı iki parmağımın arasında çıkardığımda Mete kahkaha atmış elimden kapıp isteğim üzerine cebine atmıştı.

Sessizce heyecanla salona gittiğimizde ikimizin de ağzını heyecandan bıçak açmamıştı. Benim şahidim Fırat abimdi, bir kardeşim yoksa diğeri vardı. Mete’nin şahidi ise Enes'le yaptıkları Türk ruleti sonucu Göktürk olmuştu. O son ana gelmiştik, kalbim yerinden çıkacak gibiydi, kendime hakim olmaya çalışırken Mete’nin elini sıkı sıkı tuttum, destek alıyordum ondan.

Nikah memuru ne geveledi hatırlamıyorum, büyülü bir dünyanın içerisindeki baş roldüm sevdiğim adamla beraber. “Azra Hanım önce size sorayım,” dedikten sonra “Hiç kimsenin baskısı altında kalmadan kendi iradenizle Mete Bey’i eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?” diye sordu. Etrafa baktım, çok mutluydum yanımdaki adam kocam oluyordu şu an. “Komutanım, devreye nikah düşer mi? Bilelim de sonra sıkıntı olmasın”

“Düşer düşer, düşmez olur mu hiç? Bakayım.” Elini çeneme koyup yüzümü inceledi. "Kesinlikle düşer, bilimsel olarak da kanıtı var bunun." Aşk mı o kanıt? Bendeki öyle de sevgilim.

“O zaman evet,” dedim gülerek. Sevdiklerimizin alkışı sonrasında bu defa ona geldi sıra. “Peki siz Mete Bey, hiç kimsenin baskısı altında kalmadan kendi iradenizle Azra Hanım’ı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?”

“Evet.” Sesi çok gür çıkmıştı alkış seslerinden sonra şahitlerden de olumlu cevabı alındı. “Ben de belediye başkanımızın bana verdiği yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum. Birbirinizle saygınız sevginiz eksik olmasın.” Temennisinden sonra imza kısmına geçtik. Hiç düşünmeden attım imzayı bana verdiği baba yadigarı kalemiyle. Bana verdiği ilk hediyeydi ve mutluluğumun ilk mührünü de onunla vurmuştum önümdeki belgeye. O da hiç düşünmeden attı imzayı, dünyanın en mutlu kadını yaptı beni. Kocamdı artık ve ben de bir Akıncı kadınıydım, Mete Akıncı’nın kadını. Şükrettim bugüne gelebildiğimiz için, o imzayı atarken şükrettim. Biz kavuşmuştuk artık, bitmişti hasretimiz.

Ellerime evlilik cüzdanı tutuşturulduğunda kocama döndüm elalarına baktım, çok güzel bakıyordu damat beyimiz. Önce ellerimden tuttu sonra alnımdan öptü güzelce. Evlilik cüzdanını kaldırıp yüzümüze kalkan ettiğimde dudaklarıma da küçük bir öpücük bırakıp alnıma yaslandı.

“Hayatıma hoş geldin Azra’m. İyi ki geldin.”

♟️

Ay koşun biz evlendikkk, sonunda kavuştuk ölüyorummmmm.

İsteme, söz anı çok tatlı değil miydi, benim bebeklerimin birbirlerini sıkıştırması hele😄

Mete sen gelinlik alıp yıllarca asla vermeyeceğini bilerek sakladın mı be adam? Offfff bir de gidip kendi giydiriyor (çaktırmayın bağcığı gevşek bırakmak istedi kolay çözmek için ahaahahaha)

Bölüm çok uzun oldu burada bitmedi bilin nskdjdf daha devamı var ama sonraki bölümde, hoşça kalın.
🥰😘

♟️Beni şu hesaplardan takip edebilirsiniz, videolu paylaşımlar ve bölüm alıntıları paylaşıyorum.♟️

 

İnstagram
Twitter
Tiktok
Wattpad

 

rubamsalepe

 

♟️

Loading...
0%