@rubamsalepe
|
Bölümü beğenip yorum yapmayı unutmayalım❤️
️♟️
Kaç volt elektrik yediğini hesaplayamamışlardı adamın, çok fazla elektriğe maruz kalınca halsiz düşmüştü. Yavaş yavaş toparlanma evresine geçiriyordu kendisini, hiç olmazsa yürüyebilmeliydi.
"Bakma öyle senden daha çok elektrik alıyorum ben."
Gözlerinde endişe vardı kadının, ağlamak istese de yapmamış böylelikle yanındaki iki adama da güç vermişti. İyi olup olmadığını kontrol etmek için tüm dikkatini ona vermişti.
"Dalga geçme, çok acıdı mı canın?" Mete başını iki yana salladı, evet acımıştı ama bunu umursamıyordu.
"İyiyim ben sen dert etme beni."
Bu gece karısının her bir zerresini keşfetmek, onunla zevkin doruklarına çıkmak varken alıp vereceği tüm voltu kendi yemişti.
"Bir kişiyi etkisiz hâle getirsek devamı gelecek. Yenge sen biraz damardan girip yemek falan istesen, tek elimizi çözseler yeterli. Bu herifler kadına ikinci sınıf muamelesi ettiği için işe yarayabilir."
Mete kardeşine başını sallayıp destek çıkarken Azra da kafasından türlü senaryolar geçirdi. Gelen adam önce yemek için elini çözecekti sonra etkisiz hâle getirilecekti, ya iki kişi gelirlerse bu defa ne olacaktı? Bu defa da rehin alırdı silahsızca, her türlü o herifleri öldürebilirdi, özellikle kadın olmayı zayıflık olarak gören insanların böyle bir zayıflığı oldukça. Hiç ummadığı yerden vurulmak kurtuluşları için bir kapı açabilirdi.
"Anlaştık öyle yapalım. Ben halledeceğim."
"Halledersin ya." Nefesini düzene sokmakta zorlanıyordu onca elektriği yedikten sonra.
"Hangisini halletmedin ki bunu da halledersin. Beni bile ipten aldın sen şu salak kelepçelerden mi kurtaramayacaksın bizi?"
Bu gece bir kelepçe olacaksa o burada olmamalıydı, çok yanlış zamanda yanlış yerdelerdi.
Dışarıdan elinde bir tepsiyle içeri giren rejim askeri Fatih'e baktı, o birkaç gündür burada olduğu için ona getirmişti.
"Yengem yemedi, ona verin önce, kadın o."
Son kısmını vurgulamıştı, normalde asla yapmayacağı şeyi yapıyordu, kadınlar için asla böyle konuşmazdı ama şimdi mecburdu.
Onu ikiletmedi asker, Azra'nın önüne tepsiyi bırakıp geri çekildi. Rütbesizdi, düz er olduğu belliydi, saflığını kullanması kolay olacaktı kadın için.
"Elimi kullanmadan nasıl yiyebilirim?"
Tek elini çözmesi yeterliydi, sonrasında bu adamı bayıltır gerekeni yapardı. Adam önce karşısında ona masum bakışlar atan kadına baktı sonra da bileğine çevirdi gözlerini.
"Sadece tekini," demesi onun omzundaki yükü hafifletmişti.
Bu kilitli kapıdan çıkmanın anahtarı parmaklarının arasına konmuştu. Asker cebinden anahtarı çıkartıp kelepçenin birini çözdü. Sadece birkaç saniye içinde bilinci kaybolmuştu, ayaklarını kullanarak adamı devirmiş eliyle yaptığı hamleyle de bayıltmıştı onu.
"İşte benim karım," derken gülümsüyordu Mete, canının acısı birden uçup gitmişti. Onu izlemek her zaman çok güzeldi, adamı devirişi bile güzeldi.
"Hadi yine iyisin eşin de dişlisini kapmışsın."
"Dişi kurdum benim. Hadi al anahtarı şundan da çıkalım şuradan."
Serseri bir gülüş yerleştirdi dudaklarına, Azra da gülmeden edemedi. Şu halde bile gülebiliyordu kocası, her yiğidin harcı değildi zordayken böyle gülebilmek.
Azra adamı kendisine doğru çekip cebini yokladı, az önce içine attığı anahtarı çıkartıp adamı attı üzerinden. Bağlı olan elini çözdükten sonra önce Mete'yi sonra da Fatih'i çözdü.
"İyi misiniz?"
İkisine birden elini uzattı, o iki koca adamı da kaldırabilecek gücü buluyordu kendinde.
"Hadi eve dönelim," diyerek çekti ikisini de.
Yerdeki askerden bir tüfek bir de tabanca aldı, tüfeği biraz daha iyi durumda olan Fatih'e verdi, tabanca da kendisindeydi çünkü nişan almada herkesten iyiydi, tüfeğe ihtiyacı yoktu. Mete'yi arkasına aldı, kendisinden destek almasını istese de adam istemedi.
"İyiyim ben, çıkalım şuradan."
"Abi sen?"
"İyiyim ben de merak etme."
Sessizce kapıya varıp dışarıyı yokladıklarında en önde Azra arkasında da iki dağ vardı. Kapıyı hafifçe aralayıp dışarıya baktı, diğerlerinden küçük olan bedenini kullanmanın faydalarını yaşıyordu. Arkasındakilere bakmadan 2 işareti yapıp o yönü gösterdi, sağ tarafta iki kişi duruyordu hemen kapının yanında değillerdi, göz hapsinden kaçıp gitmek diğerlerine nazaran Demir Leydi için basitti. Havadaki eli tutulduğunda başını kocasına çevirdi, gözlerine bakınca git komutu verdiğini anlamıştı. Gidecek ve o iki adamı buradan çıkaracaktı. Başını salladı, aynı bir askerin emir alması gibiydi bu hareketi.
Mete elini çektikten sonra yavaşça kapıyı aralayıp karşıdaki varili gözüne kestirdi, onlara kadar olan yerlerde saklanabileceği birçok şey mevcuttu. İlkinde fark edilmezse işi kolaydı. Mete ve Fatih'in iriliği çok daha fark edilirdi, Azra iki adamı da etkisiz hâle getirebilirdi, zaten bu adamların bu halde dövüşmesini istemiyordu. Fatih günlerce işkence görmüştü, Mete ise çok fazla elektrik yemişti. Bu defa iki komutanını ve ailesini kurtarma işi ona düşmüştü, en iyi şekilde de yapardı.
Araladığı kapıdan bir anda varilin arkasına doğru fırladı, elindeki silahı ateşleyip diplomatik kriz çıkartma niyetinde değildi ama silahsız da yapamazdı. Derin sohbete dalmış adamlar onu asla fark etmemiş, Azra da ilerlemeye devam etmişti.
Silahını en çabuk çekecek kişiyi gözüne kestirdi, birinin boynuna sarılıp bayıltırken diğerini yere düşürüp yapıştırması ona tekrar hamle yapması için yeterliydi. Yerdeki avucu büyüklüğünde taşı gördüğündeyse stratejisini değiştirdi, biraz can acıtacaktı ama onlar da ağabeyinin canını acıtmışlardı, ödeşeceklerdi böylelikle. Taşı yerinden çıkmadan öndeki adamın başına isabet ettirdikten sonra kendisinden uzakta duran adamın üzerine atladı. Taş yiyen bayılmıştı, dövüşen ise beklenilenden çok daha iyiydi yakın muharebede. En başta Azra üstteydi, sadece bayıltmak istiyordu ancak bir türlü adamdan bu fırsatı bulamamıştı.
"Lan yeter bayılsana," diyerek boynuna hamle yattığı sırada adam onu kenara savurup elini boğazına doladı.
Mete ve Fatih onu izlerken büyülenmiş, etrafın güvenliğini sağlarken bile zorlanmışlardı. Seslere desteğe gelen iki askerden birinin üzerine kapıyı çarpıp bayıltmışlar diğerini de sağlam ele geçirip bayılttıkları tüm askerlerle birlikte sıkıca bağlayıp kilitlendikleri yere atmışlardı.
"Müdahale etmeyecek misin karın orada canıyla cebelleşiyor?"
"Orada şu an karım yok, askerim var ve benim tanıdığım Demir Leydi bu savaşı kazanır, izle ve gör." Çok soğukkanlıydı, sanki boğazlanan karısı değilmiş de herhangi biriymiş gibiydi.
"Gamsıza bak lan, Mete bunun eve dönüşü de var abiciğim, yatağa almazsa seni görürsün. Çekyatta yatarsın da 3 gün sırt ağrısı çekersin."
Mağarada, kaya tepelerinde, ağaçlarda, çukurlarda, bataklıklarda uyumuş birine çekyatta yatmak fazlasıyla lükstü ama ondan ayrı yatmak çok kötüydü.
"Kafamı karıştırma lan, halledecek işte. Hem daha normal yatağa yatmadan çekyat mekyat olmaz."
Azra boğazındaki parmakları ayırmaya uğraşmadı başka bir hamle yapması gerektiğini çok iyi biliyordu, az önce attığı taş tam da yanındaydı, teknik taktik gerektirmeyen bir şeydi, bir hamlede vurup onu yere yığdığında rahat bir nefes alabildi. Birkaç saniye öksürdükten sonra başını yanına gelen iki adama çevirdi.
"Sıçtım sizin ağzınıza, ölmemi mi bekliyordunuz?"
"Valla Mete dedi, abi sözü dinledim ben."
Ellerini havaya kaldırmıştı teslim olur gibi, suçu abisine atınca yırtacağını düşündü.
"Valla Mete Yüzbaşı dedi han olan Mete'nin hiçbir şeyden haberi yok." Han olan Mete'den Yüzbaşı Mete'ye geçmesi çok da uzun sürmedi. "Akıncı düş önüme gidiyoruz."
"İnsan karısını boğazlatır mı ya?" Kocasının yanına gitti, kızmıştı ama kıyamıyordu da. "İyi misin, çok elektrik yedin."
"Dayanıklılığım yüksek, eğitimlerde daha ağırını görmüştüm." Canım acıdı diyemedi çünkü biliyordu ki tek canı acıyan kendi kalmayacaktı.
"Yalancı, yürüyebilecek misin?" Yürümüş hatta dövüşmüştü bile. Sorması hataydı bunu.
"Ya siz komutanım?" Fatih'in bakışlarıyla beraber kelimelerini düzeltti. "Ya sen abi? İyi misin? Yüzünü gözünü mahvetmişler."
"İyiyim ben de. Sizin çantaları alalım çıkalım buradan."
Fatih yanlarından ayrılırken Azra Mete'nin elini omzuna attırdı, destek verdiğini göstermek istemişti bu şekilde. Adam ise boynunu kontrol etti, kendi durumunu umursamadı yine. İz kalmayacaktı, yeterince izler vardı vücudunda bir yenisi daha eklenmeyecekti ona.
"Kendini hiçbir zaman düşünmeyeceksin değil mi? Hep önceliğin başkaları mı olmak zorunda?"
Şöyle bir baktı geçmişe, kendi şahit olduğu onlarca olay vardı, hepsinde de başkalarını düşünmüştü Mete. O ipe gerildiği gün bile kurtulunca askerlerini sormuş ve Azra'yı teselli etmeye çalışmıştı. Huyu böyleydi aslında, komutan olmasaydı da böyle olurdu. Hayatı boyunca herkesi kendisinin önüne koyup düşünmüştü. Yedi yaşındayken sokakta oyun oynarken kavga çıktığında Mete dayak yemiş, Fatih yardıma koşunca o da yemişti. Mete daha kötü haldeydi ancak hemen Fatih'e koşmuş iyi mi diye onu kontrol etmişti, sonra kendisine dönmüştü olay. Abilik yapıyordu herkese ama bu aile bağı ya da arkadaşlık ilişkilerindeki abilik değildi, herkesi buna ailesi annesi babası karısı da dahil olmak üzere herkesi kolluyordu, abilik yapmak teriminin karşılığı buydu aslında. Mete bunun en güzel örneğiydi ama zararı da vardı, kendini düşünmeden başkalarını düşündüğünde yıpranıyor, tedavi edilecekse bu sonraya kalıyor ve bunların hepsi bir bütün hâlinde adama zarar veriyordu.
"Bir komutanın görevi budur, önce diğerlerini düşünmek. Eğer diğerlerini düşünürsem onlar için ayakta kalmak zorunda olurum."
Parmak uçlarını boynundan yanağına kaydırdı, hafifçe dokunuyordu varla yok arası gibiydi.
"Ve biz bir aileyiz karıcığım, kendimden önce seni düşünmem kadar normal bir şey olamaz."
Ne bencillik etmeye ne de ağlayıp dağıtmaya izni vardı. Herkes için ayakta duran oydu, hislerini iyi kötü saklamak zorunda kalan da oydu. Karakterine zaten var olan bir şey zamanla iyice oturmuştu, sinirlenmemek için tutardı kendini, aşkını saklamıştı, hüznünü de saklamıştı. Herkes masayı dağıtırken o masanın ardında dimdik duran olmalıydı.
Azra'nın dudaklarındaki tebessüm uzaktan gelen Fatih'in bile içini ısıtmıştı, belli ki güzel güzel konuştular dedi içinden.
"Maşallah Allah muhabbetinizi daim etsin, bir yastıkta kocatsın da gitmezsek bunlar ayılacak ve işimiz zorlaşacak."
"Amin," dedi ikisi birden, Fatih kızar diye ayrıca kıkırdamayıp tuttular kendilerini.
Mete'nin çantasını kendi sırtına alıp diğer çantayı da Azra'ya verdi. İşkence gören Fatih'ti ama en son elektrik yiyen Mete olduğundan kıyamamış yüklenmişti yükünü.
"Ah enişte ah, bu ikisini düğün günü çağırarak ne düşündün acaba?"
"O çağırmadı bizi, biz kendimiz gittik istedik dahil olmayı."
Tabii ki gelinliğini çıkartma noktasına gelmişken duydukları telefondan sonra geldiklerini söyleyemezlerdi. Ama o noktadan geldiklerini de tahmin etmeyen yoktu.
"Yine de gelmemenizi tercih ederdim. Şu hıyar bana ömür boyu bugünü kakacak çünkü." Mete hızlıca ensesine patlatınca masum bir çocuk gibi önüne düştü, yürümeye başladı.
"Hıyar ne lan abinim ben senin. Abi bile demiyorsun doğru düzgün bir de hıyar diyor göt lalesi."
"Çok ayıp ya kardeşsiniz siz nasıl kavga ediyorsunuz öyle?"
Duvardan başını uzatıp dışarıdaki aracı kestirdi gözüne. Etraf temizdi, gidip o arabayı çalıştırıp ilerlemelilerdi. İşaretiyle beraber Araca kadar geldiler.
"Binsenize ne bekliyorsunuz?"
"Tamam adam madam dövdük de yani araba kullanabilecek kadar harika dikkatli bir durumda değiliz hayatım."
Kardeşi de öyleydi, dikkat gerektiriyordu ancak canı acıyan bu adamlar için biraz zor olabilirdi.
"Ama ben..." Elini omzuna koyarken etrafı kolaçan etti.
"Sen bunu yapabilirsin astsubayım, zor durumdayız her şeyi kenara bırakıp bunu yapabilirsin."
Arabaya baktı kadın, yapmak zorundaydı ama en son ne zaman bindiğini bile bilmiyordu. Sancak timinde bile değildi, Hakan Teğmen mi vardı en son yanında? Çağrı'nın şehit olduğu gün mü kullanmıştı mecburiyetten, evet o gündü. Yıllar geçmişti üzerinden. Şimdi de bu iki Akıncı erkeği için kullanacaktı arabayı. O sürerken roket gelmeyecek rahat rahat gideceklerdi, bunu tekrar ediyordu aklında. Başını sallayıp aracın kilidini açıp geçti koltuğa, kısa bir uğraştan sonra kabloların temasıyla çalıştırdı arabayı.
"Bismillah," diyerek sarıldı direksiyona.
"Sakin ol bak ne güzel kullanıyorsun."
Fatih sormadı durumu, daha sonra öğrenecekti, zaten zor duruyordu kadın onun ayarlarını iyice bozmak istemiyordu.
"Evet yengem harikasın. Abi sen istersen haber geç time merakta kalmışlardır."
"Doğru diyorsun. Çantamdan uzat telefonu."
Dediğini yapıp abisine telefonu uzattıktan sonra Mete timinin ikinci komutanını aradı, çekiyor olması büyük şanstı çünkü Hakan kırsaldaydı.
"Komutanım," diyerek açtı teğmen telefonu. "Neredesiniz, iyi misiniz?"
"İyiyiz teğmenim, Fatih'i de aldık buluşma noktasına intikal ediyoruz."
Kardeşinin aynadaki yansımasına baktı, gülümsedi. Onu canlı bulabildiği için çok mutluydu. Şükretti rabbine, kardeş başka bir şeydi, o olmadan olmazdı ki bu hikaye.
"Biz de geliyoruz, yakınlardayız."
"Tamam Hakan, dikkatli olun." Emredersiniz yanıtını aldıktan sonra kapadı telefonunu, cebine yerleştirdi.
"Siz iyi olduğunuza emin misiniz ya? Tipleriniz hiç öyle durmuyor."
İki eli sanki bir teröristin yakasına yapışmışçasına direksiyona sarılıydı sımsıkı. Araba kullanmadığını, geçmişte o roketli saldırıyı hiç yaşamadığını farz ediyordu.
"Dürüst olacaksak benim karnıma çok vurdular, eşek sudan gelinceye kadar, dayak yemiş gibi hissediyorum çenemin açık olduğuna bakma."
"Ben iyiyim Azra'm." Değildi, yorgun hissediyordu. Biraz dinlenmesi lazımdı.
"Değilsin Mete, kör müyüm ben?"
"Önüne bak önüne."
Direksiyona uzanıp hafifçe sağa kırdı böylelikle yandan geçen arabaya temas etmemiş oldu.
"Körsün bak çarpıyorduk el âleme. İyiyim ben neden inanmıyorsun?"
"Hiçbir zaman kötüyüm demedin çünkü. İnanmıyorum işte."
"Bebeğim nasıl iyi olduğumu sana gösterirdim de ne yeri ne de sırası. Şu herifin yanında konuşturma beni." Omzuna yumruk yedikten sonra sızlandı adam. "Lan ne vuruyorsun?"
"Herif miyim lan ben? İnsan kardeşine der mi öyle"
"Sen abine hıyar dedin ya it. Ulan seninle komutanların nasıl başa çıkıyordu bilmiyorum ben, gidelim de çık sorumluluğumdan ya." Başını karısına çevirdi ona açıklama yapacaktı. "Annem bile bununla baş edemezdi çok yaramazdı, ablamla beni onu dizginleyelim diye uyarırdı hep."
"Bombalarla karargah patlatmasından anlamıştım bunu zaten. Yani tip olarak da huy olarak da farklısınız. Fatih Üsteğmen biraz fazla tez canlı."
"Fazla az gelir buna. Askersin mantıklı olur asker adam ama bizim mantık kelimesinin karşılığı yok ki bunda. Mantık ne desem yemek mi der bu. O kadar alakasız."
Azra çok daha rahattı şimdi, aklını onların konuşmasına verince rahatlık hissetmişti, araba kullanıyordu ancak sanki bisiklet sürüyor gibi rahattı, en azından şimdilik.
"Kocacığım," dedi kadın, hararetini almak istemişti ancak bu kelimesi bile adamı az önce yediği onca volt elektrikten daha çok yakmıştı. "Biraz sakin mi olsan?"
"Konuş böyle sonra sakin olmamı bekle."
Mırıldandı bunları, kardeşi de duymuştu ancak umurunda değildi, gerdekten kalkıp onu kurtarmaya gidip fazla fedakarlık yapmıştı zaten, bu kadar tutabiliyordu kendini.
"Duymuyorum ben siz devam edin."
"Abi sen de utandırma ya. Lan sus sen de ayıp denen bir şey var değil mi?"
"Kocalara lan denmez çok ayıp karıcığım."
Aslında küfretmesine âşıktı kadının, o küfredince onu öpesi geliyor, kızgın yanaklarını sıkası geliyordu. Aklından kötü şeyler geçirmeden edemiyordu Mete çünkü artık bu kadın karısıydı. O küfrettikçe tahrik olacağı anları hayal etti, tüyleri diken diken olmuştu, bu elektrik işi gerdeğe girememiş bir adam için fazlasıyla kötüydü. Bir yorgunluk vardı üzerinde haddi hesabı yoktu bunun ama içinde durdurulamaz bir kıvılcım da vardı, çok zorluyordu onu.
"Ya sabır..." Ayartmak için tepesine çıktığım beni durduran adam gerçekten bu mu ya? Bıraksam hemen şu an beni arabanın kaputuna yatırır öyle böyle yanmamış.
"Mete." Azra'yı seyretmekle meşguldü. "Komutanım!" diye yineleyince pozisyonunu dikleştirip yüzbaşı haline geçti yeniden.
"Söyle Akıncı." Azra yavaşça arabayı durdurdu.
"Komutanım dürbün."
Fatih dürbünü çıkartıp Azra'ya uzattı. Güney sırımızdaki iki büyük ülkenin de kırsal kesimine fazlasıyla hakimdi, bir kısmını rejim askeri bir kısmını da terörist kılığında gezmiş iyice aklına kazınmıştı.
"Burası terör unsurlarının bulunabileceği bir yer, bir şeyden mi şüphelendin? Ne takıldı gözüne?"
"Şuradaki çalı yok oldu. Tuzağa girmek üzereyiz ve geri gitme şansımız yok."
Azra'nın kurduğu cümlenin üzerinden daha birkaç saniye geçmeden bir mermi arabanın camını delip arkaya doğru gitti, üçü birden aşağı eğildi, Azra arabayı geriye çekmeye çalıştı ancak üst taraftan kayalar yuvarlanınca ne ileri ne geri gidebildi.
"Kılınıza zarar gelmeyecek, dikkatli olun duydunuz mu beni?"
"Gelmeyecek abi."
"Emredersiniz komutanım."
Araba hem ön hem arkadan ateş alıyordu. İki yanında kayalıklar olan bir bölgedelerdi bir taraf boştu oraya kaçabilirlerse bir şansları olabilirdi.
"Azra iniyorsun ve kendine uygun bir yere doğru koşuyorsun. Fatih arka tarafa koruma ateşi aç, ön tarafı ben hallederim."
"Merak etmeyin, hele bir yerimi bulayım hepsinin ebesini teker teker sikmeyen Demir ne olsun?"
"Akıncı." dedi Mete, "Akıncı'sın sen artık." Çatışma anında bile gülümsetmeyi başarmıştı onu.
"Akıncı'yım ben." diyerek koruma ateşinin başlamasıyla attı kendini arabadan. Tüfeği yanındaydı, tabanca ve şarjörleri yeleğine doldurmuştu. Tüm aletleri üzerlerine almışlardı, çantayı almayacaklardı zaten bu onları yavaşlatırdı. Hızlıca gözleriyle işaretlemiş olduğu kayaya gitti, hemen ardına geçip yerini aldı, Bora yanında yoktu bir başka nişancı tüfeğiyle çalışmak hoşuna gitmiyordu ama görev görevdi işte. Bu tüfekle koruma ateşi biraz sıkıntılıydı, her defasında mermiyi ileri sürmek vakit kaybıydı, silahını alıp arka tarafa doğru çevirdi bedenini. Mete'nin atışıyla beraber kendisi de ateş etmeye başladı, Fatih'in çıkabilmesi içindi bu, hemen bir yere yerleşmiş Mete için ön tarafa koruma ateşi açınca o da fırladı yerinden, sonrası Azra'nın en büyük korkusu... Bir patlama sesi, bir patlama sesi daha. O roketli gün, Orhan'ın şehit olduğu gün, en acı günler... Yine bir patlama sesi olmuş az önce içinde olduğu araç birden alev almış ikinci bir patlamaya sebep olmuştu.
"Mete, iyi misin Mete?" Kendisinden biraz uzaktaydı ve araca yakındı adam.
"Ses ver ne olur? Fatih abi sen bir şey söyle, görebiliyor musun? İyi misiniz?" Dürbünü kayalıkların ötesini göremiyordu, bağırsa da istediği cevabı alamıyordu.
"Allah kahretsin sizi!" diyerek bağırdı, öldüğüne ihtimal vermedi ama yaralanmış olabilirdi, başını bile zor çıkartıyordu şimdi, ateş altındalardı. Burada adam kaçırmak için yol kesmişken büyük kayaya rastlamışlar şimdi de kim olduklarını bilmeden çatışıyorlardı. Azra ön taraftaki teröristlerin yerlerini tespit etmeye çalıştı yaklaşık on tüfek sesi vardı, hepsini tek tek indirebilirdi.
"Bismillah, Allah'ım sen elimi titretme."
Dayan sevgilim, kurtaracağım seni.
Dürbünün ayarını yaptıktan sonra hedefe kilitlendi, açık hedeflerdi en azından birkaç saniyeliğine. Aşağıdaki iki adamdan da ses gelmediği için tedirgindi ancak bu atışları başarılı bir şekilde yapmadan onlara yardımı dokunmazdı. İlk mermi en arkadaki teröristin başına isabet etti, hemen önündeki de peşinden vuruldu. Üçüncü ateşi edecekken mermiler kendisine doğru yağınca gizlenmek zorunda kaldı.
"Siktir."
"Dayan Azra, yetiştik." Fatih'in sesiydi bu, atışıyla da onu desteklemiş iki terörist daha etkisiz hâle getirilmişti
"İyi misiniz?"
"Bir anlığına sağır olduk, iyiyiz iyi. Abim de iyi kafasını taşa vurdu ama kalın kafalıdır ona bir şey olmaz."
"Ya çok komiksiniz komutanım gerçekten ya, ölüyordu benim kocam ya."
Başını yeniden çıkartıp belirlediği birkaç hedefe daha ateş etti. Birini daha vurmuştu, diğerleri gizlenmeye devam ediyordu.
"Kocan sana kurban olsun ya." Arka alandaki teröristlere sıkmaya başlamıştı yerinden doğrulur doğrulmaz.
"Hayalimdeki gerdek gecesini yaşıyorum gerçekten tam olarak bu."
İki teröristi daha indirdi, başı ağrıyordu çarpmanın etkisiyle. Fatih de birkaç el ateş etmiş iki tanesini daha indirmişti. Son teröristi de tam alnından Azra vurmuş bulundukları yerdeki tüm silah seslerini susturmuştu. Tüfeğinin dürbünüyle ateş açılan bölgelere bakıp temiz mi değil mi diye kontrol etmiş sonra da tüfeğini sırtına atıp Mete'nin yanına koşmuştu.
"İyi misin?" Sırtı taşa yaslı alnında küçük bir yarık olan adam hafifçe başını salladı.
"Aynen çok iyisin şu hâline bak, sesiniz çıkmayınca patladınız sandım bir an ya."
"Güzelim benim, korkma bir daha öyle bir şey olmayacak."
Olabilirdi ikisi de farkındaydı bunun ama ona bir eş olarak bunu söyleyip sakinleştirmek zorundaydı.
"Korkmuyorum sen varken."
Korkuyordu, özellikle sevdiklerine bir şey olacak diye korkuyordu başka bir şeyden korkusu olmadı hiçbir zaman. Kaybetme korkusu en büyük korkusuydu ve acı bir şekilde bunu tecrübe etmişti.
Fatih'in uzattığı kumaş parçasıyla Mete'nin yarasını temizledikten sonra ayağa kalktı, iki adam da sağlam sayılmazdı ve o ikisini buradan çıkarmak zorundaydı.
"Üç Akıncı kaldık burada böyle, siz iki subay ayağa kalkıp beni takip ediyorsunuz." Parmağıyla bir onu bir öbürünü işaret etti.
"Emredersin astsubayım," diyerek Fatih'ten aldığı destekle ayağa kalktı yüzbaşı.
Azra emin adımlarla önden yürürken iki adam ellerinde tüfeklerle birbirlerine destek ola ola yürüyorlardı, biraz dinlense ayağa kalkabilirlerdi ama şu halde her şey çok daha zordu. Biraz önce önden ateş eden teröristlerin bulunduğu yerdelerdi, iki yol vardı burada ve iki de araba duruyordu. Biri daha ilerideyken biri de teröristlerin yoğun olduğu bölgenin yolunun üzerindeydi.
"Sesi duymuşlar ya da haber gitmişse buradan geçmemeleri bize yetişmemeleri lazım vakit kazanmalıyız."
"Patlatalım," dedi Azra elini el bombasına götürerek. Kardeşi gibi o da patlatabilirdi, Orhan yoksa Azra vardı.
"Patlatırsak daha aceleci olabilirler ya da önceki patlamayı duymayan ama şimdi yakınlarda olan birileri bu patlamayla bizi zora sokabilirler. Daha basit bir şey yapmalıyız."
Onlar konuşurken Fatih aracın kasasına geçip incelemeler yapmış, işe yarar malzemeler var mı onlara bakmıştı. Uzun bir hortum vardı kasada, 50 cm kadar kesip atladı aşağıya. Yengesiyle ağabeyi hâlâ ne yapalım diye akıl yürütürken Fatih işi bitirmekle meşguldü. Benzin deposunu açıp içine hortumu daldırdı, diğer ucunu ağzına alıp tüm gücüyle içine doğru çekti, ağzına gelen yakıtı yere tükürüp öksürmeye başladığında diğer ikisi ona dönmüştü.
"Tanıştırayım Üsteğmen Fatih Akıncı, harita işinde ve pratik zekada fazlasıyla iyidir." Kollarını birbirine bağlayıp araçtaki yakıtı sıfırlayıncaya kadar izledi onu. Fatih dibini ekmekle sıyırırcasına çekip tükürdü yakıtı, iğrenç hissediyordu ancak mecburdu buna.
"Buyurunuz benim, bir şey mi vardı?"
"Oha, helal." Azra'nın uzattığı eli kavrayıp ayağa kalktı yavaşça, omzuna iki kere vurup ağabeyinin yanına gitti.
"Gidelim o halde."
"Dönelim evimize."
♟️
"Sancak Timi Üsteğmen Fatih Akıncı ile eksiksiz dönüp görevini tamamlamıştır komutanım."
"Rahat Sancak. İstirahat edebilirsiniz," dedi Reşat Yarbay, rütbeyi bir kenara koyup Fatih'in yanına gitti hemen.
"Döneceğini biliyordum ama içim içimi yemişti, çok şükür sağ salim döndün." Kollarının arasına aldı üsteğmeni, gözü yandaki Mete'ye ilişti bu defa.
"Döndünüz," diye düzeltti. İkisi de fena durumdaydı, hırpalanmışlardı ve tek sağlam Azra kalmıştı.
"İdari izinlisin Fatih, gidip bol bol dinlen bize geçeriz birazdan işim bitiyor zaten ama önce bir askeri hastanede kontrolünü yaptıralım."
Elini kayınçosunun omzuna yerleştirmiş söylüyordu sözlerini. Sonra Mete'ye döndü, onun da görünmesini istiyordu.
"Sen de görünsen iyi olacak."
"Gerek yok iyiyim ben."
"Var gerek, patlamada kenara savrulup başını vurdu kayaya, ona kalsa hep iyi inanmıyorum bu konuda. Gidiyorsun."
Reşat gülmeye başladı, burada reis lider Mete olsa da evin reisi Azra'ydı bu belliydi.
"Oğlum yandın sen, daha ilk günden reislik taslıyor sana geçmiş olsun."
"Taslasın, evimizin reisi o, o ne derse o. Tamam karıcığım sen istiyorsan giderim."
İkiletmedi onu, aile içinde konuştukları için böyle rahattı yoksa komutanı ve askerleri olan bu üç kişiyle bu şekilde konuşmazdı başka ortamda.
"Komutanım siz eve gidin biz Fatih Üsteğmen'i size bırakırız hastaneye gelmekle uğraşmayın bir de."
Reşat itiraz etse de ısrarlara daha fazla dayanamamış onların dediğini kabul etmişti. Üzerindeki kıyafetleri değiştirmeden Toros'a atlamışlardı, direksiyonda üçüncü defa Azra vardı, bugün buna takılmıyordu, zorundaydı. Yarından itibaren eskiye dönebilirdi. Bir kereden bir şey olmazdı. Yıllar sonra arabaya binince yine roket saldırısına uğramışlardı, psikolojisi etkileniyordu bundan ister istemez. Ancak sivilleri dağa kaçırmak isteyip onların aracına roket atacak kadar ruh hastası teröristler her zaman var olacaktı, yaşadığı sürece de onları öldürmeye yemin etmişti kadın.
Fatih kendisini arka koltuğa atmış yatıp iyice yayılmıştı koltuklara. Mete arkasına dönebildiği kadar dönüp ona bakıyor kötü kötü bakıyordu.
"Ne var ne? Söyle karından mı korkuyorsun?"
"Ne alakası var? Düzgün yat bak ayağın sağa sola değmesin yeni temizlemiştim onu ben." Arabanın üzerinde hâlâ düğün süsleri vardı, gelin arabasıydı bu.
"Ya ben ölümden dönmüşüm, gelmişim ülkeme gelip bana bunu mu söylüyorsun Mete?"
"Evet, Toros'um önemli. Bilmiyor musun araba takıntımı? Düzgün yat işte."
"Bilmez olur muyum ya? Recaizade Mahmut Ekrem bir, sen iki."
Azra tek çocuktu, böyle kardeşliğe hiçbir zaman sahip olmamıştı. Aralarındaki sürekli olan bu tatlı atışmalar çok hoşuna gidiyordu, ona aile sıcaklığı vermişti. İki kere gördüğü bir adamı ağabeyi olarak benimsemek çok zor olmayacaktı onun için. Fırat gibi bir ağabeyi vardı şimdi de Fatih vardı. Tek farkı Fatih'le artık akraba olmasıydı.
"Çok güzelsiniz biliyor musunuz? Kavgalarınız bile o kadar tatlı ki."
Yerine seni koyabilirim diyemedi, yerine kimseyi koyamayacağı biriydi Orhan. Ömür boyu onun acısını kalbinde taşıyacaktı. Fatih ona iyi bir kardeş ve ağabey olacaktı, ayrı bir yeri olacaktı ama asla Orhan olamazdı.
"Azra," Yenge demedi bu defa, daha samimi gözükmek istiyordu. "İster kardeş de ister abi, biz akrabayız ve bundan öte sen harika bir insansın. Seni kız kardeşim olarak kabul etmemek gibi bir düşüncem yok, ablam vardı ama kız kardeşim hiç olmadı biliyor musun? Sen o eksikliği doldurursun değil mi?"
Bu aslında ben senin için iyi bir kardeş olurumun farklı bir yoldan söylenmesiydi, kelimeleri zor kullanan Azra'ya kolaylık sunup kendisi söylemişti, anlaşıldığına sevindi kadın.
"Madem kız kardeş eksikliğin var ben seve seve doldururum."
Yan koltuktaki adam hayran hayran ikisini seyrediyordu, bir aile kurmuştu ve her aile bireyine ayrı etki edecek bir bağdı bu. Fatih'in bir kız kardeşi olmuştu, Azra'nın da bir abisi. Mete'nin içi rahattı artık, ona bir şey olsa kardeşi kabul ettiği Azra'nın ardında dağ gibi duracak biri vardı.
"O zaman sana ilk isteğimi söylüyorum sür eve gidelim ya Allah aşkına çok yorgunum ben."
Azra başını iki yana salladı, sokakta bulmamıştı onları tabii ki de gidip muayene ettirecekti. Fatih'e ne olduğunu net bir şekilde bilmiyordu, Mete başını çarpmıştı bunlar riskli şeylerdi.
"Valla haklı bu defa ya, ne olur gidelim."
Azra da yorgundu ama onlar gibi çocukluk yapmıyordu. Erkekler hasta olunca fazla nazlı oluyorlardı.
"Beni sinir ederseniz gazla frenin yerini birden karıştırır karşıdaki duvara giriveririm yanlışlıkla." Ses çıkmadı iki adamdan da. "Ben de öyle düşünmüştüm," diyerek biraz daha gaza yüklendi, çok geçmeden ulaştılar hastaneye.
"Evet komutanım, Mete'nin kafasını çekeceklermiş, Fatih Üsteğmen'e de genel tarama yapıyorlar."
Adını bilemedi tomografi mi röntgen mi umurunda da değildi açıkçası, onun iyi olması bu isim ayrıntılarından çok daha önemliydi.
"Bizim işimiz uzun isterseniz uyuyun siz beklemeyin. Fatih Üsteğmen bizde kalır."
Reşat Yarbay bunu başta kabul etmese de daha fazla ısrara dayanamayıp teklifini kabul etti, zaten evdekileri de telaşlandırmak istemiyordu. Fatih yarın toparlanmış şekilde ailesinin karşısına çıkınca büyük bir sürpriz olacaktı.
Azra telefonu kapatıp Mete'nin yanına gitti. Çıkmıştı adam, çekim de rapor da kısa sürede çıktığından şanslılardı. Mete'nin bir şeyi yoktu başını vurmasına ve onca elektriğe rağmen. Alnındaki küçük yaraya pansuman yapıldıktan sonra bol bol dinlenmesi söylendi, bir asker için de en mümkün olan şeyi demişlerdi (!)
"Çok yoruldun değil mi?" Bu defa teslim olmanın bir zararı yoktu, görevde değiller, dönmüşlerdi.
"Yoruldum ve korktum kardeşim için."
"İyi olacak ben inanıyorum. Hem o kıvrak zekalıya bir şey olur mu hiç? Dua edelim biz hiçbir şey çıkmayacak görürsün."
Bunları söyledikten sonra omzunu sıvazladı kocasının, ona desteğini böyle gösterdi, Mete tebessümüyle karşılık verdi ona, kolundaki elinin üzerine de elini koydu.
"Onun yanındayken endişemi belli etmedim ama aklım çıktı, iç kanama riski beni korkutuyor. Şuradan rahat rahat çıkamama ihtimali de." Elini onunkinden çekip yanağına yerleştirdi. "İyi ki varsın, senin desteğin olmasa şu kapıdaki bekleme süresinde delirmiş olurdum sanırım."
"Mete ben senin karınım, yanında olacağım her zaman. Yeri gelecek arkanda olup önündeki engelleri temizleyeceğim bir bir, bilirsin okçular tepesi bende."
"Biliyorum, aramızda bir şeyler yokken bile bana destek olurdun sen. Yükümü azaltırdın, bir bakışın bin şifaya bedeldi, yine öyle. Bir bakışınla dertlerim deva buluyor, ruhum feraha eriyor benim."
"Şairimize bak sen ya, ne de güzel şeyler söylüyor öyle." Sadece onu görünce dudaklarından dökülüyordu bu sözcükler, istemsizceydi bazıları, kalbinden geçiyordu.
"Söz konusu sen olunca..."
Kapının aralanmasıyla iki göz de oraya döndü, Fatih ayaktaydı ve her zamanki gamsız duruşuylaydı.
"Ne bakıyorsunuz, gitmiyor muyuz?"
"Ne dedi doktor? Bir sorun var mıymış?"
"İncinmişsin dedi bana." İkisi de anlamsızca yüzüne baktı, Fatih sırıtınca dalga geçtiklerini algıladılar.
"Geri zekalı, bekliyoruz şurada iyi haberini öldük öldük dirildik."
"Valla fena dayak yemişsin ama sende nasıl bir bünye varsa hiçbir şey olmamış dedi doktor, iyiyim yani Allah aşkına gidelim. Çok açım ama açlıktan çok uykum var hemen uyumam lazım ölüyorum yorgunluktan."
"O zaman akıncı erkekleri doğru eve, Reşat Yarbay'a Fatih abinin bizde kalacağını söyledim."
İyi bok yedin der gibi bakış attı Mete, bu gece olmak zorunda mıydı? Yorgundu ama gerek yoktu yani baş başa olmak varken.
"Siz yeni evlisiniz rahatsız etmeyeyim."
"Etmesin rahatsız, götürürüz ablamlara."
"İnsan kardeşlerine rahatsızlık verir mi hiç, hadi gidelim."
Mete kaşlarını çattı, Fatih ona bakıp kahkaha attı. Azra ifadesizce ikisine bakıp önden önden yürüdü arabaya doğru, bu iki koca adamı evine götürüp kendini de yatağa fırlatması lazımdı, bedenen de zihnen de yorgun hissediyordu ve o iki adamın ondan farkı yoktu.
Eve vardıklarında Azra dolabındaki çarşafları yastıkları çıkartıp Fatih'in yatağını yaptı salona. O da zorlansa da duşa girmiş birkaç günün kirini üzerinden atınca bir nebze rahatlamıştı, sıcak su iyi gelmişti. Mete de yatak odasındaki ebeveyn banyosundaydı, hızlı bir duş alıp temiz pijamalarını giymiş yatağa oturmuştu. Sonra Azra girdi odaya, üzerindeki kıyafetleri yere fırlatıp banyoya girdi, gergindi. İçeride Fatih vardı ve evli bir çiftin gecesi için fazlasıyla yorgun hissediyordu.
Saçlarını havlusuna kurulayıp kenara koyduğu saten pijamaları üzerine geçirdi. Gecelik giyerse başka şansı kalmazdı. Saten gerçekten de özel bir kumaştı, karşısındakinin gözünü kamaştırırken giyeni de en az izleyen kadar yakıyordu. Zaten böyle kumaşlar üzerinde durmasın diye vardı, çıkarıp atmak içindi ancak ilk geceden inekli pijamalarını giyemezdi, çıkarıp atmasını da istemiyordu ara karar bir şeydi bu. Düğmeleri göğüs çatalına kadar ilikleyip aynaya baktı, siyah düz saçlarını önüne alıp yüzünü kapamak kaçmak istedi. Daha önce utanmazken şimdi kilitli kapıların ardına geçmemek istiyordu, korku değildi bu garip bir histi.
Banyonun kapısını açıp içeriye bir adım attı, ayak parmaklarına bakıyordu, birkaç adım atıp yatağın kenarında durdu ve kendi için ayrılan yere geçti. Mete uzanmamış oturmuş onu beklemişti.
Elini yavaşça saçlarına götürdü, parmaklarını ıslak saçlarında gezdirdikten sonra öndeki tutamı kulağının arkasına sıkıştırıp yüzünün açılmasını sağladı. Kollarının üzerinde uzanıp açıkta kalan yanağına bir öpücük kondurdu, kadın hâlâ ona bakamıyordu. Gülümsedi Mete, şu halleri hoşuna gidiyordu. Heyecandan susmuş olması, gözlerine bile bakamaması hayallerinin bile ötesindeydi. Evlenmişlerdi artık, imkansızdı onlar için bu iş ancak geçek olmuştu, demek ki imkansız tabusunu insanlar kendileri koyuyordu önüne.
Çenesine parmaklarını koyup güzel yüzünü kendine doğru çevirdi, gece lambasının loş ışığında daha da güzel gelmişti gözüne. Hoş Mete'ye fark etmezdi onun toprağa çamura bulanmış yüzünü de seviyordu.
"Uzun bir gündü, zor bir gün." Siyah zülüflerine geçirdi parmaklarını, psikologla konuşmaya gerek yoktu, şu saçlarla oynamak her derde devaydı. "Yorulduğunu da biliyorum, korktuğunu da. Seni araba kullanmaya mecbur bıraktım kolay değildi biliyorum. Özür dilerim."
Dilemesine gerek yoktu, mecbur kalmışlardı ve Azra da gerekeni yapmıştı ancak Mete bunun bir yara gibi kalmasını istemediğinden üstünü güzellikle kapamak istiyordu.
"Özürlük bir şey yok, öyle gerekiyordu ve ben bana emredileni yaptım."
"Ben yine dileyeyim de 30 sene sonra hatırlayıp başıma kakma," derken kıkırdadı, bak sen bakışı atan Azra da bu tatlı hallerine dayanamayıp gülmeye başladı. Yüzbaşı gülüşüne baktı kadının, dayanamayıp dudaklarına kapandı. Tutkulu değildi normal bir öpücüktü, çok da uzun durmayıp geri çekildi.
"Seni arzuluyorum bakışlarımdan da anlaşılıyordur." Nefesini tuttu Azra, bir daha öpmeye kalkarsa ona engel olamazdı. "Sen benim karımsın, tüm ömrümü seninle geçireceğim ben ve ben hiçbir geceyi boş geçirmeyi düşünmüyorum." Parmaklarını yanağında gezdirdi yavaşça. "Ama sanırım yorgunuz ve ilk gecemizin büyüsünü yok etmek istemiyorum. Bizim ilk gecemiz yarın olsun mu, tabii sen de kabul edersen?"
Azra tuttuğu nefesini serbest bırakınca Mete de anladı neden gerildiğini. İlk gece gerginliğinin yanında yorgunluk da vardı. Bunca zaman dayanmışken bir gece daha sabredebilirlerdi.
"Bu olur mu demek oluyor?" Azra başını salladı. "O zaman uyuyalım, ölüyorum yorgunluktan ben."
Kendini yatağa bırakıp kollarını açtı, karısı baktı ona gülmeye başladı, sabahtan beri onu arzulayıp heba olmuşken şimdi uslu uslu uyumak istiyordu. Mete böyleydi işte, olması gereken vakti gelmeden olmuyordu ve yine her şeyi rayına oturtmuştu.
"Ben de çok yorgunum."
Yatağa yatıp adamın kollarına bıraktı kendisini, Mete karısını belinden tutup kendisine doğru çekince başını göğsüne yasladı.
"Bizim gerdek yine gümbürtüye gitti."
"Aklın fikrin nerelerde ya?"
"Sende, başka nerelerde olacak?"
Başını okşadıktan sonra tam şakağına bir öpücük bıraktı, onunla böyle uğraşmayı seviyordu.
"Seni seviyorum, sana evet demekle hayatımdaki en büyük doğruyu yaptım. İyi ki gelip o gün sana ağlaya zırlaya itiraf etmişim, bir itiraf ettik konu nerelere geldi."
"İyi ki söyledin, iyi ki bana evet dedin. Şu kara gözlerden, siyah zülüflerden mahrum yaşayamazmışım ben. Sensiz bir hayatım yok benim."
Siyah saçlarına götürdü burnunu, ıslak olması ve göğsünü ıslatması umurunda değildi, mis gibi kokuyordu, çok güzeldi. Kolları arasındaydı ve artık onlara mesafeler yoktu.
Kolları ne kadar da rahattı, göğsü sanki yaslanılabilecek bir dağ gibiydi. Mete'nin iri bedeni Azra'nın kalkanı olmuştu. Peki ya kadın? Yumuşacık saçları, güzel kokusu, dokununca sıcaklığını hissettiği pürüzsüz teni her şeyiyle hafızasına kazıyacaktı onu. Daha fazlasını görecekti ama şimdiye dek onda gördüğü her şey kusursuzdu, kusurları bile kusursuzdu. Sırtındaki yaralar ve kurşun izi bile onun eşsizliğini örtemiyordu.
"İyi geceler," diye fısıldadı kulağına, Azra gözlerini çoktan yummuştu. Bir ömür... Seninle tüm ömrümü mutlu geçireceğim, o kadar ağladın o kadar üzüldün ki kalan tüm ömrümü seni güldürerek akan gözyaşlarının bedelini ödeyeceğim. Kalan tüm ömrüm senin olsun Demir Leydi'm, hayatıma hoş geldin. İyi ki geldin.
♟️
Bizimkiler neler yaşadılar öyle ya?
Düz duvara tırmaban Mete en sonunda uyumaya karar verdi😄
Azra travmasını aşıp araba kullandı as bayrakları as as ass
Bir sonraki bölümde görüşmek üzeree
♟️Beni şu hesaplardan takip edebilirsiniz, videolu paylaşımlar ve bölüm alıntıları paylaşıyorum.♟️
İnstagram
rubamsalepe
♟️ |
0% |