Yeni Üyelik
84.
Bölüm

36. "Kalıcı Misafir"

@rubamsalepe

 

Bölümü beğenip yorum yapmayı unutmayın❤️

 

♟️

 

7 Sene Önce
Mete'den

 

Bir asker kendine emredileni yapmak zorundaydı. İnisiyatifimiz emirlerin sınırları dışında gelişemezdi, kafamıza göre davranamazdık. Üstlerimiz emrederdi biz yapardık, biz emrederdik astlarımız yapardı. Askeriyedeki sistem böyle yürüyüp gidiyordu işte.

 

Astsubayların yapması gereken bir iş bana bırakılmıştı, geçen gün komutanın dediğine karşı çıktığım için akıllarınca bana verdikleri bir cezaydı. Yapardım, sorun değildi, iyi bir asker iyi bir komutan olmak için elimden geleni yapardım ben. O poligona da gidip o askeri bulurdum.

 

Başımdaki bereyi alıp öyle yürümeye başladım, sıcak havada rahatsız edici olabiliyordu biraz. Poligonun olduğu kısma giriş yaptığımda içeriden tek bir atış sesi geliyordu. Bir kişi vardı orada ve bu kişi bir kadındı. İçeriye girdiğimde birinin geldiğini fark etse de umursamadı, hatta hiç bakmadı bile. Kapı sesiyle dikkatinin dağılmış olması lazımdı ama ben içeriye girer girmez büktüğü beliyle bir atış yapıp tam ortadan vurdu hedefi.

 

Bu kadın geriye doğru yatıp ateş ediyordu. Eski Türklerin at üzerinde ok atması gibi ateş edebiliyordu. Harbiye günlerimden beri onca askerle karşılaşmıştım ama böylesine bir atışı görmemiştim. Yapan olsa da bu tarz değildi, farklıydı her hâliyle. Gözlerini bağlayıp yan hedefe dönüp ateş ettiğinde anladım ki karşımda gerçekten çok yetenekli bir kadın vardı.

 

Simsiyah uzun saçları başının üzerinden örülmüş sırtından aşağıya doğru uzanmıştı. Benden kısaydı ama ülkenin boy ortalamasının üzerindeydi buna rağmen fiziğini koruyor olmalıydı. Zaten askerler böyle yapmaz mıydı?

 

Nasıl dövüşüyordu acaba? Ona doğru koşup saldırsam beni etkisiz hâle getirebilir miydi en çok bunu merak ediyordum. Varlığımdan haberdar olsa da bu tarafa hiç bakmadığından gelen kişiyi asla umursamıyordu. Belki komutanı tarafından denetlendiğini düşündü, belki de onu sürekli böyle seyreden birisi vardı. Buna bir şey diyemezdim.

 

Birkaç el daha ateş edip siper aldı bulunduğu yerde. Bağlı gözlerini göremesem de yüzünü net olarak ilk defa orada gördüm. Esmer tenliydi, temiz bir yüzü vardı ve dolgun dudakları.

 

Dış görünüşünü bilmem ama yaptıklarıyla gözümde tam bir Tomris Hatun'du, timime birini seçmem gerekse onu seçmek isterdim çünkü o hareketler akıllı işi değildi. Bana deli adam lazımdı ve karşımdaki kadın nedense bana böyle bir his veriyordu.

 

Gözlerindeki bandı çıkartırken ayrıldım salondan. Sebebini anlayamadığım bir gariplik hissediyordum. Geriye dönüp kapıya baktığımda yapmam gerekeni unuttuğumu fark ettim. Komutan onu çağırmıştı ve bunun için buraya gelmiştim. O hareketleri izledikten sonra bunu unutup çıkmıştım dışarıya.

 

"Asker."

 

Önümde duran elindeki çay tepsili ere seslendim, kendim gidemezdim artık ama emredersem bir başka asker gider çağırırdı onu.

 

"Emredin komutanım."

 

"İçeride bir astsubay var onu hangarda beklediklerini söyle, hazırlanıp gelsin operasyon var."

 

Başında böyle yapmam gereken işi kendim gelip yapmaya çalışmama da anlam veremiyorum, bir askere emretsem komutanların haberi bile olmazdı ama bir anlık boşlukla kendim gelmiştim buraya.

 

Hangara gittiğimde hazırlandım, operasyonda o kadın da yer alacaktı ve görevi istihbaratiydi, hazırlan gel emri ona ulaştığında sivil giyinmişti buradan anlamıştım bunu. Simsiyah giyinmişti ama yüzünde makyaj vardı, normale göre biraz daha abartılıydı, görevi bunu gerektiriyordu demek ki.

 

Siyah dapdar bir pantolon üzerine de kısa kollu şık bir üst giymişti. Siyah bir gözük elindeydi, beyaz ceket de elinde sanki bir iş görüşmesine katılacak gibiydi. Muhtemelen bölgeye gidecektik bizim konuşlandığımız bölgede alışveriş olacaktı ve biz baskın verecektik. Plan helikopterde açıklanacaktı.

 

Şık gözüküyordu, az önceki Tomris Hatun'dan eser yoktu ama bambaşka bir havası vardı şimdi. Benden oldukça uzakta olduğundan görememişti beni. Helikopter geldiğinde içine sıra sıra dizildik. Ayağındaki kalın topuklularla o yüksekliği çıkmayı başardığında fark ettim içindeki Tomris Hatun'un bir yere gitmediğini.

 

"Demir Leydi," dedi komutan onu göstererek. "Bu operasyonun kilit ismi o, silah alış verişi gerçekleşirken baskın vereceğiz. Azra Astsubay da paraları aldığı anda kanıt elde etmiş olacağız."

 

Demir Leydi Azra. Sadece iyi bir atıcı değil bir de istihbaratçıydı. Karşımda oturan kadın o gözlüklerle havalı gözüküyordu, çıkartıp bana çevirdi başını ve bir selam verdi.

 

Simsiyah gözleri vardı saçları gibi. Gözleri önce gözlerime sonra alnıma doğru gitti, alnıma düşen birkaç tel saça takılmıştı siyahları. Benim gözlerim de onun örgülü saçına takıldı.

 

"Bu saç bu kıyafete spor kalmış, düz toplasan daha iyi olur."

 

"Emredersiniz komutanım," deyip saçlarını çözmeye başladı. Halbuki ben emretmek için söylememiştim, tavsiye vermiştim ama üzerimdeki kamuflajlar emir komuta ağırlığını koruyordu. Asker bir başka askere anca emrederdi, öyle öğretmişlerdi bana. Mizacıma tersti, emretmem gereken ve tavsiye vermem gereken yerleri biliyordum. Bazı sınırlar olmalıydı elbette ama bazıları da saçma sapan sınırlardı, onları geçmek gerekiyordu.

 

"Oldu mu?" diye bana sordu. Saçlarını topladığı yerden tutup uçlarına kadar götürdü parmaklarını. Dümdüzdü ve bütünüyle güzel gözüküyordu aynı kendisi gibi. Simsiyah giyinen bir kadındı, makyajını hesaba katmazsak öyle çok dikkat çeken biri değildi ama güzeldi.

 

"Oldu," deyip başımı dışarıya doğru çevirdim. Uzun zamandır sivil bir kadın görmediğim için sadece biraz şaşırmıştım evet yoksa ona yeniden bakma isteğimin başka bir anlamı olamazdı.

 

"Astsubay Çavuş Azra Demir," dediğinde yeniden ona bakmak durumunda kaldım. "Keskin nişancıyım."

 

Onu anlamıştım o atışlar normal birinin atışları değildi. Demir Leydi adı da soyadından geliyordu demek ki. Sadece keskin nişancı değil aynı zamanda da askeri istihbarattaydı. Bu kız iyi şeyler başaracaktı eminim, o hırs o aşk kara gözlerinden okunuyordu.

 

"Teğmen Mete Akıncı."

 

"Memnun oldum komutanım."

 

Bir baş selamı daha verdi, ben onu daha önce görmüştüm ama şimdi tanışıyorduk.

 

"Ben de."

 

Belki kamuflajıyla orada oturuyor olsaydı farklı olurdu ama şu an göreve değil de iş görüşmesine giden şık bir kadın vardı karşımda ve bu bana garip hissettiriyordu. Başımı yan tarafa çevirdim, Sevil Teğmen de buradaydı ama gözüm Demir Leydi dedikleri bu keskin nişancıya takılıp duruyordu. Çok bakarsam yanlış anlayabilirdi.

 

Havalı duruyordu, normalde de öyle miydi? Silah tutarken çok öz güvenliydi peki ya keskin nişancı tüfeğiyle nasıldı? Merak etmeden alıkoyamıyordum kendimi ama suskundum, bir kelime bile edememiştim karşısında. Helikopter inene kadar da konuşamadım, arada ona bakmam dışında başka bir şey olmadı.

 

Helikopterden indiğimizde karşımdaki kadını bir araba alıp götürdü. Onun gittiği yere biz yürüyerek gidecektik. Çok uzak değildi, çok uzun sürmemişti uçsuz bucaksız düzlüklerde yürüyüp oraya varmamız. Şimdi kayalıklar vardı etrafımızda, hepimiz iyice gizlenmiştik. Hava çok sıcaktı, buna dayanarak savaşmak zorundaydık her zamanki gibi ne koşulda olduğumuzun değil ne yaptığımızın bir önemi vardı.

 

Para dolu çantayla dolu teröristler bulunduğumuz yere geldiğinde Azra güneş gözlüğünü takıp kaputa oturdu. Kolları birbirine bağlıydı, geldiğinde onun ayağına yürüyüp elini sıkan taraf onlardı.

 

Alışveriş gerçekleşti, Azra güvenli bölgeye doğru onlar fark etmeden çekildiği an yerimizden çıkıp teslim ol çağrısında bulunduk. Teslim olmadıkları gibi ateş etmeye başlamışlardı.

 

Orada sadece iki şarjörle ve tabancayla duruyordu. Bu kadarı onu korumaya yeterli gelir mi bilmiyorum. Attığını indirse de kalabalık gelmişlerdi ve o bir çatışmanın ortasında kalmıştı.

 

"Koruma ateşi açın. Azra çık oradan dikkatli ol."

 

Komutanın emriyle hepimiz koruma ateşi açmaya başladık. O kadar kısa sürede o ayakkabılarla nasıl geriye gelebildi aklım almıyor. Tabancasındaki mermi her azaldığında yakınımıza geliyordu, en sonunda benim bulunduğum mevziiye geldi, tam yanıma gelip kendini kayanın arkasına attı. Nefes nefese kalmıştı, yorulmuştu ya da fazlasıyla adrenalin salgılıyordu.

 

"İyi misin?"

 

"İyiyim komutanım."

 

Yanında keskin nişancı tüfeği yoktu ya da ona verebileceğimiz ekstra tüfek. Çantamda fazladan tabanca şarjörü vardı ve birkaç tanesi ona yeterliydi.

 

"Demir, çantamdan şarjörleri al."

 

Fermuarı açıp şarjörleri aldı ve tabancasına yerleştirdi. Ateş etmeden önce yaptığı şey ayakkabılarını çıkarmak olmuştu, rahat hareket edemiyordu hâliyle. Çıplak ayaklarıyla cayır cayır yanan kayaya basıyordu.

 

"Çantamda çorap var onları giy," dedim. Burada çatışma olacağını tahmin etse bile böyle giyinmek durumunda kalmıştı çünkü muhtemelen kendini tanıttığı karakter her yere topuklu ayakkabıyla gidiyordu.

 

"Sağ olun komutanım."

 

Dediğimi yaptığında daha rahat savaşacaktı. Öyle de oldu. O kadar mesafeden o tabancayla öyle atışları yapması büyük yetenek gerektiriyordu. Poligonda izlediğim sadece fragmandı, asıl filmi şimdi seyrediyordum ve büyüleyiciydi teknikleri.

 

"Birini sağ bırakın."

 

Komutuna herkes uydu, tek biri sağ kalmıştı ve çemberimizin içindeydi. Önce direndi sonra teslim olmak için ellerini kaldırdı. Ayağa kalktığımda o da benimle geldi. İlk aramayı o yaptı, kafasına tabancanın dipçiğiyle vurup onu yere çöktürmesi de havalıydı. Başarmıştı, askeri istihbarat mükemmel bir istihbaratçı kazanmıştı ve aynı zamanda harika bir nişancı.

 

Yine de benim timimde olmasını, istihbarati faaliyetleri onunla beraber yürütmeyi isterdim çünkü böyle bir yeteneği herkes yanında isterdi.

 

Ve ne yalan söyleyeyim bu kadın bana yanımda olması gerektiğini hissettirmişti. Sanki yanımda olsa büyük zaferler elde edermişim, her şeyi başarırmışım hissi vermişti bana.

 

O helikoptere bindiğinde ayağında benim çoraplarım vardı, saçı başı dağılmış üzeri toz toprak olmuştu. Makyajı yerindeydi ama topraklanmıştı yanakları. Yani görünüm olarak bir başkasına göre gelirkenki havalı hâli yoktu ancak bilmiyorum ben hâlâ havalı olduğunu düşünüyordum.

 

Gözlerinde gözlük yoktu, elinde topraklı beyaz ceketi vardı. Kaşları çatık bir şekilde dışarıya bakıyordu. Bir şeye mi kızmıştı acaba ya da bir şeyler mi düşünüyordu?

 

"Daldın gittin astsubayım."

 

Tutamadım kendimi, sormaktan alıkoyamadım. Hiçbir muhabbetimiz yoktu ama duramayıp dile gelmiştim. Bana döndüğünde yüzündeki çatık ifade yerini düz bir ifadeye bıraktı.

 

"Bakıyordum öyle." Kendi üzerine göz gezdirdi. "Kül kedisine döndüm yine."

 

Rahatsızdı, sebebini bilmiyordum ama üzerinde toz toprak görmek hoşuna gitmemişti. Muhtemelen bu sivil giyiminden ötürüydü, herhangi bir travması olabilirdi bilmiyorum ama külkedisi aslında Sindirella değil miydi?

 

"Bu toz toprak senin zaferini temsil ediyor. Düşürme yüzünü." O an dudaklarında bir gülümseme, gözlerinde de bir parıltı gördüm.

 

"Zafer değil mi? Bizim olacak değil mi?"

 

"Her şeye rağmen zafer bizim olacak, zafer Türk'ün olacak."

 

♟️

 

Kupanın alındığı o güzel günün üzerinden iki hafta geçmiş tüm dünya Kaloncu'nun başarılarını ve ilişkisini konuşmuştu. Öpüştüğü fotoğrafları internete düşmüş Miray bundan asla rahatsız olmamıştı, hatta mutluydu. Hakan ise tedirgindi, yaptığının işine zararı olur muydu bunun hesabını yapıyordu. Miray Kalyoncu ve sevgilisi yazınca Hakan ile olan fotoğrafları, video sahneleri çıkıyordu arama motorlarında. İstihbarat görevi yapmış bir adam için pek de iyi olmamıştı ama komutanlardan azar da yememişti, demek ki her şey yolundaydı.

 

Ankara'nın serin bir günüydü, time toplanması emredilmiş içeride komutanların görüşmesi sürerken askerlere de istirahat emri verilmişti. Sessiz bir gündü, içsel sorunlarla baş edebilmek için bahçede bir bardak demli çayla oturmak ve kendisiyle yüzleşmek iyi bir fırsattı.

 

Şebnem sırtını ağaca yaslamış bir elinde sopayla toprağı kazırken diğer yandan çayını yudumluyordu. Derin bir iç çekti, ağaçla sohbet ediyordu, bir insana değil bitkiye dökmek istemişti içini. İnsanlar konuşur akıl vermeye çalışırdı ama bitkiler sadece dinlerdi.

 

"Sadece sevince olmuyormuş yani." Yere rastgele çizikler atıyordu, bu rahatlamasına yardımcı oluyordu. "Sevdim ama olmadı be, yani soruyorsundur sen de neden olmadı diye haklısın. Sadece o mu suçlu değil biliyorum ama onsuz daha az acı çekiyorum ben." Ağacın küçük kabuklu gövdesini okşadı yavaşça.

 

"Yani sen de anlarsın mesela burada bir sürü ağaç var ama sen gidip şu karşıdaki cezalı ağacı seviyorsun olacak iş mi?"

 

Bahar vakti çiçek açan ağaçlardan geç çiçek açtığı için ceza verilmişti ağaca, üzerinden meyve kopartılması ve yanına gidip konuşulması yasaktı. Askeriyenin tuhaflıklarından biriydi bu da.

 

"Sevme. Gidip cezalı ağacı seversen acı çekersin. Bak yandaki ağaçlara efendi uslu, git onlardan birini sev en olmayacağı seversen hem ona ulaşamazsın ulaşırsan da sen yanarsın."

 

Sırtını yeniden ona yaslayıp gözlerini yumdu. Serin hava teninin üzerinden ipek bir kumaş gibi kayıp giderken daha iyi günleri olacağını hayal etti. O hayalde sadece kendisi vardı ve tek başına mutluydu. O yoktu.

 

"Astsubayım." Sesi duyan Şebnem gözlerini açmadı, bu havayı bozmak istemedi.

 

"Buyurun astsubayım," dedi Deniz Astsubay'a. Adam yanına çöküp ağaca yaslanınca araladı gözlerini.

 

"Hiç, sizinle oturmak istedim."

 

"İyi yaptınız." Konuşmayı ilerletemedi Şebnem, adamın gözlerinin içine baktı belki o konuşmayı sürdürebilirdi.

 

"Yemeğe çıkamadık sizinle." Volkan'ın azarından sonra gitmemişlerdi adam da biraz gerilmişti. "Arkadaşlıkla askerliği ben ayrı tutabilen biriyim Şebnem Astsubay'ım ama sanırım siz ve o bu ayrımda pek iyi değilsiniz." Haklıydı, bir şey diyemedi. Ne dese haklıydı, bunu yaşamaması lazımdı.

 

"Volkan Üsteğmen beni görmeden sizinle konuşmak istedim çünkü görse yine aynısı olacak. Cesaretimi toplayıp sizi yemeğe davet ettim ama sizden onca zamandır bir cevap alamadım, yeni bir yola çıkmaya korkuyor olabilirsiniz sizi anlıyorum ama birkaç şey söylemek istiyorum. Onun gölgesinde yaşayamazsınız, eğer ayrı kalacaksanız kendinize yol açmalısınız ve en önemlisi önce kendinize olan duvarı yıkmalısınız. Onu yıkamadıktan sonra Volkan Üsteğmen'i aşıp aşmamanız önemli değil."

 

Dostça tavsiye vermişti ancak sonuna kadar haklıydı, diyecek bir şeyi verebilecek bir cevabı yoktu. Bir yemek, başka bir adamla yeni bir yolculuğa adım atmak onun için iyi olabilirdi ama her şey o kadar zordu ki, aklında Volkan'ın olması ona acı veriyordu sadece. Sıfırdan başlamasına bile izin vermiyordu.

 

"Özür dilerim astsubayım, sizi bu duruma sokmak istemezdim."

 

"Özür dileyin diye söylemedim, böyle en çok kendinize zarar veriyorsunuz farkında değilsiniz. Bunu yapmayın kendinize o yüzden konuşuyorum." Elini omzuna koyup ona bunu bir düşün anlamında bakış attı ayağa kalkıp gitmeden önce.

 

Diyemedi bir şey, doğruları söylemişken ne cevap verebilirdi ki? Aklında başka biri varken onunla yemeğe çıkmaya çalışarak da o adama haksızlık etmiş olurdu.

 

"Duydun değil mi? Hiçbir şey yolunda gitmiyor ve göğsümün tam ortasında bir kor var." Ağaçla konuşuyordu ama onu dinleyen sadece ağaç değildi.

 

Ağacı omzunun kenarına alıp Şebnem'e değecek şekilde arkasına biri oturdu. Tepki bile vermedi kadın, şaşırmadı, konuşmadı sadece bekledi.

 

"Benim de göğsümde yanan ateş bir türlü sönmüyor." Getirdiği taze çayı ona uzattığında alıp içini ısıttı kadın. "Seni hiç tanımamak isterdim böylece ikimiz de mutlu olurduk." Başını iki yana salladı. "Sensizlik ve mutluluk yan yana çok saçma oldu."

 

"Senden nefret ediyorum biliyorsun değil mi?"

 

"Biliyorum." Başını ona doğru çevirdi hafifçe. "Ben de senden nefret ediyorum. Ama..."

 

"Ama?"

 

"Bilmiyorsun sanki." Burukça gülümseyip önüne döndü.

 

"Üşüteceksin." diyerek altındaki katladığı kamuflajı açıp ona doğru uzattı. Otururken aralarında ağaç yoktu bu defa sırt sırta vermişlerdi.

 

"Umurunda mı sanki?"

 

"Bilmiyorsun sanki," diyerek misilleme yaptı, umurundaydı, istemiyordu ama umurundaydı işte. Sevmekten vazgeçemiyordu, onu düşünmeden edemiyordu.

 

"Ne söyledi sana? Anladığım kadarıyla olmamış." Gülümsemesini görmediği için mutluydu, başka biriyle onu görmesi canını yakardı.

 

"Kendi duvarlarımı yıkmamı söyledi, haklıydı. Senden önce kendim duvar örüyorum önüme. Ne bir adım geriye gelebiliyorum ne de bir adım ileriye."

 

"Şebnem biz mutlu olabilirdik."

 

"Olamadık ama."

 

"Olabiliriz."

 

Nefret ettiğini söylediği kadına söylüyordu bunları, gurur falan kalmamıştı aralarında. Nefret de bir duyguydu ve ikisi aşkın içinde tutuyordu bunu.

 

Boşalan bardağını kenara bırakıp ona döndü, Volkan da ona döndüğünde gözleri birbirine değdi. Yorgun bakıyordu kadın, Volkan'ın savaşacak gücü kaldıysa da Şebnem'in yoktu.

 

"Bakma öyle olabiliriz."

 

"Nasıl bakıyorum?"

 

"Vazgeçmiş gibi."

 

Kadın yumdu gözünü ve başını önüne eğdi yavaşça, kafasını toplamak istiyordu ve o varken bu pek de mümkün gözükmüyordu.

 

"Âşık olduğunu da görebiliyorum." Çenesine dokundurduğu parmaklarıyla başını kendisine çevirdiğinde araladı kederli gözlerini. "Ama vazgeçme, vazgeçersen nefes alamam ben."

 

"Ben alabiliyor muyum?"

 

Parmaklarını yanağında gezdirdi ve geri çekti ellerini. Kadın nefes alamadı, o dokunuşlar teninin her bir noktasını yakıp geçti aynı kalbi gibi.

 

"Düşün bunu, ayrı da yapamadık bari birlikte olalım. Beraber sırtlanalım her şeyi bak öteki türlü ikimiz de mahvolduk."

 

"Kıskandın diye mi diyorsun bunları Volkan? Neden dokundun ki şimdi? Neden bana acı çektirdin yine?"

 

"Geri zekalı seviyorum seni, bu kadar oluyor işte ne yapayım? Kolay mı lan öyle gözümün önünde durup seni unutmam? Nefret ediyorum senden ama gel benim için öl desen ölürüm senin için. Se-vi-yo-rum, bunu o aklına sok!"

 

"Seni gebertirim bana sesini yükseltme." Kolunu ittirip ayağa kalktı, bu arada yerdeki boş bardakları da almayı ihmal etmedi. "Tek âşık sensin sanki bu dünyada aptal, canı yanan bir tek sen misin lan? Bağırınca adamlık mı yapıyorsun bana? Emir erin mi var karşında senin, bana gelip komutanımmış gibi konuşuyorsan Üsteğmen Volkan konuşsun, yok duygulardan ve aramızdaki sıçtığımın durumundan bahsedeceksen o rütbeni sök öyle gel, bana da bağırıp hakaret etme."

 

Etrafta kimsenin olmaması şansları olmuştu, şu hallerini birileri görse dedikodu olarak yayılır bununla da kalmaz komutana hakaretten yazılı savunma istenebilirdi Şebnem'den.

 

"İki dakika insan gibi konuşamadık. Yürü toplantı saati geldi, sonra konuşacağız. Rütbeli komutanın emrediyor."

 

"İnsanlık istiyorsan insan olacaksın." diye mırıldandı, Volkan duysa da cevap vermedi. "Emredersiniz komutanım."

 

Bazen zorladığında insan çok da hoş sonuçlarla karşılaşmıyordu işte. Aşk denilen şey sadece sevgiden ibaret değildi onlar için, aşk içinde nefreti de barındıran dipsiz bir kuyuydu ve ikisi de bu kuyunun içine hapsolmuş çırpındıkça daha da derine batıyorlardı. Çözüm kendilerini düzeltmekti yoksa bu girdaptan çıkmaları zordu, sevgi her şeye merhem olur muydu bu bir bilinmezlikti.

 

Sancak ve Gölge Timleri toplantı salonunda yerlerini almış komutanları bekliyorlardı. Süleyman Paşa bizzat konuşmayı yapacaktı ancak ondan önce Reşat Yarbay'ın Mete ile görüşmesi vardı.

 

"Emredin komutanım," diyerek içeriye girdi yüzbaşı. Bordo renkli beresini başına takmış, yeşil kamuflajını üzerine geçirmiş, sakalları kesilmiş bir şekilde karşısına çıkmıştı.

 

"Gel otur."

 

Emrini aldıktan sonra boş sandalyeye geçip oturdu kardeşinin karşısına, Fatih de oradaydı ve sebebini bilmiyordu. Belki de yeniden görevlendirilecek bunun için kardeşi olarak bilgilendirilecekti, üzerinde kamuflaj olması ve tıraşlı olması bunu düşündürtmüştü.

 

"Aile görüşmesi gibi oldu bu."

 

"Üsteğmenim sivilde değiliz kendine gel."

 

"Toplantı odasına geçeceğiz, bizi bekliyorlar, uzatmayacağım." Ellerini masada birbirine kavuşturup oturuşunu dikleştirdi.

 

"Hayırdır komutanım?"

 

"Hayır mı şer mi orasına sen karar vereceksin Akıncı." Gözlerini iki adam arasında gezdirdi en son yine Mete'de durdu.

 

"Sizi dinliyorum."

 

"Üsteğmen Fatih Akıncı göreve geri dönüşün tamamlandı, yeniden vazifelendirildin."

 

Fatih kaç gündür bunun haberini bekliyordu, nereye gideceğinden habersizdi ama mutluydu, ablasının evinde sığıntı gibi kalmaktan yorulmuştu. Mete'de ise buruk bir sevinç vardı, yine araya yılları bulabilecek mesafeler girecekti.

 

"Çok şükür. Peki nereye komutanım?"

 

Omuzlarını biraz saldı ve düşünceli şekilde parmaklarına baktı, bir cevap vermesi lazımdı ama tepkiden çekiniyordu.

 

"Sancak Timi'ne."

 

Fatih şaşırdı, Mete dondu kaldı. İkisi birbirine baktı ve tepki veremedi. Algılamaya çalıştılar Fatih aklına oturtur gibi olsa da Mete kabullenemedi. Parmağını kardeşine doğru tutup

 

"Bu mu?" dedi. "Benim timime mi?"

 

"Evet Mete, Fatih senin timinde görevlendirildi."

 

"Komutanım!" Sakinleşmesi için el hareketi yaptı yarbay işe yaramayacağını bilse de. "Ya hu delirdiniz mi siz? Enişte bak enişte diyorum sen benim komutanımsın ama ailemdensin. Karım emrim altındaki astsubayım, bir de bu gelirse aile şirketi mi yönetiyoruz biz ya? Böyle şey olur mu bir aileden üç kişi?" Artı bir de Reşat Yarbay'dı. "Ablamı da çağıralım o da katılsın time tam olsun tövbe estağfurullah ya."

 

"Mete sakin ol abi ya, üzerinde üniforman var iyice ayarı kaçırdın."

 

"Hassasiyetine veriyorum bunu yoksa ben yapacağımı bilirdim," diyerek çattı kaşlarını, ben burada komutanınım demekti bu. Mete kendine çeki düzen verip tekrar konuşmaya başladı.

 

"Fatih de time gelirse siz dahil ailemden üç kişiyle beraber çalışacağım ve bunu etik bulmuyorum. Hele ki Fatih gibi bir deliyle uğraşmak..."

 

"Abi ayıp ediyorsun ama neyimi gördün Allah aşkına?"

 

"Ulan kendiyle beraber karargahı patlatmaya çalışan dedem miydi?"

 

Sıktı dişlerini, başka durumda olsalar isterdi onu ama hem ailesindendi hem de zapt edilmesi zor bir askerdi. Azra'yla bile bu askeri ilişkiden dolayı 5 sene ayrı kalmışken Fatih'i almayı hiç doğru bulmuyordu.

 

"Ya sen istedin diye yaptık, fena mı ettik sanki?"

 

"Kafanı az kırdım senin, daha çok pataklamam lazımdı."

 

"Lan kesin tamam, Süleyman Paşa'nın emri bu. Ben de konuştum bunları söyledim hatta bir timde üç subay çok olur yıldızlar havada uçuşur dedim o kadar dil döktüm. Sancak Timi'nde adam eksik olduğu, Fatih'e ihtiyacınız olduğunu söyledi bana. Koca komutana ne deseydim aile şirketi istemiyoruz mu? Bana bakın ikiniz de, Fatih Akıncı time giriyor ve herkes buna razı oluyor aksi takdirde ablanız bile alamaz sizi elimden. Şimdi gidin toplantı salonuna ve bizim gelmemizi bekleyin."

 

Kapıdan çıkıp ilerlediklerinde Fatih sırıtıyorken Mete zor tutuyordu kendini.

 

"Ulan Fatih ulan Fatih, burada da mı buldun beni? Bıktım senden nereye gitsen peşimdesin."

 

"Valla abiciğim..."

 

"Abi yok, komutanınım ben senin, rütbeni bil."

 

"Komutanım, ne güzel özlemiştik birbirimizi işte. Hasret gideririz bol bol."

 

"Aman ne hasret. Ulan her yerde kıçımın dibindesin bıktım senden. Asker olacağım dedim peşimden harp okuluna geldin, tim komutanı oldum ona geldin. Şey de ister misin geçen evlendim seni de evlendirelim bir de bize taşın tam olsun."

 

Diğer dediklerini umursamadı ev konusuna takıldı aklı, ev tutması lazımdı, eniştesi ve ablasının evinde daha fazla kalamazdı. Barış bebeğin ağlama seslerinden değil de o ikisinin flörtleşmelerinden bıkmıştı, kaçmak istiyordu. Kimse ablasının yabancı bir adam tarafından gıdıklanmasını görmek istemezdi.

 

"Ev. Abi ev bulmamız lazım bana acil."

 

"Ev mi? Ablam var biz varız." Fatih başını iki yana salladığında demek istediğini anladı. "Ayarlayacağım, timle bir konuşalım sen ötesini düşünme." İşte kardeş kardeşi döver ve azarlardı ama ihtiyacı olduğunda elinden ilk tutan da o olurdu.

 

Toplantı odasında Gölge ve Sancak timleri hazır olda bulunuyorlar, komutanlarını bekliyorlardı. Mete ve Fatih gelince herkes hazır ola geçmiş onları selamlamıştı.

 

"Rahat asker, oturun." Komutanlar gelmeden timin yeni üyesini onlara tanıtmak istedi yüzbaşı.

 

"Üsteğmen Fatih Akıncı, Süleyman Paşa'nın emriyle Sancak Timi'ne dahil edilmiştir. Haberiniz olsun."

 

Herkes şaşırıp birbirine baktı, bir aileden üç kişi olmasının garipliğinin yanında deliliği yüzünden kötü nam salmış bu adamın timde olması biraz heyecanlandırmıştı onları, peki ya timin deli eksikliğini tek başına karşılayabilecek miydi? Bundan hiç kimsenin şüphesi yoktu.

 

♟️

 

Sancak ve Gölge Timleri dışişleri özel uçağıyla Moskova'daki başkonsolosluğa koruma görevi için gitmişlerdi. Bir istihbarat alınmıştı, bir diplomata suikast düzenlenecekti yer tam olarak belli olmasa da Moskova üzerinde olduğuna dair destekleyici bilgiler toplamışlardı. Şüpheli büyükelçiliklere ek korumalar yollanmıştı aynı Sancak ve Gölge Timleri gibi.

 

Siyah kıyafetler giymişlerdi üzerlerine, alışık değillerdi buna ve ikinciye giymek durumunda kalmışlardı. Bu defa tüfekleri kendilerine aitti. Azra çatıdaki mevziiye geçmiş en hakim yerde duruyordu ve güvenliydi bulunduğu yer. Etraftaki her yer gözüküyordu. Büyük bir binaydı bu, suikast daha önceki karşılaştıkları gibi bombalı eylem şeklinde de karşılarına çıkabilirdi. Belirsizdi her şey, berrak bir suya atılmış taş vardı sanki ve o su bulanıp içindekileri göstermez olmuştu.

 

"Akıncı iyi misin?"

 

Telsizin ucunda Mete vardı, Azra'yı kontrol etmek istemişti. Binanın üzerinde tek başınaydı her zamanki gibi okçular tepesi ondaydı.

 

"İyiyim abi sen nasılsın?"

 

"Ulan sana mı diyorum ben? Hem neredesin sen derhal yanıma geliyorsun göz hizamda nöbete duruyorsun."

 

"Anlaşıldı."

 

"Akıncı dedim." Azra alışamamıştı bu soyada ve onunla çağrılmaya. Mete Demir diye bağırırken Akıncı'ya dönmesi tuhaftı. "Demir Leydi?"

 

"Emredin komutanım."

 

"Sana sesleniyorum duymuyor musun?"

 

"Akıncı deyince üzerime alınmadım affedersiniz."

 

Özür dilerim kocacığım, buna daha alışamadım.

 

"Alışacaksın, yakanda ne yazıyorsa onu söylerim ben."

 

Sert olmayan ama komutanlığını iliklerine kadar hissettiren bir ses tonuydu bu. Mete diğerlerine çok fazla soyadıyla hitap etmiyordu, Azra kadar hiçbirine etmemişti hatta. Şimdilerde ona seslenirken Akıncı demek hoşuna gidiyordu, karıcığım diye seslenmek yerine güzel bir alternatifti.

 

"İyiyim, görüşüm açık ve etraf sakin gözüküyor. Aşağıda durum nedir?"

 

"Sakin, Murat'tan yeni haber uçmadı."

 

"Anlaşıldı komutanım."

 

Anlaşıldı mı gerçekten? Yeni evliler göreve mi yollanır ya? Neyse asker olmayıp benden uzakta da olabilirdin, buna da şükür.

 

Fatih, Mete'nin hizasına gelip nöbet tutmaya başladı. Gözünü çevreye sabitlemiş odaklanmıştı.

 

"Neredesin lan sen? Ben sana yanımdan ayrılmayacaksın demedim mi?

 

"Abi büyükelçiyi kontrol ettim."

 

"Abine sıçayım Fatih, sen benimle mi bot bağladın bu ne rahatlık?" Seninle aynı rütbede miyim sözünün askercesiydi bu. Fatih ciddiyetini bozup gülmeye başlayınca Mete daha da sinirlendi. "Ne gülüyorsun?"

 

"Beraber bot bağladık." Fatih'e baktı sonra da dışarıya bakıp gülmeye başladı.

 

"Mecaz bile yaptırmıyorsun adama, işimiz var seninle."

 

"Bana ev bulmazsan daha çok işin olur, yeni evlisin yengemle seni rahatsız etmek istemem."

 

Aslında umurunda değildi de Azra'ya acıyordu bir de kulaklarına. Onların yatak odası muhabbetlerini duyacağına karargahta erlerle aynı koğuşta kalırdı daha iyi olurdu onun için.

 

"Ben o işi hallettim."

 

"Cidden mi?"

 

Mete başını sallayınca Fatih gülümsedi kocaman, ağabeyine sırtını yaslayınca her şey çok daha kolay oluyordu. Onun yanında kendini çok daha güvende hissediyordu. Onca cenderenin içinden tek başına çıkmıştı ama o varken sırtını ona yaslamak çok daha güzeldi..

 

"Teğmenim bir değişiklik var mı?" Yoktu, sessizdi her yer. "Yok komutanım."

 

"Başçavuşum, durum bilgisi ver."

 

"Temiz komutanım."

 

Bu saate kadar her şeyin hallolması lazımdı, geç kalınmıştı. Bir terslik vardı.

 

"Volkan, sende durum nedir?"

 

"Her şey yolunda komutanım."

 

"Şebo?"

 

O da her şeyin yolunda olduğunu söyledi, Mete alışkanlıkla bir başka ismi de çağırdı. Bu isim tüm timin sesinin kesilmesine ve uzaklara dalmasına sebep olmuştu.

 

"Orhan?" Ses gelmedi, Mete tekrarladı. "Deli Laz," dedi yine ses gelmedi. Durdu, tüfeğine indirdi gözlerini farkına vardığında, sıkı sıkı kavradı. Kaşlarını çattı, ona bunu reva gören herkesi gebertecekti. Karısının kardeşini alıp o doğmamış bebeği babasız bırakanların cezasını kesecekti.

 

"Sancak ve Gölge Timi, gözünü hedef bölgeden asla ayırma. Ayıranı Afganistan'a sürerim."

 

Dikkatlerini toplamaya çalıştı, ne kadar başarırdı bilmiyordu ancak denemekten zarar gelmezdi.

 

"Fatih sen buradasın, ben mevzileri gezeceğim," diyerek onu tembihledi ve uzaklaştı oradan. İlk işi binanın çatısına çıkmak oldu. Bora'sıyla oturup etrafı inceleyen karısını gördü. Azra onun geldiğini anlasa da sesini çıkartmadı, emrine uyup hedefe odaklandı.

 

"Özür dilerim," diyebildi sadece. Dil sürçmesi, alışkanlık deyip geçiştiremezdi.

 

"Ağlamayacağım bu defa, görev benim gözyaşı dökmemden çok daha önemli." Kırpmadı bile gözlerini, gözleri dolmamıştı ama kalbi acıyla dolup taşıyordu şimdi. "Ama ben onu çok özledim. Ben kardeşimi özledim Mete."

 

Yapabilecekleri bir şey yoktu, bir zaman makinesi olsa atlar ve geçmişi değiştirirlerdi ama bunun imkanı yoktu işte.
"Ben o bebeğin yüzüne nasıl bakacağım? Babanın yokluğuna benim tüfeğimden çıkan kurşun sebep oldu nasıl derim? Ben..."

 

"Sen olmasaydın orada Orhan yine şehit düşecekti Azra, bunun önüne geçemeyecektik. Geçmişe dönemiyoruz ama geleceğimizi zehretmeyelim kendimize. O bebek büyüdüğünde gözlerinin içine bakıp senin baban bir kahramandı, bu topraklarda sen rahat rahat oyna diye can verdi diyeceksin."

 

O ne derse desin tesellisi olmayan bir acıydı bu, düğününde Mete'yle zeybek oynayan Orhan'ı hayal etti, sırf bu gerçekleşmeyecek diye düğün istememişti. O Karadeniz ağzıyla konuşan adamın yokluğuna kimse alışamamıştı.

 

"Ben hazmedemiyorum, benim kardeşim hayatta değilken onların bitmek bilmeyen eylemleri, saldırıları, katliamları... Yıllardır askerim ama hazmedemiyorum bunu. Bir tane it çıkıyor sıçıyor her şeyin içine. Bak yine bir tane piçi bekliyoruz burada. Kendilerine parti diyen bu leş örgüt bebekleri katlediyor Mete ben bıktım bunlardan. Bir de meşruiyet arıyorlar ya kendilerine deliriyorum. Avrupa çanak tutuyor daha da deliriyorum. Neymiş bir milletin özgürlük savaşçılarıymış. Sıçarım böyle işe ben, Mete bu herifler benim milletim dediği Kürt çocuklarını da gözlerini kırpmadan öldürdüler ya."

 

Dolmuştu, kafasından asla çıkartamadığı şeydi bunlar, can yakan gerçeklerdi. Onlar için ülke kuracağını iddia eden eli silah tutan teröristler kendi soydaşını katlediyorken bunların nesi partiydi, nesi meşruydu ki? Avrupa kendisine ne iyi gelirse onu destekliyordu, çıkarına terör gelince onu da desteklemekten geri durmuyordu.

 

Terör lanetti... Terör bir parti olamazdı ya da bir milletin temsilcisi olamazdı. Türkiye bir bütündü, buna Şırnak da Diyarbakır da ve dahası dahildi. Bu topraklarda yaşayan hangi ırkın kanını taşırsa taşısın bu ülkenin vatandaşıydı. Anlamıyorlardı işte bunu, bölünmez bir bütün olduğumuzu kabul etmek istemiyorlardı.

 

Sevr akıllarından hiçbir zaman çıkmamıştı. Sadece terör sorunumuz yoktu ki; sınır komşularımız için Anadolu, pay edilmesi gereken ve Türklerin sadece İç Anadolu'da sıkışıp kalması gereken bölgeydi. Hapsolan Türkler megala ideala, vaat edilmiş topraklar, büyük Ermenistan ve teröristlerin kurmak istediği sözde devletleri arasında sıkışmış kalacaktı.

 

Türk varken bunlar mümkün değildi. Türk askerinin sınırın dışına bu yüzden çıkıyordu işte. Suriye'de Irak'ta terörün canına okuyup sınırdan uzak tutuyordu. Diğerleriyle diplomatik krizlere giriliyor, çözümler deneniyordu ancak bazı çözülmez düğümler vardı. Madem çözülemiyordu o zaman kapıda tüfek tepede SİHA beklerdi, bu vatan için binlerce şehit vermişken gözlerini kanla sulanıp yurt tutulmuş bu topraklara dikmiş kalleşlere vatan yem edilmezdi.

 

"Biz o çocuklar için de savaşıyoruz. O itler bize vuracak biz savaşacağız. Şimdi terör vardı da eskiden yok muydu? Türk tarihine git bak ne zaman başından düşman eksik olmuş ki? Koskoca Kanuni bile bir sürü isyanlarla uğraşmış."

 

"Biliyorum, keşke cahil olsaydım, cehalet mutluluk getirir çünkü. Ben mutsuzum."

 

Sinirden yumruğunu sıkmak istedi ama eli tüfeğindeydi, onu sıkmayı düşündü ama hedefi kıpırdatmak istemedi. Mete elini omzuna götürüp ona dokundu, teselli ediyordu böylelikle. Bu temas ona iyi gelmişti, yalnız olmadığını bir kere daha hatırlatmıştı.

 

"İyi ki varsın Mete, sen olmasan ben ne bu düşüncelere katlanabilirdim ne de kardeşimin yokluğuna. İyi ki varsın Türkiye'm."

 

Onun kardeşinin canına kıyanın canını alacaktı, yemin etti buna. Her ağlayan çocuk, her ağlayan anne için savaşıyorlar, daha fazla ağlamasınlar diye mücadele ediyorlardı.

 

Ölüm denen şey vardı ya hani, şehitler ölmezdi ki. Terörist leş olur, asker şehit olurdu. Orhan ölmemiş şehit olmuştu. Hatırası bile canlıyken kendisi ölmüş olamazdı zaten.

 

"Sen güçlü kalacaksın, güçlü kalacağız ve kardeşlerimize bunu yapanlardan hesap soracağız söz veriyorum."

 

Miğferinin arkasından çıkan örgülü saçını okşadı, ona hayrandı, onun düşüncesine bu güçlü tavrına hayrandı ve ona gerçekten saygı duyuyordu.

 

"Tam Tomris Hatun oldun bugün, o güçlü, her şeye rağmen yere serilmeyen o güçlü kadın."

 

"Bana güçlü kalmayı sen öğrettin."

 

Zaten güçlü olan bu kadının gücüne güç katmıştı Mete, tek yenilgisi aşktaydı onun sonunda da zafer olmuştu.

 

"Sen zaten güçlüydün. O kadar güçlüydün ki bir ipi vururken elin bile titrememişti o kadar güçlü."

 

"Sinirimi bile unutturuyorsun bana. Seni seviyorum komutanım."

 

"Ben seni daha çok seviyorum."

 

Hâlâ pozisyonunu bozmamıştı, adamla dikkatini dağıtmadan konuşuyordu bunları. O sırada uçan bir kuşu vur dese indirirdi onu hemen.

 

"Tomris Hatun'la huyumuz benzesin ama kaderimiz benzemesin. Zafer kazanmak isterim ama sensiz olmaz bu."

 

"Benden öyle kolay kurtulamazsın karıcığım daha seninle ilgili yapmak istediğim çok şey var."

 

"Toros'u beyaza boyamak buna dahil mi?"

 

Şakasına diyordu, Mete de farkındaydı bunun ama ona ayak uyduruyordu, sakinleşmişken az önceki haline dönmesini istemiyordu.

 

"Toros'uma dokundurtmam. Ne demişler at, avrat, pusat demişler. Araba, Azra, Bora diyorum susuyorum."

 

"Bora ben derim sana ne oluyor? MPT-76 de çok istersen eskilerden G3 de."

 

"Arabama ellettirmem ben."

 

Azra gülmeye başlayınca başardığını anladı. Artık onun yanından ayrılabilirdi. Tüfeğinin dürbünüyle tepedeki kısımdan o da bakındı etrafa bir süre, olağanüstü hiçbir şey yoktu ve bu durum adamı rahatsız etmişti.

 

"Bir şeyler oluyor ama sanırım burada değil Azra. İçim hiç rahat değil. Sen ayrılma yerinden."

 

"Emredersiniz komutanım."

 

Hızlıca alt kata indi, Göktürk'ü diktiği yöne doğru gitti. Arka taraf da sakindi, bir şeyler vardı, hava kararmaya dönecekti birazdan ve gece bu iş daha zor olurdu eğer Azra kadar usta bir nişancıları yoksa.

 

"Göktürk uydu," derken ona doğru yürüdü. "Karargahı bağla." Sayaç telefonu ona uzattığında hemen kulağına götürüp tekmil verdi.

 

"Yüzbaşı Mete Akıncı. Burası fazlasıyla sakin komutanım, hava kararmak üzere ve benim içimde suikastin başka yerde olacağı hissi var."

 

Hislerle hareket edilmezdi ama şu saate kadar olmaması ve havanın kararmak üzere olmasına rağmen icraata geçmemeleri bunu düşündürtmüştü yüzbaşıya. Güneşin daha batmadığı bir yer daha yüksek ihtimalliydi.

 

"Bekle Akıncı," diyerek telefonu bekletti yarbay. Bir görüşme daha yapması gerekmişti, muhtemelen istihbarat ile görüşüyor onların acele etmesini istiyordu. Cevabı da almış gibiydi.

 

"Allah kahretsin!" demesinden anlaşılıyordu bu. Reşat Yarbay telefonu kulağına götürüp yeniden Mete'ye döndü. "Haklıydın yüzbaşım, bu bir yanıltmacaydı, Avrupa'ya giden önemli bir diplomatımıza suikast düzenlenmiş. Diplomatımız şehit olmuş."

 

Telefonu kulağından uzaklaştırıp küfretti adam, Enes de Göktürk de çok net işitmişlerdi bunu. Bir kişinin daha canına kıymışlardı ve buna engel olmaya çalışsalar da başaramamışlardı.

 

"Ne emredersiniz komutanım?"

 

"Derhal dönüş sağlayın. İstihbaratsız hareket edemeyiz. Uçuşunuzu ayarlayacağım."

 

"Emredersiniz."

 

Beti benzi atmış Üsteğmen'e döndü ikisi de. Sormaya çekiniyorlardı ama tahmin etmesi de çok zor değildi. "Abi hayırdır?" derken uydu telefonunu geri aldı.

 

"Kötü," dedi Mete tek kelimeyle, iki adamına baktı ve peşinden gelmesini işaret etti başıyla. "Sancak ve Gölge derhal merkezde toplan."

 

Anonsu duyan herkes mevziisinden çekilip merkeze geçtiler, Azra da çatıdan inip emre uymuş, üsteğmenin diyeceklerini beklemeye başlamıştı.

 

"Az önce edindiğim bilgiye göre saldırı burada değil Avrupa'da görüşme yapan bir diplomatımıza düzenlenmiş. Büyükelçilik ve konsolosluklara odaklanmamız hataydı. İstihbaratsız hareket edemeyiz bu yüzden dönüyoruz."

 

♟️

 

"Şimdi ne olacak?"

 

Arabanın başında Mete'yi beklerken sormuştu sorusunu. Fatih'le beraber arabaya yaslanmışlar durum değerlendirmesini yapıyorlardı.

 

"İstihbarat bekleyeceğiz, alır almaz operasyon."

 

"Hay sıçayım böyle işe ya, ters köşe olduk."

 

"Valla yengeciğim tam olarak dediğin gibi olduk. Her yere bir tim yollayamazdık en kritik yerlere gitmişken olmadık bir yerde bu olayı beklemiyorduk." Başını yana doğru çevirip karargah kapısına baktı, kimse gözükmüyordu daha. "Üşüdüm ben Mete nerede kaldı ya? Eniştemle giderdim ben eşyalarım orada. Bu saatte ev mi gösterilir?"

 

"Sorgulama," dedi Azra. "O ne yaptığını bilir, sen abini benden daha iyi bilirsin."

 

"Tamam ama akşam akşam mantıksız."

 

Mantıktan bahsedecek son adamdı ama söz konusu kendisi olmadığında bunu bol bol dile getiriyordu. Fatih sigara içip sakın ha siz içmeyin diyen öğretmenler gibiydi.

 

"Geliyor."

 

"Geliyor değil geliyorlar."

 

"Hep beraber mi gideceğiz?"

 

"Biz kocaman bir aileyiz abi, şu ikisi benim diğer görümcelerim. Evlerimiz yakın ya giderken bırakırız demiştir. Vaktiyle beni bırakırdı böyle söyleyip."

 

Fatih ona bakıp gülümsedi, iyi bırakmıştı sanki, öyle iyi bırakmıştı ki şimdi ikisinin de parmaklarında alyanslar vardı.

 

"Akıncı taşımacılık gururla sunar. Asker, Toros bin!"

 

Emir gelince kocasından ön koltuğa kendisi bindi, arka dörtlüye de erkek görümceleri geçti.

 

Bu defa çok yorgun değillerdi, eve gidip sıcak bir duş alıp yemek yiyecek halleri vardı. Buzluğa Mete'nin zulaladığı patlıcan dolması vardı, onu ısıtıp yerler bir güzel karınlarını doyururlardı. Diğer üç adama baktı, başlarının çaresine bakmalıydılar. Mete her zaman onlara annelik edemezdi. Mete'nin yokluğunda makarnayla beslenmelerine kızıyordu, arada dışarıdan ev yemeği söylüyorlardı. Sürekli dağda olmadıklarında paraları sadece fatura, kira ve yemeğe gidiyordu. Açlardı yani.

 

"Koca koca adamlar dizildiniz arka koltuğa, yok benim ayağım sığmadı yok şu oldu bu oldu anlamam, bir tane ayakkabı izi görürsem iç dış bakımı size kilitlerim."

 

"Abi ama..."

 

"Sayaç kes."

 

"Mete size zorbalık mı yapıyor hep böyle?"

 

Mete dikiz aynasından iki çavuşu kesti, o an dillerini de kesebilirdi, acıdı. Zorbalık falan yapmıyordu ki, sabahın köründe koğuş kalk demek ne zamandan beri zorbalık oluyordu. Temizliğe mi laf ediyorlardı? Temizlik imandan gelirdi.

 

"Komutanım..." Fatih elini Enes'in omzuna koydu ve gözlerini iki askere çevirdi.

 

"Timde de sivilde de bana abi demenizi istiyorum, resmiyet sadece rütbede ve emirdedir." Fırat'tan sonra biri daha böyle hitap edilmesine izin vermişti, seviyorlardı.

 

"Peki abi. Şey. Mete abi ebemizi sikiyordu."

 

"Lan devrem sus kardeşim sus."

 

"Neden susuyor, konuş aslanım konuş ne derdin varsa anlat bana."

 

"Ne var lan, yine mi eğitim kilitleyecek? Evlenip gitti aklına bile gelmez."

 

"Geri zekalı sus diyorum."

 

Mete'nin en zevk aldığı andı bu işte, ikisinden biri konuşur, diğeri onu susturmaya çalışır sonra Enes eğitim kilitlemekten bahseder bahsetmez ceza yerlerdi ve sonunda Göktürk isyan ederdi.

 

"Siz ikiniz, ben duymuyorum mu sanıyorsunuz? Toros'umun sesi bile bastıramadı o kart sesinizi. İkinize bir ceza veriyorum."

 

Arabayı durdurdu, Enes'in evinin önündeydiler şimdi. Mete aşağıya inince onlar da peşinden indi. Kaputun önüne geçen Azra diğerlerini seyrediyordu kenardan, fazla eğlencelilerdi.

 

"Çenen çıksın Enes, büzüşsün şu dilin de konuşama tamam mı?" Enes dudağına patlatıp kendine küfretti, istemsizce yapıyordu bunu.

 

"Neymiş lan cezaları?"

 

Fatih de zevk almıştı bu durumdan, ağabeyine karşı çıkmama sebebi de buydu. Akıncılar bu adamlarla uğraşmayı seviyordu.

 

"Sensin kardeşim," dediğinde hepsi birbirine baktı. Anlamamışlardı, bir tek Azra çözebilmişti. Kenardan kıkır kıkır gülmeye başlayınca yanlarına kadar gitti. Yüz ifadelerini daha yakından görmek istiyordu.

 

"Ben mi? Ne alaka ben ya?"

 

"Ben bu evden yeni ceketli kravatlı damat çıktım. Benim yerim boş şu an, bu evde bir Akıncı komutan eksikliği var e sana da ev lazım. Buyur tepe tepe kullan güzel kardeşim," diyerek omzuna kolunu attı Mete, bu adamlara bir abi lazımdı, Fatih'e de ev, tam da birbirlerine uygunlardı.

 

İkisi de bir süre konuşamadı, Fatih Mete'nin kardeşiydi bu adam ama ondan çok farklı olduğunu kendini patlatmaya çalışmasından anlamışlardı. Deliydi yani. Mete sabahın köründe onları koğuş kalk diye uyandırır sonra da temizlik yaptırırdı, çok normal değildi bazı takıntıları vardı. Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık sözünün vücut bulmuş haliydiler şu anda. Hayır demeye hakları da yoktu, komutanlarını reddedemezlerdi, hele ki Mete gibi bir adamın kardeşini hiç reddedemezlerdi.

 

Mete çok özeldi onlar için, düştüklerinde ilk uzanan el onun eliydi hep. Enes'in ağabeyi olmuşken Göktürk'ün ailesi olmuştu. Kardeşi hiç olmamış anne babası şehit olmuş bir çocuktu Sayaç, asker arkadaşlarını ailesi görmüş hepsini çok içten benimsemişti. Hiçbiri bilmiyordu Orhan'ın vefatından sonra günlerce gizli gizli ağladığını, ağabeyini kaybetmiş gibi hissetmişti.

 

"Aha inme indi, şşt kendinize gelin." Azra iki devrenin de gözlerine doğru ellerini salladı, sesleri çıkmıyordu hâlâ.

 

"Ben o kadar mı kötüyüm ya?"

 

"Valla kardeşim o kadardan da fazlası. Yapacağı öngörülemez bir deli olduğundan çocuklara inme inmesi çok normal."

 

Azra'nın onları çekiştirmesiyle ikisi de kendine geldi, biri Mete'ye biri Fatih'e baktı sonra birbirlerine döndüler.

 

"Çilemiz bitti sanıyorduk, müebbet yemişiz meğer. Allah sabır versin kardeşim." Göktürk Enes'in elini sıkıp başını onunkine vurdu.

 

"Bizim de kaderimiz buymuş ne yapalım be devrem."

 

"Ulan istemiyorsanız kalmam ne tiyatro yaptınız gözümün önünde ya."

 

"İstememek değil Fatih abi, biz korkuyoruz sadece. Mete abiden yıllarca çektik senden çekmesek bile delilik yaparsın diye şey ettik." Haklıydı ve Fatih de bunun farkındaydı.

 

"O zaman bir şey diyemem."

 

Mete kollarını birleştirmiş karşısındaki adamlara bakarken yapılması gerekenin farkına ilk varan Göktürk oldu.

 

"Geç abi biz sana evi gösterelim madem. Eşyalarını sonra alır yerleşirsin. Hoş geldin." Tokalaşmak için elini ona uzatınca Fatih direkt kucakladı onu sonra Enes'i de kendine çekip sardı.

 

"Aklım üçünde de kalacakken üçünü bir eve sıkıştırdım artık daha az endişelenebilirim," dedi haklı gururunun keyfiyle. Toros'un kapısına yaslanıp karısını da belinden tutarak kendisine çekti. Karnının etrafından parmaklarını dolayıp başını onunkine yasladı.

 

"Daha mı az daha mı çok aşkım?"

 

"Ben de bilemedim şimdi. Neyse bizim evde kalmasından iyidir."

 

"Hiç misafirperver değilsin sen ya, iyice yabani oldun sen başıma." Diğerleri ayrıntılardan bahsederken o ikisinin konuşması kimsenin kulağına gitmiyordu.

 

"Han olan Mete çok evcimen bir adam, sadece karısıyla vakit geçirmek istiyor olamaz mı?"

 

"Yüzbaşı Mete de çok farklı ya sanki."

 

"Karıştırma orayı, vakit bulursam senden uzak kalmam ve bunu tehlikesiz anlarda yaparım."

 

Fatih abisine döndüğünde diğer ikisi de o yöne baktı, uzaktan çok güzel bir resmin baş rolleriydi onlar. Simsiyah giyinmiş esmer bir kadın, beyaz gömlekli yakışıklı bir adamın kollarına o kadar yakışıyordu ki maşallah demeden duramadı ikisi de.

 

"Biz gidelim o zaman, siz de geçin eve sonra haberleşiriz. Hadi iyi geceler," diyerek cevap bile beklemeden iki askerini çekiştire çekiştire eve götürdü. Onların bu hallerini bozmak istememişti.

 

"Biz güzel olduk bayağı."

 

"Sen ben bir de Toros," diye ekledi Mete, hayallerinin ötesini yaşıyordu parmaklarının arasında duran sevdiği kadınla. Her günü şükürle geçiyordu, onsuz olduğu günler boşuna geçmişti, hayatı 5 sene önce tanımış nefesiyse ona kavuştuğu gün almıştı.

 

"Beyaza boyatalım diyorum sana, tam istihbaratçı işi bak beni bir dinlesen."

 

"Ya ben arabamı boyatmam kızım, o benim kırmızı Toros'um. Sana imzalı formanı yıka desem yıkar mısın?"

 

"Ne alaka formayla araba ya? Bak havamız olur bir düşün."

 

Arabaların onun zayıf karnı olduğunu bilmesine rağmen onunla bu kadar geç uğraşmaya başlamasına pişmandı, daha önce aklına gelseydi önceden yapardı.

 

Karısını kendisinden birkaç adım uzağa çekip arabaya bindi, Azra güle güle yanına oturdu. Çok komikti bu halleri, bazen ciddiye alıyordu daha da tatlı oluyordu.

 

"Bora senin için neyse benim için de Toros o." Arabanın kontağını çalıştırıp başını ona çevirdi. "Ve sevgilim arabamı beyaza boyatmam bunu çıkar aklından."

 

♟️

 

Herkese merhabaaa

 

Azra ve Mete'nin nasıl yanıştığını gördük beğendiniz mi, hayalinizdeki nasıldı?

 

Sancak Timi değil Akıncı Timi 😄 3 Akıncı'yı taşıyor shdjdndj

 

Şebnem ve Volkan'a da yakıyoruz.

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere ❤️😘

 

♟️Beni şu hesaplardan takip edebilirsiniz, videolu paylaşımlar ve bölüm alıntıları paylaşıyorum.♟️

 

 

İnstagram
Twitter
Tiktok
Wattpad

 

 

rubamsalepe

 

 

♟️

Loading...
0%