@rubamsalepe
|
Bölümü beğenip yorum yapmayı unutmayalım ❤️
♟️
3 SENE ÖNCE
Karanlığın şerri vardır ya hani, karanlığın şerrini en çok onlar kullanır. Gündüz göğüs göğüse çarpışamayacak kadar namert olanlar gece pusuya yatmayı ya da saldırmayı tercih ederler. Yiğitlerse habersizdir bundan, belki bir arkadaşıyla bilek güreşi yapıyorken ya da sevdiği kıza nasıl açılacağını konuşup dertleşirken karşılaşıyordur namertlerle.
Terör gecenin karanlığına sığınıp vurmayı sever. Çocukları katletmeyi, kadınlara tecavüz etmeyi sever. Terör gencecik Mehmetçiği vurmayı sever. Terör kan sever.
"Çağrı bak rezil etme kendini, kalabalığız burada bana artistlik yapma."
Kardeşinin kulağına eğildi Teğmen, görevden geldikleri üste gece konaklayacaklar, sabah gelecek olan helikopterle beraber Ankara'ya döneceklerdi. Uzman Çavuş kardeşinin meydan okumasına karşılık verecek onunla bilek güreşine tutuşacaktı.
"Abi hiç kusura bakma o tek yıldızını da birazdan şu masaya gömeceğim." diyerek geri çekildi.
Özlemişti kardeşini, aylardır bu üstteydi ve ailesinden kilometrelerce uzaktaydı, sınırın ötesinde başka bir ülkedeydi. Hudutları korumakla görevliydi, terörü sınırdan yok etmenin yolu kaynağına inmekten geçiyordu ve Türkler tam olarak da bunu yapıyordu.
"Görüyor musun Demir, nasıl da artistlik yapıyor? Anca adı şanı yürüsün, teğmeni yendim diye artistlik yapacak aklınca."
"Valla komutanım kendi kaşınır."
2 metrelik yapılı adamın bileğini bükmesi kolay olmayacaktı, Hakan başını salladı ve yeniden kardeşine döndü.
"Bana bak on dakika, tam on dakika sonra şu ilerideki masada ol da gömeyim seni masaya." Çağrı gülerek onu onayladı ve arkadaşlarının yanına içeriye gitti.
"Özlemişsiniz ama komutanım, insan sevdiği birinden uzak kalınca özlüyor." Çağrı için demişti ama Hakan bunu farklı şekilde algıladı.
"Kimi özlüyorsun?"
"Kimseyi, ben Çağrı için demiştim."
Onu özlüyorum, hiç sevmeyeceğini bile bile, gözlerine bakıp onu sevdiğimi söyleyemeyeceğimi bile bile özlüyorum.
"Öyle bir dedin ki aşk acısı çekiyorsun sandım."
Çekiyorum komutanım, aşk acım da tam karşıdan geliyor işte.
Ortak operasyondan gelmişlerdi, o zaman timler ayrı olsa da hisler aynıydı. Üsteğmen geldiğinde iki asker de tekmil getirdi, ellerini başına doğru uzatıp.
"Ne konuşuyordunuz?"
Azra gözlerine baktı, onu düşünüyordu onu konuşmadan onu anlatıyordu. Nasıl diyebilirdi ki?
"Özlemekten," dedi teğmen, Mete de başını Azra'ya çevirdi.
"Kimi özledin astsubayım?"
Sizi. Sormasanıza şöyle, size karşı susmak için nasıl mücadele ediyorum biliyor musunuz siz? Bilmiyorsunuz tabii, körsünüz. Herkese dürbün olan gözler bir bana kör.
"Hakan Teğmen'den bahsediyordum, kardeşini özlemesinden." Mete başını salladı anladığını göstermek için.
"Hazır bulmuşken kardeşini hasret gider bence, askerlik böyledir ne zaman göreceğini bilemezsin."
Askerlikte hiçbir şeyin zamanı yoktu, kendi düğününe gidemeyen askerler vardı, çocuğunun doğumunu göremeyen. Alışmışlardı uzak kalmaya, düşman bitmedikçe Türk askerinin zamanı olmayacaktı. Araya sıkıştırılmış küçük bir hayat vardı sadece, askerlerin ömrü görev olmuştu.
"Şimdi kapışacağız, bileğini kırınca özlem gidereceğiz."
Gülüp kardeşinin yanına gitti, içeride onu biraz sinir edebilirdi rütbesiyle, etrafında diğerleri olunca da Çağrı istediği gibi cevap veremezdi. Aynı çocukluklarında olduğu gibi uğraşacaktı onunla.
"Çağrı," diye seslendi kapıdan, yanında 20 adamla dışarıya çıktı, onu ezecekti, mecburdu buna Teğmen forsunu silemezdi. "Görelim bakalım bileğinin kuvvetini. Ne kadar yiğitmişsin tartalım." Sandalyeyi çekip üzerine oturdu ve dirseğini masaya dayadı.
"Ya bileğini yere vurursam?"
"O zaman sana açık çek, ne istersen."
Çağrı gülümsedi, aklında almak isteyip alamadığı pahalı bir saat vardı. Daha doğrusu parasını ona harcamak istemiyordu ama seve seve abisinden bir hediye kabul ederdi.
"O saati istiyorum abi."
Çenesini kenara doğru hay hay der gibi çevirdi. Alırdı, daha önce de istemişti gıcıklık olsun diye almamıştı ama şimdi bu isteğini geri çevirmeyecekti.
"Peki ya sen kazanırsan ne isteyeceksin?"
"Sağ salim eve dönmeni. Başka bir şeye ihtiyacım yok benim." Kardeşinin elini sıkıca kavradı. "Aslanım benim." Diğer eliyle de kolunu sıvazladı sonra geri çekilip bileğini ayarladı. "Hadi bakalım görelim gücünü."
20 asker de gözünü dikmiş bu iki adamın güreşinin kazananını bekliyorlardı. Sıktı elini ve gücü uygulamaya başladı. İkisi de hareket edemedi, Hakan zorladı, gücünü ona doğru verdi ancak kardeşi hafife aldığı gibi değildi, burada neyle besleniyordu emin değildi ama fazlasıyla güçlenmişti.
"Ulan çiğ et mi yedirdiler sana?" Kızardı teğmen, kardeşi de ondan farksızdı. "Hı hı nereden anladın?" diyerek alaya aldı abisini.
Hakan biraz daha zorladı ancak ilerleme sağlayamadı, Çağrı gücünü tam vermemişti, biraz daha yüklenince Hakan'ın eli bükülmeye başlamış yavaş yavaş masaya yaklaşmıştı.
"Aha oluyor."
"Çağrı bastır Çağrı."
"Hayde kardeşim bastır," diye küçük çaplı destek de alıyordu arkasındaki arkadaşlarından. Çağrı son bir kuvvet bileğini bastırınca Hakan'ın eli masanın zeminiyle buluştu, kardeşi yenmişti onu.
"İşte bu be saatim olacak."
Ayağa kalkıp sıkı sıkı sardı abisini, özlem gideriyordu onunla. Etraflarındaki yirmi adam umurlarında değildi o an.
"Özlemek..."
Tek özleyen Çağrı değildi, Mete Azra'ya bakıp gülümsedi, karşısındaki kadını öyle özlüyordu ki ortak görevler de çıkmasa ölebilirdi sanki. Ona her şeyi söylemeyi düşündü sonra komutanlarının ilerideki tim birleştirme projesi aklına gelince vazgeçti. Yanında olma ihtimalini engellemek istemedi, uzaktan uzağa yine severdi onu hiç olmazsa fiziken yakınında olacaktı.
"Özlüyoruz birçok şeyi." Yürümeye başladı, sevdiği kadın da peşinden yürümeye başladı.
"Öyle komutanım."
"Bunlar burada bilek güreşi, tim de içeride sazlı eğlence yapıyor gitmek istersen..." Azra başını iki yana salladı, o varken kimseyi istemiyordu ki yanında.
"Orhan sazla Karadeniz türküleri söylüyor kulaklarımı seviyorum komutanım."
Sizi daha çok...
"Bu Orhan cidden değişik bir adam, bomba gibi her an patlayacak hissi veriyor bana ama eğlenceli, onunla çalışmak güvende hissettiriyor."
Aynı seninle olduğu gibi Demir Leydi.
"Deli Laz'dır o ya, bomba gibidir ama kötüye patlar, iyiye değil."
Mete yürümeye devam etti, doğu uç mevzi tarafındalardı. Üsteğmen etrafı denetliyordu, güvenlik zafiyeti var mı, nöbetçiler ne durumda onlara bakıyordu. Aynı zamanda onunla yürümüş sohbet etmiş oluyordu.
"Özlemekle alakalı bir hikaye geldi aklıma belki sen de bilirsin bunu." Bir yandan anlamasını diğer yandan anlamamasını umuyordu.
"Anlatın belki duymuşumdur."
"Bir köylü oğlan varmış, adı Hüseyin. Tarımla uğraşırmış, gününün neredeyse tamamını tarlada geçirir eve girmezmiş. Sonra yolda elinde çapayla yürüyen Esma'yı görmüş. Gördüğü an demiş ki bu kızı görmeden bir an dahi yapamam ben. Ona bakarken köpeği etrafında koşuşturmuş, yerdeki çapanın ucu bacağına girince acıyla inleyerek yere atmış kendini."
Gözlerini ona çevirdi, nasıl dinlediğini görmek istiyordu. Hikayeyi anlamış mıydı yoksa bir başkasını dinler gibi mi dinliyordu anlayamamıştı.
"Sonra Esma duymuş sesini yanına koşmuş hemen, yaraya bakmış adamın bir şeyi yokmuş. Başındaki arkaya doğru atılmış oyalı yazmayı çıkartıp bacağına sarmış. Adını sormuş, o da gülümsemiş sadece, bir şey dememiş. Hüseyin ısrar etse de Esma cevap vermeyip gitmiş oradan. Her gün orada beklemiş durmuş, özlemiş, özlemekten nefes dahi alamamış. Sonra bir gün tam yanına gidecekken kahya gelmiş durdurmuş onu, ondan sana yar olmaz aman ha uzak dur bedeli fena olur demiş. Esma ağa kızıymış tabii, Hüseyin sevmiş uzaktan, Esma da ona yanıkmış ama diyememiş babasının korkusundan. Uzaktan uzağa özlemişler birbirlerini işte."
Azra dinledi, hüzün çöktü. Kendi hikayesine benzetti, o da çok özlemişti ama kavuşamamıştı. Mete'nin kendisi için anlattığını anlamadı bile. O hikayenin Hüseyini olduğunu söyleyemedi. Kendi hikayesinde kavuşamadığı için bu hikayenin mutlu sonla bitmesini istedi.
"Kavuşmuşlar mı peki? Benzer bir hikaye biliyorum ama bu hikayede kız seviyor o özlüyor sonunda sonsuza kadar ayrı kalıyorlar."
"Kavuşmaları ahirete kalıyor Azra, bazı hikayeler böyledir, sadece özlemek düşer insana."
Bazen de uzaktan uzağa sevmek, elini uzatıp dokunabilecekken dokunamamak, her şeyden çok sevip bir çift söz edememek düşer insana. Seveyim diye öyle bakıyorsun ki bana, benim durmam lazım. Benim susmam lazım. Sen duramıyorsun ama benim durmam lazım.
"Bazı sevdalar ahirete kalır," diye tekrarladı onu, başını salladı ve kendisini avutmaya çalıştı. Sevmediğini düşündüğü adam yanında eriyip bitiyordu, görmemişti onu. Mete eriyip bittiğini gizlemek zorunda kalmıştı, Mete hep susmak zorunda kalmıştı.
"Uç mevziler sağlam, olası bir saldırıda savunmamız rahat hareket edebilir." Dağıttı konuyu adam, başından beri girmemeliydi bu konuya, pişman oldu ama artık çok geçti.
"Siper aralıkları ve yükseklikleri de ideal komutanım, bir saldırı anında..."
Büyük bir patlama sesi geldi, hemen yere çöküp sese doğru döndüler, silahları ellerine alıp kurşunu namluya sürdüler. Roket bulundukları yere yakın bir bölgede patlamıştı. Keleş sesleri gelince üs teyakkuza geçmiş herkes olması gereken yere geçmişti.
"Görüyor musun Azra, termal dürbünle bakmak lazım." Hakan kendi tüfeğinin yanında diğer ikisininkini de alıp yanlarına geldi hemen.
"İyi misiniz? Komutanım durum nedir?"
"Termal dürbünle bakacağız."
Ateş edilen yerin tespit edilip ona göre ateş edilmesi lazımdı. Takviye doğu uç mevziine gelince ateş artmış, iyice zora düşmüşlerdi.
"Yat yat yat, kafanı kaldırma sakın. Yukarıdakiler üssün ışıklarını söndürün çabuk," diye seslendi Mete askerlere. Çağrı da oradaydı, Orhan elindeki tüfeği Azra'ya uzattı.
"Ha bu Bora'yi al, onlari yerlerune mihla bacum hayde."
"Eyvallah kardeşim."
Göktürk termal dürbünle inceleme yaparken Azra sürünerek daha hakim bir yere gitmeye çalıştı.
"Kalabalıklar komutanım, otuz kişi saydım." Bu görünürdeki kısmıydı, arkalarında olabilirlerdi ya da üssü sarmış olabilirlerdi bu daha tehlikeliydi.
"Azra dikkat et, Göktürk yönü bildir."
Göktürk tahmini mesafe ve yönü söyledikten sonra Azra'nın yanına doğru gitti. Ona hava ve mesafe ayarı yapacaktı. Cihaz yanındaydı ve tam da Azra'nın yanına kurdu.
"Açıktayız Sayaç, dikkatli ol."
"Bazen başkalarının yaşaması için bizim can vermemiz gerekir komutanım. İyiyim ben, başlayalım."
Azra askerinin sırtını sıvazladıktan sonra dürbünü gözüne yaklaştırdı. Kendine bir hedef belirlemeliydi, roketi yollayanı bulmak en iyisiydi. Bir roket daha düşünce geliş yönünden onu tespit etti. Göktürk mesafe ve rüzgarı söyleyince ona göre ayarlama yaptı, besmele çekip tetiği çekti. Roketçi üçüncü atışı havaya atmıştı düşerken, bu da bulundukları yere düşüp birkaçının leş olmasını sağlamıştı.
"Bir," dedi Göktürk, saymaya başlamıştı yine. Kendi tüfeğini de alıp atışa başladı, biraz daha rahatlamışlardı şimdi.
"Demir açıktasınız mevzi değiştirin."
"Komutanım başka bir yer yok."
Mete başını arka tarafa çevirdi, en güvenli yer bulundukları sırtın üst kısmındaydı ve bulunduğu yerden oraya gidene kadar fazla dikkat çekerdi ve açık hedef haline gelirdi.
"Yanımıza gel o zaman."
"Oradan size faydam olmaz." Buradan daha açık ve net gözüküyordu hedefler.
"Azra itaatsizlik etme emrime! Derhal buraya gel!" Sesi yüksek çıkıyordu, telsiz dışından da geliyordu sesi.
"Artıyorlar, arkalarından takviye geliyor."
Çağrı'nın sesiydi bu, eline aldığı tüfekle düşmanı üsten uzak tutmaya çalışıyordu aynı kardeşleri gibi.
Yine şiddetli bir saldırıya maruz kalmışlardı, üst üste ateş ediyorlar askerlerinin başlarını bile çıkarmasına izin vermiyorlardı. Merminin biri tam yanına isabet edince Azra bile komutanını dinleyip aşağıya inmek zorunda kalmıştı çünkü Göktürk ondan ayrılmıyordu, onun başını da yakmak istemedi.
"Abi yaklaşıyorlar." Çağrı Hakan'a döndü, bir şeyler yapmayı bekliyordu. "Başımızı çıkartabilsek bile fazlalar. Kuzey mevziinde de saldırı olmuş, bir kısmı oraya gitti kuşatma altındayız. Destek gelemez."
"Bomba atalım."
"Bomba oraya kada uçmaz, yaklaşmak lazumdur."
Üzerlerine mermi yağıyorken yapılabilecek en güzel hamle bomba atmaktı, roketi indirememişlerdi bile, şimdiyse çok geçti.
"Ben yaparım," diye fırladı mevziden, Hakan arkasından "Dur, Çağrı dursana! Geri dön çabuk!" diye seslense de karşılık alamadı. Hızlı adımlarla çömerek yürümeye devam etti, arada bir gizlenecek yer buluyordu kendine ama genel anlamda tehlikeli bölgedeydi.
"Koruma ateşi açın!"
Emriyle askerler koruma ateşi açtı, böylelikle Çağrı biraz daha rahatladı. İyice yaklaştı onlara, atış üstünlüğü şimdilik askerlerde olduğundan başlarını zor çıkartıyorlardı.
Çağrı hücum yeleğindeki bombanın pimini çekip düşmana doğru fırlattı ve hemen eğildi, bu bomba onları biraz susturmuştu. İkincisinin de pimini çekti ve zıttı yönüne fırlattı. Bir tane daha atmaya hazırlandı pimi çekip fırlattığı anda göğsünde bir sızı hissetti, bu sızı onu ayakta tutamamış yere düşürmüştü. Bombanın etkisiyle dağılan teröristlerin üzerine doğru gidilmeye başlanmış Çağrı onlara bu yolu açmıştı ama şimdi yerdeydi. Zor nefes alıyordu.
"Çağrı! Çağrı!"
Sesi duyuyordu ama cevap vermeye çalışsa da pek sesi çıkmadı. Karışıklıkta yandan sızan Enes Çağrı'yı çeke çeke çıkarttı o cehennemden. Tam Hakan'ın olduğu mevziiye getirdi.
"Çağrı kalk kardeşim, saat sözüm var sana. Kalk hadi."
Elini göğsüne bastırdı, bu kan fazla akmıyor muydu? Sıyrık böyle mi oluyordu? Böyleydi değil mi? Bu mermi içine saplanmamıştı.
Hakan'ın gözlerinden yaş gelse de kollarıyla sildi, ölmeyecekti, kendisi varken o gidemezdi. Annesine bunun hesabını veremezdi. Daha ona saat alacaktı.
"Abi. Saat..."
"Alacağım saati, kalk hadi."
Göğsündeki kan durmuyordu, iyi değildi, elinden hiçbir şey gelmiyordu. Elvan gelip kontrol etse de yapabileceği bir şey yoktu, o mermiyi çıkartırsa ölme olasılığı çok yüksekti, kritik yerdeydi.
"Neden yendin ki beni, ben kazanıp sağ olmanı isteyecektim senden. Kalk ne olur, Çağrı kapama gözlerini oğlum." Kanlı elini yanağına götürdü ve onu sarstı. Gözleri bayık bakıyordu.
"Annem ağlamasın."
Derin derin nefes aldı, sesi diğerlerinin de canını yakmıştı ama düşmana ateş etmekten başka bir şey yapamıyorlardı.
"Ne mutlu Türk'üm," diyerek yumdu gözlerini. Askerler gözlerinden yaş düşerken titremeden ateş etmeye çalışıyorlardı. Herkesin morali bozulmuştu ama Hakan yıkılmıştı.
"Abim kalk, aç gözünü. Çağrı bak olmaz daha çok gençsin. Daha o kıza açılacaksın, gezip tozacaksın."
Başını alnına yasladı, gözlerindeki yaş gittikçe artarken bağırdı, öyle bir bağırdı ki etraftaki kayalar bu sesten düşüp yuvarlanabilirdi. Alnından öpüp geri çekildi, yanağını okşadı şehidinin. Ağlamaklı acılı gözlerini düşmana çevirdi artık kaşları çatıktı. Kardeşini usulca yere yatırıp tüfeğini kavradı ve agresifçe ateş etmeye başladı.
Çağrı o gün attığı bombalarla oradaki herkesin canını kurtarıp kendisi şehit olmuştu.
♟️
Tim harekat merkezinde toplanmış değerlendirme yapıyordu. Oyuna gelmişlerdi, ummadıkları yeri vurmuştu düşman.
"Adamı yakalamışlar ancak Fransa polisi bize teslim etmiyor."
"İlle bir kıllık çıkaracaklar. Bıktım şunlardan gerçekten."
Kalemi parmaklarının arasında çeviren yüzbaşı askerlerine baktı, hepsi sinirliydi. Bu işte zaferle dönmeleri gerekiyordu.
"Peki ya nasıl öğreneceğiz komutanım? Bir iz bir şey yok mu?"
"Var teğmenim var, istihbaratla iletişime geçtik bir şekilde bilgi sızdırıldı ve güvenilir elden bilgi. Bir isim verdiler bize."
Yarbay gözünü teğmenden ayırmadı, nasıl söyleyeceğini düşünüyordu, nasıl söylerse söylesin hiç iyi bir sonuç almayacaktı.
"Aharon."
Bir sessizlik çöktü timin üzerine, o güne gitti, parmaklarında kardeşinin temiz kanı vardı. Saat alacaktı ona, saat takması gereken bilekleri toprağa karışmıştı.
O gün Hakan dünyada cehennemi yaşamıştı, kalbine saplanan ilk hançerdi bu, dayanılmaz bir acısı vardı. Alışıyordu insan ama unutmuyordu, hele öz kardeş... Beraber oynadığın, ağladığın, büyüdüğün ve birbirine sırt verdiğin kardeşinin yokluğu insanın nefesini keserdi.
Hakan'ın gözleri doldu, bir yandan da yumruğunu sıkıyordu. O herif yine karşısındaydı, kardeşini vuran kurşunun emrini veren Aharon'du. Orta Doğu'da kartların yeniden dağılmasını isteyen Yahudi'ydi. Dili, ırkı, dini fark etmiyordu ki kötü hepsinde kötüydü.
"İyi misiniz komutanım?" Göktürk rengi atan adamın koluna dokundu yavaşça, Hakan patlamamak için tutmuştu kendisini.
"Değilim Sayaç." Bu defa iyiyim yalanını söylemedi, yüzünden de belliydi zaten.
"Aharon hakkında bir veriye sahip değiliz, Ayakçı'dan haber bekliyoruz. Şimdilik toplantı bitmiştir, gün de bitti sayılır, gidebilirsiniz."
İlk çıkıp giden Hakan oldu. Nereye gittiğini bilmeden hızlı adımlarla yürüyordu. Bahçeye attı kendisini, ağaçlık alana doğru koştu, gidebildiği kadar gitti. Bağıramazdı burada, ağaçları da yumruklayamazdı. İçindeki ateşi söndürmesi gerekiyordu. İnsan her zaman soğukkanlılığını koruyamıyordu işte. Bazen yıkılıp dağıtmak gerekiyordu, insan hep içine atarsa daha beter olurdu.
Peşinden giden Mete değildi, diğerleri de deli gibi merak etse de gitmemişlerdi. Mete sadece Fatih'i yolladı peşinden, bir teselliye değil öfkesini atmaya ihtiyacı vardı. Fatih deli bir yöntem bulur alırdı onun omuzlarındaki yükü.
Tam karşısında durdu, gözleri ondaydı. Mete'yi kaybetme korkusu yaşamıştı, korkusu bile yetiyorken bunun gerçekleşmiş olması daha çok can yakıyordu.
"Vur bana," dedi üsteğmen, "Üzerime yürü ve tüm gücünle vur. Eğitimde olduğumuzu düşün ve içindeki öfkeni serbest bırak."
Ağlayamamıştı, bağıramamıştı, ağaçlara vuramamıştı. İçindeki o hıncı söndürmesi lazımdı, koşa koşa üsteğmenin üzerine gidip bir yumruk salladı. Boşa çıkmıştı bu, birkaç kere daha yumruk attı, bu da kollarına denk geldi. Zarar vermiyordu karşısındaki komutanına ama bir yandan da öfkesini atıyordu.
"Benim kardeşimi o herif aldı." Fatih'in boynunu kollarının arasına aldı ve kilitledi. "O herif benden bir can aldı komutanım!" Fatih ondan kurtulup geri çekildi, Hakan birkaç tekme attı biraz daha rahatlattı kendini. "Ben şimdi onu öldürmeyeyim de ne yapayım?"
"Yaşamak zorunda." Ensesine koydu elini, diğerini de omzuna yerleştirdi. "O it yaşayacak ve canlı elimize geçecek. Başka abiler ağlamasın diye o herif canlı elimize geçecek."
"Ben böyle işin amına koyayım, bıktım bu terör illetinden. Alınmadık canımız kalmadı bizim durmuyorlar komutanım. Kalbimizi soğuttular, buz gibi adamlar olduk biz. Bizden ruhumuzu aldılar."
"Onlara inat yaşayacağız, onlara inat güleceğiz. Onlara inat maça gideceksin sevgilinin yanına, onlara inat sefanı süreceksin. Biz mutlu yaşayacağız teğmenim, biz mutlu yaşarsak işte onlar kaybeder."
Başını salladı, mutlu yaşamak gerçekten de onlara en büyük kozdu. Türkler yastığa başını rahat koyamasın diyeydi her şey, sözde müttefiklerimizin beslediği terör örgütleri bunun için can alıyor can yakıyordu.
"Güleceğiz komutanım, yaşamaya devam edeceğiz."
Başını salladı adama, zordu her şey, bugün bir daha nasıl gülecekti bilmiyordu ama gülmeliydi. Çağrı yerinde rahat uyusun diye gülümseyecekti, annem ağlamasın demişti bunu ağabeyi için de istemişti. Çağrı belki o saati hiç takamamıştı ama Hakan'ın bileğinde sivilde hep o saat vardı, Çağrı'nın hatırası yaşayacaktı.
Unutmayacaktı kimse.
Taksiye atlayıp ruh gibi gitti eve, kamuflajlarını bile zar zor değiştirmişti. Önce alt kata annesine uğradı, iyi olmasa bile ona iyi olduğunu göstermek zorundaydı çünkü ortalığı oğlum vuruldu diye ayağa kaldırmasını istemiyordu. Annesine iyi olduğunu söyleyip beş dakika halini hatırını sorup iyi taklidi yaptı.
"Ben bir Türkmen Kızı'na uğrayayım."
"Seviyorsun onu, başından beri belliydi bakışlarından. Ben oğlumu tanımaz mıyım?"
Başını salladı, seviyordu ama şimdi bundan bahsedecek bile hali yoktu. Sadece ona sarılıp biraz olsun sakinleşmek istiyordu.
"Öyle anneciğim, aynen öyle."
"Git hadi sonra konuşuruz, bekletme kızı." Onun sözünü dinleyip üs kata çıktı ve kapıyı tıkladı, kapının ardındaki kişinin onun tüm yaralarını sarmasını, sakinleştirmesini umdu.
"Hakan, hoş geldin canım." Kapıyı sonuna kadar açıp onu içeriye buyur etti. Hakan başını salladı hafifçe de tebessüm etti.
"Hoş buldum." Başka bir şey demeden ona sarılıp gözlerini kapadı.
"Sen iyi misin? Biraz mutsuz gibisin. Bir şey mi oldu?"
Geri çekilip elinden tuttu ve salona gitti onunla beraber. Kendisini koltuğa attıktan sonra onu da tutup göğsüne çekti. Miray onun iki bacağının arasına yerleşmiş göğsüne yaslanmıştı. Hakan'ın ihtiyacı olan buydu şu an, saçlarını içine çekti usul usul. Susuyordu, ayrıntı veremezdi olayla alakalı.
"Anlatmayacak mısın?"
"Karşıma biri çıktı Miray, canımı çok yakan biri."
Benden canımı alan biri.
"Ben bugün sinirimi bastıramıyorum, ben içimde yanan o ateşi söndüremiyorum Miray, aklıma geldikçe..."
Başını kaldırıp gözlerine baktı, dizine oturup boynuna sardı kollarını. Onu böyle sakinleştirmek istiyordu, zor bir adamdı ama sevginin iyileştiremeyeceği bir şey yoktu ki.
"Hakan, ne olduğunu bilmiyorum. Sanırım bana ayrıntı da veremezsin ama ben seni hiç böyle görmedim. Soğuk diyorlar sana ama ben senin kalbini görüyorum, cayır cayır yandığını görebiliyorum. Belki de o yangını hep o soğukluk maskesinin ardına sakladın."
Başını salladı, bu kadar uç düzeyde değildi, Çağrı'nın gidişi çok daha fazla soğuk biri yapmıştı onu. Gülücüklerini almıştı o teröristler, geriye kalan soğuk bir adam olmuştu.
"Miray..."
Dişlerini sıkınca çenesi de kasıldı, kaşlarını çatıp kapadığı gözlerinin arasından birkaç damla süzüldü yeniden.
"Ben nasıl baş edeceğim ki şimdi? Ben nasıl savaşacağım? Ben nasıl dik duracağım?"
"Böyle olmaz, kocaman adamsın ulaşamıyorum bile sana."
Dizinden kalkıp kendini koltuğun kenarına doğru attı ve uzanarak oturdu. Eliyle işaret edince Hakan da gelip ona yaslandı, başını karnına koyup tavana çevirdi gözlerini, biraz yana çevirince de onun gözleri vardı.
"Avrupa Şampiyonası finallerinde kazanacakken düşüp ön çapraz bağlarımı kopardığımı ve o kupayı kaybettiğimizi biliyor muydun? Hep kendimde kabahat buldum, 2 sayı daha dayanabilseydim Avrupa Şampiyonu olacaktık. Ülkeme ihanet etmişim gibi geldi bana. Sonra ne oldu biliyor musun? Ben ameliyat oldum ve o sakatlığı atlatırken manşetimi geliştirdim. Yani diyorum ki bizim kötü olarak gördüğümüz şeylerde bir hayır olabilir. Belki de senin geçmişindeki o kişiyle bir hesaplaşman ya da o defteri tamamen kapaman için bir fırsat olabilir bu. Kaderin sana ne getireceğini bilemezsin."
"Seni getirdi. Teröristlerin buna sebep olduğuna inanamıyorum."
"Bak işte bizim hikayemiz de öyle, ben voleybol tanıtımı için köylere giderken kaçırılacağımı bilemezdim. Sonra dağda hapsedileceğimi, sonra bir teğmenin gelip beni kurtaracağını bilemezdim. Didişip durduğum o adamla birlikte olacağımı da bilemezdim." Son kısmı onu gülümsetmek için söylemişti, başarmıştı da.
"Ben de bilemezdim. Ben sıçrarım diye artistlik yapan kadına bu kadar ihtiyacım olacağını hiç düşünmemiştim. Meğer benim ellerine ihtiyacım varmış, gözlerine."
Miray saçlarına geçirdi parmaklarını. Adam daha iyi hissediyordu, mutluydu onun yanında, ne olursa olsun da artık sığınacağı gözünü kırpmadan demir atabileceği bir liman olduğunu biliyordu.
"Bana karşı boş olmadığın çok belli."
"Sana karşı hiç boş değilim, sanırım senin de biraz bende gönlün var gibi."
"Azıcık olabilir. Biraz ama şımarma tamam mı?" Yüzünü güldürdü, iyi geleceğini bildiğinden hemen yanına gelmişti ve Miray ona iyi gelmişti.
"Zıt karakterlerin birbirini çekmesi değil de birbirini tamamlaması var bence. Sen beni tamamlıyorsun Türkmen Kızı, ne zaman eksik hissetsem seni buluyorum karşımda. Şimdiye kadar söyleyemedim bunu ama artık söylüyorum."
Sonuçta artık sevgiliyiz. Hayatımdaki kadına söyleyeceğim tabii ki bunları.
"Ben de seni," dedi gülerek, birbirlerini sevdiklerini söylememişlerdi, ama öyle bir hissettiriyorlardı ki bekledikleri birkaç ayı unutmuşlardı bile şu kısa zamanda.
"Ne bakıyorsun öyle?"
"Sana haksızlık ettim ben, böyle olmamalıydı."
"Geçti gitti artık düşünme bunları, burada seninleyim, göreve gidip geleceksin sonra üst kata bir çıkacaksın hop ben." Elini kadının yanağına koyup gezdirdi. "Maça gidersem bulamazsın ama onu söyleyeyim."
"Milli takım sezonuna daha var ya, var değil mi? Ya 4 ay falan göremezsem seni?"
"Ayrılıklar da sevdaya dahildir teğmen." Dudaklarına dudaklarını değdirdi ve öpmeden gezdirdi.
"Böyle yap sonra ayrılık, yok ya." Ensesinden tutup kaçış alanını kısıtladı.
"Öp beni."
Askerlik nasıl damarlarına işlediyse hükmetmeyi seviyordu, Miray'ı delirtmediği sürece bazen yapabilirdi.
"Kalyoncu senin askerin değil."
"Beni öp Miray."
Bir daha dudağını onunkilere değdirdi sonra geri çekildi. Bakışlarında üzgünlük ve endişe yoktu şimdi, ona iyi gelmişti ve eserini izliyordu.
"Öpmeyecek misin?"
"Rica et."
"Türkmen Kızı beni öper misin?"
Gülmeye başladığında başardığını ikisi de anlamıştı. Adam doğrulup üzerine eğildi. Dudaklarını bu defa sadece bastırmamış arasına girip tadını çıkarmıştı. Boynuna ellerini dolayıp öptü onu, şehvet barındırmayan güzel bir öpücüktü.
"Öperim," dedi soluğunu düzene sokmaya çalışırken. "Sen iyi ol diye öperim, istesen de istemesen de öperim çünkü neden biliyor musun? İnsan yaralarını saran birine kıyamaz."
Daha önce paintball oynarken Hakan söylemişti sen yaralarını saran birini vurabilir miydin diye, Miray çalılıklara girmişti ve eli yaralanmıştı, Hakan onu vurmayacağını söyleyip yarasını sarmıştı çünkü onu kurtardığı gün kolundaki yarayı Miray sarmıştı.
"Bunca yıl neden voleybol izlememişim ki ben? Seni daha önceden tanımak varken."
"Daha önce yalnız değildim."
"He ben senin boş anına denk geldim öyle mi?"
"Of Hakan, öyle mi dedim? Sevgilim vardı o zamanlar, gidip hayatımdaki insanı aldatmazdım ben."
"Kim o herif, tanıdık mı? Arkadaş kalmadınız değil mi, ben hoşlanmam öyle ilişkilerden. Bak Türkmen Kızı ben asker adamım Anadolu çocuğuyum, her şeye öyle başımı sallayamam."
Konuyu tamamen unutmuştu, kadın kelimelerin sihrini kullanıp konuşuyordu. O sihrin içine hapsolmuştu Hakan.
"Tekmil de getireyim mi teğmen?"
"Ciddiyim."
"Arkadaş değiliz rahatla. Bir şeyler yaşadığım insanlarla normal sohbet edemiyorum ben bunu iyi bilirsin." Hakan'la da edememişti, ikisi de aylarca sadece susmuş birbirlerinden kaçmıştı.
"Ne yaşadın?"
"Tüfeğini de al git vur tüm eski sevgililerimi ikimiz de rahatlayalım."
"Bir şey yapmam ama bilmek istiyorum." Kıskançlığı tutmuştu, konunun buraya gelmesini beklememişti kadın.
"Biriyle 2 ay beraber yaşadık sonra anlaşamayıp ayrıldık." Ona doğru yaklaştı, ensesi acımasın diye koltuğa parmaklarını yerleştirdi, arada tampon görevi görüyordu.
"Beraber."
"Evet, bir sorun mu var?"
Kıskandım, benden başka birinin sana dokunmuş olma ihtimali beni delirtti. İlkin olmadığımı biliyorum ama delirmeye hakkım var.
İleri gidemem, benimle olmadığım zamanların hesabını soramam sana. Ama...
"Biz ayrılmayacağız ve sen bir başkasıyla asla aynı evi paylaşamazsın. Sadece ben."
"Sadece sen." Dudaklarından öpüp geri çekildi. "Söz sadece sen."
"Yemek yemedim ben acıktım."
"Orman kebabı yaptım koyayım da yiyelim hadi, kıskançlıktan yemek yemeyi unuttun, çekil üstümden."
Hakan geri çekilip Miray'a yol verdi, yardıma gitmek istese de o dinlenmesini istedi, adam yorgun bedenini kanepeye bıraktı. Miray yemeği hazırlayıp geldiğinde uyuyan sevgilisini gördü sonra üzerine hırkasını örtüp öptü onu. Biliyordu uzun süre uyumazdı, kalkınca yerdi, şimdi biraz olsun dertlerinden yaklaşmalıydı.
♟️
"Hayatım ben bu üç at hırsızını taşımak zorunda mıyım? Bir de şoförlük yapıyorum, ben hepsinden rütbeliyim bunların." Kırmızı Toros'una binmiş üç adamı arkaya oturtmuş yanına da karısı oturmuştu. "İkiydiler üç oldular başıma, bıktım hepinizden." Hepsini çok seviyordu ama işte biraz pataklayarak seviyordu o.
"Mete ne laf saydın be yemedik Toros'unu, aynı yere gidiyoruz neden ayrı para verelim?"
"Fatih, ben yeni evliyim ya hani, karımla arabada baş başa gitmek istiyor olamaz mıyım kardeşim? Sen görevde yaban ellerde dura dura onlara mı benzedin?"
"Kalın, kalmayın diyen mi var? 10 dakikalık yolda ne romantizmi yaşayacaksınız?"
Karımın libidosu Everest kadar yüksekken bunu demen çok masum be kardeşim. Bu kadın gazı kökler gibi bacaklarımın arasına baskı yapıyor ayaklarıyla sen ne anlatıyorsun?
"Sana ne, sa-na ne?"
"Fatih abi, Mete abim biraz sinirli çok da şey etme. Tahammül edemiyor bu aralar kimseye."
"Neden acaba? Karımdan çok sizin yüzünüzü gördüğüm için olabilir mi?"
"Ulan bir susun kafa bırakmadınız, Mete binsinler ne olacak ya. Şoför koltuğunu vermiyorsun ki kimseye bir de şoförlük diyorsun." Mete cevap vereceği sırada elini kaldırdı havaya, susmasını istedi. Mete de onu dinleyip sustu. "Konuşursan Toros'u beyaza boyatırım."
Dudaklarına görünmez fermuar çekip yaslandı geriye, Enes'in evine gidene kadar da konuşmadı.
Üçü eve girince rahatladılar, Mete'nin zorbalıklarından ancak ondan uzak kaldıkları zaman kurtulabiliyorlardı.
"Aç mısınız aslanlar?"
"Valla ben açım abi, Kırımlı da açtır muhtemelen. Gözlere bak aç aç bakıyor."
O koca cüsseyi tok tutabilmek kolay değildi hele ki eve geldiklerinde açlıkları birden onları bayılacak hale getiriyordu, eve gelene kadar hareket halinde olduklarından bunu anlamıyorlardı bile.
"Valla devrem haklı, açım ben de abi."
"O zaman Fatih Şef'in mükemmel makarnasıyla size şov yapabilirim."
Bir usta gibi göğsünü kabartıp ellerini beline yerleştirdi, tam yakasına bir madalya takılmalıktı şimdi, en iyi makarna yapan kişi ödülünün sahibi olabileceğini düşünüyordu.
"Ben demiştim, Mete abiden el almıştır aç kalmayız demiştim. Yardım lazım mı?"
Fatih başını iki yana sallayıp ceketini bir kenara attı ve mutfağa girdi. Yerleri daha önce öğrenmişti, tencerede su kaynatmakla uğraşmak istemediği için ısıtıcıda 4 dakikada kaynatıp tencereye boşalttı, tencerenin altını yakıp makarnaları içine koydu. 10 dakikada pişecekti, dolabın kapağını açıp içini incelemeye başladı. Üç tane yumurtayı tezgaha koyduktan sonra salçayı çıkardı. Ispanak vardı onun birazını yıkadı. Yoğurdu, erik marmelatını ve biber turşusunu çıkartıp tezgaha koydu.
Baharatların olduğu çekmeceden zerdeçal, karabiber ve acı biberi çıkarttı, tuzu unutmuştu. Ispanakları da kaynayan suya koydu ve karıştırdı. Makarna olmaya başlarken ıspanaklar da rengini ve biçimini yitirmeye başladı.
Kaynayan suyun içine önce erik marmelatından iki kaşık koydu sonra da saplı biberleri içine attı. Ciddi ciddi yapıyordu bunu, kendini işine vermişti. İçerdekiler mükemmel bir makarna beklerken hayallerinin üzerinden F-16 geçeceklerinden habersizlerdi.
Yoğurt ve salçayı iki kaşık koydu, fazla değildi. Salça tüm rengi değiştirmişti. Baharatları da koyduktan sonra üç yumurtayı da kırıp içine atmaya başladı, içine kaçan kabukları çıkarmaya çalışırken diğer kabuklar da içine girdi. Elinin yanmaması için çekip karıştırmayı tercih etti.
"Vitamini kabuğunda sonuçta. Ben çabaladım en azından, yerken çıkartırlar."
Baharatlardan ötürü bir koku vardı, kötü değildi ve içerideki iki adamı mutfağa çekmişti bu koku.
"Abi neler yaptın?" Yaklaşınca yüzleri buruştu. Bu defa Göktürk konuştu.
"Yanlış soru devrem, neden yaptın olmalıydı bu. Abi bu ne içinde yüzen garip şeyler var."
"Yumurta o tam karışmadı dur. Aha kabuğu geldi bak demin gelmemişti."
"Abi bunda ne var Allah aşkına, sadece kabuk yok gibi. Yumurtanın makarna suyuna kırıldığı nerede görülmüş bunu ben bile yapmam ya."
Evdeki en beceriksiz Fatih gelene kadar Enes'ti, bir börek açalım dediklerinde yufka delik deşik olmuştu, hiç beceremezdi anca yumurta kırardı. Ocağın altını kapatıp iki askerine döndü.
"Bak şifa bu, içinde bir sürü baharat var. Suyunu süzer yeriz."
"Abi içindeki yeşil şey ne? Sarı sarı bir şey de yapışmış."
"Ispanak ve zerdeçal Enes, şifa bunlar hep."
"Ne koydun içine bunun ya, sen yemek yapmayı bildiğinden emin misin? Emin miyiz bundan?"
Uzun yıllardır yemek yapmıyordu, aklında öyle kalmıştı bir de bulduklarını ekleyip daha da zenginleştirmek istemişti yaptığı yemeği.
"Yani, baksanıza tadına."
"Abi içinde ne var?"
"Yoğurt, salça, zerdeçal, karabiber, acı biber, biber turşusu, erik marmelatı, ıspanak ve yumurta. Ah be tuzu unutmuşum. Yağ da lazım bak onu da unuttum."
İki adamın da yüzü ekşidi. Bu garip karışımı yerlerse hastanelik olurlardı hem de o dağılmamış yumurtayı görünce daha da tiksinmişlerdi.
"Abi sen çok yoruldun geç otur. Biz şey yapalım, dürüm söyleyelim lahmacunlu dürümlü gece yapalım ne dersin?"
"Devrem haklı ya, yanına da çay şalgam ayran üçlü kombo yaparız bak mis gibi etli şeyler varken neden biz gidip makarna yiyelim."
Fatih'in konuşmasına fırsat vermeden onu kolundan çekiştire çekiştire içeri götürdüler. Koltuğa oturtup başında dikildiler.
"Cidden yemek istemiyor musunuz ya? O kadar mı kötü?"
"Sana saygımız sonsuz ama yok abi sen yemek yapma biz bir şekilde yaparız hatta ben bile yapabilirim elimden hiç gelmese de. Ne bileyim sen ekmek falan doğrarsın, yıkama yaparsın ama yemek yok abi biz canımızı seviyoruz en azından dağda ölmek daha cazip geliyor."
Alınmadı Fatih, aksine onları samimi bulmuş dedikleri ve bu hareketleri hoşuna gitmişti.
"O zaman ben ısmarlıyorum. 3 senedir kullanmadığım maaşım var, annem harcamamıştır onu. Hadi çatır çutur yiyelim." Telefonunu çıkartıp hemen bir dürümcü bulup sipariş etti.
"Ciddi ciddi yedirecek miydin onu bize?"
"Biraz tuhaftı kabul ediyorum, 3 4 sene önce yaptığımda böyle değildi daha güzel olmuştu."
Mete abi aç kaldık abim, ne yapacağız biz güzel abim?
Fatihler gelen dürümlerini yemeye başlarken Azra da kırmızı Toros'un içinde kocasının başını kendine çevirdi.
"Hım?"
"Alışveriş merkezine gidelim mi?"
"Bir şey mi lazım?" Gidecekti istediyse ama meraktan soruyordu. Gezmek için istese bile giderdi.
"Lazım, sana birkaç tane gömlek almamız lazım. Sağlam gömleğin kalmadı Mete buna bir çare bulmamız lazım."
Adamdan yüksek sesli bir kahkaha yükseldi, beyaz gömleklerin çoğunu yırtmıştı kadın ve ciddi ciddi şu kısa sürede bunu fantezi haline getirmişlerdi.
"Alalım." Arabayı döndürüp AVM'ye doğru ilerledi. "Gömleklerime tahammülün kalmamış gibi."
"He tek suçlu benim, sen sütten çıkmış ak kaşıksın sanki."
"Ben masum bir adamım, beni hep yoldan çıkaran sensin."
"Mete giyecek don bırakmadın bana farkında mısın? Nasıl kıyafetlerimiz varsa cart diye yırtılıyor hemen, ya biz fazla güçlüyüz ya da söz konusu sevişmek olunca ekstra bir güç kuvvet
Azra'nın bunu ciddi ciddi söylemesi daha da komiğine gitmişti, onu tanıdığını sanıyordu ama bilmediği onca şeyi öğreniyordu yavaş yavaş. Mesela gece yan yatıp sabah yüzükoyun uyanıyordu, yastığı çok yumuşak değildi orta sertlikteydi, asla rahat edemiyordu ötekilerle. Öğreniyordu, onu yavaş yavaş tanıyordu.
"Alalım, hatta sana böyle biraz dantelli falan alalım. Kırmızı yakışır."
"AVM yolundan sapma, yolun yol değil."
Şu an arabayı ıssıza çekip üzerine çıksa ne olurdu ki? Biraz soğuk olsa da ateşleri ısıtırdı onları.
"Yolum sana çıkıyor benim."
Arabayı sağa çekip durdurdu. Ona döndü ve belinden kavrayıp kendisine doğru çekti. Azra dur demeye kalmadan dudaklarına kapandı. Öyle öpüyordu ki kadının oradan kaçması imkansızdı, önce saçlarına dolanan parmakları omzuna düşmüş sonra da göğsüne doğru inmişti. Küçük bir inleme çıktı ağzından, bilerek yapmıştı, onu tahrik etmek içindi sanki daha fazlası mümkünmüş gibi. Dudaklarını geri çekip gözlerine baktı sonra yeniden oraya inip öptü ve geri çekildi.
"Issız bir yer yok eve kadar beklememiz lazım." Sırtındaki elini kalçasına doğru götürdü. "Durmazsam Toros'uma zarar vermiş oluruz, böyle ayıp şeylere şahit olmasını istemem."
"Ben de, yanda bu kadar insan varken ben de."
Ondan uzaklaşıp arkasına yaslandı. Kalabalık bir yerde durmuşlardı ve dükkanı kapatmayan ve öpüştüklerine şahit olan esnaf kavgaya geliyordu bile. Mete tekrar arabayı hareket ettirdiğinde kurtulmuşlardı, Azra nefes nefese arkaya yaslandı, Mete de ensesine attığı eliyle sakinleşmeye çalıştı o kadın kendisini bu kadar tahrik etmişken biraz zordu ama eve gitmelerini daha hızlandırmak için elinden geleni yapacaktı.
"Senin yüzünden abdestli gezemiyoruz ya." Biraz daha gaza bastı hemen işleri halledip eve dönme niyetindeydi. "Bu gidişte bir gün kazara hamile kalacaksın benden söylemesi."
"Çantamda var aşkım sen hiç merak etme, o kafandan da at onu at."
"Ben baba olmak istiyorum." Başladık yine.
"Ol, sen yine ol ama daha sonra."
"Ciddiyim." Arabayı durdurup park etti gelmişlerdi, ona bir cevap vermesi lazımdı.
"Mete'm." Yanağını okşadığında kocası avcuna öpücük bıraktı. Elaları dudaklarındaydı, çıkacak sözü bekliyordu. "O herifi öldürmeden olmaz, o herif ölecek ve ben rahat rahat izne ayrılabileceğim."
Onu anlıyordu, hak vermişti. Aklı onu öldürmekteyken bir çocuğun sorumluluğunu üstlenmek istemiyordu. Onu kendisi öldürmek sonra da rahatlıkla izne ayrılmak istiyordu.
"Anladım, haklısın sevgilim. Bu kararına saygı duyuyorum. O herif ölecek ve ona ve tüm o hainlere inat bu vatana hayırlı bir evlat yetiştireceğiz ama bu imalarıma devam etmeyeceğim anlamına gelmez." Arabadan inip kapıları kilitledi Mete, karısı onun koluna girince yürümeye devam ettiler.
"Anlayışlı kocam benim, adamın dibine basmışım nikahı be, seni çok seviyorum."
"Ben âşığım."
"Ben daha çok."
"Hangimiz daha çok âşık eve gidince yatağımızda test ederiz ne dersin?" Kulağına eğilip söylemişti bunu, dirseğini karnına yediğinde gülmeye başladı. "Utanıyor musun hâlâ benden? Onca geceye rağmen mi?" Gözlerini kaçırdığında bir kahkaha daha attı, yeni gelin hallerindeydi Azra.
"Olamaz mı ya?"
"Her haline alıştım da yani bu utangaç haline bir türlü alışamadım. Benim bildiğim Azra delidir böyle ne isterse çekinmeden söyler yapardı. Bu kadın kim?"
"Karın ulan, gece çekyatta yatırırım seni bak sinir etme beni."
Ellerini teslim oldum der gibi havaya kaldırdı sonra da şakaklarına öpücük bıraktı.
"Tamam bir tanem, sen öyle diyorsan öyledir ama bilmeni isterim ki yatakta sen daha vahşisin."
Kadın adamın omzuna bir yurmuk geçirip başını boynuna yasladı, onca şeye rağmen bazen köşeye sıkışabiliyordu işte. Utanabiliyordu.
Biraz daha yürüdükten sonra bir mağazaya giriş yaptılar.
"Ne bakıyordunuz efendim, size nasıl yardımcı olabilirim."
"Gömlek, beyaz gömlek bakıyorum."
Kadın başını sallayıp gömleklere doğru götürdü ikisini, bedeni belliydi, sevdiği kalıplar da belliydi. Birkaç tane alıp çıkacaktı. Kadın gömleği kaldırıp Mete'ye gösterdi. Yüzbaşı başını salladığında Azra kumaşı kontrol etti.
"Yakmaz değil mi bunlar?"
"Pamuklu keten karışık üründür, asla yakmaz."
İkisine baktı kadın, onları yakıştırdığından gülümsedi. Parmaklarına baktığında evli olduklarını anlamıştı.
"Çok yakışıyorsunuz," dedi. Üçüncüye beraber alışverişe gelmişlerdi ve birinde hamile sanılmış birinde de metres sanılmıştı. Sürekli yanlış anlaşılıyorlardı ve ilk defa doğru anlaşılmışlardı.
"Teşekkür ederiz."
"Hayatım 5 tane alalım istersen."
"Olur, şu çeşitten 2 şundan da 3 adet almak istiyorum."
Parmaklarıyla işaret etti ve kadın onları kasaya yönlendirince orada beklemeye başladılar.
"Bu defa doğru bildiler bak."
"Bu defa laf sokmana gerek kalmadı karıcığım, resmen basamak basamak her şey, karım oldun sonunda ya."
Boynuna sarıldı, sarılma ihtiyacı hissetmişti ve öyle yapmıştı. Karısıydı ve yılların bekleyişinin sonucuydu bu.
"Seni seviyorum."
Bedeninden ayrılıp poşetleri eline aldı, ödemeyi yaptıktan sonra el ele ayrıldılar mağazadan.
"Bunlar bakalım kaç gün dayanacak bana?"
"Dayansın mı istiyorsun?"
"Öyle bir şey söylemedim."
"Neden sordun o zaman?"
"Yenilerini ne zaman alırız diye sordum. Daha önce de söylemiştim güzelim."
Kulağına doğru eğildi, güzelim kelimesinin etkisinden çıkamadan bir de onun eksenine girmişti şimdi.
"Ben sen gömleklerimi yırtabil diye para kazanıyorum."
Romantikliklerini Azra'nın hamlesi bozdu, yanaklarını sıkıp alnından öptü sonra da tuttuğu elini bırakıp iç çamaşırı dükkanına doğru gitti.
"Gelme peşimden burası yasaklı bölge."
"Bana giyiyorsun ben seçmeliyim."
"Yoo ben kendim için giyiyorum, seninle hiçbir alakası yok yüzbaşım."
Başını iki yana sallayıp peşinden gittiğinde sözlerinin boşa olduğunu anlamıştı. Bazen onun yetki sahibi bir komutan olduğunu unutuyordu, adam emretmeye ve dediğini yapmaya alışıktı. Sivil hayatında bunu Azra'ya pek yansıtmasa da arada kendine engel olamıyordu.
"Buradaki ablalar seni kovarsa sesimi çıkartmayacağım, hak ettin."
"Kocanı ezmelerine gönlün razı gelecek yani, tamam karıcığım sorun yok. Ona da eyvallah."
"Uslu bir çocuk ol ve şurada bekle beni."
Dükkanın köşesini gösterdi, atletlerin ve pijamaların olduğu köşeydi, daha masumdu. Tepki görmesini istemediğinden onu oraya yollamıştı ama Mete gözlerini daha dantelli çamaşırlara çevirmiş karısına hangisi daha çok yakışır onu düşünüyordu. Yanına bir adam daha geldi, önce sessizce durdu sonra konuşmaya başladı.
"Şu ilerideki kutuyu görüyor musun birader? Tamamı içini gösteren siyah olan takım." Mete adamın yüzüne baktı, ne demeye çalıştığını anlamamıştı.
"İçerideki kadınlardan birini seçip hayal et, şu esmer kadın mesela. Yüzü çirkin ama vücudu taş gibi. Hayal etsene bir, nasıl iri göğüsleri dik kalçası vardır. Bu takım çok yakışır ona."
Mete kızardı, etrafa baktı kalabalıktı. Azra kendi işine bakıyordu ve etraf kavga etmek için hiç müsait değildi.
"O takımı çıkartıp altına aldığını, içine..."
Adamın ensesine yapıştı ve bir şey demesine müsaade etmeden dışarıya çıkardı onu.
"Ne yapıyorsun lan?"
"Konuşursan kafana sıkarım."
"Abi bırak, kızdın mı? Tamam sustum geri aldım laflarımı."
Sakinlik koruma rekoru kendisine aitti, bir şeyleri ertelemek ve tepkiyi sonra vermek zorunda kalıyordu çoğu zaman. Görevlerini işini kendi hayatına öyle uyarlamıştı ki bazen sivilde olduğunu fark etmiyordu bile.
Sapık adamı tuvalete götürdü içerisinin boş olduğunu görünce yakasını kavrayıp kafasını suratına geçirdi. Adam inleyerek yere yığınca parmağını havaya kaldırdı onu uyarıyormuş gibi.
"Bir benim karım çirkin falan değil, iki karımın vücuduna bir şey söyleyemezsin." Bir tekme geçirdi. "Hele ki fantezi asla kuramazsın. Karımı hayal edemezsin lan duydun mu lan beni piç? Gebertirim seni! Gelmiş karımı hayal ettiğini anlatıyor bana orospu çocuğu seni gebertirim!"
Yüzüne bir yumruk geçirdi ve adamı yakasından tutup kaldırdı. Yanda bir klozet vardı, yüzü kana bulanmış adamın kafasını klozete sokup üzerine de sifonu çekti. Ellerini yıkadıktan sonra onu orada bırakıp gitti. Adam korkudan onu ihbar etmeyecekti, yüzbaşı da sinirini yatıştırmaya çalışarak karısının yanına gitti.
"Mete neredesin ya? İşim bitti iki saattir seni arıyorum, telefonu da açmadın." Çenesinden tutup yüzüne doğru yaklaştırdı onu. "Bu hal ne, alnın kızarmış kaşın kanamış. Sen kavga mı ettin?"
Elini tutup parmaklarına baktı, vurma izinin yanı sıra avuçlarının içinde de tırnak izi vardı, sıkmıştı kendini.
"Mete iki dakika arkamı döndüm ne olmuş olabilir ki Allah aşkına ya?"
Bilsen o piçi dövmekle kalmaz hastanelik edersin karıcığım o yüzden bilmemen senin için daha iyi olur. Ben karımın hapse girmesini istemiyorum, gerekirse ben girerim sen giremezsin.
"Ben tuvalete gideyim dedim sonra içerideki adam kapıyı açınca pat yüzüme çarptı aşkım, nasıl oldu ben de anlamadım."
"He kapı seni bu hale getirdi, parmaklarına da kapı çarptı tabii. Çocuk mu kandırıyorsun lan sen? Askeriz biz de boru değil, anlat ne oldu?"
Söylemeyecekti ama karısı da ısrar edecekti biliyordu. Yalan söylemek de istemiyordu ona karşı, kapı bahanesine he deyip geçseydi ya.
"Bir herif vardı, abuk subuk konuşunca pataklamak zorunda kaldım. Daha da konuşmam, konu kapanmıştır."
"Eline sağlık o zaman hak ettiyse, sen sakinleş patlayacak gibisin. Bak yine alnında damar çıkmış kızarmışsın."
Elinden tutup yandaki kafeye götürdü onu. Kafeden istedikleri buzu alnına yerleştirip hem şişliğini hem de sinirini almaya çalıştı.
"Bazen içinden Volkan Üsteğmen çıkıyor ama kontrol etmeyi biliyorsun."
"Zorundayım, ben dağılırsam herkes dağılır. Soğukkanlı olmak zorundayım, sadece kendimle baş başa kaldığım zaman tüm yelkenlerim suya iniyor. Sadece o zaman... Kollarımda kanlı halde yatarken kontrolümü kaybetmiştim, yalnızdık. O sırada yanımda bir başkası olsaydı sakin kalmaya zorlardım kendimi. Sonra ne oldu, serumluk oldum."
"İnsan olmak asker olmaktan daha zor demiştik daha yolun başındayken, bazen de insan olmamız gerekir biliyorsun değil mi?"
Başını salladı yavaşça, yüklerini hep kendi sırtında taşırdı, şimdi bölüşebileceği biri olduğundan daha rahat hissediyordu kendini. Azra ruhuna iyi geliyordu, onunlaysa her zorluğu yenebilirdi, o varken elini tutuyorken her şey çok daha kolaydı.
Söyledikleri acı Türk kahvesini sessizce içtiler, Azra ona sakinleşme ortamı hazırlamıştı kendince. Ona bakıyor, susuyor sonra gülüp yeniden bakıyordu. Yüzbaşıyı kendine getirmesi çok da zor olmadı, adam kendini ona teslim edince derdi tasayı geride bıraktı.
♟️
Mete'nin anlattığı hikayedeki Esma ve Hüseyin'i hatırladınız mı? Hani tarlada çapa yaparken Azra için bu benim karım diyen Hüseyin... Bazı şeylerin geçmişi vardır o olay da böyle.
♟️Beni şu hesaplardan takip edebilirsiniz, videolu paylaşımlar ve bölüm alıntıları paylaşıyorum.♟️
İnstagram
rubamsalepe
♟️ |
0% |