Yeni Üyelik
82.
Bölüm

34. "Benden Kaçış Yok"

@rubamsalepe

Bölümü beğenip yorum yapmayı unutmayalım lütfen, onlar benim motive kaynaklarım❤️

♟️

Azra Demir Akıncı

Güne iki kayanın arasında uyku tulumuyla değil de kocamın kollarında uyanmak da varmış bu hayatta. Gözleri kapalı, saçları dağılmış beni sımsıkı sarmıştı. Kaçacağımı mı düşünüyordu? Asla kaçmazdım, şu kollardan hiç ayrılasım yoktu.

Acıktım. Çok açım, dünkü aksiyonumuzdan sonra eve dönüp yemek yemeden uyumuştum ve aşırı açtım, dolabı ekmekle sıyırabilecek kadar. Kollarından kurtulmaya çalışırken onun bir asker olduğu ve uykusunun fazla hafif olduğu aklımdan gitmişti. Gözlerini araladı yavaşça, uyandırmıştım onu ama açlıktan ölmekten ya da onu çiğ çiğ yemekten iyiydi.

Onu da yiyecektim ama sırası değildi şimdi.

“Günaydın hayatım,” diyerek alnıma bir öpücük bıraktı.

“Günaydın sevgilim,” dedim, son kelimeyi düzeltme ihtiyacı hissederek, bu kelimeyi yine kullanacaktım ama ilk sabahımıza daha uygun bir kelime vardı.

“Kocacığım.”

Gülümsedim kocaman, parmağımda onun yüzüğü vardı, içinde dünün tarihi olan, baş harflerimizin kazılı olduğu yüzüğüm. Onun yüzüğünün içinde hilal vardı benimkinde yıldız, böylece birbirimizi tamamlamıştık.

“Bunu duymak için 5 sene bekledim ben ya, ne güzel diyorsun sen öyle.”

Uykulu sesini ekmek arasına koyup yiyebilirdim, çok tatlıydı.

“Bizim 5 sene 6’ya dayandı hâlâ 5 diyoruz farkında mısın?”

“O artık sembolik bir şey, 40 sene geçse de 5 sene önce diyeceğiz beklediğimiz günler için 5 sene bekledim diyeceğiz anarken. Yani 6 sene hiç yakışıyor mu bence yakışmıyor.”

Dedikleri doğruydu ama beni salmamak için böyle uzun uzun konuştuğunun farkındaydım. Kendini çok akıllı sanıyordu, erkekler tim komutanı da olsalar yüzbaşı da olsalar havacı da bahriyeli de olsalar fark etmez hepsinde bir erkek düz mantığı var, anlamadım sanıyor anlıyorum ben. Acıdığım için belli etmeyeceğim ve mış gibi yapacağım.

“Haklısın aşkım ama müsaade edersen önce banyoya oradan da mutfağa geçeceğim acıktım.”

“Ben de acıktım ama gitmesen, şöyle yatalım işte uyuyalım hayatım.”

Kolumu telefonuma doğru uzattım ve saate baktım. Saat 9’du ve onu bıraksam uyuyacaktı, o sabahın altısında ayağa dikilen adam şimdi gitme uyuyalım diyordu. Evlilik adamı gerçekten değiştiriyormuş.

“Mete saat 9 sen farkında mısın? Şimdiye kalkıp Enes’le Sayaç’ı koğuş kalk diye işkence etmiş, ellerine toz bezlerini tutuşturmuştun bile.”

Bana kıyamıyordu galiba, bu hoşuma gidiyordu ama karnım bununla doymuyordu.

“Şimdi de karımla uyumak istiyorum yasak mı? Bak şurada evlilik cüzdanımız var.” Çenesiyle makyaj masamı gösterdi. “Yani karımla istediğim gibi ve istediğim saatte uyuyabilirim buna kimse karışamaz.”

"Hem iyice uyuyalım bize sonrası için enerji lazım olacak." Son sözlerini mırıldanarak söykerken onu duymazlıktan gelmeyi bir şekilde başarmıştım.

“Tamam anlıyorum," dedim sakince, vurmamak için zor duruyordum yeterince elektrik yemişti zaten. “Ama açım, çok acıktım. Beraber ilk kahvaltımızı hazırlamayalım mı? Sonra tüm gün beraber olacağız zaten. Sana sürprizlerim var.”

Son cümleden kastettiğim gerçek birkaç sürprizdi ama aklı başka yerlerde olan Mete oradan anlayıp pis pis gülmeye başladı.

“Lan öyle bir şey değil, kalk hadi.”

Kollarından kurtulup yatakta oturur pozisyona geçtim ve onu kollarından tutup kendime doğru çektim.

“Kocamansın ya, güreşmekten daha zor seni şuradan kaldırmak.” Ayağa kalktım banyoya doğru giderken duyabileceği şekilde “Bir gecede huyu suyu değişti adamın.”

Söylendim, ardımda bir kahkaha bırakmıştım, döndüğümdeyse mutfaktan sesler geliyordu. Beraber hazırlarız demiştim ama o tüm kahvaltılıkları koymuş, bizim için omlet hazırlamıştı. Sadece pişecekti, birkaç dakikada halletmişti bunları eli çok pratikti. Kocanın da iyisini almışım 10 parmağında 10 marifet maşallah yiğidime.

“Şşşt yakışıklı, bunlar ne böyle?”

“Çok aç olmasaydın başka şeyler de yapardım ama bugünlük omletle idare edelim olur mu?”

Kaba koyduğu karışımı kepçeyle tavaya döküp pişirmeye başladı. Kapının eşiğinden bana kahvaltı hazırlayan pijamalı Mete’yi, kocamı izliyordum.

Omleti tavadan alıp yeni harcı dökünce dayanamayıp gittim yanına, sırtından sarıldım sıkı sıkı, ellerim karnının üzerindeydi. Gülüyordu, mutluydu. Benim tuttuğum evde kahvaltı hazırlıyordu bana ve kocamdı artık.

“Valla beni alıştırırsan tembellik eder hep senden isterim.” Elimi tutup bana döndü. Yaparım diyecekti, yapardı da.

“Yaparım, sen istersen yaparım. Hoş ben istemesen de yaparım, her işi eşlerine yükleyen erkeklerden değilim ben. Her şeyi ortaklaşa yaparız biz bir hayatı bir ettiysek tam anlamıyla paylaşmalıyız.”

“Al işte durduk yere bir kere daha âşık oldum.”

Yanaklarımı sıkıp yeniden işine döndü, tavadaki omleti alıp yenisini döktü. Biz çok yiyen obur aç ötesi aç bir çift olduğumuz için iki ölçü yapmıştı, pişmesi o sebeple biraz uzasa da sonunda bitirmişti, ellerimi bile sürdürmedi hiçbir şeye. Bari ekmeği ben alayım diye zor ikna ettim adamı, paltomu üzerime alıp kendimi sokağa attım. Paltom dize kadar uzanıyordu ama Ankara soğuğunda bu pek de işe yaramıyordu.

Alt sokaktaki fırına yürüdüm, soğuktu gerçekten ama içerisi de bir o kadar sıcaktı. Komşu teyzelerden biri de oradaydı, göz göze gelince gülümsedim. O da güldü. Yanına gidip fırıncıya döndüm, kaç ekmek yeterdi ki bize? Bir öğünde 2 ekmek bitiriyorum ben kalırsa akşam yeriz, Mete bence 3 yer.

“5 tane ekmek abi.”

“Kızım annenler mi sizde 5 ekmek kim yiyecek bu kadar?”

Ah be teyzem benim kocamı sen bilmiyorsun, söz konusu mide olunca her şeyi yer o.

“Yok teyzem dün gitti onlar.”

Evlendiğimden haberi yoktu alt sokakta oturuyordu ve sanırsam kızından yeni gelmişti.

“Bu kadar yeme bak sonra evde kalırsın çok kilo alırsan kızım, bizim bir komşu vardı," diyerek başladı anlatmaya, dur teyzem diyemedim. Askerlik anısı anlatan babalardan pek bir farkı yoktu ama ben askerlik anısını bir asker olarak tercih ederdim.

“Gençliğinde senin gibiydi sonra birden kilo aldı, hâlâ bekar.”

Bundan ne anlam çıkarmam gerekiyor teyzem? Kilolular âşık olup evlenemiyor mu? Her şey dış görünüş mü? Benim kocam bu tipime âşık oldu bence her şey tip değil.

“Teyzem ben evlendim.”

Yüzük parmağımı havaya kaldırdım fırıncıya parayı verirken, ekmeği de öteki elimle aldım. Gözleri alyansımdan sonra bana döndü, şaşırmıştı. Haklıydı da ben de olsam ben de benim evlenmemi beklemezdim. Küfürbaz kara kuru bir kızı kimse istemezdi derdim, şimdi kocam evimizde benden ekmek bekliyor.

“Aa hiç haberimiz olmadı, hayırlı olsun kızım.” Valla teyzeciğim bizim de haberimiz olmadı ne yalan söyleyeyim.

“Sağ olasın teyzem.”

Kadın tekrar tezgaha döndüğünde bunu fırsat bilip beni daha çok lafa tutmasın diye dükkandan kaçtım. Zaten yüzbaşımı fazla bekletmiştim kendisi tekmil isteyecekti benden kesin neden geç kaldım diye de savunma yazdırırdı. Komutanla evlenmek böyle bir şey miydi?

İlk defa annemler bende değilken evimin ziline bastım ve kapıyı açanım vardı artık.

“Hoş geldin, geç geldin.”

“İlk günden hesap vermemi mi istiyorsunuz komutanım?”

Şakasına diyordum ana biraz ciddiye almasında sorun yoktu, ayakkabılarımı ve paltomu çıkartıp üzerine yürüdüm.

“Bu evde komutan sen değilsin.” diyerek göğsünden ittim onu, fazla yakışıklıydı. Öpmek istiyordum onu deli gibi ama sonu yatakta biter diye korkuyordum.

“Bu evin komutanı benim, hesapları da ben sorarım.”

Yumruğumu masaya koymuş oldum böylelikle. Haklıymışım gibi baktı, öyleyim aşkım öyleyim, haklıyım.

“Kızma güzelim tamam sen komutansın, hesabı da sen sorarsın. Merak ettim sadece.” Gülmeye başladı, elleri beni sakinleştirme hareketi yaparken.

“İleride çocuklarımız da benden değil senden korkarlar kesin.”

Daha dün evlendik ne ara çocuk hayali kurar oldun daha birlikte bile olmadık be adam ya.

“Çocuk mu düşünüyorsun? Peki bundan benim neden haberim yok?”

Mutfağa kaçtığında peşinden gittim, her şey hazırdı. Çaylarımızı koyup sandalyeye geçti ben de hemen karşısına oturdum.

“Şimdi çok erken ama ileride neden olmasın?”

Omletin birini tabağıma alıp içini peynir, maydanoz ve zeytinle doldurdum. Lahmacun yarışına girdiğimiz zamandaki gibi löp löp götürdüm, zalım çok da güzel yapmıştı, eli lezzetliydi.

“İleriye ileride bakalım.”

Çok yorum yapmak istemedim, ileride çocuk istiyordum ama ilerideydi bu. Muhtemelen bir tane olurdu, izne ayrılırdım belli zamana kadar bakardım çocuğuma sonra kaynanam ya da görümceme bırakmak zorunda kalırdım. Bir gidince bazen aylarca olmuyorduk, o çocuğa bunu yaşatmak sıkıntı oluştururdu.

“Ulan sabah sabah nelerle doldurdun kafamı ya. Bu arada ellerine sağlık harika olmuş.”

“Afiyet olsun karıcığım, aklım sende olduğu için böyle şeyler uğruyor arada bana.”

Çocuğun üzerinden getiremediğimiz ilk geceyi kastetti. Yaramaz bir çocuktu, sopalıktı ama kıyamıyordum bana kedi gibi masum masum bakarken. Hiç masum değildi, bana gözünü dikmiş koca bir adamdı, hiç etik olmayan komutan asker ilişkisini... Tamam kocam o benim. Her şey olması gerektiği gibi olacak ve sen kaçamayacaksın Demir Leydi, alışsan iyi edersin.

Kapıdan bir ses geldi, sırtım oraya dönüktü elimdeki çatalı sese doğru fırlattım ve arkama döndüm. Mete de fırlatmaya hazırlanıyordu, her zamanki gibi erken davranmıştım, attığım hedefim bulmadı diye ilk defa sevinecektim. Fatih Üsteğmen karşımızdaydı, çatalı görünce eğilmiş çatal arka tarafa uçmuştu. Ya fark etmeseydi deşecektim adamı.

“Ananı sikeyim.”

Elimi dudaklarıma götürdüm şaşkınlıkla, ben yatağı göremeyince erkenden gitti sanmıştım, ilk sabahımın heyecanıyla aklımdan tamamen çıkmıştı.

"Ananı derken Zümrüt anneyi kastetmiyorum, durumu sikmekten bahsediyorum," diyerek ortalığın biraz daha ırzına geçtim.

“Lan ölüyordum, kafamı eğmeseydim ne olacaktı? Siz misafirlerinizi böyle mi ağırlıyorsunuz ya? Kahvaltıya bile çağrılmadım.”

“Abi biz seni gittin sanıyorduk ya, çarşaflar falan da toplanmış.”

“Rahat edemedim kıkırdaşmalarınızdan öteki odaya geçtim ben de. Ruh hastaları siz birbirinizi de aniden görünce de silah çeker bıçak falan atarsınız herhalde. Oğlum biraz sakin ya.”

Mete’yle birbirimize bakıp hafifçe güldük, yaşamıştık bunu. Kapım kapanmayınca biri geldi diye içeri girmişti ve odamda birbirimizin yakasından tutup silah çekmiştik. Bence çok romantik bir andı, kalanına öpüşüp devam etseydik çok daha güzel bir anı olarak kalabilirdi bu.

“Yaşadınız mı? Yuh.”

Yaşadık, onun da kralını yaşadık. Yanımıza gelip boş sandalyeye oturdu, Mete arkadan bir tabak alıp önüne koydu.

“Yaşadık yaşamadık sana ne güzel kardeşim, kıkırdaşırız da gece biz yeni evliyiz kimse karışamaz bize. Ayrıca seni yok sanıyorduk biz gayet şaşırtıcıydı bu bizim için ve ilk gecemizle sabahımızda evimizde kalan da sendin.”

Dediklerine asla alınmadı Fatih abi, omletin içini doldurup yuvarladı sonra da ekmeğin arasına koyup yemeye başladı. Mete’nin kardeşiydi ama ona hiç benzemiyordu ve ne yalan söyleyeyim çok eğlenceli ve komikti bana göre. Mete başına buyruk deyip kızsa da bence gayet tatlı biriydi ve bizim kızlardan boş olan olsaydı hiç düşünmez hemen ayarlardım.

“Mete mi yaptı bunu, hâlâ çok güzel yapıyor insafsız.”

“Afiyet olsun kardeşim, daha güzel şeyler de yaparım ben sana.”

Erkekler böyleydi işte daha az önce laf saydıkları kişilerle bir anda her şeyi unutup can ciğer olabiliyorlardı. Yemeyi içmeyi bırakıp onlara dalmıştım. Allah onları ayrı düşürmesin, birbirlerinin acısını göstermesin diye dua ettim. Ben kardeşimi kaybettim onlar da kaybetmesin diye dua ettim.

İyi ki beş ekmek almışım zor doymuştuk, bence bu iki adam hâlâ doymamıştı ama ben üzülmeyeyim diye taklit yapıyorlardı. Anneleri yıllarca bu ikisini nasıl doyurmuş bilmiyorum, omletin içini doldurup ekmek arasında yiyen adam biraz aç gibi geldi bana.

“Bugün ne planlıyorsun Fatih?”

Evden gitsin diye bakıyordu, muhtemelen annesine gidecekti ama ne zaman gider bilmiyorum hiç.

“Siz nereye ben oraya, yorgunum ben dayak yorgunluğum var ense yapacağım.”

“Anneme gitsene oğlum ne ensesi?”

Baş başa kalmak istiyordu kocam, çabası yüzünden okunuyordu. Bensizliğe daha fazla tahammül edebilecek mi bilmiyorum.

“Anneme akşam gideceğim ya bırak beni. Gidip yatıyorum ben hadi görüşürüz yengem.”

Mutfaktan çıkıp geldiği odaya geri gitti. Biz birbirimize baka kaldık, rahat bir adamdı ve kocam bundan rahatsızdı, benim için sorun yoktu ama işte bu koca adam düz duvara tırmanacaktı.

Ayağa kalkıp kahvaltılıkları kaldırırken Mete de bulaşıkları makineye yerleştirdi. İş bölümü yapıyorduk, böyle sürecekti galiba ömrümüz. Birkaç aydır birlikteydik ama bana emretmemesi hâlâ tuhaf geliyordu, arada hâlâ komutanım lafı ağzımdan kaçıyordu. Yılların alışkanlığı bir çırpıda geçmiyordu ki ama ben komutan Mete’dense kocam olan Mete’yi daha çok sevmiştim.

Dolabın kapağını kapayınca beni tezgahla arasına sıkıştırdı, oyun mu istiyordu? Varım sevgilim, oynayalım.

“Hım, ne emredersiniz yüzbaşım?”

Hafif uzamış saçları onlarla oynama isteği uyandırıyordu içimde, asker olmasaydı biraz daha uzatmasını isterdim, çok yakışırdı ona.

“Bilmiyor musun da soruyorsun? Ne isteyebilirim senden?”

Safa yatıp yüzüne masum masum baktım, bu onu daha çok cezbedecekti.

“Bir bardak su?”

Yan tarafta duran bardağı elime alıp çeşmeden su doldurdum, arkaya uzanması zordu ama başarabildim sonunda. Elimdeki bardağı ona uzattım hanım hanımcık.

“Hıhı su, bir bardak su.”

Elimdeki bardağı bir hamlede bitirip tezgaha koydu, yüzünü ekşitti belediye suyunun tadını alınca. Bursa’daki evlerinde dağ suyu vardı ve su onun için sivil hayatta önemliydi. Operasyonlarda ise susuz kalıp çamurlu dereden çorapla su süzüp içmişliğimizi bilirdik, başkalarına iğrenç gelen bu durum çölde vaha bulmuş bizler için mükemmeldi.

“Susuzum ama sana, buna ne diyeceksin peki?”

Vücudunu biraz daha benimkine bastırırken parmaklarını saçlarımda gezdirmeye başladı.

“Şöyle bir öpsem...”

Öpmedi, burnunu burnuma sürtüp alnıma yaslandı. Nefes alıyor muyum bilmiyorum, söz konusu Mete olunca insan aldığı nefesi unutuyor.

“Yaramaz bir adamsın yüzbaşım, askerinizden faydalanıyor olmanız çok yanlış.”

Boştaki elini kalçama doğru götürdü, susmamı mı istiyordu? Nasıl konuşabilirdim ki şimdi? O eli daha aşağıya kaysa da susardım, beni çok tahrik ediyordu, dün elektriği yiyen oydu bugün yiyen ben olacaktım.

“Ne faydalanması?” Başını benimkinin yanına getirip boynuma doğru eğildi, birkaç öpücük bırakırken geriye doğru attım başımı, ağzımdan bir inleme kopmamalıydı, evde yalnız değildik, hiç sırası değildi bunun. “Ben kimseden faydalanmam.” Kalçamı biraz sıkınca dudaklarımı başına bastırdım, ağzımı kapamamın başka bir yöntemiydi bu. “Asla göremezsin faydalandığımı, hele bir askerden asla.”

Boynuma üfleyerek konuşması çok daha beter etmişti beni, kelimelerle sevişmeyi başarmıştı, benimle sevişmesi de an meselesiydi.

“Dur Mete,” dediğimde gülerek geri çekildi, bilerek yapmıştı ve istediğini de almıştı. Oyun istiyordu, ilk gecemiz iki kere ertelenmesi onu bu duruma sokmuştu. Bu gecenin fragmanlarını gösteriyordu kendince ve beni sabah duşuna girecek kıvama getirmişti. Fatih Üsteğmen bu gece burada kalacak olursa psikolojisi bozulurdu, gördüğü işkencelerin en ağırı bizden gelen seslerle olurdu eminim.

“Şimdilik.” Başını kapıya çevirdi, kardeşini göstermek istercesine. “O gidinceye kadar.” Yanaklarını parmaklarımın arasına sıkıştırıp çekiştirdim.

“Tamam devrem geliyor musun şimdi sürprizime?”

Beni tamamen serbest bıraktığında önden önden yürümeye başladım, salondaki rafların önünde durdum. Kitaplığım haricinde kalan bu rafların üzeri annemin süs olsun diye zorla dizdiği ıvır zıvırlarla doluydu, onu kırmamak için kabul etmiştim. Bana kalsa koymazdım tozlarını almamak için ama işte anneleri kıracağımıza kafamızı kıralım daha iyi. Rafı boşaltıp masanın üzerine koydum hepsini, beni izliyordu ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu.

“E hadi.”

Anlamadı demek istediğimi, genelde anlardı ama bunu beklemiyordu, sürpriz olacaktı işte ona.

“Getirsene arabalarımızı dizelim beraber.”

O an karşımda 32 yaşında bir çocuk belirdi, elinde bir bardak süt vardı ve annesi ona çikolata almış gibi seviniyordu. Arabalarımızı dememe takılı kaldı, öyleydi ama. Biz dün imza atmamış mıydık bir dünyaya, o dünyada her şey birse o zaman onun arabaları benim arabalarım, benim formalarım da onun formalarıydı. Rafların bir yanında Türkmen Kızı’nın #10 yazıp imzalayıp tüm takıma imzalattığı forması vardı. Miray Kalyoncu bununla sınırlı kalmamış milli takım döneminde de kızlara imzalattığı formasını hediye etmişti bana. Dün elime tutuşturdu, aldığım en güzel düğün hediyesiydi bu. Onu da çift taraflı çerçeve yaptırıp rafların diğer yanına asacaktım. Şimdi sıra bende değildi, arabaları koyma vaktiydi.

“Ciddi misin sen? Bak koca adamı ağlatacaksın şimdi Azra.” Yanına yaklaşıp yanağına koydum elimi.

“Hadi getir sevgilim.”

Alnıma kondurduğu öpücükle koşup koliyi getirdi. Dolaptan toz bezini çıkardım, rafın tozunu aldıktan sonra koliden çıkardığım arabanın da üzerini silip dikkatlice yerleştirdim.

“Odana ilk girdiğimde görmüştüm bunları, sonra elime alıp baktığımı birkaç santim yana koyduğumdan anlamıştın. Şimdi aynı arabaları beraber diziyoruz.”

“Evet, başka şey gözüme bakmıyor ama söz konusu bu arabalar olunca... Fatih yüzüne bakmazdı bunların bense şu yaşıma kadar hep kovaladım peşini.”

“Akıncızade Hanmut Metrem,”

Araba sevdasını başka şekilde tanımlayamazdım. Recaizade Mahmut Ekrem Bey Amca özür dilerim ama benim kocam daha çok araba sevdalısı. Mete’nin attığı kocaman kahkahasına karşı içeriden sus lan uyuyom diye bir ses yükseldi, Mete daha da güldü. Kollarımı ona sardım toz bezini kenara bırakıp.

“Beğendin mi sürprizimi?”

“Beğenmeyen ölsün ya kızım ne diyorsun sen, ben eridim bittim.”

Beni yavaşça geri çekip toz bezini aldı eline, Zeynep nasıl Göktürk’ün kumasıysa ben de bu arabaların kumasıydım galiba. Onlar için beni iteklemişti, olsun ben de Bora’ya fazlasıyla düşkünüm ödeşmiş oluyoruz.

Güzelce arabaları silip kendi istediği gibi yerleştirdi, az önce toz alıyorum diye kaldırıp masaya koyduğum nikah kalemimizi rafın tam ortasına yerleştirdim. Bilmem kaçıncı minnetle baktı gözlerime, teşekkür ediyordu bana, kırpıştırdığım gözlerimle ne demek efendim her zaman diyerek attım kendimi koltuğa. O arabaları dizerken ben de onu izledim.

Birkaç saat Mete’nin yerleşmemiş eşyalarını yerleştirmekle uğraştık, evde bilmediği yerleri gösterdim ona. Yatak odamıza ve banyoya fazlasıyla hakimdi. O banyoya beraber iki defa girmiştik, birinde ona çok kızgın ve kırgındım beni istemediği için, diğerindeyse cayır cayır yanan ateşimizi söndürmek için beraber girmiştik. Beline sarılmıştım soğuk suyun altında, su ikimizin de ateşini almamıştı ve mahvetmişti o gece bizi. Benimle o dar kabinin içinde ne hayaller kurduğunu az çok tahmin edebiliyorum, korkuyorum biraz, saçma sapan ilk gece korkusu...

Reşat Yarbay’ın aramasıyla yeni görev mi var diye söverek açtık telefonu, bu defa yarbay olarak değil enişte olarak arıyordu. Yemeğe çağırıyordu, akşam üzeri onlara gidecektik ve uzun zamandır görmedikleri oğullarıyla kavuşmalarını izleyecektim.

Mete biraz şikayetçiydi, girmemek için mızmızlandı. Ne kadar geç dönersek istediğine o kadar geç ulaşırdı, bu halleri beni çok güldürüyordu. O sert akılcı her şeyi halledebilen yüzbaşıyı iyi tanıdığımdan kocam olan bu deli fazlasıyla komik geliyordu bana. Bizim aslında iki hayatımız vardı biri yeşillerle biri sivillerle, karakterlerimiz de bu iki yerde değişiyordu, biz iki ayrı dünyada iki ayrı hayat yaşıyorduk. Ben birinde eli titremeyen sert bir keskin nişancıyken yeri geldiğinde istihbaratçıyken diğerinde özgüveni düşmüş sonra sevildiğinde dimdik ayağa kalkan bir kadındım.

Siyah tayt ve kazak giydim üzerime, Mete aksine ısrar etse de ben istemedim, bu defa siyahları giydim. Yatağa oturup izledi çoraplarımı bile giyişimi, beni ezberlemek istiyordu, beni her anlamda tanımak keşfetmek istiyordu. Ben onu izlerken daha duygusal düşündüm, geniş gövdesine yaslandığımı tüm dertlerimin o an biteceğini düşündüm. Derdim kalmamıştı o elimden tuttuğundan beri, Mete benim en büyük desteğim en büyük sığınağımdı.

Elimi tutup hiçbir şey demeden çıkardı beni odadan, Fatih Üsteğmen’i de alıp kırmızı Toros’umuzla düştük yollara. Bence beyaza boyatıp tam istihbaratçı olmalıydık ama Mete beni dinlemiyor Toros’una kıyamıyordu. Bozulsa bile kapının önüne koyar, her gün bebek gibi bakardı ona biliyorum.

Çok uzun sürmedi yolumuz, gecenin karanlığı eşliğinde arkadan çalan aşkımızın bir başka nişanesi türkülerle gelmiştik ablasının evine. Neşet Ertaş çalıyordu, Yalan Dünya türküsüydü çalan. Ondan ayrıyken dinleyip ağladığım, gözyaşlarıma rakıyı da eklediğim türkülerden biriydi. Sazın girdiği yerde söz bitiyordu zaten, ben susup o türkülere sığınır asla kavuşamayacağım adamın hayaliyle yaşardım. O adam şimdi yanımda parmaklarımı sıkı sıkıya tutmuş ailesinin yanına karısı olarak getirmişti beni.

İçeriye Mete’yle ben girdik, ellerini öpüp ilerledik, Zümrüt anne kapıyı kapayacakken Fatih Üsteğmen kapıda belirdi. Feride abla sevinç sesleri çıkartırken o öylece kalakaldı kapıda. Bir yılı geçtiğini biliyordum onlarla görüşmeyeli, gözleri yaşardı.

“Oğlum,” diyerek sımsıkı sarıldı çocuğuna, oğlunun kokusunu içine öyle bir çekti ki hasretini iliklerime kadar hissettim.

“Nereden çıktın sen, kurban olurum iyi ki geldin.”

O an Fatih abi kaçmaya çalışsa bir yere gidemezdi, gücü yetmezdi bir kere. Öylesine sarmıştı ki annesi onu, yaşı fark etmiyordu işte, evlat evlattı.

“Zümrüt bize de bırak biraz ya, çocuğum nefes alsın hem biraz.”

Beraber yanımıza geldiklerinde bu defa Akif baba sardı onu sımsıkı. İki oğullarının da asker olması onlar için zordu, Nesrin teyzenin yaşadığını yaşamaktan korkuyorlardı, Hakan Teğmen hayattaydı ama Çağrı Teğmen artık aramızda değildi. Aklı hep oğullarında olan kadınlar ve dimdik durmak zorunda olan babalar vardı. Hakan Teğmen’in babasının kalbi dayanmamıştı bu acıya, aynılarını ailemin yaşamasını istemiyordum. Dayanamam ki, Mete’nin yokluğunu söylemek bile zulüm geliyor bana. Fatih abi de öyle benim için, kaybedemem hiç kimseyi. Şu saatten sonra gücüm kalmadı çünkü.

“Görüyor musun evlendik diye beni sana tapulamışlar umurlarında bile olmadım Fatih gelince. Bizi sevmiyorlar Azra gidelim hemen.” Ablası sahip çıktı kocama, yanaklarını sıkıarak konuşuyordu.

“Oy sen kıskandın mı, satmayız seni be oğlum geçin içeri hadi," diyerek sürükledi bizi içeriye. Yemeğe geçtik hemen, epey geç olmuştu çünkü Reşat Yarbay geç gelmişti, biz de ona göre geç girmiştik. Feride ablaya ısrar etsem de asla elimi sürdürmedi hiçbir şeye. Fatih abi ve Zümrüt anne yan yana oturmuşlar Mete ve beni de karşı sandalyeye oturtmuşlardı. Ailecek ilk yemeğimizdi bu bizim ve ilk yemeğimizde bir seneyi aşkın süredir görevde olan Fatih abi de vardı.

“Oğlum,”

Tedirgince bir söylemdi bu. Sorusuna cevap alabilir miydi bilmiyordu.

“Sen geçici olarak mı döndün? İzinde misin?”

İfşa olmuş esir düşmüştü, geri çağrılmış ve idari izne ayrılmıştı, nereye gider ne yapar bilmiyorum buna Reşat Yarbay daha hakimdir.

“Geldiğim yerdeki görevim sona erdi, izindeyim ve yeni görevim nerede ne zaman olur bilmiyorum babam.”

Bir süre dinlenmesi ona da ailesine de iyi gelecekti. Bursa’ya gidip biraz kafa dağıtmak ona iyi gelirdi aslında, önereceğim bunu ona.

“Ee başka ne var ne yok anlatın bakalım.”

Zümrüt anne yemekleri bitirip tatlı faslına geçtiğimizde söylemişti bunu. Yanımdaki adam duramıyordu yerinde, eve gitmek istiyordu. Kalkalım diye beni masanın altından dürtüyor, kör noktada olduğumuz için beni zorlayabildiği kadar zorluyordu. Kalkıp gitmemiz libidomun yükselmesine bağlı değil kocacığım, biraz beklemen lazım. Biraz daha...

Bacağıma elini koyup gezdirirken masadakilerin dediklerine odaklanamıyordum. Bakıp gülüyordum onlara, dinlediğimi sanıyorlardı ama ben inlememek için zor tutuyordum kendimi. Onun bacağını dursun diye sıksaydım daha da tahrik olurdu, kaçmam lazımdı belki de.

“Azra,” dedi Feride abla, odağımı zor da olsa ona döndürebildim. “Bizim size bir sürprizimiz var.”

Reşat Yarbay içerideydi, acaba bir şey mi getireceklerdi? Mete’nin elini sıkıca tutup masaya kaldırdım. Böylelikle benimle masa altından uğraşamayacak elleri anne babasının gözü önünde olacaktı.

“Hayırdır abla?”

“Hayır Mete hayır, aslında size sürpriz ama bizim hayatımızı değiştirecek bir şey bu.”

Hamile miydi acaba? Bu neden özellikle bize sürpriz olurdu ki? Yaşı da biraz vardı, hamilelik onun için tüp bebekle bile zordu artık. Bu seçenekleri eledim kafamdan, mantık yürütmemin anlamı yoktu.

İçeriden yeni uyanmış bir yaşlarında bebek geldi yarbayın kucağında. Erkek çocuğuydu ve çok tatlıydı.

“Ailemizin yeni üyesiyle tanışın," dediğinde bu gerçekten sürprizdi bizim için, evlat edinmişlerdi ve anne olmayı en çok hak edecek kadınlardan biri anne olmuştu şimdi.

“Gerçekten mi? Ay çok mutlu oldum.”

Nasıl dua edilir bilemedim, vatana millete hayırlı bir evlat olurdu inşallah onlar için.

“Ben de çok sevindim. Dayı mı olduk biz şimdi ya? Tatlılığa bak yeni kalkmış bir de ovuşturuyor gözlerini aslanım benim.”

“Dayı olduk lan, oy maşallah yeğenime harbi sürpriz oldu bu.”

“Valla enişte nasıl gizlediniz haberimiz olmadı hiç?”

“Ablan sürpriz olsun istedi, nikah çıkışı karargaha geçmeden önce getirdik evimize.”

Bu bebeğin artık kocaman bir ailesi vardı, uykuluydu ama mutlu da görünüyordu. Sürpriz için bizim görevden dönmemizi beklemişlerdi, tüm aile bir aradayken gerçekten güzel bir sürpriz olmuştu bu.

“Adı ne peki?”

“Barış.”

Feride Abla’ya baktım gözlerimi belertip, Reşat Yarbay’a çevirdim gözlerimi. Başını salladığında asıl sürprizi ben yaşamıştım.

“Barış, bizim Barış?”

“Evet, artık onun ailesi biziz.”

Gözlerim doldu, yerimden kalktım ve ayaklarım beni Barış’ın yanına götürdü. Gerçekten de kocaman olmuştu. Ben onu bulup bağrıma bastığımda neredeyse altı aylıktı, şimdi belki de yürüyor konuşuyordu. En güzel düğün hediyesini almıştım şimdi. Elimi ona uzattığımda beni tanımamasına rağmen kucağıma geldi.

“Barış, güzel oğlum benim,” diyerek kokusunu içime çektim. Çok güzel kokuyordu, çok güzel bir bebekti. Minik elini yanağıma koyup çekiştirmeye başladı, bileğine küçük bir öpücük bıraktım.

“Hoş geldin, özür dilerim seni görmediğim için.”

Yeni ailem beni izliyordu muhtemelen içlerinde çok tatlı bir duygu vardı, herkes Barış’la hikayemi biliyordu belli ki. O bağı çok net gösteriyordum zaten. Mete’ye doğru yürüdüğümde ayağa kalkıp diğer minik elini tuttu.

"Barış, koca adam olmuşsun sen dayım.” Başına bir öpücük bırakıp yeniden onunla konuştu.

“Bizi karı koca seni de hamile sanmışlardı mağazada hatırlıyor musun? Barış’a kıyafet, mama ve bez almaya gitmiştik. Ne günlerdi be.”

Yerin dibine girmiştim ama onun bana dokunduğunu düşünmek bile o zaman beni fena hissettirmişti, onun çocuğunu taşımak çok ütopik bir şeydi. Geçmişte kalmıyordu bazı şeyler, benim o gün kurtardığım annesinin ölmeden önce çalılıkların arasına gizlediği o bebek şimdi kucağımdaydı ve biz Ankara’da Feride ablanın evindeydik.

“Hiç biz evli değiliz de dememiştin, bayağı körmüşüm ben ya. Çok ipucu varmış da ben görememişim.”

Ona kör diyordum sürekli ama baktığımda asıl kör kimmiş çok netti. Tim komutanım olmasa bu kadar imkansız olmazdık belki de, ondan önceki senelerde susmamız da mesafelerdendi belki de. Kaç kere görmüştüm ki, anne babamızı göremezken birbirimizi nasıl görebilirdik? Zorduk biz ama mutlu bitmiştik.

“Bize daha güzel bir hediye veremezsiniz ablam," diyerek önce ablasına sonra eniştesine sarıldı Mete. Ben de sarılmak isterdim ama onu bırakmak hiç istemiyordum. Kocam yeniden yanıma geldi bir yandan Barış’ın elini tutarken diğer yandan da eli sırtımdaydı. Güvende hissettiriyordu bana, ablasının evi değil de teröristlerin dolu olduğu bir vadide kıstırılsak yine de böyle hissederdim.

“Ba ba ba ba ba,” dedi bebek heceleyerek, belki de baba demek istememişti bilmiyorum ama Mete’nin gözleri doldu bunu duyduğunda.

“Herkese baba diyor, su görünce bu diyor. Anne dediğini duymadım henüz.”

“Abla ben yerim bunu. Oy kurban olurum sana ben.”

Başını okşadı şefkatle, ona ninni söyleyip o helikopter sesinde nasıl uyuttuğunu hatırlıyorum. Pencereden kar geliyoru söylemişti, beni türküyle bayılttığı zamanlardı.

O görüntü baba Mete görüntüsüydü ve hayal etmeden edemiyordum işte, Barış'ı böyle güzel seviyorsa kendi bebeğini nasıl güzel severdi.

Kollarını uzatıp onu almak istedi ama kokumdan mı tanıdı bilmem beni bırakmak istemedi Barış. Annesine de gitmeyince kucağıma alıp Feride ablanın koyduğu çorbayı yedirmeye başladım ona. O gün soğuktan donmuş haldeydi ben de ağzına ıslatılmış ezilmiş peksimeti verip hayatta tutmayı başarmıştım onu. Şimdi kucağımdaydı ve değişmiş kocaman olmuştu. Yaşı biri geçmişti tam ayını bilmiyorum ama bir buçuktan da fazla değildi.

“Kaç yaşında şu an?”

Yurtta bunu tespit etmiş olmalılardı, bebeğin gelişimsel sürecinden anlaşılıyordu ancak ben pek anlamıyordum. Sülalemde bebek göreli 10 sene olmuştu, Meryem’in doğmamış bebeği vardı bir de ama onu da ben göremeyecektim, Rize’ye döneceklerdi.

“16 aylık.”

“Barış bana yenge demezsin umarım. Bu mesafeyi sokmazsın aramıza değil mi bir tanem?”

Anlıyordu beni, burnuma dokundu önce sonra da saçlarımla oynamaya başladı.

“Bu bu.”

Su istemişti, biberonunu verdim ona, benim aldığım biberondu, hâlâ onu kullanıyordu. Ağlasam ayıp olur mu acaba? Ben çok duygusal hissediyorum şu an.

Sıkıldı benden biraz huysuzlandı, minik ayaklarıyla Feride ablanın eteklerinde dolandı, uyku istiyordu. Gördüğüm en güzel mızmızlanmaydı. Ağlamaya başlayınca içim acıdı, bebek bile olsa hep gülmeliydi çocuklar, Barış gülmeyi ekstra hak ediyordu. Feride abla Barış’ı alıp içeri giderken yarbay eniştemiz de peşinden gitti. Masada anne baba ve kardeşimizle kalmıştık şimdi. İçim yumuş yumuştu, bebeği ben uyutmak isterdim, uyuturum ki, ailemizden o artık istediğimde gelip sever ve uyuturum Barış’ı.

“Biz de kalkalım artık,” dedi Mete bana sormadan, ayıp ediyordu ama kudurmuşluğundan yaptığının farkındaydım. Benim yükselen libidom yumuş yumuş pandaya dönmüştü bebek görünce, muhtemelen birkaç saniye o da öyle olmuştu sonra içindeki aslanı yeniden serbest bırakmıştı.

Ah be yiğidim, sen bu hallere düşecek adam mıydın?

“Oğlum dur daha ne kadar oldu geleli, daha erken hem.”

“Yine geliriz anacım, kaçmıyoruz ya.”

Beni kaçırmaya çalışıyor anası, hiç duracak gibi de durmuyor. Tutup elimden beni çekiştirip ayağa kaldırması da bunun kanıtı.

“Hayatım dursana, ayıp oluyor.”

“Ayıp mayıp olmaz ailem onlar benim. Ailemiz.”

“Anne bırak gitsinler anne, yeni evli bunlar bir sakatlık çıkmasın.”

Fatih abinin bu sözü beni yerin yedi kat dibine soktuğu yetmemiş gibi Akif baba da ona destek çıktı.

“Rahat bıraksana çocukları, gelirler yine.”

“Gelirler de bizi Ankara’da bulurlarsa.”

Kocasının onu dürtmesiyle toparlandı bu defa, haklıydı, Bursa’ya gitme ihtimalimiz bu kadar yoğun yaşayan insanlar olarak düşüktü. Gel de bunu Mete’ye anlat şimdi, dinlemedi beni tuttu kolumdan anne babasının elini öpmeme bile izin vermeden kaçırdı beni oradan. Toros’un yanına gittiğimizde kapıya yapıştırdı beni, sertti ama canımı acıtmamıştı. Kimse yoktu etrafta, pencereden baktığını tahmin ettiğim kayınvalidem hariç. Tepeden izlendiğimizi biliyordum, gidenin ardından bakılırdı ya o amaçla bakıyordu ama işte oğlunun arsızlıklarını görmek üzere olması canımı sıkmıştı biraz.

“Mete?”

“Hım.”

Aramızda bir mesafe vardı, yaklaşırsa açık havanın da etkisiyle hiç iyi şeyler olmazdı.

“Çıkardın bari beni yaka paça, gidelim mi?”

“Bugün daha da güzelsin,” dediğimi duyduğundan şüpheliydim. Muhtemelen beni kaputun üzerine yatırdığını hayal ediyordu. O, ben ve kırmızı Toros...

“Annen bakıyor gidelim.” Başını hafifçe o yöne çevirdi, el sallayıp yeniden bana döndü. “Gidelim, gidelim yoksa...” Yumruğunu sıkıp hafifçe arabaya değdirdi, değdirdi diyorum çünkü vurmaya kıyamazdı.

“Yoksa ne?”

“Kaşınma. Geç şoför koltuğuna, dün yaptın bugün de yaparsın.”

Travmalarım öyle kolay geçmeyecekti, zorunda olduğumdan kullanmıştım şimdi zorunluluğum yoktu.

“Ben kullanamam bili...”

Sözümü tamamlamama izin vermedi, gidip yan koltuğa oturdu ve binmemi bekledi.

Bindim.
O istedi diye travmalarımı bir kez daha ardımda bırakmaya çalışacaktım. Ona değerdi.

“Kötü anılarının yerini iyileriyle değiştirmek istiyorum her zaman, biri daha değişsin. Zorunda olduğun için değil, normal olduğu için bin istiyorum.”

Âşığım sana be adam, beni yüzümden ya da bedenimden öte kalbimden ruhumdan sevdiğin için âşığım. Bu vatana nasıl âşıksam sana da öyle âşığım.

Çalıştırdım arabayı gülümseyerek, hareket ettiğimizde iki kelime de ben ettim.

“Bu yüzden sevdim seni, çabalıyorsun. Beni olduğum gibi kabul ettin ama olduğum yerde çakılı kalmama izin vermiyorsun. Hep ileriye gidelim istiyorsun.”

Ve bu durum beni benden alıyordu, gözlerimin önündeydi her şey. Boş bir sevgi değildi, çaba emek hasret doluydu, biraz da libido.

Bacağımdaki eli bana destek olmak için miydi bilmiyorum ama tahrik olduğum kesindi, yola değil sadece bana bakıyordu, çıplak mı hayal ediyordu beni ya da bu daracık arabanın içinde seviştiğimizi mi düşünüyordu? Bunları düşünen sadece ben miydim peki? Vücudum bile tepki veriyordu bir dokunuşuna karşı, engel olamıyordum ona.

“Bu gece romantikliğin hiç sırası değil karıcığım.”

Biliyorum. Korkuyorum. Korkmamın saçma olduğunu da biliyorum ve bunların üzerine cayır cayır yanıyorum.

“Direksiyon hakimiyetimi kaybetmemi istemiyorsan çek elini oradan.”

Aklında daha yukarısı vardı oraya değdirerek çekmesinden anlamıştım bunu. 32 sene bu adam hiçbir kadına elini sürmemiş içinde gençliğinin ateşini de biriktirip durmuştu. Bir yetişkin olduğunda da o birikimini hiç kaybetmemiş gibi gözüküyordu, bana karşı çok güzel dizginlemişti ama artık onu tutan bir şey yoktu. Parmağımda yüzüğü, boynumda evlenme teklifi künyesi vardı. Karısı olduğum adamdan kaçamazdım.

Frene bastım yavaşça, Toros’u park edip arkama yaslandım. Eve gelmiştik, çok uzak değildi evler bu sohbet arasında bitivermişti.

Başardı.
Travmamı bana sözleriyle unutturdu, araba kullanırken bir an dahi olsa o lanet günü düşünmedim. Kolay geçmezdi yaşadıklarımız ama çabalıyorduk, çabalıyordu. Sırtımdaki izleri de geçiremezdi ama kendi unutmasa da bana unutturacaktı.

İndim arabadan, iki tarafın da kapısını kilitleyip bana elini uzatan kocamın elini tuttum. Fazlasıyla sıcaktı, beni kavurabilecek kadar. Benim kadar heyecanlı değildi ama sakin hiç değildi. Bakışları bakış değildi, evet uzun zamandır bekliyordu bu geceyi biliyordum ama yani çok fena bakıyordu. Gözleriyle beni yiyebilirdi her an ve gözleriyle sınırlı kalmayacağını da biliyordum.

(Buradan sonrası için +18 Uyarısı vardır.)

Evimizin kapısından içeriye adımımızı attığımızda artık baş başaydık, bu defa ona karşı koyamazdım, bahanem yoktu. Uyanıyorum ya da çekiniyorum bir bahane değildi. Operasyon çıkmadığı sürece bu dört duvarın içerisindeydik ve sanırım kocam sabrının sonuna gelmişti. Eve biri gelmeye kalksa çekip vurabilecek kıvamdaydı. Bütün gün kahkahalar savurduktan sonra şimdi yüzümde bir ciddiyet, içimde garip bir heyecan vardı. Korktuğumu sanıyordum ama değildi, utangaçlık da değildi, ilk gece denilen şeyin etkisiydi bu sanırım ve ben bu hislerin tam da ortasında duruyordum.

“Bu defa benden kaçış yok,” dedi evimizin kapısını kilitlerken, düzen takıntısı olan Mete ceketini asmadan bir kenara fırlattı ve odaya doğru yürüdü. Beni de kolumdan tutup sürüklemeyi ihmal etmemişti. Canımı acıtmamıştı, zaten o asla canımı acıtmazdı öyle bir adam değildi. Onu çok sevmemin yüzlerce sebepten sadece biriydi bu.

Şehvetli bakışları bile beni yanında tutuyor gitmeme izin vermiyordu, beni böylesine arzularken ve artık arada hiçbir engel yokken kavuşmalıydık biliyorum ama işte o gecelikle kucağında onu zorlayan kadın yerini bu kadına bırakmıştı.

Onu en az onun kadar arzuluyordum, defalarca bacaklarımın arasında olduğunu geceleri sabah ettiğimizi hayal etmiştim ama iş ciddiye binince bana bir şeyler olmuştu. Kazağımın üzerinden kolumu tuttuğu parmakları bile içimdeki yangının ateşini harlıyordu.

“Duş, duşa gireyim ben," diye kaçmaya çalıştım yemeyeceğini bile bile, kapıyı işaret ettiğimde Mete başını iki yana salladı.

“Sonra gireceksin zaten, gerek yok.”

Kaçamadım, bir yanım odamızdan kaçmamı istese de diğer yanım üzerine atlayıp tamamen onun olmak istiyordu. İlişkimizin her zaman romantik yanı vardı, çok hüzünlü bir hikayenin güzel çocuklarıydık biz ama artık evli bir çifttik ve birbirimizi arzulamamızdan doğal bir şey yoktu. Hoş onu arzulamak için evli olmamıza gerek yoktu, daha önce de onu istemiştim deli gibi ama sınırlarını korumuş bana daha sonra kendisinin yıkacağı bir duvar inşa etmişti. Bugün o duvarı yerle bir etmişti.

Cebindeki anahtar ve telefonu makyaj masamın üzerine bırakıp üstüme doğru doğru yürüdü. Bir iki adım sendeledikten sonra belimden yakalayıp kendi bedenine bastırdı.

“Sana kaçış yok,” diyerek kulağıma eğildi. Kaçış olmadığını karnıma uyguladığı sert baskıdan anlamıştım, bu gece teröristler rahat durursa gerçekten de kaçışım yoktu.

“Bu gece bu iş bitecek, sabaha mutlu uyacağız ve belki...”

Kulağıma değen nefesi tüm dengemi alt üst etti, onun altında olmayı hayal etmeden duramıyorum artık. Karnımdaki sertliği de beni yeterince zorluyordu.

“Belki?”

“Biraz yorgun...”

Uzun süredir gözlerinin üzerinde olduğu alt dudağımı dudaklarının arasına alıp çekiştirdi, arzusunun nişanesiydi bu. Hızla kalkıp inen göğüslerim bedenlerimizin arasında her ikimizi de tahrik ediyordu, fiziksel anlamda ona tepki vermeye başladığımda tek tepki veren sertleşen göğüs uçlarım değildi.

Yanağıma doğru götürdüğü dudaklarını çeneme indirip biraz da orada oyalandı. Kollarından tutup yeter ne yapacaksan yap desem ayıp olur muydu acaba? Ben bekleyemiyordum çünkü.

Yavaşça boynuma indikten sonra köprücük kemiğime bir öpücük konduğunda kolunu sıktım istemsizce, Mete beni alıştırmak istiyordu, ilişki sırasında canımın acımaması için beni tahrik edebildiği kadar etmeliydi biliyorum ama dayanamadığım da bir gerçekti, her an ağzımdan bir çığlık ya da inleme fırlayabilirdi. Bu tahrik etmeler onun da işine yaramıştı, hissediyordum onu çok bekleyemeyecekti, yeterince beklemişti zaten, 32 sene kadar. Ela gözlerinin böylesine ateşli ve arzulu baktığını bilmiyordum hiç, üzerimde bir sürü kıyafet vardı ancak o beni gözleriyle soymuştu bile.

Üzerimdeki kazağın uçlarından tutup kenara fırlattı, atlet giydiğime sinir olmuşçasına bakıyordu, umduğu bu değildi. Elini atletimin askısına götürdü sonra vazgeçip birden beni kucağına aldığında dudağımdan saçma bir çığlık fırladı, iki kolunun üzerinde yatıyordum şimdi, gözlerim onunkindeydi, onun elaları bendeydi. Saat ilerlese de zaman durmuştu ve ben ona aittim, o bana aitti.

"Akıncı taşımacılık gururla sunar."

Dudaklarımı şehvetlice öpmeye başladığında parmaklarım beyaz gömleğinin düğmelerini buldu, hızla çözmeye başladım, çok bile durmuştu üzerinde, görmesem de hissederek bulup çözdüm çözebildiğim kadar, ulaşamadığım yeri kopardım, sonra dikerdim ne de olsa. Gözlerim kocamın gözlerindeyken dudaklarım onun dudaklarının arasında hapisken bu kadar oluyordu, zor nefes alıyordum buna bile izin vermiyordu.

“Çok güzelsin,” dedi dudaklarını ayırılarak, geri çekilmeyip yanağını benimkine dayadı ve kokumu içine çekti.

“Hep güzelsin.” diyerek yatağa doğru yürüdü, kalbim o kadar hızlı atıyordu ki o an bir tansiyon aletini bozabilirdim.

“Sana karşı sabredebilmek çok zordu.”

Sırtım yatakla buluştuğunda üzerime eğildi, kalan birkaç düğmeyi de o ara açtığımda yapılı vücudu karşımdaydı, aşırı kaslı biri değildi ama yine de bu kas ve göğüsün hakkı verilmeliydi. Öpe öpe hepsinin bedelini ödeyecektim. Atletimin askısını aşağıya indirdi, böylece bir parçadan daha kurtuluyorduk.

"Sana karşı durabilmek de zordu Mete."

Her ne kadar adamın tepesine çıkıp onu istediğimi söylesem de sonrasında durabilmek zordu benim için de.

“Evde toz bezi eksik aslında," dedim nefes nefese, etkilendiğimi anlayıp o da etkilenmişti, kocamdan etkilenmek ve bunun anlaşılması beni utandırmış mıydı bilmiyorum ama hareketleri onu bacaklarımın arasına hapsedip asla bırakmayayım diye yalvarıyordu sanki.

Yüzüme anlamsızca baktı, belimde duran atleti aşağıdan mı yukarıdan mı çıkarayım uğraşına girmişti ve ona bir seçenek daha sunmuştum. Jetonu biraz geç düşse de dudağını kenara kıvırıp tek bir hamlede yırttı atletimi. Bundan çok zevk almış gibiydi, başımın kenarına yerleştirdiği kolunu kapıp biraz uğraşarak omzuna kadar yırttım. Dikişleri sağlam olmayan bir gömlekti bu, benim suçum yoktu ki kendi kendine yırtılası gelmişti.

“Güzel gömlekti.” dedim gülümseyerek. “Sıçayım gömleğe. Yırt bu kolu da, ne olur yırt.”

Birbirimizi tatmin ediyorduk ve daha bir şey yaşamamıştık, bana eğildiğinden kalan parçaları yırtmam da zor olmamıştı, yarı çıplaktı karşımda, ben de sütyenim ve taytımla duruyordum. Çok uzun süre durmayacaklarını da tahmin edebiliyordum.

"Yatak odasında gömlek yırtma eğitimi," diye mırıldandım, aklıma gelen şeyleri bir süzgece takmadan söylüyordum Mete de beni dinliyordu en azından ben dinlediğini düşünüyordum.

"Aynen eğitim. Göstereceğim ben sana eğitimi."

Ela gözlerinden ateşler çıkarken onu ne kadar çok istediğimi fark ettim. İlk gece çekingenliğimi üzerimden atmayı becerebilecek bir adamdı. Elini attığı her işi başarır, her şeyi güzelleştirirdi, beni de birleşmemize uygun hale getirmeye çalışıyordu. Onun da ilkiydi ama her zamanki gibi ipleri eline almış en usta oymuş gibi hükmediyordu hem bedenime hem de ruhuma.

İkisi de onun olabilirdi, Mete benim ruhumdu, daha fazlasını istiyorduk ve ben onu sadece üzerimde değil artık içimde de istiyordum.

Dudaklarıma eğildi yeniden, onun şehvetli öpücükleri altında kıvranmama yorganı sıkı sıkı kavramama sebep oluyordu, sadece bu da değildi, parmaklarını yavaşça taytımın içine daldırmış hiç de olmaması gereken yerlerde dolaşmıştı.

Olmaması mı?
Olmalıydı. Onu istiyordum, arzuluyordum ama ilkimdi o benim, tedirgindim.

Mete bana ilk defa dokunmuştu, ilk defa beni keşfediyordu ve parmaklarını koyup oynadığı noktada çığlık atma isteğim artıyordu. Parmakları tenimin sıcaklığında halkalar çizerken dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerim kocaman açılırken duruma alışmaya çalışıyordum.

"Tenin öyle sıcak ki her an aklımı yitirebilirim, pek bıraktığın da söylenemez zaten."

Solukları en az benimki gibi derindendi.

"Tutma kendini sevgilim, alt kat komşu sağır demiştin," dedi yeniden, o da kendini tutuyor gibiydi. Boynundaki ve alnındaki damarların belirginleştiğini görebiliyordum ama daha göremediğim damarlar da vardı.

Parmaklarını daha da hızlandırdı dalga geçer gibi, altında kıvranıyordum ve bundan ikimiz de zevk alıyorduk. Aklımın durduğunu hissettim, beni benden alıyordu.

"Mete..."

Adı istemsizce çıktı dudaklarımdan, bu inleme Mete'nin başarısını gösteriyordu ve yüzüne serseri bir gülümseme takınmasına sebep olmuştu. Ben yapıyorum bak demenin başka yoluydu o gülümseme. Öyle gülümserse ölebilirdim.

"Daha hiçbir şey yapmadan seni kendinden geçiriyorum bak."

Arsız sözleri beni daha da tahrik etti, iyice ıslanıyordum ve ona mani olmak gibi bir niyetim yoktu.

"Sen geçmeyeceksin sanki," diyebildim kesik kesik. Adam bana konuşmayı unutturmuştu, parmakları arsızca sınır tanımadan benim tüm ayarlarımı bozarken pantolonundaki şişlik git gide belirginleşiyordu, kendini zorladığının ve canının yandığının farkındaydım, sıcaklığıma kavuşmak ve rahatlamak istiyordu ama önce hazır olması gereken bendim.

Beni arzuladığını hep hissediyordum ama birazdan görecektim.

Parmağının hareketleri istemsizce dudaklarımdan bir küfür kaçmasına sebep oldu. Alt kattaki ev sahibi teyze iyi ki duymuyorsun yoksa şimdiki küfürlerimin çığlıklarımın yanında yatağımın gıç gıç seslerinden kafayı yiyebilirdin.

“Hassiktir.”

Görmek istediği kadın bu olacak ki gülümsemesi büyümeye başladı, parmaklarının hareketini biraz daha arttırdı sonra eli biraz daha aşağıya gitti, ıslaklığı hissedip yüzündeki memnuniyetle yeniden yerine döndü.

Dudaklarımı aralamış arzu içinde tutuşurken gözlerimi onunkilere dikmiştim. Beni süründürmekten zevk alıyor gibi gözüküyordu.

“Küfretmen beni her zaman tahrik etti.”

Sesindeki etkileyici tını benim içime hapsolmuştu, öylesine güzeldi ki keşke sesinden öpmem mümkün olabilseydi. Hep gülerdi ben küfrederken, bu denli etkisi olduğunu yeni anlıyordum, daha doğrusu tecrübe ediyordum.

Göğüslerimin yanında bacaklarımın arasının da sızladığını hissediyordum. Tenimde dolanan parmakları bir çığlık daha kopardı dudağımdan, Mete daha da keyiflendi. Ben tahrik oldukça o da oluyordu, pantolonun önüne baktığımda bundan emin oluyordum.

Hareketleri yavaşlayınca rahat bir nefes almış koluna tutunmuştum. Beni şimdiden delirtiyordu.

Parmaklarını aşır ağır çekip başını göğsüme doğru indirdi. Islanan parmaklarını bedenimden ayırmadan sütyenime doğru sürüklemiş onun altından göğsüme yerleştirip kalan kısımlarda gezdirmişti dudaklarını.

Nefes alabilmeme fırsat vermiyordu, ben çıldırıyordum, Mete daha da çıldırmama sebep oluyordu. Nefesimi kestiği yetmiyor bir de aklımla oynuyordu. Sertleşen göğüs uçlarımdaydı parmakları, dudaklarıysa tenimi öpüyordu.

"Çok güzel olduğunu söylemiş miydim, çok kışkırtıcı olduğunu ya da sıcak olduğunu?" dedi gözlerini bana çevirirken. Bilmediğimiz şeyleri beraber keşfediyor tatmadığımız arzuları beraber tadıyorduk. Gözlerindeki yangın bacaklarımın arasındakinden çok daha fazlasıydı.

Kendimi kasıyordum bu da kıvranıyorum görüntüsü oluşturuyordu. Kıvranıyor muydum? Evet. Onu istiyor muydum, deli gibi. Utanıyor muydum, çok. Parmakları tenimde arsızca gezerken yüzümü kapamak istiyordum, yanaklarım da aynı bedenim gibi alev alıyordu ancak kocam izin vermiyordu.

"Bir daha söyleyebilirsin," derken nefes alışverişimi düzene sokma çabasındaydım. Parmaklarım çıplak omzundaydı ve ona dokunma ihtiyacı hissediyordum.

"Çok güzelsin sevgilim, hayalimin ötesini yaşattırıyorsun bana. Her bir dokunuşta seni daha çok sevmek daha çok keşfetmek istiyorum, o yangında seninle yanmak istiyorum."

Yüzüme baktı, ne istediğimi anlamaya çalıştı. Ne istediğimi iyi biliyor olsam da yeni gelin olmak kolay değildi işte, kendimi bir türlü açamamıştım ona karşı.

"Utanmana, çekinmene gerek yok. Biz evliyiz artık, insan kocasından utanmaz güzelim benim. Benim kadınım benden utanmamalı."

Öleyim istiyordu herhalde, kadınım derken kenara kıvrılan dudaklarını benimkilere hapsetmek istiyordum.

Bir cevap bekliyordu benden ama parmakları göğsümdeyken, bacaklarımın arası böylesine yanıyorken nasıl konuşabilirdim ki?

"Eğer hazır değilsen, istemiyorsan... Yani olabilir ben düşünemedim. Sorun etmem bir tanem, ben beklerim seni 5 sene bekledim zaten."

Ellerini üzerimden çektiğinde boşluğa düşmüştüm, bana dokunmasına ihtiyacım vardı, Mete şu an bana yapmak istediği her şeyi yapmalıydı yoksa ipleri elime almak benim için kolay olmayacaktı.

Bunu demek istememiştim, onun beni istediği kadar istiyordum ve daha önce de söylemiştim ona bunu. Beni yatırıp üzerime çıkmasını, içimdeki yerine kavuşmasını, beraber zirvede dolanıp hazzın en güzelini bedenlerimiz bir bütünken yaşamamızı istiyordum.

"Öyle değil, seni nasıl arzuladığımı hissetmedin mi? İlle söylemem mi gerekiyor?"

Elini tutup taytımın içine daldırdığımda gerçeklerle yüzleşti, bıraktığından daha beter haldeydim, yüzünde bir gülümseme belirdiğinde kuruyan dudaklarımı ıslattım, güzel gülüyordu ama dudaklarımın arasında gülmesi daha iyi olmaz mıydı?

Diğer elini de alıp sütyenimin içine daldırdım. Eli bedenimle buluştuğunda delirmeye başlıyordum, ayrıldığındaysa eksiktim. Onu deli gibi istiyordum, her zaman istemiştim. Artık hiçbir engelimiz yokken beni uçurumun kenarına sürükleyebilirdi.

"Bak nasıl sertleştiğine, seninki kadar olmasa da... Ben de seni istiyorum."

Gözlerini bir anlığına yumdu ve yutkundu, bu adam aylarca bana nasıl karşı koyabilmişti anlayamıyorum, büyük irade sahibiydi.

Gözüm pantolonuna kayınca ne kadar istekli olduğumu gözlerimde de gördü. Onu bedenimin en derininde hissedebilmek istiyordum, parmaklarımın arasında esir olmasını istiyordum ama sanırım bu gece tüm ipler kocamın elindeydi, hükmeden o olmak istiyordu.

"Tahrik ediyorsun beni, çok fena tahrik ediyorsun. Sen beni yakarsın güzelim, çok fena yakarsın."

Kendini sıkıyordu konuşurken, kalbinin sesini böylesine duyabilmem benimkinin de hızını arttırmasına sebep oluyordu.

"Azra ben durmayacağım, istiyorum dedin ya ben istesem de duramam artık."

Canı yanıyordu, artık tenime kavuşmak istediğini almak istiyordu aynı benim gibi.

Parmakları göğüs ucumu okşarken benim parmaklarım da kollarına sarılıydı. Kolları öylesine sertleşmişti ki beni kolaylıkla kucağına alıp kaldırabilirdi.

"Durma. Ben seninim Mete, sen sınırı nerede aşacağını nerede bizi zirveye götüreceğini bilirsin."

Düşünmeden ipleri onun eline verdim her zamanki gibi. Her şeyi yönetmeye alışkın bir adamdı, ilişkimizde ortak söz sahibiydik ama bu geceyi ona bırakmıştım çünkü bana kalırsa biz daha ileriye gidemezdik. Ben kenarda utana utana oturur Mete'ye bakardım sadece. Şimdi ipler onun elindeydi ve canımı yakmadan alıştıra alıştıra hızlanacağını biliyordum.

Beni böyle okşuyor olması süründürüyordu, kontrol tamamen ondaydı bu da ilk gecemiz olduğu içindi, acısını daha sonra çıkartacaktım. Gecelikle onu çıldırttığım gün olduğu gibi yine yapabilirdim.

“Onca ayın acısını çıkartıyorsun galiba.”

Göğsümü sıkılmasıyla inledim, bunu istediğimin şimdi farkına varıyordum. Öğreniyordum, öğreniyorduk. Birbirimizi keşfediyorduk. Tenimi okşayan o nefes kıvranmama neden oluyordu. Daha önce böyle değildim, Mete’nin kucağına çıkıp onunla birlikte olmak istediğimde hiç böyle değildim.

“Evet. Sana demiştim.” Geri çekilip ellerini taytıma götürdü. “Bunu sana ödetirim demiştim.”

Üzerimdeki en büyük parça kıyafeti de aşağıya indirdi, tam karnımın üzerine bir öpücük bıraktı.

“Çok güzelsin,” dedi yukarıya doğru çıkarken. “Beni delirtiyorsun, nefesim olmuşsun karım benim.”

Yeniden dudaklarıma eğildi, kemer görmeye tahammülüm yoktu, ben görmeden onu bir kenara atıp düğmesini açmıştı, geri çekilip sıyırdı onu da. Üç parça kıyafetle kalmıştık ve vücudumun en özel yerlerini ona sunmuştum, bu yeni kıta keşfi gibi bir şeydi ikimiz için de ama o daha çok elindeki kılıçla fetheden taraftı.

Fazla tahrik olmuştum, sütyenimin çıkmasından sonra vücudumda gezen parmakları yüzünden küçük bir inleme daha kopmuştu dudaklarımdan. Zirveye yaklaştığımı hissediyordum. Tırnaklarımı çarşafa geçirdim istemsizce, delirtiyordu beni, acilen işe koyulmalıydı yoksa gerçekten çıldıracaktım.

"Aklımı yitireceğim, sen..." Derin bir nefes çekti ciğerlerine. "Çok güzelsin Azra, sikeyim ya bu güzelliğe 5 sene geç mi kaldım ben?"

Bedenime bakıp söylemişti bana değil, göğüslerime takılı kalan adamın elaları iyice kararmıştı. 32 yaşında adam gençliğinin ateşini çıkartamamıştı zamanında ve şimdi sonuna kadar haklıydı, birbirinin olan iki insandık ve ona bakma diyemezdim. Alev almış gözlerini benimkilere çevirdiğinde nefes alamadım, yutkundum. Dudaklarımın büzüldüğünü bile o an fark edemedim.

"Sana bir ömür doyabileceğimi sanmıyorum Azra'm. Ben sana, ben bu güzelliğe nasıl doyayım ki Demir Leydi'm anlat bana nasıl?"

Sözleri vücudumu sarsan arzuların dışında kalbimi de sıkıca sarıyordu.

"Ya sana doyulur mu Mete?" dedim nefes nefese. "5 sene bakmaya doyamadığım adam bir ömür yeter mi seni sevmeye?"

Mete parmaklarını ilk defa bir kadın üzerinde kullansa da fazlasıyla iyiydi, anlaşılan bu gecenin hayalini aklında çok fazla kurmuştu. Beni öylesine keşfediyordu ki ikimiz de zevkten ölecek gibiydik ve bu pantolonunu çıkardıktan sonra siyah baksırından çok daha net anlaşılıyordu. Biraz aşağıya sıyırdığında yarasını gördüm, bana lastik kurtarıyor demişti kurşun yarası için. İkimizin de silinmez izleri vardı ve o izler birbirine girecekti birazdan. Parmaklarım yarasına gittiğinde izin vermedi bana, şehvetimizin bozulmasını istemiyordu, duygusallaşmamı istemiyordu. Sözünü dinleyip geri çektim parmaklarımı, yaralarımızı saracağımız çok vaktimiz olacaktı.

"Seven iki kalp için tek bir dünya yoktur karıcığım, ne demiştim daha önce iki dünya bir dünyadan iyidir."

Saçlarımı okşadığında sıcak bir tebessüm belirdi yüzümde, bir insan ancak bu kadar çok sevilebilirdi. Sevdiğim adamın kollarında, onunla birbirimize kenetleniyor olmak hayallerimin de ötesindeydi.

Tekrar döndüm gözlerine, vücudumu inceliyordu üzerimdeki son parça çamaşırı da fırlatıp atarken. Utandığımı hissettim. Bacaklarımı sıkıca kapatırken boynundan tutup onu kendime çekerek bedenimi gizlemek istedim, izin vermedi. Bileklerimden tutup iki yana koydu kollarımı. Kaçışım yoktu tam da onun dediği gibi, onun karısıydım ve beni istediği kadar ben de onu istiyordum. Bu gece bir yangın vardı ama bu ateş sadece ikimizi yakıyordu.

"Yok öyle kaçmalar güzelim benim, şu güzelliği benden saklayamazsın artık."

Geri çekilip beni seyretmeye başladı, imkansızı başarıp kavuşmuştuk ve ikimizin de imkansızı olan asla hayal edemediğim o ânı yaşıyorduk beraber. Mete benim çırılçıplak vücudumu seyrediyordu ve bir eli önündeki kabarıklığa gitti istemsizce. Beni keşfederken benimle ilgili hayal kurduğunu o an fark ettim. Kafasının içinde sevişiyorduk şu an, belki de aklında daha öncesinde defalarca sevişmiştik, elini çektiğindeyse gerçek hayatın içindeydik.

İyice sivrilen göğüslerime baktı yarım bir gülüşle, sonra gözlerime çevirdi elalarını. Bedenimden sonra ruhumu gördü, saçlarımı okşadı, siyah zülüflerimi parmağına dolayıp kulağımın arkasına attı. O an dur desem duracaktı, dememem için yalvarıyordu gözleri, yine de istersem dururdu.

Durmasını istemiyordum. Durmasını gerektirecek bir şey yoktu. Telefonumuz çalmamıştı, ailemizin bir üyesi bizimle kalmıyordu. Bana zaman tanıyordu ve anladığım kadarıyla birden değil yavaş yavaş zirveye ulaşmamı istiyordu. Parmaklarının bazen arsızca hereket edip birden durması da bundan olmalıydı. Başımı kaldırıp dudaklarımı onunkilere değdirince yanıtımı anladı ve karşılık verdi, yavaştı biraz daha çünkü asıl hızlanacağı yer bacaklarımın arası olacaktı.

"Kollarımın arasındasın, yatağımdasın. Bana öyle bir bakıyorsun ki Azra şu an öl desen ölebilirim senin için."

Ben öldüm ya Mete, sen de öl. Bu gece ilk defa birbirimiz için ölelim olmaz mı?

"Çok âşığım," dedim sesimin kontrolünü sağlayamıyordum. Mete bende kontrol, çizgi, duvar hiçbir şey bırakmamıştı. Onca zaman tuttuğu iradesinin yerle bir oluşuna bizzat şahit oluyordum, bizzat altındayken.

"Benim kadar değil, en çok ben âşığım ve bebeğim sana ne kadar âşık olduğumu bu gece göstereceğim."

Yutkunamadım, nefes alamadım. Beni rahatlatması lazımdı ama hiç yardımcı olmuyordu. Sadece kendi için mi hazırlıyordu, neydi o sözler öyle? Canıma kastı vardı sanırım.

Tekrar geri çekilip bacaklarımda gezdirdi parmaklarını, o dokunuşu tenimde ipek bir kumaşı gezdiriyor hissi veriyordu bana. Bir inleme daha kaçtı dudaklarımdan, bilerek yapsaydım bu kadar olmazdı, beni mahvetmişti. Dokununca mahvediyordu, dokunmasa daha da mahvoluyordum. Bacaklarıma öpücükler bıraktığında gözlerimi kapadım ve çarşafı sıktım sanki daha da mümkünmüş gibi. Zevkten deliye dönen görüntüm onun için bir şölenden farksızdı. Bacaklarımın arasını da seyretme şansı buldu, fazla ileri noktadaydık ve artık yetmiyordu. Kasığımdan öpmesi beni daha da çılgına çevirdi, başı oradayken hapsettim onu kendime.

İyi mi yaptım kötü mü yaptım bilmiyorum ama dudakları hiç olmayacak yerlerde gezerken attığım çığlıklar delirmemin kıyısında olduğumun habercisiydi. İçimden bir sıcaklık taşarken ben daha fazla duramayacaktım, böylesine arzulu öpülüyorken inlememe mani olamıyordum. Saçlarına tutundum ve başını kendime daha da bastırdım. İçgüdülerim bana emir veriyordu ve de o ne isterse onu yapıyordum. Öl de öleyim demişti, ben de ona yardım ediyordum işte.

"Sen," dedi sesi boğuk çıkıyordu. "Delirmişsin."

Asıl deliren oydu, beni delirtiyordu, onu içimde istiyordum artık ve bana istediğimi vermedikçe kıvranmaktan başka hiçbir şey yapamıyordum. Mete dilini her zaman iyi kullanırdı ama her anlamda iyi kullandığına şimdi şahit oluyordum.

"Deliren sensin Mete, o nasıl... Ah... Yavaş, yavaş sevgilim."

Parmaklarım saçlarına dolanmış başının hareketlerine yön veriyordu, bazen saçlarını kavrayıp çekiştiriyor bazen de onu kendime bastırıyordum. Saçlarını çekiştirdiğimde zevk alıyor ve boğukça çıkardığı sesler beni destekliyordu, daha çok inleyen bendim.

Hareketlerini değil aşamayı hızlandırmalıydı, hareketleri hızlanınca inliyor tırnaklarımı ona geçiriyordum sadece. Bu defa cidden zirveye yaklaşıyordum, beni o uçurumdan itmek üzereydi. Dudaklarımdan bir çığlık koptuğunda titrediğimi hissettim, beni mahvetmişti. Bedenimden akıp giden bir şeyler olduğunu hissediyordum, yanıyordum deli gibi. Artık yetmiyordu, artık dayanamıyordum.

Mete biraz yavaşlayıp nefesini bana doğru üflediğinde bacaklarımı serbest bırakıp araladım, bu ilkti, onun çabası olmadan kendimi ona sunuyordum. Bacaklarımın arasından çıkarak üst bedenini tam göğsümün üzerine yerleştirip gözlerime baktı keyifle. Beni ulaştırdığı zirve ona da keyif vermişti ve aşkla bakan bu adamın gözleri beni yakıyordu.

"Rahatladın mı güzelim, daha iyi misin?"

Onu sana sormalı Mete, aşağıda sondaj çalışması yaptın, sen iyi misin asıl?

Dudaklarımı utançla birbirine bastırdığımda konuşamadım, kazandığı zaferin keyfiyle başını boynuma gömüp kaldığı yerden devam etmekti niyeti. Uçurumdan düştükten sonra kısa bir nefes almak bile iyi gelmişti.

Mete terlemesine rağmen parfüm kokusu yerinde duruyor, beni benden almaya kaldığı yerden devam ediyordu. Gözlerime baktı önce, sonra dudaklarıma eğildi, muhtemelen şimdi o da benim gibi çırılçıplaktı.

"Gözlerindeki arzuyu böylesine görmek çok güzel bebeğim," diyerek fısıldadı kulağıma doğru. Nefesi tenimi böylesine okşarken ona nasıl arzu duymazdım ki? Ona nasıl âşık olmazdım?

"Sadece gözlerimde mi gördün sevgilim?"

Sözlerim onu keyifle güldürdüğünde ıslanan parmaklarını havaya kaldırdı, öldürmekti beni niyeti emindim bundan.

Solukları tenimde dolanıyorken derin bir nefes aldım, şişen göğüs kafesim Mete'nin çıplak tenine değiyor bu da daha tahrik olmamı sağlıyordu. Muhtemelen o da halinden çok memnundu. Tüm bedenim ona aitti aynı onun da bana ait olduğu gibi.

Onun için hiç bu kadar hazır olduğumu hissetmemiştim.

"Çok mu güzel?"

"En az senin kadar."

Parmakları siyah saçlarımın arasında gezinirken diğer eli de bedenlerimizin arasına girmişti, sanırım zevk alma sırası ondaydı.

"Senin için nasıl yandığımı bilemezsin karıcığım, bu yangını anca başka bir yangın söndürür," derken benim yangınımdan bahsediyordu, içimin sıcaklığından. Dudaklarını benimkilerde gezdirip biraz oyalandı sonra da sert bir öpücük bıraktı.

Bacağımın iç kısmına dokunduğunda küçük bir baskı uygulayıp onun için açılmamı sağladı. İki yana ayırdığım bacaklarım teslim bayrağını çekmiş Mete'yi bekliyordu.

Nazik dokunuşları, solukları birbirimize mühürlenmiş bedenlerimiz, kavuşan yara izlerimiz her biri bu gecenin en güzel parçalarıydı. Tutku ve arzunun zirvesini yaşamış odamızın duvarlarını seslerimizle doldurmuştuk.

Biz Mete'yle bir olmuştuk, gerçek anlamda onun karısıydım artık. Yılların ve ona çektirdiğim sürenin acısını ateşli bir gecede çıkartmıştı, canımı yakmamıştı, onunla beraber zirvelere çıkmıştık ve biz daha yeni başlamıştık.

Bugün utangaç olan taraf bendim, ama üste çıkacağım günler de uzak değildi. Onunla yaşadığım o anlardan sonra görev başındayken nasıl onunla olmadan durabilecektim ki? Bedenimde gezen parmaklar, bacaklarımın arasındaki o şehvetli adam asla aklımdan çıkmayacaktı nasıl nişan alıp ateş edecektim ki ben?

Çıplak bedenim onun iri bedeninde yatarken parmaklarını sırtımdaki kurşun ve kemer izlerinde gezdiriyordu. Gözlerine baktım, yorgundum, beni ilk geceden fazlasıyla yormuştu.

“Nasıl hissediyorsun?” dedi benden önce davranarak. “Ben çok mutluyum, daha mutlu olduğum bir an yoktu sanırım.”

“Mutlu ve biraz yorgun.” Gülümseyerek gözlerine baktım, her erkek bunu duymak isterdi. "Beni prenses gibi hissettirdin sevgilim, çok iyiydin."

Dudakları kenara kıvrıldığında kendisinin de benden farksız olmadığını görebiliyordum. Beni yorabileceğini söylemişti daha önce, aynen de sözünü tutmuştu.

"Arsız karım benim," dediğinde dudaklarımı büzdüm. Utancım biraz törpülenmişti, beni adım adım açmayı başarmıştı. Büzülen dudaklarıma küçük bir öpücük bırakıp burnunu burnuma değdirdi ve alnıma yaslandı. "Sen benim prensesimsin zaten. Prenslerin görevi prenseslerini mutlu etmektir."

Prensim beni mutlu etmekten de öteye gitmişti ama olsun. Karı koca arasındaki küçükcük minicik bir ayrıntıydı bu sadece.

Gözlerim onunkilere kenetlenmişken elim göğsünde dolanıyordu, biraz tahrik olsa da yorulduğumu bildiğinden kendisini tutuyordu yoksa bir kere daha kavuşmamız için gücü kuvveti yerindeydi. Mete bedeninin hakkını veren bir adamdı en uç noktalarına kadar, yaşayıp görmüştüm. Hatta uç noktaları çok iyi iş görüyordu, halimi bırakmayacak kadar.

“Sırtımdaki izleri hep göreceksin, istersen bir çözüm...”

“Şşş, görmekten rahatsız olmuyorum ve alışacağım. Kolay değil ikimiz için de ama bununla yaşamayı öğreneceğim, öğreneceğiz Azra’m.”

Onun da izi vardı, ellerimle diktiğim iz. Her baktığımda zaten sürekli aklıma gelen o gün gelecekti aklıma, bizim geçmişimiz silinmezdi ama biz onlarla yaşamayı öğrenecektik, mecburduk buna. O sırtımı okşayıp sevecekti, ben de gidip onunkini öpecektim. Öpersem sonu yatakta biterdi gerçi, öpeceksem gece öpmeliyim ben evet.

“Al işte yeniden âşık oldum sana yüzbaşım.”

Parmaklarım karnının altındaki yarayla buluştuğunda dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini yumdu, eş zamanlı olarak dudağından beklenmedik bir küfür firar etti.

"Siktir, çok yanlış sulardasın."

Parmaklarımı yüzünde gezdirdiğimde gözleri açıldı, her şeyimdi o benim. Vatanımdan sonra o geliyordu hatta benim için Bora’dan bile önce geliyordu. Bazen Bora 12’yi aldattığımı hissediyor olsam da kocam kadar işe yaramıyordu. Mesela gelip yaralarımı saramazdı ama Mete öyle mi? O her yaramı sarar ve şifa olurdu bana. Benim masum düşüncelerimin yanında kocam da zevk sınırlarında yüzüyordu işte. Erkek milletine pek güven olmuyordu, akılları fikirleri başka yerlerdeydi.

“Âşık olduysan...” Elini kalçama götürdü, ilk götürüşü değildi bu defa biraz daha arsızdı. “Seni mutlu edebilirim.” Nefesi yüzüme değdiğinde titredim, ruhuma işliyordu her bir teması. "Elin orada durmaya devam ederse hiç şansın kalmayacak"

Parmaklarımı karnından hızla çekip göğsündeki yerine geri götürdüğümde kaşlarım yalandan çatılmıştı. Kalçamdaki sert tutuşu da bana hiç yardımcı olmuyordu.

“Ebemi siktin zaten biraz önce yetmiyor bir daha sik öyle mi? Yorgunum ulan canımı çıkardın yatağa silüetim çıktı benim. Çek elini uçurmayayım kafanı.”

Sözlerime kahkaha attı, beni bu hale getirmek için söylemişti, bazen yaramaz bir çocuk oluyordu ama o çocuğu çok seviyordum ben.

“Bu gece bizimdi, başka geceler de bizim olacak. Yat böyle güzelce, ben seni çok bekledim yine beklerim bir tanem.”

“Ya biz sevişeli kaç dakika oldu da bana ajitasyon yapıyorsun kocacığım?” dedim imalı bir ses tonuyla, Mete'yse tüm sözlerimden gidip en olmayacak yere takılmıştı.

“Sen böyle kocam de bana sonra sakin kalmamı bekle oldu, öldürecek misin sen beni söylesene karıcığım söylesene bir tanem? İki dakika tiyatro yaptırmıyorsun adama be, seviyorum kızım seni, her şeyinle seviyorum, her şeyini seviyorum! Tek tek saymalı mıyım ille? Bedeninin her noktasını, ruhunu, o kara kaşın kara gözünü, siyah zülüflerini seviyorum.”

Ne diyebilirdim ki, söyleyecek söz mü bırakmıştı bana? Öyle güzel seviyordu ki kalbim ritmini bozuyor bedenimde de bilinmez bir titreme meydana geliyordu. Hele bana dokunduğunda... O zaman her çileye değmiş oluyordu, onca beklemişliğe onca acıya bunun için katlanmıştık, kavuşmak için. Biz kavuşmuştuk.

Şimdi tamamen ona aittim daha doğrusu birbirimize aittik. Dudaklarımdan öpüp geceyi mühürledi Mete. Sözlerine bir karşılık beklemedi, konuşmama gerek olmadan onu anlayalı uzun zaman oluyordu, önümüzde birbirimizle konuşabilecek ve susabilecek uzun bir ömür vardı tabii bir bombalı saldırıda patlayıp gitmez ya da bir zalim merminin hedefi olmazsak.

♟️

Selam biz kavuştukk

Bu bölüm için yorumlarınızı na buraya bırakabilirsiniz canlarımm

Bir sonraki bölümde görüşmek üzeree

♟️Beni şu hesaplardan takip edebilirsiniz, videolu paylaşımlar ve bölüm alıntıları paylaşıyorum.️♟️

 

İnstagram
Twitter
Tiktok
Wattpad

 

rubamsalepe

 

♟️

 

Loading...
0%