Yeni Üyelik
80.
Bölüm

32. "Esir"

@rubamsalepe

Bölümü beğenip yorum yapmayı unutmayın.❤️

♟️

Bugün dünya sadece Mete ve Azra için dönüyordu. Kolay geçmemişti yıllar, zoru aşınca gelen huzur bambaşkaydı, sonunda kavuşmuşlardı. Kendisini sevebileceğini asla düşünmeyen Azra şimdi o adamla evlenmişti ve deli divaneydi ona karşı. Mete'yi ipten almalarla başlayan hikayesi Azra'nın içki ve sigarayı bırakmasıyla devam etmiş en sonunda da evliliğe gitmişti.

Evlilik cüzdanını elinde tutan Azra ve Mete gidip anne ve babaların ellerini öptüler. Sonra komutanlara sıra geldi, Süleyman Paşa iki askerini de kucaklayıp tebrik etti. Ceketinin iç cebinden çıkardığı Türk bayrağını öpüp kadına doğru uzattı.

"Evlilik vatan gibidir kızım, vatana nasıl sahip çıkıyorsanız birbirinize de öyle sahip çıkın. Bu bayrak senin."

"Aldığım en güzel düğün hediyesi," dedi Azra, ondan güzel hediye mi olurdu? Reşat Yarbay'a gittiler bu defa, ikisine de sarıldıktan sonra Feride de sıkı sıkı sardı kardeşlerini.

"Bir de Kur'an, yolundan ayrılmayın ablam. Ruhunuzun devası da burada." Onu da Mete alıp öptü ve başına koydu, her iki kutsalı da daha sonra geri almak üzere annesine teslim etti.

Tim de tek tek tebrik etti onları, sonda bekleyen Miray ve Meryem olmuştu. Önce Miray sarıldı sıkı sıkı, Azra'nın itirazlarına rağmen kocaman bir tam altını gelinliğin yakasına taktırdıktan sonra ön kamerasıyla bir fotoğraf çekinip hatıraları arasına koydu. Onlar Meryem'e giderken kendisini çekti, kankamı evlendirdim yazıp gözü yaşlı bir surat ifadesi koydu yanına. Arkada Hakan'ın çıktığını tam yarım saat sonra fark edince iş işten geçmişti. Hakan öyle bir açıyla çıkmıştı ki sanki Miray'a bakıyordu. Halbuki orada gelin ve damat vardı onlara bakmış, pek fazla gülmeyen yüzünü güldürmüştü. Türkmen Kızı fotoğrafı kaldıramadığı gibi sosyal medya etiketlerinden ikisinin yakıştığı ve aşk yaşamış olabilecekleri söylentileri dolaşmaya başladı. Fotoğrafı kaldırırsa daha çok dedikodu olurdu bu sebeple dokunmadı.

"Ben ha buradan memlekete gidiyirum, hayurluce geçinun, Allah mutlu etsun sizi hep."

"Kalmalıydın, burada biz varız yalnız değilsin sen."

"Ama o yok, o yok ise ben da yokum. Heç olmazsa anamun yanunde biraz eyi olurum. Ona da iyi bakacağim, doğduğunde sizi beklerum, ha olmadi fotoğraf yollarum."

Azra elini arkadaşının mirasına götürdü ve yavaşça şişen karnını okşadı.

"Allah'a emanet olun, biz hep yanındayız unutma bunu."

Görevli gelip yeni nikahın olacağını söylemeden önce Reşat Yarbay, Hakan ve Fırat arasında küçük bir konuşma yaşanınca Mete yanlarına gitmiş bir sorun olup olmadığını sormuştu. Hayır cevabından sonra görevli de gelince daha fazla ısrar edememiş salondan çıkmıştı.

Dışarıdaki anı yerinde ve düz duvarın önünde aynı bir stüdyo çekimi gibi fotoğraf çekindiler. Herkes bir fotoğrafçı gibi çekiyor olduğundan daha sonra çerçeveletmelik birçok fotoğrafları olmuştu.

Azra ve Mete'nin birbirine bakıp öptüğü, duvağın altına girip kameraya dil çıkardıkları, dudaklarını dudaklarına kapayıp ailelerden gizlenip çekindiği birçok fotoğraf vardı. İkili fotoğrafların yanında arkadaşlarla da fotoğraf çekinmişler en sonunda da aile fotoğrafıyla bitirmişlerdi. Bir fotoğraf karesinde nikaha gelen herkes vardı, bu kocaman fotoğraf çekindikleri en değerli fotoğraftı.

Azra ve Mete son fotoğraflarını çekerken Göktürk arkadan duvağı eline geçirmiş başına örtüp Enes'i karşısına geçmiş Enes de onun alnını öpünce iki kameraya da farklı görüntüler yansımıştı. Birinde Mete ve azra varken diğerinde dördü birden vardı.

Fotoğraf çekimi bittikten sonra Mete süslenmiş kırmızı Toros'u park ettiği yerden çıkartıp indi araçtan. Ön koltuğu biraz geriye çekip Azra'yı bindirdi. Vücudunu saran gelinlikle arabada oturmak hatta normalde bile oturmak zordu. Prenses gibi hissediyordu şimdi, kocası yanında ona bakıyor, araba kullanmakta bile zorlanıyordu.

"Bakma öyle duvara toslayacaksın."

"Bakarım, karım değil misin istediğim kadar bakarım."

Karım dedi bana. Rüyada değilsek güzel şeyler oluyordu hayatımda, onca acıdan sonra güzel şeyler.

"Bak da duvara toslarsak bakacak bir karın olmayabilir. Düzgün sür."

Böyle söyleyince ona hak verdi ve daha dikkatli kullandı arabayı, yola daha çok bakıyordu şimdi.

"Şu arabayı diyorum, ben beyaz o kırmızı..."

"Toros'um mu? Kıpkırmızıdır bebek gibidir."

"Evet Toros, beyaza mı boyatsak, gelinliğime de yakışır."

Bir anda başını karısına çevirince gülmeye başladı Azra, ondan daha çok sevdiğini düşündü arabasını. Fazla bağlıydı ve bu çok komikti.

"Olmaz. Çok istersen sana beyaz Toros alırız benim Toros'um kırmızı." Ciddi ciddi söylüyordu bunu, daha da çok güldü. "Gülme bak bu Toros bizim ne anlarımıza şahit olacak onları hayal et. Basarım gaza gideriz bir ormana..."

"Ankara'da?"

"Bursa'ya gideriz ya, ağaç olan yer mi yok memlekette. Toros bu her yere gider, dağa bile çıkıyor bu. Pis yollarda bile gider." Araba pazarlama kısmına gelmişti şimdi de, kaptırıyordu kendisini.

"Neyse çekmişiz ormana, ben koltuğu ful geriye yaslamışım sen kucağımdasın..."

"Mete sus," diyerek yola döndü, kızarmıştı aynadan görüyordu kendini.

"Hava sıcak ama biz daha da sıcağız."

"Sus ya."

Susmuyordu, akşamı beklemeyecekti muhtemelen ve eve gittikleri gibi olan olacaktı.

"Ne oldu dinlemek bile utandırdı mı seni?" Arabanın intikamıydı bu, öyle değil böyle rest çekilirdi. "O zaman karıcığım in arabadan, asıl film evimizde."

Arabayı durdurup kapısını kilitledi ve karısını arabadan indirip o tarafı da kilitledi. Elini tutup onun merdivenden çıkmasına yardımcı oldu çünkü gelinlik ve topuklu ayakkabı onu zorluyordu. Mete ay yıldızlı anahtarlığına taktığı anahtarla kapının kilidini çevirdi ve ilk adımını attı içeri. Karısının önünde eğildi ve ayakkabısının bağcıklarını çözüp çıkardı, elinden tutup içeriye aldı onu.

"Evimize hoş geldin Azra'm," dedi kocaman gülümseyerek. Daha önce sanki burada yaşamıyormuş gibi etrafa bakındı kadın.

"Çok güzelmiş içerisi pek beğendim."

Bunları söylerken karıcığım lafına takılmıştı, karımdan daha güzel bir laf varsa o da karıcığımdı, güzel söylüyordu böyle mi hitap edecekti bilmiyordu ama arada söylese fena olmazdı.

"Sen daha güzelsin," dedi gülerek, önce elini yanağına yerleştirdi sonra da ellerine indirdi parmaklarını. Elini tuttuğunda Azra avuçlarını açtı konuyu dağıtmak isteyerek.

"Bak. Kına yaktılar bana." Mete baktı anlayamadı, avcunu yakınlaştırdı yine anlayamadı.

"Nerede hayatım?"

Kadın parmağıyla iyice silik olan kınanın sınırlarını gösterdi, Mete de çok çok yaklaştığında fark etmişti bunu.

"Çok belliymiş gerçekten."

"Gülme ne yapalım askeriz biz ama eksik kalmak da istemedi bizimkiler ben de dayanamadım kınalandım senin için. Bu kadar oldu işte."

Mete karısının avuçlarını baş parmaklarıyla okşayıp küçük bir öpücük bıraktı görünmeyen kınalarının üzerine.

"Kalma. Her şey nasıl istediysen öyle olmalıydı. Hiçbir pişmanlığın olsun istemiyorum ileride düğün..."

"İstemiyorum sevgilim, mutluyum ben halimden. Seninle çok mutluyum."

Sıkıca sarıldı karısına, bu defa arzu dolu değil hasret doluydu, 5 senenin kavuşmasının sarılmasıydı. Alnına bastırdı dudaklarını sonra da geri çekilip küçük bir öpücük dudaklarına bıraktı.

"Sen mutluysan ben de mutluyum. Yine de düğün istersen bana söyle, her şeyin en güzelini hak ediyorsun sen."

Azra gülümseyerek başını salladığında ellerinden tutup yatak odasına doğru götürdü onu, perdenin kenarında duran siyah fonu çekti, içerisi biraz kararmıştı.

"Seni seviyorum," dedi kulağına doğru, nefesinin değdiği her nokta kıvılcımlanırken göğsü hızla kalkıp iniyordu kadının.

"Ben de."

Zor söyledi, heyecandan karnına kramplar girmişti.

"Ben de ne?" Fazlasıyla tahrik ediciydi sesi.

"Ben de seviyorum."

"Artık karım oldun."Saçlarını kenara doğru yatırdı, sabah kendi bağladığı ipler karşısında duruyordu. Üstteki bağları çözmeye başladı, fazla sıkmıştı biliyordu başına geleceği ama gelinlik düşmesin diye yapmıştı bunu. "Sesin çıkmıyor, birkaç ay önce gecelikle karşılıyordun beni şimdi ne oldu karıcığım?"

"Karın oldum," diye fısıldadı, sanki sesi yüksek çıksa başka bir şey olacaktı.

"Evet oldun."

Yarıya kadar açtı düğümleri, Azra göğüs kısmını tutuyordu gelinliğin, yüzbaşının kolundan tutmasıyla birlikte yatağa geçti. Sırtındaki kapatılmamış izlerle karşılaştı adam otururken. Parmak uçlarını sanki pamuk değercesine gezdirdi kemer izlerinin üzerinde. Çok fazlalardı, alışması zor olacaktı. Sonra kurşun izinin üzerine gitti parmağı, dokunduktan sonra dudaklarını değdirdi, merhem olmak istemişti ona. İçlerindeki şehvet öylesine yüksekti ki o günün izlerini bile unutturuyordu işte, çok uzun durmadı orada adam.

"Zor olacak senin için."

İzleri söylüyordu, zor olacaktı Mete de biliyordu bunu ama başka çaresi yoktu ki, ondan yeterince uzak kalmıştı.

"Konuşmayalım bunu," dediğinde boynundan öptü ve omzuna doğru ilerledi.

"Bugün bizim günümüz. Hiçbir şey bize engel olamaz."

Bu izler bile, geçmişimiz bile... Mutluluğumuzu mahvetmelerine izin vermeyeceğim güzelim.

Sertçe dudaklarına yapıştı, arzuluydu, Azra'nın gelinliğin üzerini tutan göğsündeki ellerini kavrayıp iki yana koydu. Dudaklarından ayrılıp gözlerine baktı, arzuyla karışmış küçük korkusunu görünce tebessüm etti. Çenesinin kenarına öpücük kondurup boynuna indi yeniden.

"Mete." Nefes nefeseydi. "Hım." Elini beline dolayıp kendisine doğru çekti karısını. "Söyle."

"Telefona çağrı mı geldi bana mı öyle geldi?"

Mete bunun gerçek olmadığını ummuştu ama gerçekti. Uzun uzun çalmamıştı bir ses çıkartıp kapanmıştı.

"Bizimkiler de hareketlenmişti. Bir şey oldu da bize haber vermekten son anda mı caydılar? Baksana telefona kim atmış çağrıyı?"

Mete'nin de aklını bu kurcalıyordu ama Azra'yı ikinci kez durdurmamak için ses çıkarmamıştı, o söyleyince rahatladı. Başını karnına koyup derin bir nefes verdi. Teni sert kumaşın altını bile okşamaya yetiyordu.

"Vallahi benim de aklıma takıldı güzelim. İlk gecemiz diye çağrılmamış olabiliriz yüz kere sordum da söylemediler ama aranmaya benim de fikrim yok."

"Seninle olmak istiyorum ama..."

"Orada olmamız lazım," dedi ikisi de aynı anda. Bu defa gülmeye başladılar. İlk gecelerinde daha gece olmadan operasyona gideceklerdi muhtemelen ve vuslatları başlamadan ertelenecekti.

"Karargahtan aramışlar. Arayayım mı harekat merkezini?"

"Ara, öğrenemezsek devam edemeyeceğiz zaten."

Yüzbaşı eline aldığı telefondan harekat merkezini aradı. Oradaki askerden öğrenecekti olup biteni, timin konuşacağı yoktu çünkü.

"Sancak Timi komutanı Yüzbaşı Mete Akıncı, operasyon bilgisi almak istiyorum, derhal anlat asker." Tekte cevabı alabildiğine şaşırmıştı, onu tembihlememişlerdi, bu da operasyonun ani olmasındandı muhtemelen. "Tamam," deyip kapadı telefonu. Azra geri çekilip karşısına oturdu, yüzüne bakıyordu şimdi. Bir eli gelinliğindeydi göğsünden tutuyordu, yüzü birden düşen kocasına baktı, diğer elini koluna yerleştirdi.

"Ne oldu?"

"Fatih. İfşa olmuş hapsedilmiş." Kardeşinin peşinden gitmese duramazdı, yerinden kalkmıyor olması yaşadığı şoktandı. "Onu yaşatacaklar mı bilmiyorum Azra."

"Bak bana, Yüzbaşı Mete Akıncı'sın sen kalk ayağa, gidip kardeşimizi alıyoruz o cehennemden."

Mete gözlerini karısına çevirdi, en güzel günlerinde arayıp bunu öğrenmek ve harekete geçmek Azra'ya haksızlık gibi geldi.

"Özür dilerim, günümüzü mahvettim özür dilerim."

"Günler bizim hayatım kalk Fatih Üsteğmen'i kurtaralım."

Ayağa kalkıp kocasını da kaldırdı. Ceketini zaten çıkartmıştı, böyle gidip orada kamuflajları giyebilirdi. Azra da çekmeceden bir tane yarım atlet çıkardı, dolaptan da tayt ve kapüşonlu çıkardı. Vücudu askılara doğru dönüktü, elini çekince gelinlik aşağıya doğru kaydı, yarım atleti sırtına geçirip kurtuldu gelinlikten. Üzerini de giyindikten sonra hazırdı artık.

"Hiç böyle hayal etmemiştim şerefsiz nikaha gelemedi diye beni ayağına getirtiyor. Bizim gerdek gecesi oldu ördek gecesi."

Azra yeniden kocasının yanına gidip boynuna kollarını sardı, dudaklarına öpücük bırakıp geri çekildi.

"Daha çok gecemiz olacak. Hadi gidelim." Tuttu elinden, anahtarını ve cüzdanlarını alıp arabaya götürdü onu.

"Fatih Üsteğmen'den bahsediyoruz sence ona bir şey olur mu? Koca askeriyeyi birbirine kattı da kimsenin haberi olmadı onun yaptığından. Habibi deyip çıkar o delikten, hatta ona kalmadan biz çıkartırız. Şimdi sakinleş ve yüzbaşı ol yeniden, soğukkanlı komutanım elinden gelenin en iyisini yapar."

"Karım benim," diyerek sarıldı kadına sıkı sıkı. "İyi ki varsın." deyip alnından öptü. Çok daha fazlasını yapamamak canını acıtsa da ertelemek zorundaydı.

"Sen de kocam, iyi ki varsın. Hadi atla da gidelim." Son kısmını tekrarlayıp şoför koltuğuna geçti Mete, karargaha varırken Azra cebine attığı makyaj silme suyu ve temizleme pedini çıkartıp aynadan silmeye başladı.

"Anasını satayım 50 kat boya vurmuşlar kaportayı düzeltmek için zor çıkıyor."

Ortamı yumuşattı kendince, ona iyi hissettirip mantıklı hareket etmesini sağlayacaktı aslında amacı buydu, Mete zaten mantıklı bir adamdı ama o geçiş süreci o kısa süre biraz sancılı geçiyordu Azra bunun olmasını istememişti.

"O kaportaya kurban olurum, ben seni makyajsız sevdim."

"Ve bir sabah beni basınçlı suyla yıkarsın gerçek yüzüm çıkar ortaya."

Yüzü gülmüyordu adamın, kardeşini görmeden de rahat edemeyecekti.

"Mete'm, gülsün o yüzün alacağız onu."

"Üzgünlüğü bir kenara bırakıp sinir evresine geçeceğim sanırım. Ne bok yaptı da ifşa oldu bu göt acaba? Kendi kafasına göre iş yapan zapt edilemez biri ve bu durum sürekli başına iş açıyor."

"Tamam kurtardığımızda kocaman yumruk geçirirsin sorarsın hesabını. Zapt edilmeyi şu saatten sonra öğrenmesi lazım görev yeri değişecek çünkü."

Sanki kurtarmış gibi konuşuyorlardı, buna ikna olup ona göre rahat hareket etmelilerdi.

Aynada iyice temizledi makyajını, saçı sprey yüzünden sabit duruyordu onu ayarlayamamış sonra halletmeyi düşündü rastgele toplayarak.

Mete'nin öfkesi ve hüznü Azra'nın bu yatıştırıcı tavrıyla sakinleşmiş, mantığını zor da olsa devreye sokmuştu. Orada esir olan bir Türk askeriydi ve onun için gidiyordu oraya. Karargaha kısa sürede varıp kendilerini aşağıya atmışlar hemen kamuflajlarını giyip harekat merkezine gitmişlerdi.

"Sizin ne işiniz var burada?"

Reşat Yarbay'ın sözüyle tüm gözler yüzbaşıya döndü. Biraz utanç vericiydi, düğün günleri ilk geceleri olacakken burada olmaları fazlasıyla absürttü.

"Fatih'ten haber var mı komutanım?"

"Hasbinallah, ben sizi çağırdım mı oğlum gidin evinize biz gereken müdahaleyi yapacağız. Sağ ve iyi olduğunu öğrendik rahatlayın dönün evinize." Mete yanındaki karısına başını bir anlığına çevirip yeniden döndü komutana.

"İçimiz rahat etmez. Bir komutanın görevi timinin askerlerinin başında durmaktır karısının yanında durmaktan çok daha önemli bir şey bu komutanım."

Azra için söylememişti bunu, örnek güçlü bir örnek olsun diye söylemişti ki Azra da ondan farklı düşünmüyordu, yüzünden de net bir şekilde anlaşılıyordu bu.

"Yüzbaşım!"

"Lütfen komutanım."

Reşat Yarbay sonunda dayanamayıp çenesiyle sandalyeyi işaret etmiş, time katılmalarını kabul etmişti. Mete de Azra da yerlerine geçtikten sonra önlerine konan dosyayı açıp okumaya başladılar.

Fatih yaşıyordu, cezasını çekmesi ve itirafçı olması için rejim askerlerine ait bir yerde tutuluyordu. Ana karargahlarından gizli bir yerdeydi orası bu yüzden gidip bakılması yer tespitinin yapılıp fazla işkenceye maruz kalmaması için acele edilmesi lazımdı.

"Siyasi problemlerimiz zaten mevcutken bir de Türk askeri olduğu anlaşılmamalı. Bölgeye gidip belirlenen mahallere bakacaksınız, tutulduğu yeri öğrenince de diğerleri gelmeden müdahale etmeyeceksiniz. Ayrı gayrı iş yapıp bir askerimi daha kaybetmek istemiyorum ben. Yarım saat içinde bir diğer istihbarat gelecek o zaman harekete geçeceğiz. Şimdilik bu kadar, hazırda bekleyin ve siyah kıyafetleri giyin, asker olduğunuz anlaşılmamalı." Bu anlaşılmamadan kasıt göz önünde olmamalarıydı yoksa Fatih'i kurtarmaya ABD askeri gidecek değildi. Siyah kıyafetlerle gerekirse montu geçirip sivil gibi gözükebilirler, ülkeyi zor durundan kurtarabilirlerdi. Künyelerini de çıkartmışlardı, böylelikle yakalanacak olsalar bile resmi olarak Türk olduğunu ispat edemeyeceklerdi bundan emin olsalar bile.

Sancak Timi komutanına selam verip önce soyunma odasına sonra da hangara geçti, teçhizatları ayarlayacaklar gitmek için hazırda duracaklardı.

Mete siyah hücum yeleğini giyip içini teçhizatla doldurdu, ardından tüfeğini kontrol etti. Hızlıca hazırlanmıştı aynı karısı gibi. O da Bora'sını kontrol edip ayarlamış, teçhizatını da tamamlamış hazır olmuştu. Mete onu izliyordu, tüfeğini ne kadar da güzel seviyordu, iyice bakıyor çok dikkat ediyordu. Bağlandığı kadın gerçekten çok özeldi.

"Bora'yı benden daha çok sevdiğini düşüneceğim." Kulağına eğilmişti Mete. Bora 12 tüfeğin resmi adı olmasa bu kadar kıskanır mıydı bilmiyordu. Azra tüfeği yerine koyup adama döndü.

"Senden fazla sevemem hiçbir şeyi, bir tek vatan." Sonunu daha belirgin söylemişti, onu kimselere değişmezdi. Yardan geçilirdi de vatandan geçilmezdi.

"Saçlarını öreyim otur sandalyeye."

İkiletmedi sözünü, diğerleri ne der diye de düşünmedi. Saçlarının örülmesi gerekiyordu ve bunu sevdiği adam yapacaktı, kocası yapacaktı, başkaları umurunda bile değildi. Mete oturan karısının saçındaki lastiği çözdü ve saçlarını serbest bıraktı. Sertti bu defa saçları, parmaklarını aralarına geçirip ayırmaya çalıştı acıtmadan. Biraz karışık olacaktı çok güzel olmayacaktı ancak kasketi zaten örtecekti bunu. Saçını da yıkamaya vakitleri yoktu o yüzden başladı örmeye.

"Acırsa söyle."

"Acı bana işlemez yüzbaşım."

"Karıma kıyamıyorum astsubayım." Gözlerinin önüne alyansını getirip gösterdi evli olduklarını.

"Nasıl âşığım bir bilsen astsubayım."

"Anlatsanıza komutanım, karınıza ne kadar âşıksınız, nasıl seviyorsunuz bir görelim." Lastiği bağlayıp bir sandalye çekip oturdu karşısına. "Onu fiili olarak göstermek çok isterdim ama bugüne kısmet değilmiş."

Yüzündeki utanç verici ifadeyi görmek ona zevk veriyordu, dağda bayırda herkese ölüm saçıp küfreden bu sert kaya gibi olan kadın şimdi kocasının iki lafıyla kıvranıyordu, yüzü allanıyordu.

"Gözleri çok güzel biliyor musun bakmaya doyamıyorum." Gülümsedi kocaman, ona bakan bir çift kara göz de gülümsüyordu.

"Yaa öyle miymiş?"

"Öyle, saçları da çok güzel. Siyah zülüflerini parmağıma dolamaya bayılıyorum. Çok da güzel kokuyor."

"Bir sır vereyim mi, benim kocam da çok güzel kokuyor." Parfümü sıktığı yeri gösterdi kendi boynundan. "Tam şurası kokuyor, delirtiyor beni."

"Delir."

Gelinliğinin iplerini çözdüğü an geldi aklına, ilerisini getiremediği için Fatih'e küfretti. Dudaklarına bakıp tekrar gözlerini onunkilere çevirdi. Öpemezdi, yasak olması çok daha cezbediyordu onu. Karısıydı artık ama dokunamıyordu.

"Tansiyonum yükseldi." Aklında çok fazla sahne akıyordu ve bu sahnelerin figürleri sadece ikisiydi. "Senin hakkında çok kötü şeyler düşünüyorum ve kendime engel olamıyorum bu defa." Karısıydı, istediğini düşünebilirdi ama sadece öpebilmişti onu, parmaklarını vücudunda gezdireceğini düşünmek bile bu serin havada sıcaklamasına neden oluyordu. Kuytu köşeye sıkıştırıp öpemiyordu bile. Yeniden küfretti Fatih'e. Haksızlıktı, günlerce öpememişti sevgili olduğunda, şimdi de dokunamıyordu karısı olmuşken.

"Olamıyor musun? Olmuyor musun?"

İkisi farklı şeylerdi ama her halükarda Mete yanıp tutuşuyordu, Azra bunu gizleyebiliyorken o saklıyordu.

"Sanırım bir süredir olamıyorum, sadece gizliyordum ve şu saatten sonra olanı da siksinler." Ses tonundan bile belliydi bu, gerdeğe girecek adam göreve gelince böyle oluyordu demek ki.

"Gözümde çok başkasın şu an."

"Nasılım?"

"Bu ikimizi de zora sokar en iyisi ben gidip şeyleri şey edeyim." Kapı önünde volta atan Enes ve Göktürk'e baktı. "Şunları bir kontrol edeyim astsubayım." Alnından ter damlaları akıyordu, infilak etmek üzere olan bir bombaydı ve oradan acilen uzaklaşmazsa patlayabilirdi.

"Emredersiniz." Keyifliydi kadın, onu böyle görmek için uzun zaman beklemişti biraz daha bekleyebilirdi.

Mete volta atan iki devrenin tam ortasına girip ikisinin de ensesine yapıştı.

"Ne yapıyorsunuz lan?" Biraz testosteron salgılayan varlıklarla haşır neşir olursa tüm libidosu sönerdi, çok geçmeden işe de yaramıştı. Karısına bakmayınca normal biri gibi olabiliyordu da işte o kadın işleri alt üst ediyordu hep. Bir akıl varsa onun olduğu yerde uçup gidiyordu.

"Abi 19 oldu, volta sayıyordum ben onu bilmiyorum." Göktürk yine Sayaç'a dönmüş sayacağı bir şeyi bulmuştu kendine. Aklını meşgul etmenin yöntemlerinden biriydi ve geçmişten gelen sayma takıntısıyla birleşince işine yarıyordu.

"Ben Zeynep'imi düşünüyordum. Keşke biz de evlenebilseydik. Ah be Zeyno." Göktürk'ün ters bakışına aldırmadı, ağabeyinin gülümsemesine odaklanmıştı.

"Sen Sayaç'ın bakışlarına aldırma. Evlen oğlum, evlenmek güzel bir şey. Şahsen ben," Kol saatini kontrol etti. "Tam 2 saatlik evliyim, güzel yani tavsiye ediyorum."

Aklı Fatih'te olmamalıydı plan zaten yapılmıştı, ekstra bir şeyler düşünmek onu yıpratabilirdi bu yüzden gidip başka şeylerle meşgul olmak daha iyiydi onun için. Bu mantıkla hareket ediyordu, en azından helikoptere binene kadar biraz olsun rahatlatırdı kendini.

"Abi sokma şunun aklına evlilik falan. Beni evden de şutlar bu o cadı gelirse. Cami avlusuna da bırakın beni isterseniz tam olsun." Anne babasızdı Göktürk, aile en büyük yarası olmuştu ve timine sıkıca sarılmıştı bu yüzden, tek ailesi onlardı.

"Biz seni bırakır mıyız oğlum? İnsan kardeşini bırakır mı hiç?"

Aklına önce şehit olmasını engelleyemedikleri Orhan sonra da esir Fatih geldi. Orhan gibi olmayacaktı hiçbiri, elinden geleni yapacaktı yüzbaşı onları korumak için.

"Bırakmaz değil mi?"

"Devrem bırakmaz tabii ki. Araya mesafe girince sevgimiz değişmiyor ki. Bak Mete abi artık bizimle yaşamayacak, sevgimiz değişecek mi? Yok." Göktürk'ün gözleri dolmuştu mutluluktan, ikisinin ortasına geçip kollarını doladı onlara. Dudaklarından bir söz çıkmamıştı sadece hareketleriyle gösterebilmişti minnetini.

Bir süre daha volta attıktan sonra harekat emri gelmiş helikoptere binmişlerdi, şimdi her şey daha net konuşulacaktı.

"Sancak Timi, üç gruba ayrılacağız ve belirlenen noktaların tespitini bu gruplarla yapacağız. Reşat Yarbay'ın da emrettiği gibi tim bir arada olmadan operasyon yapmamız kesinlikle yasak. Bu sebeple yer tespiti yapan kişi diğerlerine bildirim yapacak ve takipte kalacak. Operasyon emrini ben vereceğim geldiğimizde." Askerlerine baktı, kocaman yürek taşıyordu hepsi göğüslerinde, yapamayacakları şey yoktu onların, güçlülerdi ve inançlılardı.

"Göktürk, Enes ve Hakan; Şebnem ve Fırat, Azra ve ben." 7 kişi olduklarından ayrımda eşit davranamıyordu, geçen olanlardan sonra en azından bu operasyonluk Azra'yı kendi yanında istemişti, gözü arkada kalmayacak daha iyi odaklanacaktı böylelikle.

"Anlaşılmayan bir şey?" Kimseden ses çıkmamıştı, herkes hakimdi her şeye.

"MPT-76 yerine G3 ile gidiyoruz, özlemişim."

G3 piyade tüfeği yerini milli piyade tüfeğine bırakmıştı, MPT Türk üretimiydi olası yakalanma durumunda Türk askeri olduğu belli olmasın diyeydi her şey. Azra elindeki M86 tüfeğine bakıp burun kıvırdı, Bora-12'ye bu kadar alışmışken başka bir tüfekle operasyona gitmek ona ihanet ediyormuş hissi veriyordu.

"Bora'm yok, onsuz operasyona çıkıyorum şaka gibi."Üzerine baktı bu defa, yeşiller yoktu en sevdiği renk siyah vardı ancak bu halini sevmemişti. "Ne zaman şöyle giyinsem kendimi ajan filmlerindeymiş gibi hissediyorum."

"Onu da yaptık, kralını yaptık," dedi Mete gülümseyerek. Normalde kahkaha atardı ama kardeşi aklının bir köşesindeydi, yapamıyordu.

Bambaşka insanlar olmuşlardı bir süreliğine. İki gazeteciydi onlar, diğerlerinden tek farkı terörü farklı lanse etmeye çalışacak güçlü isimlerdi. Eliza kendisi gibi giyinmeyen davranmayan bir kadındı, Sergio ise kıyafet ve tavır açısından Mete'ye benziyordu, en azından sert çıkışlarından benzemek zorunda kalmıştı. Uzun süre bir bilinmezlik içinde mücadele etmişlerdi sonunda da aslında en başından beri her şeyin farkında olan bir düşmanla karşılaşmışlardı. İstihbarat yerine her gün dağda terörist avlamayı tercih ederlerdi öyle tecrübe etmişlerdi bunu. Akıllarına o günler gelince sanki bir girdaba hapsoluyorlardı, geçmişin ipi boyunlarına dolanıyor sonra da onları en derine çekiyordu. Zor günler geçirmişlerdi ama artık beraberlerdi, her şey geride kalmıştı, kalmak zorundaydı.

"Balayına rehine operasyonuna gideni de ilk defa görüyorum."

Fırat duramamış söylemişti bunu. İkisinin de ateş doku gözlerinden okuyabiliyordu hislerini, libidosu yüksek insanı anca kendisi gibi kişiler anlayabilirdi. Akşamı beklemeden yeni tanıştığı kızın evine gitmeyi planlarken bu operasyon çıkmış tüm hayalleri alt üst olmuştu. Şimdi bu karı kocanın hislerini anlayabiliyordu ama işler anladığından da öteydi. Gelinliğin iplerini çözmüşken çıkartıp göreve gelmişlerdi, tam sövülmelik hareketti zaten Mete kardeşini görür görmez sövecekti.

"Ya ne demezsin, balayı ama ne balayı." Elini bile sürememişti, olsa olsa sirke ayı olurdu bu. "Komutanım zaten gidemezdik balayına fena mı oldu Orta Doğu'yu gezeceğiz beraber."

"Akraba ziyareti de yaparsınız siz şimdi Fatih Üsteğmen bekliyor sizi." Şebnem de katıldı Fırat'a, ortamı yumuşatmaya çabalıyordu o da.

"Eli boş gitmeseydiniz abi, bir şeyler alsaydınız bari." Hakan'ı da güldüren bir sözdü bu. Onların muhabbetlerini dinlemesi bile çok zevkliydi, muhabbetin içinde olmak ise en güzeliydi.

"Lan oğlum dalga geçiyorlar bir de ya. Kurt kocayınca çakalların maskarası olurmuş, doğruymuş. Elimde G3 var hediye olarak yeterli mi Sayaç?" Göktürk devresine baktı, cevap verecek bir şey bulamamış onun lafa girmesini istemişti.

"El bombası da götür tam olsun komutanım," diyerek lafa daldı Enes, lafın nereye gideceğini o da bilememişti.

"Orhan bombalar sende mi?"

Derin bir sessizlik oldu, Mete etrafına baktı Orhan yoktu. Bombaları atabilecek, atmasa da muhabbetini yapabilecek bir Orhan yoktu artık. Gözleri dolmuştu adamın, karısına çevirdi başını, ona bunu yapmamalıydı özür diler gibi baktı. Azra ise gözlerinden akan yaşları silmekle meşguldü, yere diktiği parmaklarının arasında olan tüfeğe ağırlığını verip başını biraz öne eğdi. Herkes üzülmüştü ama en çok o üzülmüştü.

"Eğme başını." Yanağına koyduğu eliyle başını kendine doğru çevirdi, o güzel kara gözleri berbat durumdaydı. Ona iyi hissettirmek için hep dik durmak zorundaydı şimdiki gibi, öyle de yapmıştı. "Seni böyle görüyorsa çok üzülür." Yaşlarını sildi yavaşça. "Dik duracaksın ki kardeşimiz mutlu olacak."

Bazı acılar hafifleyebilirdi o acılara alışılabilirdi ancak geçmiyordu kolay kolay.

"Elimde değil." Başını ilki yana salladı yaşlarını silip. "Emredersiniz komutanım." O emre tutunmak istedi aksi takdirde dik duramayacaktı.

"Türk askeri, dikkatli dinle!"

Arada bir böyle toparlanmalara ihtiyaç vardı ve bu görev Mete Yüzbaşı'ya düşüyordu. Moral demek askerin en önemli yakıtıydı, yemek içmek ne kadar önemliyse moral de öyleydi.

"Milli mücadele yıllarına gidelim hep beraber, silahlarımıza el konmuş, ordular dağıtılmış kaçırılan silahlar ve dağıtılmayan bir kolordu ile mücadele ediyoruz. Halk o zamanlar en büyük mücadelesini veriyor. Eli silah tutan herkes kadın erkek demeden mücadeleye girişiyor. Neden asker? Çünkü vatan toprağı kutsaldır, ona düşman eli değeceğine uğrunda ölmeyi tercih edebilecek insanlarla doluydu Anadolu. Kocası Sarıkamış'ta şehit düşmüş Erzurumlu bir kadın var adı Fatma. Vatan böyle dururken bize durmak yakışmaz deyip eline tüfeğini alıp etrafına adamlar topluyor mücadele için. Sonunda içlerinde kadınları da barındıran 700 küsur adamı oluyor. Önce Rum ve Ermeni çetecilerle mücadele ediyorlar sonra da İnönü'de, Sakarya'da, Dumlupınar'da savaşıyorlar. O kadının kurduğu çete bizim hürriyetimize hizmet ediyor ve zaferler elde ediyor. Mustafa Kemal Paşa onun bu gözü karalığından ötürü ona Kara Fatma diyor. Onbaşı olarak başladığı mücadelesinden üsteğmen olarak emekli oldu Kara Fatma, önce kocası sonra çevresindekiler öldü. Sevdiklerini bir bir kaybetti ama asla pes etmedi. Eline tüfeğini yanına adamlarını alıp düşmana Anadolu toprağını dar etti. Biz Kara Fatma'nın torunlarıyız, o pes etmediyse biz asla pes edemeyiz. O yüzden başını dik tut asker, ne toprağa deviren kurşun ne de başka bir şey yıkabilir bizi. Dik durup kardeşimizin intikamını almak bizim asli vazifemiz. Vakti elbet gelecek, yüzümüz işte o zaman gerçek anlamda gülecek. Size güçlü olmanızı emrediyorum."

Kendisinin o kadar da güçlü olmadığı anlardaydı ama timinin düşmesine asla izin veremezdi. Onlar güçlü olmalıydı ki dönüp onlara tutunmalıydı sımsıkı.

"Şimdi iniyoruz ve bir diğer kardeşimizi de kurtarıyoruz anlaşıldı mı?"

Anlaşıldı diye haykırdı tim, yüzbaşının yüzünde bu defa rahatlamanın verdiği gülümseme vardı. Stresten öleceğini düşünürken timini ateşlemesi kendisini de rahatlatmış daha aklıselim hareket etmesine neden olacaktı.

Helikopter timi bıraktıktan sonra hızla bölgeden uzaklaşırken Mete de askerlerini yanına topladı, son talimatlarını verdi. Hiçbirinin riske girmesini istemiyordu.

"Kendini riske atanı vururum sonra da üstlere hesap verirken kurşunun güdümü varmış benlik bir şey yok derim."

"Siz de dikkatli olun komutanım." Fırat bunu söylerken gözlerini Azra'ya çevirmişti, az önceye göre çok çok iyiydi ancak belli olmazdı.

"Akıncı," dedi Mete, ses çıkaran olmadı. "Akıncı Astsubay," diye yineledi kendini. İkincide olayları tim kavramışken kavraması gereken tek kişi de time bakıyordu. "Demir Leydi." dediğinde döndü bu defa. Demir diye çağırırdı onu bir zamanlar, sonrasında aralarındaki samimiyet artmış Demir Leydi demeye başlamıştı. Şimdiyse Akıncı demek hoşuna gidiyordu, Demir Leydi'm kadar güzel bir kelimeydi ona söylerken. Karısı olduğunu defalarca tekrar etmiş oluyordu böylelikle, harika bir histi.

"Emredin komutanım," derken yüzünde bir mahcubiyet vardı, unutmuştu soyadının Akıncı olduğunu ve buna hemen alışması kolay değildi.

"Sen benimlesin, hadi dağılıyoruz." Üç grup da ayrı yöne giderken mikrofonlar kapalıydı, sadece telsizden bir şeyler söylerlerse duyacaklardı.

"Akıncı diyorum neden cevap vermiyorsun?"

"Azra Demir Akıncı oldum ben değil mi ya? Nasıl alışacağım?"

"Alıştırırız yavrum sen yeter ki iste." Dudağının bir kenarı kıvrılınca Azra kocasına bir omuz attı.

"Senin şu libidonu ne yapacağız be komutanım?" İstemem yan cebime hareketleri Mete'yi daha da cezbediyordu, biliyordu hoşuna gittiğini.

"O kolay kolay geçmez anca elden ayaktan düşerim öyle. Hem..."

"Hem?"

"Hem seni böylesine arzuluyorken, sen böyle güzelken aksi mümkün mü? Sana deli gibi âşığım ama aşktan ötede arzu varmış ve dünyanın en zor sınavı onu dizginleyebilmekmiş."

Azra gülmeye başladı, çok hoşuna gitmişti onu arzulaması, ona olan sevgisi ama aklına fazlası da gelmiş bu onu güldürmüştü.

"Komik mi sevgilim?"

"Değil Mete, değil de şey geldi aklıma. Annemin köyünde bir ahırda küçükbaşlar vardı. Belli dönemlerde koçlarla koyunlar ayrı tutuluyordu, senin de o misal her an kapıya toslayacakmışsın gibi duruyorsun." Mete de gülmeye başladı buna, başkası olsa alınırdı ama Mete tam da böyle hissediyordu. "Sonunda sana toslayacağım çok gülme sen."

Bir anlığına yüzüne bakıp çevirdi hemen başını, boynuna astığı dürbünle uzaklara baktı temizdi. Tam da şu an birileri çıksaydı karşısına böylelikle konu dağılır yerin yedi kat dibine girmekten kurtulurdu. Baktı etrafına ne bir rejim askeri ne de yırtık çoraptan fırlayan parmak gibi her delikten çıkan teröristler vardı. Her zaman var olanlar tam da şu anda yoklardı.

"Yok kimse kaçamazsın."

"Fark ettim komutanım." Belki rütbe vurgusuyla yırtardı, denedi ama biliyordu adam durmayacaktı.

"Susmayacaksın değil mi?"

Hayır anlamında mırıldandı adam gülerek, madem eli bile eline değemiyordu görev anına kadar onunla konuşabilirdi. Onun utangaç yeni gelin halleri o kadar güzeldi ki gözünde, elinde tüfek tutup adam öldürecek bir kadın gibi gelmiyordu hiç ona.

"Döndüğümüzde gelinlik giyme yeniden o iplerle uğraşmak istemiyorum. Başka iplerle uğraşabilirim askı gibi ve..."

Bir kere daha omuz attı, demişti ona şimdi kendini dizginlediğini ama acısını sonra çok pis çıkaracağını söylemişti. Öyle de oldu, Mete gerçekten acısını çıkarıyordu Azra'nın onu gecelikle karşıladığı günün.

"Anladın sen. Valla yeni gecelik falan almışsındır ne istersen onu giyin çok durmayacaklar üzerinde zaten."

"Mete azdın iyice ya göreve odaklansana sen."

Bunları tutkuyla konuşurken bile kaç kilometre yürüdüklerini, nereye varacaklarını bunun için ne kadar yürümeleri gerektiğini hepsini hesaplanmıştı. Etrafa da öyle dikkatli bakıyordu ki geçerken ağaçları, yerdeki lastik izlerini hepsini kafasında analiz etmişti.

"Yürüdüğümüz mesafe, dakika, yerdeki lastik izlerinin kaç metredir devam ettiği, hatta rakımı hepsini hesapladım bile kafamda, işime de eşime de aynı anda odaklanabiliyorum ben."

"İşte benim komutanım ya, adam lider olmak için doğmuş. Tak tuk her şeyi çözüveriyor aklından aslan parçası."

"Aslan ama sana aslan." Durmayacağını anladı ve pes etti, dahasını yaşayacaktı zaten fragmanına alışmalıydı.

"Daha önce söylemiş miydim fiziğini çok beğendimi?"

Önüne bakıyordu genelde, arada bir ona bakıyordu normalde diğer askerleriyle de böyleydi sadece Sayaç ya da Kırımlı'ya geceliğini çıkaracağından bahsetmiyordu. Hayatta en son görmek isteyeceği şey bile değildi bu zaten.

"Ben de seninkini beğeniyorum, heybetlisin maşallah Allah sahibine bağışlasın güzel çocuksun." 32 yaşındaki adama çocuk dedikten sonra güldü kendi kendine, sahibi buradaydı, parmağında tapusu vardı bir kere.

"Tam da bugün bağışladı biliyor musun, eve gitsek karımla, çabucak dönsek, başlasam onu öpmeye doya doya. Kokusuna doysam, sımsıkı sarılıp çeksem göğsüme başını. İşte biz de dağda bir hıyarı arıyoruz görümcen görümcelik yapmıyor kaynın görümcelik yapıyor sana."

"Ulan üzerine gecelikle çıktığımda nasıl durdun sen ben onu merak ediyorum." Hayatının en büyük sınavıydı bu ve çok zorlanmıştı, 50 kat kese atmıştı üzerine. "Ve Fatih abi gerçekten görümcelik yaptı bana."

Abi demesi Mete'yi gülümsetmişti. Ailesinde en yakın olduğu kişi Fatih'ti, sırdaşıydı onun. Azra'yı adını vermeden anlatmış aşk acısını paylaşmıştı. Şimdi onların arasındaki kardeşlik bağını görme ihtimali vardı ve bu çok özeldi onun için. Timde kurduğu kardeşlik bağlarından sonra Fatih'le de kolaylıkla bağ kurabileceğini biliyordu, gözleri dolu dolu izleyecekti onları ya da iki deli bir araya gelmemeliydi diye söylenecekti, Fatih tam bir deliydi Azra'yı da kendine benzetebilirdi.

"Ne sen sor ne ben söyleyeyim. Hayatımın sınavıydı. Pusuya düşmeyi yeğleyeceğim bir andı ki oradan daha kolay çıkardım." Başını ona çevirdi duraksadı. "Ama sınavım dediğim artık sevincim oldu benim. Yine yarım kaldık bugün biliyorum ama her günümüzün bir öncekinden daha iyi olacağının sözünü verebilirim sana. Sözlerimin alev alev olmasının sebebi senin için durmadan atan kalbim Azra, öyle seviyorum ki seni bunu hiçbir birimle ölçemezsin."

Alnından öpmek istedi kadının ama miğferleri izin vermiyordu buna, yanağını okşayıp geri çekti elini. Operasyonu aksatacak bir şey yapmıyorlardı, her şey olması gerektiği gibi ilerliyordu normalde mizah yaptıkları ortamda şimdi ilişkilerini konuşuyorlardı, bir sorun yoktu. İkisinin de dikkati operasyondaydı ama kulaklarının biri ve kalplerinin bütünü birbirlerine dönüktü.

"Ağlatacak mısın beni ya?" Zorlanıyordu kendini kelimelerle ifade etmeye zaten genelde ifade etmek yerine göstermeyi tercih ederdi mesela sarılıp başını boynuna yerleştirmeyi, kokusunu içine çekmeyi severdi. "Şu koca dağlar şahit seni nasıl sevdiğime, onca yıl içimde tuttuğum sevdamı bir onlara haykırdım ben Mete. Çok âşığım sana yemin ederim."

Dürbünü gözüne götürdü yüzbaşı ve yavaşça yere çöktü, aynı anda yumruk işaretiyle Azra da yanına çöktü, bir yapı vardı daha doğrusu bir yerleşkeydi burası. İnsanların olma ihtimali olan ama sokakları özellikle bu tarafın daha sessiz olduğu bir yerdi.

"Ben de sevgilim, ben de," dedikten sonra konuma baktı cihazdan, Göktürk GPS demeyince tuhaf hissediyordu. Cihazı kullanmada Göktürk iyi olsa da haritada uzman birisinin yanına gidiyorlardı ve Sayaç onun eline su bile dökemezdi. Fatih askeri istihbarattan olduğundan kendini harita üzerinde çok fazla geliştirmişti, nerede ne var, nerede saklanılır çoğu şeye hakimdi özellikle de bu coğrafyaya.

"Burada olma ihtimalleri var mı? Çok merkez olmasa da yerleşke içinde bir ev. Tutulur mu dersin?"

"Bilmiyorum Demir Leydi'm ama bunu oraya yaklaşmadan öğrenebileceğimizi de sanmıyorum." Dürbünü indirdi gözlerinden ve bakışını yanındaki askerine çevirdi. "Gidip bakmamız ve yakalanmamamız lazım, camdan bakarız boşsa da girer içeriyi tam anlamıyla kontrol ederiz."

"İkiye mi ayrılıyoruz?"

Adam başını iki yana salladı, en son ayrıldıklarında sırtına onlarca kez kemer yemişti bir başına bırakamazdı onu en azından şimdilik.

"Beraber giriyoruz. Yavaşça çıkacağız buradan, tüfeği mümkün olabildiğince gizle sivil bölgedeyiz."

Anlaşıldı diyerek karşılık verdi adama, Mete çömdüğü yerden kalkıp dizlerini kırarak hızlı adımlarla eve doğru yürümeye başladı, Azra da peşinden gidiyordu. Fazlasıyla sessiz olması tehlikenin habercisi olabilirdi ama yine de kontrol etmek zorundalardı.

"Sancak, bir gelişme var mı?" Mikrofonunu açıp söylemişti bunu.

"Daha intikal edemedik." Yanıtını aldıktan sonra kendi durumunu bildirdi, olası bir aksilikte bir bilinmezlikte olmamalıydı kimse.

Evin kırık camlarında perde yoktu, içeriye doğru baktıklarında pek bir şey görememişlerdi, temiz gibi duruyordu ancak içerideki kör odaya bakmaları gerekiyordu en azından dinlemeleri. Hoş eğer orada birisi olsaydı kapıda elli tane rejim askeri olurdu şimdiyse kimse yoktu, yine de bakmaları lazımdı.

İçeri yavaşça girerken ses çıkarmamak onların en önemli kuralıydı, bir ses bile birçok insanın canına mal olabilirdi. Azra tabancasını tutarken Mete tüfeğiyle etrafı kolaçan ediyordu, aynı gördükleri gibi temizdi bu oda, iki oda daha vardı en köşedeki odaya geçmek için ortadaki odadan geçmek gerekiyordu. Bu defa oraya girmişler temiz olduğunu fark edince durup telsizle haber vermişlerdi diğerlerine. Burası temiz dedikten sonra içeriye salınan gaz bombaları ve telsiz iletişiminin de jammer tarafından koparılmasıyla bambaşka bir durumun içinde bulmuşlardı kendilerini. Önceki odanın camları kırıktı ama diğer camlara tahtalar çakılmıştı, kapıya koştu ancak önüne ne yığdılarsa bir türlü açılmıyordu.

"Gaz bombası, tuzak." Gaz maskeleri yoktu ve yapılacak hiçbir hamle onları kurtaramazdı. "Telsiz çalışmıyor, jammer..." Öksürdü kadın, gazı iyice soluyordu başları dönmeye başlamış dizleriyle zeminin buluşması çok da uzun sürmemişti.

"İyi misin Azra'm?"

"Sen iyi misin?" Soruyorlardı ancak ikisi de iyi değildi. Gücü giderek tükenirken ondan ayrı kalmamak için sardı kollarını karısına. Nereye gideceklerse beraber gideceklerdi, başka çaresi yoktu. Son gücüyle Mete kasaturasıyla parmağına bir kesik atıp çıkan kanla tam arkalarına uzun saplı içinde DS yazan bir bayrak çizdi, sancak timi buraya gelirse onlara haber vermekti bu.

"Mete." Sesi çıkmıyordu. "Kalk hadi." Yine ses yoktu onu dürtmeye karar vermişken kendi gözleri de kapanmıştı bu defa, adamın kollarında saldı kendini, her ikisi de baygınlık geçirmişti.

♟️

"Şşt kalkın lan artık sabah oldu." Sabah değil gece olmuştu ancak karşısında duran iki askeri uyandırmak istemişti. "Öldünüz mü lan, kalksanıza!"

Ölmediklerini biliyordu ancak tepki vermelerini bekliyordu, hafif kıpırdanmalar bunun başarılı olduğunu göstermişti.

"Ne bağırıyorsun lan it?" Sızlanarak açtı gözlerini karşısındaki tanıdık sese, onu iyi gördüğüne sevinse de esir düştüğüne canı epey sıkılmıştı, tuzağa düşmüşlerdi. Başını diğer yana çevirip karısına baktı, hâlâ baygındı.

"Güzelim, kalk hadi." Adını bilerek anmıyordu, dinleniyor olabilirlerdi. Yine kardeşine döndü.

"Ne zamandır buradayız biz? Sen iyi misin?"

"Sonunda bana döndün canım abim, karın kadar ilgini çekemedik."

Sitemli söylese de şaka yapıyordu ve belliydi her halinden. Yüzünde yer yer morarıklar vardı ancak sağlamdı. İyi bir dayak yemişti sadece, ölmediğine sevinmişti.

"3 saat oldu neredeyse. Ben düğüne gelememiştim sen gelmişsin yengemle beni ziyarete." O da bilerek isim kullanmamıştı, işlerini iyi biliyorlardı. "Hoş, yengem uyanamadı bir türlü ama olsun."

"Yenge, yengeee. Kalk hadi takı töreni yapacağız. Yengee. Koğuş kalk!" Son bağırışı Azra'yı ayıltmakla kalmamış yerinden sıçratmıştı. "Aha uyandı seninki."

"İyi misin hayatım?" Azra başını salladı, iyiydi ama onları merak ediyordu. "Siz iyi misiniz? Komutanım?" Son kelimesini Fatih'e dönük söylemişti, onun durumu öncelikliydi, bir sorun olmamasını umuyordu.

"İyiyim iyi. Tebrikler düğüne gelemedim ama siz geldiniz, ailecek buradayız ne hoş."

"Lan neresi hoş karımla gerdeğe giremedim seni kurtaracağım diye bir de yanına düştük." Kollarını çekiştirdi iki bileği de ayrı yere bağlıydı kelepçelerle, kurtulması imkansız olsun diyeydi bu.

Kardeşinin yanında özelini dökmesinden utanmıştı biraz, tekme savurdu ona, Mete bir çocuk gibi dudağını bükerken Fatih kahkaha atıyordu.

"Ayıp be adam, kardeşinin yanında söylenmez ayıp."

"Ayıp yatak odasında olur hayatım ama bizim ayıbımız olamadı bu hıyar yüzünden, o yüzden dinleyecek."

"Siz kusura bakmayın komutanım, sizin için çok üzüldü o yüzden böyle yapıyor." İkisine bakıp gülümsedi, yakışmışlardı, güzel olmuşlardı ve en sonunda gerçekten mutlu olmuşlardı, seviniyordu onlar için.

"Biz aileyiz, komutanım diye hitap etmene gerek yok bana."

Abi ya da Fatih demesi daha iyi olurdu onun için. Birbirlerinin adını anmadıkları için ağabey demesi daha uygundu onlar için.

"Kusura bakma abi," dedi gülümseyerek. Bu Fatih'in de hoşuna gitmişti, sivilde yenge diye hitap etmek istiyordu ona kendisinden küçüktü ama bu yengesi olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Mete'yi gülümseten bir olay yaşanmıştı az önce, ailesinden biri daha diğerini kabullenmişti ve en önemlisi iyi anlaşacağa benziyorlardı.

"Aşkım," dedi Azra, kollarını çekiştirse de demir boruyu ya da kelepçeyi çıkaramazdı daha fena olurdu bilekleri.

"Çekiştirme ki bileklerin zarar görmesin bebeğim." Başını Fatih'e çevirdi bu defa. "Sen de çekiştirme lan!"

İkidir onu delirtiyordu, bombaları patlatıp öldü sandığında kafa ve yumruk atmıştı ona, şimdi de yakalanmıştı ve yine dayak atmak istiyordu. Canının kıymetini bilmeyen tez canlı ve baş edilemez biriydi işte Mete'yi zorlayan şey de onun bu yönüydü.

"Ben de seni seviyorum abiciğim."

"Seviyor seviyor, sevmese gelmezdi bize haber bile vermediler."

Sevmese o odadan onu hiçbir kolluk kuvveti çıkartamazdı ama işte kardeşi yakayı ele verip tutsak edilince hiç düşünmeden karısını o adada bırakıp astsubayıyla beraber karargaha gitmişti.

"Doğru söylüyor, üstümü bile çıkaramadan karargaha gittim. Sen hiç damatlıkla karargaha giden gördün mü? Karımın saçlarında hâlâ sprey var yıkamaya bile vakti olmadı saçını." Durdu biraz soluklandı, asıl söylemek istedikleri bunlar değildi. " Eşek herif sen nasıl yakalandın? Aklım çıktı benim, ya ölseydin?"

Ölmemiş ama ölmekten beter edilmişti, yüzündeki izlerle sınırlı değildi bu morluklar çok belliydi kıyafetlerinden. Çok dayak yese de direnci yüksekti ve ailesini de öyle karşılamıştı.

"Ölmedim iyiyim abi rahatla, azıcık hırpaladılar bu herifler. Hem ben düğüne gelemedim diye sizi tebrik edebileyim diye yakalattım kendimi." Küçük bir kıkırtının ardından sesini biraz alçalttı. "Örgütle bağlantısı olan daha önce elimden kaçan bir it görüp tanıdı beni, rejimle bu aralar araları iyi olunca yaka paça aldılar beni. Konuşmadım tabii ama net bir şekilde Türk olduğumu biliyorlar."

"Orospunun sıçtıkları, amına koduğumun piçleri." Azra küfrederken kocası da ona eşlik etmiş bir şeyler mırıldanmıştı.

"Sordular mı rütbeni?"

"Hıhı sordular, ben de avcı taburu komutanı bir hürgeneral olduğumu söyledim."

Buradan çıkmak zorundalardı ama elleri bağlıyken çok zordu, tuvalet numarasını yerler miydi profesyonel askerler, yemezdi. Belki yemek esnasında bir şansları olabilirdi o da yemek verilirse.

"Sivil bölgedeyiz gözlerim kapalıyken yön mesafe hesabı yaptım, birkaç asker var dışarıda ama sadece ikisini gördüm, arada dışarıdan çocuk sesleri geliyor. Muhtemelen siz beni bulmayın diye böyle bir yol izlediler, sivil bölge onlar için daha güvenli."

Siviller varsa iş tehlikeliydi ama bu tehlikeyi lehe çevirmek de onların elindeydi. Küçük tepe camından yandaki evin duvarı gözüküyordu, tek gözlü bir yerdeydiler muhtemelen kilerdi burası. İçerideki üzeri örtülü cisimler kavanoza benziyordu uzaktan bakıldığında.

"Bir gelsinler buradan çıkmanın bir yolunu bulacağız."

Azra yeniden zorladı kollarını, işe yaramaması canını sıkmıştı, başına bile ulaşamıyordu ki tel tokayla şansını deneyemiyordu.

"Sevgilim yapma canın acıyacak, bileklerinde bu herifler yüzünden iz görmek istemiyorum ben."

Sırtında yeterince iz vardı bir de bileğinde geçici bile olsa iz görmek istemiyordu. Her defasında engel olamadığı için küfrediyordu kendine, bir kurşun, onlarca da kemer izi taşıyordu sırtında ve Mete hiçbirine engel olamamıştı.

"Kıyamıyor musun karına?"

Ortamın tansiyonu birden artmıştı bu kelimeyle, uzun zamandır dizi film izlemeyen Fatih de zevkle izlemeye başladı onları.

"Kıyamıyorum. Kıyamıyorum ama böyle konuşursan zincirleri kıracak güce sahip olacağım." Çok fena öpesi gelmişti ancak başları birbirine yakın değildi anca bacağına tekme atabiliyordu.

"Kırsan keşke de başka zahmetlere girmesek kurtulmak için. Bakma öyle."

"Nasıl bakmayayım?" Dudaklarına bakıyordu gözünü bile kırpmadan, dediklerini duyuyordu ama tüm odağı oradaydı. "Şöyle bakma işte öpecekmiş gibi, yalnız değiliz kendine gel."

"Karım değil misin ister bakarım ister öperim ona ne?"

Çekirdek ya da patlamış mısır olsaydı çok güzel izlerdi bu filmi, romantiklerdi ama Azra utanıyordu ve bu eğlenceliydi. Ağabeyinin de eğlendiğini görüyordu.

"Öper valla bana ne ki yenge."

"Sen sus lan karımla arama girme benim."

Cevap bekler gibi karısının gözlerine baktı, karım lafına eriyip bitiyordu. Ne de güzel söylüyordu, dudaklarından işittiği en güzel sözcüktü.

"Sen karım falan deyince benim karnıma bir sancı giriyor ya. Böyle bir farklı hissediyorum. Devrem falan mı desen hani görevdeyiz ya bir sakatlık çıkmasın."

"Şimdi bir şey derdim de gerçekten o var diye söyleyemem bunu karıcığım."

Bu mutluluk sancısı sadece karnına saplanmakla kalmayacaktı ama bu kadarını söyleyemezdi yalnız değilken.

"Ben ifşa oldum ya sizin time mi girsem?"

Fatih'in sesi Azra'nın hızla atan kalp ritminin düzene girmesine, Mete'nin de söverek o yöne dönmesine neden oldu.

"He gir, karım ve eniştemle beraber çalışıyorum eksik kalma sen de gir dörtleriz, hatta ne yapalım biliyor musun ablamı da alalım o da bizimle çalışsın ailecek mis gibi ne dersin? La havle..." Böyle söylediğinde gerçekten cins geliyordu kulağa ama fena da olmazdı.

"Şimdi öyle demeyelim de profesyonelliğimiz konuşsun bence. Değil mi yenge?"

"Tabi canım, şu an aşırı profesyonel olduğumuz için bunlar çok mühim."

Mete kardeşini de timinde görürse kafayı sıyırırdı evet adam eksiği vardı ama o isim başına sürekli iş açacak emir dinlemez Fatih olmamalıydı.

"Abi, olur değil mi? Bırakmazsın beni başka yerlerde?"

"Siktir git beni sal bir şurada ya. Gelmiş gerdek gecemin içine sıçmış bir de işimi nasıl yapacağımı öğretiyor. Sal beni."

Kapı sertçe açılınca gözler o yöne doğru döndü, iki asker vardı karşılarında, Fatih'in tanıdığıydı bunlar ve ellerinde bir çanta çeşitli aletlerle gelmişlerdi. Bu işte can yakacak kısımdı, üçü de birbirlerinin zarar görmesine katlanamayacak kişilerdi.

"Hain ve onun peşinden oltaya takılan iki yandaşı." Türk askeri dememişti bilmelerine rağmen, kapalı kutuyu oynamak o an için daha zevkli geliyordu onlara.

"Sizin bize anlatmanız gereken bir şeyler var sanırım, hanginiz anlatacak?" Yere koyduğu âlet çantasını açıp içinden garip aletler çıkardı, diğer adam da elindeki kaç voltluk olduğu bilinmeyen küçük şok cihazını bir sağa bir sola savuruyor kendince eğleniyordu.

"Ne anlatalım? Özlemişiz birbirimizi ziyarete gelmişler beni."

Konuşan Fatih olmuşsa da gözler diğer iki yabancıdaydı, onların kim olduğunu ağızlarından duymak ona göre ne yapacaklarına karar vermek istiyorlardı.

"Ne bakıyorsun, ziyarete geldik işte ne söylüyor adam sana anlamıyor musun?"

Azra üzerinde dönen gözleri oymak istedi Mete, belki art niyetli belki de kendi görevleri icabı dönmüşlerdi ona ama bir tık uzun bakmışlardı. Cevap bekliyorlardı ondan da.

"Akraba ziyaretine geldik," dedi gülerek, o gülünce diğer iki Akıncı da güldü. Kardeş olmaları bu defa işlerine yarayabilirdi, en azından uzatacakları hikaye ile zaman kazandıracaklardı onlara.

"Ne akrabası lan? Dalga mı geçiyorsunuz siz benimle?"

"Yok vallahi geçmiyoruz abimle yengem onlar benim, ben düğünlerine gelmeyince onlar bana geldiler." Başını yengesine çevirdi. "Bu defa üzerimde taşıyamadım ama bir dahakine benden sana bir bilezik yengem, hayırlı olsun Allah bir yastıkta kocatsın. Vallahi çok yakıştınız bu salak abim seni yıllarca uzaktan sevdi konuş dedim yok ben konuşmam, konuşursam uzaklara gider hiçten göremem sonra..." Kafasına sertçe yumruk yediğinde sustu, biraz sarsılmıştı. "Sus lan ne anlatıyorsun sen?"

"Vurma lan kardeşime!" Ayaklanmaya çalıştı ancak yapamadı zincirlerinden ötürü.

"Doğru mu söylüyor bu kardeş misiniz?"

Mete başını salladı, adam bir kere daha sordu, cevap istiyordu ondan başını sallamasını değil.

"Evet o benim kardeşim yanımdaki kadın da benim karım." Tam 7 saatlik karım ama asla elimi süremediğim, doya doya öpemediğim, her hâli güzel, kokusu güzel karım.

"Kocam, canım kocam. Vallahi kocam o benim. Yanındaki de abim." Kocam lafını duyunca sırıttı bozkurt, her defasında böyle sırıtacaktı. İşinden dolayı yüzlerce doğru karar almak zorundaydı, onunla evlenmek ise dünyada aldığı en doğru karardı. Sevginin sonu yoktu ya, onu sevmenin sonsuzluğu vardı.

"Ulan kim kimin nesi kimsiniz siz?"

"Ben Cengiz Hanoğlu, kardeşim Yavuz Hanoğlu karım da Esma Gümüş Hanoğlu başka soru?"

Türkçe isimler vermekten çekinmedi o anda, resmi bir kanıt hâlâ bulamamalarından verdiği güçle yapmıştı bunu. Cengiz Han'ı sarhoş Azra söylemişti, kullanmak buraya nasip olmuştu. Fatih yerine Yavuz, Azra yerine de eski görev adı Esma kızlık soyadı için de Demir yerine Gümüş kullanmayı uygun görmüştü. Bunlar üçünün de kahkaha atmasına sebep olmuştu, Demir yerine Gümüş demesine gülmekten ölmüşlerdi.

"Lan bağla birini elektriğe konuştur şunları iyice saçmaladılar gülüyorlar bir de."

Hepsi ciddiyetin farkındaydı ancak zaman kazanmak için ellerinden geleni yapıyorlardı, Sancak Timi tam 3 saattir haber alamıyordu ikisinden ve bunun üzerine aradıkları eve gidip o kanlı işareti bulduklarında onları aramaya başlayacaklar sonunda da buraya varacaklardı. Çabuk olmalarını diledi ikisi de, aksi takdirde biri zarar görecekti ve burada zincire bağlı olanların hiçbiri diğerinin zarar görmesine dayanamazdı.

"Hangisini bağlayayım?"

"Beni bağla size ihanet eden bendim," diye lafa ilk atlayan Fatih olmuştu, biraz Kara Murat benimcilik yapmaktan zarar gelmezdi. "Onu değil beni bağlayın ben onun abisiyim."

"Ben de karısıyım beni bağlayın onu değil." Yanındaki adama bakarak söylüyordu bunu. "Yengem olmaz abim de olmaz, bana bağlayın bitti."

"Lan hayvan herif ben senin hem abinim hem de komutanın biraz söz dinle ya." Komutan lafını bilerek ifşa etmişti, Türk askeri dememişti ve onların dilimde konuşuyorlardı. Bu bir şeyi kanıtlamazdı onlara.

"Ama sen de hep emir veriyorsun, abim ayrı komutanım ayrı emir veriyor bıktım senden." Başını onlara çevirdi. "Bu herifin emirlerine uymak istemiyorum bana verin elektriği."

"İkisini de bırakın bana verin, ben bu noktaya gelebilmek için kaç volt elektriğe dayandım haberiniz var mı sizin?"

Kadın olduğu için küçümseniyordu bakışlarla bile, bilmiyorlardı ki bu kadının nişan alıp vuramadığı bir elin parmaklarını geçmezdi, kaç kişinin ölüsünü yere yaymış kaç dirinin kurtulmasını sağlamıştı sayısını bile bilmiyordu. Göktürk olsa Sayaç modunu açıp hepsini tek tek sayardı ama Azra onun gibi değildi, vurduğu ve kurtardığı herkesi arkasında bırakıyordu. Sadece iki istisnası olmuştu, biri şimdi yanındaydı biri de cennette.

"Karıma öyle bakarsanız buradan kurtulunca sizi gebertene kadar döver benden uyarması."

"Şuna tak, birinin abisi birinin kocası bu. Ver elektriği de görsün gününü. O zaman konuşuyor muymuş konuşmuyor muymuş?"

"Korkma." Karısının gözlerinin içine baktı. "Direncim yüksek benim, canımı kimse acıtamaz sen yanımdayken."

Böyle söyledi ancak yediği elektriğin çığlığı mahalledeki çocukların bile duyup hareketlenmesine sebep olmuştu. Bu defa işkence gören Mete'ydi ama Azra'nın elinden hiçbir şey gelmemişti.

Loading...
0%