Yeni Üyelik
87.
Bölüm

39. "Seven Kıskanır"

@rubamsalepe

Yaşam ile ölüm... Birbirinin zıttı olan iki terim aslında çok ince çizgilerle ayrıydı birbirinden. Dün nefes alan bugün almıyor olabilirdi ya da bedenen yaşayan ruhen ölenler de vardı.

Sakinleştiricilerle ayakta duran Hazan'ın yeşil gözleri bomboş bakıyordu beyaz hastane duvarlarına. Ağlamaktan öylesine yorulmuştu ki akıtabileceği bir damla yaşı bile kalmamıştı.

Göktürk yanındaydı, görev çıkana kadar yanında duracaktı, yıllık iznini kullanmıştı onun için. Hastaneye geleli birkaç gün olmuştu ve bugün de onunlaydı.

"Ben," dedi mırıldanarak. "Ben şimdi nasıl yaşayacağım?" Başını elleri arasına almış Göktürk ona çevirdi gözlerini, cevabı bilmiyordu, bilseydi elinden bir şey gelseydi çok isterdi bunu.

"Yanında olacağım."

Tereddütle eline götürdü parmaklarını, Hazan o yapmadan tutunca rahatlamıştı, onu rahatsız etmek en son isteyeceği şeydi.

"Neden?"

"Bir sebep mi lazım?" Tebessüm etti ona, bir an olsun içini ısıtabilmek istedi. "Lazım."

Onca şey yaşamış birinin yanında olmak her yiğidin harcı değildi çünkü. Ne yaslanacağı ailesi ne de sarılabileceği bebeği vardı şimdi, tanıdığı tek yüz onun yüzüydü, ona tutunuyordu. Ölmek istese de yapamıyordu bunu, Göktürk izin vermiyordu.

"Ben sende kendimi gördüm Hazan, ruhunun çektiği acıyı ben de çektim. Yanında durmasam kendime ihanet etmiş olurum."

Onun kadarını yaşamamıştı, fiziki istismara ve acıya uğramamıştı ama o evladını kaybettiyse Göktürk de anne babasını gözleri önünde kaybetmişti. O yalnızlığı gözlerinde gördü, o çaresizliği kendi küçüklüğündeki çocukta da görmüştü.

"Öldürseydin ya beni, böyle daha çok acı çekiyorum." Göktürk diğer elini de onunkilere götürdü.

"Ben onlar değilim, yapamam. Onlar kıysa da ben hiçbir masuma kıyamam, anlayamadın mı bunu?"

"Yaşamamın bir anlamı kalmadı. O..." Karnına baktı, kurumuş göz pınarlarından yine birkaç damla süzüldü. Yeşillerini acıyla genç adama çevirdi. "O artık yok Göktürk, ben dayanamıyorum."

"Geride bırakacağız, onlara inat ayakta duracaksın. Bak bana, seni oradan geç de olsa çıkardık değil mi?" Parmaklarıyla yanaklarındaki ıslaklığı silip koluna yerleştirdi elini. "Seni o cehennemden nasıl çıkardıysak öyle de iyileştireceğiz, belki gecikecek ama olacak. Yapamadığın ne varsa yapacak, yaşayamadıklarını yaşayacaksın."

"Benden hiçbir şey olmaz," dedi ve doğrulmaya çalıştı, Göktürk yardım edip ve oturmasını sağladı. Yastığını ayarlarken Hazan başını göğsüne yasladı, akıttığı gözyaşlarını durduramadı yine.

Göktürk ona baktı, yavaşça elini omzuna koydu ve desteğini gösterdi. Rahatsız etmemeyi diledi, Hazan ona biraz daha sokulunca yandaki boşluğa oturdu ve onu kolları arasına aldı.

Acıma duygusuyla yapmıyordu bunu, böyle yapmak istediği için yapıyordu. Çocuk Göktürk'ün ve büyümüş Hazan'ın yaşayamadıkları için sarılıyordu. Her şeyi yok olmuş bir kadına belki böyle destek olabilirdi, belki onu yeniden hayata döndürmeyi sağlayabilirdi. Kendi nasıl tutunduysa belki de onu hayata bağlayabilirdi.

Gülüp eğlenmeyi seven acılarını orada saklayan bir adamdı Göktürk, güler eğlenir ama televizyonda bir şehit haberi görünce ağlamaya başlardı. Onun yanında gülemiyordu, gülerek yaralarını sarmak istese de yapamıyordu.

Hazan ağlaya ağlaya uyudu göğsünde. Kapı çalıp içeriye Enes ve Zeynep girene kadar kıpırdamadı yerinden. Onlar geldiğinde konuşabilmek için yavaşça onu yerine yatırmış ve çıkmıştı kapının önüne.

"Ne durumda kardeşim?"

"İyi değil devrem, nasıl iyi olsun ki neler yaşamış. Allah kahretsin onları ben asla hiçbirine acımayacağım. Bu kız içeride öyle acılarla yatarken o herifler hâlâ dağda. Aklım almıyor."

İçeride kontroller olacaktı, bir süreliğine dışarıda olması gerektiğinden beraber kantine inebilirlerdi. Bir kahve iyi gelecekti.

"Göktürk, hiç iyi görünmüyorsun, bana dalaşacak halin bile kalmamış gibi." Enes'in aldığı kahveleri içerken söylemişti bunları.

"İyi değilim Zeynep." Süpürgesiz cadı ya da kuma demediğinden anlaşılıyordu zaten iyi olmadığı. "Biliyorum bir suçum yok ama onda kendimi gördüm ben, o uğursuz sayıyla acı çeken çocuğu gördüm."

"Devrem sen duygusal adamsın biliyoruz onu da bu kadar bağ kurmazdın, bu kadarı seni zorlar."

"Doğru bu kadar kurmazdım, ne oldu ben de bilmiyorum. Ben o bebeğin de Hazan'ın da intikamını almak istiyorum sadece."

Her zaman gülen yüzü düşmüştü, son bir hafta yaşadığı en kötü günlerdendi, silmek istese de aklından yapamıyordu. Silahını çekip kendini vurmaya çalışması, bebeği için attığı çığlıklar hâlâ kafasının içindeydi.

"Bugün burada olmasaydın seni zorla bir kafeye götürecektik ve bir arkadaşımı çağıracaktım. Sözde sizin aranızı yapacaktık ama yalan oldu."

"Bilseydim de gelmezdim, gelemem." Bu söz ikisinin de gözlerinin Göktürk'e dönmesine sebep oldu. "Ailem yok, onun da yok. Bir ailem olacaksa onun da olması gerekiyorsa..."

"Devrem büyük laflar bunlar, altından kalkamayacağın laflar etme hem ona hem sana yazık edersin." Zeynep de öyle düşünüyordu ama hitabı böyle sert olmayacaktı.

"Sevmediğin biriyle sadece ona sahip çıkmak için bir yola çıkamazsın Göktürk."

Anlamıyorlardı, o yeşil gözleri ilk gördüğünde kalbi sızlamıştı, anlamıyorlardı sadece sahip çıkmak sanıyorlardı. Değildi.

"Kaç gündür sadece birine sahip çıkmak için mi hastanede yatıp kalkıyorum ben?"

Başını iki yana salladı, kalbini titretmişti bir kere. Hazan'dan bir şey beklemiyordu, onu asla istemediği bir şeye zorlamazdı ama yanında durmak istiyordu.

"Ne için kalıyorsun devrem? Âşık mı oldun?"

"Olamaz mıyım Enes, sen olmadın mı? Nerede gördüğünün nasıl bulduğunun ne önemi var? Miray'dan farkı yok ki Hazan'ın, o da kurtuldu bak. Kötü günler geçirmiş berbat günler, ne gücü varsa yitirmiş, bebeğini kaybetti ama ben yıkılmasına izin vermeyeceğim." Doğumdan sonra rahatsızlanmış iyileşememişti bir türlü, hastanede kalmasının sebebi de buydu.

"Oldun mu sahiden?"

"O da isterse onun evi olurum ben. O gözlerde ben yuva hissettim çünkü."

Bir şey söylemek için çok geçti, Hazan karşılık verir miydi bu halde bilmiyordu zaten şimdi bunun sırası değildi. Sadece iyileşmesini bekleyecekti, onu iyileştirecekti sonrası sonranın işiydi.

"Benim de bir ailem olmasın mı kardeşim?" Enes kollarını kardeşine sarıp sırtını sıvazladı. "Senin bir ailen var zaten oğlum, biz aileniz ya senin. Hazan da olur, nasipse o da olur. Bak Mete Abi'me, Hakan Teğmen'e bak, imkansız dediklerimiz oldu o mu olmayacak. Sen yanında dur kızın."

"Seninle böyle ciddi konuşmaya hiç alışık değilim Allah'ın cezası duygulandırdın beni. Tamam o iş. O iyileşsin ben yapacağım aranızı. Bir git başımdan da kurtulayım senden." Gözleri yaşardı, burnunu çekiştirip onun omzuna vurdu iki kere.

"Hep şehit olursam arkada birilerini bırakırım diye korkardım, ilk defa cesaretim var galiba. O iyi olsun da, önce o iyi olsun Zeynep. Çok canı yandı o iyi olsun ben de iyi olurum, ona gönlümün düşmüş olması sonraki iş, önce onu iyi edeceğim."

Deneyecekti, onu mutlu etmeyi, kendi geçmişinden kurtulup yola devam edebilmeyi deneyecekti.

"O ihtimal hep var kardeşim, eninde sonunda öleceğiz o zaman hiçbir şey yaşamayalım mı bu hayatta? Yaşayabiliyorken en güzelini yaşamak lazım." Elini karşısındaki sevgilisinin ellerine götürdü. "Ah bana bir tamam desen, bir evlensek..."

"Kendimi daha hazır hissetmiyorum ben aşkım, hiç şey yapma yani."

"Valla bak bir kere evlensek anlayacaksın ne demek istediğimi, huyum suyum güzeldir, tipim de fena değil. Azıcık şom ağızlı olduğumu söylüyorlar ama önemli değil sen he desen hallolacak her şey."

Gerçekten hazır hissetmiyordu, bir evi çekip çevirebileceğini düşünmüyordu şimdilik.

"Yok daha olmaz."

"Lan sizin cilveleşmelerinizi mi izleyeceğim ben? Adamlara âşık oldum acı çekiyorum diyorum gelmişler gözlerimin önünde cilveleşiyorlar. Kendinize gelin." Ellerini birbirinden ayırıp itekledi. Onları ayırmayacağını düşünmüşlerse yanılmışlardı. "Siz evlenemezsiniz."

"Seni evlendirirsek izin verecek misin kardeşim?"

"Hayır başka soru?"

Enes eliyle Göktürk'ü işaret etti, bu da böyle işte der gibiydi yüzündeki ifade. Başını iki yana sallayıp gülmeye başladı.

♟️

Göktürk iznine küçük bir ara verip Enes'le beraber timinin yanına dönmüştü, bir telefonla hemen emre uyup istenilen konuma geçmişlerdi. Hazan ile Zeynep ilgilenecekti bugünlük. Tim bir bir eğitimdeydi yine, bir depoda ikiye bölünecekler birbirlerini etkisiz hale getirmeye çalışacaklardı. Ellerinde kuru sıkı tabancalar ve kasatura olacaktı. En az kayba uğrayan takım kazanacaktı.

Reşat Yarbay'ın işleri sebebiyle kendine vekilen Halide Yüzbaşı'yı yollamış tatbikatın yönetimini ona bırakmıştı.
Sancak Timi tek sıra halinde bekliyor komutanlarının karşısında emir bekliyordu şimdi.

Mete karşısındaki yüzbaşının yanına gidip elini uzattı. "Halide Yüzbaşı'm, uzun zaman oldu sizinle çalışmayalı." Halide Oğuz strateji uzmanıydı ama diğerlerinden farkı stratejileri en kötülerinden kurardı. Mesela bir yere girecekleri zaman düz girdirmez en büyük aksiyonlara sokardı askerlerini çünkü dağda ne ile karşılaşacakları bilinmezdi. Olayları karıştırabildiği kadar karıştırır böylelikle askerlerine çözüm yolları ürettirirdi.

"Öyle oldu yüzbaşım, bugün hasret gidereceğiz bol bol."

Gülümseyerek askerlere baktı, onlar için güzel planları vardı. Elini Mete'den ayırıp ilerideki kısmı işaret etti. Timden uzak konuşacaktı iki yüzbaşı.

"Timinizi ikiye ayıracağım yüzbaşım, eşinizle ayrı takımlarda olacaksınız."

Mete karısına döndüğünde meraklı gözleriyle karşılaştı ve yeniden önüne döndü.

"Madem bu tatbikatı siz yönetiyorsunuz ben de dediklerinize uyacağım Halide Yüzbaşı'm, bu bizim için de değişik bir tecrübe olacak, o yanımdayken büyük bir destek ama karşıdayken büyük bir tehlike olacak."

Halide Yüzbaşı elini arkasında birleştirip timin karşısına geçti, askerler hazır oldaydı. Hepsini gelmeden önce araştırmıştı, bazılarını da kendi tanıyordu.

"Yüzbaşı Mete Akıncı ve Teğmen Hakan Batur iki ayrı takımı oluşturacaklar. Tatbikatımızın adı üç maymun." Mete dahil olmak üzere tim pek bir şey anlayamamıştı.

"Mete Yüzbaşı'nın takımında Fatih Üsteğmen, Şebnem Astsubay ve Enes Astsubay olacak. Hakan Teğmen'in takımında ise Fırat Başçavuş, Azra Astsubay ve Göktürk Astsubay olacak. İşin tuhaf yanı şimdi başlıyor arkadaşlar."

Bir koli getirdi, içinde kulaklıklar ve bez parçaları vardı. Kolay tatbikatları herkes yapardı, zor olanı ise Halide Yüzbaşı yaptırırdı.

"Tim liderleri hariç kalanların biri görmeyecek biri duymayacak biri de konuşmayacak. Kulaklık takan dışarıya ses çıkabileceği için ekstra tehlikede olacak, görmeyen de sadece duyularıyla hareket etmek durumunda kalacak. Vurulan ona verdiklerimi çıkartıp bulunduğu yere çökecek." Biraz karışıktı ama asker adam karışıklığı çözmek için vardı.

Ağıza bağlanan kumaş parçaları Fatih ve Göktürk'e, göz için olan kumaşlar Azra ve Enes'e, kulaklıklar da Fırat ve Şebnem'e verildi. Göktürk için zorlayıcı bir yasaktı, sayamayacaktı, içinden saymaya pek alışık değildi. Azra attığını vuran biriydi, gözleri açıkken de kapalıyken de iyi vururdu daha önce de test etmişlerdi ancak başlayacakları noktada hiçbir şeyi görmeden bir şeyleri başarmak onu çok zorlayacaktı.

"Tim komutanları her birinize görevler verecek amaç birbirinizi aşıp bana ulaşmak, bana ulaşan kişiyse içinizdeki hainin ismini almaya çalışacak o da bende saklı."

İçlerinden birini hain olarak seçmişti ve bunu sadece kendisi ve hain biliyordu. O hain tüm kuralları çiğneyebilir, diğerlerinin düzenini bozabilirdi. Kendini ifşa etmemesi lazımdı, Halide Yüzbaşı'dan onun adı alınana kadar kendini gizleyecek ve ortalığı karıştıracaktı.

"Anlaşılmayan bir yer?" Ses çıkmadı kimseden. "Peki o halde, yüzbaşım ve teğmenim takımlarınızı alıp biriniz sağ girişe biriniz de sol girişe gidiyorsunuz ve başlıyorsunuz."

Labirent gibi bir yapısı vardı deponun. Halide Yüzbaşı'nın bulunduğu yere gelene kadar yollar birkaç kere kesişiyordu. İki takım da askerleri ayrı koridorlara gönderecek ve galip gelen Halide Yüzbaşı'ya ulaşacaktı.

Mete takımına baktı, sadece o rahatlıkla konuşabiliyordu, "Takım iyi dinleyin!" Şebnem de ona döndü ve dudaklarını okumaya çalıştı. Anladıkları kadarıyla mücadele edeceklerdi çünkü çok vakitleri yoktu. "Taktik yapmamız gerekiyor. Göktürk ve Azra'nın tehlikesinin farkındasınız değil mi?" Diğerleri de tehlikeliydi ancak bu ikisi çok fenaydı. Mete'nin takımında da en tehlikeli isim kendisi ve kardeşiydi. Fatih deli biriydi ve her şeyi yapabilirdi.

"Ne yapmış Azra ve Göktürk?"

Yarım yamalak anladığının kanıtıydı Şebnem'in sözleri. Mete elleriyle yok anlamında bir işaret yaptı. "Tehlikeli," diye yineledi sözünü.

"Azra gözü kapalı ateş edebiliyor, her durumda ateş edebiliyor ve gizlenme konusunda fazla iyi. Gözleri kapalı olması onu engellemez diye düşünüyorum. Tanıyorum onu."

Karısını tanıyordu ama askerini çok daha iyi tanıyordu. Beraber poligon atışında gözleri kapalı da denemişti, sıkıca sardığı kolları arasında da denemiş ve aynı delikten kurşun geçirmeyi başarmıştı.

"Sayaç da tehlikeli, damdan düşer gibi tepemize inecek, kıstıracak bizi."

Fatih kendisini işaret etti, el işaretleriyle önden gidip yolu temizleyeceğini belirtti. Diğerleri de mecburen ayrılmak zorunda kalacaktı.

"Tamam Fatih. Fatih önden gidip etrafı yokluyor biz de dalıyoruz. O haini de aranızdaysa bulacağım, hepinizin ensesindeyim ona göre."

Benzer bir konuşmayı da Hakan Teğmen yapıyordu karşı tarafta. "Mete Yüzbaşı ve Fatih Üsteğmen tehlikeli arkadaşlar." Azra ve Göktürk'e döndü, tehlikeli halka onlardı karşı taraf için. "Siz iki deli, Azra attığını vurabilecek misin?"

Azra gülümsedi ve cebindeki kasaturayı çıkartıp gözleri kapanmadan önce gördüğü sandığa doğru fırlattı.

"Sormadınız sayıyorum komutanım, gözümün kapalı olması hiçbir şeyi değiştirmez. Mutlaka saklanacak yer bulurum ve hissettiğim an indiririm kim gelirse."

Tepedeki kameralardan izleme yapılıyordu ve eğer gözleri kapalı iki kişi birbirine saldırırsa ilk ateş eden tespit edilip telefonuna arama yapılacaktı, böylelikle vurulduğu onlara bildirilecekti.

"İyi bari sana güveniyorum. Sayaç, Enes'in zaaflarını en iyi sen bilirsin. Onunla karşılaşırsan halledersin ama bunu ayarlayamayız, karşına diğerleri de çıkabilir. Kim çıkarsa çıksın atılgan ol, üzerlerine git ve gafil avla onları. Fırat abi."

Adam duymasa da iyi dudak okuyordu, devam etmesini söyledi. Hakan el hareketleri ve konuşarak anlatmaya çalıştı yapması gerekeni.

"Hislerine güven, arkandan yaklaşan olursa sık."

"Anlaşıldı."

"Hadi şimdi herkes işinin başına, dağılın."

Sekiz asker de dağılmış diğer askerlerin üzerine gitmeye başlamıştı. Aralarından seçilen hain ona verilen aparatı çıkartıp kendini güvence altına almış sonra yeniden takmıştı.

Hakan dikkatlice yürüyor etrafı kolaçan ediyordu, karşısına Fatih çıktığında birkaç el ateş etti ancak ikisi de iyi gizleniyordu. Hakan koşa koşa bir varilin arkasına saklandı ve anlık izini kaybettirdi. O sırada Fatih kuru sıkı tabancasının şarjörünü değiştiriyordu. Hakan yerinden çıkıp üzerine çullandı ve ateş etti. İlk elenen isim Fatih olmuştu ve korkulduğu gibi olmamıştı. Fazla erken elenmişti. Ağzındaki kumaş parçasını çıkartıp yanındaki teğmene baktı.

"Ulan ne terbiyesiz herifsin, insan komutanını vurur mu ya?" Parmağını salladı ona. "Hadi vurdun insan üzerine çıkar mı komutanının?"

"Şahsi algılama abi, görev görevdir. Ben devam ediyorum," diyerek ayrıldı yanından.

Fırat ve Şebnem karşılaştı, yüz yüze gelmemişler birbirlerini de kulaklıktan dolayı duymamışlardı. Sırt sırta çarptıklarında hızlıca önlerine dönüp birbirlerine silah çekmişlerdi.

"Teslim ol abi." Dudaklarını okuyarak anlaşmaya çalışıyorlardı.

"Olmam. Sen ol," diye bağırdı, müzik sesi dikkat dağıtıcıydı ve yüksek sesinden dolayı bağırmak durumunda kalıyorlardı. Bu ses karşı taraf haricinde herkese ulaşıyordu. "Şebo bırak o silahı."

"Türk teslim olmaz."

"Küfür mü ettin bana sen?"

"Abi teslim ol."

"Terbiyesiz."

Şebnem birkaç adım geri çekilince Fırat üzerine gitti, kadın ondan önce davranıp ateş etti, boynuna dayanan bıçakla gülümsemesi hemen söndü. İkisi birden kulaklığını çıkardı. Şebnem Fırat'ı, Hakan da Şebnem'i elemişti.

"İyi stratejiydi komutanım."

"İyidir stratejilerim." Aynı yerde bir silah sesi daha duyulmasa övgüsünü devam ettirecekti.

"Benim stratejim daha iyi Hakan, kusura bakma kardeşim ben askerlerimi yedirmem."

"Av içindeki avda mı avlandım ben şimdi komutanım?"

"Biraz öyle oldu teğmenim, benim yıldızlara erişmene daha var teğmenim. Elendiniz üçünüz de."

Sözlerinden sonra uzaklaşan Mete Halide Yüzbaşı'ya doğru giderken Göktürk de Enes'i bulmuş yaklaşıyordu. Tabanca sıkıp işi bitirmek istemedi, üzerine gidip bir yumruk savurdu ancak Enes anlayıp hemen geri çekildi.

"Devrem seni gözüm kapalı tanırım ben, insan kardeşine vurmaya çalışır mı lan?"

Göktürk cevap veremiyordu ancak karşılık olarak bir yumruk daha salladı. Enes yumruğu karşılayıp karnından itekledi onu.

"Çok ayıp, insan devresini dövmez."

Ulan zor tutuyorum kendimi, emir geldi konuşamam sus Göktürk sus oğlum.

Bir yumruk daha savurdu bu defa yanağına denk gelmişti, Enes bundan kaçamadı.

"Acıdı lan, pislik ulan sen görürsün şimdi."

Bir yumruk savurdu boşa çıktı, bir daha attı bu defa onun alnına denk gelmiş bir bere oluşturmuştu. İkisi de aynı anda silahını ateşleyince gülerek yere oturdular ağrıyan yanak ve alınlarıyla. Biri kulaklığı diğeri de bezi çıkarınca birbirlerine döndüler.

"Anca beraber kanca beraber ha devrem?" Yanağına götürdü elini acıtmıştı.

"Aynen öyle kardeşim, anca beraber kanca beraber. Biz hep beraber." O da elini alnına götürdü. "Fena vurdun ama he bir de gözlerin kapalıydı."

"Lan sen görmeyen adama neden saldırıyorsun? Vururum tabii, gelmiş bana sıkacağına vuruyor. Canın oyun istedi herhalde."

"İstedi be devrem, canım bazen oyun istiyor fena mı? Başkası vuracağına beni sen vurdun, ben de seni vurdum daha ne istiyorsun?"

Enes yanağına bastırıp kendine gelmeye çalıştı, acımıştı bayağı. "Sağ ol beni vurduğun için ya, pis herif. Morarmış mı bak bakayım? Zeynep sorarsa kuman yaptı git vur onu diyeceğim."

Göktürk devresinin başını kendine iyice çevirip baktı, biraz morarmıştı muhtemelen şişerdi de ama görevdi bu, eğitimdi. Eğitimlere uymak gerekirdi.

"Beni o cadı vuramaz, sadece sana serbest." Elini omzuna koydu ve gülümsedi. "Böyle diyorum da o Hazan'ın yanında diye gözüm arkada değil."

"Zeyno'm iyi bakıyordur ona merak etme, hem bak senin de yüzün güldü biraz. Benim sevgilim de güleç insandır ona iyi gelir merak etme." Göktürk ayağa kalktı ve devresini de kaldırdı. Sıkıca kucakladı onu.

"İyi ki varsın devrem, iyi ki kardeşimsin benim. Benim ailemsiniz lan siz. Allah razı olsun."

"Senden de kardeşim, senden de razı olsun. Aile olmak için ille de kan bağına gerek olmaz." Omzunu onunkine atınca beraber yere çöktüler, geriye sadece iki kişi kalmıştı, Mete ve Azra.

Mete Azra'dan önce yüzbaşıya ulaşmış onunla dövüşmeye başlamıştı bile. Azra aradıkları haindi, kenara geçmiş onları izliyordu ve öylesine bir mücadeledeydiler ki onu fark etmemişlerdi bile.

Kıçınızı kollama görevi bendedir hep komutanım değil mi? Sıkayım mı şimdi ikinize de?

Yere düşmüş boğuşuyorlardı, Azra kenardan krizlere girmişti bile. Mete yere yatırdığı kadının boğazına kolunu koymuş diğer eliyle de ceplerini yokluyordu. Halide Yüzbaşı onu devirip kurtuldu.

Mete seni sikeceğim, elimdeki tabancayla sikeceğim.

"Yüzbaşım pes et."

"Asla, komutanlar asla pes etmez."

Mete ayağa kalkıp yeniden kadının üzerine yürüdü. Azra'nın aklına Mete'nin onu depoda denemesi gelmişti. Ona yumruk savurmuş sonra da başını su variline sokmuştu, Mete küçük bir zaafından dolayı yere düşmüştü, Azra tepesine çıkıp onu sorgulamış maskesini çıkartmadan önce de adını söylemişti.

Görev bu Azra görev, kıskanmana gerek yok, vurmaya çalışıyor kadına sadece. Üzerini arıyor çünkü görev bu, o değil sen önce gelseydin sen arar notu yok ederdin. Hızıma sıçayım ben. Bir de hainim daha erken gelebilirdim, çarkıma sıçayım.

Birbirlerinin yumruklarını bertaraf etmişlerdi ancak bacak hareketiyle Mete'yi yere devirdi kadın ve üzerine çıktı. Şimdi üstünlük ondaydı. Biraz debelenme sonucunda kadın yine altta kalmıştı, pozisyonları değişmişti, Azra daha çok delirdi.

Ben hain değil miyim? Düzeni bozmak görevim değil mi?

Tabancayı onlara tutup iki el ateş etti, ikisini de vurmuştu. İkisi de şaşkınca ona döndü sonra ayrılıp ayağa kalktılar. Anlam verememişlerdi yaptığına.

"Bana ateş edemezdin astsubayım."

"Bana öyle bir şey söylemediniz komutanım, sen hainsin ve her şeyi yapabilirsin dediniz. Hain olduğum ortaya çıkacaktı." Mete'nin elindeki küçük kağıt parçasını gösteri ona, Mete sonunda ismi alabilmişti.

"Korumanız gereken ismi koruyamadınız ve Mete Üsteğmen de ismi açmak üzereydi. Adımın çıkmaması gerekiyordu ben de bilen ve bilme ihtimali olan iki kişiyi ortadan kaldırdım."

Mete şaşkınlıkla onu seyrederken Halide Yüzbaşı yanına gidip gülümsedi, kıyafetini düzelttikten sonra elini omzuna koydu.

"İşte strateji, anlık karar verme, kriz anlarının yönetimi... Bir komutan değilsin ama kritik bir görevdesin astsubayım, keskin nişancısın ve anlık kararlar vermen gerekebilir, inisiyatif alman gerekebilir. Çok iyi strateji, tebrik ederim."

Ona şahsen sinir olmamıştı, görevdelerdi ve görevi için o pozisyondalardı. Kendisi de görev için Berzan ile aynı yatağa girmişti. Bu kadından bu yüzden nefret edemezdi hatta övgüsü için sevindi bile ama Mete'ye kızgındı. Fazlasıyla kıskanmıştı, kağıdı farklı şekillerde alabilirdi böyle duvardan duvara yerden yere vurmaya gerek var mıydı altlı üstlü?

"Teşekkürler komutanım. En iyisini yapmaya çalışıyorum, daha da iyisi olacak sizi temin ederim."

"İnanıyorum sana da arkadaşlarına da. Türk askeri bir şey isteyecek ve yapamayacak, buna inanmam mümkün değil."

Halide Yüzbaşı Mete'ye doğru gidip elini uzattı. "İyi bir tatbikattı, bu defa ben de bir şeyler öğrendim. Dağılabiliriz yüzbaşım."

Mete de elini kavrayıp başını salladıktan sonra yüzbaşı onların yanından ayrıldı. İkisi birbirine bakıyordu şimdi. Azra elindeki tabancayı bırakmamıştı, üzerine yürüyüp çenesine dayadı ve arkasındaki kolona yasladı onu.

"Hâlâ komutanınım senin."

"Sikerim seni de komutanlığını da, sen beni delirtecek misin Mete?" Gözlerini ona dikmişti, alev çıkıyordu. Kızgın ve kıskaçtı, o an o depoyu ateşe vermek istedi. "Üzerine çıktın kadının!"

"Azra tatbikattaydık, saçmalama."

Ciddi dursa da kıskançlığı hoşuna gitmişti, sadece burada sivilde değillerdi onun için dengeyi korumaya çalışıyordu.

"Ben mi saçmalıyorum? Git Halide Yüzbaşı'ya, yerlerde yuvarlanın beraber." Tabancayı çenesine biraz daha bastırdı. "Düzgünce alamadın mı? Sana da yüzbaşılığına da..." Mete onu kollarından tutup kolona yasladı ve alnını onunkine yasladı.

"Burada olmaz Azra'm, askerlerim içerideyken olmaz. Sivil değiliz." Azra onu ittirip kurtuldu kollarından ve kapıya doğru gitti. "Kavga mı edeceğiz?"

"Ne münasebet komutanım? Sizin gibi rütbeli bir subayla neden kavga edeyim ki ben? Buna ne sebep olur ki?"

Bittin sen Mete.

"Sancak Timi yanımda toplan!" Tüm tim etrafında toplandı dediği gibi, Azra kaçamadı ve onlarla beraber bekledi.

"Tatbikatı benim takımım kaybetti, Demir Leydi hain çıktı ve iki tarafın da stratejisini bozdu. İçinizdekilere dikkat edeceksiniz! Aramızdan bir hain çıkmaz ancak muhbirlere tam anlamıyla güvenemezsiniz, bu da hepimize ders olsun. Evlerinize dönebilirsiniz."

Baş selamı verip en önden giden Azra'ydı, Mete'yi beklemeden ileriden bir taksi çevirmiş atlayıp eve gitmişti. Bu durum yüzbaşının canını sıktı çünkü ona göre abartılmaması gereken bir durumdalardı, görevdeydi ve başka çaresi yoktu.

Azra eve girer girmez duşa girdi, Mete önce karargaha uğrayıp sonra buraya gelecekti farkındaydı ama yine de odasının kapısını kilitledi. O yokken yapacağını yapmalıydı. Duştan çıkar çıkmaz çekmecelerini açıp silahlarını kurcaladı. Bu silahlar tabanca olandan değildi, kadınlık silahıydı oradakiler.

Siyah çamaşırlara gitti eli sonra geri çekti, Mete onu renklerle görmeyi daha çok seviyordu, maviye götürdü parmaklarını. İyice kurulandıktan sonra transparan iç çamaşırlarını giydi üzerine, geceliği de vardı, tam külodun başladığı hizada bitiyordu, ortası saten yanları ise tamamen danteldi. Göğüs kısmındaki küçük saten kumaş parçasıyla alttaki transparan sütyen öyle uyumluydu ki sanki tek parçaydı. Kıyafetiyle uyumlu bir çorap giyip jartiyeri de sabitleyince aynanın karşısına geçti. Öyle olmaz böyle olurdu. Tüm gece bu rahatsız edici kıyafetlerle uyumak zorunda bile kalsa çıkarmayacaktı.

Kapı sesi duyuldu ardından da Mete'nin sesi. Azra cevap vermedi, gidip karargahta yatmalıydı neden eve gelmişti ki?

"Aşkım kıskançlık yapacak olay yoktu lütfen ya." Yatak odasının kapısını tıkladı, açmaya çalıştı açılmadı. "Azra'm, güzel karıcığım aç kapıyı yüz yüze konuşalım hadi sevgilim."

"Kimin yanından geliyorsan oraya git."

"Eniştemin yanından geliyorum ona mı gideyim? Emin ol gece sıcacık yatağımda yatan sıcacık bir kadın varken ona gitmek istemem."

"Bir kadın öyle mi olduk Mete?" Gardıroptan yastık ve yorgan çıkardı. "Aşkım kapıyı kırıp açabileceğimi hatta kırmadan da açabileceğimi biliyorsun değil mi? Hiç masraf çıkartmayalım bence çünkü gömlekler yeterince masraf oluyor bize."

Azra kapıyı açıp elindeki yorgan ve yastıkları adamın eline tutuşturdu ve geriye çekildi, fiziğini sergilemek istiyordu böylece onu cezalandıracaktı.

Mete sustu, elindeki yastıkla yorganın farkına bile sonradan varacaktı. Karısını süzdü, mavi satenin açıkta bıraktığı bacakları, iri göğüsleri aklını almaya yetmişti. Onu büyülemesi için çok çabaya gerek de yoktu ama bu özel çabaya da hayran kalmıştı adam.

"Hassiktir!" Nefesini tuttu sonra da sertçe yutkundu. Âdemelmasından öpmemek için şu an çok fazla sebebe sahipti. "Öldüm be kızım, güzelliğe bak." Üzerine doğru birkaç adım attığında karısı onu durdurdu.

"Dur bakalım komutanım, nereye gidiyorsun?"

"Sana, hemen duş alırım ben çok bekletmem seni bebeğim. Zaten çok da bekleyemem. Yeni aldıklarından mı bunlar? Hiç görmemiştim beğendiö. Sana renkler çok yakışıyor sevgilim."

Hayır yumuşamayacağım Mete Bey.

Başıyla içeriyi gösterdi Azra. "Bu gece ben kendimle baş başa zaman geçiriyorum ve sen kollarındakilerle beraber içerideki çekyata gidiyorsun."

Mete o anda fark etti yorgan yastığı. Kollarındakine baktı sonra da dönüp büyüleyici karısına baktı. İnat olsun diye dolaba yaslanmış bir eliyle de kapıyı tutuyordu.

"Şaka yapıyorsun değil mi? Senden ayrı yatmayacağım dağda yeterince ayrı kalıyoruz zaten."

Azra onu dinlemeden kapıyı kapatıp sırtını yasladı. Mete şoktan dur bile diyememişti, üzülmüştü de. Kıskançlığından yapıyordu, yapabilirdi de her kaprisine katlanırdı, o gecelikle yatağına girip hiçbir şey yapmasına izin vermese bile katlanırdı ama ondan ayrı yatma düşüncesi ağırına gitmişti.

"Aşkım olmaz, aç kapıyı konuşalım. Kıskandın anlıyorum ama..."

"Ben mi kıskandım?" Kapıyı yeniden açtı, Mete aynı şekilde karşısında duruyordu. "Ben niye kıskanayım seni ye ne münasebet?"

"Benden her şeyi iste ama ayrı yatmayı isteme. Olmaz."

"Çekyatta yatıyorsun Mete. O kadına nasıl dokunabildin sen ya? O kadını altına nasıl alabildin? Tüm vücudunu elledin çıldırttın beni!"

Mete elindekileri yere bırakıp üzerine yürüdü, kapıyı kapamaya çalıştı izin vermedi ve dolapla kendi arasına sıkıştırdı.

"Kıskanırken çok güzelsin, bu gecelikle de. Deliriyorum senin için."

"Kıskanmadım!"

Gözleri onunkindeydi, en az karşısındaki adam kadar arzuluyordu onu. Siyah gömleği yırtmak güzel olurdu, bacaklarının arasındaki boşluğu hissetti ona baktığında. Yutkundu, dudaklarına bakmamaya çalıştı, onu arzuladığını belli etmemeliydi.

"Bu mu kıskanmamış halin? Beni yatağımdan kovamazsın, izin vermem buna."

"Senden izin alan kim? Çık git odamdan!" Mete karnıyla onu itekleyip dolaba iyice yaslanmasına sebep oldu, eli başının arkasındaydı, çarpmasını istememişti.

"Kocanım ben senin ve bu oda ikimizin odası ve benim yerim senin yanın."

"Mete beni delirtme."

"Sen beni delirtirken iyi." Parmaklarını önce yanağına oradan da bir çizgi şeklinde aşağıya indirdi, göğsüne geldiğinde durup kalçasına götürdü elini. "Böyle giyinip benim rahat durabileceğimi sana düşündüren neydi? Havuçlu pijamalarına bile yükseliyorum sana ben, sen ne anlatıyorsun kızım?"

Azra elini göğsüne koyup kendine küçük bir alan açtı. Mete'nin elinin üzerine de diğer elini koyup çekmeye çalıştı ancak adamın onun isteğiyle hareket etmeye niyeti yoktu.

"Salona git." Gitmese bir kaza çıkacaktı, çok ateşli bir kaza.

"Gitmiyorum, ben senin komutanınım emrediyorum sana gitmiyorum."

"Sikeyim seni de rütbeni de." Mete yanağına değdirdiği dudaklarını kulağına kadar götürdü.

"Ben Akıncı Yüzbaşı'yım, ben ne istersem o olur. İç tüzük öyle söylüyor."

"Benim soyadım ne?"

"Akıncı, soyadının benimkiyle aynı olması rütbeni yükseltmiyor astsubayım. Burada emirleri ben veririm."

Sen güzellikten anlamıyorsun madem bu yola başvuralım biraz da.

"Başka birine dokunamazsın, seni gebertirim."

Mete dayanamayıp dudaklarına kapandı, tutkuyla öpmesinin yanında parmakları da rahat durmayıp vücudunda gezdi en sonunda karşılık alınca onu kucağına alıp yatağa yatırdığında kendisi de tam üzerindeydi şimdi.

"Gebert. Dokunmam zaten, o sadece tatbikattı."

"Seni de tatbikatını da sikerim Mete."

"Çok güzel küfrediyorsun."

İçeride yatmayacağı için rahatladı, Azra onu durdursa bile yanında olacaktı şimdi. Onsuz uyuyamazdı, dağda değillerse asla olmazdı bu.

"Sana sinirliyim, beni öperek bunu geçiremezsin." Mete bir daha öptü. Elini geceliğin askısına götürdüğünde Azra onu durdurdu ve gülümsedi. "İstemiyorum," dedi, başından beri bunu istiyordu, evli bir adam hareketlerine dikkat etmeliydi görev bile olsa, madem yapmıştı ceremesini çekecekti.

"Sen ciddi misin?" Dudaklarını ayırıp alnına yaslandığında söyledi bunu.

"Ciddiyim."

Dizini yukarıya doğru kaldırdığında bacaklarının arasındaki şişkinliğe değdi biraz baskı uygulayıp onu daha da rahatsız etti. Mete dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini yumdu.

"Hiç öyle durmuyorsun. Cidden ciddi olan mı?" dedi nefes nefese. Azra başını salladığında Mete geri çekildi ve yatağa oturdu.

"Şu halde beni çekyata atmadın, öpücüğüme karşılık verdin ve istemiyor musun? Bacağını tahrik olayım diye mi oraya koydun?" Başını salladı yeniden.

"Aklımı başımdan alıp dur dedin yani. Öleyim mi ben ya? Yazık değil mi bana?"

Onu delicesine arzuluyor ona kavuşamadığı için de fiziken acı çekiyordu, bu biraz canımı yaksa da hak etmişti.

"Çok istiyorsan yerde yatabilirsin."

"Azra... Of Azra of." Elini kemerine götürüp çözdü ve kenara attı, düğmesini ve fermuarını açınca daha rahat hissetmişti kendini. "Yatakta yatamaz mıyım?"

"Hayır."

"Valla rahat dururum."

Başını yeniden iki yana salladı kadın. Az önce yatakta yatacağım, emrediyorum, ben senin komutanınım diyen adam şimdi karısının her sözüne uyuyordu. Yerde yatsa bile rahat rahat uyuyamayacaktı şimdi çünkü tahrik olmuştu, onu bu seviyeye getirmişti ve istediğini vermemişti.

"Beni reddetmen bile etki etmiyor biliyor musun? Hâlâ seni arzuluyorum. Bu gece bana uyku yok."

"Ne yapacaksın yüzbaşı? Banyoya gidip..."

Kadının ağzını kapadı, bunu yaparken bedeni yine onunkiyle bütünleşmişti. Bedenleri böylesine birbirini arzuluyorken kıskançlık krizi sebebiyle ambargo yemişti adam.

"Ergen miyim ben karıcığım? Durduğum yerde patlarım, acıdan kıvranırım daha iyi. Sensiz olmaz, ben her zevki seninle alacağıma yemin ettim."

"Olmaz mı sahiden?" Mete cık sesi çıkarıp dudaklarına indirdi gözlerini yeniden.

"Yer yatağını yap hadi ben uyuyacağım. Hem bu kıyafetlerle üşütmeyeyim. Yorganın içine girmem lazım."

Aksine tüm bedeni alev alev yanıyordu ama bugünün bir cezası olmalıydı, kendine de ceza verdiğini o anda anladı. Mete somurtkan yüzüyle kapının önüne doğru gidip attığı yorganları yere serdi ve üzerine oturdu.

"Patlarsam hem kocasız hem komutansız kalırsın."

Derin derin nefes alıp aklını başka bir şeyle meşgul etmeye çalıştı, belki böyle rahatlayabilirdi.

"Bende komutan bol, Fatih abi hemen yerini alır üzülme sen." Koca kısmına yorum yapmamıştı çünkü ondan bir tane daha olmadığını biliyordu.

"Azra'm," dedi Mete, biraz daha ciddiydi. "Özür dilerim seni üzmek istemedim, kıskandırmak için yapmadım."

"Yatağa gelmek için diyorsan..."

"Değil, cidden söylüyorum. Burada yatarım ben sorun değil ama bana kıskançlığın ötesinde kızgınlık ve nefretle bakarsan dayanamam. Özür dilerim o yüzden, o seviyeye gelmeyelim."

Sihirli sözlerinin beni etkilemesine izin vermemeliyim Mete, bilerek yapmadığının da farkındayım ama bu kıskanmayacağım anlamına gelmiyor.

"Seni seviyorum," dedi içinden söylemek yerine, bunu Mete gülümsediğinde fark etti sonra da bozuntuya vermedi. "Seni kıskanıyorum." Yataktan doğrulup oturur pozisyona geldi. "Kızgın ya da kırgın değilim ama delirdim, seni başka bir kadınla dövüşürken görmek bile beni delirtti anlıyor musun sana ne kadar âşık olduğumu?"

"Ben de sana çok âşığım, kara gözlerine, türküler söylediğim siyah zülüflerine âşığım."

Yataktan çıkıp dolabı açtı ve içinden pijamalar çıkarttı. Üzerindeki geceliği, çorap ve jartiyeri çıkartıp pijamayı geçirdi.

"Ne bakıyorsun öyle, rahat değillerdi. Rahat olsun diye değil çıkarıp atılmak için var bunlar. Annemin aldığı koyunlu pijamalar daha rahat."

Üzerinde koyun olan pijamalara baktı adam, az öncekinden çok farklı gözükse de Mete'nin hislerinde hiçbir değişiklik olmamıştı.

"Çıkartıp atabilirdim ben zevkle, emin ol sevgilim sen de bundan çok zevk alırdın. Bu parmaklarım tüm vücudunda gezer sonra sıcaklığınla buluşurdu."

"Arsız kocam benim," deyip dudaklarını onunkilere değdirdi, küçük öpücüğün ardından geri çekilip arzuyla yanıp tutuşan adama baktı.

"Sen de git bir soğuk duş al kendine gel sonra pijamanı giyip uyu."

Soğuk suyun daha önce onlara nasıl iyi geldiğini test etmişlerdi bu yüzden bu çözüm Mete'nin de hoşuna gitti, hemen ayağa fırladı.

"Dışarısının kıyafetleriyle asla yatağa yatmazsın sen, aklın nasıl uçtuysa üzerine oturdun. Duşunu al sonra yatağına gel ve uyu."

Ayrı yatmayacaktı ondan, ayrı yatma fikri berbattı sadece Mete'yi denemek ve zorlamak istemişti.

"Yanında yatabileceğim yani. Oh be bir an cidden şurada yatacağım sandım."

Yanına doğru yaklaşıp saçlarına götürdü parmaklarını, istemsizce buluşmuştu yine, ne zaman onu görse parmakları kendi kafasına göre hareket ediyordu.

"Ben sensiz uyuyamam, bir daha beni kovma olur mu? Kızsan da küssen de kovma."

"Benim de içime sinmiyor öylesi." Bir adım geri çekilip parmağını ona doğru uzattı. "Sadece uyuyacağız, başka bir şey bekleme benden." Parmağını tutup öptü.

"Sadece uyuyacağız." El bileğine bir öpücük daha kondurdu. "Senden başka bir şey beklemiyorum." Parmaklarını kalçasına doğru uzattığında Azra hafifçe eline vurdu ve kocası geri çekilmek zorunda kaldı.

"Yürü yüzbaşı yürü."

Kolundan tutup banyoya kadar götürdü ve onu içeriye kapadı. Geri geldiğinde karısı çoktan uyumuştu. Giyindikten sonra yanına uzandı ve bir süre onu seyretti. Sonrasını fark etmemişti, saçlarını koklayarak uyuya kalmıştı adam.

♟️

1 Hafta Sonra
Kuzey Irak Sınırı

Türkiye Cumhuriyeti güvenlik güçleri Bahar Kalkanı harekatıyla ülke içindeki terör faaliyetlerini durma noktasına getirdi, komandolar girilmedik mağara ayak basmadık toprak bırakmadı. Jandarma ve askerler ettikleri mücadelelerle döktükleri kanla savundular vatanı. Artık terör yok noktasına gelmişti, sınırın ötesindeyse kaynıyordu bu da demek oluyordu ki o sınır yeniden geçilebilir, yeniden Gabar, Cudi, Tendürek gibi dağlara gidebilirlerdi. Türkler sazı eline almışken bu defa mümkün değildi, 40 sene boyunca savaşıp temizlemişlerdi bir daha oralara giremeyeceklerdi. İşte tam da bunun için sınır ötesinde operasyonlar oluyordu, sınır hattımızda terör devleti olmasın diye var olan teröristleri sonsuza kadar yok etmek için mücadele ediyordu askerler.

Yine bir mücadele içindelerdi, Gölge Timi bir istihbarat almış ve Hazan'ı kaçıranların da içlerinde bulunduğu grubun yerini tespit etmişlerdi. Bulundukları konum öyle kötüydü ki tepe nokta olsa bile diğer tepelerden net bir şekilde gözüküyordu. Muhbirin hainliğiyle karşılaşmışlardı, bir hafta önce Sancak Timi'ne muhbirlere dikkat edin uyarısı yapılırken bölgedeki muhbirlerden birinin hainliği sonucu temiz sandıkları tepede mahsur kalmışlardı. Sınıra çok uzak değillerdi ancak geçiş yolları kapatılmıştı. Aradıkları grup önlerindeki derin vadiyi kaplayan hilal şeklindeki tepedeki kayalıkların olduğu bölgedeydiler. Mağaralar vardı ancak onlara ulaşması şimdi zordu. Ağaçlık bölgeydi çünkü dereler vardı etraflarında.

"Sarıyorlar etrafımızı. O muhbiri elime geçirirsem geberteceğim."

Dürbünüyle geldikleri yöne baktı Volkan Üsteğmen, bulundukları sırtta gizlenebiliyorlardı ancak kaçacakları yer yoktu, biraz dışarıya doğru çıkıp etrafa baktı. Sayabildiği kadarıyla otuz namlu onlara dönüktü ama belli ki onları sağ ele geçirmek ve propaganda yaptırmak istiyorlardı, her zaman bunu isterlerdi. Her gün ölen terör, artık insanları kandıramayan terör bunu deneyip güven kazanmaya çalışacaktı.

İnanmayacaktı kimse onlara. Son senelerde dağa çıkanların sayısı bir elin parmağını geçmiyordu, herkes onların bir özgürlük savaşçısı değil de bebek katili olduğunu biliyordu. Herkes onların yanında güvende olmayacağını, canının ve namusunun gideceğini çok iyi biliyordu. İnlerde yaşamaya çalışıp hamur yiyen, madde kullanıp robotlaşan ucubelere dönmek istemiyordu kimse. Cahil sandıkları toplum artık cahil değildi, canları yana yana öğrenmişti herkes. Bunun ırkı da dili de kalmamıştı, herkes teröre lanet okuyordu kendini büyük sanan ama asla büyüklük göstermeyip savaşları devam ettiren ve teröre finans sağlayan devletler hariç.

"Uyduyu verin bana, karargahı bağlayın tekrar."

Eline aldığı uydu telefonunu kulağına götürdü, gergindi ve askerlerinin yaşamasını şu an her şeyden çok istiyordu.

"Üsteğmen Volkan Ünver."

Dürbünü askerine devredip arkasına yaslandı, böylelikle o da konuşurken biraz soluklanmış olacaktı.

"Sınıra yakın bölgede sıkıştık komutanım, koordinatları harekat merkezine geçtik. Muhbirin dediği doğru, terörist grup tam karşı tepede duruyor ancak bizi de onlara söylemiş, diğer tepelere konuşlanmışlar namluları bize dönük."

"Üsteğmenim dayanabilecek misiniz? SİHA desteği sağlayabilirim."

Dürbünü yeniden eline alıp teröristlere baktı, vadinin diğer yakasında olanlar sorun değildi ancak diğerlerinin bulunduğu tepecikler çok uzak değildi, atışlardan etkilenebilirlerdi.

"Menzil içindeyiz komutanım olumsuz, helikopter desteğini karşılamak için yanlarında ağır silah var mı onu da bilmiyoruz. Komandolar gelmezse dayanabileceğimizi sanmıyorum."

Reşat Yarbay bir dakika boyunca sessiz kaldı, kurmaylarıyla görüşmeler yaptı, askerlerinden bölgeyi istedi ve incelemeler yaptı.

"Aslanları yollayın, uydudan en yakın güvenli iniş bölgesini seçin iniş için, acele edin hemen." Telefonu kulağına tutup üsteğmene geri döndü.

"Biraz dayanın Volkan, yanınıza çok yaklaşmadıkları sürece ateş etmeyin. Birazdan bölgeden geçecek Sancak Timi oraya iniş sağlayacak, mesafe çok değil."

"Emredersiniz komutanım."

Uydu telefonunu geri verip etrafa baktı yeniden. Timin gelmesi uzun sürmeyecekti ancak üzerlerine doğru gelen teröristlere durun bizimkiler daha gelmedi diyemezlerdi.

Sancak Timi üs bölgesine gidiyordu, orada bazı çalışmaları dinleyecekler askerlere eğitim sağlayıp geri döneceklerdi. Üsse giden yol da Gölge Timi'nin yakınından geçiyordu, komando birliği yerine hali hazırda oradan geçecek olan Sancak Timi'ni indirip acil destek sağlayabilirdi onlara.

"Gölge, Türk bayrağının gölgesi olup bu itlerin üzerine çökeceğiz. Ölmek yok, öleni şuradan aşağı atarım kemiğinizi bile bulamazlar anlaşıldı mı?"

"Anlaşıldı!"

"Anlaşıldı mı asker?"

"Anlaşıldı!"

Tim tam istedikleri bölgeye geldiklerinde ateş edecekti. Parmağı tetikteydi her bir yiğidin. Onlara moral yüklemek istedi çünkü kendi siniri bir hayli yansımıştı hepsine.

"Parmağın tetikte gözün hedefte olsun asker, dediklerimi tekrar et." Hepsi ona kulak kabarttı, şu an en çok buna ihtiyaçları vardı.

"Gök kubbenin altında."

"Asker bekler hazırda."

"Ay yıldızın uğrunda."

"Akan kanım helaldir."

Her cümleyi asker tekrar ediyor moral buluyordu, yüksek dağların arasında yankılanan asker sesleri mermi gibi teröristlere saplanıyor sinirlerini bozuyordu.

"Şanlı Türk kalk ayağa."

"Düşman gelir uyuma."

"Cennet vatan uğruna."

"Akan kanım helaldir."

Gölge Timi şimdi daha mutluydu, bu şiiri marş gibi söylemek hepsine iyi hissettirmişti. En azından mermiler vücuduna girmeden önce psikolojik savaşta galip gelebilirlerdi onlar üzerine. Öleceklerini bile bile marş söylüyorlar ne deli adamlar bunlar diyebilirlerdi.

"Gölge çöker tepeye!"

"Çöker!"

"Gölge çöker tepeye!"

"Vur!"

"Türk gelir kaçamazsın!"

"Kaçamazsın!"

"Demir Sancak zirvede!"

"Zirvede!" Öyle yüksek sesle çıkmıştı ki bu sözler ağızlarından karşı vadidekiler bile sanki yanı başında biri bağırıyormuş gibi duymuşlardı.

"Zafer?"

"Türk'ündür!"

"Yaklaşanı indir Gölge, atış serbest Allah yardımcınız olsun!"

İyice yaklaşan teröristlerin üzerlerine mermi yağdırmaya başladılar, öyle ince bir çizgidelerdi ki birazcık geriye çıksalar arkadan gelen ateşe maruz kalıp yaralanacaklardı.

"Kalabalıklar komutanım, başımızı çıkarttırmıyor karşı tepedekiler."

Hem önden hem arkadan ateş ediyorlar hem de tepeye tırmananlar ateş ediyordu, öyle bir arada kalmışlardı ki buradan desteksiz kurtulmak mucize olurdu.

"Hamza geri mevziiyi bana bırak." Askerini tehlikeli bölgeden çekip kendi yerleşti oraya. "Orospu çocukları, orospu çocukları gebereceksiniz hepiniz! Ulan muhbir ulan piç, bir askerime bile bir şey olursa seni zaten öldüreceğim bu defa işkence yapıp öldürürüm."

Birkaç el ateş etti ancak öyle bir atış yapılıyordu ki başını zor çıkartıyordu, mevzii değiştirmek için biraz daha aşağıya inmeye çalıştı, kolunda bir sıcaklık hissetti o anda. "Siktir."

"İyi misin komutanım?"

"İyiyim aslanım, devam edin gelecekler yetişecekler."

Yüzünü ekşitip arkasına yaslandı ve çantasından hızlıca bir bez çıkartıp üstün körü yarayı sardı. Kurşun içerideydi ve bu hiç iyi olmamıştı.

"Allah'ın cezaları."

Sıhhiye bir önceki operasyonda yaralandığı için bugün timle değildi ve kimsenin şu anda kurşunu çıkartmaya vakti yoktu.

Uydu telefonundan Sancak Timi'nin telefonunu tuşladı. Telefonun ucundan gürültü gelmiyordu demek ki inmişler ve yürümeye başlamışlardı ancak çok yakınlarda değillerdi çünkü helikopter sesini işitmemişlerdi.

"Astsubay Göktürk Bilir emredin komutanım."

"Sayaç telefonu Şebnem Astsubay'a ver hemen."

Göktürk onu ikiletmeden dediğini yaptı, diğerleri sorunca arayanın Volkan olduğunu ve Şebnem'i istediğini söyledi, ayrıntısını o da bilmiyordu.

"Emredin komutanım." Sesi gergindi, Volkan onu arayacak olsa devletin verdiği uydu telefonuyla aramazdı.

"İyi misiniz?"

"Şebnem koluma bir mermi girdi, çıkış gözükmüyor. Diğerleri yerini terk edemiyor ben ne yapmalıyım yarayı sarmak dışında?"

Şebnem ses çıkaramadı, duraksadı bir an sonra hızlı olması gerektiğini anlayıp az öncekinden daha da hızlandı.

"İyi misin sen?" Başını iki yana salladı görmeyeceğini bile bile, iyi olsa onu böyle aramazdı.

"Tamam sakin ol şimdi, yanında tıbbi malzemeler var mı?"

"Sargı bezim var, diğerleri ötekilerde ve sanırım ulaşamayacağım."

Bu duyduğu kötüydü, gidip kendine müdahale edemeyecekti ve Şebnem'in diyeceği tek şey yarasını dezenfekte edip sarması olacaktı.

"Dezenfekte edip sar, geliyoruz Volkan yakındayız. Yetişeceğiz."

"Biliyorum," dedi adam, yetişirlerdi, kimseyi arkada bırakmamışlardı ama öldükten sonra da yetişebilirlerdi. Bundan şüpheliydi işte. "Kolum ağrıyor, terlemeye başladım ve üşüyorum."

Kadının gözleri doldu, kimsenin fark edip etmemesini önemsemedi daha da hızlı yürüdü. Sesinin ağlamaklı tonda çıkmaması için çok uğraştı.

"Geliyoruz tamam mı, sakın ümitsizliğe düşme o yarayı ben saracağım kendi ellerimle."

"Onu da biliyorum. Şebnem ölürsem..."

"Sus deme onu, yok ölmek falan. Sessiz bölgeye giriyoruz kapamak zorundayım, az daha dayan Volkan, geliyoruz." Şebnem telefonu kapatıp Göktürk'e uzattı ve komutanına Volkan'ın yaralı olduğunu söyledi.

Volkan nefesini kontrol etmeye çalışırken önden tırmananlar çok yaklaşmıştı, atış üstünlüğünü bir türlü ele geçiremediklerinden ve başlarını çıkartamadıklarından gelenlerin çok azını indirebiliyorlardı. Tüfeği kaldırıp aşağı doğru ateş etmek rastgele kurşun demekti ve hepsini öldüremezdi. Bir yandan desteğe gelecek timi de vurmak istemiyorlardı.

"Ortaya doğru çekilin, yüzünü gördüğünüzü indirin. Başka şansımız kalmadı." Yüzü ekşimişti, tüfeği tutabiliyordu ancak bir süre sonra ateş edemeyecekti. Tabancasını çıkardı ve daha rahat atış için pozisyon aldı. "Geleni indirin kurtlarım, siz dağların erlerisiniz! Bu dağı onların kafasına geçiririz biz!"

"Geçiririz!" dediler tek bir ağızdan, onların timinin de özelliği buydu, eğer sessiz olunmasına gerek yoksa bulundukları yerde bağırır çağırır marşlar söylerlerdi. O ay yıldızlı demir sancağın gölgesi olur düşmanın tepelerine binerlerdi.

Onlara doğru Keleş tutan bir teröristi tam göğsünden vurup yere yığdı Volkan, diğerleri de aynısını yapıyordu ancak birden vuramayacakları kadar çoğaldıklarında ateş edemez duruma geldiler.

"Asker teslim ol."

"Şiiri duymadın mı, zafer Türk'ündür diyor, sence teslim olacak gibi mi duruyoruz?"

Yaralı kolunu gizlemeye çalışmadı aksine onunla ne kadar da güçlü durduğunu göstermeye çalışıyordu.

"Teslim olursan yaşarsın yoksa ölürsün asker yaralısın."

"Ölümü umursuyor olsaydık bu dağın tepesine gelmezdik, sıcacık yatağımda yatıyor olurdum domuz!"

Hareketlendiğinde kolu sızladı ve geriye yaslandı. Bu yara hiç iyi olmamıştı ve acilen merminin bedeninden ayrılması gerekiyordu. Sonuna kadar savaşacak gücü bulmalıydı kendinde.

"Ateş etsek hepiniz ölürsünüz, duydunuz mu beni? Kaç kişiyiz burada, sadece otuz kişi vadinin öteki tarafında var, siz sekiz kişisiniz, altmış küsur kişiyle nasıl baş edeceksiniz? Bir de akıllıyım diye geçinirsiniz siz Türkler sadece ukalasınız, bir şey başardığınız yok sizin!"

"Senin ebeni sikerim beni tahrik etme!"

"Sik, gel sik yapabilecek misin o kolla?"

Volkan kalkmaya yeltenince az önce yerini aldığı Hamza kolundan tutup ona baktı, başını iki yana sallayıp yapmaması gerektiğini söylüyordu ona.

Üsteğmen sinirini kontrol etmeye çalıştı ve derin derin nefes aldı, arkasına yaslanıp timine bekledikleri işareti verdi. Hepsi aynı anda el bombalarını çıkarttılar.

"Ya beraber yaşarız, ya da beraber ölürüz. Hadi bakalım şimdi alın bizi alabiliyorsanız."

Loading...
0%