Yeni Üyelik
51.
Bölüm

4. "Lahmacun Yarışı"

@rubamsalepe

 

Bölüm Müzikleri:
•Emir Can İğrek- Beyaz
Mabel Matiz- Fan

 


♟️

 

"Bak şimdi. Bu at l gider. Fil ise çapraz gider. Kale düz gider, iyi dinle ama unutma."

 

"Komutanum etmayin. Oyle olmaz, at deduğun düz gider. Hem at l harfuni nerden bilsun? Hem kale da gitmez hiçbir yere kalur oyle yerinda."

 

 

"Allah aşkına Orhan. Satranç biliyor musun sen?" Orhan başını iki yana salladı. "Bilmiyorsan niye yorum yapıyorsun? Barış'ın kafası karışacak."

 

 

"Bilmiyurum ama boyle de olmaz. Akil var mantuk var. Ben diyeyim saa komutanum. Ha bu bebenin kafasi boyle daha çok karişacak."

 

 

Hakan bebeği kucağına almış yine sanki bir yetişkinle konuşur gibi satranç anlatıyordu. Orhan da bilmeden dahil olup ortalığı karıştırıyordu. Üstüne üstlük Barış bebek de onları pür dikkat dinliyordu. "Bak bebek bile sana nasıl bakıyor. Tahtasızsın Orhan, eksik o tahtalar. Neyse Barışçığım nerde kalmıştık? Heh vezire gelelim bak o aslında biraz karışık gelebilir."

 

 

"Ne ye yapıyorsunuz siz burada gitmediniz mi evlerinize?" Cevabını bilse de onlardan duymak istemişti.
"Bebeği bırakamadık komutanım."

 

 

"Azra ve Elvan bırakamadı anlarım da bu heriflerin hâli ne böyle? Hakan; timde en aklı başında gözükensin anladık da ulan ufacık bebeğe ciddi ciddi satranç mı öğretiyorsun? Sence de biraz fazla değil mi?"

 

 

"Öğrenmenin yaşı yoktur komutanım." Avuçlarını bir iki kez birbirine vurdu. "Diyecek laf bulamıyorum."

 

 

Tim hep beraber hangardaydı. Bebeğin karnı tok altı temizdi. Hakan Teğmen'in satranç dersini dinliyordu. "Sosyal Hizmetler'den geldiler. Nizamiyede bekliyorlar, bebeği artık teslim etmemiz lazım." dedi ve Azra'ya baktı. Biliyordu onunla iyi bir bağ kurduğunu ancak yapacakları bir şey yoktu. Azra başını salladı ve Hakan'dan bebeği aldı. Boynuna doğru eğildi ve mis kokusunu içine çekti. Daha sonra da alnından öptü. "Hadi bakalım Barış Bey. Artık yuvaya gitme vakti."

 

 

♟️

 

 

"Tim, ben morali bozuk adam istemiyorum karşımda. Sivilleri de çektik madem gidip yemek yiyelim, kurt gibi açım."

 

 

"Alo. Hatun. Gelmeyecağim beklema beni. He. Timle yiyeceğiz. Çaya mi gelelum? Dur hatun emrivaki edemam. Soyleyeceğim. Hayde kapa ben seni ararum." Asıl komutanına hesap vermişti Orhan, timdekiler hafifçe kıkırdadı.

 

 

"İyi madem kimseden aksi ses çıkmadığına göre gidiyoruz. Çevirin şuradan bir taksi. Yok biz bire sığamayız iki taksi çevirin."

 

 

Tim hiç sesini çıkarmadan nizamiye çıkışına gitti. Timin en önünde duran Mete biraz yavaşladı ve Azra'nın yanına gelmesini bekledi. "Dağlarda teröristlerin canına okuyan Astsubay Demir geri gelecek çabucak değil mi? O ağız dolu söven askeri göremiyorum ben. Daha yarım saat önce sana dik dur dedim yine bozdun moralini."

 

 

"Komutanım ben dağda farklı oluyorum da sivilde pek öyle sayılmam. Daha az küfrederim. Yeşilleri giyince değişiyorum ben." Erkek gibi olmuyordu sivilde mesela.

 

 

"Onu kastetmemiştim. Barış bebek için çok üzüldün. Topla kendini. Bilirsin bizde motivasyon moral çok önemli. Hele ki keskin nişancımız için daha çok önemli. Kıçımızı kolluyorsun sonuçta." diye bugün hiç söylememiş gibi tekrarladı kendini. Son cümlesine gülümsedi Azra. "Haklısınız. Gidip tıka basa yiyip moralimi iyice düzeltmem lazım."

 

 

"Senin tıka basa yemenden ne olacak ki?" dedi duyulmayacağını düşünerek ancak durum öyle değildi. "Duydum ama ben." İri iri açtığı ela gözlerini kıza çevirdi. "Ayrıca sizinle yeme konusunda sonuna kadar yarışırım." Azra çok yemek yese bile pek belli etmiyordu. Çok zayıf sayılmazdı ama deli gibi yemek yerdi, onları da dağda eritirdi.

 

 

"Allah aşkına bir oturuşta kaç lahmacun yiyebilirsin ki?"

 

 

"Altı, yedi tane yiyebilirim. Hem de içleri dolu dolu. Bir o kadar da ayran tabi."

 

 

"Yuh. Yiyemezsin o kadar ya."
Azra güldü ve birkaç metre önden giden Orhan'a seslendi. "Orhan mezun olduktan sonra arkadaşlarla buluşmuştuk. Kaç lahmacun yemiştim la?"

 

 

"Kaç mi yedun? Ben sayamedum ki. Dukkanda malzeme kalmadi da başka lahmacuncudan lahmacun soylemişlerdi. Ha bu kizin maaşunun yarisi yemeğe gidiyur."

 

 

Orhan biraz abartarak anlatmış olsa da gerçekten gruplarında en çok lahmacunu o söylemiş malzeme yetmediği için de dışarıdan lahmacun söylenmişti. Mutlu olunca, üzülünce, sıkılınca her ruh hâlinde sığındığı şey yemek oluyordu. Tabi dağda durumlar farklıydı. Günlerce aç kaldığı oluyordu ama asla şikayet etmiyordu. Vatan aşkı doyuruyordu onu, kumanyası bittiğinde ağaç kabuğu bile yiyebilirdi, ölmeyecek kadar yiyordu zaten.

 

 

Bir keresinde operasyondayken düşman tarafından sıkıştırılmışlardı. Günlerce aç kaldıktan sonra Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa gibi yapıp yakaladıkları çekirge ve zararsız olduklarından emin oldukları bazı böcekleri yemişlerdi, böylece güç toplamışlardı. Yemeksizlik dağda onları güçten düşürene kadar önemli değildi ancak sivilde öyle değildi, bulduğunu gömerdi.

 

 

"Ciddisin yani sen."

 

 

"Aynen öyle."

 

 

"İyi bakalım yarışalım seninle. En çok yiyen kazanır. Kalan hesabı öder." deyip elini uzattı, Azra da gülümseyip uzattığı eli kavradı. "Pişman olursunuz baştan uyarayım ama." diyerek elini sıktı.

 

 

"Göreceğiz bakalım kim pişman olacak?"

 

 

Taksi çok çabuk gelmişti karargah önüne. Enes, Göktürk, Hakan ve Azra bir arabaya, diğerleri bir arabaya binmişti. Yoldayken de geyik yapmayı sürdürüyorlardı. "Benim ne işim var sizinle ya çiçeğimi özledim ben."

 

 

"Çiçeği kim lan bunun?" diye sordu Azra boş bulunup. "Sevgilisi Zeynep'ten bahsediyor. Güzel kardeşim şu kızı anma rica ediyorum bak." Yüzünü ekşitip tekrar sözü kendisine aldı.

 

 

"Sevgilisi dedim bir de öğk." Kuma olarak görüyordu onu, gram sevgi beslemiyordu Allah'tan evlenme niyeti yoktu, şimdilik.

 


"Devrem sıçarım ağzına o senin yengen."

 

"Seni kimselere veremem ben. Çıkar aklından şunu."

 

Göktürk timin en yakışıklısıydı, buna rağmen eşofmanla gezerdi ve çapkın da değildi. Hayatının aşkının onu bulmasını bekliyordu hiç gidip kendisi arayamazdı vakti yoktu zaten. Herkes görev dönüşü teslim olan teröristin askeri sorgusu bittikten sonra onu almaya gelen terörle mücadele polisine âşık olmuyordu işte.

 

"Göktürk'e de birini bul yoksa düşmez yakandan." Göktürk umursamazca arkadaşına bakıp başını çevirdi. "Bir kız uğruna ben kardeşimi satmazdım. Onunla ayda kaç gün geçiriyor iki elin parmaklarını geçmez ama ben uyurken ben, dağda ben, bayırda ben, her yerde ben." En sonunda Göktürk'ün ağzını kapayıp onu susturdu. "Çenesinin bağı çözüldü siz kusura bakmayın."

 

"Sıçacağım ağzınıza kafam şişti be." Hakan ön koltuktan seslenince Azra gülmeye başladı, zamanlaması tam da sustukları zaman olması komik gelmişti ona. "Volkan Üsteğmen her zaman yanımızda olmasa da içimizde yaşıyor, bakın bu da kanıtı." Gülüştükten sonra taksi hedefe vardı, inip iki masanın birleştirildiği bir yere oturdular. Ayranlar bardakla değil kişi başına şişeyle verilmişti. Hepsine birer bardak çay gelmişti, Orhan'ınki ise her zamanki gibi kocaman bir bardaktı.

 

"Ee ne yiyoruz?" diye sordu oradan Elvan. "Ben bir portakallı ördek alayım." Fırat yine formundaydı, hepsi güldükten sonra bu defa Mete söze girdi. "Yolda ben sipariş ettim, getirirler şimdi hazır olmuştur." diyerek gelen adamları işaret etti. Azra ile karşılıklı oturmuşlardı, 8'er tane ikisinin önüne geldi. Mete bunları yiyemeyeceğini düşünüp gülmeye başladı, Azra da sinsice gülümsedi, üsteğmen onun yapabileceklerini bilmiyordu, her türlü yerdi, içinden geçerdi o lahmacunların, toz ederdi, adam bilmiyordu.

 

 

Azra lahmacunu tabağına aldı ve içine biraz yeşillik doldurup dürüm hâline getirdi, sonra da başka bir lahmacunun içini malzemelerle doldurup az önce sardığı lahmacunu içine koydu ve sarıp ağzına götürdü. İşlemi iki kere daha tekrarladı. "Bununla altı oldu abi." Sayaç yine iş başındaydı, tam da onluk bir olaydı. "Malzeme koymasa içine şike derdiniz komutanım ama hepsini doldurup birbirine sarıyor. Bizim üstçavuşta da ne mide varmış arkadaş?"

 

 

"Şike ne Hakan? Maç mı yapıyoruz burada?" Sonra etrafına bakıp karargâhta olmadığını hatırladı. "Ya da vazgeçtim haklısın, resmen maçtayız şu an."

 

 

"Doymadun mi? Ne mide varmiş ula sende. Ha bak buni da bitirdi. Ha bak oni da sariyur. Atti ağzune. Buni da say Gokturk yedi oldi."

 

 

Mete de önündeki lahmacunlara baktı. Tabii ki daha çok yiyebilirdi ama Azra da çok yiyebilirdi. Bu kadar iyi olacağını düşünmemişti. Kız ağzına attığını öğütüyordu, herkes şaşırmıştı. Son lokmasını da yuttuktan sonra şişeyi ağzına götürüp kısa bir yudum aldı.

 

 

"Nasıl komutanım, tamam mı devam mı?"

 

 

"Devam, devam."

 

 

Azra iki lahmacunun da içini doldurup birbirine sardı. Birkaç lokmada bitirdi ancak son lokmasını zor yutmuştu. "Ve dokuz." Öksürdü ve birkaç yudum ayran içti. "Ben bırakıyorum. Çok geldi bu defa, şiştim." Çok geldi dediği dokuz tane lahmacundu. Normal bir insanın en fazla üç tane yediği lahmacundan dokuz tane yemişti. Mete ise on bir tane yiyip üzerine ayranını içmişti.

 

 

"Sizdeki mide de mideymiş he komutanım. Cidden dağda bayırda olmasak obez olurmuşuz."

 

 

"Evet bu konuda haklısın bak." deyip etrafına bakındı. "Yiyen yediyse hesaplar Azra Hanım'dan o zaman."

 

 

"Komutanım çok yüklenmesek mi?"

 

 

"Başçavuşum acıma şuna. Kendi kafa tuttu bana."

 

 

"Hak etti evet. Hiç komutana kafa tutulur mu? Hayır yani benim hiç kafa tuttuğumu gördün mü?"

 

 

"Gördüm komutanım." dedi ve Hakan'ı şaşırttı. "Nasıl gördün ya?"

 

 

"Bir operasyonda yakaladığımız haini misinayla el bombasına bağlamak için Akıncı Üsteğmen'le biraz kapışmıştınız hatırlatırım."

 

 

"O öyle mi olmuştu ya?" deyip başını başka yöne çevirdi. Biliyordu o da terörist görünce nevri dönüyordu. O mantıklı adam aklını yitiriyordu.

 

 

"Hakan dön Allah aşkına. Operasyon orada kalır. Çekmişiz sivilleri boş ver gerisini."

 

 

Tim hesabı isteyince Azra'nın telefonu çaldı, annesi arıyordu. İçerisi biraz gürültülü olduğu için dışarıda konuşmaya karar verdi. "Bakın gidiyorum ama hesaptan kaçmak için değil. Çantam burda hemen konuşayım geleceğim." deyip dışarı çıktı.

 

 

"Abi."

 

 

"Hı."

 

 

"Abii."

 

 

"Hıı."

 

 

"A..."

 

 

"Ne var lan abi abi? Biri bir kulağıma diğeri diğer kulağıma üflüyor. Sikeyim abinizi ne var oğlum?"

 

 

"Şu karşıdaki herif var ya Azra Astsubay'ı kesiyordu." Enes kolunu Mete'nin koluna geçirdi. "Nasıl lan? Ciddi misiniz?"

 

 

Bu defa da Göktürk kola girdi. "Abi bak saydım kaç kere baktı böyle cilveli cilveli. Ulan erkeğin cilvelisi mi olur ya? Ben gördüm işte. Adam cilveli cilveli üstçavuşumuza bakıyordu."

 

 

"Sayaç, oğlum emin misin?"

 

 

"Abi görmüyon mu oturduğu yere bakıyor sapık? Elvan'ın tam zıttına oturmuş, Elvan'a ya da sana bakmadığına göre..."

 

 

"Komutanım bu tahtasızlar doğru söylüyor olabilirler. Bu herif Azra'nın tarafına bakıyordu. Şimdi de kapıya doğru bakıyor. Ulan şerefsiz, lan sen benim askerime yan gözle nasıl bakarsın? Neyse sakin olayım ben. Komutanım ne emredersiniz? Tarayalım mı bu şerefsizi? Makinalıyla girelim kevgire dönsün." derin bir nefes alıp adama doğru gözlerini kısarak baktı. Tim onu bir kaşık suda boğacaktı ama adam farkında bile değildi.

 

 

"Komutanum bence el bombasi atalum." Çay kaşığını el bombası gibi tutup hayali pimini çekti. "Yok mayına oturtacağım ben bunu. Az kaldı az."

 

 

"Şerefsize bak ya. Abi bak bu şerefsizler yüzünden kadınlarımız gün yüzü görmüyor. Ağzına sıçtığımın pezevengi. Bak hâlâ nası bakıyor." Sayaç iyice gaz verirken Enes'in de ondan aşağı kalır yanı yoktu. "Abi bu Göktürk Bilir bilirsin. Bence şuna haddini bildirelim."

 

 

"Sağ ol ya yine, soyadı esprisi için."

 

 

"Valla hâlâ o yöne bakıyor." Fırat da böyle söyleyince Mete kaşlarını çatarak adama baktı. "Benim masamda bir kıza hele ki askerime rahatsız edecek şekilde bakacaklar he. Ben izin verir miyim buna?"

 

 

"Vermezsin abim." Çift ağızdan söylenen bu sözlere karşı ayağı kalktı. "Siz bekleyin, karışmayın." deyip adamın masasına tek başına ilerledi.

 

 

"Hayırdır birader?"

 

 

"Ne hayırdırı kardeşim?"

 

 

"Sen bizim masamızdaki hanımefendiye bakıyormuşsun." Racon kesen kabadayılar gibi hissetti bunu söylerken ama umurunda değildi.

 

 

"Ne masası ne hanımefendisi?" deyip ayağı kalktı. Sonra da eliyle hayırdır işareti yaptı. "Lan bak itiraf edersen az döveceğim yoksa seni sülük gibi yapıştıracağım şu duvara?"

 

 

"Lan eşkıya mısınız başıma? Bir gidin be." dedi Mete'in peşinden gelen timine bakarak.

 

 

Azra kapıdan içeri girince masadaki tim arkadaşlarını bulamadı hepsi ilerdeki masanın başındaydı. Hızlı adımlarla yanlarına gitti. "Ne oldu ya iki dakika gittim geldim operasyona çıkmışsınız komutanım?"

 

 

"Azra bu herif sana..."

 

 

Masanın yanına genç bir kadın yaklaşıp Mete'nin sözünü kesti. "Aşkım ne oluyor burada? Bu adamlar neden etrafını sardı? Kavga mı ediyorsunuz? Etmeyin aşkım o güzel yüzün kızarır, kalabalıklar baksana. Sevgilim beni izlemeyi neden bıraktın? Bak yanına geldim patron anlayacak şimdi. Sonra sıkıntı yapıyor biliyorsun."

 

 

Mete adamın yakasına yapıştığı elleri geri çekti ve Enes'le Göktürk'e döndü. "Lan. Geçin lan masaya." deyip tekrar adama döndü. "Beyefendi kusura bakmayın. Bazı dingillerin gazına gelip yanlış anladım. Tekrar kusura bakmayın. Hesap falan da ödemeyin biz halledeceğiz. Özrümüz olsun, kabul edin lütfen."

 

 

Adam sakin biri olacak ki Mete'yi geri çevirmedi ve sulh uzattığı elini sıktı. Mete de masaya geri döndü. Göktürk ve Enes ikilisinin tam karşısına geçti bu defa. "Size mıntıka ve ev temizliği cezası vermiştim ya onu kaldırdım. Bugün bebek için elinizden geleni yaptınız çünkü." İkisi de derin bir oh çektiler. Mete'nin tepkisinden ve despotça verdiği cezalardan korkuyorlardı.

 

 

"Gülmeyin lan geri zekalılar. Lan suçsuz bir adama saldırıyordum sizin yüzünüzden."

 

 

"Abi ama..."

 

 

"Kesme lan! Siz ikiniz bugün burada olan herkesin hesabını ödeyeceksiniz. Artık tüm maaş mı gider, kredi mi çekmek zorunda kalırsınız bilmem. Sizin ilk cezanız bu."

 

 

"Abi ilk ceza mı? Abi para yok ki bizde. Biz bu kadar insanın..."

 

 

"Konuşun dedim mi?" İkisi de başlarını yana doğru salladı. "O zaman kapayın çenenizi. İkinci cezanız da onu da Azra komutanınız seçsin." Azra'nın durumdan anladığı pek bir şey yoktu. Olay sırasında burada değildi ama bu iki munzurla uğraşmayı seviyordu. Biraz düşündü.

 

 

"Azra pisleşebildiğin kadar pisleş." Genç kız biraz sırıttı ve masaya yaklaştı. "Siz ikiniz ne halt yediniz bilmiyorum ama şimdi ne bok yiyeceğinizi iyi biliyorum. Patronla ben konuşurum."

 

 

"Aha devrem sıçacaklar ağzımıza. Aha bak geliyor bomba. Korkuyorum lan."

 

 

"Çenen dursun bir lan. Sus. Ne yapsak kaçsak mı?"

 

 

"Patrondan iki adet bulaşık süngeri alıp eldiven giymeden lokantanın tuvaletlerini yıkayacaksınız." İkisi de şok olmuş gözlerle Azra'ya bakarken timin kalanı kahkahaya boğulmuştu. "Buna ben bile uğraşmayın şunla demem. Yemin ediyorum cuk oturdu bu ceza onlara."

 

 

"Komutanım ama..."

 

 

"Komutanım yok. Derhal mıntıka aa dur mıntıka değil, tuvalet temizliğine."

 

 

♟️

 

 

Birkaç kez kusma ile geceyi ucuz atlatan tuvalet temizliği mağdurları iki genç gecenin geç saatinde eve gittiler. Önce sıcak bir duş aldılar, onun da peşinden yatağa attılar kendilerini.

 

 

Orhan ise eve gider gitmez bir kocaman bardağına konan çayı iki yudumla bitirmişti, çay komasına girmek üzereydi. "Orhan bu çayi ağzunle iç ağzunle. Boğuleceksin. Sakin sakin. Kimse almiyur elunden."

 

 

"Hatun ya gelene kada hararetlendum needeyim? Hayde bi bardak daha koy da içeyim. Yok ya da sen bugun temizlik etmişsindur yorgunsundur. Ben kendi çayimi kendim alurum." Ayağı kalkıp gideceği sırada Meryem onun kolundan tuttu ve sımsıkı sardı bedenini. "Çayi ozleduğun kada beni ozlemedun mi?"

 

 

Orhan ondan biraz uzaklaşıp yüzünü ellerinin arasına aldı, mavi gözlerini onun yeşillerine sabitlemeden önce saçlarına küçük bir buse bıraktı.

 

 

"Meyrem olur mu hiç oyle şey? Ozlemez olur miyim ben seni hatun? Dağda gözlerumi kapasam sen, açsam yine sen. Hep senleyum."

 

 

"Sahi mi?"

 

 

"Sahi ya. Gel ha buraya bi saruleyim sana. Hah şoyle. Çonaşkimi." Son söylediği şey Lazca ışığım demekti. Meryem onun ışığıydı. Aşkım gibi kelimeler ona bayat geliyordu, tatsızdı, ama sevdiğine ışığım demek çok şeyi ifade etmiyor muydu?

 

 

"Şimaracağim ama."

 

 

"Şimar hakkindur ama gel şimdi uyuyalum. Sabah karargaha gideceğim. Sevdaluk bekler da vatan beklemez."

 

 

Sabah herkesten önce karargaha giden Mete olmuştu, beklemediği misafir telefonundan aramıştı onu o saatte. Mete ellerini palaskasına yerleştirerek açtı telefonunu. "Ablacığım karargaha kek börek getiremezsin. İşin gücün yok mu senin ya? Gün mü yapıyoruz burada? Reşat Yarbay'a mı söylersin? Ama bak. Of abla ne halin varsa gör. Adamın işi gücü var ondan ulaşamıyorsundur ve yeni gelmiştir zaten neden darlıyorsun ki zaten. Ay gerçekten ne yaparsan yap, bana elleşme de. Sonra eniştem kızacak sana umurumda olmaz. Kapatıyorum hadi işim var benim."

 

 

"Komutanım hayırdır?" Bu anı ikinciye yaşıyordu sanki.

 

 

"Ablam aradı. İlle de karargaha gelecekmiş, börek getirecekmiş. Reşat Yarbay'a da ulaşamamış, merak etmiş."

 

 

"Reşat Yarbay ne alaka ya?"

 

 

"Kendisi eniştem olur, kocasına ulaşamadığından benden ulaşmaya çalışıyor. Bir de börek çörek dedi tam anlayamadım sanırım gün yapacak karargahta. Annemler de geliyormuş bir bu eksikti, dırdır edip duracak yine." deyip gözlerini devirdi.

 

 

Azra sadece gülmüştü. Onca askerle başa çıkmak kolaydı da aileyle zordu işte. "Yani bir tepsi börek hiç de fena olmazdı." Bu defa Mete de güldü.

 

 

"Senden bize kalacağını hiç sanmıyorum nedense." diyerek yediği dokuz lahmacunu işaret etti. Haklıydı, yerdi hepsini, bir gıdım da bırakmazdı.

 

 

"Oh olsun sana komutanım şimdi gör Zümrüt teyzenin otoritesini. Bize dokunmazsın artık."

 

 

"Veririm seni Zümrüt teyzenin eline görürsün Enes. O bizim gibi bok temizletmez ama daha beterini yaptırır."

 

 

"Komutanım Azerbaycan'da Karabağ'ı geri almak için harekât başlamış. Bir çok yeri geri almışlar çok şükür ama kahpeler savaşa kuzeydeki müttefikini de dahil edebilmek için savaş alanını yaymaya çalışıyorlarmış. Gence'yi vurmuşlar komutanım." Birden ciddi meselelerle konu değişti.

 

 

Göktürk'ün bu sözlerine Azra tepkisiz kalamadı. "Azerbaycan askeri, hepsinin ebesini sikiyor şimdi. Artık gün geldi devran da dönüyor. El mi yaman bey mi yaman görecekler. Allah yardımcıları olsun." Herkes bir yandan çok sevinmiş bir yandan da üzülmüştü. Karabağ'a giden yolda büyük adımlar atılmıştı ancak kalleşler sivilleri vuruyordu. Bunun kabul edilir yanı yoktu. Orada savaş suçu işleniyordu.

 

 

"Keşke biz de orada olsak." dedi Enes. "Neden gitmediğimizi biliyorum ama düşünmeden de edemiyorum."

 

 

Vatanından ırak olmayı iyi bilirdi Enes. Hassas yeriydi burası. Azerbaycanlı bir milyon civarı kişi de topraklarından, Karabağ'dan olmuştu. Şimdi onlara destek vermek istiyordu.

 

 

"Eğer ki öyle bir karar çıkarsa düşünmeden gideriz biliyorsun ama iki ay önce yaptığımız tatbikatı hatırla. Hepsi de nasıl yiğitti. Kimsenin kimseden aşağı kalır yanı yoktu. Düşmanın hepsine yeter Azerbaycan askeri, öyle güçlüdür onlar, inanmaları bile yeter onların." Mete hem abilik hem de komutanlık yaparak destek veriyordu askerlerine. İnanıyordu ki elbet bir gün düşman yenilecek tek zafer Türk'ün olacaktı.

 

 

"Dikkat!" Sözü ile hepsi hazır ola geçip selam verdiler. Elleri alınlarının hizasında onlara verilecek emirleri bekliyorlardı ancak bu sefer Süleyman Paşa da gelmişti. Demek ki bu seferki iş diğerlerinden daha kapsamlıydı.

 

 

"Toplantı odasına geçin evladım." deyip önden gitmeye başladılar. "Komutanlar bizi çağirmak içun ayağimiza kada geldi mi ben mi yanluş gördum?"

 

 

"Geldiler komutanım. Gerçekten de geldiler. En son beraber yanımıza geldiklerinde benim sağ kolum yaralıydı. Kendi kendime dikiş atmaya çalışıyordum."

 

 

"Astsubayım vukuatını anlatma bize. O operasyonda ben de vardım nasıl kızdığımı hâlâ hatırlıyorum."

 

 

"Bana bakın, benim diktiğim gibi dikin, yaptığımı yapın. Arada delilik yaparsam böyle dikkate almayın." diyerek Enes ve Göktürk'e döndü. Pek umursanmasa da Enes başıyla onu onayladı.

 

 

Tim toplantı odasına gelmiş ve yerini almıştı. En başa Süleyman Paşa oturtmuştu. Reşat Yarbay ise ayakta ekranın başına geçmişti. Elindeki lazerli kumandayı ekrana tutup bir fotoğraf açtı.

 

 

"Sarah Hogan. İngiliz bağımsız bir gazeteci olarak tanınıyor. Bölgede öyle fotoğraflar çekiyor ki tasarladığı mekan, çekiş açısı ve eklemeleriyle sanki örgütleri masum gibi gösteriyor. İç savaşta yer alan yerel halkı terörist gibi göstermeye çalışıyor. Bu gazeteciler sürekli gidip geldiklerinden yoklukları pek bir şey ifade etmiyor örgüte. Tabii ki bunlar bu kadını yakalamamızı gerektirecek ana bir sebep değil. Asıl sebebe geliyorum." deyip ekrana başka bir fotoğraf açtı. Fotoğrafta maskeli bir terörist vardı, uzun boyluydu ve gözlük takıyordu onu görmek mümkün değildi ama bu figürü herkes bilirdi.

 

 

"Komutanım bu kırmızı listede yer alan Berzan kod adlı terörist değil mi? İç savaştan faydalanıp örgütün sözde bölge yöneticisi olmuştu."

 

 

"Evet Akıncı. O, tam olarak Berzan ama bir türlü resmine ulaşamadık. Bu fotoğraf başkalarıyla çekindiği ve bir fotoğraf ve ele geçirdiğimiz başka bir teröristten edindik, maalesef boyunun uzun olması ve örgütteki görevleri dışında bir bilgiye sahip değiliz ancak bir ayrıntı daha var. Sarah Hogan da görüyorsunuz fotoğrafta. Bu fotoğraf Suriye-Irak sınır bölgesindeki örgüt kampında çekildi. Yani bu kadın teröristlerle iş tutuyor ve devamı var. Bu kadın kendi gibi birkaç gazeteci ile bölgede terörün lehine olacak şekilde hareket ediyor, haklı da galeyana getiriyor. İşte meseleyi tam da buradan tutacağız, Avrupa'dan büyük bir iş adamından maddi destek aldığını biliyoruz örgütün ancak kim olduğunu bir türlü çözemedik. Bu gazetecilerden bazılarının adı var ancak görüntüsü yok, içlerine bunlardan sızıp Berzan'a, Berzan'dan da o adını bilmediğimiz ama Kolsuz lakaplı büyük finansçıya ulaşacağız." deyip sözü Süleyman'a bıraktı. Her mesleği kullandıkları gibi bu mesleğin de adını kötüye çıkarmaya çalışıyorlardı ancak timdekilerin örgüte adam yerleştirmeleri için bu bir fırsat olabilirdi.

 

 

"İstihbaratı Murat Türker'den aldık, getirdiğiniz hafıza kartından bu bilgiler çıktı. Bölgeye Berzan'ın adamlarıyla intikal etmiş, burada da olaya şahit olunca hemen hafıza kartına bilgileri işlemiş. Ancak kadını takip edememiş, şimdi serbest şekilde dolaşıp araştırma yapmak için vakit kazanmış. O kadını bulun evladım. Bulun ve konuşturun. O kendini hiç göstermeyen gazetecileri öğrenip içeri sızın."

 

 

Sözü tekrar Reşat Yarbay aldı. "Murat sizinle güvenli bölgede buluşacak. Oradan aramaya başlayacaksınız. İstihbaratımız yok ancak Murat'a göre rejimin kuzeydeki taburunun olduğu bölgeden geçerek güneye inmiş olabilir. Eğer öyleyse bölgenin dağlık olmasından o kadar da ilerleyemez mecburen batıya gitmesi gerekir. Eğer ki o bölgede değilse geçeceği yol radikal örgütün hakim olduğu bölgeden geçiyor. Eğer oradan geçtiyse ellerine düşmüş olma ihtimali çok yüksek. İşte siz rejim güçlerinin taburunu ya da radikal örgüt militanlarını aşıp bu kadını ele geçireceksiniz. Büyük görevinizin ilk adımı bu."

 

 

Görev çok zordu ancak Türk askeri için zor diye bir şey yoktu. Türk askeri giderdi, kanını akıtacak olsa bile giderdi emredileni yapar ve aslanlar gibi geri dönerdi.

 

 

"Hemen yola çıkıyorsunuz. Allah'a emanet olun evlatlarım." Süleyman Paşa odadan çıktıktan sonra Mete, Yarbay'ı yakaladı. "Komutanım ablam aradı size ulaşamamış."

 

 

"Eyvah eyvah, yandık desene kıyameti kopartacak yine Feride'm." Mete dudağını ısırıp başını iki yana salladı.

 

 

"Valla küçük Feride bir yana büyük Feride de geliyormuş. Annemler geliyor ben göreve gidiyorum gerisini siz halledersiniz herhalde." Reşat derin bir nefes çekip gözlerini yumdu acıyla. Annesi geldiğinde benim oğlumu neden göreve yolladın benim gidişimi bekleseydin ne olurdu diyecekti ikisi de bundan emindi.

 

 

"Şey mi yapsak, ben göreve gideyim sen kal, orada neyle karşılaşacağım daha çok belli." Mete başını iki yana salladı.

 

 

"Size kolay gelsin komutanım ben gidiyorum timim bekler." diyerek kaçtı tebessüm ederek, ileride bulunan adamlarının yanına gitti.

 

 

"Toplantı odasına gitmeden ailelerimize haber vereydik iyiydi." dedi Enes.

 

 

"Senin ailen Ankara'da yaşamıyor ki oğlum. Çok sık da konuşmuyorsunuz zaten."

 

 

"Abi onu mu diyorum ya? Zeynep'e haber veremedim." Ailem diye sevdiği kızı kastetmişti.

 

 

"O yine bir terörist peşinden koşuyordur. Aklına bile gelmezsin."

 

 

"TEM'den kız bul diye kim dedi oğlum sana?"

 

 

Enes bir iç çekti sonra ona laf eden üçlüye döndü. "Göktürk kendini bildin bileli sapsın devrem, onca kız istiyor da hiçbirine pas vermiyorsun. Ya siz komutanım? Sizin sevgiliniz var da biz mi duymadık? Mete Üsteğmen'im ya sen? Abi sana annen izin vermez bir kere o seçmek ister. Şimdi hanginiz sap değilsiniz de bana akıl veriyorsunuz?" Enes haklıydı ama konuştuğu kişilerden ikisi komutanlarıydı. Sözlerinin farkına varıp ağzındaki görünmez fermuarı çekti.

 

 

"Siçtun sivama Kirimli. Hayde bin şu helikoptere."

 


Helikoptere bindikleri zaman hedeflerinde Enes vardı, üç adam da gözlerini dikmiş ona bakıyordu. "Sap mı dedi bu bize şimdi?" Gözlerini kıstı ona bakarken. "Akıl vermişiz ona bir de öyle söyledi deli."

 

"Hadi ben neyse de komutanlara ayıp lan devrem gerçekten çenenin ayarına sıçayım ben."

 

Kısılan gözler ondan ayrılmıyordu, tedirgince komutanlarına bakan Enes yutkundu. "Sen daha çok yutkunursun."
Azra sırtına iki kez vurdu ve komutanlarına döndü.

 

"Kendisinin sevgilisi var da ne oluyor sanki görüşebiliyor." Tekrar Enes'e döndü. "Dağdan fırsat mı buldular nereden yapsınlar sevgili? Hoş cidden yapan yapıyor ama o da işte ya senin gibi zor görüşüyor ya da Fırat abi gibi takılıyor. Bu işte başarıyı yakalayan Orhan'dır, buldu Meryem'ini bastı nikahı."

 

"He valla bastum nikahi, ozlemek zor oliyur ama insan ona varacağini bilduğunden katlaniyur." Azra gülümsedi ve timin geri kalanına baktı, Elvan Fırat kadar olmasa da farklı farklı erkeklerle takılıyordu. Fırat çorabı sevgili kadar değiştirmiyordu, diğer herkes yalnızdı. Bu bir gerçekti.

 

"Sağ olun ya yalnızlığımızı yüzümüze vurduğunuz için."

 

"Bana katlanabilecek kız bulursam ben de evlenebilirim." dedi Hakan ciddiyetle. "Buz dolabı diyorsunuz ya bana ondan diyorum."

 

"Valla yalnız olmaktansa benim gibi yapmanız daha mantıklı komutanım, biz kadınlarla birbirimizi seviyoruz." Kendi de güldü dediğine, kafası nasıl güzeldi nasıl güzeldi.

 

"Yok başçavuşum kalsın, tek olsun tam olsun olmayacaksa hiç olmasın senin gibi yaşanır mı ya?"

 

"Katılıyorum teğmenime ve arttırıyorum, seveceğimiz biri olmadıktan sonra ilişkinin bir anlamı yok. Uyum da lazım, hobiler falan uymalı, aileler uyuşmalı. Hem ben sevdiğimle poligonda atış yapamayacaksam o ilişki neden var ki?"

 

Azra gülerek komutanına döndü. "Poligonda atış mı? Ya korkuyorsa silahtan." Mete parmağıyla silah işareti yapıp Enes'i nişan aldı ve ateş edip parmağının ucunu üfledi.

 

"Korkmayanını bulurum." dedi, cevabı hoşuna gitse de belli etmedi.

 

"Senin kriterin ne Azra?" Fırat'ın sorusunu cevapsız bırakmak istese de bunu cevaplamak zorunda olduğunu da biliyordu. Çok önemli bir operasyona çıkacaklardı ve konuştukları şey sevgili meselesiydi. Bu da bir kafa dağıtma metoduydu aslında.

 

"Bana değer versin abi." Fazla klişeydi bu ama hiçbir erkek ona değerli davranmadığından bir ilişkiden beklediği en başta buydu. "Bu mu yani?" dedi Hakan sanki kendisi çok mantıklı konuşmuş gibi. "Bana sevdiğini hissettirsin, değer versin yeterli."

 

"Kızım o nasıl cevap ya hiç mi sevmediler seni?" diye tekrar sordu teğmen. Azra başını iki yana salladı başını, bir şey diyemedi, hiç sevmemişlerdi onu. Bu tim bazen onun yaralarını kanatacak şeyler söylüyordu, en büyük yarası yakınındayken bunları yaşamak ona zor geliyordu, kaldırmaya çalışıyordu. Hakan yine bir yaraya el atmış, domino taşlarından birini devirmek üzereydi. Kimse tekrar konuşmadığında normal seyre dönüldü.

 

Bir süreli suskunluğun ardından helikopter gidecekleri yere vardı, Murat'ın gelmesini bekliyorlardı. Biraz bekledikten sonra ise Ayakçı ağaçtan aşağı inip yanlarına geldi.

 

"Bakmayın öyle. Bölücüler geçti saklanmak zorundaydım. Bizde de böyle maalesef, kafalarına sıkmak istesek de saklanmak zorunda kalabiliyoruz görev için."

 

 

"Bir şey demedik kardeşim. Hoş geldin. Nasılsın?"

 

 

"İyi be üsteğmenim, ne olsun? Aynı işte koşuşturmaca. Arada siz geliyorsunuz da insan yüzü görüyorum. Malum etrafımda yüzlerce terörist var insandan saymıyorum onları."

 

 

"Zor sizin iş cidden. Ne aile görebiliyorsunuz ne sevdiğinizi. Allah yardımcınız olsun." Hakan'ın sözlerine gülümsedi genç adam ve omzunu sıvazladı.

 

 

"Aile zor evet ama genelde sevdiklerimiz olmuyor. Evlenmemiz yasak ancak geri görevde olabilir. Kendimize acı çektirmemek için de âşık olmuyoruz, tabi başarabilirsek."

 

 

Vatan için aileden, sevdadan vazgeçmek her yiğidin harcı değildi. İstihbaratçılar da bunu başarıyorlardı. Her şeyden geçiyorlardı. Önemli tek şey vatandı ve vatanın menfaatiydi. Birilerinin yaşaması için birilerinin fedakarlık etmesi gerekiyordu.

 

 

"Sarah'a nasıl ulaşacağız, bölgede muhbirimiz var mı?" Fırat söze dahil oldu ve komutanına baktı. "Muhbirimiz değil de istihbaratçımız var. Ben biliyorum ne yapacağımı." Mete Göktürk'ten uydu telefonunu aldı. Bir numarayı tuşladı ve dört kez çalmanın ardından kapadı. "Ee ne oldu şimdi?"

 

 

"Bekle Azra, telefon gelecek şimdi."

 

 

Telefon çalar çalmaz kulağına götürdü. "Müsait misin? Nasılsın? Sana işim düştü. Sarah Hogan adlı bir gazeteci. O bölgede geçti mi? Evet sizin taburdan."

 

 

Tim dikkatlice ona bakıyordu, rejim askerlerinin içine sızmış bir istihbaratçı mı vardı? Hem de bir taburda görevliydi, bu çok şaşırtıcıydı. "Bekliyorum acele et."

 

 

"Nooldi şimdi komutanum?" Murat gülmeye başlayınca Mete de güldü. "Üsteğmenim sen söyle sana düşer."

 

 

"Peki madem, Sancak Timi dinle beni. Eğer ki Sarah oradaysa istihbaratçımızın güvenliğini almamız lazım."

 

 

Sözüne devam etmeden çalan telefonu açtı. "Tamam. Haber bekle benden." deyip time döndü. "Üsteğmen Fatih Akıncı. Askeri istihbarat. Erkek kardeşim."

 

 

Tim şaşkınca önce birbirine sonra Mete’ye baktı. "Abi senin istihbaratçı kardeşim mi vardı?"

 

 

"Devrem dur bir sorun o mu? Abi senin kardeşin mi vardı Feride abladan başka."

 

 

"Lan bir durun bir darlamayın komutanı. Ihım. Komutanım istihbaratçı mı gerçekten? Nasıl sızmış ya? Taburdaki görevi ne?" Hakan da meraklandı diğerleri gibi.

 

 

"Sakin olun ne meraklı çıktınız he. Evet tam da dediğiniz gibi. Kendisi benim erkek kardeşim. İstihbaratçı, rejim ordusunda astsubay rütbesinde. Sarah oradaymış, taburu geçmiş. Dağlara varana kadar gidecek, yani bizim onu ele geçirmemiz lazım, o taburu aşmamız lazım."

 

 

"Gidip indirelim hepsini komutanım ağızlarına sıçalım, gebertelim."

 

 

"Sayaç az mantıklı ol dokuz kişi bin kişiye mi dalacağız? Tank, top mu var altımızda oğlum? SİHA desteği mi var üstte? Hem ben sizi sokaktan toplamadım. Canınız bana emanet, sizi ateşe atamam, bekleyin şimdi."

 

 

Uydu telefonunu tekrar tuşladı ve karargaha bağlandı. Bir süre konuştuktan sonra timin yanına geldi, bu defa da timin yanında telefon açtı.

 

 

"Kardeşim, orayı patlat ve herkesi yok et."

 


♟️

 

Evet yeni bölümün sonuna geldik, nedense çabucak ileri bölümlere geçmek istiyorum stoktakiler çok güzeller, beğeneceğinize beraber gülüp ağlayacağınıza o kadar eminim ki. Beğeni ve yorumu unutmayalım, yorumlar beni motive ediyor özellikle ricam bir yorum bile olsa bırakmanız❤️

 

Bir oturuşta 9 lahmacun gömen biricik aşkım Azra'm beni de yeseydin o nasıl bir mide ya?

 

Üsteğmenim sen farklı bir dünyasın, asker teselli etme desen var, yarışma desen var, abilik desen var, komutanlık desen var. Sen yorulmuşsundur şimdi iki dk nikah masama otur da dinlen.⚡️

 

Bebeğe ciddi ciddi satranç öğretmeye çalışan Hakan Teğmen sana da selam olsun ruh hastası jskfnxj

 

Enes ve Göktürk siz çok fenasınız ya biriniz değil ikiniz de mi bu kadar mal olabilirsiniz çok gülüyorum yazarken shshdhd

 

Orhan ya seni de çok seviyorum, Meryem aşkına gurbane gurbane

 

Bölüm yorumunuzu na buraya bırakabilirsiniz. Haftaya görüşmek üzere hoşça kalın🥰😘

Loading...
0%