Yeni Üyelik
89.
Bölüm

41. "Üç Kurşun Yedi Yara"

@rubamsalepe

♟️Mete Akıncı♟️

Yine dağın başındaydık, yine sınırımızın ötesinde bize tehdit olan teröristlerin peşindeydik. Zaman geçiyordu ama bazı şeylerin değişmesini umsak da değişmiyordu. Terör yakamızı bırakmıyor, canımızı yakmaya devam ediyordu. Eskiden farkıysa şimdi onların canı daha çok yanıyordu, başlarını girdikleri inden çıkaramıyorlardı. Şu saatten sonra onların nefes alması bile lükstü, hepsinin başını bir bir ezecektik.

Bizden aldıkları vardı, ailemizi, ruhumuzu, bedenimizi almışlardı. Sevdiğim kadın sırtında sayısız kemer izi ve bir kurşun yarasıyla yaşamak zorundaydı. Benim vücudumdaki kurşun izi bile onunkilerin yanında hiçbir şeydi.

Elvan Astsubay'ı yaralayıp geri göreve alınmasına sebepolmuşlardı, Hakan'ın kardeşi Çağrı'yı şehit etmişlerdi, Orhan'ı almışlardı bizden şimdi de kardeşim dediğim iki adamın sevdiklerini.

Biri son nefesini vermişti diğeriyse hastanede ameliyattaydı. Ben her ikisinin de yüzüne baktım, hiçbir şey diyemedim. Kardeşimi toparlayamazdım, şimdi olmazdı.

Göktürk bunu öğrenirse ben mermilerin önünde durma diyemezdim ona, desem de beni dinlemezdi. Göktürk sevdiğini iyileştirmeye yemin etmişken onu kaybetmişti. Zeynep de yaralıydı ama ben her ikisinin yüzüne bakıp sadece susabiliyordum, konuşamazdım.

İçim acıdı, o kızı ilk gördüğümde de öyle olmuştu şimdi daha da kötü hissediyordum. Göktürk seviyor diye değildi, o kızı gördüğüm içindi. Timimize bir ateş düşmüştü ama hepsi habersizce benim düşen yüzüme bakıyordu ne olduğunu anlamak için.

Zeynep hastanede mücadele ediyor Enes, senin ömrünü geçirmek istediğin kadının vücuduna bıçak saplandı diyemedim.

Hazan şehit oldu, göğsüne iki kurşun saplandı, onu koruyamadık, sizin kavuşmanız ahirete kaldı da diyemedim.

Canımızı almışlardı, bizi mahvetmişlerdi ama timimin bundan haberi olmaması lazımdı, bana düşen yine susmak olmuştu. En zoru buydu, içim içimi yiyorken o aslanlar için dik durmak zorunda olmak. Yine dik duracaktım, susup kendi içimde mücadele edecek, tuttukça tutacaktım kendimi. Nerede nasıl patlarım bu birikmişliklerimi bilmiyorum ama ben kendimi bugün tutacağım.

"Mete iyi misin?"

Göktürk'e telefonu uzatıp geri çekildim. Sert tavrımı takınmaya çalışsam da pek başarılı olamamış olacağım ki bana bu soruyu sormuştu Fatih.

"İyiyim." İleriyi gösterdim. "Peşlerinden gidip işi bitiriyoruz yiğitlerim, demir dağı erittiğimiz gibi bu vadiden de çıktık şimdi düşmanın tepesine binme vakti."

Dediklerim onları ateşliyordu ama bana etki etmiyordu. İçimdeki hüznü dışa vuramıyordum ve bu durum daha da katlanılamaz hale geliyordu ama o anlıyordu bunu.

Sormadı bana ama gözlerime öyle bir baktı ki bir şeylerin ters gittiğini anladı. Az önce kollarıma sarılıp dayanamadığını söyleyen, travmaları tetiklenip ağlayan karım şimdi gözlerimin içine bakıp hiç konuşmadan bana iyi olacağımızı söylüyordu.

5 sene onu beklettiğim için pişmanlık duyuyordum, gözlerime bakıp beni teselli edebilen bir kadına bunca acıyı yaşattığım, kendime de acı çektirdiğim için kızıyordum ama şimdi yanımdaydı ve gözleri gözlerimde beni teselli ediyordu.

Parmaklarımla işaretler verdim, timi dağınık nizam yerleştirecektim, çok yönlü saldırımız olacaktı. Önümüzdeki dereyi aştığımızda yangın dere sınırına ulaşmış öteye gitmeyeceği de anlaşılmıştı, insana zarar verdikleri gibi doğaya da zarar veriyorlardı. Bugün oradaki Berzan da dahil olmak üzere herkes ölmeliydi. Alınacak çok intikamımız vardı.

"Göktürk sen benimle gel, şurada konuşlanacağız."

Azra'nın dediği yer benim duracağım yerden uzak daha hakim bir bölgedeydi. Herkes yerlerini aldı, teröristler gizlene gizlene uzaklaşıyordu.

"Demir Leydi, ilk atış sende."

Namlusunun ucundaki kişinin artık yaşama ihtimali yoktu, karım attığını vururdu ve eli asla titremezdi. En zor en kötü anında bile titrememişti, Orhan'ın ipini de benim ipimi vurduğu gibi vurmuştu.

"Anlaşıldı," demesinden birkaç saniye geçtikten sonra Bora-12'nin sesi yankılandı etrafta. Hemen gizlenip siper alarak ateş etmeye başladılar, çok geçti artık atış üstünlüğü bizdeydi.

"Bir," diyerek saymaya başladı Göktürk, ateş etmeye başlamış bir leşi de yere sermişti. Sevdiği kadına yapılanların intikamını almak için hırsla atış yapıyordu ama bilmiyordu, alınacak bir tek canı kalmış olan kadının canını da almışlardı.

"Amına koyayım böyle işin," dedim daha fazla kendimi tutamayarak, görevde olmasaydık gözlerim dolardı belki de dayanamaz ağlardım. Onlar tarafından işkenceye uğramış biriydim ama böyle durabilmek bana en büyük işkenceydi.

Azra bir kere daha ateş etti, biri daha inmişti. Sadece ikisi bu grubun hepsini dağıtabilecek potansiyeldelerdi. Bir de Fatih...

Yanımda duruyordu çünkü ne yapacağını kestiremiyordum kardeşim olduğu halde. Orhan yerini ona miras bırakmıştı, o beni dinliyordu en azından ikna edebiliyordu, Fatih'te ise hiçbiri yoktu.

Dürbünümle hedefime aldığım teröriste bir mermi de ben sıktım, her mermi kaybettiğimiz her canın intikamı niteliğini taşıyordu. Yetmezdi, dünyada ne kadar hain kalleş varsa toplayıp gebertsek yine de yetmezdi.

Fatih söylene söylene ateş ediyordu, Enes'in gerginliği yüzünden okunuyordu her an Göktürk'ü tutmak için tetikteydi. Fırat Hazan'ın halini gördükten sonra adam akıllı kendine gelememişti zaten o da gergindi.

Hakan daha kendi intikamını alamamıştı, içi yanıyordu hâlâ. Şebnem Volkan yüzünden mahvolmuştu. Göktürk sevdiğinin intikamını istiyor, Azra Berzan'ın nefreti ve travmalarıyla ayakta durmaya çalışıyordu.

Ben de hepsini ayakta tutmaya çalışıyordum ama iyi değildim. Komutanlığın yükünü, omuzlarımdaki üç yıldızın ağırlığını çok iyi hissediyordum.

"İki."

Mevkii değiştirmesi gerekiyordu Göktürk'ün, bana daha yakın olan tarafa gelirken az önceki çatışmada yaralanıp kaçarken dayanamayan bir teröristi fark etti.

"Burada bir leş var."

Ölmüştü, bulunduğu yer hakim bir yerdi ve devam etti atışa. Sonra telsiz sesini işittim, o ateş seslerine rağmen çok net duyuluyordu, en azından ben duyuyordum. O sesi elli kilometre uzakta olsam yine duyardım ben.

"Asker," dedi Berzan, canı oyun mu istiyordu yine? Çok mu sıkılmıştı? Göktürk iznimi beklemeden telsizi eline aldı ve açtı zaten ben de cevap vermesini isterdim.

"Ne var lan orospu çocuğu?"

"Hiç kibar değilsin, Eliza'ya benzeseydin ya biraz." Durdu konuşma, Göktürk bir el daha ateş etti.

"Üç."

"Affedersin ben senin o kadını helikoptere kadar kucağında taşıdığını unutmuşum. Uzaktan izledim, etkilendin mi ondan yoksa acıdığına mı yaptın?" Kötü yerden girmişti, öfkesine yenilebilirdi ve onu tutmam lazımdı.

"Sayaç telsizi kapa!" Dinlemedi beni.

"Dört! Kapamayacağım, ne diyor bu it abi?"

Umarım söylemezdi, Hazan hakkında konuşmayı durdurmalıydı yoksa dönüşü olmayan yola girerdik. Ona doğru hareket etmeye çalıştığımda etrafıma yağan mermiler bana izin vermedi, koşsam biri isabet ederdi, beklesem kardeşim durmazdı.

"Göktürk kapa şu telsizi dedim!"

"Abi olmaz, Hazan'dan bahsediyor nasıl kapatırım?"

Hazan yaşamıyordu artık ve bunu bilmesi şimdi her planı alt üst ederdi, Göktürk de dahil herkes yıkılırdı ve ben timimi bir daha toparlayamazdım.

"Onun tadına ilk ben baktım biliyor musun? Sen hiç bakabildin mi? Alıp götürdün sonuçta bir de yanında durmaya devam etmişsin."

Sınırları zorluyordu, hastanelere adam yerleştirip Hazan'ı takibe almışlar bu bilgileri de buradan edinmişlerdi demek ki, en sonunda da peşlerine düşüp onu şehit etmişlerdi yoksa bu kadarını biliyor olamazdı.

"Seni gebertirim Berzan, yemin ediyorum acılar içinde yalvarırsın." Bir el daha ateş etti. "Beş!"

"Astsubay Çavuş Göktürk Bilir kapa dedim! Seni yıkmaya çalışıyor görmüyor musun oğlum?"

Bir yandan ateş edip bir yandan timimle ilgileniyor aynı zamanda da Göktürk'le uğraşıyordum. Bu haberi öğrenmemeliydi.

"Piç, orospu çocuğu!"

Metrelerce öteden karımın küfrünü işittim, şimdi onun cesedinin başında bitti artık demek vardı, ona destek olamamak acılarını silememek beni mahvediyordu.

"Abi Hazan diyor!"

"Siz yakışırdınız ama işte..."

Söyleyecekti, ben kardeşimi tutamayacaktım. Bir kez daha çıkmayı denedim, mermi yanımdan geçtiğinde geri geldim.

"Altı!"

"Ölmeseydi yakışırdınız."

Bir odanın içine hapsoldum o anda, tüm ışıklar söndü, ruhum da oda gibi karardı, kardeşimi o anda kaybettim. Yüzündeki acı ifade ve kabullenemeyişi atlatamayacaktım uzun süre.

"Yalan," dedi acıyla. "Zeynep koruyor onu yalan, piç herif yalan her sözün!" Birkaç el daha ateş etti ama hiçbiri isabet etmediğinden saymadı.

"Yanındaki kızdan bahsediyorsan o da bıçaklandı ama ölmedi."

Enes'e çevirdim başımı, elleri titremesin diye zorluyordu kendini. Rengi hemen değişmişti aynı devresi gibi. Bana baktı ikisi de. Aldığım kötü haberin bu olduğu bakışlarımdaki hüzünden belliydi zaten.

"Abi ne diyor bu it? Biliyor muydun?" Biliyordum diyemedim. Sustum. Zeynep yaralandı Hazan da şehit oldu diyemedim.

"Hazan öldü, şimdi otur da kendi hâline ağla."

Göktürk tüfeğini sıkıca kavradı, kızarmıştı, gözlerinden yaşlar çıkmıştı ve bu ben başımı öne eğdiğimde sorusunun cevabını almıştı. Timime bakamadım bile, tek odağım Göktürk'tü, Enes kendine hakim olabilirdi ama Göktürk fazla tez canlıydı.

"Sakin ol Sayaç, sakin ol kardeşim."

"Abi öldü diyor, abi şehit mi oldu Hazan? Daha ben dönecektim ona, bekliyordu beni."

"İki kurşun girdi göğsüne." Birkaç el ateş etti yine tutmamıştı. "Geberttik onu, sizin timden gidenin yanına yolladık sıkılmaz artık."

"Sus artık piç sus."

Daha çok ateş etti, hiç birini isabet ettiremedi çünkü dikkati öylesine dağılmıştı ki rastgele ateş ediyordu.

"Ölmeyi hak etti, bir Türk'e gitti o. Bize hizmet etmek için vardı!"

Göktürk bu defa dayanamadı ve mevziinden çıktı. Gitmemesi için seslendim ona, işitmedi hiçbir sözümü. Koruma ateşi istedim timden ama öyle açıktaydı ki onu oradan çekip almak için çok geçti.

"Yedi!" dediğini duydum ilk defa, Göktürk'ün uğursuz rakamı 7'ydi ve ben ilk defa ondan duyuyordum. Bu ilkin son olacağını ben de bilemezdim.

Üç merminin göğsünü delip geçeceğini, akan al kanının o toprağı sulayacağını da bilemezdim. Üç mermi onu geriye doğru sürüklemiş sırtını yere çalmıştı. Sevdiğinin öldüğünü öğrenince ölüme koşmuştu ve ben hiçbir şey yapamamıştım.

Birkaç saniyelik o boşlukta Berzan ve teröristler kaçarken biz öylece kala kalmıştık. Önce Enes koştu yanına.

"Devrem!" Zaten kötüydü şimdi daha beter hale gelmişti. "Şşş sıyırmış geçmiş kardeşim, hiçbir şey olmayacak."

Yakasındaki fuları yarasına bastırınca Göktürk acıyla inledi. Etrafın güvenliğini almak zorundaydık, hiçbirimiz kıpırdayamıyorduk yerimizden. Koşmak onlara sarılmak istedim yapamadım, ayaklarım da yere çivilenmişti, ben bu yaşadığımızı kabul edememiştim.

"Enes..."

Derin derin nefes aldı, Şebnem hemen başına gitti müdahale etmeye ancak elinden bir şey gelmeyeceğini geri çekilip yanıma geldiğinde anladım. Kardeşimin başına gidebilmem için yapmıştı bunu. Kıpırdayamıyordu ki ayaklarım.

"Hiç olmazsa ayrılmamış olacağız."

Enes kardeşini kucağına alıp daha çok gözyaşı akıttı. O anda hissettim yanaklarımdaki ıslaklığı, güçlü durmam gereken en zor andaydım, kardeşim gidiyordu ve ben ona mani olamamıştım.

"Sus sus ne olur. Bak ne derdik hep, bize orada da ayrılmak yok. Yaşayacaksın başıma bela olacaksın yine. Duydun mu beni? Devrem bana bu acıyı yaşatma Allah aşkına."

Son bir kuvvet kalktım yerimden, tüfeğimi sarılarak yanlarına gittim tam da başucunda dizlerimin bağı çözüldü.

"Devrem," dedi güçlükle. "Çenen çıkmasın, yalan söyledim."

Son nefesini verirken bile gülüyordu yüzü, az önceki acısı geçmişti. Onun yanına gideceğini anladığı anda her şey silinmişti aklından ve gülümsüyordu her zaman yaptığı gibi ama biraz farklıydı şimdi, Göktürk normalde hepimizi güldürür moralimizi yerine getirirdi şimdi sadece o gülüyordu ve hepimiz ağlıyorduk.

"Aslanım benim." Elini tuttum sıkıca. "Kalkacaksın ayağa. Hemen haber vereceğiz helikopter..." Haber verecek kişi oydu, uyduyu taşıyan oydu.

"Göktürk uydu," dedi biraz daha sızlanarak, yüzünden acısı belli oluyordu ama gülümsüyordu bir yandan da. Öyle güzeldi ki yüzü, toprak kabul eder miydi gencecik bir yiğidi?

Ağladım, bağırıp çağırmak istedim, sağı solu kırmak istedim ama sorumlu olduğum tim vardı, sustum yine sadece ağladım. Benim kardeşim son nefesini veriyordu ben sinir krizi bile geçiremiyordum.

"Göktürk o uyduyu da GPS'yi de vereceksin bize duydun mu beni? Ne yaparız lan biz sensiz? Öyle kolay mı gitmek?"

"Âşık oldum," dedi, nefes alış verişi öyle berbattı ki içten içe bittiğini fark etmeye başladım, her şey benim için çok daha ağırdı. "Gitti abi." Tuttuğum eliyle son bir kuvvet elimi sıkmaya çalıştı, gücü bitmişti. "Yanına gideceğim."

Bazı kavuşmalar ahirete kalırdı, onların vuslatının bu kadar çabuk olacağını bilmezdim. Sussun istedim, söylememeliydi bunları, daha yaşayacaktı, Hazan'ı ikna edip evlenecekti. Düğününde zeybek oynayıp herkese hava atacaktık. Gidip Enes'e dalaşacak Zeynep'le evlenmemesini söyleyecekti. Ona koşu cezası verdiğimde Enes'e çenen çıksın diye kızacaktı.

Mümkün değil miydi bunlar şimdi? Ben Göktürk'ü koğuş kalk diye uyandıramayacak mıydım? Uydu telefonu için başkasına mı seslenecektim?

Ben kardeşim olmadan nasıl nefes alacaktım ki? Yüzümü güldüren oydu, enerjimi yerine getiriyordu, benden küçüktü ama bana çok şey öğretiyordu. Şimdiyse bu öğretme işini çok abartmıştı, ben bunu öğrenmek istemiyordum.

Ölümü öğrenmek çok ağırdı, Azra Orhan şehit düştüğünde dağıtmıştı ben şimdi bunu bile yapamıyordum. Ellerim titredi ama diğerlerinden gizlemeye çalıştım, nefes alamıyordum ama herkes aldığımı sanıyordu.

"Vatan sağ olsun," dedi ağlayarak, en büyük aşkı vatanıydı, Azerbaycan Savaşı'nı televizyonda izlerken ağlayan neden yardım etmiyoruz diyecek kadar vatanperver ve duygusal bir adamdı, adı gibi Türk'tü Göktürk ve milletine âşıktı. "Türkiye'm var olsun." Öyle zor söyledi ki bu sözleri, son nefesini bu temenniyle vereceğini düşündüm.

"Var olsun Göktürk, var olsun devrem ama sen de var ol olur mu?"

"Üzülmeyin sakın."

Öyle acı çekiyordu ki bununla baş edememeye başladı, gözlerimin önünde can çekişiyordu ve elimden hiçbir şey gelmiyordu.

Gitme be oğlum, nasıl dayanırız biz bu acıya? Ben daha o iki kızın acısını kabullenememişken senin acınla nasıl başa çıkarım ki? İnsan kardeşinin acısıyla nasıl yaşar Göktürk, insan sensizliğe nasıl alışır ki?

Yüzüne diyemedim, haykıramadım, sustum, sustuk. Ağladım, ağladık. Enes kardeşimi sımsıkı sarmıştı.

"Bundan sonra..." Son bir kuvvetle konuştu. "Tüm cezalar sana yazar devrem." Elimi bıraktı, gözünü yumdu. Göktürk benim asi kardeşim... O da şehit olmuştu.

Hazan da Göktürk de göğüslerinden yedikleri kurşunlarla şehit olmuşlardı, ikisinin de yaşamı çok zor olmuştu ve kader onları bir araya getirmişti. Zorluklarla mücadele edip aynı şekilde gitmişlerdi bu dünyadan.

"Yok gitme devrem. Hayır. 50 turu beraber koşacağız seninle, öyle gidemezsin beni bırakıp." Başını göğsüne doğru çekip yaşlı gözlerini bana çevirdi. "Abi kabustayız de Allah aşkına dayanamam bak. Zeynep, Hazan, Göktürk... Kardeşim gitmedi benim, o herif de yalan söyledi kardeşim de ölmedi."

"Ölmedi aslanım," dedim son bir kuvvet kendimi toparlayarak gözyaşımı silip ayağa kalkmaya çalıştım, bir elin bana uzanmasıyla başardım bunu. Bir diğer kardeşim Fatih yapmıştı, o da berbat haldeydi az da olsa beraber yaşamışlardı. "Şehitler ölmez." Ayette bile geçiyordu bu, ölmezdi biz öldü diyorduk ama onlar ölü değillerdi.

"Abi kalksın ne olur. Şebnem Astsubay baksın, ne olur bakın komutanım ne olur? Kardeşim o benim, can yoldaşım, devrem, badim, ailem. Yaşıyordur ölmemiştir o beni sinir etmek için yapıyordur eminim."

Bunun olmasını o kadar isterdim ki, onun yerine yerde kanlar içinde yatan ben olmalıydım. 7 rakamını söylememeliydi, ben onun için savaşmalıydım, durdurabilmeliydim onu. Bir şey diyemedim Enes'e, kardeşini koruyamadım diyemedim. Orhan için de kahrolmuştum ama bu defa kontrolü kaybettiğimi hissediyordum, timinden ikinci şehidi vermiştim, yaşadığımız üçüncü ayrılıktı ve belki de benim için en acı olanı.

Bir an sarıldığımı hissettim, ayaklarım yere basıyor muydu emin değilim. Kollarımın arasında bedenini benimkine saran kadın olmasa belki de düşerdim. Mahvolduğumu herkes biliyordu ama yıkıldığımı ve düşmek üzere olduğumu bir tek o görmüştü ve gelip bana destek olmuştu. Görünüm olarak benden beter haldeydi ama ruhen ben daha kötüydüm, sadece çabalıyordum.

Ellerimi sırtına sarıp acımı paylaştım Azra'yla, yüzlerce hatta binlerce kişiyle paylaşsam bile etki etmeyecekti biliyorum, ben kardeşimi kaybetmiştim az önce, elimde taze kanı vardı ve son nefesini yanımda vermişti.

"Bana bak, gözlerime bak." Bedenini benimkinden ayırınca söylemişti bunu. Başımı ellerinin arasına alıp ona bakmamı sağladı. "Sen tim komutanısın, düşme."

O da çok kötü haldeydi ama artık ben değil biz olmuştuk, kendinden önce beni düşünmüştü, timi düşünmüştü. Ben de kendimden önce timimi düşünmek zorundaydım. Konuşamadım, başımı ağır ağır salladım.

İçimdeki yangını söndürebilmemin yolu olmasa da bastırdım her zaman yaptığım gibi. Yere çöküp Göktürk'ün miğferini çıkarttım, böyle daha güzel görecektim onu. Saçlarının arasına elimi daldırdım, onunla uğraşmayı çok seviyordum o da bunu hiç söylemese de saçlarının sevilmesini seviyordu. Ben de beraber yaşadığımız zamanlar tepesine çöküp uğraşırdım onunla. Kendi gibi saçları da güzeldi.

Tertemizdi benim kardeşim, ruhu yüzünden daha güzeldi. Alnından öptüm şehidimin, alnımı onunkine yaslayıp ağlamaya başladım. Sadece birkaç saniyeliğine bunu yapmak zorundaydım. Kan kokuyordu benim kardeşim, parfümlerimi çalıp hepsini bitirmesine bile izin verirdim yeter ki kan kokmasın.

Biraz doğrulup yüzüne baktım, gülümseyerek gitmişti. Acıyla onlara doğru koşup vurulduğunda mutlu olmuştu, kardeşim sevdiğinin yanına gideceği için mutlu ölmüştü. Hayır ölmemişti, şehit olmuştu benim askerim.

"Yiğidim benim, aslanım." Ellerim titriyordu yine, saklamaya çalıştım. "Sen gittin ya şimdi gök girsin kızıl çıksın Göktürk, gök girsin kızıl çıksın."

Önce gözüm mahvolmuş Enes'e döndü, sevdiği hastanedeydi ve kardeşinin cansız bedeni kolları arasındaydı. Şoktaydı, sadece akan gözyaşları vardı, tepki veremiyordu. Göktürk'ün cebinden uydu telefonunu aldıktan sonra Enes'in omzuna dokunup ayağa kalktım.

Gözüme bu defa Fatih takıldı, Göktürk'ün yeni ev arkadaşıydı ve iyi anlaştıklarını biliyordum. Dik durmaya çalışıyordu benim gibi ama ben onu gözlerinden tanıyorum şimdi kimse olmasa burada ortalığı yıkar sesinden içinde bulunduğumuz tüm dağ tepe yıkılırdı. Susuyordu şimdi, mecburiyetten susuyordu.

Azra beni teselli ettikten sonra bir kayaya yaslanmış Bora'sına sarılıp ağlamaya başlamıştı. Kardeşlerimi kardeşi bellemişti ve o da berbat haldeydi. Gidip teselli edemedim, Demir Leydi'ye de karıma da teselli veremiyordum.

Şebnem'e baktım, Volkan yüzünden zaten çok kötüydü şimdiyse dağılmıştı. Ağlama sesi bana kadar geliyordu, elinden bir şey gelmemişti, müdahale edecek bir yanı kalmamıştı Sayaç'ın. Hüngür hüngür ağlarken elindeki tüfekle çevre güvenliğini sağlıyordu kendince, görüyor muydu baktığı yeri orası şüpheliydi.

Hakan bir teğmendi, Fatih'le benden sonraki en yetkili kişiydi ama o buz dolabı dedikleri adamın içindeki yangını öyle net görüyordum ki bir şey emretsem beni duymayacaktı bile.

Ya Fırat, aramızda en büyük olan, 38 yaşındaki Astsubay Başçavuş Fırat Dörtyol... Kimsenin gözünün içine bile bakamıyordu. Tepelere odaklanmıştı sadece, bir saldırı olursa güvenliği sağlayabilirdi ama aklı orada mıydı hayır, aklı yerde yatan şehidimdeydi.

Hepimiz yıkılmıştık, benim timimden bir kişi son nefesini vermişti ama hepsi birden ölmüştü. Ben onları nasıl toparlayabilirim bilmiyorum, onları nasıl kendine getiririm bilmiyorum. Ben nasıl kendime geleceğim onu da bilmiyorum.

Elimdeki uydu telefonuna baktım, bana tuşlanıp verilen o telefon artık kardeşim tarafından verilmeyecekti. Ben daha Orhan'ın yokluğuna alışamamışken bir de Göktürk'ü kaybetmiştim.

Karargahı tuşlayıp telefonu kulağıma götürdüm, gözyaşlarımı sildim önce sonra da sesimi düzelttim, en azından ben öyle olduğunu umuyorum.

"Yüzbaşı Mete Akıncı, vereceğimiz koordinata acil helikopter istiyoruz komutanım."

Enes işitmedi sözümü, GPS cihazını onun yeleğinden çıkarıp koordinatları giren Fatih olmuştu. En azından bazı şeyleri akıl edebiliyorduk, timimi buradan bir kere daha kayıp vermeden çıkartmam gerekiyordu.

"Anlaşıldı yüzbaşım, teröristler etkisiz hâle getirildi mi?"

"Olumsuz komutanım, çekildiler."

"Peşlerinden gidip tepelerine binin yüzbaşım."

"Komutanım..." Bilmiyordu bilseydi bunu sonraya saklardı, hepimiz dağılmışken şehidimiz yanımızdayken intikam için bile bu kadar çabuk hareket edemezdik. "Şehidimiz var."

Bir sessizlik oldu, Reşat eniştem sustu, ben sustum. Konuşmamı bekledi, kim diye soramazdı her kimi söylersem söyleyeyim yıkılacaktı.

"Astsubay Çavuş Göktürk Bilir şehit oldu. Sayaç'ı kaybettik."

Sesim bunu bu kadar nasıl soğuk söyleyebildi bilmiyorum, ben bile şaşırdım kendime. Ben bağırıp çağırmak istiyordum sadece.

"Anlaşıldı, helikopter birazdan orada olacak."

Bir şeyler söylemem lazımdı timime ama ne benim söylemeye ne de onların duymaya hali vardı.

"Sancak Timi karşımda toplan!" Beni hiç ikiletmeyen timim sözlerimi işitmemişti bile. "Sancak karşımda toplan!"

İkincide işittiklerinde karşımda dizildi hepsi, altı kişilerdi, kardeşim yerde yatıyordu. Enes onu yere bırakınca göğsünden çıkardığı kanlı bayrağı üzerine örttü, göğsünde bayrakla dolanırdı hep, o kan kırmızısı bayrak şimdi şehidimin kanına bulanmıştı.

"Vatan sağ olsun," dedi güçlükle, vatan da askerlerim de sağ olmalıydı, biz buna alışmamalıydık. "Vatan sağ olsun," diye tekrarladı diğerleri.

"Sanmayın ki bitti, asla bitmeyecek. Kardeşimize kıyanlar yarın bize de kıymak isteyecekler. Savaşacağız. Çağrı için, Orhan için, Hazan ve bebeği için, Göktürk için savaşacağız. Biz savaşmazsak daha çok ölürüz."

Bu kadar kelimeyi nasıl bir araya getirebildim ben de bilmiyorum, dediklerimi ben bile dinlemezken onların dinlemesini bekliyordum. Dağılmışlardı ve biraz olsun toparlanmaları lazımdı.

"İntikamımızı alacağız."

Gözlerim önce Enes'i sonra Azra'yı buldu. Daha karımın intikamını alamamıştım ben ama şimdi diğerlerinin intikamını da almam gerekiyordu.

"Kurdun dişine yine kan değdi!"

Elvan'ı vurmuşlar ve geri göreve alınmasına sebep olmuşlardı. Karımı vurup işkence etmişlerdi ve ben her gün o izleri seyredip engel olamadım diye kendime küfrediyordum. Orhan'ı ve Göktürk'ü şehit etmişlerdi ve suç bendeydi, nefes almıyorlarsa sorumlusu tim komutanı olan kişideydi. Sorun Yüzbaşı Mete Akıncı'ydı, sorun bendim.

Verdiğim aptalca kararlar sebep oluyordu bunlara. Timi gruplara ayırdığımda Orhan, koşup peşinden gidemediğimde de Göktürk şehit olmuştu. Onların kanına girmiştim ve bu hayatı güle oynaya yaşıyordum.

"O intikam alınacak, yemin ederim o Berzan bize yaptıklarının bedelini ödeyecek."

Acı çeke çeke mi yoksa pat diye mi ölür bilmiyorum ama o herif ölecek ve ben öldüreceğim onu, Azra'ya da bırakmayacağım.

Sustular, kiminin ağlaması durmuştu, kimi boş bakıyordu ama kimse konuşamadı. En dik durur dediklerim yıkılmış, yıkılır dediklerim sik durmaya çalışmıştı.

Helikopterin sesi duyuluyordu, 8 kişi geldiğimiz bu yerden 7 kişi ayrılıyorduk birimiz şehitti. Helikopter iniş yapınca kardeşime gittim, onu ben taşıyacaktım. Kanlı bayrağı Enes'in eline verdim, geçici süre onda duracaktı.

Kucağıma alıp helikoptere taşıdım onu. Ne kadar da ağırlaşmıştı, halbuki aramızda en zayıf en kısa oydu. Askerimi yatırdım yere, Enes'ten aldığım bayrağı da yeniden üzerine örttüm. O bir ceset torbasına yakışmazdı, o bir bayrağın altında yatmaya yakışırdı.

Ankara'ya ne zaman indik ben de hatırlamıyorum, Azra başını omzuma yaslamıştı ben de dik durma taklidi yaparken kenara yaslanmıştım. Uyuya mı kaldım yoksa baygınlık mı geçirdim bilemiyorum, kötü hissediyorum ve nefes alıyor olmama rağmen ben nefes alamıyorum.

Göktürk'ü bu defa Enes taşıdı, yanımıza gelen askerler onu almak istediler Enes vermedi. Götürebildiği kadar götürdü sonra bacaklarında derman kesildi.

Orhan'ın koluna sarılıp ağlayan Azra'nın sesini hiçbir ses bastıramaz sanırdım, Enes dizlerinin üzerine düşüp kardeşi için öyle içi yanık bağırdı ki, sanki yeni idrak ediyordu, sanki az önce şehit olmuş gibi davranıyordu.

Normalde ailelere ziyarete giderdik ve o evlerin kapılarında ambulans olurdu, burada bizi alacak bir ambulans yoktu. Göktürk'ün ailesi de kendi gibi şehit edilmişti, onun ailesi biz olmuştuk ama bizim için ambulans yoktu. Biz de sinir krizi geçiriyorduk ana diğerleri etkilenmesin diye susmak zorundaydık.

Enes dayanamadı, Enes susmaya haykıramamaya dayanamadı ve yapmak istediğimi yapıp bağırabildiği kadar bağırdı.

"Devrem!"

Bu kelime bu kadar acı verebilir miydi? Onların atışmaları kulaklarımdaydı hâlâ. Devrem çenen çıksın diyordu Göktürk, evlenemezsiniz diyordu, abi açız diyordu, Göktürk kafamın içinde hep bir şeyler diyordu ama baktığımda cansız bedeninin dudakları kıpırdamıyordu.

Fatih'e döndüm, ondan büyük bir fedakarlık isteyecektim. "Rapor işini halledebilir misin?" dedim, bakışlarımdan patlamak üzere olduğumu anladığında "Sen merak etme abi hallederim ben," dedi. Mete yerine abi dedi, abi sözü canımı cayır cayır yaktı.

Reşat Yarbay bize bakıp sustu, bir şeyler konuştu başımı sallayıp emredersiniz dedim, ne dediğini duymadım, dinleyecek halim yoktu. Evlerinize gidebilirsiniz dediğini algıladım sadece, buna ihtiyacım olduğundan beyin süzgecimden sadece bu cümlesi geçmişti.

Bir ara gidip mühimmatları tüfeğimi bıraktım, üzerimi değiştirirken ellerimdeki kanı fark ettim, yıkadım ama sadece rengi çıktı o kan benim ellerime yapışmıştı, çıkmazdı artık kolay kolay. Orhan'ınki gibi Göktürk'ün de kanı ellerimdeydi.

Toros'uma doğru gittim hızlı hızlı, kapıya vardığımda arkamdan sardı beni sıkı sıkı. "Bırak ben kullanayım." Hâlâ ben söylemedikçe araba kullanmıyordu ama bu defa kendisi teklif etmişti bana. Anahtarı eline tutuşturup ona doğru döndüm. Gözleri kan çanağına dönmüştü, etrafı da kıpkırmızıydı. Bu akılla araba kullanamayacağımı bildiğinden beni kendi durumuna rağmen kenara almak istiyordu.

Konuşamadım, başımı sallayıp yan koltuğa geçtim. Arkama yaslanıp kapadım gözlerimi eğer kapamasaydım gözyaşım akmaya devam edecekti, daha akıtamazdım, dik duruyor görüntümü silemezdim daha o alan oluşmamıştı benim için.

Karargahla evimiz arasındaki kısa süreyi başka şeyleri düşünmeye çalışarak geçirdim. Yapamadım, aklımı dağıtmamın bir yolu yoktu. Azra arabayı park eder etmez koşarak eve çıktım. Gücüm kalmamıştı artık. Bu defa yıkılma sırası bendi.

İçeri girdiğimde koltuğun üzerinde duran kırmızı yastığı aldım elime, ağzıma bastırıp bağırabildiğim kadar bağırdım. Azra'yı da etkilemek istemiyordum ama elimde değildi. Aklımı yitirmemiştim daha hepsini akıl edebiliyordum ama durduramıyordum kendimi, artık ben dayanamıyordum.

Arkamdan gelip kapıyı örttüğünde bana baktı, yere çökmüş ağzına yastığı bastırıp bağıran kocasına. Ağlamaya başladı yeniden, koşup yanıma çöktü.

"Bağır sevgilim, bastırma onu ağzına yeterince tuttun kendini. Her zaman güçlü olamazsın bak ben yanındayım."

Kontrolü kaybetmemi söylüyordu bana, her şeyi askeri disiplinle yaşayan bu adama kontrolünü birinin yanında kaybet diyordu. Ben sadece onunlayken kontrolümü kaybetmiştim, o vurulduğu gün acıyla sadece aklımı değil bedenimi de yitirmiş fenalık geçirmiştim. O bile bilmiyordu bunu, herkesin yanında dik durmaya programlanan ben şimdi o ayıkken mi kaybedecektim kontrolümü?

Biz bir hayatı paylaşıyorduk sadece yataklarımızı ve kalbimizi değil. Sen yok biz vardı ve iki kişi olarak düşünmeliydik biliyorum ama askerliği evliliğimizin dışında tutunca her şey değişiyordu.

Şimdi bana gelmiş kontrolünü kaybet diyordu, Akıncı Yüzbaşı kontrolünü kaybedemezdi ama üzerimde ne bir rütbe ne de kamuflaj vardı, ben şimdi Han olan Mete'ydim ve o adam kontrolünü kaybedebilirdi.

Yastığı bir kenara bırakıp hüngür hüngür ağladım, bağıra çağıra ağladım. Ben ağladıkça o da ağladı. Sımsıkı sarıldı bana, saçlarının kokusu bile acımı bastırmaya yetmiyordu şimdi.

"Kendini her zaman kontrol edemezsin Mete, biz insanız robot değil." Haklıydı ama bir şeyi atlıyordu ben tim komutanıydım. "Komutan olabilirsin evet dik durman gerekebilir." Gözyaşlarımı parmaklarıyla sildiğinde kapadım gözlerimi. Canım yanıyordu ve bu acı yerine fiziki acı olmasını dilerdim. "Ama Mete Yüzbaşı'yı karargahta bırak burada benim kocamsın, burada benim yanımda içinden geleni bastırma, kendin ol."

"Olacağım," dedim ellerini tutarak. "İkinciye kardeşimizi kaybettik." Göktürk için nasıl yıkıldıysam Orhan için öyle yıkılmıştı. Aramızdaki iletişim özeldi, onlarınki de öyleydi. Şimdi onu daha net anlıyordum, ben de mahvolmuştum Orhan için ama şimdi yıkılmıştım.

Bizim kaderimiz böyleydi galiba. Acılar üzerine kurulu bir hayatımız vardı. Yıllarca kavuşmayı beklemiştik acı çekmiştik, beni kaçırıp vurmuşlar sonra da asmışlardı bunun acısını çekmiştik,

Azra'mı vurup kemerle işkence etmişlerdi bunun da acısını çekmiştik. Orhan ve Göktürk şehit olmuştu biz yine acısını çekmiştik. Orhan baba olmak üzereydi ama kendisi yoktu.

Göktürk âşık olmuştu, ilk defa onu böyle görmüştüm. Miray'ın onca arkadaşı peşinden koşmuştu da hiçbirine pas vermemişti sonra Hazan'a tutulmuştu.

Önce kardeşimin sevdiğini aldılar sonra da kardeşimi. Zeynep de yaralıydı ne durumda olduğunu bilmiyordum ama bildiğim bir şey vardı bugün şehit düşen iki kişi olsa da ölen onlarca kişi vardı.

♟️Enes Kırımlı♟️

Yoğun bakımın önünde oturmuş ağlıyordum, herkes öylesine yıkılmıştı ki yanımda kimse yoktu. Yanımda olan tek kişiyi de ben bugün kaybetmiştim. Zeynep için oturup ağlamam lazımdı ama ben nefes alıyor diye sesimi çıkarmıyor gözyaşlarımı kardeşim için akıtıyordum. Burada ona sarılıp ağlamam lazımdı, cansız bedenine değil.

Bir ara dengemi kaybettim baygınlık geçirmişim, kolumdaki serumun getirdiği ağırlıkla gözlerimi zar zor araladım, bana serum taksalar neydi takmasalar neydi? Benim kardeşim morgda yarınki töreni bekliyordu, sevdiğim kadın ölümle cebelleşiyordu.

Hazan'ı da kaybetmiştik bu da beni yaralamıştı. Bence devreme evet diyecekti ve benim ilişkimi bile sollayan bir aşk yaşayacaklardı. Ben kardeşimi koruyamamıştım, Zeynep de uyandığında Hazan'ı koruyamadığını düşünüp ortalığı yıkacaktı. Bu defa kaybeden biz olmuştuk.

"Ne zaman uyanır?" diye sordum hemşireye, benim dayanacak gücüm kalmamıştı. Onun elini tutmak bir nebze olsun iyi gelebilirdi bana. Acımı paylaşmak istiyordum. Acımı her zaman Göktürk'le paylaşan ben şimdi onun acısını yaşıyordum.

"Bilemiyoruz." Cevabı beni bir girdaba sürükledi, içine düştüm sürüklenip durdum. Ya o da gitseydi? Ya ben onu da kaybedersem? Bu acıya katlanabilir miydim? Göktürk'ün yokluğuna alışabilecek miydim peki? Sanmıyorum. İnsan kardeşini unutmaz, alışamaz da.

Odamız bile birdi bizim, oraya bakıp bakıp ağlayacaktım ben. Geceleri gözüme uyku girmeyecekti ama şimdi serumun etkisiyle midir, bedenimin daha fazla acı kaldıramamasından mı bilmiyorum ama gözlerim kapanmıştı.

Sabah olduğunda yüzleşmeye korktuğum sorunun cevabını aramaya koyuldum. Yoğun bakım boştu, Zeynep'im de mi gitmişti? Ben neden yaşıyordum o zaman, Nefes almamın anlamı neydi ki benim?

Aklımı birkaç saniye çalıştıramadım, oradaki görevliye sormak sonradan geldi aklıma.

"Zeynep Zorlu, yoğun bakımdaydı."

Parmağımla kaldığı yeri işaret ettim. Ellerim tir tir titriyordu. Dağda terörist avlarken bir an olsun titremeyen ellerim şimdi titriyordu.

"137 numaralı odaya aldık."

Uyanmış mıydı? Şükrettim, yaşıyordu çok şükür. Sevdiğim kadın nefes alıyordu. 134, 135, 136, 137... Kardeşim gibi saydım hepsini, ben sayınca tuhaf geldi o saysaydı daha güzel olurdu her şey.

İçeri girerken hemşire seslendi. "Nesi oluyorsunuz?" Sevgilisiyim ama şu an onun "Refakatçisi." Olacağım. İçeriye girdiğimde beyaz çarşafların arasında yatan sevgilimi gördüm. Yüzünde silinmemiş bir acı vardı ve dünden kaldığına emindim, aynı benimki gibi.

Ona veda etmemiz gerekiyordu, tören ve defin olacaktı ama önce Zeynep'i görmek ona destek olmak istedim sanki kendime hayrım varmış gibi.

"Hazan..." diye ağlamaya başladı beni görünce. "Enes ben onu koruyamadım." Ellerim arasına aldığım başından öptüm, yıkılmıştı aynı tahmin ettiğim gibi, aynı benim gibi.

"Sen elinden geleni yaptın, o şehit oldu sen hayatta kaldın sadece." Ağlamamak için zor duruyordum ama dağıttığım yüzümden belli oluyordu.

"Bana dedi ki ona kalbimde yer olduğunu söyle, Göktürk'e şans verecekti. Bebeğine kavuştuğunu söyle dedi." Ağladıkça canı acıyordu, kollarını tutup hareketini kısıtladım, bilmiyordu ki Göktürk bunları duyup üzülemeyecekti bile. "Öteki tarafta buluşuruz üzülmesin dedi bana. Ben Göktürk'e ne derim şimdi?"

Öteki tarafta buluşmuşlardı, Hazan hissederek mi söylemişti bunu asla bilemezdim ama dediği çıkmıştı. Şehit kardeşimle şehit sevdiği aynı yerdelerdi ve kavuşmuşlardı. Bize de arkalarından ağlamak üzülmek acı çekmek düşmüştü.

"Düşünme bunları şimdi, iyi olup iyileşmene bak." Nasıl iyi olacaktı ki? Saçmalıyordum.

"Göktürk nasıl? Kızgındır bana emanetine sahip çıkamadığım için."

Öylesine güveniyordu ki sana elinden geleni sonuna kadar yaptığını biliyordu, senin suçun olmadığını çok iyi biliyordu.

"İyi," dedim, Hazan'a kavuştuğu için yüzü gülüyordu öyle gitmişti ama bunu ona şimdilik söyleyemezdim. "Kendini suçlamayacaksın sevgilim duydun mu beni?" Saçlarını okşayıp alnından öptüm. "İyileşeceksin ve biz de hesap soracağız. Sen iyileşeceksin." İyileşmek zorundasın bir kaybı daha kaldıramam ben.

"Gidecek misin? Gitmeye hazırlanıyor gibisin."

"Gitmem gerekiyor, yetişmem gereken bir yer var." Güçlükle söylemiştim bunu belki de duygularımı saklayamamıştım ki bana

"Bir şey daha olmuş," dedi.
Gözlerime baktı, kan çanağına dönen gözlerim başka bir şeyler olduğunu ele veriyordu zaten. "Göktürk'ün yanında kim var? Ona mı gidiyorsun?" Başını salladım ona gidiyordum. "Bir şey olmuş Enes söyle bana."

"Yok bir şey, Göktürk'ün yanına gideceğim şimdi bana ihtiyacı var. Ben geleceğim birkaç saate tamam mı?"

Onu ikna etmiş olacağım ki bana izin verdi, yalan söylememiştim kardeşime gidiyordum ben. Zeynep'in alnından öpüp çıktım odadan. Nefesim daralmıştı, yakamı açıp nefes almaya çalıştım, beni yıkmışlardı, ben mahvolmuştum.

Taksiyi zor çağırdım, önce eve gidip tören kıyafetlerimi hazırlamam gerekiyordu ama kapıdan içeri adımımı atamamıştım. Bu eve Göktürk'süz hiç girmemiştim ben.

Bekledim, oturup uzun uzun evimize baktım. Onun dışarı çıkmasını bekledim, çenen çıksın kardeşim de konuşama bıktım senden demesini bekledim. O kapıdan çıksan keşke devrem, benden yine bık yine laf et ama o kapıdan çıktığını göreyim.

Fatih abi çıktı dışarıya, yüzünün rengi atmıştı iyi görünmüyordu ama ağlamamıştı. Dün de ağlamamıştı demek ki ağlayamayıp içi içini yiyen karakterde biriydi.

Elinde tören üniformalarının olduğunu düşündüğüm elbise hurçları vardı. Ben yapamamıştım, içeri girmeye cesaret edememiştim ama abim içeriye girip kıyafetlerimizi ütülemişti.

Taksi kapıda bekliyordu önce bana elini uzattı ayağa kalkmamı sağladı donra da omzuma kolunu yerleştirip arabaya kadar götürdü beni. Şimdi karargahtaydık. Kardeşimin ay yıldızlı bayrağa sarılı tabutu tam karşımda duruyordu. Üzerimde tören kıyafetlerim vardı. Bu kıyafetleri giyip Anıtkabir'de atamıza selam verdiğimiz günün fotoğrafı hâlâ telefonumun arka planında duruyor, yakamdaysa onun resmi fotoğrafı duruyor. Rütbelere göre sıralanmıştık ama o tabutun başında olmak isterdim ya da onun yerine içinde ben olmalıydım.

Kardeşim artık yoktu, bizim yüzümüzü güldüren o adamı bizden almışlardı, akıttıkları tüm kanın bedelini ödeyeceklerdi. Onların yaşamasına izin vermeyecektim.

Süleyman Paşa çıkıp konuşmalar yaptı, ne dediğini dinlemedim sadece gözlerim o tabuttaydı.

"Dikkat!"

Sesiyle elimi alnıma götürdüm ve ona saygı duruşunda bulundum. Sonra sesler kesildi, tabutu taşımamız gereken andaydık. Askeri inzibatlar tabutu sırtlandığında öndekilerin yerine geçip Mete abiyle beraber kardeşimizi sırtlandık.

Ben ufacık meseleden sana tavır yaptığımda sırtıma atlayacaktın Göktürk böyle olmamalıydı.

Cenaze namazı kalabalıktı şehidimin, o caminin avlusu dolmuş da taşmıştı. Şehit var demişlerdi televizyonlar, ailesi de onun gibi şehit olmuştu diye haberleri yapılmıştı ve Göktürk'ün cenazesine sayamayacağım kadar çok kişi gelmiş ona aile olmuştu.

Şehitler ölmez vatan bölünmez diye bağıranlar tekbir getirenlerin sesleriyle birbirine karışmıştı. Şehitliğe gittiğimizde kalabalığın bir kısmı bize eşlik etmiş dualarını eksik etmemişti.

Kardeşimin mezarını kazmak zorunda kalacağımı hiç düşünmezdim. Bir yanda ağlamaktan yorulmuş Mete abi bir yandan yürüyen bir ölüden farksız olan ben mezarın içinde kardeşimize yerini hazırlıyorduk. Onu bu soğuk toprağa bırakıp gitmek zorunda olmak, o eve ve odaya yalnız girecek olmak çok ağırıma gidiyordu.

Küreği Fırat abiye verip kenara çekildim. Azra Astsubay kardeşimin çerçeveli resmine sarılmış dimdik durmaya çalışıyordu. Ailem sizsiniz diyordu hep, yengesi başında kahroluyordu şimdi.

Dik durmaya çalıştım, etraftakilere güçlü gözükmeye çalıştım ilk defa. Hakan Teğmen'in kolumdan tutup bana destek vermesi biraz olsun güçlü durmama yardımcı olmuştu.

Dualarla onu toprağa koyduk, üzerine toprak atılıyordu ben bakamadım. İki kürek toprak attım üzerine sonra arkama dönüp ilerledim. Başında sadece timim kalana kadar bekledim biraz olsun yalnız kalmaya ihtiyacım vardı.

Enes cidden çenen çıksın, şöyle tüfeğimin dipçiğini geçireyim çenene çıksın yamulsun şu çenen de sus biraz konuşama demiştin bana kardeşim, ben artık konuşamıyorum Göktürk, keşke beni azarlasan şom ağızlılığım için ama yoksun.

Ah be devrem, bana sakın bensiz öleyim deme demiştin neden mızıkçılık yaptın ki? İlişkime burnunu sok, gül gibi evime de çök, bensiz gitme ama. Hayatta kal demiştim sana, beni burada bırakıp gitmen haksızlık.

Toprağına ilk suyu ben döktüm, ayağa kalkıp orada olduğunu bir kere daha anladığımda abime sarıldım sıkı sıkı, kardeşimi kaybetmiştim ama abim vardı hâlâ ve her şeye rağmen bizi dik tutmak için iyiymiş gibi davranıyordu. Kulağıma eğildi, onu sadece ben duyuyordum.

"Yemin ederim ölecek, sana sözüm olsun o herifinin canını ben alacağım."

♟️


Göktürk'e veda etmek bana çok ağır geldi, iyi değilim.

Bu bölüm biraz kısa oldu ama o kadar ağırdı ki ekstra uzatmak istemedim.

Alınacak bir intikamımız var Mete artık bu yükü taşıyamıyor araya çok kan girdi. Çağrı, Orhan, Hazan, Göktürk hepsinin kanı var Berzan'ın ellerinde. Azra ve Şebnem'in (Volkan'dan dolayı) acıları var, Elvan'ın ahı var. Tüm timin o heriften alması gereken intikamı var ve umarım alabilirler.

Çok üzülmeyin olur mu yoksa Göktürk de üzülür.

Ve bir Sayaç sözüyle veda edeyim sizlere.

"Çenen çıksın kardeşim."

 

♟️Beni şu hesaplardan takip edebilirsiniz, videolu paylaşımlar ve bölüm alıntıları paylaşıyorum.♟️

 

İnstagram
Twitter
Tiktok
Wattpad

 

rubamsalepe

 

♟️

Loading...
0%